38. BÖLÜM
"İNSAN OLMAYI HATIRLAMAK."
Aşk da bir çeşit savaştır ama cephaneliği tanklar tüfekler değil, kalplerdir.
Aşkta, savaştaki gibi bir kurşun atıp âşığınızı öldürmezsiniz; cümleler ve eylemlerle kalbini hedef alırsınız. Bir savaşta nasıl bir savaşan olurum bilmiyorum ama aşkta eylemlerle ve sözlerle âşığımın kalbini kıran birisiydim. Âşığım... Altı yıl önce de âşığım, şimdi de âşığım, altı yıl sonra da âşığım...
Duman... Hemen yanımda, kalbimde olduğu gibi yatağın da sol tarafındaydı. İkimiz de sırtıüstü, tavana bakarak uzanıyorduk. Karanlığa alıştığım için odanın içerisi artık karanlık gelmiyordu, her şeyi seçebiliyordum. Saat iki miydi üç müydü bilmiyordum ama sabaha daha vardı. Uzun, kuzguni siyah saçlarım yatağın dört bir tarafına dağılmıştı.
Duman da benden farksız değildi, tavanı izlerken elini tenlerimizin birleştiği çarşafta gezdiriyordu. Epey süredir konuşmuyorduk. İşaretparmağımı karnımdan yukarıya kaydırarak iki göğsümün arasından boynuma, oradan da ağzıma taşıyarak dudaklarıma dokundum; öpücüklerinin hatırasını parmaklarımda hissettim.
Yatak sallandığında kalktığını anladım. Odanın içerisinde ilerleyerek kapalı pencereyi açtı. Rüzgâr içeriye doldu ve az sonra vücuduma serin bir hava çarptı. Hep bunu beklemişim gibi rahatlayıp gülümsediğimde, Duman benden tarafa dönüp üzerime yürümeye başladı. Sol dizinin üzerinde yatağa tırmanıp bacağımı okşadı. "Seni özlüyorum Mahşer."
"Yanındayım ya," dedim.
"Yine seni özlüyorum," dedi ve sonra beni tutarak doğrulttu, kucağına oturtarak kollarını etrafıma sardı. Dizine yerleştim ve bacaklarımı iki bacağının arasına koyarak kollarımı boynuna sardım. Kucağına oturduğum için yüz yüze düştük ve gözlerimiz eski, kahrolmuş bir dünyanın içinde buluştu. Bakışlarındaki bu sevgi, süs olsun diye değilse benim içindir değil mi?
"Seni özlemek için sana âşık olmuşum gibi."
Elimin içini ensesine gömdüm. "Beni tavlamak için böyle cümleler kuruyorsan haberin olsun, sana bir altı, yedi yıl kadar önce zaten âşık oldum."
"Aşk için neleri göze alabilirsin?" dedi, beni kucağında tutmaya devam ederek.
Aşk için neleri göze alabilirim, değil. Aşk için neleri göze aldım?
Katil olmayı, iki insanı öldürmeyi...
Elimi yüzüne koydum ve gözlerine çok derinden baktım. Denizler güzel olduğu kadar derindi de... "Aklının ucundan geçmez," diye fısıldadım yanağını okşayarak. "Aşk için neleri göze alabileceğimi tahmin bile edemezsin."
Tek kaşını kaldırarak güldü. Gülme aptal, deri ve kemikten benim kalbim; bunu kaldıramıyor.
"Hiçbir şeyden çekincen, kimseden korkun yok değil mi?"
“Yok.”
"Sen bana benim duygularım canlı değil, hissedemiyorum, dediğinde sana çok inanmamıştım," dedi düşünceli şekilde. Sonra sanırım serinlikte üşümeyeyim diye sırtımı sıvazladı. "Ama zamanla öyle olduğunu anladım. Bu beni mutlu da etti, yani hiçbir şeyin seni üzemeyecek olmasından memnuniyet duyuyorum."
Sırıtarak kafamı salladım. "Ben de."
"O zaman öp beni..."
Elimi hızlıca ağzıma kapattım. "Ihıh, öpmem."
Bu oyunbozan tavrıma aynı şekilde karşılık vererek burnunu şakağıma yasladı. "O zaman ben de başka yerlerinden öperim..."
Beni tekrardan kucaklayıp yatağa doğru yatırdığında, bu sefer sırtüstüydüm ve o da ellerini başımın iki yanına yaslamıştı. Bacaklarım ileriye doğru uzanırken, elimin birisi hâlâ ağzımdaydı. Gözlerimin parladığını hissettim, Duman da bunu görüyor olmalı ki gözlerini bir süre gözlerimden çekemedi. Yüzünü daha da alçaltıp dudaklarını şakağıma koydu. "Buradan öpmüş müydüm ben seni?"
Elimi ağzımdan çekmem için beni konuşturmaya çalışıyordu ama yemezlerdi. Kafamı iki yana salladım. Bir an gözlerime baktı. "Öpmedim mi?"
Bilmem der gibi omuzlarımı silktiğimde, şakağımı öperek dudaklarını aynı yolda aşağıya doğru indirdi ve sırasıyla elmacıkkemiğimden, yanağımdan, burnumdan öptü.
"Hadi, çek elini," dedi, dudaklarını elime sürterek. “Öpeyim dudaklarından."
Elimi ağzıma bastırarak kafamı iki yana salladım.
Dişlerini çıkarıp elimi dişledi. "Tırnaklarında hep siyah ojen oluyor, çok mu seviyorsun?"
Kafamı aşağıya yukarıya salladım, gülümsedi.
Uzanıp bileğimden tuttuğunda bu kez ona karşı koyamadım. Elimi yavaşça ağzımdan çekip başımın kenarına bıraktıktan sonra yüzümü tuttu ve dudaklarıma eğilip küçük bir öpücük bıraktı. Onunla genelde kavga eder gibi öpüşürdük, bu yüzden bu yumuşak öpücük garip ama iyi hissettirdi. Elimde olmadı, dudaklarına doğru gülümsedim. "Duman..."
"Üzerinden kokumu alıyorum," diyerek alnını alnıma koydu ve yatakta ters dönerek beni kucağına çekti. Sırtıüstü uzanıp beni göğsünün üzerine koydu ve kollarını etrafıma doladı. "Bacakların terli hâlâ."
"Ya da ıslak..."
"Mahşer," diyerek başımın üzerine güldükten sonra sessizleşti ve beni sarmaya devam etti. Terim biraz soğumuştu ve artık uykumun da geldiğini hissediyordum.
"Duman?"
"Gül Dikeni?"
"Sen aşk için neleri göze alabilirsin?"
Sessizliği biraz sürdü. Sırtımda dizili duran kemikleri aşağıya yukarıya okşadı. Odaya dolan serin hava bir örtü gibi vücutlarımıza seriliyor, o bunaltıcı sıcağı dağıtıyordu. Parmağımı nabzına yaslayarak gözlerimi kıstım. Nabzı daha fazla atsın, kalbi yaşasın diye neler neler yapmıştım. Kendimle gurur duymuyordum ama bunları yapmasaydım da ben Mahşer olmazdım.
"Ben aşk için bir şeyleri göze almam," dedi, sesi boğuk ve daha kısıktı artık. "Ben doğrudan senin için bir şeyleri göze alırım."
Aşkın bendeki anlamı da Duman'dan başka bir şey değildi zaten.
Bir şey demedim, o hissetti mi bilmiyorum ama gülümseyerek gözlerimi kapattım. Kalbinin üzerinde uzanıyordum, kalp atışlarının tenime vuruşunu hissediyordum. Parmağımı boynunda, yaşadığını gösteren o canlı nabzının atışında gezdirerek kendimi uykunun kollarına bıraktım.
Uyandığımda oda aydınlanmış, çoktan sabah olmuştu. Uykuya daldığımız aynı pozisyonda olduğumuzu gördüm. Duman'ın sımsıkı sardığı kollarının arasında adeta ezilmiş vaziyetteydim. Biraz esnedim ve başımı Duman'ın boynundan kaldırdım.
Huzur içinde uyuyordu.
O kadar uzun zamandır huzursuz uykular çekmişti ki onu uyandırmaya kıyamadım.
Uzanıp sırtımda birleşen ellerini çözdüm ve üzerinden kalkıp kendimi yana attım. Bacaklarımı aşağıya indirip saçlarımı sırtıma saldım ve camdan dışarı bakarak iç çektim. Telefonumu açmalı, Enes'i arayıp annemin nasıl olduğunu sormalıydım. Duman’la burada olmak çok hoşuma gitmişti, annem olmasa çok uzun bir süre dönmezdim.
Saçlarımı karıştırarak kalktım ve aynanın önüne yürüyüp kendime baktım. Gözlerim, yanık tenimdeki tek renkli şeydi. Ellerimi belimin iki yanına koyarak vücudumdaki el ve ısırık izlerine baktım; hoşuma gitti. Sonra Duman'a döndüm, gidip yanağına öpücük bıraktım. "Günaydın âşığım."
Huzurlu uykusunu bölmemek için odadan çıktım ve banyoya geçerek ılık bir duş aldım. Suyun altında kaslarımın gevşemesi kendimi iyi hissettirmişti. Duştan sonra havluya sarınıp tekrar odaya geçtim.
Odaya geçtiğimde Duman’ın hâlâ uyuduğunu gördüm. Çantamdan birkaç kıyafet çıkardım. Kurulanıp havluyu yere bıraktıktan sonra çamaşırlarımı, ardından kıyafetlerimi giydim.
Saçlarımı tarayıp kuruması için biraz camın önüne geçtim ve sırtımı pencereye, güneşe dönerek ellerimi camın pervazına yasladım. Hazırlanmış halde, hâlâ uyuyan Duman'ı izledim ve izledikçe ağzımın sulandığını hissettim. Gece yarısından sonra uyuduğu için hâlâ uykusunu alamamıştı. Yavaştan kurumaya başlayan saçlarımı karıştırdım ve ona bir şeyler hazırlamak için mutfağa inmeye karar verdim.
Bahçede temiz hava soluduktan sonra tekrar eve girip mutfağa geçtim. Öncelikle çay yapıp ardından kahvaltılıkları bahçeye taşıdım. Arka bahçede, hamağın orada bir masa vardı. Tepsideki tüm kahvaltılıkları ahşap masaya dizip mutfağa geçtim ve çayı demledikten sonra dolaptan biraz meyve çıkararak yıkadım, tabağa koyup masaya taşıdım.
Mutfağa geri dönmek için evin kapısından içeriye girdiğimde Duman'ı merdivenlerden inerken gördüm. Olduğum yerde sıçrayıp nefesimi tuttum. Dün gece, karanlıkta yaşananlardan sonra onunla bu şekilde göz göze gelmek duraksamama neden olmuştu. Kalbim, ondan beklenen şekilde hızla attı ve ellerimin içine ter bastı.
"Günaydın."
"Günaydın."
Aynı anda, normalde olduğundan daha çekingen ve kısık sesle konuşmuştuk. Yutkunarak içeriye doğru bir adım attığımda, Duman da son basamaktan indi. Üzerine beyaz bir tişörtle kısa bir şort geçirmişti. Islak saçlarına bakılırsa duş almıştı. Dudakları ve gözkapakları şiş, bakışları koyuydu. Beni darmaduman eden bu duygu, onu hepten duman etmiş gibiydi.
"Ne zaman uyandın?" diye sordu, yanıma yürümeye başladığında.
"Bir saat kadar oldu," dedim, terleyen elimi tişörtüme silerken.
Önümde durduğunda, boyu benden uzun olduğu için kafamı biraz arkaya atarak baktım ona. Saçları alnına serpilmişti ve neredeyse her zaman kırık kalpler müzesi gibi duran gözleri şimdi mutlu bakıyordu. İlk hamleyi yaparak bir anda beni tutup kendine çekti ve o kadar sıkı sarıldı ki ayaklarım yerden kesildi. "Mahşer," dedi, sıcacık bir sesle. "Çok mutluyum kızım."
Ve adım Mahşer olsa da birinin mutluluğu olabilirmişim.
"Ben de öyleyim," diye itiraf ettim ve duygularımı çok sık dile getirmediğim için rahatsızlık duyarak yüzüme bakmaması için ona daha çok sarıldım.
"Kulaklarım, siz neler duyuyorsunuz?" diye bana takıldı, sesinin tınısında güzel, gamzeli bir gülüş vardı sanki.
Onu iterek uzaklaştım ve söylenerek mutfağın yolunu tuttum. Gülerek peşime takıldı ve beraber mutfaktan içeriye girdi. "Ee, o deliler gibi âşık olduğun, sevgilin Duman için bir kahvaltı hazırlamadın mı?"
Ocaktaki çayı aldım ve Duman peşimden gelirken mutfaktan çıktım. Elimde çaydanlık olduğu için bana dokunmadı ama gözlerinin üzerimde dolaştığını hissediyordum. Ahşap masaya hazırladığım kahvaltıyı görüp duraksadı ve ardından uzun bir ıslık çaldı. "Sen iyice evinin hanımı oldun..."
"Zevzek.” Söylenip çaydanlığı masaya bıraktım ve sonra ahşap sandalyeye çöktüm. Duman da masanın etrafını dolanıp tam karşımda duran sandalyeye oturdu ve dirseklerini sandalyenin kenarlarına yaslayıp hazırladığım kahvaltı masasını süzdü. "Benim için çileğin çöpünü bile ayıkladın mı?"
Kaşlarımın altından ona sinirli sinirli baktım. "Duman, sus istersen."
Yüzünü astı. "Tamam be."
Önüme dönüp demliğe uzandım ve bardaklara çay koydum. Bardağın birini ona uzatırken şekerini atıp karıştırdım ve bunun üzerine Duman bana uzun uzun bakıp gülümsedi.
Utandım. Çok azıcık.
Bu yüzden, “Boğazında kalsın," diye arsızlık ettim ve Duman sırıtırken, kendi bardağımı önüme çektim.
Bizim için ekmek dilimlemiştim. O ekmeğe bal sürdüm ve önüne koyduktan sonra kendime de bir dilim ekmek hazırlayıp yemeye başladım. Ekmeği afiyetle yiyip çayımı içtiğim arada bir dilim daha ekmek alıp bal sürdüm ve önüne koydum. Çok uzun zaman sonraysa ona tam dört dilim ballı ekmek hazırladığımı, onun dikkatli bakışları sayesinde fark edip aptal aptal gözlerine baktım. Sonra rahatsız oldum ve bakışlarımı çekip kahvaltımı yapmaya devam ettim.
Nutella kavanozunu önüme çektim ve çilekleri çikolataya bulayarak yemeye başladım. Sonra bir başka çileği daha aldım ve biraz Nutella sürerek Duman'a döndüm. Ağzında lokmasını çevirirken beni izliyordu. Elimdeki çileği ona doğru uzattım ve akışkan haldeki çikolatayı dudaklarına sürterek çileği aralanan dudaklarından içeriye ittim. "Afiyet olsun sevgilim."
Çileği ağzına alıp diliyle dudaklarına bulaşan çikolatayı temizledi. "Senin elinden olunca... afiyet oldu tabi."
Elimi geri çektim ve parmağıma akan çikolatayı, gözlerinin içine baka baka yaladım. Bir an kilitlenip parmağıma, ağzıma baktı ve sonra rahatsız şekilde kıpırdanıp önüne döndü.
"Bugün çarşıyı gezelim mi?" diye sordu, başını önünde tutmaya devam ederek.
Bir çilek daha alıp dudaklarıma götürdüm. "Çok sıcak, yorulurum ben."
"Şeker değilsin, erimezsin," diyerek çileğin yanındaki dilimlenmiş kivilere uzandı, ağzına attıktan sonra ekşi tadına yüz buruşturdu.
Dudaklarımı ağzımın içine doğru kıvırıp gülüşümü sakladım. "Zaten esmerim, kapkara olacağım," dedim kollarıma bakarak. "Epey yanacak gibiyim."
"Güneş kremi süreriz,” dedi, başı hâlâ önüne eğikken.
Kahvaltıdan sonra kendimi hamağa attım. Gözlerimi kapatarak güneşin sıcağında dinlendim. Duman'ın yaklaştığını hissettiğimde bile gözlerimi açmadım. Güneşin gözkapaklarımda kapanmasından anladığım kadarıyla üzerime eğildi. Nefesini yüzüme üfleyerek yüzüme gelen saçlarımı çekmiş oldu. "Uyuyacak mısın Mahşer? Hani gezecektik?"
"Gezelim ama önce biraz dinleneyim."
Dayanamadı galiba, elini de yüzüme koydu. "Vücudun mu ağrıyor? Özensiz davrandıysam özür dilerim."
Düşünceli haline gülümseyerek, "Yanıma uzan," dediğimde gölge çekildi ve güneş tekrar yüzümü kapladı. Yanıma uzanırken hamak epey sallandı ve başını göğüslerimin arasına yaslayarak yüzüstü şekilde üzerime uzandı. Gözlerimi gökyüzüne kaldırarak elimi saçlarının arasına soktum. Kolları olması gerekeni yerine getirir gibi bedenime dolandı.
"Çok güzel kokuyorsun," dedi.
"Duş jelini kullandım," dedim parmaklarımı saç tutamları arasında dolaştırarak.
Hava çok sıcaktı ama o bana sarıldığında bunalmamıştım; ya da ona sarılmayı sevdiğimden diğer olumsuz etkenleri göremiyordum. Saçlarını okşayıp sevdikten sonra gözlerimi kapatıp bir süre güneşin açıklarında, onun yumuşak dokunuşları altında uyudum.
Gözlerimi açtığımda hâlâ hamaktaydım ama bu kez yalnızdım. Yandığımı, yanaklarımın büyük ölçüde kızardığını hissederek hamaktan doğruldum. Duman görünürde yoktu, eve geçmiş olmalıydı. "Pislik, beni güneşte bırakmış," diye söylenip ayaklarımın üzerine bastım. Saçlarımı başımın üzerinde toplayarak bahçenin etrafını yürüdüm ve kapıdan içeriye geçtiğimde Duman'ı telefonuyla konuşur halde buldum.
Arkası bana dönüktü, ensesini kaşıyarak Ömer'e bir şeyler diyordu. Arkasından yaklaştım ve kollarımı etrafına dolayarak ona yaslandım. Vücudu ilk an tepki vererek kasıldı ve daha sonra bana doğru dönerek kafamı göğsüne dayadı. "Ne zaman döneriz, bilemiyorum," diye cevapladı Ömer'i. "Ada'yla Muhammet'i yalnız bırakmıyorsun değil mi?"
"Benim de özel işlerim oluyor," diye homurdandı Ömer, hoşnutsuz bir sesle. "Ayrıca çalışıyorum!"
"Muhammet ben yokken Ada'yı üzerse... Senden bilirim Ömer, haberin olsun."
Ömer telefonun diğer ucunda oflayıp pofladı. "Mahşer'in asabiyeti sana da bulaşmış, haberin olsun."
Ben küfretmek için ağzımı açıyordum ki, "Doğru konuş yengen hakkında," diye homurdandı Duman. Duraksayıp bakışlarımı kendisinden tarafa çevirirken, Ömer Duman'a bir şeyler söyleyerek telefonu kapattı. Telefonu cebine koyup ellerini yüzüme kapattığında, tırnaklarımı sırtına bastırdım. Sıcaklamış, kızarmış yüzüme gülümseyen gözlerle baktı. "Tatlı olmuşsun."
"Ben yenge değilim," dedim dik dik.
Başparmaklarıyla yüzümün hatlarını yavaşça okşadı. "Benim sevgilim otomatik olarak dostumun yengesi olur. Bu yazılı olmayan bir kuraldır Mahşer."
“O kelimeden hoşlanmadım.”
Koluma çimdik attığında homurdanıp arkamı döndüm ve koşarak basamakları çıkmaya başladım. Duman da hızla gelip beni basamakların ortasında yakaladı ve sırtına attı. Beni odaya götürüp yatağa fırlattı. Sonra üzerime çıkıp gıdıklamaya başladı. Refleks olarak gülüp gıdıklanmaya başladım ve onu durdurmak için vurup dizlerimi karnına geçirdim. Pes etmedi. Beni güldürebildiği kadar güldürüp sonra da dudaklarıma oturan gülüşten öptü.
Yatakta boğuşup kavga etmeye son verdikten sonra çarşıya çıkmak için hazırlandık. Hava sıcak olduğu için genelde giydiğim siyah renkte bir şeyler değil de açık renkli şeyler giydim. Beyaz askılı, arkadan bağlamalı, sırt dekoltesinde şeritleri olan bluzla açık mavi şortumu giydim. Saçlarımı da bunalacağımı bildiğimden tepemde sımsıkı bir atkuyruğu yaptım. Yaz günü saçlarım açık gezemezdim, gezenlere de hayret ederdim. Makyaj yapmak istemedim, sadece kırmızı görünen bir parlatıcı sürüp hazırlığımı bitirdim.
Aşağıya indiğimde Duman'ı koltukta buldum. Benden epey önce hazırlanıp aşağıya inmiş, televizyonda çizgi film izliyordu. Benim indiğimi gördüğünde hızla kumandayı kapıp çizgi film kanalını kapattı. "Saçma saçma şeyler yaa..."
Gözlerimi devirdim, bir de çizgi film izlemekten zevk aldığını saklamaya çalışıyordu. Son basamağı da inip yanına yürürken, Duman tadını çıkararak baştan aşağıya beni süzdü. Koyu, ince bacaklarıma, bir kısmı açıkta kalan göbeğime bakarak dudaklarını yaladı. Önünde durduğumda ellerimi kalçalarıma dayayarak gözlerimi kırpıştırdım. "Evet, güzel olduğumu söyle hadi."
Omuzlarını geriye atarak beni adeta bakışlarıyla elledi. "Beyaz renk esmer tenine çok yakışmış."
Gözlerimi sıcak bakışlarından çekebildiğimde üstümdeki beyaz bluza baktım. Sahiden esmer, yanmış tenimde güzel duruyordu. Başımı tekrar kaldırdığımda, Duman ellerini dirseklerime koyarak beni ters çevirdi ve sırtıma bakarak ellerini arkamdaki iplerden içeriye soktu. Kasılıp omurgamı dikleştirdim ve avuçları sırtımı kaplarken, burnunu saçlarıma dayayarak iç çekti. Sıcak avuçlarının baskısını, bu kışkırtıcı dokunuşu tanıyordum. "Neden yanında sürekli gülümsemek istiyorum Mahşer?" dedi, derin bir iç çekişle. Beni sever gibi okşadı, öyle okşayınca gibisini attım. "Mahşer değil misin sen? Neden cennette gibi hissettiriyorsun?"
Ve Mahşer iyi biri olmak isterse, bu yalnızca Duman için olurdu.
Ve Mahşer iyilik yapmak isterse, sadece Duman için yapardı.
Evden ayrıldığımızda ikindi vaktini geçmişti. Arabaya binmedik, el ele tutuşup evin olduğu sokaktan ayrıldık ve birkaç dakika içinde kalabalığa karıştık. Mekânlar doluydu, insanlar neşeliydi. Âşık ve mutlu da olsam sanırım asla bu kadar neşeli olamazdım. Sokağın köşesinden döndüğümüzde Duman gözlüklerini çıkarıp başına koydu ve beni mavi kapılı bir dondurmacıya doğru çekti. Homurdanıp kapıdan içeriye geçtim. "Kolumu koparsaydın istersen..."
Beni elbette takmadı. Beyaz badanalı, yine beyaz masaları olan kafeye girdik ve dondurma tezgâhına ilerledik. Ben etrafıma bakınırken, Duman tezgâhın ardındaki orta yaşlı adamdan iki külah dondurma istedi. Duman'ın eline daha sıkı yapışarak tezgâhtaki dondurma çeşitlerine göz attım. "Duman... Şu çikolatalı olandan istiyorum."
"Bir saniye güzelim." Adama dönerek diğer külahın çikolatalı olmasını söyledikten sonra cüzdanını çıkarıp ücreti ödedi. Kendi külahını alıp tutmam için bana uzattığında sütlü dondurmayı yalayarak tadına baktım. Duman diğer külâhı da alarak bana döndü ve çikolatalı dondurmayı uzattı. "Benimkini ver," dedi sütlü dondurmaya uzanırken.
"Hayır," dedim iki elimi de hızla geriye çekerek. "İkisini de yiyeceğim."
Duman şaşkın şaşkın suratıma bakarak kaşlarını çattı. "Doyumsuz olduğunu biliyordum," dedi dün geceye gönderme yaparak.
Bu kez çikolatalı dondurmayı yiyerek omzumu silktim. "Belki bebeğim, belki..."
Tezgâha döndü ve kendine bir külah daha istedi. Onu gıcık etmek hoşuma gitti, bu yüzden gülümsedim. Sonra bana dönüp elimden tuttu ve diğer elinde dondurmasını yiyerek benimle dışarıya çıktı. Tekrar sokağa indik ve dondurmalarımızı yiyerek dar sokaklardan geçtik. Bu kadar kalabalıkta, neşeli ortamlarda bulunmak insanların yüzüne tip tip bakmama sebep oluyordu. Duman'sa her defasında kafamı önüme çeviriyor, insanlara yiyecek gibi bakma, diye homurdanıyordu.
Başka bir dar sokağa girdiğimizde, sütlü dondurmam bitmişti ve neredeyse tamamen erimiş olan dondurmadan kalanı da yiyordum. Duman kolunu omzuma atarak beni kolunun altına çekti ve başımın üzerine öpücük koydu.
Hava gerçekten çok sıcaktı, eriyip küle dönmezsem iyiydi. İnsanlar mekânların önündeki masalara kurulmuş muhabbet ediyor, kimiyse plaja iniyordu. Önünden geçtiğimiz bir takıcı gördüğümde, Duman'ı o tarafa doğru çekiştirerek kapının önünde duran bileklik askısına baktım. Madem bir şeyler paylaşma günüydü, hediyeyi de paylaşabilirdik. Duman hemen yanımda durup benimle askıya bakarken, "Bileklik mi beğendin?" diye sordu.
Askıyı çevirdim ve gözüme çarpan siyah, düz bir bilekliğe uzandım. Askıdan alıp Duman'a döndüm ve yanında duran elini kavradım. Sessizce beni izlerken, bilekliği bileğine geçirerek klipsini taktım. "Taktıkça beni hatırla."
Bu ufak jestimin onu mutlu ettiğini parlayan gözlerinden ve kıvrılan dudaklarından anladım. "Teşekkür ederim," dedi sevinçli bir sesle. Sonra jestimi karşılıksız bırakmayarak hızla konuştu. "Dur, ben de sana alacağım."
"Gereği yok," dememe kalmadan Duman askıyı çevirip benim için bileklik baktı. Elini bırakmadan, hatta daha da sıkı kavrayarak onu izledim. Hevesini, heyecanını, neşesini... Duman benim kadar olmasa da melankolik bir insandı, güldüğüne ender rastlardım ama benimleyken tasasız görünüyordu. Kırmızı, düz bir bileklik seçerek bana döndü. Bilekliği koluma bağladı ve klipsi üçüncü denemede takabildiği için biraz bozularak söylendi. Gözlerimi devirip ona yaklaştım ve tatlılığına dayanamayarak yanağından öpücük çaldım.
Bilekliklerin ücretini ödeyip takıcıdan ayrıldık. Kendimize su alarak yürümeye devam ettik. Yarım litrelik suyu kafama dikip tek seferde içtim ve dibinde kalan damlaları Duman'ın yüzüne atarak ondan koşarak kaçtım. Beni atkuyruğumdan tuttu ve kendi etrafımda döndürdü. Ben ona bağırırken, o zevkle güldü.
Yorulup acıktığımızda Duman daha önce çok kez geldiğini söylediği bir yere götürdü beni. Kapıdan içeriye girdik. Beyaz duvarlarıyla burası da Bodrum’la çok uyumlu bir mekândı. Denize sıfırdı, masalar mavi ve beyaz karışımı renkteydi. Belimden tuttu ve beni o mavi masalara yönlendirdi. Karşılıklı şekilde oturduk ve Duman bir garsonu çağırıp gelen garsona birkaç şey söyledi. Garson yanımızdan ayrıldığındaysa benden tarafa döndü. Elimi çenemin altına dayamış, gözlerimi kırpmadan ona bakıyordum.
Bakışları, yıllardır ağırlamayı beklediğim bir misafirmiş gibi içime yerleşti ve tüm kapılarım ardına kadar ona açıldı. Ilık bir rüzgâr yanağımı okşarken, Duman da elini çenesinin altına koydu. "Omuzların kızarmış."
"Senin de yüzün kızardı," dedim.
Doğal bir kızarıklık burnunun ve elmacıkkemiklerinin üzerinde belli ediyordu kendini. Saçları gün boyu yürüdüğümüz rüzgârla dağılmış, alnına dökülmüştü. Elimi uzattım ve pek de sorgulamadan parmaklarımı alnındaki saçların üzerinde buldum. "Neden bu kadar ilgileniyorsun benimle?" diye sordu.
Aşktan diyecektim, diyemedim.
"Sevgiline neden seninle ilgilendiğini mi soruyorsun Duman? Farkındaysan sorunun içinde cevabımı verdim."
Elimi geriye çekerken bir an tutacakmış gibi parmaklarıma baktı ama tutmadı. "Bir şey sormak istiyorum."
Sorusunu dinlediğimi belirtircesine başımı salladım. Düşünceli gözlerini yüz hatlarımda, ucu kızarmış burnumda, kirpiklerimin altındaki o derin çukurlarda gezdirdi. Onsuzken, onu severken ama o yokken Duman bir hayalet gibiydi. İçimde, kalbimde, odamda, yatağımda, perde arkasında, kitap arasında, bir şiirin dizesinde... Her yerde yaşayan bir hayaletti. "O gün, sen on altı yaşında bir kızken gelip sana, bir gün geri döneceğimi söylemiştim ya…”
O gün, babamı, abimi, anneminse sevgisini sonsuza kadar kaybettiğim gündü. O gün, Duman'a kavuşamadan kaybını hissettiğim gündü. Bu konuyu neden açtığını merak ederken buldum kendimi. "Evet, sözünde durup geri de döndün."
"Ya dönmeseydim?” Sesinde düşüncelerinin izleri vardı; sanki sesinden ilerlesem düşüncelerine varabilirdim. "Biliyorsun işte Mahşer, kalp hastasıydım. Ne bileyim ömrüm yetmeseydi, ya da intikamdan vazgeçseydim ve sana bir daha dönmeseydim... Merak ediyorum da öyle bir durumda sen gelip beni arar mıydın? Karşıma çıkar mıydın?"
İhtimallerle yaşanmaz ama ihtimaller hep sorgulanır. Kimi sorgulanma insanı kendiyle yüzleştirir, köşeye sıkıştığı sorulara eninde sonunda bir cevap verir. İhtimaller veya kuşkular... Kafanızın içinde bunları tatmin etmezseniz delirirsiniz. Sanırım Duman'ın da delirmemek için bu sorunun cevabına ihtiyacı vardı. Aşkı mı ölçüyordu? Sevgimizi teraziye mi koyuyordu? Zaten herhangi bir terazi onun sevgisini kaldırabiliyorsa bu sevgileri ölçmeye gerek bile yoktu; çünkü benimki hiçbir teraziye sığmazdı.
"Neden susuyorsun?" dedi, bu kez sesi sertti.
Yutkundum ve bakışlarımı kaçırmamak için gayret ettim. Soruyordu ama... bu sorunun cevabını bilmiyordum. Aşk galip gelir de ayaklarım ona gider miydi, bilmiyordum. "Sen geldin," dedim yaşanılan gerçeği dile getirerek. "Çünkü sen söz vermiştin. Bizim, o sözden önce aramızda yaşanılmış, konuşulmuş hiçbir şey yoktu. Sana gelmem için sebebim de olmazdı ama..." Gözleri o kadar merak ve dikkatle bakıyordu ki onu incitmekten korktuğumu hissettim. "Günün birinde, bir şekilde seni görürdüm. Bilmiyorum, belki tek başıma bir intikamın peşine düşer, hayatımı mahvederdim ama bir yerde seni de görürdüm Duman. Sen bana gelmeseydin ben gelirdim, hayatının içine girmeden hayatının yanından, seni izleyerek geçerdim. Ben, bir hayalet gibi hayatından geçip giderken sen acıyan kalbini tutardın. Birbirimizin yanına yara kalırdık."
Bu cevabım onu tatmin etti mi bilmiyorum ama gözlerindeki bekleyiş yerini daha yumuşak bir ifadeye bıraktı. "Sen hayatımdan, beni izleyerek geçerken benim seni fark etmeyeceğimi mi düşünüyorsun?" diye sordu.
"Evet, çünkü lisede fark etmedin."
Beni fark etti ama benim onu sevdiğimi hiç fark etmedi.
Yazın teninizde rüzgârı ararsınız ya hani, o an öyle aradım tenimde elini, temasını... Ona dokunmak, yazın ortasında rüzgârı, kışın ortasında güneşi hissetmeyi istemek gibi.
"Sen de benim seni sevdiğimi fark etmemiştin," dedi.
Doğru, fark etmemiştim. Hiçbir şey öyle olmamış, böyle olmuştu ve Duman, kaderin planları arasında benim için gerçekleşen en iyi şeydi. Çenemi avucuma bastırırken, "Keşkelerin, öyle veya böylelerin ne önemi var?" dedim aynı ses tonuyla. "Sen söz verdin, sözünde durup bana geldin. İnanılmaz gelse de buradayız ve karşında oturuyorum."
"Keşkelerin bir önemi yok tabii," dedi elini çenesinin altından çekip, önemsiz olduğunu vurgular gibi sallayarak. Sandalyeye yaslanarak kolunu arkaya attı. "Sadece düşünmeden edemiyorum. Yine açtığım için kızacaksın ama ölseydim de sana gelemeseydim... Seni son kez bile görmeden öleceğimi fark edip irkiliyorum."
Ben de irkildim. Bu açıdan düşünmemiştim. Elimi çenemden çekip onun masada duran eline uzattım ve tutup kendime doğru çektim. "Eğer ölecek olsaydın bence sen ölmeden önce yollarımız bir şekilde karşılaşırdı. Belki sen bana gülümserdin, ben de sana gülümserdim. Bir veda olduğundan habersizce birbirimize bakardık. Ama bak öyle olmadı, şu an buradayız ve ben elinden tutuyorum."
Beni dinleyip bu kez o elimi çekti ve kaldırıp üstünden öptü. O bana dokununca kışın ortasında sıcaklığı, yazın kavuruculuğunda serinliği hissettim.
"Acaba annem, senin beni duman edeceğini bilip de mi adını Duman koymuş?" diye takıldı bana.
Elimi geri çekerken garsonun geldiğini gördüm. Garsonun elinde geniş bir tepsi vardı, yemekler enfes görünüyordu. Lahmacun, salata, birkaç çeşit meze ve kebap... Yanında birkaç çeşit içecek de vardı.
Tekrar yalnız kaldığımızda, Duman ortadaki yiyeceklerden parça parça alıp tabağıma doldurdu. İçeceklere baktım ve ona da kendime de ayran koydum. Çok şükür kavurucu sıcaklık azalmıştı, artık biraz rüzgâr esiyordu. Duman kendi tabağını da doldurarak tekrar arkasına yaslandı ve lahmacunu dürüp yemeye başladı.
"Uzun zamandır lahmacun yemiyordum."
"Ben de," diyerek önümdeki fındık lahmacunu dürdüm ve tam ağzıma atıyordum ki Duman'ın ikinci lahmacuna uzandığını gördüm.
"Ne ara yedin…"
"Kızım avuç içim kadar lahmacun," dedi bana ve dürdüğü ikinci lahmacunu da tek seferde ağzına atıp yanakları şişkin vaziyette konuştu. "Ver şunu da ben yiyeyim..."
Uzanıp elimdeki lahmacunu da aldığında masanın altından ayağına vurdum ve Duman gülerken ağzından lokması dökülmesin diye elini ağzına kapattı. Ayağımı geri çekip çatalıma uzandım ve o dürümü yerken kebabın tadına baktım. Evet, yemek yemeyi özlediğini biliyordum. Uzun süre hastanede kalmıştı ve bu süre içinde lezzetli hiçbir şey yememişti. Kebabı ağzımda çevirirken, onun dudaklarına bakarak iç çektim.
O kadar iştahlı ve keyifli yiyordu ki bu sefer kendi ellerimle ona bir lahmacun daha dürüp uzattım. Ağzını peçeteyle silerken bana göz kırptı. "Yok bebeğim, onu da sen ye."
"Daha var," dedim, dürümü dudaklarına bastırırken.
Dürümün ucundan tutarak yemeye çalışırken ağzının kenarlarından sosu aktı. Peçeteyi alıp ağzının kenarına bastırdım ve yavaşça sildim. Duman, ona bir çocuk gibi davrandığım için sızlandı.
Masadaki her şeyi silip süpürdükten sonra ücreti ödeyip kalktık ve mekândan ayrılırken tekrar el ele tutuştuk. Hava artık iyice kararmıştı. Ben eve gideceğimizi düşünürken Duman farklı sokaklara girdi. Gökyüzünde lacivertle mor arasında bir renk geçidi vardı, tek tük yıldızlar çıkmıştı. Bir süre sonra elimi bırakıp çıplak sırtımdan tuttu ve beni önünde yürümem için teşvik etti.
On beş, yirmi dakikalık yürüyüşten sonra plaja ulaştığımızda, denizi yakından görüp serinliği hissederek rahatladım. Girişten geçtiğimizde, Duman'ın kalabalıkta olmamamız için daha fazla ödeyerek gösterişli bir beach seçtiğini anladım. Çok kalabalık değildi, yakın çevremizde tek tük insan görüyordum. Onunla sıcak, beyaz kumların üzerinde denize yaklaşırken duraksayarak eğildim. Duman ne yaptığıma bakarken, ayağımdaki sandaletleri çıkarıp çıplak şekilde sıcak kumlara bastım.
"Kumlar sıcak Mahşer, ayakların yanmasın..."
Terliklerimi kumlara atarak parmak uçlarımda yükseldim ve onun boynuna asılıp ayaklarımı salladım. "O zaman beni denize kadar taşı."
Kolunu belime sarıp beni vücuduna yasladı ve denize doğru yürümeye başladı. Yumuşak rüzgârda dağılan saçlarını düzeltip ayaklarım yere basmazken uçuyor gibi hissettim. Kendimi onun kollarında serbest bırakmıştım.
"Şimdi ayakların suya değecek," dedi, elini gevşetirken. Dönüp arkama baktım ve denizin kumla karıştığını, dalgaların ufak ataklar halinde üzerimize geldiğini gördüm. Kollarımı ondan çekerek ellerimi göğsüne dayadım ve ayağıma çarpan suları ona doğru ittirdim. "Kızım, seksi bacaklarımı ıslatma," diye sızlandı.
"Tabii," dedim kafamı ona tutarken. "Kıllı kıllı, pek seksi..."
Bana kızgın kızgın baktığında denize döndüm. Duman tam arkamda dururken, denizin içine doğru birkaç yavaş adım attım. Toplu saçlarım geriye, Duman'ın yüzüne doğru uçuşuyordu. Gözlerimi kapatıp bu anın tadını çıkardım. Sonra dizlerimi kırıp eğildim ve yerden su alıp suratına fırlatmak için Duman'a döndüm.
Onun benden uzaklaştığını, telefonunu çıkardığını gördüm.
"Bir fotoğrafını çekeyim," dedi, ona atmak için avucuma aldığım sular parmaklarımın arasından akarken. Tamamen doğrulup ondan tarafa döndüm ve bu makul isteğine başımı sallayarak bir adım daha geriledim. Duman kameranın üzerinden bana bakarken, "Poz ver," dedi, göz kırparak.
Dudaklarımı yalayarak başımı salladım ve saçlarım uçuşup yüzüme çarparken gözlerimi kameraya odakladım. Elimi kaldırıp orta parmağımı kaldırdım ve Duman kameranın üzerinden bana bakıp, "Sen iflah olmazsın," dedi.
Omuzlarımı silktiğimde kamerayı tekrar yüzüme odakladı ve beni fotoğrafladı. Fotoğrafı çektiğini anladığımda elimi indirdim ama o kamerayı indirmeden beni farklı hallerde fotoğraflamaya devam etti. Islak ayaklarımla kumların üzerinde yürüyüp yanına giderken Duman art arda fotoğrafımı çekti.
Eğilip yerden aldığım kumları ona fırlattım. Duman bu hareketimi görmediği için saldırım karşısında savunmasız kaldı. Kumlar yüzüne çarptığında elini hızlıca yüzüne götürerek sinirle bağırdı. Hızla doğrulup arkamı döndüm ve denize doğru koşmaya başladım. Arkamdan koştu ve ben daha denize giremeden belimden yakaladı. Ayaklarımı yerden kesip ters döndürdü ve havaya kaldırıp ardından denize attı.
"Duman..."
Haykırıp denize düştüm ve sularla, kumlarla boğuşurken onun güldüğünü duydum. Tabii ki bu halimden zevk alıyordu. Boğuşmayı bırakıp kafamı denizin içinden çıkardım ve soluk soluğa ona baktım. Ellerini beline dayamış, dudaklarını yalıyor, zevkle bana bakıyordu. Islak saçlarımı yüzümden geriye atıp bir anda onun pantolonunun paçasına asıldım ve Duman'ın en hazırlıksız yakalandığı an onu da denize çektim. Dengesini kaybederek üzerime düştü ve ikimiz de denizin içine çekilip gülüştük.
Hayatta yaptığım hatalardan birisi onu daha az güldürmekmiş meğer.
Denizden çıktığımızda kendimizi kumların üzerine attık ve uzanıp yüzlerimizi birbirine döndük. Yanağımızı kumlara yaslayıp ay ışığının altında birbirimize baktık. Âşığımın karşısında, ıslak şekilde uzanıp akan makyajımla ona baktım. Duman da farklı bir şey yapmadı. Dalgalar ayaklarımıza, rüzgâr vücutlarımıza çarparken gözlerini bile kırpmadan beni izledi. O beni izledikçe hafifleyip tüy gibi kaldım.
Siz hiç aşkın delisi oldunuz mu? Kemiklerinize kadar ama? Hücrelerinize kadar… Soluğunuza kadar... Gününüze, gecenize kadar... Âşık olmak değil bu, aşk olmak.
Orada uzanıp gecenin karanlığı içinde, dalgaların ve kalplerimizin sesini dinleyerek gece yarısına kadar durduk. Sonraysa, plajda kimse kalmadığında ayaklanıp evin yolunu tuttuk. Duman eğilip beni kucakladığında hiçbir şey demedim ve kafamı arkaya yatırarak kollarında hareketsiz kaldım. Saçlarım aşağıya doğru sarktı ve Duman sokaklar boyu ilerlerken ona beni darmaduman ettiğini söyledim.
Güldü.
Evin olduğu sokağa girdiğimizde kucağından atladım. Ayakkabılarımı elimde tutmaya devam ederek kapıyı açmasını izledim. Kapıyı açtı ve yanağıma bir öpücük bırakarak beni içeriye buyur etti. Beraber kapıdan içeriye girdiğimizde yavaşça havuza doğru yürüdüm. Havuzun kenarında durup suyun üzerindeki gölgeme bakarken, Duman da evin kapısını açıyordu.
Sudaki dalgalı yansımama bakarken, ansızın içimi bir karanlık kapladı. Genelde karanlığın zaten her hücremde olduğunu, hiçbir güzel şey düşünmeme izin vermediğini bilirdim. Aşk, sevgi, iyilik vakit kaybı gibi gelirdi; zaten bunları hissetmeyi isteyen de yok. Fakat bugün kendimi serbest bırakıp tüm bu şeyleri hissetmiştim ve günün sonunda, şimdi burada, bu duyguların yoğunluğunda bocalıyordum.
Bir anda gözlerimden yaşlar boşaldı.
Neden oldu bilmiyorum, sadece oldu işte. Duman hastanedeyken bile böyle hüngür hüngür ağlamak istememiştim ama her nedense tam şu an bunu yapmak istiyordum. Ağlamak huyum değildi, binde bir bile başıma gelmezdi ama sanırım son zamanlarda yaşadıklarıma karşı bir tepkiydi şu anki gözyaşlarım.
"Mahşer?"
Duman'ın kapıyı açıp bana seslendiğini duydum ama buna rağmen ondan tarafa dönmedim. Tepkisizliğime karşın yanıma doğru yürüyerek arkamdaki yerini aldığında, kolları etrafıma dolanıp karnımın üzerinde birleşti. Henüz ağladığımı fark etmiş değildi, fark etmesi için bir sebebi de yoktu; yüzümü görmüyordu. Ellerim iki yanımda sallanırken, "Mahşer," dedi bir kez daha. "İçeriye girmeyecek misin?"
Sıcak damlalar gözlerimden aşağıya yavaşça akıp çenemde kayboldu. "En son ne zaman ağlamak istedin?" diye sordum sessizce.
Sesimin tınısından da belli olmuyordu ağladığım, sadece yüzümden damlalar akıyordu.
"Çok uzun zaman olmadı, çok çok yakın bir zamanda çok çok ağlamak istedim."
Gözyaşımın tuzlu tadını dudağımda hissederek gözlerimi sımsıkı yumdum. Dünya en fazla ne kadar mı karanlık olabilir? Duman'ın ağladığı kadar. Dudaklarımı sertçe ısırarak, "Tahmin edeyim mi?" ciye sordum sessizce. "Ne zaman ağlamayı istediğini?"
Beni kendine biraz daha bastırarak tüm boşluklarımı varlığıyla doldurdu ve nefesi saçlarımın arasında yavaşça kayboldu. Gözler kapalıyken duygular daha derindi.
"Lütfen.”
Duman'ın en son ağlamayı istediği zaman... Gözlerimin önüne birden fazla sahne düştü. Duman'ı ağlatmayı isteyecek kadar etkili olan yaşanmışlıklar... Yaşanılanlara bakarsa çok fazla şeye ağlamak istemiştir ama en çok... Dudaklarımdaki gözyaşını silerek bir tahminde buldum. "Kalbin bulunduğu zaman mı?"
"Hayır," dedi ve söylediği kelimeyle eş zamanlı olarak elinin birisi yanağımı kapladı. Tenime göre daha soğuk olan parmakları sıcak damlalarla buluştu ve gözyaşlarımı sertçe sildi. "Ben çok çok yakın bir zamanda ağlamak istedim. Bir dakika kadar önce, sen soruyu bana sormadan hemen önce, ağladığını hissettiğimde..."
Gözyaşlarımı hissedemeyeceğini düşünmüştüm, yanılmışım. Elini, gözyaşlarımı silerek yüzünden çektikten sonra tekrar belime koydu ve iki eliyle birden beni kendine çevirdi. Hızla başımı önüme eğerek yüzümdeki yaşları soğukkanlılıkla silmeye çalıştım ama bir kez avcıya yakalanmıştım. Beni kendine yaslayıp elini tekrar yüzüme koydu ve çenemden tutup kaldırdı. Birbirinden farklı renkteki gözlerimiz birleşti ve onun gözlerine baktığımda hep hissettiğim bir şey hissettim.
Aşkın duman halini.
Ben ondan kısaydım, bu yüzden bana ulaşmak için alnını alnıma koyup dudaklarını sol gözümün altına bastırdı. Göz çukurumdu orası, ıslak ve tuzluydu. Orayı öptükten sonra diğer gözümün altını öpüp aynı çizgide aşağıya ilerledi ve dudağımın kenarından öperken, nefes nefese kaldı. "Neden ağlıyorsun sevgilim?"
"Yalnızca... insan olduğumu hatırladım."
"Mahşer..."
Sesi, nefesiyle birlikte dudaklarımın arasına sızdı ve daha bir şey demeden dudaklarımı kavrayıp beni öpmeye başladı. İnsan olmanın, âşık bir insan olmanın verdiği tüm hislerle birlikte ona karşılık verip dudaklarına sokuldum. Ellerini belimin iki yanında kaydırarak kalçama yerleştirdi ve ayaklarımı yerden kesip beni kendine yasladı.
Kollarımı boynuna sararak bacaklarımı yukarıya kaldırdım ve belinin etrafına dolayarak ona tutundum. Gözlerimi ardına kadar kapatıp kollarımla adeta onu kendime kilitledim. O beni kucağında taşırken dudaklarının her yanından öptüm.
Adımlarının yavaşladığını hissettiğimde gözlerimi açtım ve Duman'ın hamağa doğru yerleştiğini gördüm. Nefes alabilmek için benden uzaklaştı ve hamağa yerleşip beni de yanına yerleştirdikten sonra kafasını geriye çekip arkaya yasladı. Ellerimi boynundan çekip göğsüne yasladım ve kucağında oturarak yukarıdan ona baktım. Elinin birini çıplak bacağıma koydu, diğerini kolunun arkasına yasladı ve derin, düşünceli gözlerle bana baktı.
"Çok dengesizsin ne zaman ne yaptıracağını kestiremiyorum Mahşer."
"Biliyorum, hatta bazen bipolar olduğumu bile düşünüyorum."
"Psikolog Hanım, kendinize teşhis mi koydunuz?"
Omzumu silkerek ellerimi tişörtünün yakalarında dolaştırdım. Burada olmak, onunla yüzeysel değil de içten bir şeyler konuşmak hoşuma gidiyordu. "Belki de dengesiz değilim Duman, her şeyi yapabilecek olan birisiyim."
"Doğru," dedi itiraz etmeden. Bacağımı, yanık tenimi okşuyordu. "Çok az şey dışında geriye kalan her şeyi yaparsın."
"Yapmayacağımı düşündüğüm şeyleri bile yaptım," dedim, elimi boynundan aşağıya kaydırarak. Kalbine götürdüm ve avuç içimi tam kalbine bastırarak gözlerinin içine baktım. "Sana tekrar âşık oldum."
Kalbi hızlı hızlı attı.
Alay eder gibi güldüm. Bu da benim beni kendisine böylesine âşık ettiği için ondan aldığım intikamımdı. Elini elimin üzerine bastırarak, kalbimdeki yerinden emin şekilde konuştu. "Bana tekrar âşık olmadın, insan olduğunu hatırladın."
İnsan olmak da bana, sana âşık olduğumu hatırlattı.
İnsan, ölmeden, hikâyesi son bulmadan önce bir kez de olsun hikâyesinin başladığı yere dönerdi. Aslında o yüzden, o kanlı ve vahşet dolu geceden sonra bir şekilde onu göreceğimi hep hissetmiştim. Onunla olmadan, ona kavuşmadan, aşkın duman halini almadan onu göreceğimi biliyordum. Ve onu gördüğümde insan olduğumu hatırlayıp bu aşkı hissedeceğimi de...
Benim için insan olmak, sana olan aşkı hatırlamak.
Senin için ağlamak,
Senin için iyi birisi olmak.
Duman zor olsa da hamakta yana kayarak beni göğsüne çekti ve başım koluna düşmüş oldu. Bacaklarımı ileriye uzatarak onun bedenine uyum sağlarken, Duman bugün bir kez daha telefonunu cebinden çıkardı. Ekrana baktım ve kamerayı açtığını görerek yanağımı omzuna yasladım. Duman telefonu ileriye uzatarak ekranı yüzlerimize odakladı. Karanlıkta yüzlerimizin seçilmesi için flaşı açıp bana döndü.
"Gülümse," dedi, nefesi dudaklarıma çarparken.
Birden fazla anlamla gözlerinin içine baktıktan sonra yanağımı omzuna daha sıkı bastırdım. Onunla aynı anda başımı kameraya çevirdim. Kendimizi kamerada görmek beni afallattı, çünkü uyumlu ve hoş görünüyorduk. Aynalara bakmaya utanıp yüz çeviren ben... Onunla aynı karede olmayı çok sevdim. Kolumu etrafına doladım, onunla aynı anda kameraya gülümsedim; insan olduğumu hatırlayarak. Duman bu anı fotoğraflayarak ölümsüzleştirdi ve o fotoğraf yaşadığımız en güzel anlardan birine ait olarak tarihe geçti.
BÖLÜM SONU.
Yorumlar yükleniyor...