0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

32. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

"YABANCININ KAPISINDA."

Sırtımda bıçağını hissettiğim herkesi, geceleri uykumda boğdum.

Hayatımın ilk terk edilişini aslında babamla değil, abimle yaşamıştım. Babam bizi terk etmemişti, avuçlarımızın içinden çekip alınmıştı. Onun aksine abim, bizi gerçekten terk etmişti. Gece değildi ama dünyanın en karanlık anlarından birini yaşamıştık; babamı kaybetmiştik ve abim hayatının en büyük adiliğini yaparak arkasına bakmadan gitmişti. Daha babamın kanı kurumamıştı, babamın cinayetinin işlendiği o evin salonundaki kanı temizlememiştik bile... Abim, sanki hep o günü bekliyormuş gibi hiç durmadan çekip gitti ve zihnimin içindeki kardeşlik algısını yerle bir etti.

Yıllar önce, abim bize ihanet etmeden önce abim için ölebileceğimi bile düşünürdüm.

Şimdiyse abimi öldürebileceğimi...

Abim bana dövüşmeyi öğretmişti ve sonra çekip giderek tüm dövüşleri ben kazandım demişti. O bana savaşmayı öğretmişti ama aslında size savaşmayı öğreten birine karşı hep yenilirdiniz, ben bunu unutmuştum. Vücudumda adeta fiziksel olarak hissedilen acı neredeyse nefes alan bir canlıya dönüştü ve bana yaşattığı acı karşısında güldü. Abimin gidişi tüm dövüşleri kazandım demekti, dönüşüyse ben bu dövüşte hile yaptım anlamındaydı.

Değişmişti, büyümüştü. Üzerinde bir kot ceketle içine giydiği beyaz tişört ve pantolon vardı. Boyu uzamış, yüzündeki o bebeksi güzellik yerini karizmatik bir yakışıklılığa bırakmıştı. Elleri cebindeydi, yüzünde çok tedirgin, neredeyse ürkek diyebileceğim bir ifade geziniyordu. Titreyen elimi saçıma götürdüm ve saçlarımı kulağımın arkasına koyarken, ona, bana verdiği acıyı vermek isteyerek "Affedersiniz," dedim. "Kimsiniz?"

Enes, onu yumruklamışım gibi geriye savruldu.

İçimden buna güldüm ama yüzümde sabit, gerçekten onu tanımıyormuş ifadesi taşıyarak gözlerimi kırpıştırdım. Abimin yüzündeki tedirgin ifade paramparça oldu ve gözlerinde büyük bir kırgınlık taşıyarak, "Kimsiniz mi?" diye tekrarladı beni. "Be... Benim?"

Numarama devam ettim. "Affedersiniz, yanlış bir yere gelmiş olabilir misiniz?"

Abim üst üste yumruk yiyen bir boksör gibi soluk soluğa kaldı ve bakışlarını etrafta gezdirerek büyük bir hayal kırıklığına uğradı. Kafasını salladı ve kirli sakallarını sıvazlayarak bana bir bakış attı. Hayır, aslında o hiçbir dövüşü kazanamamıştı, sadece kazandığını düşünmüştü ama şimdi bana bakarken en büyük kaybını yaşadığının farkındaydı. Zorlukla yutkundu ve kafasını ağır ağır sallarken, "Sanırım öyle oldu," dedi ve dönüp evin kapısına kısa bir an baktı. Gözlerindeki acı, bir kalemle kâğıda aktarabileceğim kadar belirgindi. Tekrar kafasını bana çevirdiğinde bakışları tüm yüzümde uzun uzun dolaştı. "Eskiden tanıdığım birilerini arıyordum," diye devam etti. Bakışlarını önüne çekerek yanımdan geçip gitti. 

Tanınmamak, tamamen unutulduğunu düşünmek onu adeta parçalarına böldü ve bu beni tatmin etti; yeteri kadar olmasa da. Bahçe kapısına doğru, neredeyse zorlukla yürüdü ve benim yüzümdeki maske yerini büyük, alaycı gülüşe bıraktı. Önce belli belirsiz, sessizce güldüm ve hemen ardından omuzlarım sarsılarak kahkahalar atmaya başladığımda abim bahçe kapısının ağzında durdu. Elimi ağzıma kapatarak kahkahalarımı azaltmaya çalışırken, başını bana çevirdi ve afallayarak suratıma bakakaldı. "Çok salaksın," dedim ve daha başka bir şey demeden Enes ne olup bittiğini anladı.

Başımı eğerek, adeta vücudumla beraber gülerken, abim olduğu yerde durmaya son verdi ve hızlı adımlarla bana ilerlemeye başladı. Yanıma kadar gelip beni bir anda kolumdan tutup kendine çekti ve başım göğsüne yaslandı. Kolları engel olamayacağım kadar kısa zamanda etrafıma dolanarak bana sarıldığında gülüşüm suratında donup kaldı ve bedenim buz kesti. Bu kolların nasıl hissettirdiğini unutmuştum, eskiden korunaklı hissettirdi ama şimdi... yabancı hissettiriyordu. “Beni tanımadığını sandım," dedi korkuyla. "Abim..."

Duman'ın bu kelimeyi Ada'ya kurması, Ada'nın da aynı kelimeyi Duman'a kurması kulağımda çınladı ve onların birbirini asla bırakmadığı gerçeği zihnime ağır bir külçe şeklinde düştü.

"Seni zaten tanımıyorum," dedim acımasızca. Kolları gevşedi ama beni bırakmadı. "Sadece... Yıllar önce ölen bir yakınıma benziyorsun, o kadar."

"Mahşer..."

"Geldiğin yere git."

Kollarının arasından çıktım ve suratına bakmadan kapıya koştum. Anahtarımı ceketimin cebinden çıkarmaya çalışırken donup kaldığını hissetmiştim. Bir de buraya gelmiş bana sarılıyordu! Çıldırmamak elde değildi.

"Mahşer, beni bir din..."

"Büyük harflerle tekrarlıyorum; GİT!"

Kapıyı açarak kendimi içeriye attığımda, abimin acıyla inlediğini duydum ama elbette umurumda olmadı. İçeriye girdiğim gibi kapıyı kapattım ve sırtımı yaslayarak elimi yüzüme koydum. Göstermemek için direnmiştim ama bu beni çok hazırlıksız yakalamış, dağıtmıştı. Bir daha gelmez sanıyordum, tamamen unuttu sanıyordum, özlemedi sanıyordum...

Çünkü ben onu hiç özlememiştim!

Elimi yüzümden çektim ve oturma odasına bakarak annemi aradım fakat burada değildi. Annem benim kadar kinci değildi, abimi görse çıkıp ona sarılırdı; bu yüzden görmediğini düşünüyordum. Odasına girdiğimde onu göremedim ve banyoya baktım; orada da değildi. Son yer olan odama ilerledim ve kapıyı açtığımda annemi yatağımda uyurken buldum. Onu görünce endişe göğsümde ufalanarak küçüldü ve kaybolan o hissin boşluğunu annem için hissettiğim sevgi aldı.

Üzerine yorganımı örtmüştü, sadece başı dışarıdaydı ve saçları yüzünün bir kısmını kapatıyordu. Eğildim ve uykuda olduğunu bilerek yanağına küçük bir öpücük bıraktım.

"Onu görürsen affedeceksin, biliyorum. Bu yüzden onunla görüşmeyeceksin, geldiği gibi gidecek buradan."

Anneme ben bakmıştım, yıllarca, bıkmadan usanmadan. Şimdi bir anda geri dönüp annemin sevgisini kazanamazdı, bu haksızlıktı! Annem, Duman’la beraber sahip olduğum tek şeydi. "Tüm sevgini ben hak ediyorum," dedim dişlerimi sıkarak. "O senin için ne yaptı ki?"

Uykusu derin olduğu için rahatladım ve doğrulup yorganı omzuna biraz daha çektim. Annemin başından kalktım ve dolabıma yürüyerek kendime yeni kıyafetler aldım. Üzerimdekileri çıkarıp daha rahat olan bir taytla kapüşonlu giyindim ve saçlarımı başımın tepesinde sıkıca bağladım.

Yatak odamdan çıktıktan sonra abimin dışarıdaki varlığını unutmaya çalışarak mutfağa girdim ve dolabı açıp içine baktım. Pek bir şey yoktu ama karnımı doyurabilirdim. Nutella kavanozunu gördüm ve pek fazla tatlı sevmesem de onu dışarıya çıkardım. Demlikte su kaynattım ve sallama çayımı yaparak birkaç dilim ekmeğe çikolata sürdüm. Mutfaktaki yuvarlak masaya oturdum ve ekmek dilimlerini hızlı hızlı yerken sokak kapısına bakarak soludum. Sanırım affedeceğimizi, hiçbir şey olmamış gibi davranacağımızı sanmıştı.

Önüme dönerek yumruklarımı masaya yasladım ve sevdiğim bazı şeyleri düşünerek rahatlamaya çalıştım. Duman... Ne yapıyordu? Bir şeyler yemiş miydi? Hastane yemeklerini sevmiyordu ama sağlık durumu lezzetli şeyler yemesine elvermiyordu. Öfkem yerini onun için duyduğum üzüntüye bıraktı ve yumruklarım gevşedi. Tırnaklarımın avucuma battığını bile yumruklarım gevşedikten sonra anlamıştım. Kısık bakışlarımı indirip tırnak izlerine baktım ve insanların bana verdiği öfkeyi kendi canımdan çıkardığımı gördüm. Zaten hayatımı ya dişlerimi ya da yumruklarımı sıkarak geçirdim. Hep.

Masanın üzerine dağıttığım şeyleri kaldırarak tezgâha götürdüm ve dünden kalan tezgâhı da toparladım. Çıkan bulaşıkları kısa süre içinde yıkayıp yerleştirdim ve banyoya geçtim. Dişlerimi fırçalayıp bir ara aldığım nemlendiriciyi kuru yüzüme sürdüm. Banyodan çıkıp oturma odasına geçtiğimde bakışlarım bir kez daha sokak kapısını buldu. Hâlâ burada mıydı? Defolabilir miydi artık! Burnumdan içeriye derin bir nefes alıp koltuğa oturmak için yönelirken sokak kapısına vuruldu ve gözlerim sinirle kapandı.

Öfkeyle kapıya yürüdüm ve uzanıp sinirle kapıyı açtığımda tahmin ettiğim gibi yine onu gördüm. Öfkeyle, "Neden gitmedin?" diye bağırdım. "Pardon... Niye kaçmadın!"

Yüzünden sanki onlarca duygu akışı aynı anda aktı ve alnı kırıştı. Pişmanlığı, utancı, öfkeyi, sabırsızlığı... "Konuşalım," dedi yetişkin sesiyle. Bakışları ilk karşılaştığımızda olduğu gibi tüm yüzümde ağırca dolaştı. "Mahşer... Ne kadar güzel bir kız olmuşsun..."

"Dalga geçiyorsun galiba," dedim. "Enes, geldiğin yere git!"

Dudağının kenarı belli belirsiz, acı dolu bir gülümsemeyle kıvrıldı. "Bana kızgın olduğunda adımla hitap ederdin."

"Bak, ben tanıdığın o kız değilim," dedim sabrımı korumaya çalışarak. "Ve şimdi baktığın bu kız seni hayatında istemiyor. Üzerinden çok zaman geçti Enes, hiçbir şey aynı değil. Bir kez daha git ve kendi hayatlarımızda yaşamaya devam edelim."

"O kız olmadığını görebiliyorum," dedi abim, sesi donuk, kaybolmuş gibiydi ama üzüntüsünü hissedebiliyordum. "Ama ben de o çocuk değilim. Çok ani oldu, şaşırdığını biliyorum. Konuşalım... En azından annemi göreyim?"

Dili kesildiğini bildiği halde bırakıp gittiği annesini mi? Bunu hak ettiğini nereden çıkarmıştı? Biz annemle bıçağın sivri tarafında yaşamıştık, abimse o bıçağın üzerinde, canı acımadan... "Haberin olsun abi, geç kaldın," dedim, sesime biraz üzüntü katarak. "Annem öldü."

Geriye doğru sendeledi.

Nefesi kesildi, göğsü çok hızlı bir şekilde inip kalktı, gözleri seğirdi. Yüzü anında sarardı ve kafasını iki yana salladı. "Hayır..."

Acı çekmesi ruhumdaki öfkenin sırtının sıvazlanması gibiydi. Rahatladığımı hissettim ve çaresizliği izlerken yine ufaktan gülmeye başladım. Bizim nerede yaşadığımızı öğrenmişti ama ölüp ölmediğimizi öğrenmemiş miydi? Çenemi yukarıya dikerek gülüşümle içimdeki kötülüğü günyüzüne çıkarırken abim şaşkınca bana baktı ve ikinci kez onu kandırdığımı anladığında derin bir nefes bırakarak bozulan sinirleriyle beraber güldü. "Sen gerçekten... Tanıdığım o kız değilsin!"

Alaylı şekilde gülmeye devam ettiğimde Enes beni kenara itti ve hızına yetişemediğim saniyeler içinde eve girdi. Bir an bocalayarak arkasından baktığımda abim gözleriyle salonu taradı ve annemi bulamayarak en yakınındaki yere, benim odama ilerledi. Onun arkasından koşarak, "Girme," diye bağırdım ama faydasızdı. Abim kapıyı açtığı gibi içeriye girdi ve muhtemelen annemi görüp donakaldı.

Acı, mutluluğun sevmediği bir kardeşiydi belki de. Mızıkçılık yapan, kötü olan, köşeye saklanıp hasetle kardeşini izleyen bir kardeşti acı. Titreyen ellerim vücuduma dolandı ve abimin havada gezinen nefesini neredeyse görür gibi oldum. İçeriye doğru sarsak bir adım atarak tamamen odama girdi ve yatakta uyuyan anneme doğru yaklaştı.

"Uyandırma," dedim. "Bu şoku kaldıramaz."

"Has… Hasta mı?"

"Uzun zamandır." Ruhu derin bir uykuda, ölünce uyanacak.

Başını salladı ve yatağa vardığında dizlerinin üzerine eğilerek annemle yüz yüze geldi. "Dokunma, tedirgin olur.”

Elini indirdi.

"Günlerini bu evin içinde, yatağında geçiriyor," diye fısıldadım. "Hayatın içinde değil, dışında."

"Çok... Çökmüş." Sesi o kadar berbattı ki neredeyse hıçkırıklarını görüyordum ama ağlamadığını biliyordum. "Nasıl zayıflamış."

"Yemek yemez," dedim ama neden annemle ilgili şeyleri ona söylediğimi bilmiyordum. "Annemi çok umursuyorsun gibi davranma. Hadi, gördün, çıkıp git."

Başını yatağa doğru eğdi ve annemin omzuna yaslandı. Merhamet edip birkaç dakikayı annemle geçirmesine izin verecektim ama birkaç dakika sonra tekrardan gidecekti. Bakışlarım onlara çevrildi ve abimin sarsılan omuzları bakış açıma girdi. Ağlıyor muydu? Çok mu? Üzgün müydü? Çok mu?

"Ne yaptığımı bile bilmiyordum," dedi abim, kime ne itiraf ettiğini anlamıyordum ama sanırım annemle konuşuyordu. "Şuurumu kaybetmiştim anne."

Üzerinden altı yedi yıl geçtikten sonra mı şuurunu geri kazanmıştı? Hadi o an bir şuursuzluk yapıp gitmişti, altı yıl sonra mı geri dönülürdü? Bu cümleleri, bu yakınmaları duymak istemiyordum. Durmadım ve yanına ilerleyip sırtına vurdum. "Kalk artık, uyanacak."

"O benim annem, Mahşer."

"Ah doğru. Dili kesildiğinde korktuğun, kaçıp gittiğin annen."

"Hâlâ konuşamıyor... değil mi?"

"Konuşsa da adını anmaz zaten!"

Yalandı, annem abimi görse ona sarılırdı ama onun bunu bilmesine lüzum yoktu. Ayağa kalktığı gibi bana arkasını döndü ve eliyle yüzünü temizledi. "Ne kadar kızarsan kız, nefreti ne kadar hak ettiğimi düşünürsen düşün," dedi, konuşurken sesi çatlamıştı. "Geldim ve gitmeyeceğim. Çok özledim sizi, gidemem artık."

Bana doğru döndü ve bir anda başımdan çekerek dudaklarını saçlarıma bastırdı. Ben bu sıcaklığa hazırlıksız yakalanarak bocaladığımda beni serbest bıraktı ve arkasını dönüp birkaç saniyede odadan dışarıya çıktı. Gözden kaybolup kayıplara karıştığında sersemleyerek komodinin üzerine oturdum ve yumruklarımı gözlerime bastırdım. Onunla öyle güzel günlerimiz olmuştu ki en çok da bu yüzden bizi terk ettiği gerçeğini kaldıramıyordum.

Ağlamıştı.

Bizi özlediğinden mi yoksa pişmanlığından mı?

Odadan çıktım ve giderken kapıyı örtmediğini gördüm; oysaki hastane kapısını üzerimize örtüp gitmiş ve kayıplara karışmıştı. Öfkeyle yürüdüm ve kapıyı kapatmak için harekete geçtiğimde abimi gördüm. İleride, bahçedeki salıncağa oturmuş, arkası bana dönük şekilde duruyor ve omuzları içeride olduğundan daha şiddetli şekilde sallanıyordu. Anladım, gerçekten gitmeye niyeti yoktu. O halde burada durup donsun, gününü görsündü. Kapıyı sertçe, duyabileceği kadar sesli şekilde örttüm ve geçip tekrardan anneme baktım.

Bacaklarımı kalçamın altına kıvırarak koltuğa uzandım, gözlerimi kapattım ve savunmasızlığın, pes edişin rahatlığına vararak silahlarımı yere indirdim. Her şeyi akışına bıraktım ve ölüm gelse bile hiçbir şey yapmayacağımdan emin olarak koltukta uyuyakaldım.

Deliksiz bir uyku değildi, sık sık bölünmüş olsa da akşama kadar uyumuştum. Eskiden kâbuslarımda daha çok babamı, o geceyi, rüyalarımdaysa Duman'ı görürdüm ama artık kâbuslarımda da Duman'ı görüyordum. Son sıçramamdan sonra uykuya daldığımda daha sakin bir şekilde uyuyordum ama biraz tıkırtı sesi duyduğumda tedirgin uykumdan sıçradım. Gözlerimi birkaç kez kırpıştırarak yumruklarımla ovuşturdum ve esneyerek doğruldum. Tıkırtı duymuştum.

Birisi kapıya mı vuruyordu?

Bunu fark ederek gözlerimi kapıya çevirdim ve abimin vurmuş olacağını düşünerek ilerledim. Kapıyı her kim çalıyorsa sabırsızdı ama vuruşları o kadar güçlü değildi. Yaşadığım bir baş dönmesiyle beraber küfür savurarak kapıyı açtım. Abimi görmeyi bekliyordum ama karşımda abimden daha uzun birini gördüm ve o birinin soğuk nefesi yüzüme çarptığında adeta çarpıldım. Ay ışığı yüzüne düştü ve Duman'ın çehresi parladı. Onu gördüğüme inanamayarak dudaklarımdan şaşkınlık dolu bir mırıltı döktüm. Çok yorgun, halsiz ve kızgın görünüyordu. "Duman..."

"Bu herif kim?" Sorusu kulağıma ulaştığı ilk an neyden bahsettiğini anlamadım ve onun yorgunluğunun verdiği endişeyle avuçlarımı yüzüne sardım. "Saatler geçti, bu yüzden mi yanıma gelmiyorsun! Bu herif yüzünden mi? Yoksa öleceğimi bildiğin için daha şimdiden kendine yeni sevgili mi yapıyorsun? Doğru, benim gibi birisiyle ne bok yenir ki!"

Gerçekten şuurunu kaybetmiş görünüyordu, yeni birini bulduğum için onu hastane odasında yalnız bırakacağımı düşünecek kadar şuursuzdu! Hastaneden nasıl çıkabilmişti, cihazdan ayrılmaması gerekirken burada ne yapıyordu? "Çok kıskançsın."

"Seni bekledim," dedi tıslarcasına. "Gelmedin!"

Bu onu incitmişti. Hatta epey üzmüştü ki şimdi canını riske atarak buraya gelmişti. Duman'ın duygularına karşı savunma gerçekleştiremediğini biliyordum ama duygularının onu bu kadar yönlendirdiğine ilk kez şahit oluyordum. "Uyuyakalmışım," dedim ve yüzünü okşadım. "Neden aramadın?"

"Aradım." Terslenerek yüzünü çevirdi ve bahçeye, salıncakta oturan abime bakarak sinirle soludu. "Kapalıydı! Amcam peşine takıldı, başına bir iş açtı sandım. Abdulrezzak’ı da aradım, açmadı, az önce onu arabada gördüm, uyuyakalmıştı.  Bu yüzden çıkıp geldim ama..." Bir anda suratını bana çevirdi ve yüzümü çenemin altından tutarak kendi yüzüne doğru çekti. "Bu herif de mi sana âşık!"

Sırıttım. "Başka biri daha mı âşık bana?"

"Biliyorsun!"

Parmaklarım ensesinde, kısa saçlarının arasında birleşirken Duman hâlâ bir açıklama bekleyerek bana bakıyordu. Sırıtışım gerçek bir gülümsemeye dönüştü ve dudaklarım yanağına uzandı. "Benim için endişelenip beni kıskanınca gözün hiçbir şey görmüyor."

Homurdanıp elini belime götürdü ve beni tutup kendi vücuduna yapıştırdı. "Dolandırma da bu kim, söylesene."

"Enes, abim."

Duman'ın vücudu tahrik olmasının yanında şaşkınlıktan gerildi ve dudaklarından bir nefes boşaldı. O da lisede beni seviyordu ama ailem veya abim hakkında ne bildiğini bilmiyordum. Duman bir dakika kadar sonra rahatladı ve belimi okşayarak kulağımın altına bir öpücük kondurdu. "Baştan alalım o zaman... Merhaba bebeğim."

Parmaklarımı saçlarına karıştırarak, "Merhaba," diye onu yanıtladım. "Hastaneden mi kaçtın?"

Belli belirsiz güldü. "Öyle bir şey işte."

Yanağını ısırarak tabanlarıma bastığımda bile Duman beni vücuduna bastırmaya devam etti. Ona kızdığımı hissettim ve sıkıntılı bir şekilde dudaklarımı kemirdim. O rahatlamıştı, onun abim olduğunu ve benim de iyi olduğumu görünce öfkesi erimişti ama şimdi de ben öfkeliydim. Isırdığım yanağını ovuştururken, "Aptallık etmişsin," dedim, öfkenin tadı dilimi yoklarken. "Ben sağlığını tehlikeye atmaya değmem."

"Zırva," diyerek beni içeriye itti ve abime kaşlarının altından bakarak eşikten içeriye girdi. Elini uzatıp duvarda ışığın düğmesini aradığında uzanıp elini indirdim ve ışığı yakmasına engel oldum. Duman buna bir anlam veremeyerek derince soluklanırken onunla karanlıkta kalmayı tercih ederek elinden tuttum ve koltuğa çekiştirdim. Duman çektiğim her yere geleceğini gösterir gibi peşimden geldiğinde onu geniş koltuğa oturttum ve Duman beni kucağına çekmek istediğinde kafamı iki yana sallayarak uzaklaştım.

"Anneme bakmam lazım."

Başını koltuğun arkasına yaslarken belli belirsiz güldü. "Kaynanana bakacağım diyorsun... Peki bak."

Gözlerimi devirdim. "Bahçedekinin abim olduğunu öğrenince sana bir rahatlık geldi."

Popoma hafifçe vurdu. "Hadi, kaynanama bak da gel."

Yanaklarımı nefesimle şişirerek ona sırt çevirdim doğrudan odama ilerledim. Işığı açıp yatağa baktım ama soğuk çarşaflardan başka bir şey göremeyerek huzursuzlandım. Kendi odasına geçmiş olabilirdi. Bunu düşünerek odamdan çıktığımda bakışlarım bir kez daha Duman'a rast geldi. Koltuğun üzerindeki hırkamı almış, yüzüne örtmüş, hırkanın kollarını da boğazına bağlamaya çalışıyordu. Sanırım kendini boğuyordu, ne hoş. Ona göz baydım ve annemin odasına girdiğimde düşündüğüm gibi onu burada gördüm. Yatağında değil, yerde, halının üzerindeydi ve saçlarını tarıyordu. Normalde karanlığın içine gizlenmeyi istese de bu kez ışık yanıyordu. Banyo yapmıştı. Kapıyı kapatıp yanına ilerledim ve dizlerimin üzerine çökerek ona uzandım. "Hımm, mis gibi kokuyorsun."

Elimi nemli saçlarının üzerine koyduğumda annemin kurumuş dudakları belli belirsiz kıvrıldı ve elinde tarak olmasına rağmen parmaklarıyla beni cevapladı. Yeni aldığın şampuan güzel kokuyor.

Eline uzanıp tarağı alırken, "Bana bırak," diye fısıldadım.

Bana ne olacağını bilmiyordum, muhtemelen o cinayetleri işledikten sonra hapse girebilirdim ve o zaman maalesef annemi abime emanet edecektim. Duman'ın yeni bir kalbi olacaktı, ben kurtulamazsam hapse girecektim ve anneme abim bakacaktı. Kafamdaki düzen, abimin dönmesiyle beraber kurulmuştu ve böyle devam edecekti.

"Yemek yedin mi?"

Çorba içtim.

"Ya ilaçların?"

Aldım.

Gözlerimi kısarak lastikle örüğü bağladım. "Doğruyu söyle anne."

Omuzları düştü. Almadım.

"Beni iyi biri olmaktan elbirliğiyle vazgeçiyorsunuz!"

Homurdanarak kalktım ve odayı terk ederek doğrudan mutfağa ilerledim. Bir bardak su alarak tekrardan odaya döndüğümde annemin yatağa çıkmış olduğunu gördüm. İlaçları komodinin üzerindeydi, yüzümde soğukkanlı bir ifadeyle yatağa ilerledim ve komodindeki ilacı alıp kucağına bıraktım. "Çıkar, al bir tane."

Suyu alıp hapı yutmak için birkaç yudum içti ve bardağı komodine koyarak yorganın içine girdi. Ellerimi iki yanımda sıkarak yorganın altında kaybolmasını, beni ve kızgınlığımı umursamamasını izledim. Duygularımla ve onların bana verdiği acıyla ilgilenmeyi babam öldüğünde bırakmıştı. Onun iyi olduğunu görmek için geldiğim odadan kendimi daha kötü hissederek çıktım ve cebimden telefonumu çıkararak Ömer'e mesaj attım.

Gönderilen: Ömer.

Duman buraya, bana gelmiş. Biliyorsun bana ÂŞIK. Ne yapmalıyım, hemen hastaneye getireyim mi?

Gönderen: Ömer.

Bu adam iflah olmayacak. Makineye bağlı kalması gerekiyordu, herhangi bir komplikasyon geçirdiğinde hastanede olmazsa dönüşü olmaz bu işin. Ne yap ne et en kısa sürede o aptalı hastaneye getir!

Elbette sorundu, o artık hastaneden uzaklaşamayacak kadar kötüydü. Bu düşünce karın ağrısı gibi ruhuma vurdu ve yüzüm kırıştı.

Gönderilen: Ömer.

Aptal sensin.

Mesajı gönderdim ve anında cevap geldi.

Gönderen: Ömer.

😒

Çocukça mesajına göz devirerek telefon ekranını kapattım. Telefonu cebime koyarak annemin odasının kapısından ayrıldım. İçeriye ilerleyerek salonun ortasında durduğumda Duman'ın hâlâ hırkamı yüzünde taşıdığını gördüm. Koltuğa doğru ilerleyip hemen yanına, yönümü ona çevirerek oturdum ve bir elimi dizinin üzerine koydum. Eşofmanı, beyaz tişörtü ve deri ceketi vardı. Onun genelde daha ağır bir tarzı vardı, uzun kabanlar giyerdi ama sportif şeyler giydiğinde de çok yakışıklı ve genç görünüyordu. Alt dudağımı dişleyerek elimi dizinden yukarıya kaydırdığımda duraksadı ve uzanıp hırkamı yüzünden çekti. "Mahşer?"

"Duman?"

Hırkayı kenara bıraktı. Başını koltuğun arkasından kaldırarak yüzlerimiz arasındaki mesafeyi neredeyse sıfırladı. Elini uzatıp boynumu ve ensemin bir kısmını kavrayarak alnını alnıma koyduğunda, "Hastaneye gitmemiz gereki..." diyecek oldum ama o kadar çaresiz bir şekilde boynuma sokulup inledi ki cümlem ağzımın içinde kayboldu.

Ömer komplikasyon geçirirse kurtuluşu olmaz demişti ve yakınlıklar onun kalbine ciddi manada zarar veriyordu. Bunu biliyordum ama yine de onunla yakınlık kurmamak çok zordu. Belki onu kaybedecektim, belki kendimi de...  Bu felaket başımıza gelmeden önce sadece birkaç saat özgür olsak, istediğimiz gibi davransak ne olurdu? Birkaç saatlik Duman'ı, o anı istiyordum...

Kalbim yirmi dört saatlik bir zamandan oluşsa, her saniyesi o olurdu, her saat hep onu gösterirdi.

Gözlerimi açıp tavana baktım ve onun dudakları yolunu bulup kulağımın arkasına uzanırken bir an tavanda yıldızları gördüğümü sandım. "Abin ne zaman geldi?" diye sordu bana, hastalığını hatırlatan bir sesle. "Çok... perişan görünüyor."

"Hak ettiği gibi," dedim tavanda yıldızları görmeye devam ederek. "Sabah geldiğimde kapının önündeydi."

"Annen biliyor mu?"

"Hayır. Gidecek zaten."

"Sabahtan beri oradaysa senin onu içeriye almanı bekliyordur," dedi düşünceli bir sesle. "Biliyorum, ona çok kızgınsın ama onu hayatına al. Çünkü hikâye benim için bittiğinde... Hayatında seni koruması gereken birine ihtiyacın olacak."

"Hiç kimsenin beni korumasına ihtiyacım yok," diyerek dikkafalılık ettiğimde, Duman böyle diyeceğimi biliyormuş gibi içini çekti ve kulağımın altına yumuşak bir öpücük bıraktı.

"Abine ben de kızgınım Mahşer ama bazen insanlar savaşmayı istemez, olay yerini terk eder. Onlar savaşları, kurşunları, birine siper olmayı bilmezler. Biz doğuştan böyleyiz, içimizdeki duygularla bile savaştığımız için başımıza gelen bir şeylerden kaçmadık. Abin kaçtı, hata yaptı ancak bırak şimdi sizi kazanmak için savaşsın."

"Bizi terk etti," dedim onun hakkında bildiğim tek şey buymuş gibi. "Her neyse, Enes'i boşver."

İç çekip dudaklarımı, yanaklarımı, alnımı, burnumu, kaşlarımı, çenemi öptü. Sanki dudakları yüzümün her tarafına notalar bıraktı ve beni bir şarkıya dönüştürdü. Öpücükleri sulu, sıcak, nefes nefeseydi. Öpücükleri zamana yetişmek ister gibi hızlıca yüzümde tavaf etti ve az sonra beni serbest bırakarak sadece sarıldı. Başımı boynunun üzerine yaslayarak soluklarımın düzene girmesini bekledim. "Duman?"

"Evet?"

"Melih Han ölmüş."

Bu cümle sanki kafasından aşağıya bir kova soğuk su dökmüşüm etkisi yarattı. Kaskatı kesildi ve konuşabilmesi zaman aldı. "Cesedini ne yaptın?"

"Orada bıraktım," diye cevapladım, soğukkanlı bir şekilde. "Ne yapabilirdim ki?"

"Orada bırakamayız," dedi, şok olduğu belli olan sesi dirayetliydi. "Cesedini ortadan kaldırmamız lazım.” Fısıldadı.

Parmaklarımı elinin üzerinde sakince gezdirirken, "Ne yapacağız?" diye sordum.

"Bilemiyorum." Burnundan içeriye sert bir nefes aldı. "Ya yakarız ya da denize atarız."

Bunları konuştuğumuza inanamıyordum; gerçekten korkunçtu ve ben bu korkunçluğun başrolündeydim. Birinin ölümüne sebep olmuş, o cesedi ortadan kaldırmaktan bahsediyordum. Sorun şu ki birini öldürdüğüm için vicdan azabı çekmiyordum, bunun için huzursuz değildim, kâbuslar görmüyordum. Ben neydim, neye dönüşmüştüm, ne olmalıydım? "Ben yakamam," diye fısıldadım.

"Kahretsin.” Kollarını daha sıkı doladı ve sanki beni birinden saklıyormuş gibi sıkıca vücuduna bastırdı. "Kahretsin! Bu şekilde olmamalıydı, seninle birini yakmaktan bahsetmemeliydik. En baştan beri aslında seni vazgeçirmeliydim, onları başka şekilde cezalandırabilirdik.”

"Psikolojimi boş ver, amcanı ne yapacağız?" diye sordum. "Bütün bunlar yanına kalamaz!"

"O işi biz yapmayacağız, artık hiçbir şey yapmayacağız!" Sesi kaba, emir verici ve oldukça uyarıcıydı. Ah, elbette beni uyarıyordu. Gözlerimi devirdiğimde, Duman saçlarımı çekti. "Duyuyor musun?"

"Amcan anneni öldürdü," dedim acımasızca ve gözlerine bakarak. "Ada'yı kısmen sakat bıraktı, beni bir şekilde senden aldı! Tüm bunlar yanına mı kalacak?”

"Yanına kalmayacak," dedi fevriliğimi sakin karşılayarak. "Amcamın icabına babam bakacak."

Bu beni gerçekten duraksattı. "Nasıl?"

"Babam kardeşinin karısıyla ilişkisi olduğunu öğrenecek," dedi ve akabinde düşünceli bir sesle devam etti. "Bu onu kudurtacak, kardeşi tarafından ihanete uğradığını fark edince delirecek. Amcamı öldürür mü yıkıp yakar mı bilmiyorum ama bu sefer biz işin içinde olmayacağız. Onları birbirine düşürüp geri çekileceğiz."

Mantıklıydı, bunu düşünmemiştim. Amcasından da babasından da nefret ediyordum, görünen o ki Duman da nefret ediyordu. "Babanı hiç sevmiyor musun?"

Bakışları puslandı ve ardından kafasını iki yana salladı. "İçimde babama karşı sevgi kırıntısı bile yok. Sokaktan geçen herhangi bir insanı bile babamdan daha çok önemseyebilirim.”

Babamı biraz bile sevmeseydim belki hislerini anlardım ama işte... Duman'ın annesini sevdiğini de düşünmüyordum, yapamıyor, sevemiyordu. Annesi ve babası onu sandığımdan daha fazla incitmişti. Ben de onu kırmıştım, hatta bile isteye, defalarca kez... Bana karşı da nefreti hissetmişti ama ben de hiç babası gibi sokaktan öylesine geçen birisi olmuş muydum? Dudağımı serbest bırakarak ona doğru yaklaştım ve başımı omzuna bıraktım. Genelde Duman'a böyle şefkat ve merhametle yaklaşmadığım için afalladı. "Gül Dikeni?"

"Bunu ses kaydı alabilir miyim?"

Duman neden bahsettiğimi anlamayarak sordu. "Anlamıyorum, ne zırvalıyorsun?"

"Gül Dikeni diyorsun ya hani," diyerek kısık bir sesle neden bahsettiğimi anlattım. "Bunu ses kaydına almak istiyorum. Olur da o korkunç son gelirse... Sen kaybolursan açar açar dinlerim."

Onun ölümünü, onun yaşamı getirdiği dudaklarımla anmak... Ne bileyim, neresinden bakarsam bakayım bok gibi bir durumdu. Tamam, onun ölmemesi için çabalayacaktım, hatta bunun için bu gece bir diğer adrese de gidecektim ama kader denen de bir şey vardı. Duman çaresiz kalmış, vereceği hiçbir cevabı yokmuş gibi dakikalarca sessiz kaldı. "Olur güzelim, kaydedelim."

İçimi çektim ve sessiz kalarak omzunda yattım. Bir süre daha beraber kaldıktan sonra onu hastaneye götürecek, ben de bir diğer listedeki kişinin evine gidecektim. Bu bir erkekti, fotoğrafı vardı ve onu bulabileceğimi düşünüyordum. O kadının ailesi vardı ama bu adamın ailesinin olup olmadığını bilmiyordum. Olmaması benim için daha kolay olurdu ama her halükârda birisi ölecekti.

Biraz sonra Duman'a hastaneye gitmemiz gerektiğini söylediğimde homurdandı, itiraz etti, beni koltuktan iterek kendini koltuğa yapıştırarak çocuklaştı ama dakikalar sonra onu alt edebildim. Öksürüyordu, nefesi düzensizdi, çabuk uykusu geliyordu. Hastaneye gittiğimizde uyumasını, biraz olsun dinlenmesini istiyordum. Onu kaldırdığımda odama gittim ve üzerime içi yünlü bir kot ceket aldım. Döndüğümde Duman'ın çıkmıştı. Ben de dışarıya çıkıp kapıyı çektim.

Salıncaktaki abime bakıyordu.

Benim geldiğimi fark ettiğindeyse bana döndü. "Çok üşüyor Mahşer, madem içeriye almıyorsun, bir şey getir üstüne örtelim."

"Bırak, donsun."

Bu halime alışkın şekilde nefeslendi ve arkasını dönüp bahçe kapısına ilerledi. Peşine düştüm ve karanlıkta yolumu bulup onunla sokağa çıktım. Duman arabasıyla gelmişti ama yorgundu, bu yüzden şoför koltuğuna ben yerleştim ve onu hastaneye götürdüm. Yol boyunca sessiz kaldı, gözleri kapandı kapanacaktı ve oldukça huzursuz görünüyordu.

Hastaneye vardığımda Duman'ı uyandırdım ve beraber arabadan indik. Hastaneden içeriye girip asansöre yöneldiğimizde neredeyse Duman gözlerini zar zor açık tutuyordu. Yukarı çıktık ve kaldığı odaya ilerledik. Odanın kapısını açıp onun bedenini yatağa yaklaştırdığımda Duman uyku sersemi bir şeyler söyledi ama anlamsız kelimelerdi. Ayakkabılarını, üzerindeki ceketini çıkardım ki bu oldukça zor oldu. Yorganı omuzlarına doğru örttüm ve makine kablolarını bağlaması için Ömer'i aramaya gittim.

Az sonra Ömer'i bulup onunla Duman'ın odasına çıktığımızda Ömer söylenip durmuştu. Biraz ateşi çıktığını, yorulduğunu söylemişti ve bunları ben de biliyordum. Dakikalar sonra şükür ki gittiğinde arkasından kötü kötü bakarak yatağa ilerledim. Duman'a doğru eğilip alnındaki teri sildikten sonra birkaç saat sonra geri döneceğimin sözünü vererek yüzüne eğildim, dudaklarına bir öpücük bıraktım. "Geri geleceğim, âşığım."

Dudaklarından ayrıldım, saçını düzelttim ve o hâlâ fısıldayarak bir şeyler söylerken arkamı döndüm. Kapıyı açıp çıkarken sayıklamaları arasında sadece birkaç kelimeyi seçtim. Seni çok seviyorum, diyordu.

Hastaneden çıkarak bir taksi çevirdim. Duman'ın arabasıyla gidemezdim, arkamda kanıt bırakırdım. Bu adam kırk yaşlarındaydı, adresi buradan uzaktaydı ve varmam bir saat kadar sürebilirdi. Silah yanımdaydı, bir polise falan denk gelirsem yanardım ama neyse ki henüz başıma gelmemişti. Daraldığım için camı indirdim ve karanlığı izledim.

Taksi dakikalarca ilerledi ve hiç bilmediğim bir semte yol aldı. Benim yaşadığım tarzda yoksul bir mahalleydi. Yaklaştığımızı hissettiğim sırada araba sokağın kenarında, müstakil bir evin önünde durdu. Anlamıştım, gelmiştik. Cebimdeki parama uzandım ve uzanıp taksiciye verdim.

Kapıyı açıp indim ve taksinin uzaklaşmasını bekledim. Taksi çalıştı ve uzaklaşarak sokağın sonunda gözden kayboldu. Yanıma dönüp evin numarasına baktım ve adresin burası olduğuna emin olarak omuzlarımı dikleştirdim. Yumruklarımı gevşetip açarak eve doğru ilerledim.

Ev dışarıdan oldukça eski, bakımsız görünüyordu. Boyası dökülmüş, tek katlı bir evdi. Adam aslında hastanede olmalıydı, çünkü listeye göre durumu Duman’dan daha acildi. Belki yakında yatacaktı.

Sertçe, birkaç kez yutkunarak hızlı nefeslerimle başa çıktım ve kendime bunu Duman için yaptığımı hatırlatarak sokak kapısına ilerledim. Kapının önünde eski, bir çift ayakkabı vardı. Nefesim karanlığa karıştı ve elim havaya kalktı. Hissettiğim sevgi insafa galip geldi ve parmaklarım kapıya dayandı.

Kapıyı çaldım.

Elimi belime götürdüm ve silahı parmaklarım arasında hissederek kapının açılmasını bekledim. Çok zaman geçmedi. Önce adım sesleri duyuldu, ardından kapı yavaşça aralandı. Hiç düşünmedim, tereddütte düşmeden silahı belimden çıkardım ve saniyeler içinde onun yüzüne hedef aldım. Karşımdaki yabancı dehşete düştü ve şoke olarak elini kalbine götürdü. Gözlerine dikkatli bakınca acının benden nasıl bir canavar yarattığını gördüm ve silahı alnına hedef alarak konuştum. "Merhaba."

 

BÖLÜM SONU.