23. BÖLÜM
"SEÇİM."
Tenimin altına seni sakladığım için, derime attığım dikişler tutmuyor bu yarayı.
Ağrının ilacı zaman derler, benim ilacım da o… Bu yüzden dudaklarımda onu öpme hakkını görüyordum. Olduğum yer kalp atışlarımın gürültüyle attığı ilk yerdi ve zaman bundan hiçbir şeyi götürmemişti. Duman'ın dudakları cehennemi bile açgözlüydü.
Elleri hâlâ saçlarımda, dudakları dudaklarımdaydı. Sırtım apartmanın duvarına dayanmış, vücudumsa tamamen ona yaslanmıştı. Beni benzersiz bir arzuyla öpüyordu ve birbirimize yetişmek için hiç durmuyorduk. Apartmanın ışıkları sönmüştü, dairenin içerisinden sızan ışıkla birbirimizin yüzünü seçebiliyorduk.
Biraz sonra beni öpmeyi bırakmış olsa da yumuşak baskı hâlâ dudaklarımın üzerindeydi. "Bu... Ne içindi peki?"
"İyiliğin için."
Bana anlamsız gözlerle baktı ama ona daha fazlasını söylemedim. Bakışları tutku doluydu. Benim gözlerim de mi ona böyle bakıyordu? Duman, ağzını araladı, bir şey daha soracak oldu ama bir korna sesi apartmanın içine taştığında duraksadı.
Taksi…
"Geldiğim taksi aşağıda, yanımda yeteri kadar para yoktu."
Dudaklarımdan uzaklaştı ve bir dakika kadar soluklanmayı bekledi. Sokak kapısından içeriye girerken de saçlarını düzeltti ve ben soluk soluğa orada beklerken, biraz sonra geri döndü. Daireden çıkarken doğruldum ve gözlerimiz çarpıştığında, "Ödeyip geliyorum," dedi Duman, hâlâ sık soluyordu. “Sen içeri geç."
Taksi paramı ödeyeceği için teşekkür ettim ve kafamı sallayarak yanından geçtim. Daireye girdiğimde Duman merdivenleri inmeye başladı ve biraz sonra gözden kayboldu. “Koşma, kalbin ağrıyacak."
Duymuş olmalı ki apartman içinde yankılanan adım sesleri yavaşladı. Hararetle soluyarak koridora doğru yürüdüm ve birazdan geleceğini bildiğimden kapıyı açık bırakarak odasına yöneldim. Ev karanlıktı, Ada uyuyor olmalıydı ve Rose burada değildi. Bir anlık coşku ve duygu birikintisine kapılarak çıkıp buraya gelmiş, onunla öpüşmüştüm ama şimdi ne diyecektim? Anneme kalbini verdiği için teşekkür mü edecektim? Bu onun yaptığının yanında çok az bir şeydi. Yatağın ucunda öpüşmenin ve öğrendiklerimin etkisiyle sarsılmaya devam ettiğim birkaç dakikadan sonra sokak kapısı çarpıldı ve Duman içeri girdi. Kapıyı arkasından örtmeyi ihmal etmeden odanın içerisine yürüdü ve yatakta tam yanıma oturduğunda, omzunun üzerinden bana döndü.
"Islanmışsın," dediğinde derhal kafamı salladım ve Duman bu şapşallığım karşılığında neredeyse gülümseyecek oldu. "Sana kıyafetlerimden vereyim."
"Tişört yeterli."
Dağınık yatağın üstündeki gri, yıpranmış tişörtü bana uzattı ve giyinmeme izin vererek bakışlarını önüne çevirdi. Uzanıp ıslak bluzumu çıkardım ve hiç oyalanmadan tişörtü üzerime geçirdim. İşim bittiğinde tişörtün uçlarını dizlerime doğru çektim ve ellerimi de kucağıma koydum. "Neden buradasın? İyi ki buradasın ama gecenin bu saatinde ne oldu da çıkıp geldin ki? Kapıda seni öyle görünce aklımdan korkunç şeyler geçti."
"Korkacak bir şey yok," diyerek düşüncelerini rahatlattım ve kehribar gözlerine bakarken, susuzluk hissiyle savaşmaya çalıştım. "Sadece... Yarana pansuman yapıp çıkınca aklım sende kaldı. Gelip ne durumda olduğunu görmeyi istedim."
Birini dokuz yerinden bıçaklayıp bir yerinden sağ bıraktığınızda bıçakladığınız yerler için sizden nefret etmekten çok, sağ bıraktığınız yer için size minnet duyar. Duman'ın gözlerinin içinde tam da bu duyguyu görmüştüm. Onu yaraladığım için öfke duymak yerine sağ bırakmama karşı minnet duyuyordu. "Yaa," dedi ve bir kez daha uzanıp koyu renkli saçlarıma dokundu. "Beni mi merak ettin?"
"Evet."
"Bunun için de gecenin bir yarısı, bu yağmurda üstüne bir şey bile almadan çıktın ve evime geldin?"
"Evet," diye bir kez daha aynı cevabı verdiğimde saçlarımın büyük çoğunluğunu alarak bileğine doladı ve küstahça gülümsedi. "İyi bir yalancısın Mahşer ama çok iyi değil."
"Fakat senden daha iyi yalan saklayan birisiyim."
Gözlerinde şüphe bulutları dolandı. "Ben yalan söylemem de saklamam da."
İstisnalar haricinde.
"Boş ver," dedim. Islak saçlarımın başımın ağrıtmaması için, "Bana bir havlu versene," diye devam edip konuyu değiştirdim.
Duman, dolabından temiz bir havlu alıp yanıma döndü. Kalktığı yere oturdu ve elini belime yerleştirerek beni hafifçe döndürdü. Bu açıdan Duman arkama yerleşmiş ve kolaylıkla saçlarımı kurulamaya başlamıştı. “Aklına estiği gibi dışarıya çıkma Mahşer, başına bir iş getireceksin."
"Merak etme, kendimi korumayı öğrendim."
"Bir gün birisi senden daha güçlü olarak karşına çıkar ve sana karşı koyma fırsatı vermezse? Güçlüsün ama herkesten değil. Önünü ardını hesaplamadan iş yapma."
"Sana gelmek," dedim ve dilimi ısırarak sustum. Sana gelmek diye bir şey aslında yok, çünkü gitmek yok. "Önünü ardını düşüneceğim bir şey değil. Ben çıkarım ve ayaklarım beni sana getirir."
Duman, gövdesini sırtıma dayadı. "Bu ayaklar ne kadar güzel şeyler yapıyormuş," derken saçlarımı kurulamaya devam etti. "Annen için endişe etme tamam mı? Abdulrezzak evin çevresinde, kimse bir şey yapamaz."
"Beni öldürmek isteyen birisi var," dedim ama bu bana korkuyu hissettirmedi. Cidden, nasıl korkmazdım? "Sence kim?"
"Bulmaya çalışıyoruz işte, bakalım."
O da bilmiyordu ama tahminleri olduğuna emindim. Bu yüzden gecenin bir yarısı savunmasız şekilde çıkıp gelmeme kızmıştı. Kimdi merak ediyordum ama şimdi bunu düşünmeyecektim. Peşime düşmüş bir katil varsa, beni öldürürken onunla zaten göz göze gelecektim.
Saçlarımı kurulamaya son verdi ve havluyu kenara bıraktı. Bacaklarımı yukarıya çıkardım ve buz gibi olduklarını fark ederek kaşlarımı çattım. Vücudum ne kadar soğumuşsa bir türlü ısınamıyordu. "Buz gibisin kızım. Gel şöyle, ısınmana yardımcı olayım."
İtiraz etmedim. Başımı omzuna yasladım ve camından dışarıya baktım. "Seninle şimdi bir anlaşma yapacağız," dedim oldukça kısık bir sesle. İstediğini biliyordum, ona verecektim. "Bundan sonra birbirimize yalan söylemeyeceğiz, bir şeyler saklamayacağız. Her konuda birbirimize sadık kalacağız."
"Her konuda?" diyerek beni tekrarladı, daha çok sorar gibiydi. "Bu sadakatin ilişkimizle alakası olacak mı? Olacak değil mi? Üçüncü kişiler olmayacak. Asla."
"Evet, olmayacak." Onu onayladım ve elinin biri kolumdan inip çıplak, üşümüş bacağımı ısıtmaya başladığında yutkunmak zorunda kaldım. "Sadece sen ve ben olacağız."
"Bu aramızdaki belirsizliğe bir isim mi vermek istiyorsun?"
"Bu işin gittiği yere kadar beraberiz ve başkası olmayacak."
"Bu işin gittiği yer," dedi alçak bir sesle. Çenesini sol omzumun üstüne yasladı ve bir eliyle kolumu sıvazlarken diğer eliyle bacağımı okşamaya devam etti. "Bu iş, ben ölene kadar devam eder. Sen şimdi, bir gece yarısı gelip seninim ve sen de benimsin diyorsan ben seni bir daha bırakmam. Aslında bırakmam lazım, gitmen lazım ama senden ne kadar uzak durabilirim ki? Durmam lazım aslında ama çok zor Mahşer. Bildiğin gibi değil, yemin ederim çok zor."
"Zor olan..."
"Zor olan tüm bunlar. Hepsinden çok ben, ölecek olmam... Gel diyemiyorum, çünkü ben gideceğim. Uzaklara, çok uzaklara, bilmem anlıyor musun? Ama git de diyemiyorum, senin için bile sana git diyemiyorum. Nasıl anlatılır ki bu, sen olsaydın ne yapardın Mahşer? Bir an için benim yerime koy kendini. Zamanı az kalan sen olsan ve ben de kibirli herifin teki olsam, çünkü maalesef sen kibirli kızın tekisin... Ne yapardın? Bana git mi derdin kal mı? Öleceğim, ardımdan üzülmeni istemiyorum, bu yüzden git mi derdin? Yoksa öleceğim, son günlerimi seninle yaşamak istiyorum, kal mı derdin?"
"Duman..."
"Sana, senin için kendimle ettiğim kavgayı nasıl anlatabilirim ki Mahşer?”
Kollarını vücuduma o kadar sıkı doladı ki, o an beni hiç kimse iki ayrı vücut olduğumuza inandıramazdı sanki. "Derdim ya ben öldükten sonra çok ağlayacaksın. Şimdi demiyorum, ağlama sakın."
"Kes şunu," dedim ve çenemin titremesini durdurmaya çalıştım. "Kalıyorum tamam mı? Nereye kadar bilmiyorum ama..."
"Ölene kadar," dedi ve başımın üstüne bir öpücük bırakıp karanlığın içinde tekrarladı. "Ölene kadar."
Pencerenin ardındaki gökyüzüne bakarken hiç kıpırdamadan kollarının arasında durdum ve o çıplak ellerle beni okşarken, karanlığın ensemden içeriye süzülüşünü hissettim.
Ölüm. Tanrı, bir çocuğun elinden şekerini nasıl alıyorsa seni de benim elimden öyle mi alacak? Ama bizi yine bir yerlerde kavuşturur mu? Burada olması şart değil, yakında olması da şart değil. Herhangi bir yerde, sen hâlâ çıplak ellerinle dikenlerime dokunacak kadar bana aitken…
🥀
Duman'ın kollarının arasında o kadar sıkı tutuluyordum ki ikimiz arasındaki mesafeye zaman bile sığmıyordu. Anımsayabildiğim en son an, onun önünde oturarak pencereden dışarıyı izlediğimdi ama şu an yataktaydım. Kirpiklerimi kırpıştırarak gözlerimi araladım ve Duman'ın açık gözlerini gördüğümde, istemsiz bir şekilde nefesimi tuttum.
Uyanmıştı.
"Günaydın."
Güne bir kez daha onunla başlamış, uyanır uyanmaz bir kez daha onu görmüştüm. Yorganın içinde duran elimin birini kaldırdım ve yüzünün sol tarafını kavradım. "Çok yakışıklısın."
Nefesini tuttu ve bakakaldı. "Ayık mısın?" dedi aniden. "Kesin bir şey aldın sen? Yoksa böyle konuşuyor olman mümkün değil."
Gözlerimi devirdiğimde güldü. Açıkça benimle alay ediyordu ama kendimi Duman'a öfkelenme konusunda törpülediğim için buna kızmayacaktım. Huysuzca homurdandım ve yanağımı yastığa daha çok gömdüm. Aynı yastığı paylaşıyorduk, Duman benden bir kafa boyu kadar yüksekteydi ve elinin biri belimdeyken diğeri aramızdaydı. "Hayır, normal insanlar gibi davranmaya çalışıyorum işte. Seninle öpüşüyorken yakışıklı olduğunu söylemekten mi çekineceğim?”
"Bakın şu işe." Duman aniden yatağın diğer tarafından kalkıp kendini üstüme attığında dudaklarımdan kısık sesli çığlık kaçtı ve ellerimi bulup başımın üstünde birleştiğinde gözlerim kızgınlıkla büyüdü. Yüzünü yüzüme hizalayarak keyifle gerindi. "Söyle bakayım, başka hangi iltifatları hak ediyorum?"
"Salak." Sırıttım. "Mesela bunu hak ediyorsun."
"Sevmedim, değiştir."
Gözlerimi devirdim ve bileklerimi kuvvetli ellerinin arasından kurtarmaya çalıştım. Ama yok, mümkün görünmüyordu. Kahretsin ki istediğinde gücüyle beni savunmasız bırakabiliyordu. Bu serzenişlerim onu eğlendirdi ve bileklerimi daha sıkı tuttu. "Duman, bileğimi bırak artık.”
"Lütfen desene. Duman, bileğimi lütfen bırakır mısın desene? Az nazik ol, sen de nasıl duracak merak ediyorum."
Dizimi yatakta hafifçe kaydırdım ve onun karnına yaslayarak yüzündeki keyfin azalmasını sağladığımda, "Bunları duymayı istiyorsan vaktini başka kızlarla harca," dedim ve tısladım. "Sonra ben de seni öldüreyim."
Üzerimden yavaşça kalktı.
Serbest kaldığımda bileklerimi ovarak doğruldum ve bacaklarımı yatağın kenarından sarkıtarak yüzümü önüme eğdim. Alt dudağımı ısırdım ve dağınık saçlarımı sırtıma atarken, "Biz bundan sonra şey gibi mi takılacağız?" dedim kafa karışıklığıyla.
Duman doğrularak dolabına ilerledi. "Sevgili gibi mi demek istiyorsun? Cevap evet.”
"Sevgili kulağa çok… samimi geliyor."
Kendisine bir kot pantolon seçerken mırıldandı. "Öpüşüyoruz. Bu da samimiyet göstergesi.”
Şimdi haklıydı. “Sevgililer neler yapar?”
"Bunun maddeleri mi var ki?”
“Sanırım yok.”
Eşofmanını çıkaracağını anladığımda başımı önüme çevirdim ve duvara baktım. Bu tabloyu biliyordum. Yatağın başındaki. Oldukça iddialı, cesur bir tabloydu ama Duman zaten tutkulu birisi olduğu için bu tabloyu alıp duvarına asmasını yadırgamıyordum.
"Hem sevgili olursak sen kesin bana tekmeyi basarsın. Hiçbir şey olmayalım, böylece beni terk edemezsin."
Pantolonunu giyerek yatağa yaklaştı ve eğilerek başımın üzerine bir öpücük bıraktı. Parçalarına ayrılmış ruhumu, elleriyle kavramaya çalışıyordu ama o kadar kesiliyordu ki bir türlü beni bir araya getiremiyordu. "Hem de ölene kadar."
Duman odadan dışarıya çıktığında Rose'un sesini duydum ve en yakınımdaki şeyi savurup yataktan kalktım. Bu kıza gıcık oluyordum, çünkü masum görüntüsünün altında bir ucubenin yattığını biliyordum. Benim gözümden kaçmayan bazı şeyler vardı, Rose'un sahteliği de bunlardan biriydi. Üstelik Duman'a çok garip bakıyordu... Duman bir ışık yaksa hemen teslim olacakmış gibi.
Odadan çıktım ve banyoya geçip elimi yüzümü yıkadım. Banyo dolaplarında kullanılmamış bir diş fırçası bulduğumda ağız bakımımı yaptım ve rahatlamış şekilde banyodan ayrıldım. Duman'ın Ada'nın odasında olduğunu görerek oraya ilerledim. Sanırım Ada hâlâ iyi değildi, bir kere kırılmıştı ve nasıl iyi olacağını bilemiyordu. Odadan içeriye girdiğimde, Duman'ın Ada'yı kucakladığını gördüm. Onu tekerlekli sandalyesine yerleştirdi ve etrafa bakındı.
"Saçlarını bağlayabileceğim bir lastik var mı? Nerede tokaların?"
Ada kolunu uzattı. "Bileğimde var."
"Siz kızlar bileklerinizde hep lastik taşıyorsunuz. Mahşer'in de bileğinde sürekli bir lastik var."
Duman sandalyesinin arkasına geçip saçlarına uzandı ve yumuşakça kavrayarak bağladı. "İki lafından biri Mahşer oldu abi."
Duman Ada’nın saçlarını bağlamayı bitirdiğinde başını ellerinin içine aldı ve uzanıp saçlarına bir öpücük bıraktı. Bana bıraktığından bile daha uzun. "Abini mi kıskanıyorsun? Senin yerin farklı, onunki çok farklı."
"Yine de seni paylaşmak zorunda olduğum için Mahşer ablaya sinir oluyorum."
Duman ellerini onun tekerlekli sandalyesine yerleştirdi. "Bunu duyduğuna göre olmuyorsa bile şimdiden sonra o da sana sinir olacaktır."
"Hı?" Ada kafasını kapıya çevirdi ve beni gördüğünde yanakları büyük oranda kızardı. Omzunu silktim ve arkamı dönüp giderken, aynı hayretle konuştuğunu duydum. "Abi, üstünde senin tişörtün var."
Mutfağa geçerek kendime ocağın üstündeki demlikten bir çay aldım. Mutfakta bir balkon vardı, elimdeki bardakla balkona çıktım ve demir korkuluklara yaslanarak çayı içmeye başladım. Duman her yerde sigara içebildiği için mutfakta da bir paket bırakmıştı. Paketten bir dal çıkarıp dudaklarımın arasına yasladım ve çakmak ararken, Duman'ın içeriye girmesini izledim. Ağzımda bir sigara olduğunu gördü. Cebinden çakmak çıkarıp yanıma geldiğinde sigaramı tutuşturdu. "Teşekkür ederim," diyerek yeniden balkona çıkmak için arkamı döndüm.
Korkuluklara yaslanıp dar, eskimiş sokağa baktım. Ilık bir gündü. Güneş tepedeydi ve tenimi ısıtıyordu. Sigaradan içtim ve ucunda biriken külü silkmek için ağzımdan ayırdım. Duman hemen arkamda kendisi için bir sigara yakmıştı. Külü silktim ve omzumun üstünden ona döndüğümde, yanık gözlerinin içinde tüten geçmişi gördüm. Ona bakmak, her yere bakmak gibiydi. Geçmişe, geleceğe, şu ana... Çünkü Duman tüm bunların hepsindeydi. "Sigara içmemen gerektiği halde neden içiyorsun?" diye sordum, aslında onu tüketen sigaraya bakarken. "Senin ölmekten şikâyetin yok mu? Neden ölmek istemiyorum, sigara içmemeliyim diyemiyorsun?"
"Bu tütün ölümümü engellemeyecek, engelleyeceğini bilsem bırakmış olurdum."
"İçtiğinde kalbin ağrıyor."
"Bu senin problemin değil." Benim gibi korkuluklara yaslandı ve sigarayı ağzından çıkarıp külünü silkeledi. Omzuna baktım, başımı biraz koymayı düşündüm ama sonra bunu yapmak yerine sigaramın ucunda tükenen közü izledim. Köz olana kadar yanan tek şey sigara değil.
"Son bir yıla kadar zaten Ömer'i dinleyip ne sigara aldım ne de alkol. Sen yapma bari. Hayatımın son evresindeyim, her haltı yemek istiyorum."
"Biliyor musun?" dedim bilmediğinden emin olduğum bir şeyden bahsetmeden hemen önce, "bundan birkaç ay önceye kadar benim de kalbim sık sık ağrıyordu. Birkaç kere doktora gittim, test falan yaptırdım ama bir şey çıkmadı. Sonra bir şey fark ettim. Senin kalbin ne zaman ağrıyorsa benimki de o zaman ağrıyordu Duman. Biliyorum, çok saçma. Belki inanmazsın ama doğru söylüyorum."
Kaşları, olumsuz bir şey duymuş gibi çatıldı. “Söylediğinin ne kadarı gerçek?"
"Tamamı," dedim ve saçlarım rüzgârla beraber onun yüzüne doğru savrulduğunda, kirpiklerinin ardında güneşten daha sıcak bir şeyler gördüm. "Doğru söylüyorum Duman."
“İlginç," dedi ve sigarasını kaldırarak dudaklarının arasına geri yasladı. "Sanki kalbimiz aynı damara bağlıymış gibi."
"Kulağa inanılmaz geliyor ama gerçek işte."
"Kalbin resmen benim için çıldırmış."
Etrafta dalgalanıp duran saçlarımın bir kısmını kulaklarımın arkasına itti ve avuçları yüzümü iki yandan kavradı. Ona bu kadar yakın olmak, başladığım yere dönmek gibiydi. En başa, onu gördüğüm ilk günlere. Sigarayı dudaklarının arasından çıkardı ve kulağının arkasına yaslayarak yumuşakça yüzümü okşadı. Saçlarım, o kulaklarımın arkasına saklayınca bir daha yüzüme uçuşmamıştı. "Ne kadar güzel saçların var Mahşer, hiç kesmiyorsun değil mi?"
"Epey uzadılar."
"Olsun, kesme. Ben senin saçlarını uzun seviyorum."
Uzanıp sigarasını kulağının arkasından aldım ve ağzına uzattığımda, dudakları bunun için aralandı. "Bunu mu istiyorsun?" dedim ve sigarayı parmaklarım arasında hafifçe kaldırarak ona gösterdim. "Yoksa..." dudaklarımı ileriye doğru uzattım ve temas etmeden dudaklarının hemen önünde durdum.
"Bunu mu?"
Derin bir iç çekişle beraber alt dudağını ısırdı ve yanaklarımdaki elleri bilinçsizce sertleşti. "Sen iyice yoldan çıktın Mahşer."
İmalı şekilde güldüm. "Sen de."
Yanakları kızardığında bunun gerçekliğinden şüphe ettim ama gördüğüm şey bir aldatmaca değildi. Şaşkınlıkla ona bakmaya başladığımda Duman homurdanarak beni itti. Önünü açarak balkondan içeriye doğru hızla yürümeye başladığında, arkasından afallayarak baktım. Utandıracağımı düşünmemiştim ama utanacağını bilsem de yine yapardım. Çünkü bu hali hoşuma gitmişti. Arkasından yeni sigara yaktım. "Tatlı şey."
Sigaramın diğeri de bittiğinde balkondan içeriye girdim ve Duman'ı ikna etmek için odasına yöneldim. Dolabında, kendine bir üst arıyordu. Odaya girerken Rose'u koridorda gördüm ve kapıyı suratına örtüp Duman'ın yanına yürüdüm. Aklımdaki plan için Duman'ı ikna etmeliydim ama bu oldukça zor olacaktı. "Duman, Melih Han birkaç gündür buluşmak için mesaj atıyor."
Omuzları anında gerildi. "Canını hiç sevmiyor bu adam."
"Aklımda bir şey var," dedim ve o sessizliğini koruduğunda, söylememi beklediğini anladım. "Melih Han beni eve davet edi..."
"Aklından bile geçirme!"
Al işte. Melih Han'ın evine tek başıma girmeme izin vermiyordu ama unuttuğu şey vardı; onun iznine ihtiyacım yoktu. "Duman, mantıklı düşün. Evine girersem daha fazlasını öğrenebilirim. Baksana, beni evine davet ettiğine göre bana güveni..."
"Sadece seni yatağa atmak istiyor."
Bunu istediğinin elbette farkındaydım. Aptal değildim sonuçta. Fakat Melih Han’la bu konuda başa çıkabilirdim. "Tek sorun bu mu? Onunla yalnız kalmamam için mi sürekli erteliyoruz bu planları? Ne yapacağız? Senin daha iyi bir fikrin var mı?"
"Kafasına sıkalım gitsin."
Bir siyah gömleği askısından adeta söküp çıkardı ve dolabın kapaklarını gürültüyle örttü. Allah aşkına, dakikalar önce onun mu bir oğlan çocuğu gibi göründüğünü düşünmüştüm? Şu an oldukça vahşi biri gibi görünüyordu.
Aynanın karşısına geçip siyah gömleği fevri hareketlerle üzerine geçirirken, "Gerçekleri öğrenmeden olmaz,” dedim.
“Ben de istiyorum ama bunu isterken seni o herifin önüne yem gibi atmam, atamam."
Sakin kalmak adına derin nefesler aldım ve arkasından yaklaştım. Duman aynadaki aksime bakıyor, ona ilerleyişimi izliyordu. Elleri düğmenin üstünde durmuştu. Kollarımı iki yanından uzattım ve parmaklarımı gömleğinin üzerindeki düğmelere ulaştırdım. Yavaşça, tırnaklarımı karnına sürterek düğmelerini ilikledim. "İkna olmayı mı istiyorsun? Seni ikna edeyim mi?"
Sadece yutkundu ve ellerini gömleğinin üzerinden çekerek iki yanına düşürdü. Düğmesini yavaşça ilikleyerek bir başka düğmeye geçtim ve bunu yaparken tırnaklarımı açıkta kalan tenine batırdım.
"Ben Melih Han’la içerideyken sen kapının önünde beklersin, olur mu? Başım belaya girdiğinde sana bir işaret veririm, sen içeriye girer beni kurtarırsın. Hem kahramanım olmuş olursun."
Sessizliğini korumaya devam ettiğinde, "Evini biraz karıştırmaya vakit bulursam en baştaki adama ulaşabilirim," dedim. "Şüphe çekici bir şey illaki buluruz Duman. Böyle nereye kadar gideceğiz ki? Dışarıda buluştuğumuzda hiçbir şey kazanamıyoruz, evine girmeliyiz."
"O zaman evine gireriz," dedi ama yüzü o kadar tepkisizdi ki beni konuştuğuna inandıran tek şey sesi olmuştu. "Ama beraber, gece, hırsız gibi."
"Haberi olmadan?”
"Yok, haber vereceğiz. Melih Han da, tabii ne demek, diyerek evin kapısını girmemiz için açık bırakacak."
“Dalga geçme.”
"Gece evine gireceğiz," dedi ve bunun onu keyiflendirdiğini, dudaklarına sürüklenen gülüşte gördüm. "Hırsız gibi işte kızım. Evini, odasını kurcalayacağız. Risk almış olacağız ama değecek Mahşer."
Yanağımı onun omzuna daha sıkı bastırırken, çevik bir hırsın içimi deşe deşe dışarıya çıkmaya çalıştığını hissettim. "Maske de takacak mıyız?"
"Başıma file çorap geçireyim mi?"
Başına siyah bir file çorap geçirmiş hali gözlerimin önüne geldiğinde gülme hissi boğazımı gıdıkladı. "Hayır, yüzlerimizi gerçekten saklayacak herhangi bir maske."
"Halledilir," dedi. Ellerini başına uzatıp dağınık saçlarını parmaklarıyla taramaya başladı. "Muhtemelen evinin etrafında korumalar vardır. Gürültü yapmadan, işi sessizce halledeceğiz. Hepsini devre dışı bırakıp eve gireceğiz."
"Alarm varsa?"
"Kapattırırım."
"Nasıl?"
"İçeride bir eleman var, halleder."
"Sistem devre dışı kalacak ama... Korumaların hepsiyle nasıl başa çıkacağız?"
"Enseden şırınga." Omzunu silkti. "Yüksek dozda sakinleştiriciyi boynuna sapladığımızda hepsi bir bir yıkılır."
Aslına bakılırsa bu plan benimkinden daha güven veriyordu. Çünkü evi rahatça arayabileceğimiz zamanımız olacaktı. Maskesiz yakalanırsam Melih Han'a onun için geldiğimi, Duman'ın da peşime takıldığını ve beni korkuttuğunu söylerdim. Duman da düşüncelerimden haberdarmış gibi sırıttı ve uzanıp komodinin üstündeki parfümünü aldı. Parfümü sıkmasını izledim ve havada süzülen çekici kokuyu içime çektim.
"Peki, şimdi nereye gidiyorsun?" diye sorduğumda sırıtışı kayboldu. "Ömer'e, muayeneye."
"Tamam, gidelim."
Gidecek daha iyi bir yerim yoktu. Duman annemin güvende olduğunu söylüyorsa öyledir, sonuçta annemin hayatını kurtaran biri onu tehlikeye de atmazdı. Bunu dediğimde Duman'ın gözlerinde bir ışık parladı ve kalbinin atışları özgür kalan nefretinden daha çok duyuldu.
Evden çıkmadan önce Ada'yı görmüştüm, Rose ona ilaçlarını götürüyordu. "Sende gözü olduğunu bildiğin halde neden hâlâ Rose'u kovmuyorsun?"
"İşinde iyi, teknik bilgisi çok fazla. Ee, Ada'yla iyi de anlaşıyorlar. Bencillik edemem."
"Hiç gözüm tutmuyor onu."
Duman bunu onu kıskandığım için dediğimi düşünüyordu ama Rose'da beni rahatsız eden başka şeyler de vardı. Bakışları hiç güven vermiyordu. Arabaya bindiğimizde onu düşünmeye ara verdim ve akan yolu izlemeye başladım.
Ömer benden hoşlanmıyordu, benim de ondan hoşlandığım söylenilmezdi. Beni Duman'ın yanında gördüğünde muhtemelen yine kalbine zarar verdiğimi falan söyleyecekti. Haklı olsa da bu, bir gram bile umurumda değildi.
Ona baktım. Uzanıp kırışan gömleğinin yakasını düzelttiğimde heyecanlandığını fark edip önüme döndüm.
Araba hastanenin önünde durduğunda soğukkanlılığımı koruyarak ardından indim. Durduğum yerden hastane girişine baktım. Duman, gömleğinin üzerine bir şey almamıştı, iri vücuduyla önümden geçti ve hastanenin girişine yürürken omuzlarımı dikleştirerek peşine düştüm. Ne yapmam gerektiğini biliyordum, çünkü o da benim için yapmıştı. Mesafe kapandığında yüzüne hiç bakmadan yanında sallanan eline uzandım. Parmaklarımı parmaklarının arasından geçirerek boşluğu doldurdum ve onun hızlı şekilde bana döndüğünü hissetmiş olsam da ileriye bakmayı sürdürdüm. Nemli avuçlarımız tamamen birleştiğinde, bizi birbirine bağlayan bir damarın açıldığını ve kalplerimizin o damara bağlanarak aynı anda, aynı ritimde attığını hissettim. Sadece elini değil, kalbini de tutuyordum. Daha önce dediği gibi elimi göğsünden içeriye uzatmış, adeta bir bomba gibi patlama riski olan kalbini avucumun içine almıştım.
"Elimi tutuyorsun." Sesi boğuktu.
"Tutabilirim sanıyorum," diye mırıldandım. Çağırdığım asansör gelene kadar sessiz kaldım.
Asansörden indiğimizde Duman, odanın kapısı önünde durdu. Bir an için birbirini tamamlayan, birbirini kavrayan ellerimize baktı ve parmaklarımı daha sıkı tutarak kapıyı açtı. Kapıdan önce kendisi girdi. El ele tutuştuğumuz için ben de onunla sürüklendim. Ömer başını kaldırdı ve önce Duman’la beni, sonra birleşen ellerimizi gördü. Gözlüğünü çıkarıp masaya koydu. "Daha kolay yoldan ölmek için her şeyi deniyorsun sanki Duman."
Kolay ölüm bendim.
Elim, kolum, dudaklarım, dokunuşlarım, öpücüklerim... Hepsi kolay ölümdü.
Duman gözlerini devirmekten başkasını yapmadı ve elimi tutmaya devam ederek muayene koltuğuna yürüdü. Oturduğunda, ayakta dikildim ve tamamlanmış ellerimize baktım. Ömer hayret içinde koltuğundan kalktı ve yanımıza yürürken, "Nesiniz siz?" dedi. "Sevgili mi?"
Sessiz kaldık. Ömer duraksadı ve yanımıza gelerek bize dik dik baktığında, "Ne?” dedim. “Senin de mi gözün var Duman'da anlamadım ki…”
Bir elini beline yasladı. "Sen ne sevimsiz bir kızsın ya. Hayır, bu çocuk bu kalbiyle seninle başa çıkıyorsa helal." Uzanıp Duman'ın omzunu sıktı. "Helal kardeşim."
Duman ona baygın bakışlar fırlattı. "Uzatma dostum, muayeneni yap."
Ömer’le birbirimize dik dik baktığımız bir dakikanın ardından söylenerek Duman’ı muayene etmeye başladı. Önce kalp atışlarını daha iyi duyabilmek için üzerindeki gömleği çıkarmasını istedi. Duman çıplak kaldığında soğuk bir cihazı göğsüne yaslayarak kalp atışlarına kulak verdi. Neyi ölçtüğünü, nasıl ölçtüğünü anlamıyor, sadece elini tutarak bunun bitmesini bekliyordum.
"El ele tutuşmayı kesseniz iyi olacak. Çünkü şu an kalbi çok hızlı atıyor ve normal ritmini anlamama engel oluyor. Mahşer, mümkünse ondan uzaklaş da normal kalp atışlarını duyayım."
Elini hızla bıraktım.
Avucumda artık kalp atışları yoktu, fişi sanki bağlı olduğu makineden çekmişim gibi dönüp bana baksa da bunu mecbur olduğum için yaptığımı bildiğinden bir şey demedi. Uzaklaşarak ona alan açtım ve Ömer sakinleşmesini bekledikten sonra tekrardan onun kalp atışlarını dinledi. Neyi anlıyor, nasıl anlıyor hiç bilmiyordum ama doktorsa işini biliyor olmalıydı. Sırtımı duvara dayayarak kollarımı göğsümün üzerinde kavuşturdum ve Ömer'in Duman'a sayısız soru sormasını, kalbi için endişelenmesini izledim. Sayısız şeyden bahsetti, güçlü bir hafızaya sahip olmama rağmen benim bile unutacağım kadar fazla şeyden. Gireceği makinelerden söz edip kalp atışlarının stabil kalması gerektiğini söyledi. Sonra dedi ki, kalbini korumak istiyorsan bir daha o eli tutma. Ömer bunu dediğinde dönüp hâlâ Duman’ın sıcaklığını taşıyan elime baktım. Bu sıcaklığı bir yerlerde muhafaza edebilmek isterdim. Uyarılar faydasızdı, çünkü oradan çıkarken Duman yine elimi tutmuştu. Sımsıkı.
🥀
Duman’ın aldığı kestaneleri yiyerek karşımda uzayıp giden denize bakarken sanki yanımda değilmiş gibi onu düşünüyordum. Burada, hemen yanımdaydı ama ben kendime o yanımdayken bile onsuz olduğumu hissettirdiğim için bazı şeyler olanaksız geliyordu. Omuzlarıma arabasından alıp ceketini örtmüştü. Vakit gece yarısına yaklaşıyordu ve biz bu vakte kadar, eksiklerimizi tamamlamakla oyalanmıştık.
Her şey tamamdı.
Maskeleri almıştık, aynı şekilde sakinleştiricileri ve şırıngaları da. Duman'ın içerideki adamı alarm ve kamera sistemini devre dışı bıraktığı için rahattık. Etrafta sekizden fazla koruma olduğunu söylemiş, gürültüsüz davranmamız gerektiğini eklemişti. Birazdan kalkıp gidecektik ama öncesinde Duman’la yemek yemiş, şimdi kestane kemiriyorduk. Fazla rahat olduğumuzu biliyordum ama zaten umursamaz olmak böyle bir şeydi. Kesenin içinden bir kestane daha aldım ama sıcak kestane elimi yaktığında sıçradım. Duman dönüp elime baktı. Sigarasını yakıyordu ama yarım kalmıştı. Uzanıp elimi sertçe tuttu ve kendisine doğru çekip işaretparmağıma bir öpücük kondurdu. "Demek ki senin de canın acıdığında tepki verebiliyormuşsun."
"İnsanım ben de," dedim doğrudan. "Bir şey elimi yaktığında refleksle elimi uzaklaştırmamdan daha doğal ne olabilir ki?"
"Genelde bir şey canını yaktığında dişlerini sıkıp tepki vermemeye çalışıyorsun ama."
Gözlerimi önüme çevirdim. "Kendi içimde acıya tepkisiz kalıp kalamayacağımı ölçüyorumdur bel..."
"Çok güzelsin."
Bana mı sesleniyorsun? Çünkü ben seni duymayı seneler önce bıraktım. Kulağıma kulağıma bağırmaya neden devam ediyorsun? Tıpkı benim yıllar önce yüzüne yüzüne baktığım gibi... Ne sen gördün ne de ben artık duyuyorum Duman. Yutkunarak elimdeki keseyi sıktım ve soğukkanlılığımı koruyarak bankın üzerinden kalktım. "Gidelim."
Duman yaktığı sigarasını dudaklarına götürerek bakışlarını, kafasıyla beraber yukarıya kaldırdı. Ceketin altından muhtemelen küçük görünen vücudumu uzun uzun izledi. "Güzelsin dediğimde bir alerji mi geliyor sana, yerinde duramıyorsun."
"Evet alerji oluyorum."
Bankın üzerinden sigara paketini alıp kalktığında, keseyi yumruğum içinde daha fazla sıkarak kaldırıma çıktım. Arabaya binmek için karşıya geçmeliydik, saat gecenin biriydi ve yollar boştu. Yan yana caddenin karşısına geçtiğimizde arabaya yerleştik ve araba hareketlendiğinde dönüp arkadaki torbayı aldım. İkimizin de üzerinde siyah kıyafetler vardı, bu yüzden karanlığa karışmak zor olmayacaktı. Torbayı kucağıma koyup içini karıştırmaya başladığımda, "Torpidoda bir silah var," dedi. "Al onu, beline tak."
"Sen?"
"Benimki belimde."
Torpidoyu yumruğumla açtım ve içindeki silahı alarak elimin ağırlığa alışmasını bekledim. "Kendini koruman gerekirse tereddüt etmeden çıkar onu belinden," diyerek beni cesaretlendirdi. "Tamam mı?"
Ve seni korumam gerekirse.
Silahın belime uyguladığı baskıyı hissederek sırtımı koltuğun arkasına dayadım ve torbanın içerisini karıştırdım. İki maske ile iki şırınga vardı. Birini alıp hafifçe yukarıya kaldırdım ve içindeki sıvıya baktım. "Bu onları hemen uyutacak mı?"
"Anında bebeğim."
Şırıngayı camın önüne tuttum ve ay ışığının altında parlayan iğneye baktım. Bir iğne çok şey yapabilirdi. Vücudunuzdaki ağrıyı da alabilirdi, size tarifsiz ağrılar da verebilirdi. Alt dudağımı ısırarak şırınganın ucundaki iğneyi yavaşça bileğime sürttüm.
"Batırırsın, dikkat et," dedi.
"Biraz sakinleşmeye ihtiyacım vardır belki."
Böyle bir delilik yapmadım. İğneyi içine çekip şırıngayı torbanın içine koydum ve kapkaranlık gecenin içinde akarak ilerleyen saatlerde ne olacağını düşündüm. "Uyuyordur değil mi?"
"Hem de horul horul." Pis pis güldüğünde ona eşlik ettim.
Araba ilerledi ve bir süre sonra bir caddeye girerek durdu. Dikiz aynalarından arkayı ve ön camdan ileriyi kontrol ederek koltukta bana doğru döndü. Yüz yüze kaldığımızda, gözleri cennetini koruyan bir ilah gibi dikildi karşıma ve bana bir dakika kadar sessizce baktı. Rahat görünse de plansız gerçekleşebilecek her olay karşısında bir koruma mekanizması gerçekleştirmesi gerektiğini biliyordu. Uzanıp torbanın içerisinden maskeyi çıkararak, "Yaklaş," dedi usulca.
"Öpecek misin?"
"Şu işi bitirelim, hem de nasıl..."
Maskeyi yüzüme geçirdiğinde uzanarak iplerini başımın arkasında sıkıca bağladım. Siyah, yalnızca gözlerimizi açıkta bırakan bir maskeydi. Saçlarımı bluzumun üstüne çıkararak boynumdan çektim ve gergin şekilde yutkundum. Duman da bir diğer maskeyi alıp saniyeler içinde yüzüne örttü ve şırıngayı iri elinin içine saklayarak omuzlarını dikleştirdi. İkimiz de görebildiğimiz tek şeye, gözlerimize baktık. Kaybettiğim her şeyi fark etmeden, o gözlere bakarken kaybetmiştim ve şimdi bu gözlerdeki arayışım bu sebeptendi, "Hayatını riske atmak yok," dedi sertçe. "Bencil ol, kendini düşün..." kapıyı açıp indi. "Hep yaptığını yap işte."
Duman tam olarak buydu. Savaşmıyordu, silahınızı bıraktığınız, en savunmasız olduğunuz anda onu sıkıyordu. Kurşunun girişini iliklerimde bile hissetmiştim sanki.
Etraf ıssızdı. Melih Han'ın villasının önünde, yan yana dizilerek konuşan üç herif vardı. Duman yavaşladı ve vücudunun bir kısmıyla bana siper olarak, "Arkaları dönük," dedi sessizce. "Sırasıyla, hepsinin ensesine bir iğne."
Sessizce ilerleyerek gürültülü şekilde konuşan o üç adamın arkasına doğru yaklaştı ve ben onun arkasını kollarken, elini kaldırdığı gibi şırıngayı en solda duran adamın ensesine sapladı. Adam neye uğradığını şaşırmış halde acının geldiği yere doğru ellerini götürürken diğer ikisi ellerini bellerine atarak Duman'a doğru döndüler. Böylece bana onları avlamam için fırsat verdiler. Onlar daha silahlarını Duman'a doğrultmadan ikisine de sırasıyla ve hızlı şekilde şırıngayı sapladım. Birbirlerinin üstüne yıkıldıklarında, elimi havaya kaldırarak iğneye baktım. "Tamam, uyanmaz bunlar uzun süre."
"Temiz işti ortak."
Bunu dediğimde bana sırıttı ve önüme geçerek villanın bahçesine doğru yürüdü. Bir şifre girmesi gerekiyordu, sanırım şifreyi içerideki adamından öğrenmişti. Diğer adamlar ya bahçenin arka kısmında ya da evdeydi. Sırt sırta verdik ve ben bahçeyi gözetlerken, Duman sokak kapısını açmakla meşgul oldu. Elinde birkaç şey vardı ve bunun kendisi için çocuk oyuncağı olacağını söylemişti. Görecektik, umarım öyle olurdu. Çünkü içeriye soktuğu adam bu gece evde değildi ve kapıyı açamazsak gürültü çıkarırdık. Kapı bir dakika kadar sonra açıldı ve nefesimi tutup sokak kapısının yanındaki alarma baktım. Evet, çalmamıştı. Duman bileğimden tutarak beni içeriye çekti ve sokak kapısını örttü. Parmaklarımı bileğime dolarken, "Salonda, göz önünde önemli şeyler barındıracağını sanmıyorum," diyerek ekledi. "Kasa olmalı."
"Üst kata çıkalım, muhteme..."
Bir metal sesini duyduğumuzda sustuk. İkimiz de hızlı bir manevrayla arkamıza döndüğümüzde, suratımıza doğrultulan silahı gördük. Korumalardan birisi hem hayretle bize bakıyor hem de silahı doğrultmaktan çekinmiyordu. Duman sıkkınlıkla inledi. "Elin titriyor."
Adam bir adım kadar geriledi. "Yine de size kurşun sıkabilir..."
"Bir saniye canım." Tatlılıkla gülümsedim ve elimdeki şırıngayı havaya kaldırdığımda, Duman da adamı etkisiz hale getirmek için elindeki silaha davrandı. Adamın bileğini ters çevirip silahı yere düşürdüğünde metalik bir ses çınladı ve diğer eliyle adamın ağzını kapatıp bağırtısına engel oldu. Doğru anı yakaladığımda şırıngayı ensesine sapladım ve anında uyuşarak dizlerinin üzerine çökmesini sağladım. Duman ellerini çekerek üstünü silkeledi ve ağzının içinde geveledi. "Korumasının da bir korumaya ihtiyacı var.”
Gülümsedim. Önüme döndüğümde Duman etrafı izleyerek peşimden geldi. Merdiven basamaklarını parmak uçlarımda çıkarken, elimi yukarıya kaldırdım ve önüme çıkabilecek herhangi birine karşı tedbirimi aldım. Tek anda biterdi, iğneyi denk geldiği yere indirir ve uyuştururdum. Duman vücudunu vücuduma yaslayıp dikkatimi dağıttığında basamakta sendeledim ve korkuluğa tutunarak ayakta kaldım. Kulağıma doğru fısıldadı. "Böyle maskeli, şırıngalı falan ateşli oldun biliyor musun?"
"Biliyorum."
Başımın üzerinde güldü ve kendini bana bastırmaya devam etti. Ona aldırmamaya çalışarak son basamakları da çıktım ve merdivenin başında durarak koridordun sağ ve sol taraflarını kontrol ettim. "Temiz," dediğimde yanımdan yürüyerek geçti ve sağ cephede bulunan ilk kapıyı açtı. "Burası boş."
Merdivenin başında, farklı yönlere ayrılmadan önce omzumun üzerinden ona baktım. Maskenin arkasında da olsa bu gözlerle senelerdir süren tanışıklığımız vardı. Silahını kaldırdı. Alçak bir sesle fısıldadı. "Canını riske atma, riske girdiğinde de silahını kullanmaktan çekinme."
Maskenin altından dudaklarımı kıvırdım ama görmesinin imkânı yoktu, çünkü bu sefer gerçek bir maske bunu gölgeliyordu. Dudaklarım gülümsemeye o kadar alışkın değildi ki, yanak kaslarımı anında ağrıtmıştı. "Gülümsüyor musun?" dedi hissetmiş gibi. "Etraf parladı sanki."
Dudağımı büktüm. "Aptal, gülümsemiyorum.”
"Gelip çıkartırım o maskeni..."
Dudağımın kenarını sertçe kemirdim ve gölgemin bile olmadığı karanlığın içinde yavaşça yürüdüm. Duman koridorun sağ tarafına, ben sol tarafına yürüyordum. Silahıma davrandım ve belimden çıkarıp yanıma indirdim. Diğer elim hâlâ şırıngayı sıkı sıkı kavramıştı. Omuzlarımı dikleştirdim ve önüme gelen ilk kapıyı yavaşça açtım. Silahı kapıdan içeriye doğrultarak kafamı uzattım ama kimseyi göremedim. Bir yatağın silueti vardı fakat içerisi boştu. Kapıyı örttüm ve bir diğer kapıyı açtım, burası da boştu. Omzumun üzerinden Duman'a baktım ve o da hissetmiş gibi bana döndüğünde çarpıştık. Kalben. Ruhen. "Bir şey olursa..."
"İsmini seslenirim."
Önüne döndü. İkimiz de hemen karşımızdaki kapıları açtığımızda, kafamı silahımla beraber içeriye doğrulttum. Nefesimi, yatağın içindeki silueti gördüğümde tuttum ve Melih Han'ın siluetine bakakaldım. Dudaklarım inanamayarak aralandı ve nefesim gürültüyle çıktı. Kapıyı açık bırakarak içeriye doğru sessiz bir adım attım ve odaya göz gezdirdim. Oldukça büyük, zenginlikle döşenmiş bir odaydı. Onu görebilecek kadar yakınlaştığımda tırnaklarımı pis yüzüne geçirmeyi düşündüm ama kendimi kontrol altında tutmayı başararak bakışlarımı mide bulandırıcı yüzünden uzaklaştırdım. Kasalar genellikle dolapların içinde olurdu ve Melih Han tam da bunu yapacak bir adamdı. Parmak uçlarımda dolaba yürüdüm ve aynalı, geniş dolabın kapağını kaydırdım. Renk renk takımları, gömlekleri vardı. Hafifçe eğildim ve içeriyi karıştırdım, kasa yoktu. Doğrularak dolabın diğer yanına geçtim ve öbür tarafını açıp kasayı aradım, yoktu. Elimi kaldırıp bir yere vurmamak için silahı daha sıkı tuttum ve kalkarak yatağın köşesindeki komodine ilerledim. Tam komodinin rafını açıyordum ki bir gıcırdama sesi duyuldu ve ben şırıngalı elimi kaldıramadan şakağımda silahın soğuk namlusunu hissettim.
"Misafirim var galiba."
Gözlerimi sıkıca yumarak yumruklarımı yere bastırdığımda, Melih Han'ın elleri saçlarımı diplerinden sıkıca kavradı. İnlememek, ağzımı açıp hakaret etmemek için dişlerimi birbirine bastırdım. Saçlarımdan tutarak beni kendine doğru çekti. Eğer ses çıkarırsam kim olduğumu bilir, tüm her şey suya düş...
"Mahşer, çok salaksınız! Sen de o Duman da... Çok salaksınız tatlım."
Her şey zaten çoktan suya düşmüştü.
Biliyordu, Melih Han benim ve Duman'ın gerçekte kim olduğunu, ne olduğunu biliyordu. Vücudumdan aşağıya yüklü bir ürperti geçti ve buz keserek gözlerimi kocaman açtım. Ne zamandan beri, nasıl? Onca şey boşa mıydı? Biz onu kandırdığımızı sanırken o arkamızdan mı gülüyordu? Nefretimin ayak sesleri kalbimin atışlarından daha gürültülü oldu ve öfke duygusu adeta gözlerimi kör etti.
"Duman nerede? Hangi odada? Hadi, beni bulduğunu söyle de yanımıza gelsin."
"Saçlarımı bıra..."
"Bunları mı?" Saçlarımı o kadar sert çekti ki, hissettiğim anlık acı yüzünden gözlerimden yaş düşecek gibi hissettim. "Okşuyordum, acıttım mı yok..."
"Şerefsiz…”
Saçlarımı daha sertçe çektiğinde öfkeyle inledim. Şırıngayı tuttuğum elimi arkaya doğru uzatmaya çalıştığımda uzanıp elimi kavradı ve yumruğunun içinde adeta ezdi. Parmaklarım birbirine kuvvet uygularken, ikimizin gölgesinin üstüne bir gölge daha düştü ve Duman'ın sesi karanlığı delip geçti. Silahını Melih Han'ın kafasına doğrulttu. "O silahı derhal çek."
Melih Han keyfinden biraz bile ödün vermeden gerindi. "Duman, hoş geldin."
Duman'ın da benim gibi sarsıldığını hissettim ama sırtım ona dönük olduğu için bundan emin olamadım. Buna rağmen vakit kaybetmeden silahını Melih Han'ın başına yasladı ve daha yüksek sesle tekrarladı. "Silahı başından, ellerini de saçlarından çek!"
Melih Han bunun aksini yaparak saçlarımı müthiş bir hırsla kavradı. Beni, saçlarımı çekerek dizlerimin üzerinden kaldırdığında, dudaklarımın arasından bir çığlık kaçtı. Melih Han beni önüne siper ederken, Duman çığlığımı duyduğu an hareketlense de o silah şakağımı eşelediğinde bir adım atamadı. Şimdi Duman’la karşı karşıyaydık. Melih Han arkamda, bir silahla dikiliyordu. Elimin birini arkaya doğru atıp şırıngayı bacağına saplamayı düşündüğümde, "Hayır tatlım," dedi ve boştaki eliyle elimi bir kez daha kavrayarak şırıngayı avucumun içinde ezerek kırdı. "Çok erken davranıyorsun. İşte, sizin sorununuz tam olarak bu!"
Duman silahı Melih Han'ın suratına doğru salladı. "Ona zarar vereceğini mi düşünüyorsun? Ben varken kılına dokunabilir..."
"Duman..." Melih Han keyifle onun adını andı ve burnunu saçlarıma sürterek silahı şakağıma daha sert bastırdı. "Bana bir dakika izin ver."
Duman, gözlerinin içindeki cinneti serbest bırakmak üzereydi.
Melih Han elini komodine uzattı, birilerini arayıp adam mı çağıracaktı? Duman üzerimize doğru yürürken, gözleriyle vücudumda hasar aradı. İyiyim ben, senden başka bir şeyim yok.
"Mahşer'i serbest bırak ve bunu birlikte halledelim. Ellerini onun üzerinden çek yoksa seni vururken bir dakika tereddüt et..."
"Alo." Melih Han telefonu kulağına yasladı ve karanlık gülüşü başımın üzerine düşerken, hattın diğer ucundan birtakım sesler duyuldu. Duman’la bakıştık. Onun hâlâ bana zarar gelmiş olmasından endişe duyduğunu gördüğümde dudaklarımı kıpırdatarak iyiyim dedim. Bu onu biraz teselli etti ve gözlerini bir kere kırparak bana daha da güvende hissettirdi. Dikkat çekmeyecek kadar sessizce bize doğru bir adım daha attığında, "Al," dedi Melih Han, telefonu Duman'a uzatarak. "Seni soruyorlar."
"Ne diyorsun lan?"
Melih Han ısrarcı davrandığında Duman telefonu çekip aldı ve ağır ağır yutkunurken, kötü bir his adeta kalbime kenetlenip beni içten içe yemeye başladı. Hoparlördeki telefondan şu ses duyuldu: "Abi!"
Ada.
Kız kardeşi.
Duman'ın eli titredi ve zaman bir anda her ikimiz için de dondu. Ada, Melih Han'ın elindeydi. Ama nasıl? Melih Han'ın gülüşü tüm umutlarımızı yutarken, "Abi," diye tekrarladı Ada, güçlü bir hıçkırığın ardından. "Kafamda bir silah var ve... Silahı dayayan Rose!"
Köstebek en başından beri zaten bizimleymiş.
Bizim bu şaşkınlığı yaşamamıza izin vermeden, Melih Han böbürlenerek konuşmaya başladı. "Kardeşin ve Mahşer arasında bir seçim yapabiliyorsan yap şimdi Duman. Ya buradan eli boş gider kardeşine sağ salim kavuşursun, ya da Mahşer'i alıp gider kardeşinin cesedine sarılırsın! Seçimi sana bırakacak kadar vicdanlıyım, görüyorsun ya."
Seçim. Hayatımızın her anını, yürüdüğümüz her yolu zaten seçimlerimiz belirlemez miydi? Duman’ın beni seçmesi için yüreği, Ada'yı seçmesi için sevgisi vardı. İkimiz arasında bir seçim varsa seçilecek olan Ada olurdu, çünkü iyi olan oydu. Bu tüm hikâyelerde, romanlarda, masallarda böyle olurdu. Dudaklarım hafifçe yana doğru kıvrıldı ve acı gülüşüm maskenin altında kaybolurken, cesurca Duman'ın gözlerindeki hakikate baktım. Bana öyle, beni seçecekmiş gibi bakma. Onlarca kalp kırgınlığının intikamını böyle alma.
Bana karşı Ada'yı seçme hakkı vardı, çünkü o benim eski âşığım olmadan önce kız kardeşinin abisiydi. Yine de gözlerinin içine bakarken, benim yerime başka birini seçecek olmasını görmek istemedim ve gözlerimi usulca yumdum. Hayat gözlerimin önünden geçti ama seçilebilir tek şey senin yüzün oldu. Sorun değil. Zaten bundan seneler önce beni âşığın yaparak farkında olmadan öldürdün. Kansız, silahsız, delilsiz…
Sükûnetimi korudum ve dudaklarından dökülecek olanı bekledim.
Kaderimi bekledim.
BÖLÜM SONU.
Yorumlar yükleniyor...