0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

2. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

                                                         "KUMPAS"

 

Hayatımın en kusursuz şaşkınlıklarından birisini, karşımdaki gözlere bakarak yaşıyordum.

Duman...

Duman Alanguva karşımdaydı.

Geçmiş, sırtından bıçaklanmış bir sevdalıydı ve intikamı için peşimde dolanıyordu.

Keskin, burnumu sızlatan bir nefes çektiğimde dakikalar sonra bir yaşam belirtisi verdiğimi fark ettim. Hâlâ beni tutan ellerinin arasında duruyor, hayretle ona bakıyordum. Onu son kez gördüğümden farklıydı, yüz hatları hemen hemen aynıydı ama büyümüş, olgunlaşmıştı. Benden iki yaş büyük olduğunu hatırlıyordum, yirmi beş yaşındaydı.

Ve öyle de görünüyordu.

Şaşkınlık hissi yerini tanımsız bir duyguya bıraktığında, dirseklerimi geriye çekerek arkaya doğru bir adım attım. Duman ellerini gevşetip beni serbest bıraktı ve ikinci kez dudaklarını araladı. “Çok mu ani bir karşılaşma oldu?”

“Çok,” dedim bir robot gibi hareket ederek. “Uzun zaman olmuştu.”

“Okulunu bitirdiğine göre artık beklememize gerek olmadığını düşündüm.”

"Neden şimdi?" Diye sordum mesafeli bir yaklaşımla. "Neden yedi yıl sonra? Mezuniyetimin olduğu gece?"

"Üniversite sana ayak bağı olacaktı, bitirmeni bekledim. Mezun olmalıydın, bu kumpas bittiği gün hayata tekrardan karıştığında dik durabilmen için mezuniyet diploman şarttı. Plan basitti. Taşları yerine oturttum, kumpası kurdum ve pimi çekmeyi bekliyorum." O her gün benimle görüşüyormuş gibi bir robot sakinliğinde konuşuyordu.  "Doğrusu pimi beraber çekeceğiz."

O geceden bu yana onu bekliyordum, bu kadar bekletmesi sinir bozucu olsa da doğru an bir oyundaki en iyi silahtı. "Peki." Kanım kalbim tarafından hızlıca pompalanırken, yüzüne uzun uzun baktım. "Hoş geldin.”

O da benim ıslak yüzüme uzun uzun baktı. “Hoş buldum.”

Bir adım daha gerileyip özel alanıma çekildim ve ellerimin tersiyle yüzümdeki damlaları silmeye çalıştım. Makyajım akmış olmalıydı, yüzümün çok çirkin durmaması için gözlerimle çok uğraşmadan ellerimi indirdiğimde, onun hâlâ bana bakmakta olduğunu gördüm. Gözlerini bile kırpmıyor, ağzını açmıyordu. Etrafıma bakınarak, “Eve gidiyordum,” dedim, gergin şekilde. “Ne yapacağımızı konuşmak için iyi bir yer değil burası.”

“Beni evine mi davet ediyorsun?” dedi ellerine ceplerine koyarak.

Duygusuz kalabilme kabiliyetime kavuşarak başımı aşağıya yukarıya salladım. “Madem konuşmak istiyorsun, burada olmaz.”

Beni baştan aşağıya süzerek başını salladığında ben de ona bakma ihtiyacı hissettim. Üzerinde, onu serin havadan koruyacak bir kaban ve kot pantolon vardı. Siyah atkısı boynunun iki ayrı yanından aşağıya düşmüştü ve gecenin içinde bu kıyafetlerle gizleniyor olmalıydı. Bir kez daha etrafıma baktım ve ıslak saçlarımı omzuma doğru atarak, “Hay aksi,” dedim sinirle. “Taksi de geçmiyor.”

“Arabamla geldim.”

Çenesiyle az ileriyi gösterdiğinde başımı çevirdim ve siyah bir Range Rover gördüm. Babamın eski arabasına benziyordu ama artık bu arabanın koltuğunun nerede olduğunu bile unutmuştum. Başımı mekanik bir hareketle sallayarak omuzlarımı dikleştirdim ve topuklu ayakkabılarımla yürüdüm.

Benim için arabayı uzaktan açtı ve ben koltuğa yerleşirken vakit kaybetmeden direksiyon koltuğuna geçti. Arabayı ıslatmaktan çekinmeden ceketimi çıkardım ve kenara bırakıp ısıtıcı aradım. Isıtıcıyı açtığımda, Duman da motoru çalıştırmıştı. Keskin bakışlarımı camdan dışarıya diktim ve çıplak kollarımı ovuştururken, “Çok değişmişsin,” dediğini duydum, cevap vermedim.

O da değişmişti, aynaya baktığında görmüyor muydu? Belki o da aynalara bakamıyordu. Çenemi dışarıya çıkardım ve yola baktım. Duman da sessizliğime ayak uydurarak arabayı kaldırdı ve ileriden, soldan döndü. Hâlâ burada olduğuna emin olamıyordum, yıllardan sonra bu şekilde bir karşılaşma hayal etmemiştim. Beni takip etmiş olmalıydı, imkanları dahilinde nerede yaşadığımı bulması zor olmazdı. Zaman zaman o sözün öylesine verilmiş bir söz olduğunu, Duman’ın intikam almak için geri dönmeyeceğini düşünmüştüm ama sözünde durmuştu.

Yıllar sonra yeniden yan yanaydık.

Arabanın içine hükmeden sessizliği ikimiz de bölmedik. Ona evimi tarif ettim ama o zaten biliyormuş gibi rahatça kullanıyordu arabayı. Sakinleşmiştik, artık o şaşkınlığım yoktu ama dönüp ona baksam... kalbin atan bir şey olduğunu hatırlayacak gibiydim. Araba evimin sokağına girdiğinde, bu rahatsız edici sessizlikten kurtulmak için araba kapısını açtım. Duman da beni takiben araba kapısını açıp inerken, “Ailen beni görmekten rahatsız olur mu?” diye sordu, hatırladığım gibiydi ses tonu.

Annem beni bile görmüyordu ki onu görsün.

“Hayır,” dedim düz sesimle.

Hiç duraksamadan peşime düştü ve benimle bahçe kapısından içeriye girdi. Evin etrafını dönüyordum ki bir ses işitir gibi oldum. Kaba bir erkek sesiydi sanki. Elbisemin eteklerini topladım ve hızlanıp sokak kapısına yürürken, “O neydi?” Dediğini duydum Duman’ın.

Kaşlarımı çatarak kapıya doğru yürümeye devam ettiğimde sırtı bana dönük olan adamı gördüm. Sesini şimdi tanımıştım, ev sahibiydi ama gece vakti burada ne işi vardı? "Aptal mıdır nedir." Dişlerimin arasından tıslarken ileriye atıldım. "Annemi korkutacak."

Adamın arkasından yaklaşıp genzimi temizlediğimde, kapıya vurduğu elini indirdi ve başını yavaşça bana döndürdü. Kırklı yaşlarının sonunda, kır saçlı bir adamdı. Bu saatte onu evimin önünde bulmaktan duyduğum rahatsızlığı sert bakışlarımla belli ederek, “Mehmet Bey,” dedim. "Gecenin bu saatinde, evimde ne işiniz var? Mahrem denen şeyden haberiniz var mı?"

İri ellerini bel boşluğuna gömerek bana doğru tehditkâr bir adım attı.

"Kiramı almaya geldim." Hoşnutsuz söylemi, iğneleyici bir tavra hakimdi. "Kira günü dündü ve koskoca bir gün geciktirdin.” İmalı şekilde beni süzdü. Sanki gezmesini biliyorsun ama, der gibi.

Duman muhtemelen ki boş gözlerle bizi izliyordu.

 "Kiranı elbet vereceğim, kapımın önünden çekil."

Adam dudaklarını sıkıp bana bir şey diyecek gibi olduğunda, "Kapımın önünden ayrıl," diye tekrarladım sesimi yükselterek. "Annemi korkuttun!”

Adam beni tanıyordu, sert tavrıma bu sebepten şaşırmamıştı ama bir şey demeden çekip gitmeyi gururuna yediremiyordu. Konuşmak için dudaklarını araladı ama Duman adamın üstüne yürüyünce adam gerilemeye ve kapının önünden uzaklaşmaya başladı. O bahçe kapısından çıkarken, önüme dönüp kilitli kapıyı açtım. Oturma odası karanlıktı, hızla çantamı yere bırakıp içeriye girdim ve daha ışığı yakmadan, annemin nefes sesini duydum.

Sesi takip ederek gözlerimi koltuğa çevirdim ve topuklu ayakkabılarımın üzerinde birkaç adım attım. Annem, o kederli geceden sonra bir kırılma sesiyle bile korkudan adeta kalbi çıkan birisi olmuştu, böyle şeyler onu çok ürkütürdü. Konuşamayıp adama bir şey diyemediği için daha da çaresiz duruma düşmüştü. Yanına oturup ellerimi omuzlarına sardığımda bir an gerileyecek gibi oldu ama onu sertçe kendime çekip sarıldım.

"Geçti." Soğuktan sızlayan parmaklarım, koyu sarı saçlarına dokundu. "Sakin ol, gitti o herif.”

Yüzünü göğsüme bastırdığında titreyen çenesi kalbime baskı yaptı. Kolları ikimiz arasında dirseğinden büküldü. "Neden beni aramadın? Gelmek için daha aceleci davranırdım.”

Annem burnunu çekerek parmaklarıyla bir şeyler anlatmaya çalıştı ama hiçbir şey anlamadım, parmakları çok titriyordu. "İyi misin?"

Soruyordum, cevap verebilecek bir dile sahipmiş gibi.

"Eğer iyiysen, saçımı çekmeni istiyorum."

Annem titreyen parmaklarıyla saçlarımı çekti.

Rahat bir nefes vererek omzunu sıvazladım. "Saçımı acıttın."

Duman'ın ayakkabılarıyla içeriye girdiğini gördüm ama sesimi yükseltmedim. Annemin yanında, böyle bir kriz sonrası sesimi yükseltmek istemiyordum. Annem başını göğsümden kaldırarak hafifçe gerilediğinde elimle yüzündeki saçları geriye ittim. Çakır mavi gözlerini ürkek şekilde bir Duman’a, bir de yüzüme dikti ve işaret diliyle derdini anlatmaya başladı.

O adama kapıyı açmamak için çok direndim. Seni bekledim, çok hızlı vuruyordu ama ben seni bekledim.

Parmaklarını avuç içime alıp korkusunu yatıştırmak için kararlı bir tavırla kestim cümlelerinin önünü. "Ev sahibi dahi olsa bunu yapmaya hakkı yok. Sen sakın korkma anne. Bir daha yapmaz.”

Üşüyen ellerimi fark ettiğinde bir an duraksadı ama çok da umursamayıp başını salladı. Annem üşüyen ellerimi umursamayı yıllar önce bırakmıştı. O sırada Duman’ın mutfağa girdiğini, çok geçmeden elinde bir bardakla döndüğünü gördüm. Tedbirli birkaç adım elindeki cam bardağı bana doğru uzattı. “İçir."

Annem onun emrivaki sesini işittiğinde yerinden sıçradı, korkulu gözleri ellerine indiğinde kafamı iki yana salladım. "Sakin ol anne, tanıdık birisi."

Duman'ın avuçları arasındaki bardağa uzandım; parmak uçlarına temas etmek gözlerimin önüne birden fazla şey getirdi. Elimi geriye çektim ve bardağı anneme verdim. "Hadi, iç.”

Annem cam bardağı kavradı ve ağzını bardağa yaslayarak minik yudumlar aldı. Titremeleri tamamıyla dinmiş olsa da gece huzursuz olacağını biliyordum. Kafamı zerre oynatmadan yalnızca gözlerimi kaldırarak Duman'ın kemikli çehresini göz hapsine aldığımda, "Teşekkür ederim," diye konuştum, dilimin ucunda kelimeleri deşen parlak bir bıçak vardı. "Gördüğün üzere bugün konuşmak için pek iyi bir gün değil. Sen git, ben seni ararım, konuşuruz."

Ellerini belinin iki yanına koyarak dilini dişlerinin arasında döndürdü ve oturma odasına bir göz attı. "Abin nerede? Sizinle ilgilenmesi gerekiyor, ortalığı böyle piçlere mi bırakıyor?"

Açık yarama dokunduğu için duyduğum rahatsızlığı belli etmeden mekanik bir robot gibi bakarak, "Abim yok,” diye konuştum. Açıklamaya lüzum yoktu. “Zaten senin işine yaramazdı, ne yapılacaksa beraber yapacağız.”

Annemin irkildiğini hissederken, Duman’ın bir şahin kadar keskin bakışları gözlerime haddinden fazla uzun bakmaya başladı. Bana bu kadar uzun bakması rahatsız ediciydi. Ruhumu gözetliyor gibi hissediyordum.  "Gözlerime bakma."

Annem ürkekçe izlerken, o bakışlarını koltuğa çevirdi ve çantama uzanıp içerisini açtı. Terbiyesizliğine gözlerimi büyütürken, Duman içerisinden telefonu alıp çantayı kenara bıraktı. Telefon tuşlarına hızla basarak beni biraz daha fazla sinirlendirdi. İşi bitip telefonu uzattığında, “Numaranı kaydettim,” dedi.

“Fark ettim, salak değilim.” Telefonu çekip aldım.

Dudağının kenarıyla güldü ve kehribar bakışları bir kıyamet haberi verir gibi ürkütücü şekilde baktıktan sonra, “Ara beni,” diye fısıldadı.

Sonra arkasını dönüp gitti.

Sokak kapısını kapatıp gözden kaybolana kadar onu izledim. Beni kullanacaktı, ben de onu kullanmak için beni kullanmasına izin verecektim. Çıkar ilişkisi kuracaktık.

Annemin parmakları hareketlendiğinde, daldığım boşluktan sıyrılarak ona döndüm. O genç adam da kim? Nereden burada, senden ne istiyor?

Onu yumuşak karşıladığımda soruları artacaktı, bir şeyleri göze aldığımda bir şeyleri inciteceğimi çok öncelerden öğrenmiştim. "Bilmen gereken bir şey yok," diye konuştum soğuk bir sesle. "Daha iyi misin?”

Annem üstelemedi, merak edip bir şey sormadı, bana karşı zaten ilgisizdi. Nefesimi üfleyip annemi kaldırdım ve yatırmak için odasına götürdüm. Yatağına yatıp yorganı üzerine çektiğinde bir süre onu izledim ve sonra üzerimdeki ıslak kıyafetlerin ağırlığından rahatsız olarak odama geçtim. Çalışma masamın üstündeki gece lambası odayı soluk biçimde aydınlatıyordu. Çift kapaklı dolabımdan dizleri çıkmış siyah bir eşofman ile gri bir kapüşonluyu alarak dağınık yatağımın üstüne bıraktım. Aynaya sırt çevirdim, elbisemin fermuarına uzandım ve fermuarı indirerek elbiseyi bedenimden sıyırdım.

Dolaptan çıkardığım temiz iç çamaşırlarıyla bedenimin çıplaklığını azalttıktan sonra eşofmanı ve kapüşonluyu giyindim. Odadan ayrılarak kirlilerimi banyodaki sepete attım ve odama geri döndüm. Telefonum çalıyordu, kapanmadan yetiştim ve arayanın Çisem olduğunu gördüm. Cevaplayıp telefonu kulağıma yaslarken yatağıma tırmandım. “Bugün senin birisiyle ayrıldığını gördüm,” dedi, telefonu açtığım an. “Senin salondan ayrıldığını görünce arkandan indim, bir arabaya bindiğini gördüm. O kimdi, neler oluyor?”

Sırtımı duvara dayayıp bacaklarımı kendime çektim. “Tanıdık birisi.”

Çisem karşı tarafta bir süre durdu. Neredeydi, eve mi dönmüşlerdi? Sormadım, camdan dışarıya bakarken, “Başını belaya sokma,” dedi benim uğursuz birisi olduğumu bildiği için. “Güvende misin?”

“Evet,” dedim, ayak parmaklarım üşüyordu. Odamda panduflarımı aradım. “İyi olmamı ister misin Çisem?”

"O nasıl soru?" Cevabı kızgınlığında saklıydı. "Tabii ki isterim. Her şeyden çok isterim."

"Ne yaparsam yapayım yanında olur musun?"

"Cevabını bildiğin sorular sorma."

Yatağın baş ucunda bulunan komodine uzandım, sigara paketini kavrayıp içinden bir dal sigara çıkardım. "O zaman güvende olduğumu bilmen yeterli. Fazlasını bilmen yararına olmaz.”

“Beni... korkutuyorsun,” dedi, sesinden de anlaşılıyordu korktuğu.

“Korkma,” dedim korkularından rahatsız olarak. “Ne yapıp ne yapmayacağımı çok iyi biliyorum. Uyu artık, kapatıyorum.”

Telefonu kapattım ve çıkardığım sigarayı yakarak içmeye başlarken, odamın camını ardına kadar açtım. Dumanla olan ansız karşılaşma beni epey germişti, ilerleyen günler için heyecanlıydım. Onu tekrardan, böyle bir gecede görmek... Garip hissettirmişti ama o gariplik de geçmişti. Sigarayı keyfine ve tadına vararak içtikten sonra izmaritini cam pervazda söndürdüm. Bazen kötülüğü içeriye alırsın, şeytanları da. Bu gece yaptığımı hissettiğim buydu, şeytanı içeriye almaktı.

💔

Kadıköy de barlar sokağında, Duman Alanguva'nın karşısında tüm ifadesizliğimle dikilirken üşüyen kollarımı sıvazlıyordum. Sırtım hafif, slow bir parçanın yükseldiği mekânın duvarına yaslıydı ve gelip geçen kalabalığın dikkatini çekiyordum. Deri ceketimin altına, sırtı şeritli bir kırmızı badi giyinmiştim ve koyu kotum ikinci bir deri gibi sarmıştı ince bacaklarımı. Kırmızı berem, simsiyah saçlarımın arasında tıpkı toprağın üstünde yeşeren kırmızı bir gül gibi duruyordu. Ayağımla ritim tutarken, kısık renkli gözlerimi onun kemikli yüz hatlarında gezdirdim. Üstünde siyah bir boğazlı kazak vardı ve kotu benimkiyle hemen hemen aynı tondaydı. Ellerine giydiği deri eldivenlerle soğuktan korunurken, sokağın ucuna bakmaya son vererek bana döndü.

"Üşüyor musun?" Sesi hiç beklemediğim bir anda, davet edildiğim dans gibiydi. Öyle ani, öyle beklenmedik.

Sepken halinde yağan yağmur, uzun saçlarıma iri darbeler indirirken, "Ne yapacaksın? Ceketini mi vereceksin?" Diye sordum mesafeli bir sesle.

Cevap vermedi.

Boş boş bakmaktan öteye gitmedim. "Üşümemle neden ilgileniyorsun?”

Aramızdaki iki soluk kadar olan mesafeyi bir soluğa indirdi ve yukarıdan bana baktı. "Beraber iş yapmaya başlıyoruz, düşünmek zorundayım.”

Kalkan kaşlarımı indirirken delici gözlerle bakmaya devam ettim.  "Sağlam bir bünyeye sahibim. Üşüsem bile bunu sorun etmiyorum, benimle ilgilenme."

Komik bir şey söylemişim gibi güldü.

Sırtımı daha sert bir şekilde bastırdım duvara. Saçlarım şelale misali omuzlarımdan aşağıya dökülürken, "Buraya neden geldik?" diye sordum. "Kimi bekliyoruz?"

Onu bu sabah, kahvaltıdan sonra aramıştım ve o da bana bir konum atıp gelmemi söylemişti. Denileni yapmış, konuşmak için gelmiştim. Ben geldiğimde o zaten burada, beni bekliyordu ve hâlâ kıpırdamamıştı. Sorum üzerine etrafına bakınıp cevap verdi. “Araştırdım, soruşturdum ve şüphelendiğim birisi o mekânın içinde."

Dudaklarım ufak bir boşlukla aralanırken gözlerimin sivri bir ok gibi ileriye atıldığını hissettim. O geceyle alakalı bir şey mi biliyordu, şüphesi mi vardı? Bunları daha önceden bilmem gerekiyordu. Benimle hiçbir şey paylaşmadan direkt planın içine dahil ediyordu, bunları daha önceden konuşmalıydık. "Sen şaka mısın!" Sinirle bağırdım. "Bunu şimdi mi söylüyorsun? Beraber bir şeyler planlamalıydık.”

"Kıs sesini." Boynunu yana yatırarak başını bana çevirdi. "Önceden bilseydin telaş ve panik yapacaktın. Kurcalama, söyledim ve biliyorsun işte."

Burnumu havaya diktim. "Bir daha bunu yapma," diye emrettim, şiddetime oranla sakin bir dille. "Berabersek, her şeyi bilmek hakkım."

Sesi toktu. "Her şeyi mi?"

"Her şeyi."

"Pekâlâ." Kabullenişinin arkasındaki bir karanlık doğmuştu. "Bu sözünü unutma. Çünkü hatırlattığımda, böyle alık alık yüzüme bakmanı istemem."

O iyi nişan alıyor ama ben kurşungeçirmezim.

"Sensin alık."

Gözlerini devirdi.

Henüz ona bile alışmadan beni plana dahil etmiş, itaat etmemi bekliyordu. Ellerimi kendime sardım ve kehribar gözlerinin dikkatinden rahatsız olsam da bakışlarımı ilk çeken ben olmadım. “Şimdi ne yapacağız?” diye sordum.

“O geceyle alakalı bir şey hatırlıyor musun?” dedi, sırtını duvara daha sert bastırırken. Kırmızı bereme bakıyordu. “Yüz, ses, koku?”

“Hayır,” dedim direkt. Bunu çok düşünmüştüm ama hayır, o gecenin üzerinde bir sis tabakası vardı. “Evde birden fazla adam vardı ama yüzlerini seçemiyorum, sadece annemle babama odaklanmış, dehşete düşmüştüm.”

Annemin çığlıkları, kesilen dili, babamın kan gölüne dönmüş yarası... “Anlıyorum,” dedi sakince. “Çok büyük de sayılmazdın, çocuktun. Ama ben hatırlıyorum. Yani o gün ben evde yoktum, sadece sokağa girdiğimde bir arabanın sokaktan çıktığını hatırlıyorum. Sonra içeriye girdim ve... Her neyse, çok sonradan evin bahçesindeki kamera aklıma geldi. Onu izledim, birkaç kişinin yüzünü gördüm ama hiçbirini tanımıyordum. Sonra... Ben de araba plakasını araştırdım.”

Dikkatle onu dinledim ve devamını getirmesi için başımı hızlı hızlı salladım. “Kimin üstüne çıktı?”

“Yabancı bir adamın üstüne görünüyordu.”

Hayretle kalktı kaşlarım. “Yabancı... Senin babanın da benim babamın da yabancı müşterileri olurdu, belki onlar...”

“Ben de onu düşündüm,” dedi, beni takdir ediyormuş gibi bakıyordu ama takdirine ihtiyacım yoktu. “İş yaptığımız müşterilere baktım, bulamadım. Hem benim hem de senin ailenden nefret eden birisi olmalıydı, bu yüzden ailelerimizin çalıştığı ortak birisini aradım.”

“Buldun mu?” Diye sordum hızlıca. Kafam çok hızlı çalışıyordu, bilgileri birleştirip sindirmeye çalışıyordum. “Şimdi buradaysak bir şey bulmuş olmalısın?”

Merakım ona komik gelmiş gibi dudağının ucuyla güldü ve ardından başını çevirip sokağa baktıktan sonra tekrar bana döndü. “Buldum,” dedi hoşnut bir sesle. Nefes almayı bırakmış, onu dinliyordum. “Bir gün amcamın ofisine giriyordum ki, içeriden amcamın Nicolas diye bağırdığını duydum. Kapıyı açmadan kaldım orada, Nicolas o yabancının adıydı. Tesadüf olamazdı ya, tahmin ettiğim gibi iş yaptıkları birisi diye düşünüp Nicolas’ı takibe başladım. Ve fark ettim ki adamın bir de Türk ismi var, Melih Han diye.”

Duman, sanırım ki söylediklerini sindirebilmem için bir süre susup yüz ifademi izledi. Her zaman soğukkanlılığımla övünürdüm, bu yüzden duygularımı anlamazdı. İçim çok karışmıştı, elimizde bir şüpheli vardı ve şu an bu adamın izini sürüyorduk. Babamı öldürüp anneme canice davranmalarının sebebi neydi, burunlarından getirerek öğrenecektim. Sadece... Bunun böyle ani olacağını düşünmemiştim, yıllardır saklanan sırlara yaklaşıyorduk. O günden sonra, Dumanla bir intikam planı yaptığımız için polislere hiçbir şeyden bahsetmemiştim, kanıt az olduğu için onlar da iz sürememişti. Duman da kamera kayıtlarını saklamıştı, çünkü onların hapse girmesini değil, ölmesini istiyorduk.

“Peki,” dedim tüm bunları hazmederek. “Amcan... veya baban bu konuyu hiç araştırıp bu adamın da adı Nicolas diye düşünüp bağlantıyı kurmadılar mı?”

Duman düşünceli şekilde çenesini sıvazladı. “Garip olan o ya babam da amcam da bu işin peşine düşmediler. Bizim... aile bağlarımız pek kuvvetli değildir, babam güç ve parayı önemser. Çok tehdit alırdı zaten, biri yaptırmıştır diye düşünüyor. O gece, annemi kaybettiğimiz geceden sonra başka bir eve çıktı, bizi de beraberinde götürmek istedi ama ben Ada’yla ayrı eve çıktım.”

“Ada,” dedim düşünceli şekilde.

“Kız kardeşim,” dedi.

Başımı sakince salladım. Babasının bu işin peşine düşmemesi ilginçti. Adamın karısını öldürüyorlardı ama imkânları olmasına rağmen bunu umursamadan yoluna bakıyordu. Aile bağlarının kuvvetli olmadığı belliydi, babası, başının ağrımaması için kılını bile kıpırdatmamıştı. Ailesi bir izin peşine düşmediği için Nicolas’ın, iş yaptıkları adamın arkalarından iş çevirdiğini de görmemişti. Her şey bu şekilde yerine oturuyordu, şimdi Nicolas ya da Melih Han’ı takip ederek bu cinayetleri neden yaptığını öğrenecek, ona hesabını soracaktım.

Düşünceli gözlerimi ona çevirdiğimde, derinliğini ölçemediğim gözleri beni hapsi altına aldı. Kırmızı beremin altındaki koyu siyah saçlarım, sert bir rüzgârla aramızda uçuşurken, “Her şeyi, karşıma çıkmadan önce düşünüp taşınmışsın,” dedim, devre dışı bırakılmanın rahatsızlığıyla. “Bana pek bir iş kalmaması moralimi bozdu açıkçası.”

Nefesini üfledi ve böylelikle yüzümde hafif bir dalga oluştu. Gözlerini benden çekmeden, “Çok istekli ve hırslısın,” dedi düşünceli bir sesle. “Çok değişmişsin, gerçekten.”

İkinci kez bunu söylemesinden rahatsızlık duyarak kaşlarımı yukarıya kaldırdığımda, neredeyse birleşen kaşlarıma baktı ve tekrar önüne dönüp başını sokağa çevirdi. Bir adım ileriye çıktım ve nereye bakıp durduğunu merak ederek gözlerini takip ettim. Gözkapaklarını kısmış, tam çapraz noktaya bakıyordu. Kırmızı beremin altındaki saçlarımı yüzümden çekerek baktığı mekânın merdivenlerinden inen iki adama baktım. İkisi de kırk yaşlarında, yetişkin adamlardı. Üzerlerinde jilet gibi takım elbiseleri vardı ve neşeli gülüşlerini takınmış, arabalarına iniyorlardı.

“Sağ taraftaki, üzerinde siyah palto olan,” dedi Duman, tiksinti dolu bir sesle. Siyah paltolu adamı gözüme kestirdim. Kahkaha atıyordu, gülünecek çok şeyi vardı anlaşılan. Bizden, ailemden çalıp hakkıymış gibi kullandığı kahkahalardı belki de bunlar. Duman dün akşam yaptığı gibi, yine dirseğimin altından tuttuğunda, temasının içimdeki sesleri bir an susturduğunu, ardından etkisiz halde geldiğini hissettim. Başını omzumun açığına doğru uzatma cüretini bulduğunu, boğazımı yakan sıcak nefesten anladım. Gözlerini bana çevirdi ve kulağıma doğru fısıldadı. “İntikam yolculuğuna çıkacaksan kendin için de bir mezar kaz, derler. Eğer her şeyi göze alıyorsan başlayalım artık.”

BÖLÜM SONU.