0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

41. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

"BİLEKTEKİ KESİKLERİN KALPTEKİ İZLERİ."

DUMAN ALANGUVA.

Hayat, bir gün haksız yere çektiğimiz acıların tazminatını öder miydi?

Geceden daha koyu saçlar odanın içindeki karanlıkla uyum sağlıyordu. Mahşer, onu yerden kaldırdığım dakikadan beri kollarımın arasında uzanıyor, sessizce ağlıyordu. Epey uzun zaman olmuştu, belki ağlamaya devam etmesi şaşırtıcıydı ama onu rahatsız etmiyor, ağlamaya devam etmesi için sessiz kalıyordum. Ağlaması lazımdı, rahatlamaya duyduğu ihtiyacı titreyen omuzlarında hissediyordum. Evet, isteyerek, kendini bırakması için belki gerektiğinden acımasız davranmıştım ama bundan sonra bana karşı daha açık olacaktı. Gözyaşları, acı çekmenin bile bir nimet olduğunu gösterircesine düşüyordu gözpınarlarından.

Çenemi saçının tepesine yasladım. Kollarımı biraz daha sıkılaştırdım. Mahşer kollarımın arasında olmaya bir tepki vermiyordu, onu yerden kaldırırken de hiçbir tepki vermemişti. Kollarını kendine sarmış, sanki ona sarılmıyormuşum da bu yatakta yalnızmış gibi kendi kendine ağlıyordu. Üstelik ses çıkarmaktan da çekinmiyordu, dedim ya, yalnızmış gibi davranıyordu. Elimin içiyle saçlarını okşuyordum ama bunu hissettiğinden emin değildim. Sırtı kalbime doğru yaslıydı, titreyen omuzları göğsüme sürtünüyordu. Beli o kadar inceydi ki, içim parçalanıyordu.

Onu üzmek istememiştim, sadece neye ihtiyacı olduğunu bildiğim için böyle davranmıştım. Hiçbir şeye tepki vermezse en nihayetinde taşıp patlayacaktı, ben de bunun için ona yardımcı olmuştum. Şimdi daha rahattı. Ağlamasını görmek hayal edebileceğimden daha kahredici olmuştu ama onu daha iyi hissedeceğini bildiğim için buna katlanacaktım.

Her halini gördüğümde kendini bana karşı daha açık hissedecekti. Gözyaşlarını silerek yüzünden çektiği eline uzandım ve gözyaşlarıyla ıslanan parmaklarını dudaklarıma yaklaştırarak yavaşça öptüm. Elini çekmeden titrek bir soluk aldı. "Küçük bir kız gibi hıçkırıyorsun," dedim, parmağının köşesinden bir kez daha öperek.

Burun çekme sesi geldiğinde şefkatle gülümsedim. Elini dudaklarımdan çekmeyince onu öpmemi sevdiğini düşünüp parmaklarını dudaklarıma yasladım.

"O adamın yanına gidip yaptığım şey için özür diledim.”

Bu cümleyi duymaya çok hazırlıksız yakalanarak gözlerimi yüzüne çevirdim. Doğru mu anladığımı sorgulayarak “Neden bahsediyorsun?” diye sordum.

“Tehdit ettiğim adamın yanına gittim. Ona… Kendisini öldürmeyeceğimi, rahat olması gerektiğini söyledim.”

Bunları söylerken iç çekiyor, isterik davranıyordu.

Cidden mi? Adamdan özür dilemiş, onu rahatlatmış mıydı? Ah, en azından adam onu şikâyet etmeyecekti. Tam da Abdulrezzak’tan o adamı araştırmasını isteyecektim ancak Mahşer konuştuysa adam kendisini korumak için polise başvurmazdı. Onun kızarmış dudaklarına bakarken, “Bunu niçin yaptın?” diye sordum. “Gidip o adamdan özür dileme motivasyonun neydi?”

Elini kendisine doğru çekip sweatini bileğine doğru örttü. “Hatamı anladığımı sana göstermek için yaptım. O adam hâlâ umurumda değil.”

Ah bebeğim… Dudaklarımı başının üstüne koyup kolunu yumuşak şekilde okşadım. “Neden en başından söylemedin bunu?”

Israrla sweatinin kollarını bileklerine doğru çekiştiriyordu. Bu kadar mı üşüyordu? Oysa ateşi yoktu. “Beni ben olduğum için affetmeni, bana dayanamadığını, hatalarımla kabul etmeni istedim.”

“Mahşer…” Bu konunun onu ne kadar derin düşüncelere ittiğini böyle fark ettim ve daha fazla konuşup canını yakmamak için başka şeyler konuşmayı düşündüm. "Biliyor musun, çocukluğum hem şanslı hem şanssız geçti," dedim, kafasını dağıtmak için kendimden bahsederek. "Her şeyim vardı, yediğim önümde yemediğim arkamdaydı. Babamla amcamın işleri iyi gidiyordu, varlıklılardı. Ama... Annem ve babam bizi sevmezlerdi. Beni de Ada'yı da. Hatta... Bir keresinde annem Ada'ya hamile olduğu sırada kendini koltuktan yataktan atarmış düşük yapmak için."

“Yaa,” dedi, dikkatini bana vermiş halde.

Bu gerçek her zaman gözlerimi doldurur.

Ada'nın yokluğunu düşünemiyorum.

"Annem zamanını arkadaşlarıyla, babamı aldattığı sevgilileriyle, kumar masalarında geçirirdi. Bize bir bakıcı bakardı, hakkını yiyemem, iyi bir kadındı ama Ada da ben de annemi isterdik. Böyle böyle büyüdük. Bakıcıya ihtiyacımız kalmadığında biz de artık ailemiz için bir şey ifade etmediğimizi anlamış, yalnızca birbirimizi sevip kollamıştık. O talihsiz geceye kadar Ada ve sen vardın hayatımda, aile kelimesi bana yalnızca sizi çağrıştırıyordu. Fakat sonra... O geceden sonra seni ve Ada'nın ruhunu kaybettim."

"Benim de bir ruhum yok ki," dedi Mahşer, az öncekinden daha kısık bir sesle. Ruhunu hiçe saymasını duymaktan nefret ettim. Başkalarının yanında gerçekten ruhsuz birisi gibi, boş boş bakıyordu ama şu an bir ruhu olduğuna yemin edebilirdim. "Ayrıca Ada kendisine çok acıyor, sinir bozucu."

"Sen de kendine acıyorsun," dedim, saçlarının üzerinden öperek. "Herkesi yaralayıp kendini öldürüyorsun."

"Etim çok kalın benim, inceyim aslında. Yani... ölmek istesem bıçağı sert kullanmam lazım. Öyle kolay ölmem ben, herkesi yaraladığım o bıçak kendime gelince kesmiyor sanki..."

O dalgın dalgın, hıçkırığa karışmış iç çekişlerinin arasında konuşurken, neden söz ettiğini anlamadığım için kaşlarımı çattım. Elimi çenesine götürdüm ve yüzünü kendime çevirdim. Sesimi sakin tutmaya çalışarak ıslak gözlerinin içindeki gerçekleri araştırdım. "O ne demek öyle?"

Hiçbir şey demeden gözlerini kapattığında sessizliğinden, gözünün kenarından akan yaşlardan rahatsız olarak dişlerimi sıktım. Kirpikleri ıslakken çok çocuksu, masum duruyordu. Burnunun ucu kızarmış, dudakları şişmişti. Teni saydam gibiydi, duygularını ilk kez bu kadar net görüyordum. Hayatın ona ödeyeceği tazminat, gözyaşlarıyla beraber artıyordu. Bıçak demişti, bıçak...

Gözlerimi aşağıya kaydırıp elinin içine alıp sıkıca tuttuğu giysisine baktım. Sımsıkı tutuyordu, sanki kollarının açılmaması için... Bir saniye! Hayır! Yataktan fırladım ve dizlerimin üzerine çöküp yumruk halindeki ellerine uzandım. Mahşer gözlerini açıp yumruklarını sıkarken, "Bırak," dedi, öfkeyle. Hâlâ ağlıyordu. "Dokunma bana!"

"Ne bok yedin sen, ne!" Ne kadar sıkı kapatsa da ben ondan daha güçlüydüm, bu yüzden yumruklarını çözebilmiştim. Mahşer benim gibi yataktan doğrulup geri kaçmaya çalışırken, dirseğinden sıkıca tutarak kıyafetin kollarını dirseklerine doğru ittim. Mahşer hırçın şekilde yüzüme vursa da umursamadım. Çıplak kollarını gece lambasının ışığına yaklaştırdığımda, tahmin ettiğim ve beni derin bir karanlığa iten şeyi gördüm.

Kollarında kesikler vardı.

Dirseğinin aşağısından itibaren, iki kolunda da yer yer kesik izleri vardı. O gece... Döndüğümüz gece mi yapmıştı bunları? Ellerimi sertçe iterek sweatinin kollarını tekrar aşağıya çekiştirdi ve kollarını kapatarak, "Düştüm," diye yalan söyledi. Düşmedi, düşmeyi istedi. "Sinirlenince dikkatsiz yürürüm ben, ayağım taşa takıldı ve kollarım sürtündü! Bir şey yok!"

Yalan söylediği çok açıktı. Dudaklarımı kapatamıyor, tek hece bir şey diyemiyordum. Resmen kollarını kesmişti, bıçakla. O kadar hızlı nefes almaya başlamıştım ki yine bir kriz geçirdiğimi düşünmeye başladım. Kalbim, kriz geçirdiğim acımasız günlerde bile bu kadar yoğun şekilde acımamıştı. Sipsivri bir şey kalbime sertçe batıyor gibiydi, ucu kaburgalarımdan çıkıyordu sanki. Kendisine zarar vereceğini düşünmemiştim, daha önce ne kadar acı çekerse çeksin bu yola başvurmamıştı. Daha birkaç gün önce öpücüklere boğuyordum kollarını, şimdiyse o öpücüklerin yerinde bıçak izleri vardı.

"Neden?" diye soludum, donakalmış gibi kollarına bakarken. "Ne... Bunu kendine neden yaptın?"

"Dü... Düştüm diyorum! Anlamıyor musun!" diye bas bas bağırdı.

İnkâr ediyordu, belki kendisi bile yediremiyordu. Canı kim bilir ne kadar da yanmıştı. Benim yüzümden olmuştu! Yanında olsaydım bunu denemezdi! Elim refleks haliyle kalbime giderken, "Neden?" dedim bir daha. "Kendini... Nasıl kesersin?"

"Canımın acıyıp acımadığına bakmak istemiştim," dedi, gözyaşlarını elinin tersiyle hızla sildi. "Ruhumda acı yoktu, gürültü çıkaran bir teneke gibi hissediyordum kendimi. Bir de vücudumu denemek istedim ve acıyı hissettim."

"Mahşer," diyebildim çaresiz bir şekilde. Çekmemesi için elimi yavaşça bileğine uzattım ve kollarından nazikçe tuttum. "Yapma, bunu kendine, yapma. Sen de insansın, değilmişsin gibi davranma kendine."

"Ben de insanım," dedi ve kollarını tutmama müsaade ederek başını bana çevirdi. "Ama sadece senin yanında bunu hissediyorum."

Duygularını bir tek ben harekete geçiriyordum ama bununla gurur duyduğum yoktu, ben onun insan olduğunu hep bilmesini istiyordum. Yutkunarak sweatinin kollarını tekrardan, kesikleri acıtmamaya çalışarak yukarıya çektim ve iki kolundaki kesiklere de baktım. "Çok acıdı mı?" diye sordum, sesim çatlamıştı.

"Hıhı," dedi, gözlerime bakarak. Yüzündeki saçlar bile ıslanmıştı. "Acıdı, bağırmamak için dişlerimi sıktım. Biraz da kanadı ama tişörtümle sildim. Acıyı hissetmek beni memnun etti. Sonra gidip kollarımı yıkayınca sızlamaya başladı, rahatsız oldum." Dudağının kenarını büktü, ağladığında gerçekten bir çocuğunkine benziyordu yüzü. "Gece boyunca sızladı ama sabahına bir şey kalmadı."

Parmak uçlarımı kesiklerin üzerinde usulca dolaştırarak bu kesiklerden dökülen kanı hayal ettim. Aniden içimi müthiş bir ürperti kapladı ve ellerim buz kesti. "Şu an acıyor mu?" diye sordum, burnumun sızladığını hissediyordum. "Merhem... getireyim."

Sesim yerini bulmuyordu, hissettiğim korkunun etkisi altındaydı. Kollarını nazikçe bırakarak yerimden fırladım ve odamda, uzun yıllardır hasta olduğum için duran ilaçların yanına gittim. Komodinin altındaki geniş rafı açıp ilaçlara telaşla baktım ve merhemi alıp onun yanına döndüm. Merhemin kapağını açıp elime biraz aldım ve kesiklerin üzerine yavaşça sürdüm. Herhangi bir tepki vermeden bana izin verdi. "Acıtıyorsam söyle," dedim ama hiçbir şey söylemedi.

Merakla, "Bana kızmayacak mısın?" diye sordu. Hâlâ gözlerime bakıyordu. "Beni tepkisizlikle suçluyorsunuz ama biliyor musun annem kollarımın bu halini görse sormazdı bile, Enes de kızardı herhalde. Peki sen..."

"Ben üzülüyorum Mahşer, çok üzülüyorum." Merhem sürme işini bitirdim ve bu kez uzanıp elimin tersiyle yüzündeki yaşları silerken diğer elimle onu kendime çekmeye çalıştım. "Kendini insan yerine koymamana çok üzülüyorum!"

"Senden başka kimse beni insan yerine koymuyor ki," dedi ama sesinde kızgınlıktan çok farkında olmanın hüznü vardı. Kirpik uçlarında iri damlalar duruyordu. "O geceden sonra... Birkaç arkadaşıma yaşadığım üzüntüyü anlatmaya çalıştım ama insanlara bir şey paylaştığımda, onlar da doğrudan kendi sorunlarından bahsetmeye başladılar! Sanki kendilerinin de acı çekmesi benim acılarımı hafifletecekti! Dinlemelerini istiyordum, daha sonrasında ben de onları dinlerdim ama hep kendi üzüntülerinden bahsediyorlardı." Gözleri öfke ve nefretle doldu. "O günden sonra insanları daha çok tanımaya başladığımı hissettim ve midem bulandı. Duygularımı, insanlara olan hassasiyetimi kaybettim. Kabul, başlarda umursamaz gibi davranıyordum ama zamanla gerçekten umursamaz, duyarsız biri haline geldim. Memnunum aslında bu huyumdan, kimseyle arkadaş olmak istemiyorum..." Yüzünü önüne eğerek kollarını geriye çekti. "Ama bana bir daha kalpsiz misin sen, deme tamam mı? Kalpsiz olsam da deme işte."

Benim yüzümden olmuştu, belki farkında değildi ama onu kalpsizlikle suçlamam onu derin düşüncelere itmişti. Kendisiyle yüzleşmeyi hiç sevmemişti ama ben onunla kendisinden önce yüzleşmiştim. Asıl kalpsiz olanın kendim olduğunu hissetmeye başlamıştım, çünkü onun kendisine zarar vermesine sebep olmuştum. Kollarındaki kesiklerin sebebi bendim, yanında olsaydım bunu yapmazdı. Boğazımı temizledim ve titreyen ellerimi dizlerimin arasına sıkıca bastırarak, "Özür dilerim," dedim gözlerimi başka yere çekerek. "Olanları, anlattıklarını duyunca... Ben seni öyle düşünmek istemiyorum Mahşer. Elinde bir silahla hayal edemiyorum, insanların hayatları için bir tehdit olmanı istemiyorum. Hak ettiğin bu değil kızım, değil... Üstelik, benim yüzümden masum birilerinin öleceğine ben ölmeyi tercih ederdim."

"Seni istiyordum ve kaybedemezdim," dedi kararlı şekilde, bundan yana hâlâ bir pişmanlığı yoktu. O ağlamaya kaldığı yerden devam ettiğinde, gözyaşlarından duyduğum rahatsızlıkla beraber bakışlarımı kaçırdım. Az önceki gibi tepki vermeden yastığın üzerinde usulca ağladı. Ona ağlama, demeyecektim. Benim için dinlemesi ve görmesi kahredici olsa da onun ağlamaya en derinden ihtiyacı vardı. Kaç yıldır ne ağlıyor ne de içinden geldiği gibi gülüp kahkaha atıyordu.

Bırak, dedim içimden. Ağlamaya ihtiyacı var. Duymaya katlanamıyorsun diye gözyaşlarını çalma ondan.

Hıçkırıkları sayesinde titreyen omzunu öperek sakinleşmesini bekledikten sonra, "Üzerindeki kalın bir şeye benziyor," dedim yumuşak bir sesle. "Kollarındaki sıyrıkları acıtır. Bunu çıkarıp rahat bir tişört giymek ister misin?"

İlk bir dakika boyunca cevap vermeyeceğini sandım ama daha sonra başını salladığını görüp yavaşça doğruldum. Onu kendimle beraber doğrulttuğumda duvardaki bir noktaya bakarak kıyafeti çıkarmam için yardımcı oldu. Siyah, sade bir sutyenle kaldığında elimde olmadan vücudunu taradım; başka bir delilik yapmış olmasından korktum. "Başka yerimde yok," dedi o sırada Mahşer, bakışlarımın amacını anlayarak. "Aptal değilim ben, vücuduma zarar vermiyorum! Sadece... bir şey denedim, yoksa acıdan zevk falan almıyorum."

"Tamam," dedim, onun aksine ben yumuşak bir ses kullanarak. "Sadece denemek için yaptın ve bir daha tekrarlamayacaksın?"

Bunu bir alışkanlığa döndürmesinden çok korkuyordum. Mahşer ıslak gözlerini yumruklarıyla temizleyip, "Bir daha yapmayayım mı?" diye sordu, bana dik dik bakarak. "Üzüldün mü?"

"Bu da soru mu?" dedim kollarına bir daha bakarak. "Çok üzüldüm, sakın bir daha yapma!"

Bakışlarını önüne çevirdi ya da kaçırdı. "Üzüldüysen yapmam o zaman," dedi omuzlarını kaldırıp indirerek.

O kadar savunmasız görünüyordu ki buna alışkın olmamakla beraber ona dokunmak bile savunmasızlığını yaralayacakmışım gibi hissettiriyordu. Doğruldum ve dolabımın kapaklarını açıp onun için pamuklu tişört çıkardım. Yatağa geri oturarak tişörtü başından geçirdiğimde gözleri hâlâ duvara bakıyordu. "Çok yakıştı," dedim, tişört vücudundan kayıp karnında yığın olduğunda. "En son ne zaman yemek yedin?"

Gözleri, kafasının içinden geçenleri daha da merak etmeme sebep olacak bir dalgınlıkla bana döndü. "Hatırlamıyorum," dedi düz bir sesle. "Ayrıca aç hissetmiyorum."

Elimin içleriyle yüzündeki yaşları bir daha sildim ve rahat uyuması için pantolonunun düğmesine uzandım. "Rahat uyumanı istiyorum," dedim fısıltıyla. Kalçasını hafifçe kaydırdı ve pantolonunu indirmeme yardımcı oldu. Pantolon ince bacaklarından çıkıp yerle kavuştuğunda altında iç çamaşırı olmadığını görerek ufak bir şaşkınlık yaşadım. Neden çamaşır giymeyi atlamıştı, kendinden bu kadar mı habersizdi? Ne olacaksa olsun kafasındaydı, bununla çok sert yüzleşmiştim. Siyah çarşafı bacaklarına doğru çekerek kapattıktan sonra uzanıp dudaklarımı şakağına yasladım. "Hemen döneceğim," diyerek yanından ayrıldım.

Odadan çıkıp mutfağa girdiğimde Ada'yı tezgâhta kendine su doldururken buldum. Bana döndü ve su bardağını elinde tutarken, "Mahşer ablamın sesini mi duydum yoksa yanılıyor muyum?" dedi merakla.

"Doğru duydun," dedim dolaptan domates, peynir çıkarırken. Kahvaltı yaptığımız zamanlardan Mahşer'in domates sevdiğini hatırlıyordum. "Biz içerideyken gelmiş."

"Ama kapı..."

"Anahtar vardı onda," dedim kısaca.

Başını sallayıp suyunu içtikten sonra dikkatle bana bakmaya başladı. Domates ve peyniri dilimleyerek ekmeğin arasına koydum. İçecek bir şeyler aramak için dolabın kapağını açtım. Portakal suyunu alıp bardağa koyarken, "Mahşer ablama mı hazırlıyorsun?" dedi. "Kavga ettiniz, şimdi de yemek mi yiyeceksiniz?"

Sandviçle meyve suyunu tepsiye koyarken, "Bizim için normal bunlar," dedim. "Her ilişkinin normali farklıdır. Sizin Muhammet’le birbirinizin yüzünüze söyleyip belki bir ay küs kalacağınız şeyleri biz Mahşer’le her gün birbirimize söylüyoruz."

"Hımm," dedi. "Yani dengesizsiniz."

Dudağımın kenarıyla güldüm. "Bazı insanların normali, dengesizliğidir."

Düşünceyle iç çekti. Her ilişkiden aynı şeyi bekleyemezdi. Bazı insanların ilişkileri hassastır, belki de karakterlerinden ötürü. Bazı ilişkiler de hassaslıktan daha uzaktır, kolay kırılmaz, birçok şeyi atlatırdı. "Peki... ağlayan Mahşer miydi?"

Mahşer ağlamasının duyulmasından rahatsız olur muydu, bilmiyordum. Yüzü çok kızarmazdı ama böyle garip şeylerden utanırdı. Bu yüzden, "Sen takma, odana git de uyu," dedim yumuşak bir sesle. Dümdüz, açık kahve saçlarını aşağıya doğru taradım. "Muhammet nerede?"

"Ömer abinin yanında kalmaya gitti."

Memnuniyetle sırıttım ve Ada odasına girdiğinde ben de kendi odama girdim. Mahşer’i en son bıraktığım şekilde buldum. Yatağın kenarına oturarak tepsiyi kucağına yavaşça bıraktım.

"Ben senden yemek istedim mi?"

Tepsiyi kucağında sabitleyerek ellerimi geri çektim. "İstemedin."

"Niye getirdin o zaman?"

"Açsın çünkü," dedim onun aksine sakin bir sesle.

Başını sallayıp tepsiyi kucağına daha da çekti. Sandviçi yemeye başladığında rahatlayıp elimi sırtında gezdirdim ve ben de bir sigara çıkardım. Sigaramı içerken Mahşer portakal suyunu içip sandviçini yedi. İlk birkaç dakikadan sonra sandviçi daha hızlı yemeye başlamıştı, çünkü çok açtı. Allah bilir o geceden sonra yemek yememişti. İkinci sigaramı yakıp bitirene kadar Mahşer de yemeğini bitirip tepsiyi komodine koydu. Yataktan kalktığında bakışlarımla onu takip ettim. Tişörtüm dizlerinin biraz üstüne geliyordu. Kapıyı açıp dışarıya çıktı ve az sonra banyonun ışığı yandı.

Su sesi geldi ve birkaç dakika sonra banyodan çıkıp odanın yolunu tuttu. Kapıyı kapatıp yatağa yürürken yüzünün ve saçlarının bir kısmının ıslak olduğunu gördüm. Yatağın içine girip tişörtün yakasıyla yüzünü sildi ve yatağın içine kayarak çarşafı üzerine attı. Bana tekrar sırtını dönerek kollarını kendine sardığında, "Kollarının üzerine yatma," dedim ayak bileğini okşayarak. "Sızlamasın."

"Huylanıyorum, bırak," dedi ayağını geriye çekmek için hamle yaparak.

Ayak bileğini bırakmadım, aksine daha sıkı tutarak bileğindeki kemiği okşadım. "Yalan söyleme, daha önce buradan huylandığını hiç söylemedin."

"Her şeyi bilmek zorunda değilsin," diye homurdandı.

Üstüne gitmedim, yükselmesini istemiyordum. Elimi ayağından çekerek güzel yüzüne baktım. "Bir sigara ister misin?"

"Hayır," dedi netçe.

Başımı salladım ve gözlerini kapatmasını izledim. Başı yastıkta olduğu için gece lambasının loş ışığı yüzünü seçilebilir kılıyordu. Kirpikleri ve saçlarının bir kısmı ıslaktı ama artık üşümüyordu. Paketimden bir sigara daha çıkarıp yatağın diğer tarafına, çarşafın üzerine uzandım ve tavandaki gölgelerimize bakarak sigaramı içtim. Mahşer ilk başlarda derin nefesler alıyordu ama birkaç dakika sonra o nefesler düzene girdi ve garip titremelerle, hıçkırığa karışık iç geçirmelerle beraber uyuyakaldı.

Sigaramın izmaritini atmak için yataktan doğruldum ve komodinin üzerindeki kül tablasına bırakıp yatağa geri uzandım. Bu kez kollarımı Mahşer'e sararak başımı ensesine gömdüm ve o sert, kışkırtıcı kokusunu içime çektim. Kalbimin dışarıya doğru attığı her anı, sadece onun yanındayken böyle net hissediyordum. Elimin içiyle karnını okşadım ve gözlerimi kapatıp kulağıma ninni gibi gelen nefeslerini dinlerken, "Seni seviyorum," diye fısıldadım kendimin bile zor duyabileceği bir sesle. "Seni çok seviyorum.”

O dakikadan sonra ne zaman uyudum, hatırlamıyordum ama geri uyandığımda Mahşer hâlâ kollarımın arasındaydı ama tek farkla; yüzü şimdi bana dönüktü. Sabahın çok erken saati olduğunu fark edip esnedim ve açtığı çarşafı kollarına doğru örttüm. Doğruldum ve o uyanmadan önce bir duşa girdim. Ilık suyun altında cansız bir şekilde dururken, kafamı çevirip aynaya baktım. Mahşer aynaya bakmamasına rağmen her şeyiyle çok güzeldi. Aynaya bakıp güzel olmak için uğraşıyor gibiydi ama bunu yapmadığını da biliyordum.

Duştan çıkıp belimdeki havluyla odama girdim ve dolabımdan çamaşırla kıyafet aldım. Siyah eşofmanımın üzerine siyah bir tişört geçirdim. Cüzdanımla anahtarımı cebime atıp Mahşer'i yanağından öptükten sonra evden ayrıldım. Arabaya atladım, önce yakın bir benzinliğe geçerek benzin aldım. Pastaneye uğrayıp sıcak ekmek ve biraz poğaça falan aldım. O sırada pastanedeki pastalar dikkatimi çekti ve gözlerim camın ardındaki tezgâhtara döndü. "Kestaneli var mı?" diye sordum çenemle pastaları işaret ederek.

"Bakayım." Çocuk pastalara baktı ve bir tane kaldığını söyledi. Daha önce hiç kestaneli pasta yememiştim ama Mahşer severdi. Gülümseyip hevesle pastayı istedim ve borcumu ödeyip pastaneden ayrıldım.

Eve geri döndüğümde arabamdan indim ve apartman dairemize çıkıp kapıyı açtığımda mutfaktan seslerin geldiğini duydum. Elimdeki torbayla mutfağa girdiğimde sesin aslında balkondan geldiğini anladım. Torbayı tezgâha bırakıp balkona çıktığımda Mahşer'in demir parmaklıklara yaslı olduğunu, elindeki su bardağını hem içip hem de içindeki suyu aşağıya septiğini gördüm. Ona hissettirmeden başımı ileriye uzattım ve septiği suyun bir adamın kafasına damladığını gördüm. Adam başını kaldırırken Mahşer bu şekilde eğlendiğinden olsa gerek görünmemek için geriye kaçtı. Bana çarptığında irkildi.

Kafasını kaldırıp bana baktığında ona göz kırptım. Şimdi dünkü ruh halinden eser yoktu, gayet alaycı ve sert bakıyordu. Beni iterek yanımdan geçerken, "Günaydın," dedim ona, sevgi dolu bir sesle. "Ne zaman uyandın?"

Dün akşam hiç yaşanmamış gibi gayet iyi, kendinde, ciddi görünüyordu. Masadaki sandalyeyi çekip oturdu. Bacak bacak üstüne atarak elindeki bardağı masaya koyduktan sonra dirseklerini masaya yasladı. Kafasını kaldırıp getirdiğim torbaya bakarken, "Çok olmadı," dedi, dün gece hariç tüm diğer zamanlarda kullandığı ses tonuyla. "Duş aldım, su içmek için mutfağa geldim. Sen neredeydin?"

İçeriye yürüdüm ve demliğe su koyup ocağa bıraktım. "Pastaneye gittim," dedim, onun da elimdeki poşetten anlayacağı üzere. "Poğaça falan aldım. Saçlarını kurut, hâlâ ıslak."

"Artık üşümüyorum," dedi, dönüp baktığımda kollarını kucağına sakladığını gördüm. Üzerinde bir başka tişörtüm vardı, evde ben ve Ada'dan başkası olmadığı için böyle gezmekten rahatsız değildi. Kollarındaki yaralar onu utandırıyor muydu, bilmek isterdim. Çay kaynadığında beklemeden demledim ve pastayı geniş bir tabağa çıkarıp kenara bıraktım. Mahşer kollarına bakıyor, benimle konuşmuyordu. Kahvaltılıkları masaya dizip doğrulduğum sırada yaklaşıp cansız duran teninden, yanağının üzerinden öptüm. "Kolların acıdı mı?" diye sordum dudaklarımı çekmeden.

"Banyo yaparken biraz sızladılar," dedi önüne bakmaya devam ederek. Bir nefeslik vakit sustu ve sonra gözlerini bana çevirdi. Savunmasız değil, güçlü görünüyordu ama istediği bir şey var gibiydi. "Bir daha merhem sürer misin?"

İlgi istiyordu, sevildiğini görmek istiyordu. "Sen sormasan da zaten ben süreceğim," dedim.

Bakışları yumuşadı ve gözlerim hariç yüzümün her tarafına bakarak elini kaldırdı. Dokunuşuna aç şekilde nefesimi tuttum ve Mahşer'in eli yanağımı yavaşça okşadığında, kalp atışlarımın başka hiçbir şeye gerek kalmadan hızlandığını hissettim. "Beni sevdiğini hissetmek için her defasında kalp atışlarını duymayı bekliyorum. Duydum, gidebilirsin."

Elini yanağımdan çekip beni açıkça kovduğunda gözlerimi devirdim ve tezgâha döndüm. Demini alan çayı bardaklara koyup geri döndüğümde, "Ben çayı fincanda içerim," diye cadılık etti Mahşer, dik dik bakarak. Öyle bir huyu yoktu, olsaydı zaten fincana koyardım. Yine de arkamı döndüm ve çayını bu kez fincana koyup önüne bıraktım. Mahşer sahte bir sırıtışla salata dilimine uzandı. "Sağ ol."

Ona şefkatle bakmaktan başka şey yapmadan arkamı döndüm ve mutfaktan çıkarak Ada'nın odasına ilerledim. Kapıyı tıklatıp içeriye doğru seslendim. "Abiciğim?"

"Abi?" Ada uyanmıştı, hazırlanıyor olabilirdi. "Geliyorum birazdan."

"Yardıma ihtiyacın var mı?"

"Hayır, hallediyorum ben."

Çekinse de ihtiyacı olduğunda benden yardım isterdi. "Tamam abiciğim, çayını koyuyorum."

"Geliyorum."

Mutfağa geri döndüğümde Mahşer'in kahvaltıya başladığını gördüm. Poğaçanın birisini bitirmişti bile. Sandalyeyi çekip yanına oturduğumda ben hiç yokmuşum gibi yemeye devam etti. Çayımı önüme çekip şekerini atıp karıştırdım ve doğradığım salatalıkları ağzıma attım. Gözlerimi ondan çekemiyordum, yine duygularının önüne bir set çekmiş, boş boş bakıyordu.

Fincanı dudaklarından çekti ve gözlerini bana çevirdi. "Sana bir şey sorabilir miyim?"

Parmaklarım kulağının arkasında dolaşırken, "Elbette," dedim, onunla konuştuğum için sesim istemsiz şekilde yumuşamıştı. "Ne istersen sorabilirsin."

Elleriyle üzerindeki tişörtün uçlarını kavrayıp yumruğunun içinde sıktı ve kararsızlıkla bir süre bekledi. Onu kararsızlığa boğanın ne olduğunu merak etmiştim. Rahatlaması için gülümseyerek kulağının arkasını, boynunu okşadığımda bakışları hızla değişti; tahrik olmaya başladı. Gülümseye devam ettiğimde, "Dün biraz hastalığım hakkında düşündüm," dedi aniden.

O devamını getirmeden, "Hastalık mı?" diye sordum.

"Evet," dedi düz bir sesle. Dudaklarını ağzının içine yuvarladı. "Bu kadar duyarsız olmanın normal olduğundan bahsetme bana."

"Mahşer..."

"Sosyopat insanların da benim gibi empati yetenekleri hiç yok biliyor musun? Aynı zamanda utanmaz, suçlu hissetmez, pişman olmazlar. Beyinlerinde, duyguları yönetebilen merkez çalışmıyor. Vicdan azabı duymaz, kötü bir şey yaptıklarında rahatsız olmazlar..."

O anlatmaya devam ederken ben dudaklarımı kıpırdatamadan onu izliyordum. Kendi hissizliğinden bu derece rahatsız olduğunu farkında değildim. Sosyopatlıktan bahsediyordu, ciddi ciddi kendisini hasta ilan etmişti.

"Dediğim gibi sosyopat insanlar başkalarına hükmetmeyi de sever, benim gibi. Bu özellikler benim karakterimi oluşturan şeyler! Ben de böyleyim, demek ki sosyopatım. Üstelik insanlara da zarar veriyorum, psikopatlığım da..."

"Sus artık," dedim, onu kendine getirmek için yüzünü sarsarken. Sesimle beraber Mahşer, önüne bir set çekmişim gibi durdu ve gözlerini kırpıştırıp sustu. "Bundan sonra bu evde benimle yaşıyorsun!"

Bir şaşkınlık belirtisi gösterdi. "Seninle mi?"

"Evet," dedim aniden aldığım kararla birlikte. Bu böyle olmazdı, Mahşer o evde yapayalnızdı ve sevilmediğini, annesi tarafından umursanmadığını hissettikçe daha da duygusuzlaşıyordu. “Artık senin evin burası, beraber yaşayacağız! Senin ruh halini dengede tutabilecek olan tek kişi benim. Bitti kızım, artık buradasın!"

Yüzünü geriye çekerek önüne dönerken gözlerinde karmaşık duygular açığa çıktı. "Olmaz," dedi ama sesinde başka şeyler vardı. "Benim annemle ilgilenmem lazım."

"Abin ne güne duruyor?" dedim sinirle. Bu konuda Mahşer'e anlayış gösteremezdim. Dün kestiği kolları, bugünkü bu karamsar tavrı ürkütücüydü. Onu ben idare edebilirdim, istersem onu alıp psikoloğa bile sadece ben götürebilirdim. "Beraber yaşayacağız."

"Abim... anneme bakamaz," dedi kafasını iki yana sallayarak. "Anlamaz onun ne istediğini, beklediğini. Annemin dilinden ben anlarım, o geri zekâlı annemin sorumluluğunu alamaz."

"Umurumda değil," diyerek ellerimi çektim. Sandalyeyi geri iterek doğruldum. O esnada Ada'nın kapıdan içeriye girdiğini, günaydın, diye mırıldandığını duydum. Mutfağın içinde olta atmaya başladığımda Ada da tekerlekli sandalyesini masaya çekti. "Bugün gidip eşyalarını alıyoruz, evine dönmüyorsun. Ben Enes'i karşıma alıp konuşurum, annesine bakması gerektiğini anlatırım. Sen de birkaç günde bir gidip anneni görürsün işte. Bencilim ben diyordun, bencilsen burada kal işte."

"Aa." Ada başını bana kaldırdı. "Mahşer ablam burada mı yaşayacak?"

Mahşer kafasını kaldırıp Ada'ya baktı. "Burada kalmamı ister misin ki?"

"Evet," dedi Ada, gülümsüyordu. "Bence eğlenceli olur. Ben bazen evde sıkılıyorum, bana arkadaş olabilirsin."

"Olmam," dedi Mahşer agresif şekilde önüne dönerek.

Ada onun bu haline çok alışmış gibiydi, bu yüzden hiçbir alınma belirtisi göstermeden gülümsemeye devam etti. Belli etmese de kabul görmek Mahşer'i de memnun etmişti. Kararlıydım, bundan sonra Mahşer'in evi burasıydı. Gözümün önünde olacaktı, sağlığından emin olmalıydım. Durdum ve gözlerimi Mahşer'e diktim. Kaşlarını çatmış, surat asıyordu. "Canın istediğinde gidip kıyafetlerini bugün alırız," dedim ve mutfağın çıkışına ilerledim.

"Benim hakkımda karar veremezsin," diye arkamdan bağırdı, çığlık atmış da olabilirdi.

Ona ortaparmağımı gösterdiğimde Ada'nın elleriyle gözlerini kapattığını, Mahşer'in de yerinden fırladığını gördüm. Emin adımlarla mutfak kapısından dışarıya çıkıp koridoru sinirle yürürken, Mahşer bana yetişip yumruklarını sırtıma indirmeye başladı. "Bana emir veremezsin"

İstediği kadar sinirlenip evi başıma yıkabilirdi, fark etmezdi. Yumruklarının hafif olduğunu söyleyemezdim, oldukça acımasız vuruyordu. Kaburgamın kalbime baskı yaptığını hissetmiştim. Dişlerimi sıkıp odamın kapısını hışımla açarken, "Senden nefret ediyorum," diye bağırarak adeta evi ayağa kaldırdı. Sinirle inliyordu. "Beni deli ediyorsun, deli! Öldürmek istiyorum seni, ya da..."

O da benim arkamdan içeriye girdiğinde beklemediği anda arkamı döndüm ve kapıyı kapatıp onun üzerine yürüdüm. Sırtı kapıya çarptı ve elleri havada kalırken, "Ya da ne?" diye hırlayarak saçlarına asıldım. Siyah tutamları elime dolarken, ağzımı sertçe ağzına yasladım. "Çekip öpmek mi?"

Kim daha önce yaptı bilmiyorum ama bir saniye içinde öpüşmeye başlamıştık. Ellerim vücudundan aşağıya kayıp belinde birleştiğinde, Mahşer de kollarını boynuma dolanıp aynı şekilde bana yaslandı. Onunla yatağa ilerledik. Bizim normalimiz buydu, kavga ettiğimiz bir anda kendimizi öpüşürken bulabilirdik.

Kollarını boynuma o kadar sıkı doladı ki beni öperken aynı zamanda öldürmek istediğini de düşündüm. Gözlerimi açtığımda, suratının kıpkırmızı olduğunu, tamamen beni öpmeye odaklı olduğunu gördüm. Ben bu tatlılığına gülerken, "Abi?" diye bağırdı Ada, sesi odanın diğer tarafından geldi. "Kavga mı ediyorsunuz yine?"

Gözlerimi kapattım ve Mahşer'in de durduğunu hissettim. Vücudu sızlanmayı bıraktı ve kendini kucağımdan kaldırıp yan tarafa atarken gülmeye başladı. Vücudumu yatağa atarken, Mahşer'in küçük gülüşleri büyük bir kahkahaya döndü. "Şimdi de gülüyorsunuz?" diye yakındı Ada, sesi bu kez sinirliydi. "Siz kafayı yemişsiniz!"

Gıcık olduğumu bildiği halde gülmeye devam etti. Gözlerimi tavana diktim ve vücudumun normaline dönmesini bekledim. Ada'nın masum davranışı bana kendimi suçlu ve kötü bir abi gibi hissettirmişti. Mahşer'in kahkahaları biraz sonra dindi ama gülerken hâlâ ses çıkarıyordu. O sesi öpmeyi isterdim, bu yüzden üzerine çıkıp boğazını öptüğümde ayaklarıyla beni iterek yataktan aşağıya itti ve poposunu dönüp yattı.

Bir süre yerde uzandım ve sonra onun yanına çıkarak vücuduna sarıldım. Tavana bakarken bana yaslandı ve aşk, bir bıçak gibi boğazıma yaslanıp beni ölümle adeta tehdit etti. Bu sevginin masum bir yanı yoktu, kalbimin atması için tek şansımsa oydu.

"Bak, ojelerim soyulmuş," dedi elini havaya kaldırıp tırnaklarını bana gösterirken. "Ben sürekli oje sürerim, burada yaşarsam kokusundan rahatsız olursun sen."

"Olmam," dedim siyah ojelerine bakarak.

Sinirlenmişe benziyordu. Yanaklarını şişirerek elini indirdi ve bir yumruk yaptı. Hayat ona saldırdığından olsa gerek, yumrukları hep hazırda bekliyordu. "Dağınığımdır," dedi ters bir sesle. "Hiçbir şeyimi toplamam, titiz hiç değilimdir."

"Ben toplarım," dedim burnumu ensesine sürterek.

Ellerini görebiliyordum, yumrukları daha da sıkı olmaya başlamıştı. "Sürekli sigara izmariti atarım evin her yanına, üstelik yemek yerken sesli çiğnerim!"

"Evde ses olması güzel bir şey ya..."

Dişlerini alt dudağına bastırdı ve tişörtünün eteğini yırtar gibi sertçe tuttu. Hayata karşı kurşungeçirmezdi ama çelikten zırhı kalbini korumuyordu, kanatlarıyla uçup her tehlikeden kaçacak olmalarına rağmen kelebeklerin bile öldüğü bir dünyaydı burası.

"Benim ne zaman uyuyacağım ne zaman uyanacağım da belli olmaz," diye kendini yermeye devam etti. Sanki bu sebepler beni ondan vazgeçirebilirmiş gibi, sanki aşkıma dur diyebilirmiş gibi. "Yemek yapmayı bilmem, bulaşık da hiç yıkamam! Temizlik de yapamam, çok pisimdir!"

"Olabilir," dedim gözlerimi yumarken.

"Ben... bir arada yaşadığım insanları kırar dökerim, bıkarlar benden," dedi, beni ikna etmek için çabalarken. Kendini sevdirmek için bile bu kadar çabalamazdı oysaki. "Ben senin yerinde olsam benimle yaşamam!"

"Ama ben değilsin! Ben de seninle yaşayacağım! Son kararım bu!"

"Ben uyurgezerim, gece seni boğabilirim ama," dedi huysuzluğuna devam ederek.

Yüzümü ensesine gömdüm ve esneyerek birkaç dakika kokusunun keyfini çıkardım. İlerleyen dakikalarda da saçmalayıp olur olmaz bahaneler öne sürdü. Bahane değil gerçek olsa da fark etmezdi, ne istediğimi biliyordum. Mahşer'in fizik ve ruh sağlığını yalnızca ben koruyabilirdim. Abisi ve annesi ona iyi gelmiyordu, evde kafayı yerdi. Benimle olursa en azından kendine zarar verip vermediğinden emin olurdum.

Biraz sonra Mahşer kollarımın arasından çıkarak yataktan kalktı ve dün gece giydiği pantolonuna uzandı. Gideceğinden endişe duyarak ben de hızla doğrulurken, "Nereye gidiyorsun?" diye sordum sertçe. "Az önce konuştuklarımızı duymadın mı?”

"Eve gidiyorum," dedi, fermuarını çekerek. Tişört ona uzun geldiği için uçlarını birleştirip bağladı. Bileğinde siyah bir lastik vardı, onunla saçlarını bağladı. "Sıkıldım senden."

Gözlerimi devirerek ayağa kalktım. "İyi. Gidip eşyalarını alalım."

"Ağğ!" Bir çığlık attı ve yatağın ucunda duran kıyafetini alıp üzerine giyerken odanın çıkışına yöneldi. Hızla dolabın içinden deri ceketimi aldım ve onun arkasından çıktım. Mahşer sokak kapısını hızla açıp dışarıya çıktığında, ben de ayakkabılarımı giyip peşine düştüm. Anahtarım ve cüzdanım pantolonumun cebindeydi. Sokak kapısını kapatırken, "Birkaç saate döneriz kız kardeş," diye içeriye bağırdım.

"Siz dönün, ben başımı alıp gideyim bu evden," diyerek bizden yakındı Ada.

"Gelme peşimden," diye bağırdı Mahşer, merdivenleri kaçar gibi inerken. Onunla apartman kapısından çıktım. Mahşer kaldırıma doğru ilerliyordu ki tutup onu kendime çektim. Arabanın etrafını dolanıp kapıyı açarken, Mahşer bana vurmaya çalışıyordu. Kapıyı açıp onu içeriye tıktım ve kendi koltuğuma yerleştim. Kapıları kilitlediğimde, Mahşer alev almış gözleriyle bana bakıyordu. "Zorba!”

O hakaret etmeye devam ederken, arabayı çalıştırıp yola koyuldum. İstediği zaman hakaret edebilirdi, zaten genelde de bana hakaret ediyordu. Sağlığını düşünmek zorundaydım, onu kendi karanlık düşünceleriyle bırakamazdım. Caddeye çıktım ve onun evini takip eden sokakları geride bırakarak mahallesine girdim. Mahşer neyse ki sustu ve arabayı evinin kapısının önünde durdurduğumda, kendini kapıdan dışarıya atıp eve koştu.

Gözlerimi devirdim. "Evine geldik geri zekâlı, hâlâ nereye kaçıyorsun?"

Etrafı dönüp sokak kapısına sertçe vurdu ve kapıyı Enes açtı. Mahşer onu itip içeriye girerken, "Dünden beri seni arıyorum," dedi Enes, endişeli sesiyle. "Neden arayıp haber verme zahmetine girmedin?"

"Dedi, hiç haber vermeden yıllarca ortalıktan kaybolan abim."

Mahşer ayakkabılarını çıkarmaya gerek görmeden oturma odasını yürürken, "Selam," dedim ben de ayakkabılarımla içeriye girerek. Enes dönüp bir de bana baktı ve sinirle gözlerini yumdu. "Geceyi birlikte mi geçirdiniz?"

"Çocuk yaptık," dedim onu alaya alarak.

Mahşer oturma odasına şöyle bir göz attı, sanırım annesini arıyordu. Enes bizim girmemizle beraber kapıyı sertçe kapatıp ellerini beline dayadığında Mahşer kendi odasının yolunu tuttu. Hızla peşine düştüm ve o kapıyı suratıma kapatmaya yeltenirken durdurdum. "Eşyalarını çantana koy, fazla oyalanmayalım," dedim normal bir şeyden bahseder gibi.

Omzunun üzerinden bana dönüp, “Defol," dedi.

"Bir saniye," dedi Enes, o da benim gibi Mahşer'in odasının kapısına gelerek bir bana bir de Mahşer'e baktı. "Ne demek eşyalarını topla?"

Mahşer kafasını hızla sallayıp Enes'e döndü. "Beni zorla evimden götürmeye çalışıyor abi!"

Enes, Mahşer'in kendisine abi demesinin şaşkınlığından kurtulduktan sonra bana dönerek üzerime geldi. Nefesimi üfleyip gözlerimi devirdim. Salak mıydı bu kız, abisinden korkup cayacağımı mı düşünüyordu? Biliyordum, o da içten içe benimle yaşamanın nasıl olduğunu merak ediyordu ama kabul etmiyordu. Kabul etmemesinin sayısız sebebi olabilirdi, çünkü o Mahşer'di.

"Bir yere gitmiyor," dedi Enes, sanki ne dediği çok da umurumdaydı. Mahşer, abisini üzerime salmaktan memnun şekilde bana sırıtırken, elimin tersiyle Enes'i ittim. "Bir git lan!"

"Kız kardeşim o benim!"

Mahşer elini göğsüne oh dercesine sürterek gülerken, başımı Enes'e çevirdim ve ben de onun üzerine doğru bir adım attım. Kız kardeşini koruma içgüdüsünü bir abi olarak anlıyordum ama Mahşer'in sakınılması gerekilen en son kişi bendim. Elimle göğsüne vurdum. "Mahşer'i benden korumana gerek yok.”

"Gelmek istemiyor," dedi Enes, elimi tersçe iterek.

"Evet," diyerek abisini onayladı Mahşer, yatağının kenarına oturdu. "Seninle gelmek istemiyorum."

Mahşer'e o kadar kızgın bir bakış attım ki, onu neredeyse ilk kez ürküttüğümü hissettim.

Tekrar Enes'e döndüm ve üzerine gidip mavi gömleğinin yakasından kavradım. İlk an beni itmeye yeltense de gözlerinin içine bakıp konuşmaya başladığımda yutkunarak sustu. "Kollarından haberin var mı?" diye sordum çelik kadar sert bir sesle. Bakışları merakla sarmalandı ve gözleri Mahşer’le benim aramda mekik dokudu. "Elbette yok! Hakkında hiçbir şey bilmediğin kız kardeşini sakın bana karşı korumaya kalkışma! En son ne zaman geçip saçını okşadın sen bu kızın? Evcilik falan oynarken mi? Aynen öyle! Şimdi gidip tek başına evcilik oynatamam mı?"

Onu geriye itip önüme döndüm. Mahşer ağzını hafifçe açmış, ikimize bakıyordu. Hırladım ve odanın içerisine girip avazım çıkana kadar bağırdım. "Çabuk eşyalarını lanet bir çantaya koy!"

Hafifçe sıçradı ve kafasını sallayıp harekete geçti. Bağırmak işe yarıyordu demek, alışık olduğu dil buydu. Ona bağırmaktan nefret etmiştim ama bu inadı bir gün başına ciddi anlamda bela açacaktı. Eğilip yatağın altından bir siyah çanta çıkardı, fermuarını açtı. İçeri yöneldim ve kıyafet dolabının kapısını sertçe açtım. Dolaptaki tüm çamaşırları elimle toplayıp yatağın üzerindeki çantaya doğru attım. Mahşer histerik bir mırıltı çıkardı ve kaşlarını çatarak kıyafetleri çantanın içine tıkıştırdı. Çaktırmadan güldüm ve rafları açtığımda bunun iç çamaşır rafı olduğunu anladım. Hepsini kucaklayıp çantaya doğru yürüdüm ve çoğu siyah olan çamaşırları çantaya koyarken, "Şu güzelmiş," dedim dantelli olanı işaret ederek.

Gülmemek için gözlerini kaçırıp genzini temizledi.

"Salak."

Sanırım Enes, Mahşer'in kıyafetlerini kendi rızasıyla koymaya başladığından olmalı daha fazla itiraz etmedi. Odanın kapısı önünde volta atarak gergin soluklar aldı. "Annem çok üzülecek," dedi.

"Ben söylemesem gittiğimi bile fark etmez," dedi Mahşer.

Maalesef haklıydı.

Kendisiyle ilgilenen birisi olmadığı için bu haldeydi. Ruh hali zaten kötüydü ve yalnızlaştıkça daha da kötü olacaktı. Buna müsaade etmeyecektim. Mahşer odadan hışımla çıkıp banyoya girdiğinde, Enes de bana doğru yürüdü.

"Neden onu ailesinden uzaklaştırıyorsun? Bana karşı zaten uzak, aramızı yapmaya çalışıyordum! Onu seviyorum, çok özledim!" Duygularında samimi görünüyor, yakınıyordu. "Neden kardeşliğimiz için bir şans bırakmıyorsun bize?"

"Onu burada, sizinle, gözümün üzerinde olmadığı bir yerde bırakırsam ölecek," dedim dişlerimin arasından. Bu apaçık bir gerçekti ama kahretsin ki tek gören bendim. Mahşer'in duymaması için fısıltıyla konuşuyordum. "Ve onun öldüğü bir dünyada ben yaşayamam! Kes sesini, otur aşağıya!"

Enes bir süre yüzüme baktı ve sonra gerileyip odanın içinde volta atmaya devam etti. Korkuları, endişeleri, kardeş sevgisi umurumda değildi. "Ama... Sık sık gelecek değil mi? Hem annem hem de ben onu özleriz."

"Ne zaman gelmek isterse o zaman gelir," dedim sert bir sesle. Mahşer elbette sık sık buraya gelecekti, çünkü annesini görmek isteyecekti. Zaten normalde de pek eve giren bir kız değildi, aslında çok büyük bir fark olmayacaktı. Mahşer'in içeriye girdiğini gördüğümüzde Enes başka bir şey sormadı. Kişisel bakım eşyalarını beraberinde getirmiş, çantaya koyuyordu. Odasına göz attı ve etraftaki birkaç şeyi de çantanın içine koydu. Zaten evine sık sık geleceği için her şeyini almak zorunda değildi. Fermuarını çekip çantayı omzuma attığımda, "Beni zorla götürüyor," diye söylenip odadan çıktı Mahşer. Annesinin odasına gidiyordu, onları yalnız bırakmanın daha uygun olacağını düşündüm.

Bir de zorla götürülüyorum demiyor muydu…

Çantayı omzuma atarak odadan çıktım ve sokak kapısının önünde Mahşer'i beklemeye başladım. Enes de odadan dışarıya çıkıp salonda volta atarken, "Mahşer'in iyi olmadığını ben de görüyorum," dedi, onun duymaması için kısık konuşuyordu. "Ama benimle konuşmuyor, ona ulaşamıyorum."

"Bana âşık ama ben bile ona zor ulaşıyorum," dedim tıslarcasına. "Çoğu zaman ulaşamıyorum da! Mahşer zor, ulaşılmaz, garip insan. Yaptıklarına çoğu zaman kendisi bile hâkim değil. Anlaşılmaz şeyler yapar ve anlaşılmayı ister. Mahşer sana bağırır, hakaret eder, küser, döver ama karşılığında sen aynı şeyleri yapamazsın, yaparsan dönüp arkasını gider. Ona, onun istediği gibi davranmazsan hayatından çekip gider. Olacaksan böyle abi olacaksın, yoksa seni asla umursamaz!"

"Sen ona... onun istediği gibi mi davranıyorsun?" dedi volta atmayı bırakıp bana bakarken.

"Onu kaybetmek istemiyorum Enes.”

Susup gözlerimin içine bakmaya devam ettiğinde arkamı dönüp sokak kapısını açtım. Ayakkabılarımı giyip doğrulduğumda Mahşer'in de odadan çıktığını, kapı sesinden anladım. Kapı aralığından onu gözetliyordum. Oturma odasına geçti. Orta sehpanın üzerinde duran ilaçları karıştırıp dik dik Enes'e baktı. "Bu ilaçların üzerinde hangi vakitte alacağı yazıyor, sakın atlama Enes. Annem ilaçlarını arayıp sormaz, zorla içirmeden de içmez." İlaçları eliyle işaret etti. "Yemeğini yedikten sonra içsin, yemeklerini de senin götürmeni söylememe gerek yok herhalde! Açlığını bile hissetmez. Onun dışında... Arada eski filmler falan oluyor, onları izlemeyi seviyor. Açarsan farkında bile olmadan izleyip gülmeye başlar, aklında bulunsun."

Tekrar doğrulduğunda, Enes de başını sallayıp onu onayladı. Annesi kendi halinde bir kadındı, kocaman bir adam da ona bakamayacak değildi. Mahşer kafasını salladı ve eliyle mutfağı işaret etti. "Bir çorba veya yemek yaptığında annem onu iki üç gün yer zaten, üç öğün yemek yapmana gerek yok."

"Tamam. Ben yemek yapmasını zaten bilirim."

"Bil bir zahmet," dedi Mahşer ve ilaçlarına, etrafına son kez göz attı. Evham yapıyordu, annesini seviyordu. Ona bir şey olmasını elbette istemezdi, buna nasıl dayanırdı? Kendi kendine başını sallayıp kapı aralığından bana baktı ve dilini çıkardı. Ona öpücük attım.

"Yarın gelir misin?" dedi Enes, Mahşer buraya doğru yürümeye başladığında.

"Bilemem, anım anıma tutmaz," dedi Mahşer, sokak kapısından dışarıya çıkarken. Eğilip ayakkabılarını giyerken güzel kalçasını süzdüm. Doğruldu ve saçlarını sırtına atarak Enes'e bir baktı. Abisine sarılmaya yeltenmeyeceğini biliyordum ama Enes ona sormadan, bir anda uzanıp kız kardeşini kendisine doğru çekti. Kollarımı etrafına sarıp ona sıkıca sarıldığında Mahşer kendini geri çekmedi ama abisine sarılmadı da. Elleri iki yanında ruhsuzca dikildi. Enes geri çekilip onu başının üzerinden öptüğünde, elinden tutup Mahşer'i kendime çektim. "Sen annene bak, Mahşer benimle iyi," dedim ve Mahşer’i de kendimle beraber çekip arabamıza yürüdüm.

Arabaya bindiğimizde, "Beni buradan nikâh dairesine götürmezsin inşallah," dedi.

"Orası da belli olmaz," dedim arabayı çalıştırırken.

Gözlerimi yumup ardından açtım. Semtin dar sokaklarında ilerleyip eve gidene kadar bundan sonra neler yaşanacağını düşündüm. Mahşer'i seviyorum. Bana karşı kötüyken seviyorum, mutluyken seviyorum, mutsuzken seviyorum... Fakat yanımda insan gibi hissediyorsa onu sevginin iyileştirici gücüyle iyileştirmek de belki benim elimdeydi. O, ışıkları kapatıp karanlıkta oturuyordu, şeytanım diyordu, en çok kırmızıyı seviyordu ama en çok kırmızıyı seven şeytanların bile imrendikleri, sözlerine kulak astıkları bir Tanrıları vardır.

BÖLÜM SONU.