0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

35. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

 

"EN ZOR BEKLEYİŞ."

DUMAN ALANGUVA.

Harelerinin etrafında siyah halkalar vardı.

O anı, gözlerine yakından baktığım o anı zihnimde fotoğraflamıştım ve sürekli gözlerinin koyu derinliğinde kayboluyordum. Başımı arkaya yaslamış, sürekli o yeşil ve mavi gözlerinin etrafını saran ince, siyah halkaları düşünüyordum. Çok güzellerdi, dilim tutulmuştu. Gözlerinin birbirinden farklı renkte olduğunu öğrendiğimde de böyle olmuştu, güzelliklerinden nefes alamamıştım.

Öğle arasındaydık, yine çocuklarla okulun çatısına çıkmıştık. Rüzgâr buradan iyi hissediliyordu, tüm bahçe gözler önündeydi ve onu rahatça izleyebiliyordum. Arkadaş grubunun arasındaydı, Mahşer çok samimi, arkadaş canlısı bir kız değildi ama canı istediğinde eğleniyordu. Biraz cadılığı vardı, huysuzdu, insanlara sataşmaktan zevk alıyordu.

Öksürdüm ve sigaramın külünü kenara silkerek onun rüzgârda dağılan kuzguni siyah saçlarına baktım. Üzerinde beyaz okul gömleğiyle kareli eteği vardı, eteği o kadar kısaydı ki bazen kalçası açılacakmış gibi geliyordu. Gözlerimi kıstım. Yanında oturan çocuğun kolunu onun omzuna attığını gördüğümde içime çektiğim sigara dumanı sanki daha başka bir zehirle dolup ciğerlerimde taştı. Kalbim kasıldı ama Mahşer'in ters bakışları beni gülümsetti.

"Kızım benim," diye mırıldanarak ayaklarımı çatıdan sarkıttım ve arkamda gülüşen çocuklara kulak tıkayıp sadece onu izledim. Ters bir hareketle çocuğun kolunu omzundan kaldırdı ve o sırada şu renkli saçlı kız Mahşer'e uzanıp bir şeyler söyledi. En iyi arkadaşıydı, yanlış öğrenmediysem adı Çisem'di. Mahşer Çisem'e daha yakın davranıyor, onu seviyor görünüyordu. Sigarayı dudaklarımın arasından çekerken, onun duyduğu şeye gülümsediğini gördüm. Gülümsemesi, hayatın tek iyi yanı.

Adının Mahşer olmasına rağmen içimi bu kadar ferahlatması...

Oturduğu banktan ayağa kalktığında eteğinin uçları sallandı ve saçlarını o ince parmaklarıyla sırtına doğru savurdu. Zihnim bu anı eksiksizce kaydediyordu. Belinin kıvrılışı, omuzlarını silkişi, saçlarının dağılışı, eteğinin rüzgârda uçuşması... Öksürüklere boğuldum ve sigarayı kendimden uzaklaştırırken, "Açılsana şu kıza," dedi arkadaşım, dirseğiyle sırtıma vurarak. "Uzaktan uzağa nereye kadar."

Kaşlarımı çatıp, "Yok öyle bir şey," diye inkâr ettim. "Kimseye bir şey deme."

"Oğlum Duman, ne zaman çatıya çıksak gözlerini dikip kızı izliyorsun."

Sesinde, anlamlandıramadığı bir şeyler vardı. Fark ettirmemeye çalışmıştım ama ona öyle bakmaya engel olamıyordum. Öyle işte, aşkla. "Neyini inkâr ediyorsun? Geri çevirir diye mi korkuyorsun? Kardeşim, dibi düşer sana, dibi! Git açıl şu kıza."

Karşısına geçip ne diyebilirdim ki? İlk görüşte sana âşık oldum, hem de körkütük. Bir kere göz göze gelmek için aylarca bekledim, sesini yakından duymak için gizlenip arkanda dolaştım. Sana âşık oldum ama olmamalıydım. Sana âşık oldum ve bu hasta kalbimi öldürüyor.

Yarını olmayan birini sevebilir misin?

Olmaz, diyemem.

Yüzümde mimik oynamadı ve soğuk bakışlarım yanımdaki arkadaşıma döndü. Kalp rahatsızlığımdan habersiz olduğu için sessizliğimin sebebini bilmiyordu. "Açılacak bir durum yok," diye tekrarladım, daha net bir sesle. "Gözüm takılmıştır, kızı beğendiğimden değil..."

"Eh, iyi madem." Hakan ellerini geriye yaslayarak başını çevirdi ve gözlerini ileriye, Mahşer'in olduğu yere doğru dikti. "Madem sen hoşlanmıyorsun, ben şansımı deneyeyim. Fıstık gibi kı..."

"Doğru konuş." Elimi uzatıp okul gömleğinin yakasından tuttuğum gibi onu kendime çektim ve gözlerimi gözlerine kenetledim. Ani savrulmanın etkisiyle düşmekten korkup bağırdı ve çatıdaki arkadaşlarımız gülüşmeyi kesip bize döndü. Hakan'ın gözleri endişe içinde büyümüştü ve korku dolu kalp atışlarını neredeyse duyuyordum. Oldukça sakin, anlaşılabilir bir sesle, tane tane konuştum. "Laflarını geri al."

Kaşları alnının üzerinde birleşti. "Duman..."

"Derhal sözlerini geri al!"

Çocuklardan birisi yanımıza yaklaştı ama aynı öfkeyle Hakan'ın gözlerine bakmaya devam ettim. Onunla iyi bir arkadaşlığımız vardı ama söz konusu Mahşer olduğunda bir canavara da dönüşebilirdim. Zaten neredeyse bir kalbim yoktu, canavara dönüşmem zor olmuyordu. Burnundan içeriye derin bir nefes alırken, "Geri alıyorum," dedi, benzer bir öfkeyle bana bakarak. "Yaklaşmayacağım kıza."

"Deneme bile."

"Madem bu kadar kıskanıyorsun..."

“Ne dediysem o Hakan!”

Sinirli bir şekilde güldüğünde onu savurur gibi geriye bıraktım ve düşmemek için ellerini çatının kiremitlerine yasladı. Doğrulup üzerini silkerken, diğer çocuklar ne olduğunu soruyordu ama onun da benim de cevap verdiğimiz yoktu. Omuzlarını dikleştirdi ve ellerini silkeleyerek, "Bir kız için değmezdi," dedi. Arkasını dönüp hızlı adımlarla yürüdü.

O gözden kaybolduğunda tekrar önüme döndüm ve ayaklarımı yukarıya çekerek doğruldum. Yeterdi bu kadar uzaktan baktığım, biraz da yakından bakmak istiyordum. Arkadaşların sorularını savuşturarak çatıdan indim ve okulun içine girip hızla merdivenleri indim. Bir öğretmene veya müdür yardımcısına yakalanarak vakit kaybetmek istemiyordum. En alt kata inerken ne kadar hızlı oldum bilmiyorum ama okulun kapısında durduğumda kalbimi gırtlağımda taşıyormuş gibi hissediyordum. Elimi kapıya yaslayıp gözlerimi yumdum ve içime derin nefesler çektim. Okul kalabalığının gürültüsü bir uğultuya dönüştü ve gözlerim yavaşça aralandı.

Orada, hâlâ bahçedeydi.

Elleriyle upuzun saçlarını tutuyor, rüzgâr dağıtmasın diye uğraşıyordu. Yanakları güneşten kızarmıştı, kirpikleri usul usul kısılıyordu. Onu o kadar dikkatli izliyordum ki, sanki metrelerce uzağımda değil de hemen karşımdaydı. İçimi çektim ve o izlenildiğini hissetmiş gibi başını kaldırıp gözlerini etrafta gezdirdiğinde zarif boynunun kıvrımlarını gözledim. Kemikli, ince parmaklarıyla saçlarını arkaya taradı ve gözleri aradığını bulamamış gibi önüne dönerken, o kızarık yanaklarını şişirdi.

Öylesine güzeldi ki mevsimlerden hangisi olursa olsun yüzü hep bahar bahçeydi.

🥀

İnsanların karşısına dikilip hiçbir zaman çok kötüsün, yalancısın, bencilsin diye bağırmadım. Kafamın içinde onları bazı kalıplara koydum, bazı noktalara yerleştirdim ama kimsenin suratına karşı kötü birisin diye bağırmadım. Yüzüme bağırdıklarındaysa onları duymazlıktan geldim, seslerini kıstım, bir duvara bakar gibi bakıp içten içe alay ettim.

Sözler yumruklardan bile daha ağırdır bazen. Fakat hiçbir sözle yıkılmadım.

O yüzden her gün yaşadığım sayısız acı ve kötü şey beni üzmüyor, etkilemiyordu. O an bakıyor, geçiyor, sonra unutuyordum. Hayatınız, kimseyi umursamadığınız yerde başlıyordu. Bu yüzden kötü bir olaya normal tepki vermeyi unuttuğumdan dolayı, annemin bayılması karşısında bile bir şey yapamadım.

Enes onu içeriye taşımış, koltuğa bırakmıştı. Öğünç ve Çisem de peşi sıra arkamızdan gelmiş, hepimiz eve girmiştik. Enes annemi görmenin ve onun bayılmasının şokunu yaşadığı için hareket edemiyor, his kaybına uğradığını gösteren gözleriyle annemin beyazlamış yüzüne bakıyordu. Çisem annemin odasından kolonya ile ilaçlarını getirmişti. Kolonya kokusunun annemi uyandıracağını düşünüyordum.

Parmaklarım annemin beyazlamış yüzünde gezinirken, "Dangalak," diye fısıldadım gözlerimi Enes'e dikerek. "Bayıldı senin yüzünden.”

Öğünç uzanıp Enes'in ensesine yapıştırdı "Evet, senin yüzünden.”

Çisem kızgınlıkla konuştu. "N'apıyorsunuz ya!"

Ona elimi savurdum ve Enes'in hâlâ tepkisiz kaldığını görerek anneme döndüm. Uyanmıyordu, normalde hemen uyanması gerekmez miydi? Enes'i görünce bir daha bayılır mıydı? Bayılabilirdi, bunu riske atamazdım. "Mutfağa git," dedim. "Seni görünce yine bayılabilir, hassas zaten gördüğün gibi. Ayılıp biraz kendine geldikten sonra gelirsin yanına."

Hiçbir şey duymuyor, anlamıyor gibi annemin çehresine bakmaya devam ettiğinde elimi Enes'in koluna koydum. "Abi?"

Gözleri bir duygu seliyle üzerime hücum etti ve pürüzlü bir sesle konuştu. "Uyanması neden bu kadar uzun sürdü?"

"Ne bekliyordun?" dedim. "Korkudan ailesini terk edip giden oğlunu yıllar sonra karşısında buldu. Uyandığında umarım suratına tükürür."

Kızarık, yoğun gözleri annemin yüzünden ayrılıp benim gözlerimi buldu ve sanki zaman ufalanıp sadece onun gidişinden ibaret oldu. "Her insan hata yapabilir Mahşer."

"Ama her hata affedilmez."

Onu affeder miydim, bilmiyordum. Bunun üzerine düşünmemiştim. Çok kötü bir zamanda gelmişti, ilgilendiğim tek şey Duman'dı. Abimi daha sonra düşünecektim. Enes başını salladı ve annemin yüzüne bir daha, endişe içinde bakıp yanımızdan uzaklaştı. Gözden kaybolduğunda içimi çekip anneme döndüm ve onun gözlerini kırpıştırdığını gördüm. Gözleri ışığa alıştı ve tavanda dönüp iki saniye içinde benim gözlerime indi. Endişelerini, şaşkınlığını nasıl yatıştıracağını bilemediğim için susup ona baktığımda gözlerinden yaşlar yuvarlandı.

Hayal mi gördüm?

Parmaklarını kaldırıp sorduğu bu soruyla duraksadım. "Gerçekti," dedim. "Ne o, sevindin mi?"

Çisem omzuma vurdu. "Neyiniz var sizin?"

Elini omzumdan silktim. "Her zamanki halim işte."

Sakinleşmek için burnumdan içeriye bir nefes aldım ve elimi uzatıp başını yavaşça kaldırdım. "Sakin ol tamam mı? Bir daha bayılmanı istemiyorum."

Tepki vermedi. Neyse ki buna alışkındım.

Onu doğrultup sırtını koltuğa yasladım ve saçlarını yüzünden çekip avucuma biraz daha kolonya sıktım. Ellerimle yanaklarını ferahlatmaya çalışırken, Öğünç bana su bardağını uzattı. Annemin ağzına dayayarak, "Birkaç yudum iç," dedim.

Suyu içti ve ben bardağı geriye koyarken, elleriyle üzerimdeki ceketi sıkıca kavradı. Duygu karmaşasını hissediyordum, üzerine varmayacaktım. Annemi beni anlamamakla suçluyordum ama ben de bir anne olmadığım için onu anlayamazdım. Parmaklarını kaldırdı.

Nerede o?

"Mutfakta," dedim sessizce. "İstersen defolup gider, zaten bizimle yaşamaya hakkı yok. Sen de öfkelisin ona değil mi?"

Çok.

"O zaman kovacağım onu," dedim, zaten Enes’le aynı evde nasıl kalacağımı bilemiyordum. "Defolup gitsin geldiği yere."

Ya bir daha gelmezse?

Durup boş boş parmaklarına baktım. "Umurumda değil," dedim ve sitemli şekilde yerimden doğrulup ayağa kalktım. "Senin umurundaysa saadet içinde oğlunla yaşayabilirsin. Biraz da ben gidip keyfime bakarım hem."

Annem parlayan o gözlerini gözlerime dikip histerik şekilde hıçkırdığında kollarımı göğsümün üzerinde kavuşturarak pencereye yürüdüm. “Mircan teyze çok şaşkın, ona da hak ver," dedi Çisem. Tamam iyilik meleği. "Şimdi bunları konuşmamın zamanı değil. Ne olursa olsun birbirlerini özlemeye hakları var Mahşer. Bencillik etme."

"Bana bencillikten bahsetmeyin!" dedim adeta tükürür gibi, sertçe. "Tanıdığım en bencil insan Enes’in ta kendisi."

Öğünç onayladı. "Katılıyorum."

"Yangına körükle gidiyorsun," diyerek onu azarladı Çisem ve gözlerini üzerime dikti. "Sen abin konusunda ne hissediyorsan özgürsün. Onun bencil olduğunu düşünüyorsan düşün, kimse bir şey diyemez. Fakat Mircan teyze aksini düşünüyorsa ve Enes'i özlediyse ona karışamazsın. Çünkü bencilliği bir kenara... Enes'i ben de özledim."

"Herife bak," dedi Öğünç, kendini yeşil koltuğa bırakıp havaya boş boş bakarken. "Gelir gelmez Çisem'i bile elimden alacak."

Çisem göz devirdi. "Aklınızı kaybetmişsiniz siz."

"İyilik meleği gibi gezme de git Enes'i çağır," dedim gözlerimi omzumun üzerinden anneme çevirerek. Aynı tanıdık kedere boğulmuş gözlerle, ıslak ıslak bana bakıyordu. "Anne oğul hasret gidersin."

Çisem bana sen iflah olmazsın der gibi bir bakış atıp mutfağın yolunu tuttuğunda pencereye döndüm. Hiçbir şey veya kimse keyfimi bozamazdı, ben bugün mutluydum. Annem ve Enes istedikleri kadar hasret giderebilirlerdi, ben de Duman’la hasret giderecektim. Hem de ömrümüzün sonuna kadar. Ameliyatı olup eve çıktığında hiçbir şey umurumda olmayacaktı, bir süre onunla kalır, o hastayken yapamadığımız her şeyi yapardık.

Bizim için gelecek hayali kurduğum sayılı anlardan birisiydi.

Adım seslerini duyduğumda bu anı izlemekten emin olamayarak kaşlarımı çattım. Pamuk yığını gibi duran bulutların ardında, bulutların keskin maviliğini yumuşatan güneş yükseliyordu ve ışığı gözlerimi kamaştırmıştı. Bir tutam saçımı parmağımın etrafına dolayıp gergince çekiştirirken, annemin hıçkırıklarını tutamadığını duydum. Sadece ağlarken ses çıkarıyor olması çok acımasızcaydı.

Abimle tekrar yüz yüze gelmiş olmalıydılar.

Başımı, duygularıma yenilerek sinir içinde omzumdan arkaya çevirdim ve onların donmuş halde birbirlerine bakmalarını izledim. Komik gelmişti, gülsem çok mu saçma olurdu? Dudağımın kenarı yukarıya kıvrıldı ve abimin anneme doğru iyice yaklaşıp koltuğun önünde eğilmesini izledim. Annemin yüzü ıpıslaktı, durmadan ağlıyor ve hâlâ abimin varlığına inanamıyordu. Tırnaklarımı kollarıma geçirdim ve abim annemin yüzünü omzuma yaslayıp onun saçlarından öperken duygusuz şekilde ofladım.

"Evet, benim." Enes'in annemi yatıştırmak için konuştuğunu duyuyordum ama fayda etmediğine emindim. Abimin de annemden bir farkı yoktu, ayrılığın kederli kavuşması sesinin tınısına yansıyordu. "Dur dur, sakinleş."

Abim ne dersin desin annem ağlamasını durduramayacaktı. Ellerinin tedirgin şekilde abime uzandığını ama ona dokunmadan geriye kaçtığını gördüm. Sanırım annemin öfkesi de benimkine benzemişti, abimin omzunda ağlasa bile onu affetmesi kolay olmayacaktı. "Hiçbir şeyin böyle olmasını istemedim," diyordu abim, sesi duyguluydu. Annemin sarı saçlarına sürüsüne öpücük bırakıp ona sıkıca sarılıyordu. "Biliyorum, bunun telafisi olmaz ama en azından sizi görmeme izin verin."

Kaşlarım neredeyse bir araya geldi. Beni istediği zaman göremezdi, ancak ben istediğim zaman görebilirdi. Annemle de... İstediği zaman görüşebilirlerdi, hiç de umurumda değildi! Annem Enes'e benden daha sıcak ve affedici davranırsa zaten... bu evde bir dakika daha kalamazdım.

Çisem tekrar suyu anneme uzatırken, "Sakin ol Mircan teyzeciğim," dedi, kendisi de duygulanmıştı. "Kalbine çok yükleniyorsun."

Enes gözlerini Çisem'e çevirdi. Gözlerini kocaman açmıştı. "Kalbi rahatsız mı?"

"Hayır, sadece..."

"Çisem," dedim ters bir sesle. "Ne açıklıyorsun? Bir şey duymayı hak etmiyor o. Burada olsaydı her şeyden haberi olurdu."

Öğünç kafasını salladı. "Aynen."

Ene, ben ve Öğünç'ün ona sataşmasına aldırmadan anneme geri dönüp onun ıslak yüzünü sildi ve bir süre durup birbirlerine baktılar. Enes sırtını bana döndüğü için sadece annemin yüzünü görebiliyordum. Beyaz teni kıpkırmızı olmuştu ve saçı başı birbirine girmiş görünüyordu. Duyguları kitap gibi okuyan birisiydim ve annemin gözlerindeki o hasreti net şekilde görebiliyordum; hatta yıllardan sonra gözlerinde ilk kez bu kadar net bir duygu gördüğüme yemin edebilirdim...

Buna ben değil de Enes'in sebep olması...

Burada durmak garip şekilde, beklemediğim anda bir çeşit işkence olmaya başladığında kollarımı göğsümün üzerinden çekip sokak kapısına yürüdüm ve birisi herhangi bir şey demeden kapıyı açtığım gibi dışarı çıktım. Evin önündeki kirli basamağa çöktüm ve ceketimin cebinden paketi çıkarıp içinden bir dal sigara çektim. Nefesimin Duman'ı rahatsız etmemesi için epeydir içmiyordum. Çakmağımla yakıp sigarayı dudaklarım arasına koydum ve gözlerimi kapatıp iştahla içtim. Oh, seviyordum sigarayı. Saçlarımı sırtıma doğru attım ve aşağıdaki sokağı izledim. Bizim ev tepede kaldığı için sokak görünüyordu.

"Duman da özlemiştir sigara içmeyi," diye mırıldandım. Şu an özgür hissediyordum, rüzgârın insana bunu hissettirmesine tav oluyordum. Epeydir sigara içmiyordu, bağımlısı için oldukça zor bir durum.

"Odasının içini Marlboro’yla doldursam, hastaneden çıktıktan sonra sürpriz mi olsa acaba..."

Kendi kendime sırıttım ve Duman'ı haddinden fazla düşündüğümü fark ederek silkelendim. Yine de... Keşke telefonu yanında olsaydı, ona mesaj atar ya da arardım. Sigaranın külünü silkerken, "Saçmalama Mahşer," diyerek kendime azar çektim. "Çocuk hastaneden çıkacak, o kadar sigara alıp yeniden hastaneye mi göndermek istiyorsun? Uslu, güzel bir hediye al..."

Güzel hediyelerden, inceliklerden falan pek anlamazdım. Hoş, masum bir hediye olabilirdi. Ağzımdan ve burnumdan çıkan dumanı takip ederken, "Duman," diye fısıldadım düşünceli bir sesle. "İs gibi, nefes gibi... Anlık günah gibi." 

Onunla neredeyse hiç güzel şeyler paylaşmamıştık, çok zaman bir hiç gibi yitip gitmişti avuçlarımdan. İnsanların bize yaptıkları, bizim birbirimize yaptıklarımız, araya giren yıllar, Duman'ın hastalığı... On altı yaşımdan sonra Duman'ı yıllarca görmeden yaşamış, ona olan aşkımın üstesinden geldiğimi düşünmüştüm. Şimdiyse Duman'ı görmeden değil birkaç yıl, gün dahi yaşayamaz, yaşamak istemezdim.

Bakışı, gülüşü, bazen yaptığı çocukluklar aklıma geldiğinde bir yeni sigara çıkardım ve bu sefer gülüşüne yakarak derin derin içtim. O bana, aşkın gülümsememden başka iyi bir yanını görmediğini söylemişti. Ben de hayatın, ondan başka iyi yanını görmemiştim.

İkinci sigaram da bittiğinde doğrulup kapıyı çaldım. Az sonra kapı Öğünç tarafından açıldı. İçeriye geçtiğimde annemin olmadığını gördüm; sanırım odasına geçmişti. Enes, annemin kalktığı yerde oturuyor, ellerini başının arasına almış gergince saçlarını karıştırıyordu. Çisem onun yanına oturmuş, omzunu sıvazlarken, ben de Öğünç'ün yanına oturdum.

"Mircan teyze bir anda kalkıp içeriye gitti," dedi Öğünç, yandan yana Enes'i kesiyordu. "Helak oldu kadın hayırsız oğlu yüzünden."

Enes onun sataşmasına karşılık vermeden olduğu yerde huzursuzca soluk alıp verirken, "Ağlıyordur yine," dedim annemi kastederek. Enes'in gözleri beni buldu

"Ne kadar kolay ağlıyordur diyebiliyorsun?"

Şimdi de annem konusunda beni mi yargılıyordu? Omuzlarımı geriye attım ve dişlerimi sıka sıka konuştum. "Annemin hiçbir huyundan haberin yokken boş boş sallama oradan. Ben istemezsem bu evde barınamazsın, biliyorsun."

"Ağır ol," dedi elini saçlarından indirirken. "Abinim ben senin."

Küfredip yerimden kalktığımda Enes'in gözlerinden ateşler çıktı ama sallamadım. Fevrice odama kadar yürüyüp kapısını açtıktan sonra içeriye girdim. İnsanı iki dakikada delirtiyorlardı, inanılır gibi değildi. Sinirle yatağın üzerine oturdum ve abimin ateş saçan gözlerini kapının üzerinde hissederken ofladım. Ne güzel iyiydim, mutluyum, illaki aksi birine dönüştürüyorlardı beni.

Yatağıma uzandım ve tavana bakıp Duman'ı düşünerek bir süre sonra rahatladım. Şu an ne yaptığını merak ediyordum, sanırım kendisini ruhen ve kalben ameliyata hazırlıyordu. Ameliyat yarındı. İyi geçecekti, geçmeliydi. Hem zaten Ömer hiç aksi bir durumdan bahsetmemişti. Yarın ameliyatını olacak, sonra sağ salim çıktığında beraber eve gidecektik.

Bir süre beraber kalırdık. Ameliyat sonrası yorgun olurdu, ihtiyaçlarını karşılardım.

Annemle abim de benim yokluğumda hasret giderebilirlerdi!

Yatakta yan dönerek gözlerimi kapattım ve ellerimi bacaklarımın arasına koyarak rahatlamaya çalıştım. Biraz sonra bastıran uykuyla beraber tekinsiz bir uykuya daldım. Saatler sonra gözlerimi açtığımda oda karanlıktı. Uyku sersemi bir süre sızlanıp yatakta döndükten sonra ağzımdaki kuruluktan şikâyetçi olarak yataktan doğruldum. Ev sessizdi. Çisem ve Öğünç gitmiş olmalılardı.

Odadan çıktım ve salonda kimseyi göremeyerek durdum. Enes de gitmiş olabilirdi. Saçlarımı karıştırarak su içmek için mutfağın yolunu tuttum ve mutfağın kapısını hafifçe ittirdiğimde Enes'i mutfak masasında gördüm. Sandalyeye oturmuş, bir şeyler içerken telefonuyla konuşuyordu.

Susuzluğuma rağmen mutfağa girip su içmedim ve kapıyı çekerek salona doğru yürüdüm. Evet, çekip gitmek istiyordum. Duman yarın ameliyata girecekken burada bir işim yoktu. Fakat öncesinde bir güzel banyo yapıp kıyafetlerimi değiştirmeliydim.

Bornozumu ve kıyafetlerimi yanıma alarak banyoya geçtim. Kısa sürede yıkanarak kurulandım. Duman bir keresinde şampuan kokumu sevdiğini söylediği için o şampuandan fazla sıkmıştım. Kurulanıp temiz çamaşırlarımı ve ardından yanıma aldığım omuzları dökümlü bluzumla, yüksek bel pantolonumu giyindim.

Odama geçtim ve saçlarımı fırçalayıp ardından kuruttum, acele davranıyordum. Simsiyah saçlarım artık başa çıkılmayacak kadar uzamışlardı, işimi zorlaştırıyorlardı ama kesip kurtulmak istemiyordum. Saçlarımda, babama duyduğum hasretin tesellisi vardı, yok edemiyordum.

Saçlarımı tepemde sımsıkı bir atkuyruğu yaptığımda yüzüm epey açığa çıktı ve kemikli suratıma bakıp dil çıkardım. Saçlarım henüz kurumamıştı ama kurumalarını bekleyemezdim. Üzerime kot ceketimi alıp odadan çıktım ve kimseye görünmeden evden tüydüm.

Sokağa çıkıp metroya kadar yürüdüm. Çok beklemeden metroya binip hastaneye vardım. Hastanede çalışan herkesin yüzünü neredeyse ezberlemiştim. Asansörü çağırdım ve heyecanla binip çıktım. Duman’ın olduğu kata yükselirken ellerim heyecandan terlemiş, kalp atışlarım bir şeyin arasına sıkışmış gibi can çekişip durmuştu.

Asansörden indiğimde onun yanına girmeden önce koridordaki lavaboya girdim ve ellerimi birkaç kez yıkadıktan sonra onun yanına gitmek üzere lavabodan ayrıldım. Nemli ellerimi sıcaklamış yüzüme bastım ve koridoru yürüyüp odasının önünde durdum. İşte tam bu kapının önü. Arkamda öfkemi, nefretimi, hırsımı bırakıp girdiğim o kapıydı. Bu kapı aşkla imkânsızlığın kesişip aşkın kazandığı kapıydı.

Yüzüme çarpılsa oturup önünde beklerdim, sırf Duman kapının diğer tarafında diye.

Elimi kulpa koyup onu rahatsız etmemek için yavaşça açtım ve parmak uçlarımda içeriye girdim. Birkaç sessiz adımda yatağın bakış açısına girdim ama... Duman yoktu. O an kalbim müthiş keskin bir acıyla kasıldı.

Deli gibi etrafı aradım.

"Duman!"

Bir tıkırtı duydum ve gözüm, kulağımla o tıkırtıyı takip ettim. Lavabo? Ah, tabii. Bir anda kendimi lavabonun kapısına attım ve kapıyı çalmadan içeriye girdiğimde, Duman'ın eşofmanını çektiğini görerek duraksadım. O da kafasını kaldırmış, hayret içinde bana bakıyordu. Zamanlamam müthişti, bir saniye erken girseydim görmemem gereken bir şey görebilirdim.

Duman elleriyle vücudunu kapattı. "Sapık var!"

Onun iyi, hatta gayet iyi olduğunun farkına vardığımda rahatladım. Ardından söylediği şeyin saçmalığına göz devirerek sırtımı pervaza yasladım. Duman halsiz şekilde sırıttı ve ayaklı serumunu kendisiyle beraber çekerek lavaboya yaklaştı. Ellerini yıkamasını izlerken, "Neden tek başına kalkıyorsun?" dedim, yorgun duruşundan endişe ederek. "Birisinden yardım istemeliydin."

Ellerini temiz havlu kâğıdıyla silerken, "Şu seksi hemşirelerden mi mesela," dedi, gıcıklığına.

Dişlerimi sıktım. "Ben ne diyorum, sen ne diyorsun?"

Havlu kâğıdı çöpe fırlattı ve ardından yanıma gelerek gözlerini belden aşağısına dikti. "Gördün mü?"

Alay ediyordu, eğlenmesi ne hoştu. Kollarımı göğsümde kavuşturup arkamı döndüm ve onunla lavabodan çıktım. "Boynundaki hortumu çıkarmışlar.”

Yatağa girdikten sonra maskesini taktı ve gözlerini kapatıp sakince soluklandı. Bir süre konuşmadım ki bana cevap vermek zorunda kalıp o maskeyi çıkarmasın. Daha iyi gibiydi ama sağlığı dengesiz ilerlediği için buna güvenemiyordum. Ellerimi birleştirerek dudağımı kemirdim. Ameliyatına kadar burada kalacak, ameliyatının her anından haberdar olacaktım.

"Gül Dikeni?"

"Hıı?"

"Saçların çok güzel olmuş."

Beklenmedik iltifatına ne tepki vereceğimi bilemeyerek elimi atkuyruğuma uzattım. "Bağladım," dedim, gülümseyerek.

"Çok yakışmış."

"Teşekkür ederim."

"Ben teşekkür ederim, dünyanın en güzel şeyi olup karşıma oturduğun, seni izlememe izin verdiğin için."

Şaşkınlığa uğradım. O yüzden ne diyeceğimi bilemeyerek, "Şey, sağ ol," dedim ve parmaklarımı kıvırdım.

Boğazından garip bir ses çıkardı, güler gibiydi. "Seni susturmanın yolunu buldum," dedi keyifli şekilde. "İltifat edildiğinde konuşamıyorsun."

"Bir çakarım ağzının ortasına sen de sittin sene konuşamazsın," diye homurdandım, kızararak.

"Hastayım ben," diyerek sahte şekilde inledi.

Ah, çocuk. Gerçekten işine gelmediğinde çocuklaşıp sinir bozucu olabiliyordu. Neyse ki yanında sinirlerim o kadar da çabuk bozulmuyordu, yarının heyecanından başka şey düşünemiyordum.

Dudağımı kemirerek başımı ona çevirdim ve gözlerinin kapalı olduğunu gördüm. Konuşmadığında, yanında birisi olmadığında sessizlik içinde uykuya dalıyor, ilaçların etkisiyle saatlerce uyuyordu. Biraz konuşmasam uyur, dinlenirdi ama ona söylemem gereken bir şey vardı.

"Duman?"

Tatlı bir mırıltı... "Hımm?"

"Bundan böyle sevgilimsin, ona göre ayağını denk al."

Bıçak kadar keskin bir sessizlik odanın içinde adeta yaşayan bir canlı kadar hissedilebilir oldu. Ardından Duman'ın dudaklarından kahkahalar yükseldi. Göğsü bu kahkahaları yüzünden yükselip kalkarken, öksürükleri de boğazına tıkınarak beni endişeye boğdu. "Ne gülüyorsun?" dedim.

Uzanıp oksijen maskesini çıkardı ve o sırada gözlerinin kenarlarında gülümsemesinin etkisiyle çizgiler oluştu. Bir an bu bana o kadar doğal ve güzel göründü ki kalbimin en güzel rafına bu anı değerli bir paket gibi kaldırıp koymak istedim. O raf bomboştu; güzel anı rafı. Belki gülümseyişleri, göz kenarlarında çizgiler bırakan kahkahaları o rafları doldurabilirdi. Bir düzine gülüşünü yan yana koysam, kafamın içinde kötü olan ne kalırdı ki? Duman kendine gelmek adına genzini temizlerken ben de bacağıma çimdik attım.

"Emrin olur sevgilim," dedi, sahte bir sevimlilikle. "Ayağımı denk alırım. Başımı pencereden çıkarmam, hatta hemşireler geldiğinde yüzümü saklarım, öyle muayene ederler beni."

Sahte, yapmacık bir kahkaha atarak gözlerimden ateşler fırlattım. "Benimle dalga geçme. Seninle sevgili oldum, sana da haber vereyim dedim işte."

Duman kalakaldı ve az önce attığı kahkahalardan birini atarak, "Haber vereyim diyor," dedi, inanamayarak. "Sağ ol ya."

Atkuyruğu saçımı arkaya doğru savurarak yatağın ucundan kalktım. "Uzatma. Boğulacaksın, tak şu maskeni."

Kahkahaları yerini daha sakin, sessiz tebessümlere bıraktı ve başını yastığın üzerinde çevirerek gözleriyle beni takip etti. Bakışları baştan aşağıya tüm vücudumu süzerken, "O zaman sevgililiğimizin şartlarını koyuyorum," dedi, beni şaşırtarak. "Adı Duman olmayan hiçbir erkeğe bana sarıldığın gibi sarılmayacaksın.”

Gülerek, "O zaman benim de şartlarım var," dedim, düşünceli bir sesle. Duman, bunlardan keyif alıyormuş gibi yüzünde eşsiz bir gülümseme taşıyarak kalbime sert yumruklar çakıyordu. "Alnına Mahşer dövmesi yapıp sevgilim olduğunu herkese ilan edeceksin."

Yüz ifadesi... Görmeniz lazım.

Elbette sadece alay etmiştim, tepkisini ölçmek için. Fakat yüz ifadesi o kadar komikti ki...  Bu dediğimi ciddiye aldığına inanamıyordum. "Alnıma mı?" dedi, hayret içinde. "Çok çirkin olurum."

"Olmazsın, çok yakışıklısın bir kere sen."

"Ama..." Gözlerini yukarıya kaydırıp alnına bakmaya çalışmasını sırıtarak izledim. "Sen de yazdır o zaman?"

Bana dönüp hadi yap, dercesine bakışlar attı ve o sırada sırıttığımı gördüğünde gözlerini yumarak inledi. Ah, henüz yeni farkına varmıştı. "Hasta insanla dalga geçmeye utanmıyor musun?"

"Yoo, haz duyuyorum hatta."

"Haz almak istiyorsan hastaneden çıkmamı bekle."

Gözlerimi devirdim ve parmaklarımı birleştirerek ondan tarafa döndüm. Sırtım cama yaslandı ve içeriye giren güneşi bir nebze kapadı. Duman alt dudağını ıslatarak, "Ceketini çıkarsana," dedi, gözleri göğsümde durmuştu. "Bluzun çok güzelmiş, biraz bakayım."

"Niye? Hastaneden çıktıktan sonra modaya mı el atmayı düşünüyorsun? Doğrusu hastaneden çıktıktan sonra ne yapmayı planlıyorsun?" diye sordum, gerçekten merak ederek. "Tabii, önce dinlenirsin ama ya sonra? Bu saatten sonra babanın parasını kullanmayacağını düşünüyorum."

"Bilmem." Oksijen maskesinin altında konuştuğu için sesi boğuk, zor anlaşılırdı. "Hiç acaba yaşar mıyım diye düşünmediğim gibi bunları da düşünmedim."

"Sana inancını kaybetmemeni söylemiştim. Bak, hayatın iyi yanları da olabiliyormuş."

"Evet," dedi, gözleri yüzümde dinlenirken. "Gülüşünden başka iyi bir yanı..."

"Gülüşüm çok da güzel değil," dedim bakışlarımı kaçırarak. Yani bir gülüş en fazla ne kadar güzel olabilir ki?

"Dişlerinin yarısı önden görünüyor böyle, çok şapşal oluyorsun..."

"Duman," diyerek kızdım ona.

"Orada durma, yanıma gelsene."

Parmaklarımı ovaladım. "Ameliyat öncesi kalbine zarar vermek istemiyorum. Azıcık uslu durmakta fayda var."

"Ağzımı sulandırıyorsun, nasıl uslu durayım?" Kolunu alnına dayayarak gözlerini sıkılgan şekilde yumdu. "Sıkıldım burada yatmaktan, kendimi aciz, güçsüz hissetmekten."

Öyle hissetme diyebilirdim ama aynı durumda olsam ben de böyle hissedeceğim için bir şey diyemedim. "Böyle konuşma Duman, üzülüyorum."

"Üzülmemi istemiyorsan yanıma gel," dedi, masum masum gözlerini kırpıştırarak.

Sahiden hastalığını çok iyi kullanıyordu. Gözlerimi ona dikerek yatağının ucuna oturdum ve elimi bacağına koydum. "Ameliyat için heyecanlı mısın?"

"Gerginim."

"Ömer ne söyledi?"

Gözlerini benden uzaklaştırıp tavana dikti ve güzel burnu profilinden göz doldurdu. "Ameliyatın iyi geçeceğinin garantisini verdi ki Ömer hiçbir şeyin garantisini vermez."

Ömer'e bak sen, bana bu garantiden bahsetmemişti.

Neyse, odaklanmam gereken bu değildi. "Demek ki bu ameliyat oranlarına çok güveniyor, zaten riskli olmadığını biliyorduk Duman."

"Biliyorum güzelliğim." Uzanıp bacağının üzerinde duran elimi tuttuğunda, kendimi iltifatına kaptırıp gerçekten güzel bir insan olarak hayal ettim. "Ama yine de... Bıçak altına yatacağım, o Ömer bilerek içimde neşter falan unutur."

Tısladım. "Hayatta yapamaz."

Duman, onu ateşli savunmam karşısında daha da şımardığında gözlerimi devirdim. "Biliyor musun galiba Ömer sevgili yapmış," dedim, geçen günkü olayı hatırlayarak. "Biz odasındayken bir kadın geldi, hoş görünüyordu. Göz süzerek Ömer'e baktı falan..."

Duman oksijen maskesini çıkarıp hayretle konuştu. "Şerefsize bak sen, hiç bahsetmedi."

"Yeni bir şeydir belki ama benden kaçmaz," dedim kendimden emin şekilde. "Ömer kızı nasıl süzüyor var ya... Sen odana geç, ben geleceğim dedi biz oradayken. Artık odaya geçip ne yaptılarsa..."

Duman'ın alnı kırıştı ve dudağının kenarından alaylı bir gülüş aktı. O güldüğünde anlamıştım gülüşümde neler gördüğünü. "Hastanede fantezi," dedi, sesi zayıftı ama içten içe kahkahalarla güldüğüne emindim. "Ömer'e bak sen..."

"Öyle işte," dedim.

"Ee başka dedikodun var mı?"

"Hımm." Duraksadım ve aslında onunla duygularımı hiç paylaşmadığımı fark ettim. Bak Duman, bu oldu ve ben çok kırıldım, demiyordum. Hislerimi aktarmıyordum, çünkü hislerime kimsenin kulak asmayacağını düşünürdüm ama Duman kulak asardı. "Enes, annemle yüzleşti," dedim, o anı anımsayarak. "Annemin onu affetmesini istemiyorum, ona sıcak davranmasını da. Bana haksızlık bu, kabul edemem!"

"Perişan olmuştur annen," dedi Duman, avucumu açıp çizdiği kalbi ararken. Dudaklarının aşağıya doğru büküldüğünü gördüğümde, "Banyo yaptım," diye açıkladım hemen.

Avucumu kapattı. "Boya tabii ki akıp gidecekti Mahşer."

Kafamı salladım, yine de bile isteye çıkardığımı düşünmesini istememiştim. "Annem bayıldı," dedim, tekrardan bahsini açtığım konuya girerek. Duman bu sefer parmaklarımın üzerini okşadı. "Zaten zayıf, hassas benim annem. Enes'i karşısında görünce nasıl doldu gözleri, inanamadı. Bayıldı, ayıldığındaysa gözleri Enes'i aradı! Çok darıldım! Ben günlerce gelmesem kalkıp evin içinde bile beni aramaz!"

"Mahşer..." Duman'ın yüreğinden bir iç çekiş koptu ve eli elimden yukarıya çıkıp beni dirseğimden tuttu. Dudaklarımı büzerek omuzlarımı dikleştirdim ama faydasız kaldı, acıyı soğutmadı. Dirseğimdeki eliyle beni kendine doğru çekti ve başım sağ göğsüne yaslandı. "Duygularını benimle ilk kez paylaştın. Bunu daha sık yapsana, ne hissettiğini bilmek sana yaklaşmanın başka bir yolu."

Bu isteğini makul karşılayarak başımı salladım. "Denerim ama söz veremem."

Elini atkuyruğu yaptığım saçlarımın arasına soktu ve parmakları gür, kuzguni siyah saç tellerimin arasında kayboldu. Bu beklenmedik şekilde huzurlu hissettirdi ve gözlerim yarı yarıya kapandı. "Ama sen de duygularını bana anlat," dedim. "Mesela şu an nasıl hissediyorsun?"

Kendime birkaç dakika izin vererek gözlerimi tamamen kapattım ve Duman'ın başımın tepesine koyduğu öpücüğün tadını çıkardım. Hayat iki dudağının arasındaydı ve öpücükleri hayatın nabzıydı. İstediğin aşk mı, al, diyordu sanki. Kulağıma doğru yaklaşarak, "Nasıl mı hissediyorum," dedi, soluğunu boynumdan alarak. "Senin âşığın gibi hissediyorum. Seni yeryüzünde en çok seven insan gibi hissediyorum."

🥀

Duman bir saat önce ameliyathane kapısından içeriye sedyesiyle girdi.

Her yer buz gibi soğuk. Elim mi titriyor yoksa vücudumun tamamı mı ayırt edemiyorum. Bazen gerçeğin içindeyken her şey bir sanrı gibi gelir, gece yarısı uyandığınızda olduğu gibi. Her şeyi dışarıdan izliyor, sanki o ameliyat masasına onunla yatmış gibi hissediyordum. Bedenim burada olsa da ruhum onun yanında, ameliyat masasının kenarına kıvrılmış durumdaydı.

Ameliyata gireli epey zaman olmuştu ve o andan itibaren hiçbir şeyi duymuyor, gözlerim duvarla ameliyathane kapısı arasında mekik dokuyordu. Bu kat ıssızdı, pek kimseler yoktu. Ömer Duman'ı ameliyat ediyor, ben Ada ve Muhammet ile bu koridorda bekliyordum. Muhammet ona alakasız şeyler anlatarak kafasını dağıtmaya çalışsa da fayda etmediği belliydi.

Ömer sabah koridorda göründüğünde ameliyat vaktinin geldiğini anlamıştık ve o andan itibaren zihnimde ağır bir sis tabakası vardı. Duman'ı hazırlamışlar, odadan çıkarmışlar, üst kata getirmişlerdi ve ben de elini tutarak gittiği yere arkasından gelmiştim. Ameliyat kapıları açıldığında, Duman an an uzaklaşmaya başladığında ve ellerimiz ayrıldığında gözlerimin içine bakıp dudaklarını kıpırdatmıştı. Bana kalbini verdin, zaten artık ölsem de fark etmez.

O andan beri cümlenin içinde kalmış, dakikaları ağır bir işkence gibi çekiyordum. Yere çökmüş, duvara yaslanmış, küçücük kalmıştım. Çenem dizime yaslıydı, gözlerim oyalanmak için yerdeki fayansları sayıyordu ama bir andan sonra nerede kaldığımı unutuyordum. Duman bir an olsun aklımdan çıkmıyordu, bozuk bir plağın aynı şarkıda takılı kaldığı gibi kalmıştı ismi aklımda.

Duman'a bir şey olmasın.

"Üç buçuk saati geçti," dedi Ada, yüreğinin bas bas bağırdığını işitiyordum. Üç saat nasıl olmuş da üç bin yıl gibi geçmişti acaba? "Kimse girip çıkmadı. En azından birinin ameliyat iyi gidiyor falan demesi gerekmez miydi? Yoksa kötü mü gidiyor?"

"Ada..." Muhammet'in Ada'ya karşı kullandığı o yumuşak sesi duydum ve göz ucuyla onlardan tarafa baktım. "Ellerin buz gibi olmuş, baştan aşağıya titriyorsun. Sakin ol güzelim, her şey iyiye gidiyor."

"Hiç hissetmiyor değil mi?" diye sordu Ada, bu soruyu Ömer'e de sormuştu. Abim hiç acı hissetmeyecek değil mi? "Ömer abi narkoz sayesinde tabii ki hissetmeyeceğini söyledi ama düşünsene mesela ameliyat sırasında uyandı, ne korkunç olur?"

"Neler düşünüyorsun böyle?" Muhammet kaşlarını çatarak alnını onun alnına yasladı ve Ada'nın gözyaşları o küçük aralıktan göründü. "Abin o masadan sağ kalkacak ve muhtemelen yapacağı ilk şeylerden birisi beni dövmek olacak. Ameliyata girmeden önce ne yaptığını gördün mü? Boynumu kesmekle tehdit etti beni."

Ada'dan bir gülüş kaçtı ve bu gülüşün benzerleri kafamın içinde kahkahaya dönüştü; Duman'ın kahkahaları. "Abim biraz korumacı davranıyor," dedi Ada, burnunu çekti. "Affedersin, peçete var mı?"

Muhammet yüzünü ondan uzaklaştırdı ve üzerindeki deri ceketin cebine ulaşıp peçete çıkardı. "Ağlama artık."

"Demesi kolay. Hayatımın en uzun bekleyişi."

Benim de.

Ada, aynı şeyleri hissettiğimizi anlamış gibi gözlerini Muhammet'in omzunun üzerinden bana çevirdi. "İyi misin Mahşer abla?"

"İçeriye girmek isterdim," diye fısıldadım gözlerimi tekrardan ameliyathanenin kapısına dikerek. "Elini tutmak isterdim."

"Abim... Çıktığında elini bırakmayacağına eminim."

Bir şey demeden dudaklarımı ısırdım ve elimi duvara dayayarak doğruldum. İlk önce vücudum uyuştuğu için sendeledim ve ardından dengemi sağlayarak sırtımı duvara yasladım. Ellerimin içinde ter birikmişti, pantolonuma sildim ve yanağımı serin duvara koyarak saatlerdir yaptığım gibi dua ettim.

N'olur o iyileşsin, her şeyi yaparım.

Gözlerim ne kadar kapalı kaldı, zaman nasıl aktı bilmiyorum ama içimdeki kederden nefes bile alamaz hale geldiğimde bir kapı sesi duydum ve çok hızlı biçimde gözlerimi açtım. Ada'nın tekerlekli sandalyesi zeminde hareket etti ve Ömer'in yorgun yüzü bakış açıma girdi. Elim ani şekilde kalbime yaslandı ve gözlerim doğrudan gözlerine kilitlendi. Bakışları yorgun, bitkindi. Ada'nın telaşlı, heyecanlı soluğu kulağıma ulaştı ve Ömer gözlerini sırasıyla hepimizin üzerinde dolaştırdı. Kalbimi avcımın ellerinde gördüm. Onu parçalamak da kurtarmak da kendi ellerindeydi.

"Zor bir ameliyattı." Ömer konuştu ve o avcının ellerindeki kalbim kasılıp bir umutla bekledi. "Ama... Çok iyi geçti. Gece yarısına kalmadan, sağlıklı bir kalple uyanır."

BÖLÜM SONU.