0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

18. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

"KURŞUN."

Keşke herkes kalbi kadar yaşasaydı.

O zaman aramızda hiç kötü insanlar kalmazdı.

O zaman ben erken ölenlerden, yaşamı hak etmeyenlerden olurdum. Herkes kalbi kadar yaşasaydı, iyiler ve kötüler ayıklanır, her şey daha güzel olurdu ama hayat, hiçbir zaman bu kadar kolay olmazdı ya... Herkes kalbi kadar yaşasaydı Duman yıllar sonra ölebilirdi. Çünkü iyiliği kötülüğünden çoktu. Ömrümüz, iyiliğimiz kadar olsaydı Duman değil, ben ölürdüm.

Sabah olduğunu, zamanın geçtiğini, odanın içerisine dağılan aydınlıktan anlamıştım. Uyanalı bir süre olmasına rağmen hâlâ gözlerimi açmamıştım. Uyandığım ilk an Duman'ın gitmiş olmasını ummuş, yattığım yerin yatağım olmasını dilemiştim ama kulağımın altındaki yaşam ezgisini duyduğumda, onun kalbiyle beraber burada olduğunu anlamıştım.

Elleri, beni omuzlarımdan sıkıca kendisine bastırmıştı.

Bedenimin onunla bütünleştiğini hissediyordum. Hâlâ onun dizlerinin üzerinde, rahatsız şekilde oturuyordum ve nasıl olup da gece boyunca bu pozisyonda uyuduğumu anlamıyordum. Nefesi düzensizdi ve doğrudan kalbiyle alakalıydı. Terlemekten şikâyetçi olarak sıkkınca inledim ve gözlerimi yavaşça açtım.

Hımm, sakallı bir çene...

Yanağımı kaşıyarak başımı kalbinden tamamen kaldırdım ve çenesinin altından onu izledim. Başını koltuğun arkasına yaslamış, dudaklarını aralamış, hırıltılı halde soluk veriyordu. Parmağımı kaldırıp göz altına dokunduğumda, teninin ılık ve canlı olduğunu gördüm; elimin altında yaşam vardı. Parmağımı gözünün altından aşağıya, elmacık kemiğime kaydırdığımda, daha hırıltılı bir nefes aldı. "Ne horluyorsun..."

Esneyerek başımı boynunun altına sertçe yasladığımda, yüzüm bu sefer sol tarafa kaymış ve yanağım göğsüne yaslanmıştı. Bakışlarım gayriihtiyari şekilde sol tarafa, odanın kapısına kaydığında, vücudum anında ısındı ve gözlerimi irileştirmemek için kendimi tutmak zorunda kaldım.

Anneme basılmıştık.

Onun gözleriyle ansızın karşılaşmak kabul etmeliyim ki beni şaşırttı ve dudaklarımın bir o şeklinde aralanmasına sebep oldu. Eşiğin önünde, kollarını göğsüne bağlamış vaziyetteydi. Tamam, pek iç açıcı bir görüntü sunmuyorduk. Kimse annesine, bir erkeğin kucağında otururken yakalanmak istemezdi ama yanlış olan bir şey yapmamıştım. "Günaydın anne."

Bir an bana baktıktan sonra ellerini göğsünün üzerinden çözdü ve parmaklarını yüzünün hizasına kaldırdı. Gün senin için baya aydın görünüyor.

Hah! Beni resmen iğneliyordu. Onu uzun zamandır bu kadar ciddi ve otoriter görüyordum; tıpkı bir anne gibi. Kızıyor olması normaldi. Normal karşılanacak bir şey olduğunu ben de söylemiyordum. Ellerimi Duman'ın göğsüne bastırarak kendimi kaldırırken, "Uyuyakalmışız," diyerek durumu izah etmeye çalıştım. "Bana, bizi yatakta basmış gibi bakmaya son verir misin anne?"

Annem Duman'a bakarken kaşlarını daha çok çattı. Niye oturuyorsun kazık gibi adamın kucağına, bir de yüzünü okşuyorsun.

Ah, baya yakalanmıştım. Duman'a kısa bir bakış attığımda hâlâ uyumaya devam ettiğini gördüm. "Ne okşayacağım, elim çarptı."

Annemin gözlerinde uzun zamandır görmediğim o annelik iç güdüsünü, koruma güdüsünü gördüm. Bir anda eğilerek ayağının altındaki terliği kavradığında ve hızla ileriye, Duman'ın kafasına fırlattığında, hayretle elimi ağzıma kapadım. Duman kükreyerek uyandı. "N'oluyor!"

Onun fevri uyanışı ve doğruluşuyla beraber dizinin üzerinde sallanarak düştüğümde ve inleyerek yere kapaklandığımda, Duman'ın duraksayarak bana bakakaldığını gördüm. Şaşırmış, henüz olayı kavrayamamıştı. Başını kaşıyarak yerdeki bana baktı ve beni düşürdüğünü fark ettiğinde, kaşlarını çatarak elini uzattı. "Güzelim, iyi misin?"

Eline tip tip baktığımda, "Ne?" Diye homurdandı. "Dün öpüşüp koklaşıyorduk, ne oldu şimdi?"

Siktir! Onun kafasını duvara vurmak istiyordum. Ne halt yemişti öyle?   Ayrıca biz öpüşmemiştik! Gözlerim kızgınlık ve öfkeyle genişlediğinde, kaş göz yaptı ve benim bakışlarım kapıya doğru kaydığında, o da benim bakışlarımı takip etti. Annem olduğundan daha agresif bir şekilde bize bakıyordu ve Duman annemin kadrajında olduğumuzu fark ettiğinde adeta dehşete düşmüştü. Dudakları aralandı ve tekrardan bana dönerken, "Mahşer," dedi yalancı, sahte bir mahcubiyetle. "Kucağıma ne zaman oturdun, ben de bu ağırlık ne diyorum..."

"Ne?"

Anneme dönerek yalancı mahcubiyetini sürdürdü. "Anlamıyorum bu kız niye böyle şeyler yapıyor..."

Gözümün seğirdiğini hissettim. Sinir ve anlık öfke tüm duygulardan baskın çıkarak beni etkisi altına aldığında, annemin soru işaretiyle dolu gözleri bana döndü ve beni şüpheci bakışlarıyla süzdü. Kocaman kızsın, ne diye oturuyorsun çocuğun kucağına?

Gözlerimin döndüğünü hissettim. "Anne yalan söylüyor bu pislik..."

Çabuk toparlanın da içeriye geçin, soracağım size.

Cümlemi ağzıma tıkarak ve bize uyarı dolu, diktatör bakışları atarak kapıyı çektiğinde ve bizi odada yalnız bıraktığında, bakışlarımı karşımdaki herife düşürdüm. Avuçlarım zeminin üzerinde iki yumruk olmuştu ama o öyle rahattı ki! Bir ayağının topuğunu dizine yaslamış, kolunu kanepenin arkasına atmış vaziyette rahatça yayılmıştı. Dudağının sol köşesinde, şeytana hizmet eden çıkarcı gülümseme, kehribar renkli gözlerinin içinde zaferi kucaklamış bir adamın galibiyeti vardı. Yaptığı şeyden, bana galip gelmekten zevk almıştı. İşaret parmağımı yüzüne salladım. "Bu pisliğini unutmam biliyorsun değil mi?

"Annene açıklama yapmaya çalışırken çok komiktin."

Dişlerimi sıkarak doğrulurken, göğsümün sert şekilde yükselip alçaldığını hissettim. "Senin ağzına sıçarım!"

Pis pis gülmeye devam ettiğinde, içimde biriken o sinir taştı ve ben yerimden kalkarak koltuğa, ona doğru atıldığımda, Duman'ın elleri kendini korumak için kalktı. Bana yetişememiş, çoktan kucağına tırmanarak yumruklarımı varabildiğim her yerine indirmeye başlamıştım. Duman'ın kısık kısık güldüğünü, homurdandığını, küfür ettiğini duyduğum müddetçe yüzü dahil olmak üzere her yerine yumruklarımı geçirerek kucağında tepindim. Ben onu hırpalarken, onun elleri yalnızca belimi okşuyordu. "O benim annem! Beni ona karşı utandırmazsın tamam mı?" Omzuna vurdum. "Kalk da git artık evimden! Hep peşimdesin!"

"Sevgililer öyle takılır."

Onu ani bir şekilde çenesinden yakalayarak başını yüzüme doğru hizaladığımda, teninin kızardığını ve gözlerindeki parıltının rengini koruduğunu gördüm. Saçları, onu dağıttığım için alnına dökülmüştü. Hızlı hızlı, yüzüme doğru soluyordu. "Ben senin sevgilin değil, yanına yara diye kalanım. İnsan kendine pay düşen yaradan eninde sonunda kurtulmak ister. Bırak, beni sandığın kadar istemiyorsun Duman. Bırak!"

Çenesindeki elimi bir çırpıda kavrayarak avucunun içine aldığında ve parmaklarını elimin üstüne örterek benim elimi avucunun içine hapsettiğinde, göğsümün altından bir bıçak geçti. Sıyırıp geçti ama geçti. Parmak eklemlerimiz birbirini ezerken, elimi elinde değil de yumruk kadar olan kalbinin içinde hissettim. Çünkü sanki, kalbi avucumdaydı. "Bak, bu elim. Şimdi bir yumruk, içinde sen varsın. Ben istemesem sen elini bu yumruğumun içinden çıkarabilir misin?"

Yumruğunun iç sandık gibiydi. Elimi, avucunda bir cevizi kırıyormuş gibi sıkıca eziyor, kemiklerimizi birbirine bastırıyordu. Çenemi havaya kaldırdım. "Çıkarabilirim tabi!"

Parmakları sıkılaştı. "Ben istemezsem çıkaramazsın!"

Boşta duran diğer elimle onun omzuna vururken, beni bastırmasına daha fazla tahammül edemeyerek elimi avucunun içinden çıkarmaya çalıştım ama bu, kilitlenen bir sandığı anahtarsız açmaktan farksızdı. İri elinin içindeydim ve parmakları o kadar sıkıydı ki, kullandığım tüm gücüme rağmen bir parmağını dahi açamıyordum. Dişlerimi öyle sert sıkıyordum ki, çenem ağrıdı ve kaybetme düşüncesi beni kendime karşı öfkelendirdi. "Çıkaramıyorsun değil mi?" diyerek üstüme geldi, dişlerinin arasından konuşarak. Dudaklarını sertçe şakağıma dayadı. "Bilirim bu duyguyu. Şu yumruğum sanki benim kalbim ve benim, bu kalbin içinden çekip çıkaramadıklarım var. Tıpkı yumruğum gibi, içine hapsetmiş. Sen şimdi elini çekip çıkaramıyorsun ya, ben de kalbimden çekip çıkaramıyorum işte!"

Alev alev yanan gözlerle birbirimize baktığımızda, az önce göğsümün altından geçen bıçağın şimdi elimde, ona saplanmak için durduğunu hissettim. Göğsümü sıyırıp geçen bıçak onu delip geçebilirdi. Öfkem o kadar yoğun ve başa çıkılamazdı ki, Duman bunu gördüğünde tek kaşını kaldırdı ve avucunun içindeki elime baktı. Dudaklarını birbirine bastırarak, avucum üzerine kapattığı parmaklarını yavaşça kaldırırken, "Şşt," dedi, sesi boğuktu. "Öfkelenme, sakin ol. Açtım bak elimi..." elim özgür kaldı. "Tırnakların batmış, acıyorsa söylemeliydin."

"Hiçbir acımı kimseye söylemem."

"Ben kimse değilim."

"Kimseden ne farkın var?"

Tırnaklarımın battığı avucumu okşadı. "Özgür olduğu halde hâlâ elin hâlâ avucumda, işte farkım bu."

Gökyüzü de özgürdü ama bir yere gidebildiği yoktu.

Elimi elinin içinden çıkardım. "Ama bak; artık farkın kalmadı."

Onun kucağından indiğimde elleri beni tutmadı, karşı çıkmadı. Ayağa dikildiğimde karşısında bir an daha durmadan dolabıma doğru yürüdüm. Kendime çok öfkeliydim. Ona istediğimden fazlasını veremezdim. Saçmalıktı, dün geceden beri olanların hiçbiri sağlıklı değildi. "Arkanı dön."

Koltuğun gıcırdadığını duydum, istediğimi yapmış olmalıydı; sırtım ona dönük olduğu için göremiyordum. Üzerimdeki siyah badiyi bir çırpıda çekip çıkararak sutyenimle kaldıktan bir an sonra dolaptan askılı aldım ve çamaşırımın üzerine giydim. Kazağı da askılımın üzerine giyerek dolabı biraz daha karıştırdım.  Dolaptan bulduğum siyah pantolonu çıkarıp bir dakika içinde giyindim. Duman, beni görmesini istemiyorsam bana bakmazdı; biliyordum. Triko kazağımın uçlarını düzelttim ve iyi göründüğüme emin olarak dolabımın kapaklarını örttüm.

Saçlarım dağınıktı. Makyaj masamın önüne ilerledim ama bu sırada Duman'a hiç bakmadım. Beyaz, ahşap çekmeceli raftan bir fırça çıkararak saçlarımı taramaya başladığımda, aynadan kendimi izliyordum. Yüzüm ifadesiz, buz gibi görünüyordu. Bu halimi yadırgamıyordum. Saçlarımı acıtarak taradım ve yolunan tutamlara gözlerimi devirerek fırçayı masaya bıraktım. Saçlarımı elimde toplayarak tepeme kaldırdım ve nasıl durduğuna baktım. Yok, pek iyi durmuyordu. Duman'ın koltuktan kalktığını göz ucuyla görürken, saçlarımı elimin tersiyle okşayarak aşağıya doğru düzelttim. Duman arkama geçtiğinde, gözlerimiz aynanın üzerinde buluştu. Sol eli yanımdan uzanarak masanın üzerindeki tel tokayı kavradı ve hemen sonra onu başımın hizasına kaldırdı. "İki kulak yapayım mı saçlarını?"

"Tel tokayla mı?"

Başını bana doğru eğerek kısık gözlerle koyu renkli saçlarıma bakınırken, parmaklarını kulağımın üzerine yasladı ve tel tokayı kulağımın üzerinden ileriye doğru takarak bir kısım saçımı tutturdu. "Bir tane daha ver oradan."

Yanaklarımı şişirerek sıkkınca tel tokalara uzandım bir tanesini ona verdim. Elimden alarak hafifçe yana kaydı ve bu sefer sağ tarafıma geçerek saçlarımı ciddiyetle kulağımın arkasına topladı. Başımı hafifçe yanıma eğerek ona alan açmıştım. Tel tokayı açarak kulağımın üstünden ileriye doğru taktı ve aynı şekilde bir kısım saçımı kıstırarak topladı. Saçlarım şimdi kulağımın arkasından aşağıya doğru düz bir şekilde akıyordu. Eh, fena değildi. Saçlarımı, tepemden aşağıya doğru elinin içiyle okşadı. Başıma bir öpücük kondurdu ve odadan dışarıya çıktı.

Saçlarımı sildim.

İzini silerek hırçınca örttüğü kapıya baktım ve hemen sonra masanın üzerindeki eyelinere uzandım ve gözlerime çekerek biraz da maskara sürdüm. İkisi de birbirinden farklıydı ve hangisinin rengini daha çok sevdiğimi bilmiyordum. Van kedisi gibiydim. Çatlak, nemsiz dudaklarıma bakarak kırmızı, yarı mat bir ruju aldım ve özenle dudaklarıma sürdüm. "Hımm, biraz vişne kokuyor sanki..."

Dudaklarımı koklamaya çalıştım ve sonra bunun büyük saçmalık olduğuna karar vererek gözlerimi devirdim. Neyse ki bu salaklığımı bir tek ben görmüştüm. Dolabımdan siyah, kısa bir deri ceket alarak odadan dışarıya, salona çıktım ve etrafta annemi aradım. Duman yoktu, o gitmiş olmalıydı ama peki annem? Mutfakta olabileceğini düşünerek o yöne ilerledim ve az sonra kapıyı açarak içeriye girdiğimde, ikisinin de masada karşılıklı bir şekilde oturduğunu gördüm. Annem kahvaltı hazırlamış, ince belli çay bardaklarını dolduruyordu. Duman kollarını masaya yaslamış, annemin titreyen ellerine bakıyordu. Duman demliği almak için annemin eline uzandı. "Bana bırakın."

Annem büyük demliği ona vererek küçük demlikle demleri doldurmaya devam ederken, kapıyı arkamdan kapatarak içeriye girdim. Yuvarlak masadaki sandalyenin birini çekerek oturduğumda kollarımı masanın üzerinde birleştirdim ve masadaki birkaç kahvaltılığa bakındım. Tırnaklarımı masa örtüsünün üzerine yaslarken, Duman'ın çay bardağını önüme ittiğini görerek genzimi temizledim. "Teşekkür ederim."

Dirseğim Duman'ın dirseğine sürtünüyordu ve kolunun seğirişini hissediyordum. Annem çayına attığı şekerini gürültüyle karıştırdıktan sonra çay kaşığını vurarak masaya bıraktı ve biz kafamızı kaldırıp ona baktığımızda, parmaklarını yukarıya kaldırdı. Siz sevgili misiniz?

Öksürmemek için genzimi temizlediğimde, Duman da bana döndü. Annem şüpheci, araştırır gözlerle bize bakıyordu. Elimi enseme yerleştirerek terimi silerken, "Evet," dedim, yalan söyleyerek. "Takılıyoruz anne. Sen sevgililik demek istersen öyle diyebilirsin."

Dönüp Duman'a değil, doğrudan anneme bakıyordum. Dün ona, Duman'ın bana aşık olduğunu söylemiştim ve şimdi sevgili olduğumuzu düşünmesinde sakınca yoktu. Böyle düşünürse bunu sorgulamaz, beni rahat bırakırdı. Annemin gergin yüzündeki düşünceli ifade dağılmadı. Konuştuğunda, parmaklarını takip ettim. Ayıplı şeyler yapıyor musunuz?

Duman dudaklarının arasından ne konuşuyorsunuz der gibi bir homurtu çıkardı. Allah aşkına, bu konuşulacak şey miydi? Hem de kahvaltı masasında, Duman'ın yanında? Dişlerimi sıkarken, "Ben yirmi iki yaşındayım," dedim.

Annem elimin üzerine bir tane yapıştırdı. Ayıbın yaşı olmaz.

 "Çok seviyeli bir ilişkimiz var anne."

Annem çayından uzun bir yudum aldıktan sonra bardağı sertçe masaya bıraktı ve ikimiz de irkildiğimizde, işaret parmağını yüzümüze salladı. Hadi canım, ancak bu kadar anne gibi davranabilirdi. Masanın altından Dumanla birbirimizin ayaklarına vururken, annem uyarı dolu bakışlarını fırlatmaya süratle devam etti. Edepsiz şeyler yaptığınızı görecek olursam daha az görüşürsünüz haberiniz olsun.

Yalan sıktım. "Asla edepsizlik yapmam."

"Tabi tabii."

Annem kahvaltısına geri döndüğünde Duman bakışlarını ısrarla yüzümde tutmaya devam etti ama ona bir şey demedim.  Elimdeki kahvaltı bıçağını ona salladığımda, yanaklarını şişirerek önüne döndü. Ona bakarken göğsümün üzerinde, yaşam kadar canlı duran bir şey vardı; herkes adına kalp diyordu ama ben ne derdim, bilmiyordum. Bıçağı elimden alırken bileğimi okşadı ve tam o sırada annem bir küp şekeri Duman'ın kafasına fırlattı. Duman hayretle anneme döndüğünde, dudağımın sol kenarı yukarıya kıvrılmıştı.

 Önüme dönerek şekersiz çayımı içmeye başladım. Sükûnet hepimizi ele geçirdiğinde susarak kahvaltımızı yaptık. Biraz peynir, domates, zeytin, haşlanmış yumurta yedim. Göbeğim yoktu, karnım çoğu zaman kemiğime yapışmış gibi duruyordu ve mütemadiyen zayıftım. Çatalımı tabağımın kenarına bırakırken, annemin bana olan bakışlarını hissederek onu bakışlarımla yanıtladım. Parmaklarının ne dediğine baktım. Elektrik faturasını bugün yatıracak mısın?

Ona göz kırptım.

Kahvaltımızı yaptığımızda annem Duman'a neden geldiğini sormuş, Duman'da birkaç bahaneyle durumu geçiştirmişti. Kahvaltı masasını toparladıktan sonra mutfaktan çıktım ve tekrar odama girdim. Annem dişlerini fırçalamak için banyoya gitmiş, Duman hiç vakit kaybetmeden peşime düşmüştü. Odamın kapısını yüzüne çarpmış olmama aldırmadan içeriye girerek kapıyı arkasından kapattığında, ona dik dik bakmaya başladım. İç çekip yatağa uzandım ve ayaklarımı duvara dayayıp kollarımı başımın altına aldım. Duman artık gitse iyi olurdu. Tavanı izleyerek sustuğumda, hareketlendi ve yatağa yürüyerek önümde dikildi. Kafasını önüne eğerek tavanla arama geçmiş, göz göze düşmemize sebep olmuştu. Aramızdaki köprü o kadar sallantılıydı ki, o bana baktıkça sallanıyor gibi hissediyordum. Sırtını bükerek bana doğru eğildiğinde ve avuç içi yanağımı kavradığında, bomboş gözlerle bana yaklaşmasını izledim. Alınlarımız temas ettiğinde ve onun dudakları dudaklarımın kenarına bir öpücük bıraktığında, köprünün altından akan su sanki yukarıya taştı ve ikimizi de boğmaya başladı. "Akşam bir klübe gideceğiz, Melih Han da orada olacak.” Kalbi, alanına sığamıyor olmalı ki, göğüs kafesine doğru taşıyordu. "Çok güzel olup harcama kalbimi."

Melih Hanla karşılaşmak, onu huzursuz etmek için daha önce konuşmuştuk zaten. "Uyumayı dene," diye fısıldadım, daha sakince. "Akşam görüşürüz."

Parmaklarım göz altlarından yanağının aşağısı boyunca kaydığında ve çenesinden aşağıya düşmek üzere olduğunda, bileğimden sıkıca tutarak parmaklarıyla adeta kan akışımı yavaşlattı. Bileğimin içini yumuşakça okşadı. "Oje sürmeyi seviyorsun galiba?"

"Yani." Onun elinin içinden, saksısından sarkan bir çiçek gibi sarkan elime, tırnaklarıma bakındım. "Sadece siyah ve kırmızı."

Başımın tepesinden öptü. "Senin renklerin."

"Evet."

"Evet, bebeğim."

Elmacık kemiğime ufak bir dokunuş bırakarak elini yavaşça yanağımdan çektiğinde ve artık bana dokunmaz olduğunda, elim başımın altında onu izledim. Uzaklaşarak koltuğa yöneldi, kaşe kabanını alarak üzerine geçirdi ve yakalarını itinayla düzeltti. Simsiyah görünüyordu, onda beğendiğim gibi. Makyaj masamın önüne geçerek saçlarını arkaya doğru tarayarak düzeltti ve omuzlarını dikleştirerek odanın çıkışına yöneldi. Odadan çıkmadan hemen önce gözlerimin içine baktı ve o an kalbimde, ara sıra yaşadığım o kasıntıyı yaşadım.

Kimse eski aşığının ölmesini istemezdi.

Eski aşıklar hiçbir zaman ölmezdi.

🥀

Kendini şeytana satanın kaybı, cennetti.

Kaybı cennet olanlarınsa cehennem kadar yanmışlığı vardı.

Ellerime bakarken bu ellerle, kötü olan neler yapabileceğimi düşünüyordum. Parmağımı kaldırarak önümdeki duvara yasladım ve aşağıya doğru kaydırdım. Bu parmaklara, bu ellere sahip çıkamıyordum. Hepsi intikam için yanıyordu. Ateşi görmüyor ama hissediyordum.

Soğuk bir İstanbul gecesiydi. Duman'ın bahsettiği mekânda Duman’ı bekliyordum. Henüz gelmemişti ama birkaç dakikaya burada olacağına emindim. Burası bir eğlence mekânı, bardı. Kalabalık, sesli bir ortamdı. Bar koltuğunda, tezgâhın önünde oturuyordum. Üzerimde siyah bir eteğim ve askılı, kırmızı bluzum vardı. Saçlarımı tepemde bağlamış, üzerime kısa, siyah renkli bir mont giyinmiştim ve Duman'ı az önce aramış, açmadığı için küfürler ederek telefonu çantama atmıştım. Nerede olduğunu bilmiyordum ama işinin başında olması gerekliydi; bunu ciddiye almalıydı.

Sabahtan bu yana birçok şey yapmıştım. Önce annemi hastaneye, muayeneye götürmüş, dikişlerini kontrol ettirmiş, sonrasında faturaları ödeyerek bankadan biraz para çekmiştim. Öğünç ve Çisemle Kaptan'ın kafesinde bir şeyler atıştırmıştım ve onlarla uzunca konuşmayı özlediğimi fark etmiştim.

Kafamı kaldırıp mekânın kapısına baktığımda Melih Han'ın bir arkadaş grubuyla içeriye girdiğini gördüm ve yüzüme o masum, üzüntü dolu, mahcup ifademi geçirerek kollarımı birbirine sardım. Bu beni savunmasız gösterir ve o piç bundan hoşlanırdı. Özellikle kapıdan girip kafasını kaldırdığında göreceği bir yere oturmuştum, umuyorum ki beni görür ve yanıma gelirdi. Tezgâhın üzerindeki telefonumu alıp onunla ilgileniyormuş gibi yaparken, sabırsızlıkla beni fark etmesini bekledim. Çok geçmedi ki omzumda bir dokunuş hissettim ve irkilmiş gibi yapıp arkama döndüm. "Aaa, siz..”

Gözlerinde hayret, şaşkınlık, merak vardı. Yanıma geldiği için duyduğum şeytanca sevinci gizleyip küçücük gülümsediğimde, "Ben,” dedi Melih Han, beni süzerek. “Hatırladın.”

“Sizi hatırlamamak mümkün mü,” deyiverdim ve utanmış gibi yaparak gözlerimi kaçırdım.

Gülümsediğinde yüzü buruşuyordu. Yaşasaydı, babamda bu yaşlarda olacaktı. Yüzümü buruşturmamak için direnirken, Melih Han omzunun üzerinden arkadaşlarıyla bakıştı ve onlara bir hareket yaptı. Adamlar ilerlerken Melih tekrar bana döndü. “Ben de görür görmez seni tanıdım, çok memnuniyet duydum bu tesadüften.”

"Teşekkür ederim," diye mecburi bir cevap verdim. "Çok centilmensiniz.”

"Ben türünün tek örneğiyim." Bana biraz daha yaklaşarak dirseğini bar tezgâhına yasladı ve yüzü gölgeler arasında kaldı. "Sana centilmen olmamak mümkün mü? Şu tatlılığına bakar mısın?"

Utanmış gibi yaparak bakışlarımı kaçırdım. "Benimle flörtleşiyor musunuz?"

"Evet, çünkü aramızda bir engelin olmadığını düşünmüyorum."

“Ah, bir sevgilim var.”

Açık şekilde beni süzüyor, bir şeylerin imasında bulunuyordu. Yanımda Duman olmamasından cesaret almış gibiydi. Bilerek mi yapıyordu, benimle oynuyor muydu, anlamıyordum. Şöyle bir etrafa bakındı. “Doğru, sevgilin... O nerede?”

“Birazdan burada olur,” dedim, utanmış gibi gözlerimi kırpıştırarak.

Kafasını salladı ve tezgâha doğru yüklenerek bana eğildi. "Ne içiyorsun, sevgilin gelene kadar sana eşlik edeyim."

Şaşırmış gibi yaptım, durumu idare etmeliydim. “Arkadaşlarınızla geldiniz ama?”

Yüzünü maalesef der gibi asıp sırıttı ve gözleri korkunç derecede sahte baktı. Kolay kolay bir şeylerden ürpermezdim ama bu bakışlar çok rahatsız ediciydi. Elini kaldırdığında kaskatı kesildim ve parmaklarının tersini yanağıma koyduğunda kusacak gibi hissettim. O mu bizimle eğleniyor, niyetimizi bilerek dalga geçiyordu yoksa ben mi onun duygularıyla dalga geçiyordum, anlamıyordum. Yüz ifademdeki masumiyeti kaybetmemek, iğrendiğimi belli etmemek için direnirken yüzü yüzümü yaklaştı. “Bu gece çok güzel görünüyorsun.”

Midem çalkalandı ve tam bu sırada, Duman Alanguva'yı kalabalığın arasında seçtim.

Loş ışıkların altında bir görünmeze karışıp bir an sonra aydınlığa kavuşan yüzünü gördüğümde, kahretsin ki kendimi güvende hissettim ve bu ezik duygu yüzünden sinirlendim. Kalabalığı yararak bana doğru ilerliyordu ve onun da öfkeli olduğunu hissediyordum. Üzerinde paltosu vardı, siyah kazağının vücudunu sardığını gözlemlemiştim. Kaşlarının çatık olduğunu bu mesafeden bile görebiliyor, yaydığı olumsuz enerjiyi hissediyordum. Melih Han'ın ağzı ağzıma artık eskisinden çok daha yakın olduğunda ve ben iğrenç terli kokusuyla sınanmak zorunda kaldığımda, Duman mesafemizi kapatarak yanımızda bitti ve elini sertçe Melih Han'ın omzuna yerleştirdi. "Hoop, birader!”

Melih Han irkilerek omzunun üstünden arkaya doğru sıçradığında, kısık sesli bir öğürtüyle beraber ondan hızlıca uzaklaşarak yüzümü çevirdim. Kusacak yerim olsa bir an beklemezdim. Melih Han kafasını kaldırıp Duman'a baktığında, yüzüme soğuk soğuk sular çarpmak istedim. Nefesini akıtmak istiyordum. "Duman... Aa, merhaba."

“Siz miydiniz Melih Bey?” Duman Melih Han'ın uzattığı eline tip tip bakarak burnundan solumaya başladığında, ona dalmamak için direndiğini düşündüm. Gözleri, ölüm aranıyordu. Çenesi seğiriyor, öne doğru titriyordu. Bakışları bana döndü. “Mahşer, beklettim mi bebeğim?"

“Biraz,” dedim nasıl davranacağıma karar veremeyerek. “Ben de Melih Beyle karşılaştım gördüğün gibi, gelip halimi hatırımı sordu.”

Melih Han genzini temizledi. "Evet, uzaktan görünce tanıdım kendisini.”

Duman'ın gözleri bana dik dik baktıktan sonra tekrar ona döndü ve gözlerine, adeta adını verdi. Bileniyordu. "Anlıyorum.”

Duman’a sahteden gülümsedim ve Melih Han gitme vaktinin geldiğini anlamış olmalı ki, hafifçe Duman’ın omzunu sıkıp bir şeyler geveledi. Arkasını dönüp hayalete karıştığında ve gözden kaybolduğunda, Duman sertçe bana döndü. Elimi yakalayarak beni kendisine çektiğinde, kısa boylu bir kadın olduğum için ancak göğsüne yetişmiş, ellerimi koluna yaslayabilmiştim. Kollarının belimin iki yanından kayarak sırtımda dolanması karşısında, başımı göğsünün yanından yukarıya kaldırdım ve gözlerine tutuldum. Ne yaptığını anlamamıştım. Onu ittirmeye çalıştım. "Bırak be! Ne yapıyorsun?"

"O yakınlık neydi öyle!”

Gözlerinden ateşler çıkıyordu.

Omzumu silktim. “Oyun yapıyordum sevgilim, kıskandın mı?”

Küfür eder gibi gülüp ellerini belimde sağlamlaştırdı.

"Sevgilim diyor yahu..."

Kolları o kadar sıkıydı ki, o istemedikçe kollarından çıkamayacağımı anladım. Yumruğunun içindeydim ve parmakları gevşemiyordu. Yavaş, daha gürültüsüz bir şarkının mekânın duvarlarında yankılandığını duyduğumda, tırnaklarımı paltosunun üzerinden pazularına geçirdim. Eli bel boşluğuna yerleşmiş, sırtımın ortasından beni kendine bastırarak vücudunun bir çıkıntısı haline getirmişti. Vücudunun bana verdiği tepkiyi hissettiğimde, "Sapık," diyerek cırladım ama onun açık olmaktan duyduğu bir rahatsızlığı yoktu. "Çek bir taraflarını üzerimden!"

Yavaşça, olduğu yerde sallanmaya ve beni de sallamaya başladığında, aramızda hava boşluğu bile kalmamıştı. "Hoşuna gidiyor, biliyorum."

"Duman, sürtünüp durma!"

"Sen de sürtünsene."

Başını başımın yanından uzatarak boynuma doğru eğdiğinde ve burnunu boyun boşluğuma dayadığında, iç çekerek kollarımı kaldırdım ve boynuna dolayarak çenemi omzuna dayadım. Madem dans istiyordu, edebilirdik. Sonuçta merhametsizliğimin de bir sınırı vardı ve Duman'ın kalbi delikti. Hastaydı, biraz merhamet etmenin bir sakıncası olmazdı. Belki kalbimde, ona yetecek kadar iyilik bulabilirdim. "Seni öptü mü?" diye sordu kısık ve sertçe. "Dudağından?"

"Öpmedi Duman."

Tuttuğu nefesi gürültüyle bırakarak kollarını daha da sıkılaştırdı ve adeta bana sarılarak, yavaşça dönmeye devam etti. Onunla ilk kez dans ediyorduk ve muhtemelen Melih Han bizi görüyordu. "Sizi öyle görünce elim ayağım boşaldı," dedi, sesinde bir temenni gizliydi ve kalbinin yumrukları göğsüme çıkıntı yapıyordu. "Biraz geç kalsaydım, sadece biraz... O piç daha ileri gidebilirdi!"

"İzin vermezdim," diyerek kendimi savundum ve sonra bu gereksiz savunmam için kendime kızdım. "Ayrıca, sen neden geç kaldın? Bu bir iş tamam mı? Gecikme lüksün yok."

Sesi titreşimler halinde büyüdü kafamın içinde. "Biraz kalbim ağrıdı..."

"Ne?" Gözlerim omzundan aşağıya, onu hayata bağlayan organa çevrildi. Nasıl olmuş, ne kadar sürmüştü? "Nasıl atlattın?"

Kolunu açarak vücudumu ileriye itti ve kendi etrafımda tam bir dönüş yaptığımda, müziğin ritminden daha hızlı bir şekilde tekrardan kendisine çekti. Vücudum ona, kaburgalarımı yerlerinden edecek kadar sertçe çarptı. "Ada'nın yanındaydım, ilaç falan... Kısa sürdü ama sana yetişemeyeceğim sandım."

"Yetiştin."

"Geç kalamazdım."

Beni, gözlerimin içine bakarak kendinden ittiğinde ve sol elimi parmak uçlarına alarak kendi etrafımda döndürdüğünde, Melih Han'ın telefonuyla konuşarak mekândan ayrıldığını gördüm. Sanırım telefon geldiği için hemen çıkmıştı. Duman beni ittiği gibi sertçe kendine doğru çekerek sırtımı göğsüne dayadığında ve kollarını omuzlarımdan aşağıya indirerek vücudumu kavradığında, başım omzuna denk gelmişti. Sırtımda, belimde, kalçamda varlığını hissedebiliyordum. Bedeni bana karşı cömertti ve herhangi bir çekincesi yoktu. Çenesini sol omzuma dayayarak bana sürtünmeye ve dans etmeye devam ederken, "Gözlerini kapatsana," dedi, sesi daha az gergindi. "Kapat da sana bir şeyden bahsedeyim."

Onun kokusunu duyumsadığımda kendimi bir hatıranın içinde buldum. Kokusunu ilk aldığımda, onu öpmeme ramak kalmıştı. Lisede, sınıfta, sırada... Eski aşığımın kokusunu biliyordum. Kalabalığın içinden bir kadının gözlerini görene kadar onu nasıl öptüğümü düşündüm ama o kadının gözlerini gördüğümde bu büyü bozuldu. Kırmızı elbisesi içindeki kadın, bar tezgâhın oturmuş, şuh bir ifadeyle Duman'ı süzüyordu. Bakışları omuzumun üzerinde, benden bir baş uzun olan Duman'daydı ve fark edilmek için gözlerini bir an bile ayırmıyordu. Güzel, seksi bir kadındı. Uzun bacakları vardı, göğüs dekolteli elbisesinin içindeki esmer teni parıl parıl parlıyordu. "Beni ellemeye son ver," dedim, duyması için sesimi yükseltirken. "Bak, bar tezgâhındaki kadın seni süzüyor. Git de onunla takılsana."

Boynumda sabırsızca soluklandıktan sonra başını kaldırarak bar tezgâhına, bahsettiğim kadına baktı ve o an boğazımdaki düğüm büyüdü. Kadının gözlerinde Duman'ın gözlerini gördüğümde, sırtımı Duman'a daha fazla yasladım. Kadının kadehini bırakarak Duman'a selam verdiğini görürken, "Güzel kadın sahiden," dedi, oldukça ciddi bir sesle. Bir belirsizlik göğsümü ısırdı. "Senden bile güzel. Fakat sen daha ateşlisin."

Bir şey hissettim ve yemin ederim bu hissin ne olduğunu anlamadım. Fakat bunu en derinimde hissettim. Sanki biri göğsümün üzerinde yanan mumu üflemişti. Karanlık ve ışıksız hissettim. Bu duygu midemi bulandırdı. Uzun, çok uzun zamandır böylesini hissetmemiştim. Bu kadar baskın bir duygu hissettiğim için kendimden nefret ettim ama işte his orada, boğazımda her an büyüyordu. Duman badimin askısını dişlerinin arasına alarak kısıkça gülerken, "Bırak," dedim dişlerimin arasından. "Bırak beni.”

Bu çıkışım gülüşünü sonlandırdığı gibi onu şaşırttı ve elleri bu şaşkınlıkla gevşedi. Karnımda birleşen ellerini çözerek ondan hızlıca uzaklaştım ve topuklu ayakkabılarımın üzerinde bar tezgâhına yöneldim. Dönüp yüzüne bakmayacaktım. Eşyalarımı alıp göğsüme bastırdım ve son kez kadına baktım. Duman'a ve bana anlamsız bakışlar fırlatıyor, harekete geçip geçmemek konusunda kararsız görünüyordu. Yüzüne, gözlerine baktım. Seksi ve güzeldi.

Senden bile daha güzel.

Duman'a hiç bakmadan her ikisine de sırtımı döndüm ve eşyalarımı göğsüme bastırarak kalabalığın arasına karıştım. Adımlarım iri ve fevriydi. Lastiğimin koptuğunu, saçlarımın yüzüme çarptığını hissederken küfür ederek mekânın merdivenlerini çıktım ve çıkışa yöneldim. "Sikeyim!"

Kendimi kapıdan dışarıya, soğuk havaya attığımda gördüğüm ilk duvara dayandım ve elimdeki eşyalarımı kaldırıma fırlattım. Birkaç insan dönüp baktığında, "Ne?" dedim, yüzlerine doğru haykırarak. "Komik ya da ilginç mi buldunuz? Ne bakıyorsunuz?"

Aralarında söylenerek uzaklaştıklarında ve beni benimle bıraktıklarında, avuçlarımı sertçe yüzüme geçirerek küfürler ettim. Bundan, böyle baskın duygular hissetmekten nefret etmiştim. Böyle şeyler hissetmeye kapalıydım ve duygular yalnızca ısırır geçerdi, etimi koparmazdı. İşte şimdi buradayken sanki tüm yılların birikintisini kusuyordum. Buna çok zamansız yakalanmıştım. Karanlıkta kalmamak için kendimi yakmıştım ama kül olduğumda aydınlanmış olmamın bir anlamı kalmayacaktı. Saçlarımı çekiştirdim, galiba bu duygunun adını biliyordum.

Basbayağı kırgınlıktı.

Kırılmıştım.

Aptalcaydı ama kaçamıyorsam kabul etmeliydim. Duman'a kırılmıştım. Bu uzun zamandır hissetmediğim bir duygu olduğu için eski bir arkadaşı görüp tanıyamamış gibi olmuştum ama onu tanıdığımda, ne kadar kırıcı olduğunu da anlamıştım. "Sondon bolo dogo gozol." Kalbime açılan kuyunun içi o kadar siyahtı ki, kendimden başka kimseyi göremiyordum. "Aptal! Sen ne anlarsın ki güzellikten! Ben daha güzelim bir kere...”

Avuçlarımı yüzümden indirerek sol omzumla duvara yüklendiğimde, gözlerim kapıdaki Duman'ı seçti ve sert bir demirin içime girdiğini hissetmeden edemedim. İfadesi sakin ama gözleri cayır cayırdı. Bir çırpıda yerdeki çantamla montumu almak için eğilecek oldum ama beni kolumda tutarak sertçe kaldırdığında ve sırtımı göğsüne dayadığında güçlü bir çığlık attım. "Dokunma bana!"

"Demek ki sandığın kadar hissiz değilmişsin." Beni zapt etmek için elini göğüslerimin arasına dayadığında, doğrudan ateşi kavradığını düşündüm; çünkü göğsüm yanıyordu. Elini gözlerimin üstüne örttü ve hemen sonra ben karanlıkta kalırken, vücudumu kendi etrafında onunla beraber döndürdü. Şimdi sokağa, karşıya bakıyor olmalıydık ve bunu neden yaptığını anlamamıştım. Eline dokunarak parmaklarını göz kapaklarımdan kaldırmak istediğimde, "Sana dünyanın en güzel kızı göstereyim," dedi dudaklarını şakaklarıma bastırarak elini yavaşça gözlerimin üstünden kaldırdı. "Bak, karşıda."

Onun eli benim yanağımı kavrarken, ben sokağın karşısına, kaldırımın gerisindeki cama baktım ve yansımamı gördüm. Kafamı yana yatırarak yansımamı izlerken, yansımamı tamamlayan gölgesini de uzunca izledim. Bir bütün halinde, tam şeklinde görünüyorduk. Başını boynuma gömmüş, ellerini dans sırasında yaptığı gibi sıkıca vücuduma dolamıştı. "Yalancı! Kızları böyle mi kandırıyordun?"

"Bebeğim..." iç çekerek bir tutam saçımı kulağımın arkasına yerleştirdi. Gölgeniz hep sizinleydi ama gölgenizi görmeniz için bile bir parça aydınlığa ihtiyacınız vardı; oysa ki zifiri karanlıktı, hissediyordum. Karanlığı aydınlatmak için kendimi yaktığım ateş, ben küle dönünce sönmüştü ve şimdi bir avuç külden başka bir şey kalmamıştı. "... kırılacağını düşünmemiştim."

"Siktir et."

"Gözlerini gördüm! Saklamaya fırsatın olmadan o kırgınlığı gördüm. Kırılma sakın, yalan sıktım. Ona dikkatli bile bakmadım."

Yansımalarımızı izlemeye devam ettim. "Güzel miyim sahiden?"

"Manyak mısın? Oturur şiir yazarım senin güzelliğine."

"Sen mi?" Başımın altındaki kalbine kulak verdim. "Hayatta yazamazsın."

"Yazabilirim."

"Duman, kalbin bu kadar hızlı attığında acıyor mu canın?"

"Düşünme bunu." Askılımın açıkta bıraktığı omzumu öptü. "Acımıyor."

"Tamam, acımasın."

"Sanırım merhametli anına denk geldim."

Dirseğimle karnına yumruk attığımda homurdanarak beni kendine çevirmeye çalıştı ama tam o anda, gözlerim geniş camda, bize ait olmayan bir gölgeye takıldı. Gözlerim kısa bir an büyüdü ve bu görüntünün gerçekliğinden emin olmak istercesine gözlerimi kırpıştırdım. Gördüğüm şeyden emindim. Sahiden cama yansımasını düşüren eli silahlı bir adamdı ve o adam, kaldırım kenarından bize doğru yaklaşıyordu. Duman'ın gözleri, başı boynuma sokulduğu içim kapalıydı ve benim gördüğümü göremiyordu. Elim ayağım buz kesti. "Yanında silahın var mı?"

Dondu. "Ne?"

"Silah veya herhangi bir kesici alet!"

Dudakları kıpırdamayı keserken, "Silahım arabada," dedi vücudu kaskatı kesilirken. "Neyden bahsediyor..."

"Eli silahlı, genç bir herif fark edilmediğini düşünerek yanımıza yaklaşıyor!" Sesim kısık, endişe içerisindeydi. "Bizi izliyor. Hedefi biz..."

"Kaç!" Duman ellerini karnımın üzerinden çekerek başını boynumdan kaldırdığında ve bana fikrimi dahi sormadan vücudumu kendisinden uzaklaştırdığında, kaldırımda tökezledim. "Ben onu halledeceğim. Arabaya geç ve silahı al, kendine karşı herhangi bir tehditte onu kullanırsın..."

"Seninle kalabilirim!"

"Saçmalık!" Beni dirseğimden tutarak sarstı ve bu sırada camdan, adamın yansımasını izlemeye devam etti. Bir hışımla cebine uzanarak anahtarı elime tutuşturduğunda, dehşete düşmüş vaziyette ona bakakaldım. "Arabaya geç! Derhal! Sana söz hakkı tanımıyorum! Derhal o sikik arabaya geçerek silahı alacaksın. Durma, hadi..."

"Ama böyle olmaz ki, yani..."

"Ben zaten öleceğim aptal!"

Beni sertçe ittiğinde ve hemen sonra kendi etrafında dönerek, çoktan yanına varmış herifle yüzleştiğinde, söylemek istediğim ne varsa ağzımın içinde boğularak kayıplara karıştı. Ben kafamı iki yana sallayarak geriye doğru adımlarken, Duman yüz yüze geldiği adamla bir an bakıştı ve hemen sonra yumruğunu herife doğru salladı. Etraftaki birkaç kişi adamın elindeki silahı görerek kaçışmaya başladığında, yabancı adam elini yüzüne götürerek hasar tespiti yaptı. "Yaklaşma, sıkarım!"

Eliyle yüzünü tutarken, silahın namlusunu Duman'ın yüzüne doğru salladı ve o an, boğazımdan aşağıya demir bir çubuğun indiğini hissederek elimi soluk boruma taşıdım. Boğazıma ağır bir şey yerleşmişti. Adam silahı onun yüzüne doğru sallayarak püskürtmeye çalışırken, "Sık lan," diye bağırdı, zerre endişeli görünmüyordu ve öfkeyle haykırıyordu. "Kimin köpeğisin sen? Kim attı da önüne kemiğini saldı seni üstüme!"

Adamın yüz ifadesi bocaladı, muhtemelen silahıyla Duman'ı bastırmaya, soluğunu kesmeye çalışıyordu ama ölümü kabullenmiş bir adamı ölümle korkutamayacağını bilemiyordu. Arabanın yanına vardığımda anahtarla kapıları açtım ve şoför koltuğundan içeriye fırlayarak gözlerimi asla onlardan ayırmadan etrafta silahı aradım. Uzaklaştığım için sesleri duyamıyor ama etraftaki telaşı görüyordum. Mekânın korumaları adama yönelmiş, muhtemelen silahı bırakması gerektiğini söylüyorlar ve müşteriler kaçışıyordu. Eli silahlı herif ürkerek, tedirginlikle ama vazgeçmeyerek Duman'ın üstüne doğru yürüyor ve Duman adeta ağzından soluyarak bir şeyler söylüyordu. Yumruğumu torpidoya indirdim ve silahı aldığım gibi kapıdan dışarıya fırladım. Tamam, kendimi koruyabilirdim ama korumam gereken tek kişi kendim değildim. Duman'ı düşünerek, onu kollamaya odaklı hareket etmeliydim.

Arabanın önüne geçerek temkinli ama kararlı şekilde parmağımı silahın tetiğine yerleştirirken, Duman'ın korkusuzca silahın üzerine gittiğini gördüm ve tam olarak ne olduysa o anda oldu. Adam silahla beraber Duman'ın üzerine atladığında, göğsüme tutturulmuş dikişlerin bir bir patladığını ve bir şeylerin oradan içeriye hücum ettiğini hissettim. Adam Dumanla çarpıştı ve silah aralarında bir yerlerde kaybolurken, anahtar avucumdan düştü. Elimde bir tek silah kalmıştı ve kaskatı kesilmiş vaziyette, bu ana tanıklık ediyordum. Duman adama galip geldi ve herifi yere sererek üzerine yerleştiğinde, kafasını sertçe birkaç kere zemine çarptı. Tamam, adamı bayıltabilir ve buradan gidebilirdik. "Hedefim sen değildin," diye haykırdığını duydum adamın, Duman onun yüzüne çalışırken. Hararetle boğuşuyorlardı. "Kızdı! Bırak beni, olan sana olmasın!"

Ben mi? Ama nasıl? Neden? Ben birinin hedefiysem ne günah işlemiş olabilirdim? Şaşkına dönerek ileriye doğru birkaç adım attığımda, Duman'ın seğiren omuzlarını gördüm. Bir an hayrete düşerek dona kalmış olsa da hemen sonrasında adamın yakalarını daha fevri kavradı ve başını kaldırarak sertçe yere çaldı. Vuruş o kadar hızlı ve sertti ki, adamın çığlığı adeta rekabetsizdi. Kulaklarımda uğuldamıştı. "İyi dinle o zaman orospu çocuğu! Onu hedef haline getirmek kalbimi hedef haline getirmekle eş değer. Onu, beni öldürmeden öldüremezsin! Şimdi şu sikik silahı ver!"

Adam küfürler ederek Duman'ın saldırılarına tepkiler vermeye çalışırken, gözlerim adamın elindeki silahı aradı ama karanlık silahı gizlediği için kolayca göremiyordum. İleriye doğru biraz daha yaklaştım. Midemde fokurdayan, rahatsız edici bir baskı vardı ve avuçlarımın içine ter basmıştı. Nefes boşluğumda, bir çığlık asılı kalmıştı ve o çığlığı dizginlemeye çalışmaktan boğazım acımıştı. Boğuşuyorlardı, sadece bu anı görüyor ve başka bir şey kavrayamıyordum. Duman adamın elindeki silaha uzanmaya çalıştığında, adamın elindeki silah ters döndü ve namlusu tam olarak Duman'ın göğsüne dayandı. Silahın ucunu onun göğsünde görmek, kalbini benden başka birinin söküp aldığını görmek gibiydi ve bunu görmeye bir saniyeden fazla katlanamadım. Duman ve adam göz göze geldiği o an zaman durdu ve parmaklarım arasında dengelediğim silah bilinçsizce havalandı. Namluyu adama isabetledim ve tetiğin üzerindeki parmağımı biraz daha bastırdım.

Kurşunun çıkışını gördüm.

Zaman, bir mum gibi yanmaya başladı ve silahtan çıkan kurşun adamın göğsüne isabet ettiğinde, yanan o zaman sönerek bir yığın küle dönüştü.

 BÖLÜM SONU.