28. BÖLÜM
"REDDEDİLİŞ"
Kalbimi herkese karşı korudum, korumadığım tek kişi tarafından incitildim.
Hissettiğim mahcubiyet, beni insan olmaktan bile utandırdı.
Rüzgârda dönen alev gibi, tüm acı verici düşünceler zihnimin içinde dönüyor ve büyüyerek çoğalıyordu. Kendimi gördüğüm şeylere ikna etmek dakikalarımı almıştı ve o andan beri de gözyaşı döküyordum. Hazer bilgisayarı kapatmış, gördüğü şeyleri benim kadar şaşkınlıkla karşıladığı için ağzını açamamıştı. Kerem de üzüntümüzü paylaşmış, hiçbir şey demeden bilgisayarı aldığı gibi gitmişti.
Dönüp Hazer’in yüzüne bakamıyordum. Suçum olmadığını biliyordum ama suçlu hissediyordum. Hazer bana gücenir miydi bilmiyorum ama tüm kalbimle bunun olmamasını diliyordum.
İç geçirerek ellerimle yüzümü sildiğimde, "Benden saklanman hiç hoşuma gitmedi," dediğini duydum Hazer'in. "Eğer ağladığında hissettiğim üzüntüyü puanlayacak olsam on üzerinden on verirdim."
Ağlamam karşısında böyle büyük bir üzüntü hissettiğini söylemesi beni daha da duygulandırdı. Battaniyeyi hafifçe çekerek yüzümü açığa çıkardım ve ıslanmış kirpiklerimin altından ona baktım. Hâlâ olduğu yerde, yakınımdaydı. Derin bakışları ıslak yanaklarımı izlerken, "On üzerinden on mu?" diye sordum, biraz şaşkınlık yaşayarak. "Bu büyük bir sayı."
Hazer'in bakışları şaşkınlığımla biraz yumuşadı ve orta sehpaya uzanıp temiz bir peçete aldı. Gözyaşlarımı temizlerken sesli biçimde yutkundu. "Mesela elin aniden demliğe değer ya da sıcak bir tencereye... Canın yanar ve orası hemen kızarır. O an hissettiğim acı bile on üzerinden altı falan... Ama sen ağladığında hissettiğim üzüntü on üzerinden on. Yemin ederim böyle."
"Ağlamamaya çalışacağım, üzülme.”
Dudağının kenarı kıvrıldı. "Bir öpücük verirsen üzülmem."
Duraksadım ve fırsatçılığı karşısında kaşlarımı çattım. Hazer ne yaptığını anladığımı gördüğünde bana göz kırptı ve yanakları kızardı. Bakışlarını kaçırıp yüzümdeki ıslaklığı elindeki peçeteyle silerken onu biraz daha utandırmamak için sükûneti seçtim. Peçeteyi çenemden kaydırarak benden uzaklaştırdığında duygularımı doğru kelimelerle ifade etmeye çalıştım. "Gazel adına çok çok özür dilerim," dedim ve aceleyle ekledim. "Rica ederim bana gücenme."
"Gazel'e çok öfkeliyim," dedi. Gazel’in böyle bir şeye sebep beni çok üzdü. "Fakat bu öfkenin seninle hiçbir alakası yok."
Kafamı anlayışla sallarken, "Bunu neden, nasıl yaptığını anlayamıyorum," dedim. Hâlâ dehşet içindeydim. "Başına gelenleri ona anlattığımda gerçekten üzüldü, hatta kimin yapmış olabileceğini sordu. Aklım almıyor, düşündükçe başıma ağrılar giriyor..."
"Ben de anlamıyorum," dedi Hazer, sesi gerçekten bu anlamsızlığa olan şaşkınlığını gösteriyordu. "Ben ona ne yaptım ki?"
"Elbette bir şey yapmadın. Hatta ona iyi davrandın. Gazel'se... Nasıl bu kadar şuursuz davranabilir anlamıyorum! Çok kızdım ona. O benim dostum… Senin için havalara uçtuğumu bilirken nasıl yapar bunu..."
"Benim için havalara mı uçuyorsun?" Hazer'in beklenmedik cümlesi duraksamama, ardından kurduğum cümleleri fark etmeme sebep oldu ve gözlerim hafifçe irileşti. "Ben de öyleyim!"
Bakışmamız uzadı ve bu anı yaşarken tek kelime edemeyerek sonunda başımı önüme eğdim. Hazer neredeyse başımın üzerinde derin bir nefes aldı ve utancımı anlayışla karşılayarak konuyu değiştirdi. "Bacakların çok uzun."
Eh, tabii bu beni biraz daha utandırdı.
Hazer de bunu demeyi planlamamış gibi kısa bir duraksayış yaşadı ve ardından, "Affedersin," dedi ama affedilecek hiçbir şey yapmamıştı. "Gracias," dedim, bunu bir iltifat gibi karşılayarak. "Tanrı beni dansa âşık olarak yarattı ve sanırım ölçülerimi de böyle seçti. Yani... bale yapabilmem için boyumun uzun olması gerekiyordu, öyle de oldu."
"Çok iyi olmuş yani. Boylarımız da birbirine yakın... Uyumluyuz.”
Evet, ben de boylarımız birbirine yakın olduğu için birbirimizle uyumlu olduğumuzu düşünmüştüm. Hatta aynanın önünde çekildiğimiz fotoğrafta gerçekten birbirine yakışan iki insan görmüştüm ve Han'ın da benimle aynı düşünmesi mutluluk sebebiydi. Fakat şu an bu mutluluğu yeterince hissedemiyordum, yine de hevesini kırmaktan korkarak, "Öyleyiz," diye fısıldadım.
İçini çekti. "Sesin hâlâ çok üzgün."
"Bunu atlatamıyorum," diye kabul ettim, sesimi metanetli olmaya zorluyordum. "Sana, bana, kendisine, hatta Behram'a bunu yapmasını kabul edemiyorum. Onunla konuşmam lazım. Hatta hemen şimdi..."
Coşkuyla koltuktan fırladığımda Hazer bocaladı ve hemen ardından yavaşça dirseğimden tutarak hızıma yetişti. "Mila, nereye gidiyorsun? Çok geç, seni bu saatte asla yalnız bırakmam. Sakin ol önce. Bu gece burada kal, sabah seni bırakırım."
Gazel'e söylemek ve sormak istediğim çok şey vardı, olan biteni öğrenmeden nasıl gözüme uyku girecekti? "Haklısın. Belki de sağlıklı düşünemiyorum. Ama işte çok üzüldüğünü görünce... Hayal kırıklığı içindeyim, kalbim acıyor."
Hazer tamamen doğruldu ve tam karşımda durarak daha önce defalarca kez yaptığı gibi başını aşağıya eğerek gözlerimi yakaladı. "Kalbin çok toy, hemen acıyabildiğini biliyorum," dedi nazikçe. "Bir sebebi muhakkak olmalı. Kendini, düşünerek ve ağlayarak daha fazla yorma. Gel odamıza... Odaya çıkalım. Dinlen biraz."
Başımı salladığımda elini belime yerleştirdi ve merdivenlere yürümem için teşvik etti. O yanımdayken karanlıktan ürkmedim ve kolunu sırtımda hissederek merdivenleri çıktım.
Koridora çıktığımızda Hazer yavaşladı. "Elini yüzünü yıkamak ister misin?"
"Si."
Beni serbest bıraktığında koridorun sol tarafındaki misafir banyosuna ilerledim. Bir an sonra Hazer de durmaya son vererek odasına geçti. Uzanıp suyu açtım ve kızaran yüzüme birkaç kez soğuk su çarptım. Soğuk, duygularımı ayaklandırabilirdi. Yüzümdeki sıcaklık azaldığında kendimi daha iyi hissettim ve kafamı kaldırıp aynaya baktım.
Çillerim, yüzüm kızardığı için daha belirgindi.
Koridora çıktığımda Hazer'in odasının kapısına baktım; kapı biraz açıktı ama Han bakış açımda değildi. Onu rahatsız etmeyi istemediğim için doğrudan karşıdaki misafir odasına ilerleyip içeri girdim. Işığı derhal yakarak kapıyı kapattım ve dolaba yaklaştım. Hazer’in aldığı gecelik takımını çıkararak üzerimdeki günlük kıyafetlerimden kurtuldum.
Yorganı kaldırıp yatağa girdikten sonra başımı yumuşak yastığa bırakarak ellerimi yanağımın altında birleştirdim. Duygularınız, çok sevdiğiniz biri tarafından kırılınca demek böyle hissediyordunuz.
Yastığı avcumun içinde sıktım ve alnımı kırıştırdım. Karanlıkla dövüşemiyordum çünkü o kadar yoğundu ki onu göremiyordum. Vücudum soğuk çarşaflara alışmaya çalışırken yorganın altına saklandım ve aynı saniyelerde odanın kapısına vurulduğunu duydum.
"Safir Mila?"
Hazer'di ve ancak beni gördükten sonra uyuyacağını hissetmiştim. Bu yüzden şaşırmadım ve onu içeri davet ettim. "Gel lütfen Hazer."
Kapıyı araladı ve içeri bir adım atarak bakış açıma girdi. Gözleri doğrudan beni bulduğunda kapının ağzında bir an kadar durdu ve sonra ağır adımlarla ilerledi. Yatağın ucuna kadar geldi ve ensesini kaşıyarak, bana daha yakın olabilmek için tek dizinin üzerine eğildi. "Bana iyi geceler demeden uyumayı mı düşünüyordun?"
"Affedersin, pek kendimde değilim."
Hazer’le aramızda altına imza atılmamış bir madde var gibiydi. Birbirimizin evinden, yanından asla vedalaşmadan, haber etmeden uzaklaşmıyor, ayrılmıyorduk. Belki de bu yüzden yanıma geleceğini hissetmiştim. Hazer kısmen öldürücü olan yaralarımı iyileştirmek ister gibi belli belirsiz gülümseyerek, "Biliyorum," dedi ve ardından o erkeksi sesiyle devam etti. "O yüzden ben geldim."
İyi ki geldin Hazer. Hayatıma.
"O zaman iyi geceler dileyeyim sana," dedim yumuşak bir sesle.
"Dile bakayım."
Bakışlarım tekrar onunkilerle birleşti ve o şarkı çalmaya başladı. Bu şarkının bizim için çaldığını biliyordum fakat artık tek değil, onunla dans etmek istiyordum. "Umarım güzel rüyalar görürsün," dedim ve altdudağımı dişlemeden önce ekledim. "Buenas noches mi vida."
"Bu kelimenin anlamına bakmamak için kendimi çok zor tutuyorum," dedi Hazer ve bakışları gözlerimden düşerek yüzümün aşağısına indiğinde ciğerimdeki hava çekilmiş gibi hissettim. Eli havaya kalktı, bir anlık tereddüt yaşadı ve ardından parmakları yüzüme yaklaşıp dudağıma yerleşti. Sıcak dokunuşuyla irkildim ve Hazer altdudağımı aşağıya doğru çekiştirerek dişlerimin arasından kurtardığında gözleri birkaç ton koyulaştı. "Sana da... güzel geceler."
Bir çırpıda oturduğu yerden kalktı ve bana daha fazla bakmadan arkasını döndü. Seri adımlarla ilerlerken parmaklarımı dudağıma, onun dokunduğu yere yasladım. Hazer kapıdan çıktı ama kapıyı örtmeden önce bir anlık duraksayış yaşadı. Nabzım hızlandı ve kalbim beklenti içinde sıkıştı. Tanrı bu şarkıyı bizim için seçmiş gibiydi. Hep duymak istiyordum. Yutkundu, "İyi geceler," dedi ve kapıyı çekip gitti.
✨
Hazer’le kahvaltı ediyorduk.
Han'ın maddi kazancı epey yüksekti ve ona göre yaşıyordu. Nezih mekânlara gitmeyi, iyi bir evde, iyi şartlarda yaşamayı seviyordu ama yeterince mutlu görünmüyordu. Beni kahvaltıya getirdiği mekân da oldukça nezih, şık bir mekândı ve yuvarlak bir masada karşılıklı oturuyorduk. Hazer aslında Kerem'i de çağırmış, kahvaltı etmesini istemişti ama Kerem, Leyla’yla konuşmak için arabada kalmıştı. Bugün randevuları vardı. Han her ikimiz için de bir kahvaltı tabağı söylemişti ve dakikalardır sessizce tabaklarımızdakileri yiyorduk. Doğrusu iştahım olmadığı için ben pek yemiyordum.
Bugün yine aynı kıyafetleri giymiş, saçlarımı aynı şekilde, kurdeleyle bağlamıştım. Mutsuz hissediyordum, bu da iştahımı kesiyordu. Gazel’le ilgili olan biteni düşünerek çatalımı tabağın kenarına bıraktım ve parmaklarımla boynumdaki kolyeye dokundum.
"Kolyeni sevdin mi?"
Başımı kendisine çevirdiğimde lokmasını sakince çiğneyerek beni izlediğini gördüm. "Çoook," dedim o harfini uzatarak ve ona karşı bir daha minnet duyarak. "Kolye, bileklik, yüzük... Takmayı severim."
Elini çenesine dayadı ve gözlerini elime indirerek, "Demek yüzük seversin," dedi düşünceli bir sesle.
"Si," dedim parmaklarımı gergince kıpırdatırken ve nedendir bilinmez heyecanlanarak bir pervasızlık yapıverdim. "Sen de sever misin?"
Dudaklarının seğirdiğini gördüm. "Hayır Mila, erkekler hanımlar kadar sık yüzük takmaz." Çenesini kaşıdı. "Evlilik yüzüğü dışında."
Başımı sakince sallayarak kolyeyi tutmaya devam ederken, "Peki küpe takar mısın?" diye soruverdim.
Hazer hıh gibisinden bir homurtu çıkardı. "Sence?"
Yanaklarım pembeleşmiş olmalıydı. "Takmazsın."
"Aynen öyle balerinim."
Bana böyle hitap etmesi içimi sevinçle dolduruyordu ve açıkçası bunu belli etmemek zordu. "Benim bir erkek arkadaşım vardı, o takıyordu," dedim ve aynı zamanda Hazer'in dudaklarının sımsıkı kapandığını gördüm. "Yani öyle bir arkadaş. Hatta benim bile değil, Gazel'in arkadaşıydı. Çocuğun göz rengini bile bilmem, o kadar tanımıyorum. Fakat küpe taktığını görmüştüm."
"Tercih meselesi," dedi Hazer, bunca gereksiz konuşmamdan sonra. "Görüşüyor musunuz hâlâ?"
"Hayır, Salih lise arkadaşıydı sadece."
Yanaklarım biraz daha kızardı ve Hazer'i yanaklarıma gülümserken buldum. "Acaba on altı yaşındayken nasıl görünüyordun…" diye fısıldadı daha çok kendi kendine. "Acaba neleri kaçırdım, benim kaçırdığımı kimler gördü..."
"Han..."
"Fotoğrafın var mı o yaşlarından?"
Evet, birkaç fotoğraf vardı. Bunu Hazer’le paylaşmak için dudaklarımı araladığımda onun bakışları omzumun üstünden arkaya çevrildi ve afallamış göründü. İçini çekerek derhal ayağa kalktığında olan biteni anlamak için başımı arkaya çevirdim ve Bahar Hanım'ın buraya yürüdüğünü gördüm.
Hazer mırıldandı. "Aman Hazer'i salmayın..."
Bahar Hanım'ın gelişini sevinç ve şaşkınlıkla karşılayarak ayağa kalktığımda o da yanımıza vardı ve çantasını boş sandalyeye bırakırken, "Merhaba kuzularım," dedi. Ben tedirgin şekilde gülümserken kollarını açtı ve Hazer'den önce bana sarılarak beni biraz şaşırttı. "Ay güzel kızım benim, nasıl özlemişim..."
Sarılmasını aynı sevecenlikle karşılamaya çalışarak kollarımı kendisine doladığımda Hazer'in homurdandığını duydum. Bahar Teyze güzel bir parfüm kokuyordu, saçlarını sade bir topuz yapmıştı. "Ben de sizi özlemişim," diye karşılık verdim.
"Hazer’le konuştuk, burada olduğunu söyledi. Ben de yakınlardaydım, uğrayıp sizi göreyim istedim."
Benden uzaklaşıp Hazer'e sarıldığında Hazer'in yanında ne kadar kısa kaldığını fark ettim ve aralarındaki boy farkına tebessüm ettim. Hazer eğilerek annesinin yanağına bir öpücük kondurdu. "Buralarda olman ne büyük tesadüf anne."
Bahar Teyze onun omzuna vurdu. "Ay tamam, evden çıkıp geldim."
Kısa bir gülüşme yaşandı ve Hazer onun için bir sandalye çekti. Üzerindeki yünlü, yeşil renkli kabanını çıkarırken ilgiyle beni süzüyordu. "Nasılsınız?" diye sorduğumda, kabanını kenara bıraktı ve nazikçe beni cevapladı. "Sizi bir arada görünce... pek iyi oldum."
Ne diyeceğimi bilemeyerek gülümsediğimde Hazer alçak sesle mırıldandı. "Ne kadar işini bilen bir kadınsın anne ya..."
Bahar Teyze gülümseyerek Hazer'in dirseğine vurdu. "İlahi Hazer, ne diyorsun evladım."
Hazer gerçekten annesiyle mücadele ederken bir çocuk gibi huysuzlanabiliyordu. Hazer'in gözleri gülüşümde oyalanırken, "Ne güzel görünüyorsun Safirciğim," dedi Bahar Teyze ve böylelikle bakışlarım kendisine çevrildi. "Kazağın pek yakışmış, eteğin de öyle."
"Teşekkür ederim. Siz de çok güzel görünüyorsunuz."
"Siz deme artık," diyerek uzanıp masanın üzerindeki elimi tuttu. Gerçekten çok hoş, zevkli bir kadındı. "Bahar Teyze de, anne de, istersen Bahar bile diyebilirsin."
Beni gerçekten benimsemiş, sevmişti. Bunun vermiş olduğu huzurla başımı salladım. "Olur... Bahar Teyze."
Hazer'in bir garson çağırdı. Bahar Teyze’nin ilgisi hâlâ bendeydi. "Görüşmeyeli neler yapıyorsun?" diye sordu. "Dansa devam mı?"
"Tabii," dedim büyük bir coşkuyla. Dans, hayatım boyunca durmayacaktı. Durursa hayatım da dururdu. "Hatta müzikal davetiyelerimiz basıldı. Size de vermek isterim, mutlaka gelin. Beni çok mutlu edersiniz."
"Elbet geleceğim," dedi ve hasretini çektiğim şeyi biliyormuş gibi merhametiyle beni mutlu etti. "Kızımın bu güzel gününü kaçırır mıyım?"
Kızımın.
Yıllardır çektiğim anne hasreti göğsümde kabardı ve bu sıcak yaklaşım beni duygudan duyguya sürükledi. Hazer'in bakışlarını üzerimde hissederken titreyen elimi Bahar Teyze’nin elinin üzerine koyarak minnetimi ifade etmeye çalıştım. "Annemin orada olmasını çok isterdim ama biliyorum, hiçbir dansımı izlemeyecek. Senin orada olup benimle gurur duyman... Kusura bakmayın, duygulandım..."
Parmağımla ıslak kirpiklerimi silerken Bahar Teyze’nin yüzünden üzüntü dolu bir ifade geçti ama bunu hemen gizleyerek daha içten bir sevgiyle bana baktı. "Bir kızım olmasını çok istedim ama nasip olmadı. Sen de bu saatten sonra benim kızım sayılırsın tamam mı?" Bakışlarını Hazer'e çevirdi ve tehditkâr gözlerle ona baktı. "Kızımı üzmeye kalkarsan külahları değişiriz Hazer Bey, o Ankaralı ağır abi ayaklarından süt dökmüş kediye çeviririm seni haberin olsun."
Hazer pes dercesine annesine baktığında biraz mahcubiyet duyarak omuzlarımı silktim. Neyse ki Hazer bundan memnuniyetsiz görünmedi ve ummadığım bir şey yaparak masanın altından ayağıma vurdu. İrkildim ve ayakkabısının burnunu çorabımda, bacağımda hissederek gözlerimi kocaman açtım. Hazer keyifle gerindi ve hiçbir şey olmamış gibi annesine döndü.
"Bu arada Safirciğim, bir kardeşin varmış."
"Evet, adı Leo."
"Seninle mi yaşıyor?"
Aslında hayatımı merak etmesi hiç problem değildi ama başımdan geçenleri ona nasıl anlatacağımı bilemiyordum. " Yetimhanede kalıyor," deyiverdim ve bu üzücü gerçeği hazmetmesini bekledim. "Onu yanıma almayı çok istiyorum ama... şartlar el vermiyor."
"Kuzum benim," dedi elimi daha sıkı tutarak. "Anlıyorum, zor bir hayatın olmuş," diye devam etti. Sesi içtendi. "Eminim çok tatlı bir kardeşin vardır, Hazer kardeşinin Mustafa ile akran olduğunu söylemişti."
Leo ve Mustafa'nın yan yana görüntüsünü hatırlayarak neşelendim. "Evet, çok da iyi anlaştılar."
"Harika!" Elimi bıraktı ve daha memnun şekilde sandalyesine yerleşti. "Olacak bu iş olacak."
Onun heyecanını sanırım artık anlıyor, hatta imasıyla utanıyordum. Saçlarımı parmağıma dolayarak bakışlarımı karşımdaki adama çevirdim ve onun annesine güldüğünü gördüm. Benim bakışlarımın farkına vararak kafasını bu tarafa çevirdi ve aynı anlarda bacağımda az önceki baskıyı hissettim. Han ayakkabısının burnunu ayak bileğime sürttü ve sonra sanki yanlışlıkla olmuş gibi, yalancı bir mahcubiyetle bana baktı. Resmen oynuyordu.
Bahar Teyze yanımıza gelen garsona siparişini verirken alçak sesle onu uyardım. "Han..."
Ne yaptım ki? der gibi omuzlarını silktiğinde bir daha aynı şeyi yapmaması için bacaklarımı kendime çektim. Bunu fark edip etmediğini bilmiyordum ama ayakları masanın altında kıpırdanmaya devam etti. Kendi ayaklarımı sandalyenin altına sakladığım sıralarda Bahar Teyze’nin sandalyesinde sıçradığını gördüm. "Ay Hazer, ne yapıyorsun oğlum?"
Annesinin ayağına denk gelmişti.
Bunu fark ettiğimde gülme hissi boğazıma kadar tırmandı ve Hazer'in yüzündeki şaşkınlık ifadesi silinmeyecek şekilde hafızama kaydoldu. Aceleyle koltuğunda dikleşerek kendisine çekidüzen verirken homurdanıyor, utanmış görünüyordu. Bakışlarımı kaçırmama fırsat kalmadan ona güldüğümü gördü ve bir çocuk gibi yanaklarını şişirerek başını önüne eğdi.
Aramızda bir daha sözlü veya bakışma dolu bir an yaşanmadı. Hazer'in geç kaldığını anlamıştım ama bizi bırakıp gitmiyordu. Tabağını bitirdiğinde Bahar Teyze bana başka sorular sordu ve hepsini nezaketle cevaplamaya çalıştım. Bana annemi ve babamı sorduğunda ona annemin tedavi için hastanede yattığını, babamınsa öldüğünü söylemiştim ve şükürler olsun ki Bahar Teyze daha fazla soru sormadan başsağlığı dilemişti.
Gerçekten kızıymışım gibi saçlarımı okşamıştı.
Annemse daha iki gün önce saçlarımı çekmişti…
Bir ara yanağıma ne olduğunu sormuştu ama ben bunu annemin yaptığını söyleyemediğim için Hazer araya girerek bir kaza yaşandığını söylemişti. Dün bana aldığı merhemi sabah arabada vermişti, bale yapmadan önce o merhemi sürecektim. Saçlarımla yüzümü kapattığımda Bahar Teyze her türlü çok güzel göründüğümü söyleyerek aslında birini azıcık bile olsa mutlu etmemiz için birkaç kelimenin yeterli olduğunu göstermişti.
Ayrılarak arabaya yerleştiğimizde Bahar Teyze ön koltuğa yerleşmiş, yine arka koltukta Hazer’le oturmamızı sağlamıştı. Hazer beni Gazel'in yanına bırakacaktı. Bu yüzleşme için beni çok korkutuyordu. Öyle ki araba hareket etmeye başladığında midem bulanmış, kulaklarım uğuldamaya başlamıştı.
Bahar Teyze'yi yol üzerinde, güzel vitrinli bir mağazanın önüne bıraktığımızda Hazer'i de beni de öpüp arabadan öyle inmişti. Yolculuğun kalanında aynı sessizliği korumuş, evime varana kadar mide bulantım, baş dönmemle savaşmıştım. Araba müstakil evimin önünde durduğundaysa camdan dışarıya, evime baktım.
"Safir?"
"Sen de gel. Yüzüne karşı yalan söyleyecek kadar riyakâr olamaz, buna inanamam."
Hazer’in ardından çıktım ve bahçenin kapısını açarak karların üzerinde yürüdüm. Kapıya vardım ve karnıma giren ağrılarla kapıya birkaç kez vurdum. Önce adım sesleri duyuldu, ardından sokak kapısı açıldı ve Gazel'in neşeli yüzü bakış açıma girdi. "Safir, hoş geldin canımın içi."
Onu gördüğüm an, videodaki o yüz de gözümün önüne geldi ve Gazel uzanıp beni kucakladığında bakışlarım donuklaştı. Gazel ona bir yanıt vermediğimi fark etti ve bir şeylerin yolunda gitmediğini anlayarak beni bıraktı. Hazer'in gergin soluğunu duyarken Gazel tekrar benimle yüz yüze geldi. "Sen... iyi misin?"
"Bize birkaç dakika verir misin?"
Hazer başını salladı ama gözleri oldukça temkinliydi. "İhtiyacın olduğunda buradayım."
Ondan ayrılarak tekrar Gazel'e döndüm. Anlamamış, şaşkın görünüyordu. Hayal kırıklığı genzimi yaktı ve Gazel'in konuşmak için araya girdiğini görürken elimi dirseğine yerleştirerek onu içeri çekiştirdim. "Safir, neler oluyor Allah aşkına?"
Oturma odasına girdim ve kapıyı tam kapatmadan salonun ortasına ilerledim. Gazel'in kolunu bırakıp ona doğru döndüğümde hâlâ masum ve ürkmüş görünüyordu.
"Nasıl... Nasıl hiçbir şey olmamış gibi davranabiliyorsun?"
Kaşlarını kaldırdı. "Ne oldu ki?"
Nasıl böyle soğukkanlı görünüyordu? İnanılmazdı! O böyle biri değildi, neler olmuştu?
"Anladık işte, hâlâ neyi inkâr ediyorsun?" dedim sesimi engel olamadığım şekilde yükselterek. "İtiraf etsene!"
Kafası karışmış gibiydi. "Safir, neyi itiraf edeyim? Yemin ederim hiçbir şey anlamıyorum."
"Öğrendik, gördük Gazel! Yalan söyledin, beni ve Hazer'i incittin!" Gözyaşımı silerek ona doğru bir adım attım. "Atölyeyi yerle bir ettin!"
Onu yumruklamışım gibi sersemledi. "Ne?"
"İnanılmazsın!" Dehşete düşmüştüm. "Hâlâ numara yapıyorsun…"
"Ya n'oluyor?" Sesini yükseltti ve gözleri kocaman açıldı. "Ne demek atölyeyi yerle bir ettin? Safir, nasıl böyle bir şey düşünürsün? Kim dedi bunu sana? Nasıl inanırsın benim böyle bir şey yapacağıma?"
Tanrım! Neler oluyordu? Kafam karman çorman olmuştu. Kendi gözlerimle görmüştüm, aksi halde zaten ben de inanmazdım. Öfke içinde o atölyeyi dağıtmış, yerle bir etmişti. Fakat şimdi... o kadar dürüst ve şaşkın görünüyordu ki inanamıyordum.
"Görüntüleri izledik," dedim yakınarak. "Sen dağıtıyordun atölyeyi! Gazel, aklımı kaçıracağım! Sendin işte, neyi inkâr ediyorsun?”
"Hayır!" diye bağırdı her harfin üzerine basarak. Dehşet içindeydi. "Ben yapmadım! Yanlış görmüşsün, ben asla böyle bir şey yapmam. Dedim sana, o gece mahalleye gittim. Ben neden yapayım böyle bir şeyi Safir? Ben ya, ben!"
Hayatımın şokunu geçiriyordum sanki. "Görüntülerdeki sendin!"
O da benden farksız değildi, şok olmuştu. "Ne görüntüsünden bahsediyorsun?" dedi, gözleri yaşarmıştı. "Ben hiçbir şey yapmadım!"
"Hazer'in atölyesindeki kamera görüntülerini izledik," dedim. Sesim artık daha kısık, kaybolmuş gibiydi. "İçeri girip, tüm atölyeyi dağıtıyordun. Gazel, gözlerimle gördüm, aksi halde buna nasıl inanırım ki?"
"Nasıl olur?" Gazel'in sesindeki hiddet yerini anlamsız bir fısıltıya bıraktı. "Ben yapmadım ki…"
"Gazel..."
"Safir, yemin ederim hatırlamıyorum!" Ellerini yüzünden indirdi ve tüm yüzünün yaşlarla parladığını gördüm. Yanıma kadar geldi ve ellerini kollarıma koyarak beni sarstı. "İzledim diyorsun ama ben yapmadım, böyle bir şey hatırlamıyorum! O gece... mahalleye gittim, ailemi aradım, birkaç şey buldum. Sonra... Sonra... Eve gelmişim herhalde, uyandığımda koltuktaydım!"
Tüm bunlar neye işaretti, ne demek oluyordu? "Mahalleden dönüşünü hatırlamıyor musun?" diye sordum anlamaya çalışarak. "Gazel, unutmuş olamazsın ki!"
"Mahalleden dönerken taksiye bindim," dedi, düşünceleri ona acı veriyormuş gibi alnını kırıştırmıştı. "Sonrası boş... evde uyandığımı hatırlıyorum yalnızca. Ama o gerçekten bensem neden böyle bir şey yapayım ki? Nasıl yaparım?"
Ne yapacağımı bilemeyerek ona bakakaldım ama acısı o kadar gerçekti ki yardım etmeden duramadım. Gerçekten hiçbir şey hatırlamıyordu, bu elbette yaptığını hafifletmezdi ama tuhaf bir şeylerin olduğunu fark etmiştim. Sabrımı, sakinliğimi korumaya çalışarak onu tuttum ve koltuğa yönlendirdim. "Sakinleş," dedim. Kafam karışmıştı. "Evet, böyle bir şey yapman için sebebin yok tabii. Ben de izleyince şok oldum, çok kırıldım. Fakat şimdi... her şey çok garipleşti Gazel."
"Yapmış olamam, yapmış olamam..." Durmadan aynı şeyi tekrarlamaya başladığında endişe bedenimi sardı ve keder göğsümü daralttı. Ellerini saçlarının arasına sokarak dirseklerini dizlerine yasladı ve vücudu aynı şekilde sarsıldı. Ona yardımcı olamıyordum çünkü kendime de yardım edemiyordum. "Hatırlamıyorum, hiçbir şey hatırlamıyorum..."
Zaten aralık olan kapının biraz daha açıldığını gördüm ve başımı kaldırıp Hazer'e baktım. Fakat beni şaşırtan bir şey vardı çünkü Behram yanındaydı. Onun ne ara geldiğini anlayamadım ama yüzündeki ifadeye baktığımda her şeye kulak misafiri olduğunu anlamıştım. "Selamünaleyküm," diyerek bakışlarını kaçırdı. Sesi üzüntü ve belirsizlikle doluydu. "Kusura bakmayın, kulak misafiri ol..."
"Beh... Behram..."
Behram'ın sesini duymasıyla kafasını kaldırıp ona baktı. Behram başını çevirmiş, duvara bakıyor, gözlerini aralıklarla Gazel'e çeviriyordu. Yutkunurken zorlandığını, Gazel'e yaklaşmaya direnirken ilk kez bu kadar mücadele verdiğini görüyordum. "Sen de mi buradaydın? Duy... Duydun mu? Ben yapmadım! Hazer, yemin ederim hatırlamıyorum böyle bir şey! N'olur iyi niyetime güvenin, kötü biri de... değilim ben."
Kendini açıklama, anlatma ihtiyacıyla o kadar hızlı ve hıçkırarak konuşuyordu ki ortada yalan söyleme gibi bir ihtimal bırakmıyordu. Neler olduğunu anlamıyordum ama görüntüsü o kadar içimi acıtmıştı ki... "Sakinleş lütfen," dedi Hazer, öfkesi şahit olduğu şeylerden sonra yatışmış gibiydi. "Hatırlamıyorum diyorsan hatırlamıyorsundur. Görüntüleri izledik, sendin ama... Belli ki iyi değilsin, daha iyi hissettiğinde konuşuruz olur mu?"
Gazel bu iyi yaklaşımla biraz rahatlamış göründü ve titreyerek koltuktan kalktı. Düşmesinden endişe duydum ama neyse ki yürüyebildi. Yüzünü elleriyle kurulayarak Behram'ın yanına kadar gitti ve başını önüne eğerek utanmış vaziyette konuşmaya başladı. "Sen... sen de inandın mı?"
Behram gözlerini indirip bir an Gazel'in başına baktı ve sonra suç işlemiş gibi hızlıca bakışlarını kaçırdı. "Ne olup bittiğini tam anlamadım ama... ne dersen ona inanırım."
"Ah!" Gazel'in genzinden bir iç çekiş koptu ve Behram'a arkasını dönerek ellerini yüzüne kapattı. Daha fazla ağlamaya başladığında bu kez gözyaşlarının Behram'a söylediği yalan yüzünden olduğunu anladım. Telaşla yerimden kalkıp ellerimi koluna koydum. Gazel başını göğsüme dayayarak, "Özür dilerim," dedi kendini kaybetmiş gibi. "Her şey için çok özür dilerim. Seni de üzeceğim..."
Behram telaşa kapıldı ve hem Hazer'e hem de bana bakarak endişe içinde kıpırdandı. "Yanlış bir şey mi dedim ki?"
"Hayır hayır... Ne dediğini kendi de bilmiyor, çok üzgün."
Behram’la Hazer bakıştı ve Behram elini saçlarına atarak derin derin soluklandı. Aslında Gazel'e daha fazla yardımcı olmayı istediğinin ama bunu yapamadığını görüyordum.
"Sakin ol kardeşim,” dedi Hazer, Behram’a.
"Artık benimle olmak istemeyeceksin." Gazel'in sesi ikisinin de gözlerini ona çevirmesini sağladı. Bense zehirli bir meyve yemişim gibi kasıldım. "Sürekli sorun çıkarıyorum, huzur verici değilim."
Hayır, böyle değildi. Sadece her şey üst üste gelmişti. Söylediği yalan, o heykeller, şu anki perişanlığı... Makul bir sebebi olmalıydı, belki de bir doktora ihtiyacı vardı çünkü çok yıpranmıştı. Behram kaşlarını çattı ve Gazel'in söyledikleriyle huzursuz olmuş gibi kıpırdandı.
"Hayır," dedi; ne sesinde ne de bakışında tereddüt vardı. "İstiyorum. Çünkü inandığım şeylere sıkıca bağlıyımdır ve sana da inanıyorum."
İnanç... Behram'ı Gazel'e duyduğu inanç yıkacaktı ve bunu kendisi dışında herkes biliyordu. Hazer sanırım Behram'a bir şeyleri itiraf edemediği için utandı ve benim gibi bakışlarını kaçırdı. Gazel dişlerini sıkarak ağlarken Behram arkasını döndü ve seri adımlarla dış kapıya ilerledi. O gözden kaybolduğunda Hazer’le bakıştık ve aynı mahcubiyeti paylaştık. Önüne geçilemez şeyler olacaktı ve kader deyip geçemeyecektik. Hazer omuzlarını düşürdü ve arkasını dönüp Behram'ın peşinden giderek gözden kayboldu. Gazel'i tutarak koltuğa yönelttim. "Gel, otur şöyle."
"Mila, n'olur inan bana… Ben seni incitecek bir şey yapar mıyım hiç? Yapmam, yemin ederim ki yapmam!"
Doğru, hiç yapmamıştı. Bir kez bile arkadaşlığımız konusunda beni hayal kırıklığına uğratmamıştı. “Bir şeyler ters gidiyor ama her neyse beraber üstesinden geleceğiz tamam mı? Hayatımızı, arkadaşlığımız sayesinde yeniden kurduk, yıkılmasına izin vermeyeceğiz."
"Hatırlayamıyorum!" Yumruk halindeki elini kafasına sertçe vurdu ve nefesi kesildi. "Kahretsin! Hatırlayamıyorum ki sana bir açıklama yapayım!"
Ne onu ne de kendimi teselli edecek dermanım vardı çünkü ne olduğunu bir türlü anlayamamıştım. Dalgalarla savaşmasını izledim ve ona yardım edememenin ağır yüküyle arkamı dönüp koridora çıktım. Gözlerimi silerek sokak kapısından dışarıya çıktığımda Hazer ve Behram'ın bahçe kapısında yan yana dikilip konuştuğunu gördüm. Yanlarına ilerlemeye başladığımda Hazer beni fark etti ve vücudunu bana çevirdi. Behram da beni fark edince Hazer'in omzunu sıktı ve bana bir baş selamı vererek yanımızdan uzaklaştı.
Hazer iç çekti. "Gel güzelim."
O böyle deyince kendisine daha hızlı yürüdüm ve yanına varıp karşısında durduğumda gözyaşlarımı temizleyerek kendimde konuşma gücü aradım. "Gazel iyi değil," dedim, bu gerçeği kendi içimde de hazmetmeye çalışarak. "Görüntüleri izledik ama buna rağmen Gazel'in dürüstlüğüne inanıyorum. Tabii ki hatırlamaması heykellerini kırdığı gerçeğini değiştirmez ama... Garip bir durum var, sanki yaptığının farkında değil."
"Evet, dürüst görünüyor," dedi Hazer. Sesi düşünceli geliyordu. "Gerçekten hatırlamıyor sanırım ama daha iki gece önce yaptığı bir şeyi hatırlamaması çok saçma. Yediği yemek, gittiği bir kafe ismi değil bu. Hatırlamaması olanaksız, tabii normal şartlarda." Bir an durdu ve uzanıp parmaklarıyla üşüyen çenemi tuttu. "Gazel'in bir sağlık sorunu var mı?"
Bakışlarım düşünceli bir şekilde kısıldı. "Bildiğim kadarıyla yok," dedim endişe içinde. "Mühim bir sağlık sorunu olsa benimle paylaşırdı."
Hazer kafasını salladı ve çenemi nazik hareketlerle okşarken, "Gazel'in bir doktora görünmesi lazım," dedi sıkıntılı bir sesle. "Tanıdığım iyi doktorlar var, onun için randevu alabilirim istersen."
Hemen yardım teklifinde bulunması çok ince bir hareketti. "Neyden şüphelendin?" diye sordum korkuyla. "Ne için randevu alacaksın?"
"Buna hakkım var mı bilmiyorum ama Gazel'in psikolojik bir rahatsızlığı olduğunu düşünüyorum," dediğinde başımdan aşağıya bir kova buzlu su dökülmüş gibi ürperdim. "Şş, korkma lütfen. İnsanların psikolojisi zaman zaman bozulabilir. Gazel de gerçekten üzücü bir hayat yaşamış, ne yazık ki hayatı psikolojisinin bozulmasına elverişli. Az önce gördüklerimden sonra Gazel'in heykellerimi bilinçli olarak dağıtmadığını düşünüyorum."
"Bunu nereden çıkardın?" dedim, göğsüm körük gibi inip kalkarken. "Sadece bir olay onun psikolojik olarak rahatsız olduğunu göstermez ki!"
"Elbette, zaten teşhis koyacak değilim," dedi Hazer, çenemdeki parmakları sayesinde yüzümü hafifçe yukarıya kaldırarak. "Fakat bu olanlar hiç normal değil. Mutlaka doktora görünmeli. Psikolojiye ilgim var, bu yüzden Gazel'in durumuyla ilgili aklıma birkaç şey geldi." Bana az daha yaklaşarak alnını alnıma dokundurdu ama orada çok durmadan hemen uzaklaştı. "Canım benim... Üzül diye söylemiyorum. Gazel, son zamanlarda üzücü bir şey yaşamış mıydı? Onu çok etkileyen bir şey."
Evet, o gece benim taciz olayımı öğrendiğinde gerçekten yıkılmıştı ama bunun yaşananlarla ne ilgisi vardı ki? "Evet yaşadı," diye itiraf ettim o perişan halini hatırlayarak. "Onunla çok üzüldüğü bir şeyi paylaştım."
Bakışlarımı kaçırıyordum ki Hazer bunu yapacağımı anlamış gibi çenemi biraz daha sıkı tuttu ve yüzümü yüzüne yaklaştırdı. Gözlerimin en derinine bakıp sırrımı okumaya çalıştı ama oraya ulaşmak için bir dağı aşması gerektiğini bilmiyordu.
"Kendinle ilgili bir şey mi paylaştın?”
"Si," dedim. Hatırlayınca dudaklarım aşağıya doğru bükülmüştü. "Aslında o öğrendi, çok üzüldü ama bunun atölyeyi dağıtmasıyla ne alakası olabilir?"
Han'ın bakışları boğazıma dikenler batıyormuş gibi hissettirirken, "Çok acı verici bir olay psikolojisini tetiklemiş, belki de hastalığını bu şekilde dışavurmuştur," dedi hızlı hızlı. "Seninle ilgili hangi gerçek Gazel'e böyle acı verebilir ki?"
"Sana söylemiştim, sırtımda çok yük var. Ne sandın ki Hazer? Derdimin sadece yetim olmakla ilgili olduğunu mu? Sadece bu değil."
"Farkındayım." Dişlerini sıkıyordu.
"Kalbin çok kırılacak, geç olmadan bu yoldan dönebilirsin."
Bana öyle bir baktı ki artık bunun için çok geç olduğunu anladım. Gidemezdi. Gitmek için bir adım bile atamazdı.
Ben de yapamazdım ki zaten... Onu nasıl bırakırdım...
Yaklaştı, yaklaştı, çoğu bitti, azı kaldı. Dünya yuvarlak ya hani, nereye nasıl yürürsek birbirimize çıkıyordu sanki sokaklarımız. Birbirimize kavuştuğumuz o anı değil, bu süreçte yaşanan sabırsız ve heyecanlı anları seviyordum. Yaklaştı ve o güzel anın sonunda nihayet, "Gidemem," dedi alnını alnıma sertçe bastırıp burnunu saçlarıma sürterken. "Gidemem... Saçlarının kokusundan öteye..."
✨
Sonraki günler birbiri ardına, çok benzer şekilde ilerledi. Hazer bir psikologdan randevu almıştı Gazel için. Gazel de gününün gelmesini bekliyordu. Hâlâ hatırlamadığını söylüyor, gün geçtikçe daha da içine kapanıyordu. Görüntüleri görmeme rağmen onun hatırlamadığına inanıyordum. Sahaftan ayrılır ayrılmaz eve geçiyor, zamanımı onunla geçirmeye çalışıyordum. Bugün dans kursunda normalde kaldığımdan daha uzun kalmıştım. Meliha Hanım’la aramızda hâlâ bir mesafe vardı ama bana aynı profesyonellikle yardım ediyordu.
Sahaftan yarım saat kadar önce ayrılmıştım, beni almaya Hazer gelmişti ve şimdi arabasında seyahat ediyordum. O kendisine gelmemi istemişti ama ben Gazel’i yalnız bırakmak istemediğimi söylediğim için şimdi beni eve bırakıyordu.
Yağmurun atıştırdığı sokağı izlemek yerine Hazer’in çehresini izliyordum. Bir erkekten ölesiye kaçan gözlerimin onda bu kadar durmasına artık şaşırmıyordum. Ne de olsa o Hazer’di; şefkatti, merhametti. Onu izlediğimi farkında olmasına rağmen hiç bana bakmıyordu. Sanki ona bakmaya devam etmem için beni utandırmak istemiyordu.
Gülümserken telefonumun titrediğini hissettim ve önüme dönüp gelen mesajı açtım. Mesaj müdireden gelmişti, Leo’yu benden almak isteyen müdireden. Yine kendini affettirmek için görüşmek istediğine ve Leo’ya yardımcı olacağına dair bir şeyler yazmıştı… Yüzsüzlüğüne pes diyordum artık, kardeşimi kendisine vereceğimi nasıl umut ederdi?
“Kimdendi?”
Hazer’in sorusunu duyunca telefonu bırakıp parmaklarımı çıtlatmaya başladım. “Geçen… saldırdığım kadından.”
"Arabadan inip tartıştığın şu kadın mı?" dedi şaşırarak.
"Si," dedim nedense ona anlatmak isteyerek. Bunlarla tek başıma uğraşmaktan çok yorulmuştum. "Beni geçmişte de çok üzdü, şimdi de üzüyor. Kardeşimi... almak istiyor ama veremem."
Hazer'in sorgulamak için duraksadığını hissettim. "Zamanında da seni çok üzdüyse şimdi ne diye kardeşini almaya çalışıyor?"
"Yıllar önce göz yumduğu şeyler şimdi vicdanına yük oldu. Kardeşimi evlatlık alıp ona bakarsa vicdanı huzura erer sanıyor. Kardeşimi ona veremem. Kardeşime de bana yaptıkları şeyi yapacaklarının korkusuyla yaşayamam."
"Sana ne yaptılar Mila?" Sesini yükselterek sorduğu bu soru kulaklarıma ulaştığında her şeyi anlatmak istedim ama sadece avuçlarımın içine bakakaldım. "Kaç kişilerdi? Ne yaptılar sana?"
Elimi uzatıp koluna koydum ve ceketini tuttum. "Han... Göz göre göre nasıl üzeyim seni? Yüreğim buna el verir mi sanıyorsun?"
Derin bir nefes verip hiçbir şey demeden bir süre gittiği yolu izledi. Evime yaklaştığımı, tanıdık bakkalı görünce anladım. Onun ceketinin kaliteli kumaşına dokunmaya devam ederken Hazer bana baktı. Direksiyonu evin önünde bırakarak, "Bugün hatırladım da sana sormak istedim," dedi konuyu değiştirerek. "Bana güzel sanatlar okumak istediğini söylemiştin. Hâlâ istiyor musun?"
Evet, öyle bir arzum vardı ama gerçekleştirmek için henüz bir şey yapmamıştım. "Müzikalin geçmesini bekliyorum, ondan sonra yeniden üniversite sınavları için ders çalışmaya başlayacağım."
Başını salladı ama beklememe rağmen bir cevap vermedi. Bir anlık kararsızlıktan sonra arabayı açtım ve çantamla indim. Kapıyı kapatırken Hazer'in ön camdan dışarıya bakarak düzenli şekilde nefes aldığını gördüm. Bir süre onu izledim ve sonra arabanın etrafını dolayarak bahçeden içeriye girdim.
Sokak kapısına yürüyerek cebimden anahtarımı çıkarırken camdan da Gazel'e bakmaya çalışıyordum ama camı kapladığımız gazeteler yüzünden içerisi pek görünmüyordu. Kapıyı açtığımda torbayı girişe bıraktım ve Hazer’le vedalaşmak üzere ona döndüm. Arabadan çıkmış, bana doğru yürüyordu. Omuzlarımı dikleştirdim ve soluğu yanımda almasını izledim. Mesafemizi sıfırlayarak yaklaştı ve ayakkabılarımızın uçları birbirine sürttü.
Ateş gibi sıcak gözleri gözlerime hücum ettiğinde göğsüm kilometrelerce koşmuşum gibi acı verdi ve elim onunla vedalaşmak üzere omzuna yerleşti. Aramızda onun yarattığı huzursuz bir sessizlik olduğu için ne diyeceğimi bilemedim ve tebessüm ederek bu gerginliği kırmaya çalıştım. Han alnını ovaladı ve gözlerini çevirip omzundaki parmaklarıma uzun uzun baktı. Derin bir nefes aldığında kendini konuşmak için hazırladığını düşündüm. Kararsız kalmıştı ve ne olduğunu anlayamadığım için ben de huzursuzlanmaya başlamıştım.
"Hazer..."
"Kardeşini almak için yapabileceğimiz bir şey var." Aniden kurduğu cümleyle gözleri yüzüme döndü ve aramızdaki ateşin üzerinde fırtına gibi esti. Dağın üzerindeki karların lapa lapa düştüğünü gördüm ve elim omzundan düşerek boşlukta sallandığında Hazer boğazına dikenler batıyormuş gibi zorlukla konuştu. "Kardeşini kimseye vermek istemiyorsun, ben de bunu çok takdir ediyorum. Aynı şekilde sana yardımcı da olmak istiyorum. Bunun için neler yapabileceğimizi düşünürken... aklıma bir fikir geldi. Bunu sana nasıl açacağımı bilemiyorum ama bana güveniyorsan biz... yani sen ve ben kardeşini alabilmek için evlen..."
Cümleleri bir barajın içini dolduran su gibi içimi doldurup beni boğazıma kadar tıkadı ve dermanım kesilerek fısıltılı bir şekilde onu, hiç sevmediğim şekilde susturdum.
"Olmaz, yapamayız."
Bu cümlelerin sonunun nereye varacağını anladığım an atağa geçerek onu susturmuştum ama Hazer'in ne kadar güceneceğini hesap edememiştim. Dudakları aralık kalmış, yüzü bir anda utançtan kızarmış ve gözlerine içten bir gücenik bakış yerleşmişti. Yumruklarını sıktığını görünce başımı öne eğerek gözlerimi yumdum.
"Bunu hiç konuşmamış gibi yapalım. Ol... olmaz."
Şok olmuş vaziyette arkamı döndüm ve bu an hiç yaşanmamış gibi davrandım ve eve girip kapıyı yüzüne bakamadan kapattım. Onu kapımın önünde, bana gücenmiş kalbiyle bırakarak sırtımı aynı kapıya yasladım ve çantam elimden düşerken karanlığa doğru baktım. Hazer ilerleyen dakikalar boyunca oradan ayrılamadı ve aramızda bir kapıyla karanlıkta öylece bekledik.
BÖLÜM SONU.
Yorumlar yükleniyor...