0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

26. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

"İTİRAF."

Zaman iyi bir ilaçtı ama unutmak bunun yan etkisiydi.

Zaman sıcak olan çok şeyi soğutmuştu ama bazı şeyler hâlâ çok sıcaktı. Vahşet anları mesela; sıcaktı, öyle ki eksiksizce kafamın içinde tekrarlayıp dururdu. Uzun senelerdir düşünmüş, kin beslemiş, nefreti, bir çocuğun kumbarasında para biriktirdiği özveriyle biriktirmiştim içimde. Son aylarda duygu ve düşüncelerim laçka olmuş, Duman’la tekrardan karşılaştığımdan beri bu anı düşünüp durmuştum. Hiçbir şey düşündüğüm, tahmin ettiğim gibi değildi.

Annesi ve baban kardeşti diyor.

Yani biz Duman’la kuzen miydik?

Öyle büyük bir şok yaşıyordum ki karşımdaki gözlere bakmaktan başka şey yapamıyordum. Duman da benimle aynı dehşeti paylaştığı için susuyor, bu sessizlik ıstırap verici hale bürünüyordu. Melih Han karşımızda, gözlerini zorlukla açık tutarken, ellerimden birini yanımdaki duvara dayadım.

"Nasıl?" İlk konuşabilen Duman oldu. Sesi tıpkı düşüncelerim gibi dehşet saçıyordu. Dönüp ona baktım ve hızlı hızlı nefes aldığını gördüm. "Sen şimdi Mahşer senin kuzenin mi diyorsun?"

Ağzımı açtım, ardından kapadım. İyi bir şeyden mi bahsediyorduk kötü bir şeyden mi? İnsanlar kuzenleriyle ilişki yaşayabiliyordu, evlenenler bile vardı ama biz...

“Evet," diyerek yanıtladı onu Melih Han. "Kuzensiniz."

"Duman'ın annesi," dedim, dilimin ucuyla kendi kanımın tadına bakıyormuş gibi, kahredici bir hisse kapılırken. "Benim halam mı?"

"Ve senin baban," dedi Duman, gözlerini doğrudan bana çevirirken. Eski âşığım, lise âşığım, ilk âşığım... Bir de kuzenim mi? "Benim dayım mı?"

Onun gözlerinde kendi izlerimi bulmak için ne kadar geriye gitmem gerekiyordu? Ben ne zamana dönersem ona dönmüş olurdum? Bu gözlerle tanışıklığımız sandığımdan mı eskiye dayanıyordu? Duman titreyen ellerinden birini kaldırarak sertçe suratını sıvazladı ve ileride duran kerpetene bir tekme attı. Ardından, kalbine zarar bir hızla Melih Han'ın önünde eğildi ve onun suratını avuçlarının içine aldı.

"Bana bak onun bunun çocuğu! Eğer yalan söylüyorsan, bizi aldatıyorsan, seni gerçekten öldürürüm.”

Melih Han, kurtuluşu için çırpınacak güce bile sahip olamadığından sadece öksürdü ve başını iki yana savurdu.

"Yalan yok." Pis kanı dişlerinin arasından, kelimeleriyle beraber Duman'ın suratına püskürdüğünde, elimi götürüp yüzünü temizlemek istedim. "Annenle babası üvey kardeşlermiş işte. Anneleriyle babaları evlenip kısa süre sonra boşanınca bunlar da ayrılmak zorunda kalmışlar. Sonra... Yıllar sonra karşılaşınca kaldıkları yerden görüşmeye başlamışlar. Biz aralarında yasak bir ilişki var sandık."

Cümleleri, kafamın içindeki boşlukları doldurmaya başladı ve zihnim bu cümleleri hizaya soktu. Duraksadım. Annesi ve babam üvey kardeşlerdi, kan bağı yoktu. Tamam, bu iyi haberdi. Ya sonra duyduklarım? Eğer bahsettiği gibi yıllar sonra karşılaşmış ve görüşmeye başlamışlarsa babam neden annemle bana bundan bahsetmemişti? Melih Han yanlış anlamaktan bahsediyordu, kim yanlış anlayıp böyle bir şey yapmıştı? Duman'ın babası mı? İyi de annesinin babasını daha önce aldattığını, babasının yapacak olsa bunu daha önce yapacağından bahsetmişti.

Düşüncelerimiz birbirine haber vermiş gibi bakışlarımız Duman’la kesişti. O ormanı ateşe vermiş bir avcı, ben dağın arkasında kalmış yaralı bir ceylan yavrusu. Duman da tıpkı benim gibi rahatlamıştı ve bunun yanında, benimle aynı şeyleri düşünüyordu.

"İyi misin?"

"Bu gece, daha fazla şey öğrenecek halim kalmadı."

Genelde yüzeysel olurdum ama son dakikalarda yaşadıklarım kalbimi yaşlandırmıştı sanki. Duman'ın içinin acısı gözlerinde buruk bir iz bıraktı.

“Tamam, sen yeter diyorsan bu gece yeter."

Başını önüne çevirdi ve ben de Melih'e döndüm. Gözleri kapalıydı. Sanırım acı ve yorgunluktan bayılmıştı. Duman daha fazla zorlamadı, uyanmayacağına kanaat getirdiğinde onu yere savurdu ve ellerini çırparak doğruldu. İri vücudu karşımda heybetiyle göz doldurduğunda, içimde açılan boşluğun dolması için, "Duman," dedim ve ona doğru sağlıksız bir adım attım. O da bana doğru bir adım attığında, kendimi avcımın kollarına atarak göğsünün üzerine başımı bıraktım. Vücutlarımız birbirine eş parçalar gibi yerleşirken, kollarımız etrafımıza dolandı.  Ellerim göğsüne dayandı ve parmaklarım tişörtünü tuttu. Avuçlarında en çok sıktığın şey, bırakmayı en istemediğin şeydir. 

"Üvey kuzen, kan bağı yok, kuzen bile sayılmaz."

"Evet." Duman bir kez daha bunun hayretini yaşıyormuş gibi şaşkınca mırıldandı. "İyi ki bacanak falan çıkmadık."

"Bu teorik olarak imkânsız."

Bir sarılma nelere sebep olabilirmiş, onunla öğrendim. Eskiden ona sarılmak ister ama yapamazdım. Şimdi her an sarılabilirdim ama... bir şey beni tutuyordu. Tekrardan Melih Han'ın önünde eğildiğinde bakışlarım anlamsız bir hal almıştı. Cebinden şırınga çıkardı ve çoktan baygın olan vücuduna sapladı.

"Her ihtimale karşı," diyerek bu duruma açıklama getirdiğinde omuz silktim.

Kollarımı göğsümün üzerinde kavuşturarak ayağımla ritim tuttum ve sabırsız gözlerle onu izledim. Daha fazla oyalanmadı, doğruldu ve ellerindeki kanı kotuna silerek etrafa gergin bir bakış açtı. Az ileride kerpeteni görmüştüm, toz yığını arasında da tırnağını.

Kapıyı açtığında dışarıya çıktım ve onun da çıkıp kapıyı Melih'in üzerine kilitlemesini izledim. Dilerim[u1]  açlık ve susuzluktan ölmezdi, öğreneceklerimizi elde ettikten sonra kendi ellerimle boğmak isterdim onu. Hâlâ nasıl bu kadar sakin kalabildiğime inanamıyordum. Babamı ve üvey halamı yanlış anlaşılma yüzünden öldürmüşlerdi öyle mi? Kim sebep olmuştu? Halam... Babam onu seviyor muydu sahiden? Masum bir sevginin kurbanı mı olmuşlardı?

Bir anda hareketlendim, Duman daha anahtarı cebine atmadan elinden aldım ve kilide yerleştirerek ağır kapıyı tekrardan açtım. "Ne yapıyorsun?”

Ona aldırmadan içeriye girdim ve adımlarım adeta yeri döverken yanına vardım. Buz kesmiş ellerimle Melih Han'ı gömleğinin yakasından tuttum ve kafasıyla gövdesinin bir kısmını kaldırarak yüzlerimizi hizaladım. Onun gözleri, sanki açılmamak üzere kapanmıştı ama tiksindirici nefesi yüzüme çarpıyordu. Yüzümü mide bulantısıyla buruşturdum ve suratına okkalı bir şekilde tükürerek bağırdım. "Şerefsiz.”

Onu yere fırlattım ve doğrulup bir tekme savurduktan sonra ellerimi çırparak kapıya ilerledim. Duman kaşlarını çatmış, beni izliyordu. “Öfke nöbeti mi geçiriyorsun?”

Omzumu silkerek yanından geçtiğimde kapıyı örttü ve kilidin üstündeki anahtarı çevirerek kilitledi. Deponun önündeki arabaya doğru ilerlerken bomboş gözlerle ileriye baktım. Range Rover'ın kapısını açıp içeriye girdiğimde, Duman da beni takiben sürücü koltuğuna yerleşti. Üstümde hep sigara bulundururdum, çünkü bazı şeylerin tiryakisiydim. Bazı şeylerin... Sigaranın, nefretin, öfkenin... Başımı, o arabayı çalıştırırken Duman'a çevirdim. "Senin."

Duman bakışlarını bana yöneltti. "Ne dedin?"

"Hiç."

Çakmağım bu sefer yanımdaydı. Sigaraların ikisini de dudaklarımın arasına yerleştirerek çaktığım çakmakla uçlarını tutuşturduktan sonra derin bir nefes çektim. Camı indirirken sigaranın birini dudaklarımdan çıkararak ona doğru uzattım. Duman elleriyle direksiyonu çevirdiği için başını eğerek dudaklarını hafifçe araladı. Yanan sigarayı dudaklarının arasına yasladığımda, derin bir nefes eşliğinde doğruldu ve kafasını geriye atarak nikotini ciğerlerine çekti.

Duman... İs gibi, anlık nefes gibi.

Süzülen dumanın çıkması için camı indirdim ve rüzgârı içeriye misafir ettim. Zehri ciğerlerime doğru çekerek gözlerimi kapadım ve başımı arkaya yasladım. Bu duyguyu seviyordum; hızlı bir arabanın içinde giderken rüzgârın yüzüme sertçe çarpmasını. Sigarayı, külünü silkmek için dudaklarımdan çıkardım. "Daha hızlı sürsene."

Duman parmaklarını direksiyonda gezdirdi. "Burada daha hızlı sürersem virajı alamam."

"Alma." Omzumu silktim.

Hafifçe yükseldim, kafamı camdan dışarıya çıkarttım. Rüzgâr olduğundan daha sert şekilde suratıma çarparken, gözlerimi kapatarak bu duygunun hazzına vardım. Başımı aşağıya doğru serbest bıraktım ve saçlarım müthiş bir hızla uçuştu. "Kuzen olduğumuzu duyunca ilk ne düşündün?"

"Güzelliğinin boşuna olmadığını. Benim genlerimi taşıdığın için bu kadar güzel olduğunu düşündüm."

"Ha ha ha." Sahte bir gülme sesi çıkardım. "Aptal, asıl sen bu kadar yakışıklıysan sebebi benim genim olmalıydı."

Esneme sesini duydum, uykusu mu gelmişti? "Beni yakışıklı mı buluyorsun?"

"Standartların biraz üstündesin işte.”

Gülümsediğini düşündüm ama bakış açımda olmadığı için anlayamadım. Başım camdan aşağıda olduğu için saçlarımın ağırlığı da kendini aşağıya bırakmıştı. Yanımızdan bir araba geçse aynası suratıma çarpabilirdi. Duman direksiyonu sola doğru kırdı. "Zaten öz kuzen değiliz Mahşer, birbirimizin genini almış olmamız imkân..." cümlesini yarıda keserek duraksadıktan hemen sonra parmaklarını sırtımda hissettim. "Manyak mısın sen? Ne yapıyorsun? Arabanın birisi suratına çarpacak..."

"Hey, korkma," dedim ve dudak bükerek başımı kaldırdım. Duman öfkeli bir soluk aldı ve hemen ardından vücudum sertçe içeriye doğru çekildiğinde, kalçam deri koltuğa yapıştı. Anlık acıyla dişlerimi sıktığımda, Duman beni silkeler gibi koltuğa bıraktı ve uzanıp camı kapattı. Sevgisiz kalmış elleri öfke içinde titredi.

"Aptal aptal hareketler yapma Mahşer, benim de sabrımın bir sınırı var. Bıktırıyorsun insanı!"

Bıkması normaldi, alınmadım bile. Ya da bilmiyorum, belki içime biraz dokunmuş olabilirdi. "Bıktıysan git."

"Gidemiyorum geri zekâlı, gidemiyorum…"

Yanınızdan asla gitmeyeceğinizi bildiğiniz biri var mıydı? İşte Duman o kişiydi. Gitmek istese bile gidemezdi. Çünkü almak istediği bir kalp vardı. O kalpte zamanını örtemediği yaralar vardı ve dikiş atmayı bilmediğinden o kalbe yaklaşamıyordu.

"Gidemezsin," dedim. Soğuk bir tebessüm dudaklarımdan kayıp gittiğinde devam ettim. "Gidecek başka yerin olmadığından değil, gitmeyi istemediğinden de değil, gidemediğinden."

"Tabii ya, durma bununla da alay et."

Alay ettiğim falan yoktu, alınganlık ediyordu. Sustum, ağzıma geleni söylemek yerine sordum. "Nereye gidiyoruz?"

"Seni evine bırakıyorum.”

"Kendimi berbat hissediyorum," diye itiraf ettim, içimde daha fazla tutamayarak. Bilhassa ona bakmadan, dışarıyı izleyerek konuşuyordum. "Babamın eğer doğruysa, bir yanlış anlaşılmaya kurban gittiğini kabul edemiyorum. Üstelik hakkında o kadar kötü şeyler düşündüm ki, uzun süredir mezarına bile gitmiyorum."

Çok geçmeden kemikli parmaklarını elimin üzerinde hissettim. Avın pençesi, ceylanın üstünde. Oysa ben bu ormanın en çirkin ceylanıyım, avcı neden peşimde?  

"İstiyorsan seni mezarına götüreyim?"

"Teşekkür ederim, hayır." Dizlerimi kendime çektim ve mide bulantımı bastırması için karnıma bacaklarımla baskı uyguladım.

"Bu gece, bu pişmanlıkla olmaz. Belki yarın."

"Kim olsa böyle düşünürdü ayrıca."

Dalgın bakışlarım bir markete denk geldiğinde, evime yaklaştığımı gördüm. Mahalleye girmiştik. Midem daha çok bulanıyordu, katlanamadıklarım kat kat artarak başa çıkılamaz oluyordu. "Mahşer, fotoğrafı gördün. Evli bir adam o samimiyeti ya sevgilisiyle kurardı ya da kardeşiyle. Biz kardeş olabileceklerini asla düşünmedik doğal olarak. Geriye de tek bir ihtimal kalmıştı. Fotoğrafta samimilerdi, ne düşünebilirdik Allah aşkına?"

"Ya annem görseydi?" dedim ve elimi korkuyla kalbime bastırdım. "Bizim gibi düşünecekti. O an intihar etmek için bir dakika bile beklemezdi galiba."

"Kötüyü çağırıp durma be kızım."

Araba sokağa girdi ve yavaşlayarak evimin önünde durdu. Görüş açıma giren pencereye baktım, annemindi ve odanın ışığı yanıyordu. Sabah vakti, bu ışık nedendi? Namaza kalkmış olabilirdi.

"İyi misin?" dedi Duman, kuşkuyla. "Terliyorsun."

Ayaklarımı yere bastım ve daha serin hava almak için kapıyı açtım. Duman da kendi kapısını açtı ve eş zamanlı olarak aşağıya indik. Ayaklarımın üzerinde doğrulup kapıyı sertçe çarptım. Eve doğru yürümeye başladım. Arkamdan neden geliyordu bilmiyordum ama ona mâni olmuyordum. Bahçe kapısını açıp içeriye girdim ve anahtarımı aradım. Açtığımda kapıdan içeriye girerek ayakkabılarımı çıkarmak için eğildim. "Çok stres yaptın, sakinleş."

"Yediremiyorum. Onları bir yanlış anlaşılma yüzünden katletmelerini! Annemin suçu neydi ya da Ada'nın?"

Kardeşinden bahsettiğimde yüreği cinayet mahalli oldu ve sanki döktüğü ilk kan, benim içime doldu. O cinayet işlese, ben bıçaktaki parmak izlerini temizlerdim.

"İşin peşini bırakacak değiliz Mahşer, hesapları sorulacak." Yorgunca gözünü ovuşturuyordu. Epey yorulmuştu. "Kendine eziyet etme. Beni öp ve sonra zıbarıp yat."

Peki madem. Uyuyana kadar bu meseleyi düşünmemeye çalışacaktım. Yanaklarımı şişirerek parmak uçlarımda yükseldim ve boy farkını kapatarak Duman'a yetiştim. Kuru bir öpücük bıraktım ama yüzümü yüzünden çekmedim. "İyi geceler." Gözlerimi kapatarak burnumu kulağının altına yasladım ve soluklandım. "Uykun var gibi, arabayı dikkatli kullan."

Duman sanırım onu daha fazla öpmem için bana boynunda yer açtı ama ben bunu yapmadım. Yalnızca o köşede soluklandım. Duman nefeslerini daha sesli ve ağırca almaya başladı. Yüzüm boynuna gönüllüce sıkışmışken, o da dudaklarını yaslayıp şakağımdan öptü. "Yıldızın bol olsun Gül Dikeni."

Saçlarını düzelttiğimde, ayrılık vaktinin gelmiş olduğunu bilerek omzunu kapının kenarından ayırdı ve eşikten geriledi. Yorgunluk, adeta yüzünden süzülüyordu. Eşikten içeriye girdim ve Duman aramıza az daha mesafe açarak uzaklaştıktan bir an sonra ummadığım bir şey yaptı. Açtığı mesafeyi tek bir iri adımda kapatarak yanımda bitti ve beni kendine çektiği gibi yanağımdan sımsıkı öptü. Hızlı, anlık ve sıcak öpücüğünün etkisiyle gözlerim büyürken, Duman geldiği kadar hızlı bir şekilde uzaklaştı ama bu sefer davranan ben oldum. Uzanıp yarı yolda elini tuttum ve parmaklarım avuç içinde kaybolurken, "Gitme," dedim ve göz temasını koruyarak devam ettim. "Gece burada kal."

Duman'ın bunu hiç beklemediğini büyüyen gözbebeklerinde gördüm. Kalbini gözlerinde gördüm ve gergin bir halde ondan cevap bekledim.

Duman dişlerini sıktı. "Kalamam." Ama bunu derken elinin içindeki parmaklarımı o kadar sıkı tuttu ki, senin kalmamak anlayışın bu mu, diye sormak istedim. "Adayı Muhammet’le yalnız bırakamam. O çocuğa henüz güvenmiyorum, nasıl kardeşimi bir başına bırakabilirim onunla?"

Doğru, ben bunu unutmuştum. Anlayışla karşılayarak başımı salladığımda, Duman gergince başını arkaya yatırdı ve temiz havayı içine çekti. "Keşke seni bana götürseydim."

Keşke.

"Yoo, iyi ki eve getirdin."

Hâlâ elinin içinde duran parmaklarımı, eliyle beraber yukarıya kaldırdı ve dudaklarına yasladı. "Normalde sen kapından kovardın, ben gitmemek için kapıyı kilitleyip anahtarı yutmaya bile razı olurdum," diye fısıldadı. Ben su alan bir sandalın içindeydim, o karada bana el sallıyordu sanki. "Şimdi sen kal diyorsun, benim gitmem gerek."

"Sabah oldu neredeyse, git artık."

"Tamam," dedi ve elini yanına indirerek ceketinin cebine soktu. "Geceleri bir şeye sarılıp uyumaya alıştım, bu gece nasıl uyuyacağım?"

"Muhammet'e sarılıp uyu," diyerek ona göz kırptım. Kapıyı kapatmadan önce gözleri bakış açımdan çıktı ve fısıltısı, içimi eşeleyip derinlerime ulaştı. "Başının değdiği yastığa sarılıp uyumak varken..."

Kapıyı kapatarak sırtımı yasladım ve avuçlarımı açıp içinde tırnaklarımın izlerini aradım. Duman'ın adım sesleri anbean uzaklaşıp kayıplara karıştı ve motor sesi gürültüyle yankılandı. Kendimi en yakınımdaki koltuğa bıraktım. Ev soğuktu, bahar mevsimindeydik ama sabahın ilk saatlerinde çok soğuk olduğu için biraz üşüdüğümü hissetmiştim. Donuk gözlerle ileriye, duvara baktım ve tek bir yaşam belirtisi göstermeden durdum. Ruhum bazen tıpkı şöyleydi: Bu kadar yeter, bedenine söyle de artık ölelim.

Kalkıp annemin odasına yürüdüm. Kapıyı açıp içeriye sızdığımda ışığın söndüğünü gördüm. Zayıf bedeni yatağın içinde, örtünün altındaydı. Çoraplarımı çıkardım ve annemin arkasından yatağın içine sızarak başımı yastığa bıraktım. Tavana bakarken, "Yapamıyorum," dedim, beni duyduğunu bilerek. Uyumuyordu ama dönüp bana da bakmıyordu. "Kendimi bırakamıyorum." İnce yorganı tutup göğsüme kadar çektim. "Anne ben nasıl yapacağım? Konuşmak istiyorum ama ona bile dermanım yok. Ben... ne olacağım anne?"

Sessizlik... Annemin bana verdiği tek cevaptı. "Biliyorum, belki benim sorunlarım dünyanın en büyük sorunu değil, üstelik ben de kendime acımaktan nefret ediyorum ama... O sorunları kafamın içinde o kadar büyütüyorum ki, ben küçülüyorum. Güçlüymüş gibi yapmak kolaydı, ya da gerçekten güçlü olabilmek."

Başladığım yerdeyim, en dipte. Ben hep buradayım, çünkü bir insanın düşebileceği daha derin bir yer yok. "Anne... ben neyim biliyor musun? Zavallının tekiyim."

Annemin sessizliği katlanılmaz olduğunda gözlerimi yumdum. Gözlerimin kapalı olmasının açık olmasından bir farkı yok. Her iki durumda da karanlıktayım.

"Zavallıyım," diye tekrarladım. "Çünkü sevgisizlikle ve ölümle baş edemeyen, aslında güçsüz bir kızın tekiyim."

Uyuyakalana kadar sayıkladım ama annem dönüp teselli bile etmedi. Benim her şeyimi kaybettiğim gibi o da annelik duygusunu mu kaybetmişti? İçinde olan tek duygu özlem miydi? Babama kavuşma özlemi. O gece annem bana yüzünü dönmedi, beni yatağın soğuk tarafında yalnızlığa mahkûm etti.

🥀

Bugün üçüncü sigaramı yaktım ve karşımdaki Ömer'e boş gözlerle baktım. Hastanede, onun daha önce de geldiğim odasındaydım. Buraya, Duman'ın nasıl olduğunu öğrenmek için gelmiştim ama kendisi bana bunun hasta mahremiyeti olduğundan bahsediyor, bir şeyler söylemiyordu. Sigaranın külünü silkmek için küllük ararken, "Burası hastane odası," dedi Ömer, kuvvetle masasına abanırken. "O sigarayı söndür."

Doğru, öyleydi. Onu dinleyeceğimden değil ama diğer hastaları düşündüğümden sigarayı söndürdüm.

"Allah aşkına Duman sana nasıl tahammül ediyor?" Çattığı kaşlarının altından bana baktı. "Tamam, hakkını yemeyeyim güzelsin falan ama... Çok zorsun."

Kollarımı göğsümün üzerinde kavuşturarak deri koltukta gerindim. Ömer’le anlaşamıyorduk, çünkü ben ona göre Duman'a zarardan başka bir şey vermiyordum. "Boş yapmayı kes ve artık Duman'ın gidişatından bahset."

Yanaklarını şişirdi ve kolundaki saate baktı, sanırım randevu saatini bekliyor, beni defedeceğini düşünüyordu. "Bahsedemem diyorum Mahşer, etik olmaz."

"Onun ne zaman öleceğini bilmek en doğal hakkım, etik olup olmaması umurumda değil."

Ölüm kelimesi aramızda dikildi ve uzunca bir süre sükûnete boğdu. Ömer'in karşımda Duman için acı çekmesini izlerken, dilimin ucunda harflerin bıraktığı o derin yakıcılığı hissettim. "Duman'ın kalp nakline ihtiyacı var. İlk sıralarda ama vakti az, sıra ona gelene kadar nefesi yeter mi bilemem."

Ölüm düşüncesi kalbimi serin bir melteme bıraktı. Bir an kalbimden buzların çatırdama sesi geldiğini sandım. "Eğer sıra gelmezse Duman ne kadar sürede ölecek?"

Elini saçına attı ve ensesine kadar sıvazlayarak gözlerini yumdu. "Yeni yılı göremez."

"Ama biz nisan ayındayız..."

Önümüzdeki günlerin her bir saniyesi, her anı Duman için ölüm vakti olabilirdi.

Biraz sonra, bekli yarın, belki on gün sonra... Yazın mı ölecek? Yoksa sonbaharda mı? Ya da kışın mı? Gözlerimi kapattım ve bunu düşündüm. Belki arabasının içinde, arabayı çalıştırmadan biraz önce, yağan doluyu izlerken... Belki kışın, odasının camından dışarıya lapa lapa yağan kara bakarken... Belki de caddenin karşısında, ben ona yürürken, o beni beklerken bir an eli kalbine gidecekti. Ben o an caddenin karşısında duracaktım, ince ince yağan kar saçlarımıza tutunurken, Duman dizlerinin üzerine düşecek ve gözleri kapanacaktı. Kalabalık hayretle onun yanına koşarken ben adım bile atamayacaktım. Duman ölecekti, ben hep o caddenin karşısında kırmızı beremle kalacaktım. Hayatta ne ileriye gidebilecektim ne de geriye.

"Peki," dedim birkaç dakika sonra. “Son evre nasıl olacak? Durumunda değişiklik olacak mı? Kalp ağrıları şiddetlenecek mi mesela?"

"Şiddetlenecek," dedi gözleri dalgınca boşluğa bakarken. "Hatta kısa zaman sonra son evreye girecek. Biliyorsun, zaten kalbini kötü etkileyecek sayısız şey yapıyor. Son evreye girdiğinde kalbi iflas etmeye başlayacak. Artık nefes almakta zorluk çekecek, en ufak kalp hızlanmasında veya yaşadığı bedensel yorgunlukta sık sık bayılacak. Vücudunda halsizlikler bir yana fiziksel acılar olacak ve bunlarla başa çıkmak için ilaçlar alacak. O ilaçları aldıkça uyumak isteyecek, uyudukça uyuyacak... Muhtemelen solunum takviyesi yapılacak, bir gün gelecek ve tek başına nefes alamayacak. Yoğun bakıma kaldırılacak..."

"Soğuk çarşafların içinde mi ölecek yani?"

Ömer'in sözleri kalbimin derinlerinde sivri delikler açıyordu sanki.

"Düşündüğüm gibi olmayacak. Ne evinde ne arabasında ne de gülümseyerek beni beklerken ölecek. Hastane odasında, soğuk çarşafların içinde, belki gözünün kenarından bir damla yaş akarken..."

Ömer güçlü bir şekilde genzini temizledi. "Tabii bunlar varsayımlar. Kalp nakli gerçekleşirse günden güne iyileşecek."

Duman kısa süre içinde artık normal yaşamsal faaliyetlerini bile gerçekleştiremez olacaktı. Onu yatağından çıkamayacak kadar bitkin şekilde düşünüyordum da... Duman, acziyet olduğunu düşündüğü bu şeye ne kadar katlanacaktı?

Elimde, ona vereceğim neyim vardı?

Kalbimden başka?

Koltuktan kalkarken Ömer'e baş sallamayı ihmal etmedim. Kapıyı açıp dışarıya çıkarken, bir hastası içeriye giriyordu. Duyduklarım çok ağır gelmişti. Kalbim hep keskin bir bıçaktı ama ilk kez beni de kesiyordu.

Hastaneden çıktığımda telefonumun cebinde titrediğini fark ettim. Birinin aradığını değil de mesaj attığını anladığımda çıkarıp ekrana baktım ve gözlerim onun ismini gördüğünde kalbime bir şeyler oturdu.

Gönderen: Duman Alanguva.

Merhaba güzelim.

Gönderilen: Duman Alanguva.

Merhaba yakışıklı.

Sanırım Duman'a artık sık mesajlar atacaktım. Ve her zaman bana mesaj atabilecek kadar iyi olmasını ümit edecektim...

Gönderen: Duman Alanguva.

Evde misin? Ömer'in yanına uğrayacağım, sonra seni alayım mı?

Eğer evden çıkmışsa birazdan burada olurdu, toz olmalıydım. Ara sokaklardan birine girerken yanıt yazdım.

Gönderilen: Duman Alanguva.

Beni neden alacaksın acaba?

Gönderen: Duman Alanguva.

Akşam seni yemeğe çıkarmak istiyorum. Gerçek bir yemek.

Sen, ben, güzel yemekler, mumlar, şaraplar...

Alt dudağımı dişlerken, önünde durduğum apartman duvarına yaslandım ve parmaklarımı heyecanla tuşlarda gezdirdim.

Gönderilen: Duman Alanguva.

Fazla romantik davranıyorsun, kes şunu.

Apartmanın tentesi beni ve vücudumu, ince ince yağan bahar yağmurundan sakınırken, dudağımı daha sert kemirdim.

Gönderen: Duman Alanguva.

Sana vahşi erkek mi olayım istiyorsun?

Sırıttım. Zaten onun doğasında vahşilik vardı.

Gönderilen: Duman Alanguva.

Bir olsana ;)

Gözlerimi devirdim. Bazen Duman’la dünyanın en boş konuşmalarını yapıyor olabilirdik.

Gönderen: Duman Alanguva.

Bana bu uyuz gülüşü atma kızım, uyuz oluyorum.

Saat sekizde de hazır ol, gelip alacağım.

Tamam, akşam yemeği fikrinden vazgeçmemişti. Gidecektim, istiyordum. Beni nereye götürecekti, ne giymem gerekirdi acaba?

Gönderilen: Duman Alanguva.

Nasıl bir yere gideceğiz? Ne giyeyim?

Karşıya geçmek için caddeyi kollarken bir mesaj daha düştü.

Gönderen: Duman Alanguva.

Hiçbir şey.

Adama bak, çıplak olmamı düşlüyordu. Şimdi görürdü.

Duman Alanguva kişisini engellediniz.

Telefonu cebime atarak karşıya geçtim ve bizim mahalleden geçen bir otobüse atladım. Saat beş olmak üzereydi, bu da demek oluyordu ki hazırlanmak için üç saatim vardı. Şık bir restorana gideceksek yerine göre giyinmeliydim.

Duman kırmızı severdi.

Eve geldiğimde annemi salonda dalgın dalgın televizyona bakarken buldum. İçeriye girdiğim anda aramızda uzun ve sessiz bir bakışma geçip gitti. Eminim ki o da benim gibi dün gece söylediğim şeyleri anımsıyor ama bir şey yapamayacağından sadece bakıyordu.

"Akşam Duman’la yemeğe çıkacağız," dedim haber verme gereği duyarak. "Çok gecikmem."

Omzunu silkti.

Bir an karşısında durdum ve gözlerimden idam eden duyguların, gerisindeki boşlukla onu izledim. Sanki ölüm, ruhsuz bedenlerimizde bir piyano çalıyordu ve notalar birbirimize bakan gözlerimizde yankılanıyordu. 

Anne, bu evde ölümün küf kokusu var; sen varsın, ben varım ama biz yokuz.

Kendimi kaybetmiş gibi odama geçtim, dolabıma yürüdüm. Dolanın kapaklarını açıp az sayıdaki elbiselerime baktım ve parmaklarım onun sevdiği renge doğru gitti. Kırmızı. Askıda duran kırmızı elbiseyi alarak aynanın karşısına yürüdüm ve üstüme tutarak nasıl durabileceğine baktım. Dekoltesi olan bir elbiseydi ve gideceğimiz yer için uygun olacağını düşünüyordum.

Önce duş aldım. Vakit kaybetmeden bir havluya sarınarak banyodan çıktım. Vücudumu nemlendirerek önce iç çamaşırlarımı, sonra da elbisemi giydim.

Bu elbiseyi hiç giymemiştim, alırken de giyeceğimi düşünmemiştim. Bir mağazanın vitrininde görmüş, benim olmasını istemiş ve almıştım. Bugün ilk kez giyiyordum. Boyu dizlerimin birkaç parmak üstündeydi, rengi koyu kırmızıydı. Kumaşı toktu, vücudumu sarıyordu. Göğüslerime doğru daralarak inen bir dekoltesi vardı, sevmiştim. Sırtımın bir kısmı, omuzlarım ve bununla beraber gerdanım çıplak kalmıştı.

Saçlarımı, sırtımı açık bırakmak için tepemde sımsıkı bağladım ve yanlardan çıkan bebek saçları başımın arkasına yapıştırdım. Yüzüm tamamen ortaya çıkmıştı. Yüzümü nemlendirdikten sonra biraz kapatıcı kullanarak kusurlarımı örttüm. Maskara ve koyu far sürerek göz makyajı yaptım. Yanaklarım soluk kaldığı için allık ile biraz aydınlatıcı kullandım ve yüzüm parladığında memnuniyetle ruja uzandım. Kırmızı, kadifemsi dokusu olan bir ruju taşırmadan dudaklarıma sürdüm ve kendimi süzdüm. Aynaya bakmaktan hazzetmesem de…

Hazırdım.

Saat yedi olmuştu bile, birazdan geleceğini düşünüyordum. Akşam serinliği çökmüş olmalıydı, üzerime bir şey alabilirdim. Üzerime olmasa bile yanıma ceket almak için dolabı karıştırdım. Telefonumu, cüzdanımı koymak için siyah, askısız bir çanta aldım ve içerisine önemli şeylerimi, kırmızı rujla beraber yerleştirdim.

Ayakkabı... Siyah, ince topuklu bir ayakkabıyı giyindim ve elbisemle uyum yakalayınca mutlu oldum. Tamamen hazır olduğumda yatağın ucuna oturdum ve camdan dışarıya bakarak karanlığı izledim. Keskin gece mavisi gökyüzünü kaplamış, bulutların verdiği grilik geriye çekilmişti. Sokak gürültülüydü, çocuklar bağırıp duruyordu. Bir sigara yakmayı düşündüm ama ağzımın kokmasından korktum. Sekizi beş geçe evimizin önünde bir fren sesi duyuldu ve biraz sonra sokak kapısı çaldı. Ojenin kapağını kapatarak kenara koydum ve son kez aynada kendime baktım. Kendimi onun için mi güzelleştirmiştim?

Ceketimle çantamı alarak çıktım ve salonda oturan anneme bir bakış atarak sokak kapısına yürüdüm. Kendime son kez bakarak kapıyı açtım ve Duman'ı, kapı pervazına yaslanmış halde buldum. Dirseğini pervaza dayamış, başını önüne eğmiş ve ayakkabısının ucuyla yerde ritim tutuyordu. Omuzlarını saran siyah ceketiyle beraber, içindeki siyah gömleğin yakalarına bakarken Duman başını kaldırdı ve duraksayarak kaşlarını çattı. Bir elimi arkama saklayarak eşikten dışarıya çıktım. Kapıyı arkamdan kapattığımda, Duman’la kapının arasında kalarak bocaladım. Yoğun parfüm kokusunu alırken, "İzin ver de geçeyim," dedim ama sesim umduğum kadar sert çıkmamıştı. Duman güçlü bir şekilde yutkunarak, "Asıl sen izin ver," dedi, sesi o kadar sertti ki, bana kızmış olabileceğini düşündüm. "Asıl sen izin ver de şu kalbim bir rahat nefes alsın..."

Gömleğinin yakasını düzelttim. "Ben ne yapıyorum ki?"

"Çok güzel oluyorsun mesela, olma."

"Neden?"

"Gördüğümde kalp atışlarım hızlanıyor."

Parmaklarım gömleğinin üzerinde asılı kalırken, neredeyse bütün uzuvlarımda onu hissettim ve kendimi ona bastırırken buldum. "Yemeğe gideceğiz dedin, ben de hazırlandım."

Çenesinin altından ona baktım. Sakallarının tamamını kesmişti, hatta yüzünü ilk kez bu kadar pürüzsüz ve genç görüyordum. Akşam karanlığında seçebildiğim kadarıyla saçlarını taramıştı ve dolgun tutamlar, nizami bir şekilde duruyordu. Dudakları beklentiyle aralandığında, elimi yüzüne çıkardım ve parmaklarımdan birini aralık duran ağzının içine doğru yumuşakça ittirdim. "Gidelim," dedim ve parmağımla dudağının kenarını okşadım. "Yemeğe."

Kafasını salladı ama geriye gidemedi. Elimi yavaşça ağzından çekerek omzuna yasladıktan sonra onu geriye ittim. Nefesimi bırakıp başımı eğdim ve yüzüne bakmadan önünden geçtim. "Çok esmersin," dediğini duydum arkamdan. Sanki daha çok kendi kendine konuşuyordu. "Bacakların, sırtın, kolların..."

Kapıyı açıp arabaya bindim ve doğrudan klimaya uzandım. Serinlemeye ihtiyacım vardı. Çantamla ceketimi kucağıma koyarak gergince omuzlarımı dikleştirdim. Eteğimi çekiştirirken Duman'ın bakışlarını hissettim ve göz ucuyla baktığımda, gözlerinin bacaklarımda olduğunu gördüm. "Önüne dön," diyerek onu uyardım ve eteğimi çekiştirmeye son verdim. "Kaza yapacağız."

"Ne sürdün bacağına?"

"Bir şey sürdüğüm yok, ne diyorsun?"

Yolu kontrol etmek için önüne döndü. "Parlak görünüyorlar."

"Nemlendirmiştim," dedim ve bacağımı kaşıyarak önüme döndüm. Duman bir kez daha bana dönmedi, sadece araba sürmeye devam etti. Şehrin şık, ışıltılı caddelerindeydik. Kırmızı ışığa takıldığımızda Duman durdu ve pürdikkat bakışlarla ışığı izlerken, parmaklarıyla çenesini sıvazladı. Arabanın içindeki hava o kadar ağırdı ki, omuzlarımda taşıyormuş gibi hissediyordum.

"Ömer'in yanına gideceğinden bahsetmiştin, gittin mi? Ne oldu, neler söyledi?"

Gözleri ön camdaydı ama orada ne gördüğünü yalnızca kendisi bilirdi. Ölüm onun kapısına yatmış bekliyordu ve Duman kapıyı her açtığında ölümün onu yakasından tutmasından korkuyordu. "Sıradan şeyler," diyerek geçiştirdi ve daha fazlasını sormamı istemeyen o yüz ifadesiyle arabayı kullanmaya devam etti.

Fakat ben arsızdım, daha fazlasını öğrenmek istiyordum. "Sıradan derken? Değişim yok mu? Karşına geçip sadece sıradansın Duman, mı dedi?"

Yüzünden yaşlı bir adamın yorgun ifadesi okunuyordu. "Öleceksin aptal Mahşer'den uzak dur, dedi."

Bir an durdum, boş boş ona baktım. Kahretsin ki, haklılığı inkâr edilemezdi. Duman'ın kalbi yanımda hızlanıyor, bu da sağlığını olumsuz etkiliyordu. "Sen ne dedin?" diye sordum.

"Dedim ki; nasıl çöl yağmura hasret, ben de Mahşer'e öyle hasretim. Demesi kolay, geç de sen uzak dur."

Hiçbir şey söylemedim, çünkü öyle konuşmuştu ki, içten içe ne söyleyebilirsin ki, demek istemişti sanki. Araba çok geçmeden şık, sahil kenarında bir restoranın önünde durduğunda, vale çoktan kapımızı açmak için bize yaklaşmıştı. Duman’la aynı anda arabadan inerek boy gösterdiğimizde, vale anahtarı kaptı ve arabayı park etmek için uzaklaştı. Duman yanımda bitti ve koluyla belimi sararak yürümem için teşvik etti. "Buraya daha önce geldin mi?" diye sormadan edemedim.

"Hayır, kadınları yemeklere çıkarmıyorum. İlk kez seninle geldim."

Şık merdivenlerini çıkarken gerginlikten avuçlarım ıslanmıştı. Karşılama görevlisi bizi içeriye buyur etti ve bir başka görevli randevumuza bakarak bizi masamıza yöneltti. Ağzımın içinde, bize yardımcı olan hanımefendiye bir teşekkür mırıldandım ve Duman'ın karşısındaki sandalyeye yerleştim.

Hemen deniz manzaralı cam kenarında, yuvarlak masaya karşılıklı olarak yerleştik. Çok geniş, sade ve aynı zamanda ruh okşayan inceliklerle döşenmiş bir mekândı. İçerinin aydınlatması loştu, göz yormuyordu. Mahremiyete önem verilmiş, masalar arasına rahat bir mesafe eklenmişti. Göz ucuyla camdan dışarıya baktım. Deniz ne kadar köpürse de hoyrat olsa da kayalıklardan bizim tarafa geçemiyordu. Bacaklarımı masanın altına yerleştirdim ve gözlerimi denizden daha güzel olan şeye çevirdim. Kehribar renkteki gözler, efendisi olan ruhunun bir gölgesi gibi esrarengiz görünüyordu. Kolunu sandalyesinin arkasına atmıştı ve diğer eli su dolu kadehi kavramıştı.

"Beğendin mi?" diye sordu alçak sesle.

"Evet," dedim ve ellerimi nereye koyacağımı bilemeyerek kucağımda tuttum. "Sakin ve şık bir yer."

"Seninleyken insanlar bizi çok rahatsız etmesin istedim."

Heyecanlanarak yutkunduğumda Duman'ın dudağı bir gülümsemeyle kıvrıldı. Duman gülümsediğinde, etekleri öpülen bir kral gibi görkemli duruyordu. "Gülmesene oğlum."

"Oğlum mu?" Duman apaçık bir hayretten sonra, sen iflâh olmazsın der gibi gözlerini devirdi. "Oğlum diyor ya. Sanki asker arkadaşım.”

Kollarımı tavırlı bir şekilde göğsümde bağladım ve gözlerimi tekrar denize çevirdim. "Ne yemek istersin?" diye sordu Duman. "Menüye baksana?"

Garson yanımıza yaklaşarak bize ne istediğimizi sordu. Duman soslu levrek sipariş etti. Menüye dışından bir bakış attım, içini karıştırmadan, "Aynısından," dedim, bana dönen beyefendiye. "Soslu levrek."

Bizi onayladıktan sonra, "İçecekleriniz?" diye sordu ve ardından ekledi. "Yıllanmış kırmızı bir şarap harika olur." Kalitesinden emin olduğu bir markayla önerisini tamamladı.

Duman dikkatli gözlerle garsona bakarken, "Evet, olur," diyerek mırıldandım ve başımı önüme eğdim. Beyefendi Duman'a döndüğünde, aralarında bir bakışma geçti ve Duman, "Aynısından," diyerek cevapladı.

Adam yanımızdan ayrıldığında sırtımı daha dik tuttum, onunla bakıştım. Başını sol omzuna doğru yatırırken, "Seni beğendi," diye mırıldandı ve bir açıklama yapmadan sustu.

Kaşlarımı çattım. "Garsondan mı bahsediyorsun?"

Bana yalnızca baktı, hiçbir cevap vermedi. Bugün neden farklı davranıyordu, anlamıyordum. Sessizliğini koruduğunda kollarımı ovuşturdum. "Yüzüne bile bakmadım Duman."

Kadehi kaldırdı ve ağzına dayayarak gözlerini gözlerimden hiç ayırmadan suyu içti. Bakışlarında baygınlıkla dolu bir boş vermişlik vardı. Kadehi masaya geri bıraktığında, "Beğenmesin," dedi ve yeniden ölümcül bir sessizlik oluştu.

Kollarımı çözdüm, ellerimi masaya koydum ve kırmızı masa örtüsünü çekiştirirken, "Boş ver onu," dedim. "Sen... iyi misin?"

"Umurunda mı ki?"

Durdum, kaşlarımı sertçe çatıp ona baktım. "Ne duymak istiyorsun?”

Beklemeden cevap verdi. "Umurunda olduğumu."

"Umurumdasın."

Dudaklarını birbirine bastırarak omzunu silkti ve garson geniş bir tepsiyle geldiğinde yeniden sustu. Garson birkaç dakika içinde şık tabaklar içindeki servislerimizi bırakarak afiyet olsun dilekleriyle yanımızdan ayrıldı. Duman derin bir nefes alarak masaya abandı ve çatalla bıçağını eline aldı. "Soğutma da ye güzelim."

Tamam... Hâlâ güzeliysem her şey yolunda demekti.

Çatalımı bıçağımı alarak levrekten azar azar yemeye başladığımda gerçekten acıkmış olduğumu fark ettim. Duman masadaki kırmızı şaraba uzandı ve mantarını açarak kadehlerimize doldurmaya başladı. "Seni neden buraya getirdiğimi biliyor musun?" diye sordu, ifadesiz bir sesle.

Ağzımdaki lokmayı güçlükle yutarken, bana uzattığı kadehi aldım. "Bilmem, sebepsiz olduğunu düşünüyordum."

"Yanlış," dedi ve çıldırtıcı bir sakinlikle levreğinden alarak ağzına attı. "Sana söylemem gerekenler var, o yüzden getirdim."

Çok gerilmiştim, hatta kaskatıydım. Ne çatalla bıçağı ne de kadehi tutabiliyordum. "Söyle o zaman ne söyleyeceksen."

Duman çatal bıçağını tabağının yanına bırakarak sırtını koltuğa yasladı. Kırmızı şarap dolu kadehini aldı. Beklentiyle ona bakıyor, nefesimi tutuyordum. Şarabından büyük bir yudum alarak dudaklarını yaladı ve ben aynı anlarda bacağımda sert bir şey hissederek dudaklarımı araladım. Duman hayretim karşısında dudağını kıvırdı ve göz kırparak ayağını bacağımın daha yukarısına sürttü.

"Gördüğümden beri bacağına dokunmayı istiyordum."

Ellerimle de masanın örtüsüne tutundum ve hızlı soluklar almaya başladım. "Biri görecek Duman, kes şunu."

"Ne o? Etkilendin mi?"

Dirseğimi masaya yasladım ve yüzümü kapatarak suratına doğru hırladım. "Beni buraya oyun oynamak için mi çağırdın?"

"Zaten en başından beri bir oyunun içinde değil miyiz?"

Masanın örtüsünü daha sıkı kavrayarak avucumun içine alırken, "Bu oyunu biz kurmadık," dedim.

"Belki ben kurmuşumdur," dedi Duman soğukkanlılıkla.

"Sen... Ne diyorsun Allah aşkına?"

"Bugün, gerçekten ama gerçekten yakında öleceğimi net olarak kabullendiğim ilk gün."

Bir şey diyemedim, ne diyeceğimi bilemiyordum. Ömer ona neler söylemişti de Duman böyle berbattı? Takımının içindeydi, çok şıktı, yakışıklıydı ama yıkılmış görünüyordu. Yüzünün her santimine işleyen acıyla bana baktığında soluğum kesildi ve omuzlarım çöktü. Ayakkabısı aşağıya doğru sürtünerek bacağımdan inerken, gözlerini kadehine çevirdi ve bir süre hiç konuşmadı. Mekândaki kısık sesli konuşmalar, gülüşmeler, kadeh tokuşmalar, müziğin kaybolacak gibi duran incecik melodisi... Duman, ben.

Avuçlarımda bile tutmayı beceremediğim adamı kaybedecektim.

Avuçlarımda tutamadığım için mi gidecekti?

Kalbimde tuttum, yetmez mi?

"Seni yemeğe çıkarırken aklımda bunları konuşmak yoktu," dedi Duman, bir müddet sonra, yalın sesiyle. Başını önüne eğmiş, kadehine bakıyordu. "Senin için süslendim, saçlarımı taradım, güzel kokmak için parfüm sıktım..." devam etmesi zor gelmiş olmalı ki, gözlerini yumarak sustu. "Sonra Ömer'in yanına uğradım, bana ayağı yere sağlam basan gerçeklerden bahsedince, bunun seni son görüşüm bile olabileceğini düşündüm. Bana, yoğun bakıma yatmamı teklif etti, hatta bunun şart olduğunu söyledi."

Bunlar duymadığım şeyler değildi, ben de zaten ilk kez öldüğümü iddia edemezdim.

"Seni hiç kazanmamış olarak öleceğimi fark ettim," diye devam etti, aynı ses tonuyla, aynı bakışla, aynı ruhla. Ruhum, ilk kez ölmüyor olduğu halde neden ilk kez ölecekmişiz gibi davranıyorsun? 

"Bu yüzden içimde ne var ne yoksa dökmek istedim."

Ben varım,
Biz yokuz.

"Ben de senin için hazırlandım," dedim başka ne diyeceğimi bilemeyerek, sessizce.

"Güzel olmuşsun," dedi Duman. "Çok güzel."

Şimdi tutsam artık geç mi kalırdım? Onu tutmayı, o elimden kayıp giderken mi akıl etmiştim? Ben tuttum diye gitmeyecek miydi sanki? Hiçbir şey demeden Duman'ın artık hissizleşen, kıpırtısız suratına bakmayı sürdürdüm. "Benim elime kadın eli bile değmedi," dedi ansızın. "Hep seni bekledim."

Yüzünden, tüm yaşlarının izleri, yorgunlukları, vazgeçişleri akıyordu. Bakışlarını kadehinden kaldırıp bana bile bakmıyordu. Elinin biri masanın üzerinde yumruk halini almıştı. Daha önce de hiçbir kadınla bir şeyler yaşamadığından bahsederdi ama beni beklemek de ne demekti? Ben bile beni beklemekten vazgeçmiştim. "Duman... Lise..."

"Ne içim senden başkasını alıyor, ne de gözüm senden başkasını görüyordu."

Acımasızca saldırılarına devam ediyor, doğru bildiğim tüm yanlışların üzerine basıp geçiyordu. Kalbim, yaşanacak ne kaldı bilmem ama uğruna ölünecek bir şey var.

"Duman, sen o günlerden bahsedi..."

"Seni görmemek mümkün müydü Mahşer?" Gözleri nihayet kadehten kalktı ve onunla kucaklaşmayı bekleyen gözlerime sokuldu. O kocaman bir dağdı ama günden güne ufalanıyor, küçülüyordu sanki. Kadehi tamamen masaya bıraktı ve bir anda titreyen elimi kavrayarak yumruğunun içine aldı. Parmaklarım büyük avucunun içinde ezilirken, gözleri kayıplara karışmış bir şeyin peşine düşerek gözlerimde asılı kaldı. Kayıplara karışmış şey, kalbimdi. Aç, avucunun içine bak; kalbim orada Duman. 

"Yıllarca, beni okul sırasında öptüğün o anın tekrarlaması için bekledim. Dedim ki hep kendime, o seni bir daha öpmeden ölme..."

Ağlasan, silebilir misin hiç sevilmemiş çocuk bakışlarını, gözlerinden?

"Sen okul koridorlarında yere düşerdin, benim dizlerim acırdı Mahşer..."

BÖLÜM SONU.