3. BÖLÜM
“ÇOCUKLUK HATIRASI.”
İçimde, zamanın açtığı derin boşlukta, nefretimle rekabet ettiğim yıllardan sonra karşımda, metrelerce yakınımda bir cinayet zanlısını görmek sanırım aklımı bulandırmıştı. O kadar uzun zamandır o gecenin sorumlularıyla karşılaşmak, onları görmek hayaliyle yaşıyordum ki, ruhumu yıllardır buna hazırlamama rağmen şimdi bayılacak gibi hissediyordum.
Duman’ın nefesi hâlâ boğazımı yakarken, ellerimi ceplerimden indirdim ve ileriye doğru sersem bir adım attım. Sonra olanlarıysa ben bile planlamadım. O kadar öfke ve nefret dolu hissediyordum ki, bir anda olduğum yerden koşmaya başladım. Buna benim kadar Duman da hazırlıksız yakalanmış olmalı ki, ben karşıya geçtiğimde o ancak hareket edebilmişti.
Etraftan dikkat çekmemek için adımı seslenmedi ama bana yetişmek için iri adımlar attığını hissediyordum. Fakat o bana yetişmeden önce ben nefes nefese, Melih Han’ın binmek üzere olduğu arabanın önünde durdum. Saçlarım hızlı nefesimle birlikte ileriye savruluyordu ve bere, saçlarımdan düşmüştü. Tükürüğüm kuruyan boğazımdan aşağıya inerken, Melih Han ve yanındaki takım elbiseli adamın da bana döndüğünü hissettim.
“Bir sorun mu var?” diye sordu Melih Han, arabasının önünde durmamı garipseyerek.
Yumruğumu sıktım ve ileriye doğru bir adım atarak dudaklarımı aralıyordum ki, “Sevgilim,” diyerek bir el belimin etrafını dolandı ve elin sahibi kendini bana yasladı. “Yakaladım işte seni.”
Aralık dudaklarım kapanırken, Melih Han ve yanındaki adamın gözleri omzumun üzerinden arkaya çevrildi. Gözlerimi sımsıkı kapatıp kontrolümü sağlamaya çalışırken, “Gençler işte,” dedi, bu ses Melih Han’ın yanındaki adama aitti. “Eğleniyorlar.”
Soğukkanlılığımı tekrardan elime alarak gözlerimi açtığımda Melih Han’ın doğrudan bana baktığını gördüm ve Duman’ın söylediği yalana uyum sağlamak için gülümseyerek sırtımı kendisine biraz daha yasladım. Duman’ın duraksayıp ardından belimi daha sıkı tuttuğunu hissederken, “Bir anda üzerimize doğru koşunca endişelendim,” dedi Melih Han, gözlerini benden ayırmadan. “İyi misin hanımefendi?”
Soğukkanlı şekilde gülümsedim. “İyiyim, erkek arkadaşımdan kaçıyordum.”
Melih Han bir kez daha Duman’a baktı ve dudaklarını yalayıp suratındaki çirkin bir gülümsemeyle başını salladı. Yüzündeki ifadeden bizi tanıyıp tanıyamadığını anlayamıyordum. Ailelerimizi öldürdüyse bizi de tanıyordur ama hiçbir şey belli etmiyordu. “Bir sorun yok değil mi?”
“Hayır,” dedi Duman, benden daha önce. Bir sevgili samimiyetinde bana sarılıyor, normal ses tonuyla konuşuyordu. O bana temas ettiğinden beri nefesimi tuttuğumu fark etmiştim. “Pek sanmam.”
“Nedense öyle geldi,” dedi Melih Han, bir adım öne çıkarak. Gözlerini benden ayırmıyordu, belki de beni tanıyordu ve bizden şüphelenmişti. Beynimden ihtimalleri geçirirken, “Adınız neydi gençler?” dedi.
“Ben Duman, bu da sevgilim Mahşer,” dedi Duman, eğer adam ailemizi tanıdığı gibi bizi de tanıyorsa yalan söylememiz şüphe çekerdi. Bu yüzden dürüst olması ama onu tanımazlıktan gelmesi daha mantıklıydı. “Sevgilimle yarış yapmayı severiz ama genelde o beni hep geçer.”
“Ne hoş,” dedi Melih Han’ın yanındaki adam, gülerek bize bakarken. Dudaklarım yapışmış gibiydi, konuşamıyordum. O adamdan da iğrenmiştim, belki suçu yoktu ama Melih Hanla olması bile tiksinti duymam için bir sebepti. Melih Han da yanındaki arkadaşıyla beraber gülerek, “Şimdiki gençler eğlenmeyi biliyor,” dedi, gözleri tekrar beni buldu. “Biz her şeyi gizli kapaklı yapardık.”
Cinayetler gibi.
Duman’ın da benim de vücutlarımız aynı anda kasıldı, aynı şeyden rahatsızlık duymuştuk. Yüzüme poker suratı yerleştirip gülümsememi sabit tutarken, “Biz yolumuza bakalım,” dedi Duman, fazla muhabbet kurmanın dikkat çekici olabileceğini düşünüyor olabilirdi. Sonuçta yolda görüp hiç tanımadığımız bir insanla ne konuşabilirdik ki? “Çok memnun olduk, iyi günler.”
Melih Han’ın yanındaki adam kibar bir gülümsemeyle bize yol verirken, Melih Han yalnızca benim gözlerimin içine bakarak, “Görüşürüz hanımefendi,” dedi rahatsız edici bir sesle. Belki de sesi normaldi ama görüntüsü, bakışları gibi sesi de beni inanılmaz rahatsız ediyordu. “Buyurun.”
O da geçmemiz için bize yol verdiğinde, ileriki istikamete gidiyormuş gibi davranarak arabanın yanından geçip yürümeye devam ettik. Duman da benim gibi davranışlarını kontrol edip iyi bir numara yaptığı için sakince, bir çift gibi yürüdük. Araba ara sokakta olduğu için ileriye doğru yürüyüp sol taraftan döndük ve onların bakış açısından çıktığımız an, Duman benim sırtımı önünden geçtiğimiz duvara yaslayıp hırladı. “Nasıl böyle kontrolsüz davranırsın?”
Kontrolsüz davrandığım doğruydu, öfkeme ve hırsıma yenilerek hareket etmiştim. Fakat Duman’ın yüzüme doğru hırlaması, bana güç kullanması beni uysal birisi yapmazdı. Sırtım duvara abanmışken, çenemi yukarıya diktim ve hizamdaki yüzüne dik dik baktım. “Uzaklaş,” diyerek sınırlarımı belirledikten sonra ters şekilde cevap verdim. “Beni, ailemizin katili olduğunu düşündüğün insanın karşısına çıkarıyorsun! Üstelik bir anda! Daha önceden beni haberdar etseydin tepkilerimi ona göre verir, soğukkanlı davranırdım.”
“Kibirli,” dedi, isteğim üzerine bir adım gerileyerek. O benden uzaklaştığında eskiden beri aşinası olduğum kokuyu duyumsayıp rahatsız şekilde yutkundum. “Elbette kendi hatan olduğunu kabul etmeyeceksin!”
“Hakkımda çok bir şey biliyormuş gibi konuşma,” diyerek sırtımı, yasladığı duvardan ayırdım ve ona sırtımı döndüm. Dişlerini çıkardığını, benim kadar sinirlendiğini hissetmiştim. İlerlemeye devam ediyordum ki, daha önce iki kez tuttuğu şekilde dirseğimden tuttu ve beni durdurdu. “Beni böyle tutup durma,” diye bağırmıştım ki, elini başında hissetmemle beraber duraksadım. Önce elini, ardından kırmızı beremi gördüm. Gözlerimin içine içine bakarak düşürdüğüm kırmızı beremi simsiyah saçlarımın üzerine nazik şekilde yerleştirdi ve ellerini, kimsenin dokunmadığı saçlarımdan çekerek bir adım geriledi. Ademelmasının titrediğini, daha hızlı nefes aldığını gördüm. Elimi refleks haliyle başımdaki bereye götürdüğümde, “Kırmızı sana yakışıyor,” dedi, sanki öylesine söylermiş gibi. Bugün aylardan ne günlerden ne bilmiyorum ama tarihlerden onun bana iltifat ettiği ilk gündü işte.
İnsanlardan pek iltifat alan birisi değildim, bu yüzden bunu bana küfretmiş gibi garip bir surat ifadesiyle karşıladım ve beremi kafama oturtarak önüme döndüm. Ara sokağı yürüyüp Duman’ın arabasını park ettiği yere ilerlemeye başladıktan birkaç saniye sonra Duman da benim peşime düştü.
Arabaya vardığımızda aslında onun beni bırakmasına ihtiyacım olmadığı için basıp gitmeyi düşündüm ama henüz konuşacak şeylerimiz vardı. Bu yüzden o şoför koltuğuna yerleşirken ben yanına yerleştim ve kemerimi takarken, "Sırada ne var?" diye sordum. "Sadece tanıştık. Bu bana yetmez."
Kemikli parmaklarını direksiyona yerleştirirken, "Bana da yetmez," dedi. "Ama sakin olmamız gerekiyor. Tesadüfi şekilde karşılaşıp tanışmışız gibi görünüyor, ancak yeni bir inandırıcı tesadüf karşılaşma yaşanırsa iletişim kurabiliriz.”
"Pekâlâ.”
“Benden habersiz iş yapmayacaksın?”
“Gerek kalmazsa yapmam,” diyerek önüme döndüm.
Sinirle bir şey söyledi ama kulak asmadım. Araba caddeden ayrılıp ara bir sokağa girdi ve evimin yolunu tuttu. Ellerimi dizlerimin arasına koyup suratımdaki hissizlik maskesiyle karşıma baktım. Ki, bu benim için artık maske olmaktan çıkmıştı, ben olmuştu. Bazen o kadar hissiz ve duyarsız olduğumu düşünürdüm ki, ölsem kurşunun neremden girdiğini anlamazdım.
Ben, insanların kafalarını çevirip gözlerinin içine ikinci kez bakmak istemeyeceği türden bir kadınım.
Range Rover bir süre ilerleyip yaşadığım mahalleye girdiğinde, inmek için kemerimi açtım. Duman arabayı evimizin sokağına çevirdi ve tek katlı, geniş bahçenin içindeki müstakil evin önünde durdu. Kapıyı açtım ve ayağımın birini dışarıya atıyordum ki, “Sevgilin var mı?" diye sorduğunu duydum.
Ansızın aldığım soruyla beraber başım Duman’a döndü. "Ne?"
Gözlerini devirdi. "Sevgilin var mı?"
Tökezledim. "Seni alakadar etmez.”
Boş boş baktı gözlerime.
"Mahşer, güzelim?"
Bu sesin sahibi Öğünç'ten başkası değildi.
Duman'ın tek kaşı yavaşça ve pek de iyimser olmayan bir tavırla alnına yükselirken, diğer adımımı da dışarıya atarak tamamen arabadan inmiş bulundum. Öğünç açtığım kapının ağzında, gözlerine çöken şaşkınlıkla bir bana Duman'a bakarken, Çisem de onun arkasından bizi izliyordu. "Merhaba," diye konuştum, kendimi toparlayarak. "Geleceğinizden haberim yoktu."
"Bizim de böyle bir sürprizden haberimiz yoktu," diye konuştu Öğünç, hoşnutsuz bir ses tınısıyla. Gözleri Duman’a sabitlendi. “Kimsin sen?"
Öğünç'ü umursamadı. Sert bir nefes alırken. "Yarın işimiz var," diye konuştu sakince. "Seni alacağım. Kendine dikkat et."
Parmaklarını tekrardan direksiyona yerleştirerek arabasını çalıştırdı. Range Rower gri zeminde yağ gibi kayarak uzaklaştığında, egzozun acı kokusu genzimi gıdıkladı. Araba köşeyi dönerek gözden kaybolduğunda, Öğünç elleriyle saçlarını çekiştirdi ve bahçe kapısına yöneldi.
Çisem maviye boyadığı saçlarını sırtına yatırırken, pıtı pıtı adımlarla yanıma yanaştı ve safir güzelliğindeki parıl parıl gözlerini gözüme doğrulttu. "Bu o çocuk," diye konuştu, sesinde el çırpan bir kız çocuğu vardı. "Bu, lisede peşinden ayrılmadığın o çocuk."
Ah.
Kalbimin yerini sormuş gibi hissettim. "Çisem..."
"Hatırlıyorum," diye konuştu, gülümsemesinin yaslandığı dudakları, güneş gibi açmıştı. "Lise ikinci sınıfta bu çocuğu habersizce takip edip, sürekli seni fark etmesini bekliyordun." Kıkırdadı. "Nasıl buldunuz birbirinizi?"
Elimin içiyle enseme gergince ovarken, "Karşılaştık," diye geçiştirdim. "O zaman lise ikideydim, çocuktum ve o sadece bir çocukluk hatırası olarak kaldı."
Koluma girerek beni bahçe kapısına doğru çekiştirdi, boyu benden az biraz kısaydı ve başını yaslasa omzumu yastık yapabilirdi. Bu konuya girmesini, eski defterleri açmasını katiyen istemiyordum ama uslu bir kız değildi.
Topuklu botlarım çamura saplanıyordu, Çisem beni çekiştiremeyeceğini anlamış olacak ki, buna bir daha kalkışmadı. Müstakil evin etrafını döndüğümüzde, Öğünç'ün bahçedeki salıncağa oturduğunu gördüm. "Öğünç... biraz bozuldu galiba."
Salıncağa yanaştık, geldiğimizi fark etmiş olsa da bahçedeki çiçeklere bakmaya devam ediyordu. Yanına oturdum, Çisem de benim yanıma oturduğunda, ellerimi dizlerimin arasına kıstırdım. Her şey karışıktı, bu karışıklığın içinde Öğünç'ün bana olan saplantılı hisleriyle uğraşmak istemiyordum. "O adam kimdi?" diye sordu, şakağını hemen yanı başımızdaki ağacın gövdesine yasladı. "Pek tekin görünmüyordu."
Çisem saçlarını yanaklarına düşürerek yüzünü gizledi ve gözlerini ojeli tırnaklarında gezdirdi. Başımı yana yatırarak gözlerini Öğünç'e diktiğimde, baktığım yerde bir yara açtığımı hissettim. "Tekin değil ama başaçıkabilirim."
Geniş salıncak üçümüzün yüküyle sallanmaya başladı, ayaklarımız yerden kesildi ve rüzgâr, yağmuru sırtlayarak ensemize doğru esti. Öğünç bir anda ellerimi yakaladı, dokunuşu asla kötü niyet taşımıyordu. Çisem ceketimdeki sigara paketine uzanırken, "Öğünç romantikliğini benim olmadığım bir ortamda sergiler misin?" diye konuştu keyifsiz bir sesle. "Hiç sevmem. Doğrusu Mahşer de pek sevmez."
Öğünç seyrek kıvrımlı kirpiklerinin altından ona bakarken, "Abi," diye düzeltti, sesi toktu. "Abinim. O sigara da neyin nesi, bırak şunu."
Çisem paketten düşürdüğü bir dalı parmaklarının arasına kıstırırken, "Sen benim abim değilsin," diye konuştu. "Abi deyip durma. İçeceğim işte, sizden küçüğüm diye hiçbir şey yaptırmıyorsunuz."
Öğünç ayağındaki ayakkabıya uzanacak olduğunda ikimiz de abartıyla gözlerimizi devirdik. "Çemkirme bana." Parmak uçlarıyla Çisem'in elindeki sigarayı aldı. "Git su getir, susadım."
Çisem'in yüzü düştü. "Kalk al suyunu, hep bağırıyorsun işte." Salıncaktan kalkarak hızlı hızlı evin kapısına yöneldi. "Küstüm ya. Hep azarlıyorsun, büyüdüğümü gör artık."
Öğünç elinin tersiyle alnına vururken, "Bak, eteğe bak ya," diye homurdandı hoşnutsuzca. "İndir o eteği, kaç kere katladın?"
Dirseğimi boşluğuna geçirdim, kalbinin içi koluma sürtündü. "O bir genç kız. İstediğini giysin, fazla bunaltıyorsun."
Çisem'in sırtına sabitlediği güzel gözlerini bana doğrulttu. Bir tutam saçımı parmak uçlarıyla yakaladı, dudaklarım bir itiraza meyledeceği esnada, "Sadece saçına dokunuyorum," diye konuştu. "Kendini benden bu kadar sakınma.”
Omzumu silkerken, "Seni sevmiyorum," diye konuştum, ağzımdaki kavruk tatla. "Yani o şekilde sevmiyorum.”
"Beni sevmeyeceğini biliyorum," diye konuştu durgun bir sesle. "Bari adam gibi biri sev. Harcamasın seni, harcarsa ben yine toplarım ama çok harcamasın."
Ona kötü kötü baktım. "Aptal. Sevmesene beni."
Sırıttı. "Kızım kalp bu. Sevme deyince sevmiyor, sev deyince seviyor falan mı sanıyorsun?" Duraksadı. "Aslında çok tecrübesizsin."
Üzgünüm ama aşk konusunda ondan daha çok tecrübem vardı.
Saçlarım yağmur suyuyla ağırlaşana kadar hiç konuşmadık.
Akrep yelkovanın sırtında açtığı yaraya pansuman yaparken, sözcüklerim dudaklarımdan yavaşça döküldü. “Çisem'e çok karışma. Ben yanındayım, neyin yanlış ve neyin doğru olduğunu beraber öğretebiliriz," diye konuştum, ters tavrımdan ödün vermedim. "Sana fazla hırçın, üstüne gitme. Anlaştık mı?"
"Karışmamam gerektiğini biliyorum ama o benim için çok değerli. Kimsenin göz dikmesini istemiyorum."
Üst dudağımı dilimle ıslattım, bir yanım onu anlamakla beraber destekliyordu da. "O bir prenses değil, hayata atılacak ve elbette ilişkileri ola..."
Doğruldu. "Daha küçük o, asla yanımdan ayrılamaz."
"Yan meraklıları," diye konuştum hoşnutsuzca. "Sen öz abisi olmadığın bir kıza, fazla abilik taslamıyor musun?"
Üzerime doğru eğildi ve burnuma ani bir fiske attı. "Kıskandın mı?"
Elini savuştururken ters ters ona baktım. "Kıçını tekmelemeden uzaklaşır mısın bahçemden?"
"Tamam tamam,” dedi ellerini, suçsuzum der gibi havaya kaldırdı. “Kaçtım güzelim."
Öğünç bahçeyi terk ettikten sonra oturduğum salıncaktan doğruldum ve yorgun adımlarla eve yöneldim. Sokak kapısı aralıktı, bu aralıktan evin içine sızdıktan sonra kapıyı gürültüyle örttüm ve arkamı döndüm.
Annem yeşil kanepeye oturmuş, saçlarını o kanepeden aşağıya dökmüştü, saç uçları zemini süpürüyordu. Bacaklarını kendine çekmiş, Çisem'in ilgiyle anlattıklarını bir masal gibi dinlerken, minik adımlarını yanına taşıdım. Dizlerimi kırarak koltuğun önünde eğildim, annemin saçlarından yükselen bahar kokusu; bulutlara dokunurken, güneşle ısınmak gibiydi. "Sabah kirayı ödedim." Kuru bir öpücük kondurdum yanağına. "Seni kimse rahatsız etmeyecek. Sakın korkma."
Çok ağır hareketlerle bana döndü, umutlarını babamın bağrına asmıştı ve babamla beraber hepsi toprak olmuştu. Ellerini kaldırıp işaret diliyle konuştu. Sabah erken çıkmışsın, neden bana haber vermiyorsun?
“Merak etmeyeceğini düşündüm.” Annemin beni en son merak ettiği zamanı unutmuştum. Bir süre annemi izledim. Beni artık sevdiğini hissetmediğim annemi... Acıyı hissetmediğinizde hayatın daha güzel bir yer olacağını mı sanıyorsunuz? Yanılıyorsunuz. Çünkü mutluluğa bilmek için acıyı da bilmek gerekiyordu. Annem izledim ve o uykuya daldığında üşüdüm. Kimsesizliğimi hatırladım.
İnce parmaklarım seyrek saç tellerini okşadı. “Bu sevgiyi hissetmiyorum ama seni sevdiğimi biliyorum anne.”
Doğrularak mutfağa yöneldim ve annemin iki gün evvelden yaptığı puding kasesini dolap rafından aldım. İki tatlı kaşığını alarak mutfağı terk ettikten sonra kanepenin üstündeki battaniyeyi annemin omuzlarına örttüm. Odama geçtiğimde, puding kasesini ve tatlı kaşıklarını çalışma masamın üstüne bırakarak kıyafet dolabına yanaştım.
Puding kasesini avuçlarken, "Soğukmuş," diye sızlandı Çisem. Tatlı kaşıklarını da parmakları arasına kıstırdıktan sonra pufun üstüne zıpladı ve bacaklarını aşağıya doğru sarkıttı. "Sana yok. Hepsini yiyeceğim, keşke dibi tutsaydı. Öyle daha lezzetli oluyor."
Kalçamı çalışma masasının çıkıntısına yaslarken, "Hafiften tuttu," diye konuştum kısık bir sesle. "Sakın bana ikram etme, kendininmiş gibi ye."
Gülümsedi. "Öyle yapacağım."
Dudak bükerek siyah kazağımı başımdan çıkarırken, "Hadi, bana o çocukla ne işin olduğunu anlat," diye konuştu. "Gerçekten hâlâ şaşkınım. O çocukla aynı lisede okuyorduk, hiç tanışmadık ama senin ona vurulduğunu biliyordum. Pekâlâ, üstünden yıllar geçti ama bugün o adamın arabasından inmen sahiden şaşırtıcı." Canlı bir biçimde güldü. "O herif yıkılıyor."
Sevgi dediğin şey zamana ve şartlara göre değişiyordu, sabit kalmıyordu. "Yıllar önce, sadece masum hayalleri olan bir çocuktan başka bir şey değildim," diye konuştum. "Şimdi öyle değilim. Onunla yolumuz kesişti, beni tanımadı, zaten hiç tanışmamıştık. Ben unuttum, sen de yok say ve asla onun yanında bundan bahsetme."
Ağzının kenarlarına puding lekesi sıvaşmıştı, onları elinin tersiyle sildi. "Pekâlâ, sormamı istemiyorsun," diye konuştu gönülsüz bir kabullenmeyle. "Ama adam hâlâ yıkılıyor."
Yatağa ilerleyip kenarına oturdum ve onu susturacak kadar iradeli bir bakış attığımda, "Tamam," diye tekrarladı, kaşığı kaseye daldırdı. "Sahi adı neydi? Cins bir isimdi?"
Başımı çevirip pencereden dışarıya baktım ve dolunayın ışığını izledim. Bugün dolunay gecesiydi, yıldızlar dolunayın ışığında çok sönük kalmıştı. Benim bir zamanlar ona duyduğum aşk da tıpkı böyle, öfkemin yanında sönük kalıp görünmez olmuştu. "Duman," diye konuştum, dolunaya rağmen görebildiğim iri bir yıldıza bakarak. "Duman Alanguva."
💔
Bazı cinayetlerin kanıtları bulunmaz, çünkü ölen ruhlar bedenden dışarıya yükselmez.
Botumun kalın gövdeli topuğu kaldırım taşlarında sesler bırakırken, omzu omzuma çarpan Duman'a tip tip baktım. Öğle sularında, vaktin ikindiye devrildiği esnada evime gelmiş, beni ikna etmeyi başararak evimden çıkartmıştı. Arabasına binmiş, sokağın başında inmiştik. Şimdi de sokağın sonundaki apartmandaki bekar evine yürüyorduk.
"Ne o?" Duman, ceketinin yakalarını boynuna siper etti, kartal yırtıcılığındaki bakışları sokakta uğursuzca gezindi. "Oflayıp duruyorsun, sıkıldın mı?”
Söylediğini havada bıraktım. Dairesi eski, bakımsız bir binadaydı ve daire kapıları dahi döküntüydü. Böyle zengin olan bu adamın neden burada yaşadığını yalnızca kendi bilirdi. Merdivenleri hızla tırmanıp dairenin önünde durduğumuzda anahtarı yuvasına yerleştirdi ve kapıyı açtı. Eşikten içeriye adım attığımız anda beni dar bir koridor karşıladı. Evin basık ama sıcak bir havası vardı. İlk kez onun dünyasına adım atıyordum
"Neden buradayız?" diye sordum, isimsiz bir ürperti ense köküme bıçak keskinliğiyle saplandı.
Salon olarak tahmin ettiğim bir odanın eşiğinden içeriye minik adımlarla yürürken, gölgesi hemen soluğumdaydı. "Ben senin yaranı da yaralılarını da biliyorum," diye konuştu, sorum üzerinde. "Sen de benimkileri bilmelisin. Bir kız kardeşim olduğunu biliyor muydun?”
Çok şeyini biliyorum.
Cebime gizlediğim ellerimi dışarıya çıkarırken, "Evet, biliyorum," diye konuştum, düz bir sesle. "Kardeşine ne olduğunu pek düşünmemiştim. O gece ona bir şey olmuş muydu?”
“Evet.”
Ona ne olduğunu duymamıştım. Hayattaydı ama belli ki bir şey olmuştu. Duman salona, omzumun üzerinden baktı ve sonra arkasını dönüp koridordaki başka odaya ilerledi. Bembeyaz, ahşap bir kapının önünde durduğumuzda, Duman'ın kolu koluma sürtünerek uzandı ve biçimli parmaklarıyla kapıyı araladı.
Bu ev ile alakası olmayan, huzur vaad eden, sade bir odaydı. Bembeyaz duvarlara sahipti, pencere camını örten tül perdenin uçları zemini süpürüyor ve aralık camdan sızan cansız rüzgâr genç kızın saçlarına doğru esiyordu. Tek kişilikli, ayakları ahşaptan, beyaz saten örtülü bir yatak, odanın köşe başındaydı ve yünlü halı kapının eşiğine doğru uzanıyordu. İçeriye doğru minik bir adım attığımda, kız kardeşi tekerlekli sandalyesini kendi etrafı boyunca döndürdü ve yüzünü bize çevirirken konuştu. "Abi, sen mi geldi..."
Beni gördüğünde durdu.
Yarım kalmış cümlesi içime oturdu. Duman'ın kız kardeşine bakarken, ne kadar fazla ortak yaşanmışlığımızın olduğunu hatırladım. Genç kızın güzel gözleri beni görüp büyüdü ve ardından odanın içerisine kaçtı. Duman yanımdan sıyrıldı, kız kardeşinin yanına varıp onun yüzünü avuçları içine aldı ve alnına naif bir buse kondurdu.
"Benim, abiciğim."
Ben kapı ağzında öyle dikilip Ada’ya bakarken, o da abisine döndü. "Bu kız kim?"
Duman kardeşinin yüzünü yavaşça yukarıya kaldırarak ilk kez gördüğüm bir sıcaklıkla baktı. "Bizden biri."
Tepki vermeden yerimden kıpırdadım. Yanlarına yanaştığımda, Duman kardeşinin yüzünü avuçlarından bıraktı ve biraz gerileyip kardeşiyle bana alan açtı. Kız kardeşi tekerli sandalyesini geriye ittirerek benden uzaklaştığında ürktüğünü anlamıştım ama pek de aldırmadım. Önünde dikilirken, "Adın ne?" diye sordum.
Dümdüz saçları, duru bir yüzü vardı. "İsmim Ada," diye mırıldandı cılız bir sesle. "Peki ya senin ismin ne?"
"Mahşer," dedim, onun güzel bir ismi olduğunu düşünürken. "Mahşer Alizarin."
Bembeyaz, dizlerinin bir karış üstüne uzanan narin, yumuşak dokulu elbisesi içinde öyle prenses görünüyordu ki... kendimi ona yabancı hissettim. "Gözlerinin ikisi de farklı renkteler," diye konuştu, çekingen şekilde. "İlk defa görüyorum."
Öyleydi, ben de benden başkasında görmemiştim ama neticede olabilen bir şeydi. Duman kehribara dönük gözlerini bir yangından kaçırdığından olsa gerekti, gözünün bebeğine çöken sis. "Mahşer genel itibariyle normal bir kız değil," diye konuştu, kardeşine uzun uzun bakarken. "Tek tuhaf olan gözleri değil abiciğim.”
Ada gerildiğimi anlamış olmalı ki zarif parmaklarıyla elbisesinin eteğini yakalarken, gözlerini abisine dokundurdu. "Abi, boğazım kurudu. Su verebilir misin?"
Duman kollarını göğsünden indirdi ve sanırım ihtiyacım olduğunu düşünmüş olmalı ki arkasını dönmeden önce beni uyardı. "Mahşer, kardeşimi incitme."
"Bana da soğuk bir şeyler getirsene."
Duman’ın adım sesleri uzaklaşana kadar Ada da ben de konuşmadık. Koridora bir bakış attı ve sonra bana dönerek, "Abimin sevgilisi misin?" diye sordu. "Gerçi bu imkânsız ama..."
Tek kaşım kalktı. "Neden imkânsızmış?"
"Abimin zaten bir sevgilisi var."
Gökkuşağındaki tüm renkler bile siyahtan oluşuyormuş gibi geldi bir an. "Nasıl?" diye sordum bomboş bir sesle. "Yani, bilmiyordum."
Gözleri bana, sabahına bile çıkamayacağımız bir gece geçiriyormuşuz gibi yaslı hissettirdi. "O gece," diye fısıldadı, acıyla kırıştı güzel yüzü. "Bilmiyorum abim sana anlattı mı ama beni bu koltuğa mahkûm eden gece, abimin sevgilisini elinden aldı. Aynı gece annem ölürken aynı şekilde abimin sevgilisi de bir kazaya kurban gitmiş. Fakat ölmemiş, yıllardır yoğun bakımda, abim onun uyanmasını bekliyor.”
BÖLÜM SONU.
Yorumlar yükleniyor...