29. BÖLÜM
"CİNAYETLERİN FAİLİ."
Kendimi bir bıçağa sapladım, kalbime kadar battı.
Kalbim parçalandı ve bunu hissettim. Kulağa çok klişe bir cümle gibi geliyor; kalbim parçalandı. Gerçekten öyle, ama bir şey var. Bazı insanlar gerçek kalp kırıklığını, onu hissedene kadar bilemezler. Ya da gerçek bir kalp acısını... Ağlamamak için kendimi tuttuğum pek olmamıştı, çünkü ben ağlanacak şeylere tepkisiz kalırdım ama kalbim gerçekten acıdığında... savunmasızdım.
Ellerim buz gibiydi ve bunun ellerimi yıkıyor olmamla bir alakası yoktu. Ellerim buz gibiydi, çünkü kaybın soğuk ağırlığını taşımışlardı. Bilirsiniz, ölüm vücutları soğutur; belki bundandır ellerimin buz gibi olması. Ölüm... Bu kapının ardında, koridorun sonunda, bir odada, yalnız...
Aynaya bakarken yutkundum ve ellerimi suyun altından çekerek lavabonun giderine baktım. Elime bulaşan kan suyla akıp gitmişti. Bu kan... Duman yere düştüğünde alnına açılan yaradan dökülen kandı ve hastaneye geldiğimizden beri ben elimdeki o kana bakıyordum. Onu hastaneye getirdim ama bunu nasıl yaptığımı anımsayamıyordum. Sanırım gözlerimi ondan alıp etrafıma hiç bakmadığım için bir şeyleri fark edememiştim. Ama biliyordum, evimizin etrafında olduğu için bağrışlarımı duyup gelen, bizi hastaneye getiren Abdulrezzak'tı.
Ömer onu acile almıştı, beni kapının dışında bırakarak. İçeriye girmek istemiştim ama bana o kadar kötü bakmıştı ki, vicdanın yok mu, der gibiydi sanki. Kapının dışında saatlerce beklemiş ve elimdeki kanı izlemiştim. Sanırım şakağı bir taşa denk gelmiş ve bu yüzden kanamıştı. Az önceye kadar o kan elimdeydi ama elimi yıkadığımda defolup gitmişti. Zaten kanına sadakatim olsaydı, onu defalarca kez öldürmezdim.
Duman'a tam olarak ne olduğunu bilmiyordum ama yüreğimin ve mantığımın derinliklerinden yükselen bir ses kalbinin artık çok yorulduğunu söylüyordu. Bayılmadan önce söylediklerini az çok hatırlıyordum. Amcası olduğunu söylemişti. Kastettiği o geceydi, amcası neden o gece tüm bunları yapmış olabilirdi? Doğru anladıysam beni polise şikâyet eden de o geceyi planlayan da amcasıydı.
Ama neden?
Bu konu benim için her şeyden önemliydi; Duman haricinde. Bu yüzden şimdi amcasından çok Duman’la ilgileniyor, bu gerçeği hazmetmeyi daha sonraya bırakıyordum. Şu an düşündüğüm tek şey Duman'dı.
Arkamı döndüm ve lavabonun çıkışına ilerledim. Saat gecenin üçüydü, ya da üçü biraz geçmişti. Bir hemşireden başka kimse yoktu, zaten özel hastaneler hiçbir zaman yeterince kalabalık olmazdı. Yoğun bakımın kapısına kadar yürüyüp geniş, yoğun bakım yazan kapıya yaslandım ve gözlerimi yerdeki beyaz fayanslara diktim. Ömer durumuyla ilgili hiçbir açıklama yapmamıştı ve itiraf edeyim ki bu çok korkunçtu; hakkında ne düşünmem gerektiğini bilmiyordum.
Kalbim bir daha acımaz sanmıştım...
"Kendimi herkes için değersiz, bir tek senin için değerli hissediyordum," diye fısıldadıktan sonra ellerimi birleştirdim ve parmaklarımı kuvvetle sıktım. "Her şeyi unutsam bunu unutmam."
Soğuk elimi yoğun bakımın camına yaslayarak gözlerimi kapattım. Ufak ufak seslerin uğultusu dışında hiçbir şey duymuyordum; böyle olduğunda zihnimi dinlemek daha kolay oluyordu. Sanki karnımda bir yumruk vardı ve nefes aldırmıyordu. Kaburgalarım kalbime yaslanmıştı. Gözlerimi daha sert yumdum.
"Çok yüzsüzüm, seni defalarca kez öldürmemişim gibi, şimdi ölmemen için burada bekliyorum..."
Bir elimi kalbime bastırdım, bu ağrıya tahammül edemiyordum. Gerçekten bir daha acımayacağını sanmıştım ama acıyordu. Duman'ı nereye koyarsanız koyun sanki dönüp dolaşıp bulur ve kalbime girerdi. Üşüdüğümü hissederek gözlerimi açtım ve yoğun bakımın puslu camından içeriye baktım. Onu görmek için girecektim ama çıkmalarını bekliyordum. "Senin için ne yaptığımı düşünüyorum da... Hiçbir şey yapmamışım."
"Hanımefendi, iyi misiniz?"
Kulaklarımı dolduran bu sesle beraber ruhsuzca arkamı dönerek bana kimin seslendiğine baktım; az önceki hemşireydi. "Değilim," diye itiraf ettim. "Duygularımı uyuşturabileceğiniz bir ilacınız var mı?"
Aynı üzgün sesle konuştu. "Geçmiş olsun. Ya da sanırım yakınınızı kaybettiniz, başınız sağ ols..."
"Ölmedi," dedim sertçe ve sustum.
Hemşire bir daha konuşmadı, adım seslerinin uzaklaştığını duydum. Yutkunduğumda boğazımdan garip, sanki boğuluyormuşum gibi bir ses çıktı. "Ölmedi dedim... N'olur beni yalancı çıkarma."
Burnumun sızladığını hissettiğimde, galiba ağlayabiliyorum, diye düşündüm. Galiba ağlayacağım. Fakat öyle olmadı, ağlayamadım, sadece burnum acı acı sızladı. Bir kez daha yutkunarak elimi kalbimden çekerken kapı açıldı. Ömer'i gördüm. Yanındaki hemşireyle beraber odanın kapısından uzaklaşırken bakışları beni buldu. Başındaki galoş şapkayı çıkarırken yanındaki hemşireyi bir baş işareti yaparak uğurladı ve üzerime doğru yürüdü. Onu boş verip Duman'ın odasına girmek için yanından geçmek istedim ama kolumu sertçe tuttuğunda durmak zorunda kaldım.
"Onu görme," dediğinde sesinde hem bir buyurganlık hem istek vardı. "Birkaç saate uyanacaktır ama onu yormaman kendisi için daha iyi olacak. Şimdi git. Söz, uyandığında ben seni arayacağım. Git ki, kendine geldiğinde yanında kendinden çok düşündüğü bir şey olmasın; kendini düşünsün ve dinlensin."
Söyledikleri doğruydu ama bir yanlışı vardı. Dirseğimi kolundan çekip kendimden emin şekilde konuştum. "Uyandığında beni görememek onun kalbini daha çok kırar."
"Huyun değil mi zaten onun kalbini kırmak?"
Yanından süratle geçtim ve yoğun bakımın kapılarını aralayarak koridora çıktım. Duman hemen karşımdaki odadaydı, oraya doğru ilerlerken Ömer arkamdan bağırdı. "Hemşire seni hazırlasın, öyle giremezsin.”
Hemşire az sonra geldi, yanında giymem için birkaç kıyafet verdi. Galoşları ayaklarıma geçirirken oldukça sabırsız ve heyecanlıydım. Hemşire üzerime, bu yeşil, aptal şeyi giydirerek, "Temas yok," diyerek ekledi: "Kısa sürsün."
Hemşire uyarısını yapıp kapının önünden uzaklaştığında koridorda yalnız kaldım. Bir süre bekleyerek kendimi toparlamaya çalıştım. Bilinci hâlâ kapalı olmalıydı ama onun gözlerini görmek, sesini duymak için sabırsızlanıyordum. Genzimi temizleyerek odanın kapısını ittirdim ve adım atarak içeriye girdiğim ilk an onu gördüm.
O iyi bir avcı bile olsa kalbi yorgun.
Bu yüzden ceylanın peşinden ne kadar koşarsa koşsun ona varamıyor.
Burnum daha fazla sızladı ve kalbimde daha önce hiç hissetmediğim bir şey hissettim. Bu duygu bambaşkaydı ve sanki bir tek Duman'a özeldi. Beyaz yatağın içinde, bembeyaz çarşafların içinde öyle her şeyden habersizce uzanıyordu ki... O an onun için dünyayı karşıma alabileceğimi hissetmiştim.
Titreyerek yatağına yürürken gözüm ondan başka şey görmüyordu. Odanın içerisi loştu, ışıklar kısıktı ve Duman'ın koluna serum bağlıydı, bununla beraber bir makine de. Sanırım kalp atışları ve solunumu o makinede yazıyordu. Yatağın ucuna kadar yürüdüm ve bacaklarım yatağa yaslandığında durarak yukarıdan ona baktım. Savunmasız görünüyordu. Gözleri kapalıydı, kirpikleri gölge halinde gözaltlarına düşmüştü, yüzü temizdi, şakağındaki yara temizlenmişti ama izi duruyordu. Üzerinde ince bir çarşaf vardı ve hastane kıyafetleri içerisindeki bedeninin üzerine örtülmüştü. Saçları dağınıktı, uzanıp düzeltmek istedim ama parmaklarım titrediği için beceriksiz davranmaktan korktum. Üzerine hastalığının ağırlığı çökmüştü ve ona baktıkça boğulmayı değil, ölmeyi istiyordum.
Dizlerimin üzerinde eğildim ve parmaklarımı uzatarak şakağına, yarasına yumuşakça dokundum. Hiç hissetmemişti, irkilmemişti bile; derin bir uykudaydı. Yarasını okşadım.
"Şu an hissettiğin fiziksel acıyı ben ruhumda hissediyorum." Dokunuşumda mâni olamadığım bir şefkat hâkimdi. "İnansan da inanmasan da öyle."
Aslında ne kadar mutlu olurdu, canı acıdığında canımın acıdığını bilse. Çünkü acıyı hissetmek sevgiyi gerçek kılardı ve Duman bunu bilirdi. "Beni duymuyorsun," dedim acı içinde. Acıyı kabul etmiştim, çünkü onu küçümsemek Duman'ı küçümsemek olurdu.
"Fakat beni duymuyorsun diye konuşmayı bırakacak değilim. Sonuçta ben anlamıyorken sen konuştun, defalarca bir aptala laf anlatmaya çalıştın, kendini paraladın..."
Üzerindeki çarşafa baktım, çok inceydi ve omuzlarını açıkta bırakmıştı. Burnumu sessizce çekerek örtüye uzandım ve omuzlarına doğru örterken, "İkiyüzlü gibi davranıyorum," diye fısıldadım. "Ama zaten öyleyim, değil mi? İkiyüzlüyüm."
Örtüyü omuzlarına kadar örttükten sonra onu soğuktan sakınarak iyi hissettiğimi düşündüm ama yüzünü bir daha gördüğümde... çığlık atmamak için dudaklarımı ısırdım. Onun yüzünde ölümü görmekten nefret ediyordum.
"Uyanacağını biliyorum ama yine de ümitsizliğe kapılmadan edemiyorum." Bir sır veriyormuş gibi, dudağına doğru fısıldadım. "Biliyor musun, benim de bir kalbim varmış."
Parmağımı şakağındaki yaradan çekerek dudaklarımı oraya uzattım ve taze yarasının üzerine bir öpücük kondurdum. "Acıyı hissettiğim kadar var olduğumu biliyorum ama bu acı değil, sanki işkence." Dudaklarımı yarasından çekerek yüzünden biraz uzaklaştım ve titreyen çenemi tutarken fısıldadım. "Çarşafların çok soğuk, senin yerine üşüyorum."
Bir elimi yumuşak saçlarının arasına yerleştirirken, "Sana temas etmemem gerekiyormuş," diye fısıldadım ve bununla alay ederek küçük bir kahkaha attım. "Bunun için ellerimi falan kesmeleri gerekecek."
Elim saçlarındayken bakışlarım kirpiklerine düştü, sonra kirpiklerinin gölgesine... Düzgün burnu doğrultusunda aşağıya inerek dudaklarına baktım; kurumuş görünüyorlardı. Makineden ses geliyordu ve kalp atışları cihazın içinde yükseliyordu. Yüzüm yüzüne denkti ve dudaklarımız birbirine bakıyordu. Onun yüzünde ölümle selamlaşmak kalbimi tümüyle ağrıtıyordu. Elimin birisiyle çarşafını avucumun içine aldım. Gözüme bir şey batıyordu, sanırım gözyaşımdı. Bir daha ağlamam sanmıştım, çünkü onu madden kaybedeceğimi düşünmemiştim. Bir daha ağlamam sanmıştım, çünkü kaybın ne olduğunu unutmuştum. Bir daha ağlamam sanmıştım, fakat ağlayabilirdim.
Ağlıyordum.
Gözlerimi ıstırapla yumdum ve kıvılcımlar boğazıma dört elle sarılırken, dudaklarımı dudaklarına yaslayarak ateşimi onunla bölüştüm. Sevgi gibi, acı da paylaşılabilir şeydi. Kurumuş, sıcak dudaklarında onun tadını aldım ve elimdeki çarşafı daha sıkı kavradım. Zaman onun için kaygı duyarak akarken, gözümün kenarından bir damlanın düştüğünü hissettim ve dudaklarından öperken fısıldadım: "Seni seviyorum."
🥀
Saat sabahın altısıydı.
Sabahın bu saatleri hep bu kadar karanlık mı olurdu bilmiyordum ama gökyüzü gece mavisi renginde, kasvetliydi ve sanki hiç aydınlanmayacak gibi görünüyordu. Hastane koridorunda, yoğun bakımın önündeydim ve camlardan dışarıyı izliyor, düşünüyordum. Katili öğrenmiş olmama rağmen bunun için bile bir şey yapasım yoktu, çünkü Duman olmayınca her şey manasını kaybetmeye başlamıştı. Uyandığında her şey düzelecek değildi ama zamanın akışında kendime yer bulabilecektim. Şimdi zamanın içinde değil, sanki dışındaydım.
Uyanacağını düşünmüştüm, çünkü Ömer birkaç saate uyanacağını söylemişti. Daha ne kadar süreceğini bilmiyordum, üstelik buradan çok ayrılmak istemediğim için de Ömer'i bulamamış, Duman’ın durumu hakkında yeteri kadar bilgiye sahip olamamıştım. Camdan içeriye giren güneş gözlerimi aldığında kaşlarımı çatarak elimle saçlarıma uzandım ve uzun saçlarımı tek omzumda toplayarak arkamı döndüm. Bakışlarım etrafta gezinirken tesadüfen Ömer'in buraya doğru yürüdüğünü gördüm. Yorgun görünüyordu ama adımları hızlı, heyecanlıydı. Arkasından bir hemşirenin koşturduğunu gördüğümde, "N'oldu?" diye sordum endişeyle. Bilinçsizce ona doğru yürümeye başladım. "Uyandı... uyandı mı?"
Ömer bana bir saniye kadar baktıktan sonra yoğun bakımın kapısından içeriye girdi. "Uyandı."
Arkasındaki hemşireyle beraber gözden kaybolduğunda dudaklarımın arasından büyük bir nefes bırakarak ellerimi yüzüme kapattım. Uyandığını söylemişti, öyleyse kendine gelmiş, gözlerini açmış olmalıydı. Şükürler olsun! Kalbim çok hızlı atıyordu, en son yine o beni korkuttuğu için bu kadar hızlı atmıştı. Ellerimi yüzümden indirerek duvara döndüm ve alnımı soğuk duvara yaslayarak yumruklarımı sıktım. Titreyen çenemi sakinleştirmeye çalışırken parmaklarımla ıslak kirpiklerimi yokladım ve gözyaşlarımın izlerini temizledim.
İçeriye girip onu görecektim ama öncesinde Ömer’le hemşirenin çıkmasını bekliyordum. Islak gözlerimi aceleyle temizlerken adım seslerini tekrardan duyarak arkamı döndüm ve Ömer'in rahatlamış halde kapıdan dışarıya çıktığını gördüm. Hemşire yine arkasından geliyor ve Ömer'e bir şeyler söylüyordu. Yerimden atıldım ve süratle Ömer'e yürüdüm. "İnatçısın, onu göreceksin değil mi?"
Gitmemi istiyordu, kendince haklı sebepleri vardı. "Şimdi sana bir soru soracağım, eğer cevabın tahmin ettiğim gibi değilse basıp gideceğim," dedim tek solukta ve onun şaşırarak kaşlarını çatmasına sebep oldum.
"Tamam, hadi sor."
"Uyandığında ilk beni mi sordu?"
Ömer'in dudakları birkaç saniye boyunca aralıklı kaldı ve sonra kapandı. Bakışlarını öfkeyle benden çekerek sessiz kaldığında, cevabın ne olduğunu anlayarak alayla güldüm ve hiç durmadan yanından geçtim.
Kapıdan içeriye girdim ve Duman'ın kaldığı odaya doğru ilerledim. Kapısı kapalıydı ve açıp içeriye girdiğimde, bu sefer onu kapalı gözleriyle değil, yüksek ihtimalle bana bakarken bulacaktım. Dağınık saçlarımı el yordamıyla düzelterek nefeslendim ve kapıyı, sessiz olmasına dikkat ederek ittim. Bakışlarımı yerde oyalayarak kendim için açtığım aralıktan içeriye sızdım ve kapıyı arkamdan kapattım. Şu an bakış açısındaydım, acaba beni görüyor muydu?
Parmaklarım gereksiz bir telaşla kulağımın arkasındaki saçlarımda gezinirken yatağın ucuna doğru yürüdüm. Bacaklarım yatağa yaslandığında durdum ve bakışlarımı azıcık kaldırarak etrafta gezdirdim; oda en son gördüğüm gibiydi. Ancak yine de biraz daha aydınlıktı. Duman'ın koluna hâlâ bir serum bağlıydı, vücuduna bağlı cihazdan sesler geliyordu ama bu sesler, onu öptüğüm zaman gelen sesler kadar yüksek ritimli değildi. Ellerimi saçlarımdan indirerek yatağın ucuna dokundurdum ve çarşafıyla oynarken, yüzüne bakamadan, "Merhaba," diye mırıldandım.
Cevap gelmedi. Bir şeyler demesini bekledim ama kendi sesimden başka ses duymadım. Bu belirsizliğe daha fazla dayanamayarak bakışlarımı çarşafın altındaki vücuduna doğrulttum ve göğsünden yukarıya çıktım. Gözlerini, kehribar renkli bakışlarını görene kadar uyandığından bu kadar emin değildim ama yanardağ görünümlü gözlerini gördüğümde onun hâlâ hayatta olduğunu yeni kavramış gibi rahatladım. Yorgun bakışları zihnimdeki tüm düşüncelerimi silip süpürdü ve onun için duyduğum endişe hissi, göğsünü gererek ortaya çıktı. Kuru kalmış dudakları aralanarak "Merhaba," diye fısıldadı.
Sesi yorgundu. Neredeyse boğazındaki o kuruluğu sesinde hissetmiştim. Son birkaç saat onun için çok zor geçmiş olmalıydı, benim gibi. Gözlerini zor açık tutuyor gibiydi ama inatla kapatmıyor, beni izliyordu. Ne yapacağımı bilemeyerek dudağımı kıvırdığımda, Duman'ın da dudakları kıvrıldı ve hemen sonra yorgun gözkapakları aşağıya indi. Anında endişeye kapıldım ve hafifçe eğilerek yanağına dokundum. "Duman..."
"Çok güzel bir rüya gördüm," diye fısıldadığında, hâlâ benimle olduğunu anlayarak rahatladım. "Seni seviyorum, dedin."
Boğazıma bir yumru oturdu. Bu iki kelimeyi birbirimize karşı bu kadar kolayca söyleyebilmenin şaşkınlığını yaşarken dudaklarım bir şeyler söyleme gayesiyle aralandı. Gerçek olduğunu belki de bilme hakkı vardı. Gözleri hâlâ kapalıydı ve dudağının yanındaki gülümseme sabit duruyordu. Bu onu gülümsetiyor muydu? Mutlu ediyordu. "Aslında..." genzimi temizledim. "Duyduğun o şey rüya değil..."
"Şşt." Duman yüzünü çevirdiğinde yanağında duran parmaklarım dudaklarına çarptı ve gülüşüne temas etti. "Cihazın sesi yükseliyor, böyle konuşman bana zarar veriyor olabilir."
Parmak uçlarımı gülüşüne bastırarak kapalı gözlerini izledim. Sanırım narkozun etkisiyle gözlerini açamıyordu, onu bunun için zorlamazdım zaten. "Nasılsın?" diye sordum. "Uzun saatlerdir uyuyorsun."
"Güzel rüyalar gördüm," diye mırıldandı ve dudaklarını parmak uçlarıma bastırdı. Öpücüğü, sanki akan kanı takip ederek yaralarıma gizlendi ve tüm elimi uyuşturdu. "Bunlar ne hoş rüyalar, rüyalar, rüyalar..."
Kaşlarımı hafifçe çattım ve dudaklarım arasından engel olamadığım bir gülme sesi çıkardım. "Narkozun etkisinde misin sen?"
"Bunlar ne güzel rüyalar, rüyalar... Kırmızı tangasıyla Mahşer, Mahşer..."
Hadi canım, cidden mi? Küçük bir operasyon geçirdiği için narkoz almıştı ama narkozun etkisinde kalacağını hiç düşünmemiştim. Saçmalıyordu.
"Sapıklık ediyorsun Duman."
Gülümsemesi büyüdü, narkozun etkisi bir yana, bu terbiyesizlikten hoşlanıyordu. "Evet sapığım ve seni yiyeceğim."
"Şu halini videoya almak, sana izlettirmek istiyorum. Dediklerine bak ya, bir de salak salak sırıtıyorsun..."
"Çişim geldi galiba..."
"Yok artık Duman!"
Yorgun bakışları bir kez daha benimle kesiştiğinde, bir acı içimde kükredi ve zincirlerinden kurtularak göğsümü tırnaklarıyla yırtmaya başladı. Her şey bir yana, o gözleriyle benden merhamet ve şefkat istediğinde onu asla geri çeviremiyordum. Bakışları beni zamansız kılıyordu ve olan şu ya; Duman benim için eski veya yeni değildi, zamansızdı, eskimezdi.
"Biliyorum Mahşer, senin de bir kalbin var."
Duymuştu, rüya olmadığını biliyordu.
Bu konu hakkında hiçbir şey demedim. Bakışlarımı kaçırarak, "Nasılsın?" diye yineledim sorumu. "Narkoz etkisinde olman dışında tabii."
Hafifçe öksürdü, boğazı gerçekten çok kurumuş olmalıydı. "Beynimde bir ton şey var sanki," dedi, şikâyetçi bir tavırla. "Ayrıca su da vermiyorlar, birkaç saat geçmesi gerekiyormuş."
"Abuk subuk işler," diye homurdandığımda, "Aynen," diyerek beni onayladı ve gözlerini yumdu.
"Kalbin," diye sordum ve ufak bir tereddütten sonra devam ettim. "Ağrıyor mu?"
"Çok," dedi ve yanağını yastığa bastırarak yüzünü benden tarafa çevirdi. O çok, dediğinde benim diyecek hiçbir şeyim kalmadı.
Kalbim acımaz sanmıştım.
Acıyor.
"Senin için ne yapabilirim?" diye sordum, hissettiğim şefkati esirgemeden. Belki de uzun zamandır ilk kez bu kadar maskesiz, hissettiklerime yakın davranıyordum. "Ömer ne söyledi? Aslında ben ona nasıl olduğunu soracaktım ama seni göreceğim için heyecanlandım, o yüzden unutmuşum..."
Kendime bu unutkanlığım yüzümden kızarken, Duman'ın narkozun etkisiyle sarhoş gülüşünü duydum. "Heyecanlandın mı? Yaa, çok mu heyecanlandın seni salak..."
Şok içinde ona bakakaldım. Bu tavırları alışılmadıktı ama narkozun etkisinde olduğu için açıklanabilirdi. Yine de onun böyle konuşması, kendinden habersizce sırıtması hem komik hem sinir bozucuydu. Evet, belki de onu videoya almayı bir daha düşünmeliydim.
"Ya evet, heyecanlandım," diyerek mırıldandım. Duman gülmeye devam etti ve yanağını yastığa sürterek esnedi. Ah, sanırım tekrar uyuyacaktı. Gülümsemesi kısa sürdü, yüzünü buruşturdu ve elini kalbine götürerek ağzının içinde bir şeyler mırıldandı. Belki uyursa kalbinin ağrısını hissetmezdi, bu benimle ayık kalmasından daha güzel bir seçenekti.
Arkama dönerek köşedeki tekli koltuğa baktım. Koltuğu buraya çekmek için Duman'dan uzaklaşmaya çalıştım ama elimi o kadar sıkı tutuyordu ki, kurtulmama imkân yoktu. İç çekerek elimi tutan eline baktım ve parmaklarının zayıfladığını görmek beni olduğum yerde baştan aşağıya titretti. Parmaklarının zayıfladığını bile ayırt edebiliyorsam... Dünya çok eksiliyor, çünkü sen azalarak bitiyorsun. Zorlukla yutkunarak elini daha sıkı tuttum ve uzanarak diğer elimle koltuğu çekmeye çalıştım. Neyse ki zor olsa da başardım ve koltuğu ayaklarından çekerek kendime sürükledim. Onun elini bırakmadan çektiğim koltuğa oturdum. Sanırım o koltuğa uzanamasam da elini bırakmamak için uzun süre ayakta bekleyebilirdim.
"Uyudun mu?"
Sessiz sorum birkaç uzun saniyeler boyunca havada asılı kaldıktan sonra, "Hayır," diye bir cevapla dönüş aldı. "Henüz değil. Burada olduğunu unutup uyuyamıyorum, yanında uyumak vakit kaybı gibi geliyor. Yani seninle vakit geçirmek varken uyumak..."
Elini elimle beraber dizimin üzerine bırakırken, bakışlarımı serumuna çevirdim. Tamam, koluna yumuşak davrandığım müddetçe serum sorun çıkarmazdı. Yüzümü tekrar önüme çevirirken, "Narkoz etkisinde olmak seni daha açık sözlü yapmış," diye mırıldanmadan edemedim.
"Mahşer kırmızı tangasıyla," diyerek şarkı söylemeye başladığında gözlerimi devirerek kafamı iki yana salladım. "Pis sapık."
Gözleri bir kapanıyor bir açılıyordu, kendini ayık tutamıyordu. Uyumuyordu ama kendinde de sayılmazdı. Ona amcasıyla ilgili sormam gereken şeyler vardı ama bana sağlıklı cevaplar verecek durumda değildi. Başparmağını sıkarken yüzündeki ifadenin değiştiğini, tekrardan sırıttığını gördüm. Acaba şimdi hangi edepsiz rüyayı görüyordu beyefendi...
Yüzünü yastığa gömdü ve sırıtarak ağzının içinde bir şeyler mırıldandı. Bu hali... komikti. Tamam, itiraf edeyim sırıtırken biraz da tatlı görünüyordu ama onun böyle konuşmasına hiç alışkın değildim. Neyse dedim ve sessiz kalarak elimin içindeki elini okşadım.
Huzursuz bir uykuya dalışını izledim. Elimi uykusunda bile bırakmadı, ben de çekmedim. Telefonum eşofmanımın cebinde titredi. Baktığımda arayanın Ada olduğunu gördüm ve cevaplayarak kulağıma yasladım.
“Mahşer abla,” dedi heyecanlı ses. “Şükürler olsun ki açtın! Abimi defalarca aradım, telefonuna bakmayınca çok endişelendim. Biliyorsun yani... her an bir yerde... Neyse neyse seninle mi şu an?"
Ona ne diyeceğimi düşündüm, endişelenip buraya gelmesini istemiyordum; büyük ihtimalle Duman da böyle düşünürdü. "Evet, abin benimle. Şarjı bitmiştir, açamamıştır. Biz de gece biraz meşguldük..."
"Gece meşgul müydünüz?"
"Yaşın yetmiyor Adacığım. Hadi, endişelenmeyi bırak ve telefonu kapat."
Endişeleri geçmiş olmalı ki söylenerek telefonu kapattı. Yalan söylemekten gurur duymuyordum ama doğruluk timsali olmadığım için bunu dert de etmiyordum.
Esneyerek elimi ağzıma kapattım ve uyku ihtiyacımın gözkapaklarımda ağırlaştığını hissettim. Geceyi uykusuz geçirmiştim ve şimdi Duman'ı izlerken, nefes alışlarını dinlerken uyumak istemiştim. Elini bırakmadım, zaten ben bıraksam da o bırakmazdı. Parmaklarına tutunarak başımı yatağın kenarına yasladım ve onun solgun yüzünü izleyerek uykuya daldım.
Ne kadar zamanın geçtiğini anlamadım. Sessizce, kendiliğimden uyandığımda, nerede olduğumu kavramam bir dakikamı aldı. Gözlerim kapalıyken en son nerede ne yaptığımı düşündüm ve hâlâ Duman'ın yatağında olduğumu anlayarak elimi enseme götürdüm. Nemli ensemi silerken, gözkapaklarımın üzerinde gün ışığını hissettim ve memnuniyetsiz bir tavırla gözlerimi açtım.
Gördüğüm ilk şey Duman oldu.
Bir süre onu izledim ve sonra bakışlarımı ondan çekip şöyle bir etrafımda dolaştırdım. Her şey aynıydı, kimse girip çıkmamış gibiydi, sadece biraz daha aydınlıktı. Esnediğim için elimi ağzıma götürmek istedim ama sonra elimin hâlâ onun elinin içinde olduğunu fark ederek bakışlarımı birleşmiş ellerimize çevirdim. "Bırak," diyerek elimi çekmeye çalıştım ama Duman parmaklarını sıkılaştırarak bu girişimimi savuşturdu.
"Kaçma hemen."
"Ellerimiz terlemiş," dedim, kısık sesimde uykunun izleri vardı. "Hem sen operasyondan çıkmış olmana rağmen biraz fazla güçlü değil misin?"
"Konu seni yanımda tutmak olduğunda inanılmaz güçlü hissediyorum."
Elimi çekmekten vazgeçerek yüzümü başka tarafa çevirdim. Hiç huyum değildir ama garip bir şekilde yanaklarımın ısındığını hissetmiştim. Yanılıyor olmalıydım ya da burası fazla sıcaktı. Dudaklarımı ıslatarak yüzümü saklamaya çalışırken, "Dur bir saniye," dedi Duman, sesi hayret içindeydi. "Kızarmış olamazsın değil mi?"
"Sadece sıcakladım..." Elimle yüzümü serinletmeye çalışırken, Duman'ın kuşkulu bakışlarını es geçmeye çalıştım ama oradaydı ve Duman'ı es geçmek artık o kadar kolay değildi. Kafasını sallayarak başını yastığına gömdü. "Zaten kızarmış olmana pek ihtimal vermiyorum."
Bakışlarımı tekrardan birleşen ellerimiz çevirerek, "Uyuyakalmışım," dedim. "Nasıl, iyi misin?"
"Ağrım hafifledi," diyerek kısık sesli bir cevap verdikten sonra birkaç kez öksürerek genzini temizledi. "Bir ara Ömer geldi, birkaç şey söyledi, serumumu değiştirdiler falan..."
"Hayret, Ömer beni kapıya atmadı."
"Bir an uyandıracak oldu, yanımda bu kadar uzun kalmaman gerektiğiyle ilgili bir şeyler zırvaladı ama umursamadım."
"Doğru söylüyor aslında," dedim ve çenemle bağlı olduğu makineleri gösterdim. "Sana yaklaştığımda makineden yükselen sesler çoğalıyor."
"Beni öptüğünde de..."
Bakışlarımız bir kez daha rastlaştı ama bu tesadüf değil, kader oldu. Gözlerinin içine bakmak, başımı eğip yüzyıllardır yanan bir yanardağa bakmak gibiydi; ateşi yüzüme püskürüyordu.
"Gece, bilincini kaybetmeden önce bir şey dedin Duman..." Bu kelimeler ağzımdan çıktığı an Duman'ın gözlerindeki sakin ateş ansızın parladı ve bir an püsküren alevlerin beni tutuşturacağını bile düşündüm. Neden bahsettiğimi anlamıştı ve öğrendikleri her neyse, onu kahrediyordu.
"Amcamdı, dedin. Sonra düştün ve o öylece kaldı. Amcam dedin ama bu nasıl olabilir? Neden? Mantığım almıyor Duman. Aylarca aradığımız katilin bu kadar yakınımızda olması çok saçma. Biz kendimizi bunca zaman boşa mı hırpaladık, boşuna mı Melih Han'ın peşinden koştuk? Bir saniye... Aman Allah'ım! Fotoğraf! O fotoğrafı sana veren amcandı! Sen dedin Duman, sen! Amcan sana babamla annenin olduğu fotoğrafı verip onların sevgili olduğunu söyledi! Bizi... yanlış yönlendirmek istedi! Biliyordu, onların kardeş olduğunu bile bile..."
"Onu vurdum."
İki kelime kurşun gibi zihnimi delip geçtiğinde ona bakıp beni mi vurdun, diye sormak istedim ama aslında kimden bahsettiğini biliyordum. Donuk bakışları, cümlesiyle o kadar uyuşmuyordu ki, onun gerçekten amcasını vurduğuna inanamamıştım.
"Öldü mü?" diye sordum tek nefeste.
Donuk bakışları ürpertici bir şekilde yüzümde dolaştı. "Koluna geldi galiba," dedi, bakışları; sanki olayı anımsıyormuş gibi kısılmıştı. "Ben... aniden çıkarıp vurdum onu. Hesap etmedim, neresinden vurayım diye düşünmedim, aniden sıktım. O konuşuyordu Mahşer... o an bunu sadece onu susturmak için yaptım... Sonra çıkıp sana geldim işte."
Muhtemelen sinir krizi geçirmiş, öğrendiklerinin ağırlığına dayanamayarak silahına davranmıştı. Amcası ona neler söylemişti de çıldırmış, onu vurmuştu? Amcasının amacı neydi, neden o gece kendi öz yeğenlerine ve kardeşine böyle bir şey yapmıştı? Babama anneme... Duman onu nerede vurmuştu, eğer yalnızsa ve hastaneye gidememişse kanamadan ölmüş olabilir miydi? Görgü tanığı var mıydı, gelip Duman'ı alacaklar mıydı?
"Ölmüş... olabilir mi Duman?"
Onu kendine getirmek maksadıyla elini sıktım ve bakışları bana döndüğünde, "Ölmüş olabilir mi?" diye tekrarladım.
"Hayır," dedi. Çatılmış kaşlarıyla yüzünde acı çekiyor gibi bir ifade vardı. Gibisi fazlaydı, çünkü kalbi olan herkes acıyı çekerdi. Hele o kalp yaralı ve kırgınsa.
"Odasındaydım, şirketinde... Ben odasından çıkarken birileri giriyordu, elimdeki silahı görüp çığlık attıklarını hatırlıyorum ama hiçbiri cesaret edip beni durduramadı."
Yüzünde dehşet vardı ama acı yoktu, merhamet hiç yoktu. Olayı ve öğrendiklerini henüz kavrayamamış gibiydi. Belki de öyleydi, hiçbir şeyi tam olarak açıklığa kavuşturamamıştı. Amcasının annesinin katili çıkması, kız kardeşinin felçli kalmasının sorumlusu olması... Bunlar gerçekten çok ağır şeylerdi ve Duman'ın sırtında artık bunları taşıyacak derman kalmamıştı. Titreyen sol elimle uzanıp yanağına dokunduğumda gözleri kapandı ve onu karanlığa uğurladığımda, arkasından elveda bile diyemedim. "O zaman ölmemiştir, bunu düşünme... Amcan neler söyledi, sen ondan bahset."
Ruhundaki savaştan kalan kurşunları sanki yüzünden toplayabilirdim. Çehresinde, kendisiyle olan savaşının emareleri vardı ve o savaşta kaybetmemek için onu sıkıca tutmam gerekiyordu. Elini daha sıkı tuttuğumda kaşları biraz daha çatıldı. "Ben yaptım dedi, sebebini söylemedi."
"Şerefsiz," diye mırıldandım dişlerimi sıkarak.
"Annemle babanın bir ilişkisi olduğunu düşünüyordu," derken dudakları yavaşça hareket ediyordu. "Bunun için olduğunu düşündüm, annemin yaptığının cezasını vermek için yaptığını düşündüm ama onlar kardeşti! Bunu öğrenmişti, çünkü Melih Han yanlış anlaşılma yüzünden demişti, gerçeği sonradan öğrendiklerini söylemişti hatırlıyor musun? Yanlış anladıkları için mi onları öldürdüler, babanı? Ama ya Ada'nın suçu neydi, yeğeniydi onun... Sonra annen, onun kabahati neydi?" Her yutkunduğunda âdemelması gayretle kavisleniyor, yüzü kırışıyordu. "Üstelik amcam... yanlış anlaşılma olduğunu bilmesine rağmen hiç pişman değil gibiydi Mahşer."
En az onun kadar dehşetle boşluğa bakarak kafamı iki yana salladım. Amcası yapmış, bunu itiraf etmişti ve sırf bir yanlış anlaşılma yüzünden tüm bunlara sebep olmuştu. Kan dondurucuydu. Diyelim babam ve eşinin kardeşinin bir ilişki yaşadığını düşünmüştü, bunu neden gidip abisine söylemek yerine annesini ve babamı öldürmüştü? Üstelik bunu yaparken Ada'yı felçli bırakmış, annemin dilini kestirmişti. Neden? Bu onun meselesi bile değildi ki.
Yoksa...
Aklımdan geçen düşünceyle beraber tüylerim diken diken oldu ve tırnaklarım ben farkında olmadan Duman'ın eline doğru battı. Midem bulanıyor, başım dönüyordu ve aynı şekilde kulaklarımda bir basınç vardı. Babam gözlerimin önünden geçiyordu, gülüşü, merhameti, sıcak bakışları... Sonra annemin sesini duyuyordum, kızım, diyordu. Sesleniyordu, kahkahaları vardı, gülüyordu. Peki ya şimdi? Elimde ne kalmıştı? Sadece Duman kalmıştı. Ona da zaten ben geç kalmıştım.
Tüm hayatımızı mahvetmişti.
Kendimi gerçekten kötü hissediyordum. Böyle olduğunu sanmamıştım, ortada hiçbir şey yokken, bir yanlış anlaşılma yüzünden ölmeleri canımı çok yakıyordu. "Eğer amcan annenin babanı aldattığını düşündüyse bunu neden gidip babana söylememiş de annenle babama o Allah'ın belası komployu kurmuş! Hatta kardeşine, sana, bana, anneme..."
"Bilmiyorum," dediğinde sesinde ölümcül bir sakinlik vardı ve hiddettim karşısında neredeyse ufalanacaktı. "Beynim durmuş gibi, hiçbir şeyi düşünemiyorum... Senden başka."
Gözlerimi kapatarak burnumdan soluk aldım. Ne yapıyorduk? Neden ona yüklenip bu kadar fazla şey soruyordum? Kriz geçirmişti, operasyona girmişti, cihaza bağlıydı, iyi değildi. Tamam, daha fazla şey sorup öğrenmek istiyordum ama şimdi olmazdı. Zaten bu yolun sonuna gelmiştik, çok az şey haricinde her şey açığa zaten çıkmıştı. Şimdi onu sakinleştirmeliydim. İntikamı, nefreti ve kini bir tarafa bırakmalıydım. Önemli olan Duman ve kalbiydi.
Duman ve kalbi...
Sahip olduğu tek şey kalbiydi.
Gözlerimi tekrar açtığımda ona baktım. Aslında Duman benden bile yalnız biriydi. Arkadaşı yoktu, hiç olmamıştı. Çevresinde onu gerçekten seven tek kişi Ada'yla Ömer’di ve bu onun sevgi açlığını doyurmaya yetmiyordu. Elimi uzatıp çenesinden tuttum ve bana dönmesini sağladım. Ona dokununca yaralarından birine dokunduğumu hissettim ama o yarayı kanattım mı yoksa iyileştirdim mi bilemedim.
"Duman, ben hiçbir şeyi öfkem, kinim, intikamım kadar umursamam," dedim ve ekledim: "Senden başka."
Gözleri zamanı oyup beni zamanda geriye sürükledi. Kendimi, onun için her şeyi yapabilecek o kız gibi hissettim. Böyle hissettiğim en son vakitler on altı yaşındaydım. Duman bana her baktığında acaba, diye düşünüyordum. Acaba yirmi altı yaşımda da yaşıyor olacak mısın? Bu soru hep kafamın içinde duracak ama asla dudaklarımdan dökülmeyecekti. "O yüzden," diye devam ettim konuşmama. "Şu an bunları konuşmaya..."
"Bana acıyor musun?"
Soru kulaklarımda uzun dakikalar boyunca uğuldadı ve anlamak için ona uzun uzun bakmaktan başka çarem olmadı. Yutkundum, bu soruyu sormakta haklıydı, çünkü geçmişte ona acıdığımı, bu sebepten yanında bulunduğumu söylemiştim ve şimdi tekrar bunu düşünüyordu. "Hayır," diyerek net bir cevap verdim. "Acımıyorum."
"O zaman neden yanımdasın?" diye sordu aynı ses tonuyla. "Neden bana böyle bakıyorsun?"
"Nasıl bakıyorum?"
"Neden beni, ben ölürken anlıyorsun?"
Şimdiye kadar nadiren böyle canımı yakmıştı bir cümle.
Ona çok şey söylemiştim, hakaret etmiştim, kalbini kırmıştım. Acaba her defasında böyle mi hissetmişti? Acıdan gözleri mi kararmıştı? Yaptığım her şeyin tek bir cümleyle karşıma dikilmesi tahmin edilenin ötesinde bir acı vermişti.
Öleceğinden yana şüphesi yoktu ve yaşadığı müddetçe onu hiç anlamadığımı düşünüyordu.
Öyle miydi? Onu hiç anlamamış mıydım? Alt dudağımı ağzımın içine alarak sertçe ısırdım ve kafamı isterik bir şekilde iki yana salladım. "İnkâr etmeyeceğim," dedim sessizce. "İnkâr edeceksem... ölümünü inkâr edeceğim. Çünkü biliyorum, yaşayabilirsin. Kalp nakli olma seçeneğin var, tamamen umutsuzmuşsun gibi davranma."
Bana uzun uzun baktı. Bu bakışlardan korktum, çünkü bir daha beni görmeyecekmiş gibi bakıyordu. Bu ihtimal zihnime bir bıçağı itiyorlarmış gibi acı veriyordu düşüncelerime. "İlk sırada değilim Mahşer. Hem uyan bir kalbi bulmak çok zo..."
"Belki benim kalbim uyar."
Bu cümleyi kurduğum an Duman konuşmayı kesti ve son sözcüğü ağzının içinde kayıplara karışırken, apaçık bir hayretle suratıma bakakaldı. Zaten solgundu, şimdi bir de yüzündeki tüm kan çekilmişti ve yattığı yerden hiddetle doğrulmuştu. Serumun kolundan çıkmasından endişe ederek doğrulacak oldum ki, "Aklından her ne geçiyorsa unut," diye kükredi. "Senin kalbin uysa ne olur sanki geri zekâlı! Kalbini senden alıp kendime mi takarım? Senin aklın alıyor mu bunu?"
Tamam, korkutucu göründüğünü söyleyebilirdim. “Yatağa uzan," diye konuştum buyurgan bir sesle. "Kendine zarar veriyorsun."
Gözlerini yumarak burnundan içeriye sert nefesler aldıktan sonra başını yastığa bıraktı. Bakışlarımı seruma çevirdim ve herhangi bir değişiklik olmadığını görerek rahatladım. Kolundan çıkmamıştı ama az daha sert davransaydı çıkabilirdi. Sıkıntıyla saçlarımı başımın arkasına doğru iterek hâlâ birleşik olan ellerimize baktım. Onu bıçaklıyordum ve o her defasında elimi alıp bıçak yarasına götürüyordu; sanırım onu bıçaklayanın ben olduğumu beni gördüğünde unutuyordu. "Bir an aklıma geldi sadece," dedim onu yatıştırmak için. "Yoksa kalbimi sana verecek değilim."
"Senin kalbinle yaşamaktansa öylece ölmeyi yeğlerim zaten."
"Tamam dedim ya," diyerek yükseldim sinirle."Kalbimi falan vermeyeceğim! Fakat ben vermesem de uygun bir kalp bulunabilir, keşke biraz bunu düşünüp ümit etsen."
“Ümit etmek mi? Biz ne zaman ümit ettik Mahşer? Biz ne zaman kendimizi boş avuntularla kandırdık? Kızım, biz seninle hayal bile kurmuyoruz. O yüzden bana ümit et Duman, iyi olabilirsin Duman, uygun kalbi bulabiliriz Duman, deme. Sen de biliyorsun Mahşer, bunlar boş avuntular..."
Kahretsin, yine haklıydı. Umut etmezdik, hayal kurmazdık, biz yalan söyler ama gerçeklere inanırdık. "Desene," diye mırıldandım ona.
Duman kaşlarını belli belirsiz çattı. "Ne diyorsun? Ne diyeyim?"
"İsmimle sesleniyorsun sürekli."
"Çünkü böyle yapılır, insanlara ismiyle seslenilir."
Çenemin altını kaşıdım. "Sen bana başka bir şey daha diyordun."
Gözlerini yumarken, "Hatırlamıyorum," dedi ama dudağı çoktan kıvrılmaya başlamıştı. "Duman," dedim homurdanarak. "Söyle işte..."
Bir an karşımda bir tabloya bakıyormuş gibi hissettim ona bakınca. Çünkü güzel görünüyordu, belli belirsiz gülümsüyordu, yüzünde ölüm değil, ben vardım.
"Gül Dikeni," diye bana istediğimi verdiğinde yüzümdeki ifade yumuşadı. Uzanıp çenesinin altından, yüzündeki çizgilerden usulca öptüm.
Bana duymayı istediklerimi söylediğinde onu daha çok...
"Ben size bir araya gelmeyi yasaklıyorum, siz öpüşüyor musunuz?"
Ömer'in sesini duymamızla beraber duraksadık. Dudaklarım çenesine yaslı kalırken Duman’la göz göze geldik. Dudaklarımı çekerek uzaklaştım ve omzumun üzerinden Ömer'e döndüm. Kapı aralığında durmuş memnuniyetsizce bize bakıyordu. Doktor önlüğünü ve gömleğini değiştirmiş, eline yüzüne çekidüzen vermişti. Kapıyı arkasından kapatıp elindeki dosyayla beraber içeriye girerken, "Öpüşmüyoruz," diye düzelttim. "Ayrıca Duman iyi."
"Aa tabi," dediğinde sesi neredeyse alaycıydı. "Ben nereden bileceğim ki, doğrusunu sen bilirsin..."
Bir şey demeden Duman'a döndüm ve doğrulmak istediğini gördüğümde yardımcı olmak için koluna uzandım. Ömer yatağın ucuna kadar gelip sıkıntıyla bize bakmaya başladığında, "Ne varsa açıkça söyleyebilirsin," dedi Duman. Yastığı sırtına yasladığımda kendini arkaya bırakarak teşekkür dolu bakışlarla bana baktı. "Durum ne?"
"İç açıcı değil," dedi Ömer, ben tekrar koltuğa otururken. "Dün gece geldiğinde solunumun çok yavaştı, ciğerin şişmiş, su toplamıştı..."
Hastane duvarları etrafımda dönmeye başladı ama her şeyin sabit durduğuna emindim. Doktorlar her zaman için dünyanın en acı şeylerini söyleyen insanlar olmak zorunda mıydı? Duman bir tepki vermedi, belki de bunları daha önce duymuştu.
"Açıkça söyleyeyim Duman, az zamanın... kaldı."
Gözlerime ve bununla birlikte kalbime batan bir şey vardı. Gözlerime neyin battığını biliyordum ama ya kalbime? Kaburgalarım ve göğsüm onu iki taraftan sıkıştırmıştı. Acaba acıdan ölünür mü? Ruhsal acı öldürür mü?
"Ne kadar zaman?" diye sordum, Duman'ın sessizliği tahammül edilemez seviyeye geldiğinde. Konuşmuyor, tepki vermiyor, sadece dinliyordu. "Ne kadar zamandan bahsediyorsun Öm..."
"İki ay."
İki ay. Gerçekten az, çok az bir zaman. O kadar az ki, çok kelimesiyle bile bu azlığı anlatamıyordum. İnsanın parçalanması gerçekten kolay oluyormuş, anlıyordum. Ömer bize fırsat vermeden konuşuyordu. "Zaten makineye bağlısın, kalp nakline kadar da böyle devam edecek gibi görünüyor ama hem vaktimiz az hem de listede senden önce iki kişi daha var."
Zamanı yetmeyecek miydi? Kalp bulunsa bile başkaları mı ona sahip olacaktı? Ama hayır, buna nasıl göz yumardım. İçleri adeta yanan gözlerimi ona çevirdim ama onun gözlerinde duygularını göremedim. Sabitti, duyduklarından etkilenmemiş gibiydi ve bomboş bakıyordu.
"Peki ya listedeki o iki kişi ölürse?" diye sordum Duman'a bakmaya devam ederken. Ağzımdan çıkanı kulaklarım duymuyordu ama şu an ne konuştuğumun önemi yoktu, bana cevaplar lazımdı. "O zaman ilk sıraya Duman mı geçer?"
Kısa bir sessizlik yaşandı.
"Yani, evet." Ömer'in sesi kederliydi.
Duman'ın kaşından akan ter damlasını baktım ve onun olduğu her an gözlerimin önünden akıp giderken, "Belki ecelleri erken gelir," diye mırıldandım sakin bir sesle.
"Efendim?"
"Hiç."
Duman gözlerini bana çevirdi, çünkü beni anlayabilirdi. Bakışları geçmişten geleceğe kurulan bir köprü olup beni zamanda geriye götürüyordu. Yüzüne bakarken her şeyi görüyordum. Alnında saçları vardı, lise zamanlarında da saçları hep alnına dökülürdü. Onu, daha küçükken kaybetmiştim; avuçlarım arasından öylece kayıp gitmişti ve bunun bir daha olmasını istemiyordum. Sevdiğim her şeye, onlar giderken arkalarından bakakalmaktan usanmıştım. Artık o kız değildim, cesurdum, bir şeyi istiyorsam savaşırdım; sonunda kurşunları kalbime hedef alacak olsam da.
Ömer'in burada olmasını umursamadan uzandım ve dudaklarımı alt dudağına bastırarak ona bir öpücük verdim. Duman'ın afalladığını ve dudaklarının beni öpmek için harekete geçtiğini hissettim ama fırsat vermeden dudaklarımı çektim. Ondan epey uzaklaştım, oturduğum koltuktan kalktım ve ellerimi sıkarak odanın çıkışına ilerledim. İkisi de arkamdan bakarken dışarı çıktım ve nereye gittiğimi bilmeden yürümeye başladım.
Dakikalar sonra hastaneyi birkaç kez dolaşıp kantine inmiş, boş bir masaya oturmuş, sadece durmuştum. Acı çekmeyen insanlar içinde acı çekiyor gibiydim ve bundan nefret etmiştim. Keşke dünyadaki tüm acılar dünyadaki tüm insanlar olarak bölüşsek, o zaman dünya daha adil ve yaşanılabilir olurdu.
Elimde neyim vardı? Avuçlarımı açıp içlerine baktım; bomboşlardı. Sadece birikmiş acıyı görebiliyordum. Avucumda Duman yoktu, annem yoktu, babam yoktu, arkadaşım yoktu. Kimseyi tutamamıştım. Babam için savaşma fırsatım olmamıştı. Annemle savaşamıyordum; çünkü onu karşıma alamazdım. Duman için kiminle savaşacaktım? Ne yapmam gerekiyordu? Her şey çok fazlaydı. Boğuluyordum ve Duman beni denizin altından çekip almadan benim onu ölümün kucağından almam gerekiyordu.
Aklımda bir şey vardı.
Yapabilir miydim?
Camdan dışarıyı izlerken o kadar dalmıştım ki birisi sandalyeme çarpıp özür dilediğinde bile onu fark etmedim. Ben bir canavardım, herkesi yiyip bitirmiştim ve şimdi kendimi yemeye başlamıştım. Hayatımı o canavarla birlikte geçirmiştim. En son onun dişlerinin arasında ölecektim. Her ruh dönüştüğü insanın bedeninde yaşamak zorundaydı ama neticede onu sevmek zorunda değildi.
Orada ne kadar süre oturdum bilmiyorum ama sandalyeden kalkarken gökyüzünde kırmızıya çalan akşam gurubunu görmüştüm. Uzun bir süredir onu görmüyordum, kim bilir ne yapıyordu. Merdivenleri çıktım ve koridorda yürüyerek odanın kapısının önünde durdum. Kendimi, onu görmeye hazırlayarak odanın kapısını açtığımda, yabancı, Duman'a ait olmayan bir erkek sesi kulaklarımı doldurdu ve kaşlarım çatıldı. "Bana bir şey olmadı yeğenim ama sen kötü görünüyorsun."
Başımı ileriye uzattım ve gözlerimi aralıktan içeriye çevirdiğimde sırtı bana dönük adamı gördüm. Üzerinde siyah bir palto vardı. Saçları kırçıl renkliydi. Parmak uçlarımda biraz yükseldim ve onun omzunun üzerinden Duman'a baktım. Gözleri kapalıydı ama yüzünden hissettiği her şeyi okuyabiliyordum.
"Yarım kalan bir konuşmamız vardı," dedi amcası, aynı ses tonuyla. O konuştukça sanki Duman'ın kalbine çivi çakılıyordu. "O gün duyman gereken bir şey daha vardı."
Kahretsin, ne söyleyecekti? Ona engel olmalı mıydım? Ya da bu gerçekten öğrenmemiz gereken bir şey miydi? Gerilmiştim ama Duman hâlâ tepkisiz, sabitti. Sadece ellerinin yumruk olduğunu görebiliyordum, çarşafı elinin içine almış, sıkıyordu.
"Aslında sen de ne diyeceğimi tahmin edebiliyorsun," dedi. Adım sesleri kulağımda uğuldarken yavaşça Duman'a yaklaştı. Ona zarar vermesinden endişe duyarak kapıyı az daha açtığımda amcası eğildi ve yüzünü onun yüzüne yaklaştırdı. "Ama duymayı istemiyorsun değil mi?"
Neden bahsediyordu? Bahsettiği her neyse, Duman'ı delirtiyordu. Yumruklarından birini gevşetip sıkarken, "Amca," dedi dişlerinin arasından. "Hiçbir şey duymak istemiyorum. Şuradan bir çıkayım, o zaman sana hesap sor..."
"Yeğenim, buradan çıkamayacaksın ki…" Adamın sesi sakindi ve bu duruma hiç de üzülüyor gibi değildi. Zaten yeğenlerine üzülse o gecenin sorumlusu olmazdı. "Zaten ben de bu sebepten geldim. Beni vurup hiçbir şey olmamış gibi arkanı dönüp gittin madem, bunları duymayı hak ediyorsun."
"Amca, siktir git..."
"O geceyi neden kurgulamış olduğumu düşündün değil mi?" Sesinde bir sinir vardı ama bunun kime karşı olduğunu anlamıyordum. Birini bıçaklanırken izliyormuş gibi hissediyordum. Adam Duman'ın karşısında duruyor, sanki konuşarak ona bir bıçak saplıyordu. Duman'ın bedeninde ve ruhunda o bıçak izlerini görebiliyordum.
"Çok âşıktım Duman, gözüm ne o herifin ailesini görüyordu ne de sizi..."
Omuzlarım aşağıya düştü. Artık yalanla gerçeği, doğruyla yanlışı ayırt edemiyordum ama Duman'ın yüzündeki o hiçlik hissini görebiliyordum. Amcası ona doğru eğildi ve kulağına bir şeyler fısıldadı. Neler dediğini duymasam da anlamıştım. O, Duman'ın kulağına doğru konuşurken, Duman'ın gözleri açıldı ve tesadüf o ya, beni gördü; benimle göz göze geldi. Artık ne olduğunu o da ben de biliyorduk. Duymamış olabilirdim ama o adamın Duman'a neler fısıldadığını anlamıştım. Yüzünü bir arada tutan o kemikler var ya, hepsi birden titriyordu ve ne kadar yutkunsa da bir şeyler boğazından geçmiyordu. Boğuluyordu ve bu sefer onu öperek denizin içinden çıkaramazdım. Amcasının annesiyle yasak bir ilişkisi vardı ve amcası annesinin babamla birlikte olduğunu düşünerek o gece her ikisini de öldürmüştü. O gece, bu yasak ilişkinin meyvesiydi ve hepimiz birer kurbandık.
BÖLÜM SONU.
Yorumlar yükleniyor...