33. BÖLÜM
"FIRTINADA ÇİÇEK DİKMEK"
Belki bir bıçağın yapamadığını yapar ve öldürür tek bir yalan tüm iyi duygularını.
Nasıl korkuyor aslında acı, onu hissedemeyeceğiz diye. Kötü bir duygu çünkü acı dediğin şey. Kimsenin özgür iradesiyle hissetmeyi istemeyeceği kadar kötü hem de... Belki bu yüzden hissedilme arzusuyla bu kadar içimizde, yakamızda, hatta çoğu zaman kalbimizin içinde... Acı da sevgi ya da aşk olmayı isterdi belki, sevilebilmek için. Bazen acı gibiyiz. Sevileceğimizi düşündüğümüz için insanlara duymayı isteyeceği şeyler söyler, görmeyi istediği şeyler gösteririz.
Gazel, Behram'ın kalbini çaldı ama o kalbi avcunun içinde tutması hiç kolay olmayacaktı.
Gözlerimizin önünde öyle korkunç bir an yaşanıyordu ki bir an zamanın donduğunu hissettim.
"Kerem... N'olur ayır onları..."
Gazel'in sesi üçümüzün de kilitlenmiş bedenini silkti ve Kerem dönüp başını salladı. Bir an neredeyse Gazel'e kızgın bir bakış attığını hissettim ve ardından önüne döndüğünde nefesimi tuttum. Kerem koşmaya başladı. "Yettim Behram kardeşim..."
Ani bir dürtüyle uzanıp Gazel'i elinden tuttum ve onu arabanın içine çektim. Sarsıldı ve yanıma, az önce kalktığı yere düşerek çoktan ıslanmış yüzünü bana çevirdi. Dudakları konuşmak için aralanacak oldu ki, "Yeter artık,” diye fısıldadım, ilk kez ona karşı bu kadar ciddi konuşarak. “Eğer Galip ona söylediyse Behram'ın nasıl korkunç hissettiğini hayal bile edemeyiz! Bu işi üstleniyorum. Behram şimdi öğrenmediyse bile hemen bugün ona olan biteni anlatacaksın. Zaten Galip seni görünce bir şeyler söylemediyse bile mutlaka söyler, bu yüzden rica ederim arabadan çıkma ve neler olup bittiğini anlayalım."
"Behram'a vurmuş, gördün mü? Dudağının kenarından kan sızıyordu..."
Hayır, bunu görecek kadar yüzlerine bakamamış, sadece donup kalmıştım. Ona hiçbir şey diyemeden başımı tekrardan çevirdiğimde Kerem'in Behram'ı Galip'in üzerinden kaldırdığını ama bu sefer kendisinin Galip'i yakasından tutup sarstığını gördüm. Şaka gibiydi. Şimdi de Behram onu Galip'ten uzaklaştırmaya çalışıyordu.
"Sen Behram'ı tek mi sandın?" dedi Kerem, Galip'in yakalarını çekiştirirken.
Galip ellerini omuzlarına koymuş, onu itmeye çalışırken söyleniyordu. “Seni var ya seni, sinek gibi iki elimin arasında tokatlayarak döverim koçum!" Ardından siniri bozulmuş şekilde gülerek onu daha kaba şekilde itti. "Haddini bil! Çek o ellerini üzerimden."
Behram, Kerem'i tüm kuvvetiyle Galip'ten ayırmaya çalışırken, "Aa, sinek vızıldıyor," dedi Kerem ve hemen ardından kafasını Galip'in suratına gömdüğünde Galip yere yapıştı.
Behram ayıplarcasına Kerem'e baktı. "Senin bizi ayırman gerekmiyor muydu?"
Kerem sevimli şekilde gülümsedi. "Aşk olsun, ayırdım işte. Sana da iyilik yaramıyor Behramcığım."
Behram pes eder gibi ellerini havaya kaldırıp gözlerini devirdiğinde Galip üstünü silkeleyerek yerden kalktı. Birkaç adım geriye sendeledi ve ardından işaretparmağını Behram’la Kerem'in yüzüne salladı. "Dua edin gitmem gerekiyor yoksa sizi fena benzetirdim."
Kerem onun üzerine yürüdü. "Siktir lan!”
Behram, Kerem’e kızarken Galip yumruklarını sıkarak onlara arkasını döndü ve süratle arabasına ilerledi. Buraya Gazel’i görmek için geldiğini anlamıştım ama Behram’la ne sebeple kavga ettiğini çözememiştim. Onları birbirinin yakasına yapışmış halde gördüğümde Gazel'in yalanının ortaya çıktığını düşünmüştüm ama Behram kendini kaybetmiş gibi değildi, daha çok gergindi. Sanırım öğrenmemişti.
Vicdanım o kadar ağırlaştı ki içime bir taş oturdu sanki. Galip'in arabası sokağın diğer ucundan dönerek gözden kaybolduğunda Gazel rahatlamış bir nefes verdi ama hiçbirimizin rahatlamaya hakkı yoktu. Sinirlerim çok bozulmuştu, alnımı ovalayarak Behram’la Kerem'in konuştuğunu duydum ve az sonra ikisi de bu tarafa döndü. Behram utandı ve başıyla bana selam verdi.
Kerem yürümeye başladığında kendi çabamla değneğimi aldım. Gazel gözyaşlarını silerek arabadan iniyordu. Arabanın etrafını dolanarak yanıma geldi ve mahcup bakışlarını benden kaçırarak doğrulmama yardımcı oldu.
"Yettim Safirciğim..." diyen Kerem de yanımıza gelip koluma uzandığında beni tutmasına müsaade ettim. Gazel bir tarafımdan Kerem de diğer tarafımdan tuttuğu için değneği kullanmama gerek kalmamıştı. Kerem arabayı kilitledi ve onların yardımıyla sokağın karşısına geçerken yolun ortasına baktım. Araba tam o noktada bana çarpmıştı.
Bahçeden girdiğimizde Gazel evin kapısını açmak için benden ayrıldı ve bu sırada Behram'ın üstünü düzelterek gözlerini etrafta dolaştırdığını gördüm. Gazel kapıyı açtı ve hemen ardından çantasından bir peçete çıkararak Behram'ın yanına koştu. Behram ona döndü ve Gazel peçeteyi titreyen eliyle ona uzattı. "Dudağına... vurmuş."
Behram elini dudağına götürdü ve parmakları kan olduğunda yüzünü buruşturarak Gazel'den peçeteyi aldı. Çekingen davranıyor, tartışmalarını gördüğümüz için oldukça utanıyordu. "Sağ olasın," dedi ve bakışlarını yere dikerek konuştu. "Abinle kavga etmek istememiştim ama çok zorladı. Burada ne işim olduğunu falan sordu, niyetimi yanlış anlamaması için açıklamaya çalıştım ama gözü dönmüş gibi küfredip senden... uzak durmamı istedi. Gerçekten açıklamaya çalıştım ama ana bacı küfredince... Tövbe tövbe..."
Galip bir şeyleri anlamış, Behram’ın Gazel’le birlikte olmaması için çabalıyordu ama sadece kim olduğunu söylese çabalamasına gerek kalmazdı. Gazel hiçbir şey diyemeden ellerini yumruk yaparken, "Bence abinin karşısına beraber çıkmalıyız," dedi. Dudağından akan kan peçeteyi koyu bir kırmızıya boyamıştı. "Niyetimizin ciddi olduğunu söylersek bizi anlayacağını düşünüyorum."
"Niyetin ciddi…" dedi Gazel, biz durmuş onları izlerken. "Benimle hemen bugün evlenir misin?"
Behram'ın ağzı bir karış açıldı. "Yanlış duydum galiba…"
Ben ve Kerem de en az Behram kadar şaşkınlık yaşadık. Gazel'in bunu dediğine, onu kandırmaya devam ettiğine inanamıyordum. Bir kez daha hayal kırıklığına uğradım ve bir yarabandını, daha fazla kanamaması için kalbimin üzerine yapıştırmak istedim. Bugün gerçekten daha fazlasını kaldıramıyordum. Kerem beni tutarken şok içinde konuştu. "Leyla'dan görmek istediğim hareketler..."
"Kerem..." Ona döndüm ve vücut kaslarımın zorlandığını hissederek rica ettim. "İçeriye girmeme yardım eder misin?"
"Salak kafam ya! Tabii tabii, hemen götürürüm."
Sokak kapısından geçerek Gazel'i Behramla orada bıraktık çünkü konuşmalarını daha fazla duymak istemiyordum.[HT1] [ET2] Uyarmama rağmen kalkmış ona evlilik sözü ediyordu ve ağzımı açıp gerçekleri söyleyememek yüzümü kızartıyordu. Söylesem ilişkilerini geri dönülemez şekilde baltalardım. Behram bunu Gazel'den duyarsa belki ilişkilerinin bir kurtuluşu olurdu.
"Odana bırakayım mı Safirciğim?"
"Odamda yatağım yok," dedim ve hâlâ bir yatak almadığım için kendime kızdım.
"Biz almıştık senin için. Yani bacağının kırıldığını öğrendiğimizde rahat bir yerde yatman gerekiyor diye..."
Ah, Hazer. Bir şey demeden başımı salladığımda Kerem beni odama kadar taşıdı ve kapıyı açıp girdiğimizde kurulu bir odayla karşılaştım. Beyaz nevresim takımı serilmiş bir yatak vardı ve yine beyaz komodin yatağın hemen başındaydı. Beyaz senin rengin.
"Kerem, senin patronun çok gıcık biri," dedim huysuzca.
"Evet Safirciğim, sana katılıyorum. İstersen eve gittiğimde başının belası olup seni gücendirmesinin cezasını çektireyim."
Dudağım buruk şekilde yukarıya kıvrıldı. "Gerek yok Kerem. Zaten sen o eve tek döndüğünde yeterince üzülecek."
Yatağın ucuna oturmama yardım ettiğinde ellerimden yardım alarak kalçamın üzerinde geriye kaydım ve sırtımı yatak başlığına yasladım. Hazer'in masrafa girip bana bunları alması hoşuma gitmiyordu. Evet, kibarlık ediyordu ama keşke bu isteğime de kulak assaydı.
"Benden bir isteğin var mı Safir?"
Başımı yorgun şekilde yatağın arkasına yaslayıp hastane kıyafetinin eteğini ittirdim. Az önce Galip'i döven o adamdan ziyade sevimli, anlayışlı bir adam görüyordum ve artık gülen gözlerinin içinde acı acı bağıran bir ruhun yattığını biliyordum.
"Hayır Kerem, canının sağlığından başka şey istemiyorum."
"Bir şey olursa numaram var zaten," dedi beyaz gömleğinin yakasını düzeltirken. "Hatta sen bana sık sık mesaj at. Yazışalım da Hazer Bey'i gıcık edelim."
Ona kibarca güldüm. "Düşüneceğim bunu."
Bana göz kırpıp odadan çıktığında kasılan vücudumu rahat bıraktım. Yatak parfüm kokuyordu ama benim üzerimde, boynumda, hatta yanağımda Hazer'in kokusunun olduğuna yemin edebilirdim. Sanki gece... bir ara yüzünü boynuma gömüp uyumuştu. Elimi boynuma götürdüm ve sokak kapısının kapandığını duydum.
Adım sesleri odama yaklaştı. Kapı aralandı ve Gazel, kollarında bir cesedin ağırlığını taşıyan biri gibi fersiz gözlerle bana baktı.
"Küvete su doldurayım, banyo yap."
Hiçbir şey demedim ve o düşmüş omuzlarıyla koridordaki banyoya gittiğinde neye üzüleceğimi şaşırdım. Hayatım, hesap edemediğim her şekilde ilerliyor ve ben cephede durmuş, en nihayetinde huzurlu bir eve dönmeyi bekliyordum. Boynumu okşadım ve kolyemi avcumun içine alarak hissettiğim ilham verici duyguların bana yolumu göstermesini diledim.
Gazel yanıma geldiğinde yataktan bir daha kalktım ve neyse ki mesafe kısa olduğu için pek yorulmadan banyoya ulaştım. Küvetin içine bir iskemle koymuştu ve beni oraya oturturken tahmin ettiğim kadar zorlanmamıştık. Alçılı bacağımı yavaşça kaldırdı ve küvetin kenarına koydu, böylece alçı suya değmeyecekti. Saçlarımdaki kurdeleyi çıkarıp kenara koyduğunda çekingen şekilde üzerimdeki hastane kıyafetine uzandım. "Tamam Gazel, gerisini ben hallederim."
"Olur mu öyle şey…" dedi Gazel, dargın gözlerle bana bakarak. "O kadar mı kızdın bana? Ayrıca ne kadar kızarsan kız, çıkmıyorum."
Hastane kıyafetini yukarı topladığımda Gazel uzanıp çekti ve iç çamaşırlarımla kalmış oldum. Bedenimi kimse bu derece çıplak görmediği için çekimser davranıyordum. Kollarımı kendime sardığımda Gazel başımdan sıcak su döktü ve sanki tüm yaralarım sızladı. Ürperdim.
"Bacakların amma uzunmuş kız."
Gözlerimi devirdim. "Hazer de böyle söyledi. Bacaklarıma çok iltifat ediyor."
"Alfa erkeği işte."
Güzel, ferah kokulu bir şampuanla saçlarımı yıkadı ve hastane kokusu üzerimden aktığı için sevinmek yerine Hazer'in kokusu kaybolup gittiği için kederlendim. Saçlarımı birkaç kez yıkadıktan sonra yavaşça, eziklerime dikkat ederek sırtımı, kollarımı keseledi. Bacağımı kendim yıkadım ve sırtım ona dönükken göğsümün etrafındaki yanıklara baktım.
Durulandığımda Gazel bornoz getirdi ve bornoza sarınarak çamaşırlarımı çıkardım. Banyodan çıktığımızda suyun beni gevşettiğini, sıcağın uykumu getirdiğini fark ettim. Odaya geçip yatağa oturduğumda Gazel dolabımdan benim için çamaşır çıkarırken alçılı bacağıma baktım; neyse ki su sıçramamıştı. Gazel kıyafetleri yatağın kenarına bıraktığında önce iç çamaşırlarımı, sonra da rahat edebilmek için kısa bir şortla atlet giydim.
"Arabada söylediğim şeyde çok ciddiydim," dedim yorganı kaldırıp üzerime örterken. "Bugün Behram'a gerçeği söyle."
Omuzları kasıldı. "Merak etme, söyleyeceğim."
Buna şaşırdım, aksini söyleyeceğini düşünüyordum ama söylemekte kararlı görünüyordu. Biraz olsun rahatladım ve başımı yastığa koyduğumda Gazel tereddütle gülümsedi.
"Saçlarını kurutmak lazım."
"Kurutma makinemiz yok."
Doğru, der gibi başını salladı ve dolabımdan başka bir havlu çıkardı. Yatağa yürüdü ve kafamı kaldırarak saçlarımı gri havluya sardı. "Havluyu da gri almış, kıza bak," dedi burukça gülümseyerek.
"En sevdiğim renk."
"Hazer'in bu kadar sık gri giymesinin... bununla bir alakası olabilir mi acaba? Onu on kere gördüysem yedisinde gri giymişti."
Hazer, Hazer, Hazer. Adının geçtiği yerde başlar bir masal.
Evet, Hazer zaten birkaç renk giyinen biriydi ama griyi sevdiğimi söylediğim günden beri daha fazla gri takımlar, tişörtler giymeye başlamıştı ve bunu tatlı, hatta romantik buluyordum.
Gazel az sonra ilaçlarımla döndüğünde iki ilacımı da alıp su yardımıyla içtim ve yatağın içine kıvrıldım. Gazel yorganı omuzlarıma kadar çıkardı ve bir süre yanımda oturup sadece sustu. Behram’la neler konuştuğunu merak ediyordum ama sormaya korkuyordum. Bugün ona gerçekleri söyleyeceğine inanmak istiyordum. Eğilip yanağıma bir öpücük kondurdu ve sessizce odadan ayrıldı.
Doğrusu kimseye soğuk bir tavır sergileyemezdim, hatta öyle bir tarafımın olup olmadığını bile bilmiyordum. Kızdığımda bile hep affedici, ölçülü davranır, sıcak bir kalple tüm kavgaları bitirmek isterdim. Bu yüzden şimdi gidip Gazel'e, Yanındayım, ne olursa olsun, demek istiyordum ama bu yalanın arkasında daha fazla duramazdım.
Bir süre sonra boğazımda ağır bir yumru ve avcumun içindeki kolyemle uykuya daldığımda birden fazla şey için kederliydim. Avcumdaki balerin kafamdaki müzikle dans etmiş ve beni bir uykuya yatırmıştı. Şarkının notaları kafamın içinde dönüp durdu ama sürekli kaza anını görerek uykumdan sıçradım.
Son kez uyandığımda odanın içindeki karanlıktan ürkerek yorganın altına girdim, kalkıp ışığı yakamıyordum. Hayata gücenip yorganın içinde bir süre daha uyudum ve uykum sırasında birinin kolyeyi tutan avcuma dokunduğunu hissederek gözlerimi hafifçe araladım.
Hazer.
Güneşi görmüş gibi bir aydınlık içimi kapladı ve dudaklarım iki yana kıvrıldı. Uykulu şekilde fısıldadım. "Şimdi de sen mi rüyama girdin? Kızgınım ama sana. Şimdi git, yarın gel."
Rüyalar... Onunla rüyalarımda buluşmayı gerçekten seviyordum ama rüyada gördüğüm bir yüzün beni bu kadar mutlu etmesine inanamıyordum. Yatağımın kenarına oturmuş, sabah vakti gibi turuncumsu duran gözleriyle bakarak içime ışığın girmesini sağlıyordu. Eliyle avcumu sarmıştı ve verdiği hisler çok gerçekti.
"Merhaba kız arkadaşım," dedi o kibar sesiyle.
Dudaklarım arasından bir gülüş kaçtı. "Kız arkadaşım da kız arkadaşım. Mümkün olmadığını bilmesem kendimi ilk kız arkadaşın sanacağım."
"İlk kız arkadaşımsın zaten," dedi rüyalarımdaki adam.
"Ya kesin öyledir, kesin..." dedim, avcumun etrafına dolanan parmaklarını tutarak. Ne tatlı, ne haz verici bir histi bu. Umarım bana dokunduğunda benimle aynı şeyleri hissediyorsundur Hazer.
Parmaklarım kolyeyi serbest bıraktığında bu sefer Hazer'in kendisi kolyeyi avcunun içine aldı ve bunu yaparken parmak uçları nemli boynuma çarptı. Saçma, manasız şeyler mırıldandım ve dokunuşunu neredeyse tamamen kaybettim. Boynumda bir şey kıpırdıyordu ama izini takip edemiyordum. Yastığıma sarıldım ve vücudumdaki ağrılarım tekrar kendini hissettirirken, "Rüyalarında seni öptüğümü görüyordun," diye fısıldadı, bilincim bir sisin içinde kaybolurken. "Bir daha görmek ister misin?"
"Hazer..." Kıkırdadım. "Fırsatçısın."
O an o rüyayı bir kez daha görmek istedim ama bilincim gittiği için beni öpüp öpmediğini asla bilemedim.
Saatler sonra uyandığımda evde yalnız olduğumu fark ettim ve bu yüzden yataktan kalkamadım. Gazel’in nereye gittiğini merak ediyordum. Behram’la konuşmak için mi gitmişti acaba? Öyleyse bekleyebilirdim, hiç sorun değildi.
Fakat kapının tıklatıldığını duyduğumda kaşlarım çatıldı. Gazel olsa mutlaka anahtarıyla açardı. Acaba Hazer ya da başka tanıdık biri mi gelmişti? Gece Hazer burada mıydı yoksa rüya mıydı? Doğrulup duvara yaslanan değneğimi aldım, güçlükle kalkıp alçılı ayağımın ağırlığını diğer ayağıma vererek odadan çıktım. Koridorda yürümem birkaç dakikamı almıştı ve canım yanmıştı.
Yorgunlukla nefesimi verdim ve uzanıp kapıyı açtığımda odağıma beklediğimin aksine hiç hoşlanmadığım o yüzün sahibi girdi. Kasıldım, şaşkınlıktan ilk birkaç saniye tepki veremedim ve dizlerimdeki tüm güç çekildiğinde Serap Müdire’nin bakışları bacağıma kaydı. "Safir..."
Kaba şekilde sözünü keserek, "Burada ne işin var?" dedim omuzlarımı dikleştirerek. "Derhal evimden ayrılın."
Kaygı içinde bacağıma bakarken, "Çok geçmiş olsun," dedi hızlıca. Kovulmaktan korkuyor gibiydi. "Safir... sadece iki dakika dinle."
"Yine aynı şeyleri dinlemek benim için yalnızca vakit kaybı olacak," dedim ona bakınca kahır dolu günleri hatırladığımda. Yetimhaneye ait anılar fotoğraf kareleri gibi gözümün önünden geçiyordu. "Senin için de vakit kaybı olur. Malum, zaten yaşlısın..."
Bocaladı ve yüzündeki kırışıklar kendini daha fazla belli ederken, "Affedici değilsin, anlıyorum," dedi. "Ben buraya...” Çekingen bir bakış attı. "…mahkemede şahit olacağımı söylemeye geldim."
Kulaklarım bir süre uğuldadı ve donuk gözlerle kendisine bakakaldım. O adamı mahkemeye verdiğimde bana şahitlik mi edecekti? Şahitliğiyle o adamı hapse attırabilir miydim? İyi bir avukat ve şahitle yapabilir miydim bunu? En azından insan içine çıkmayacak hale gelmeliydi, başını eğmeliydi, yüzü kızarmalıydı. Yıllarca bunu nasıl yapabileceğimi düşünmüştüm. Artık hem şahidim vardı hem de avukat tutacak param. "O zaman davayı açacağım," dedim inanılmaz mutlu hissederken. "Duruşma günü çıkıp şahitlik edecek misin gerçekten?"
Yüzü kızarmıştı, başı önüne eğikti. Bu hali beni biraz tatmin etmişti, sonuçta bunu görmeyi beklemiştim.
"Evet, edeceğim."
Tanrım, n'olur hakkından geleyim bu işin.
Farkında olmaksızın gülümsedim ve duygu karmaşası içinde, "Kardeşimi de yanına falan almayacaksın,” dedim uyarır gibi bir ses tonuyla.
"Almayacağım. Eğer... şahitlik ettiğimde beni affedeceksen almayacağım kardeşini. Niyetim diyetimi vermekti zaten."
"Evet," dedim yalan söyleyerek. Yüzüm kızardı. "Affedeceğim."
Affetmeyeceğim.
Rahatlamış göründü ama hâlâ mahcubiyet içindeydi. Uzanıp çantasını açtı ve içini karıştırıp bana bir kartvizit uzattı. Tek kaşımı kaldırdığımda, "Bana ulaşabileceğin numaram," dedi. Gözleri bacaklarıma kayıyordu. "Yani... duruşmayla ilgili bana ulaşmak istediğinde..."
Soğukkanlı davranmaya çalışıp kartviziti elinden çektim. "Umarım bir korkaklık daha edip vazgeçmezsin," diyerek kartviziti avuçiçimde sıktım.
Kafasını kaldırıp son kez bana bakıp arkasını döndü, bahçeden uzaklaştı. O gözden kaybolana kadar arkasından baktım ve başıma gelenlere inanamayarak dudaklarımı ısırdım. Kardeşimi almayacaktı, şahitlik edecekti ve hak ettiklerini bulacaklardı.
Odama döndüm ve yatağa oturup ellerimi sevinçle ağzıma götürdüm, dudaklarımın kıvrıldığını hissediyordum. Dediği gibiyse, gerçekten şahitlik yapacaksa işler benim için çok kolaylaşırdı. Bu taciz, tecavüz davalarının nasıl ilerlediğinden haberdar değildim ama kendim için sonuna kadar gidip cesur olacaktım.
Bacağımı iki elimle birden kaldırdım ve yatağa uzanıp tavana bakarken mutluluk gözyaşlarının gözlerimi doldurduğunu hissettim. Kendimde bunu yapacak gücü bulacaktım, dimdik duracaktım; geçmişte yapamamıştım ama yakın gelecekte yapacaktım.
Gözlerimi kapattıktan bir süre sonra, kısa süren uykumdan uyandım ve zaten kıpırdayamadığım için aynı pozisyonda olduğumu gördüm. Esneyerek gözümü ovalarken evdeki sesleri dinleyip Gazel’in dönüp dönmediğini anlamaya çalıştım ama evden değil de dışarıdan bir ses duyunca doğruldum. Bacağımı yine iki elimle tutup kaldırdım ve aşağıya bırakıp pencere tülüne uzandım. Bu cam arka bahçeyi görüyordu, tülü çekince ne göreceğimden emin değildim ama sırtı dönük şekilde Hazer’i görünce afalladım. Orada ne yapıyordu? Gelmişti madem, neden evde değildi?
Nefesimi tuttum ve onun evimde, bahçemde olduğunu görerek inanılmaz bir duygu seline kapıldım. Eğilmiş bir şeylerle uğraşıyordu. Üzerinde ceketi vardı ve kıyafetleri baştan aşağı ıslanmıştı, bir süredir yağmurun altında kalmış görünüyordu. Omuzları sarsılıyordu, kolu da öyle. Saçları... dağınık ve ıslaktı.
Bir an seslenmek, onunla göz göze gelmek istedim ama önce doğrulmaya çalıştım. Değneğimi aldım ve ağırlığımı diğer ayağıma verip kapıya ilerledim. Yorula yorula ilerleyebiliyordum, sokak kapısına varmam birkaç dakikamı almıştı. Kapıyı açıp başımı kaldırınca da Kerem’i gördüm ve o da ses duyup arkasına baktı, beni görünce gülümseyip derhal yanıma ilerledi. “Safirciğim, merhaba.” Hemen koluma girdi. “Yardım edeyim.”
“Teşekkür ederim,” dedim acım hafiflerken. “Siz… ne zaman geldiniz?”
Bir kabahati varmış gibi utandı. “Biraz oldu. Sizin Hazer Bey’e verdiğiniz anahtarla açtık kapıyı. Hazer Bey sizi çok merak ediyordu, ne yapsın adam. Geliverdik…”
“Anladım. Şey… Odamın camından gördüm onu, arka bahçedeydi.”
“Yanına mı gideceksiniz? Yardım edeyim.”
Kerem’in yardımı ve değneğimle evin etrafını yarım tur dolandık ve ona yaklaştık. Bu şekilde daha net görmüştüm: Elleri çamur içindeydi ve yere çiçek dikiyordu.
"Hazer..."
Adı dudaklarımdan bir iç çekiş gibi döküldü ve Hazer'in başı yukarıya kalkıp bana döndü. Göz göze gelmemizle kalbim acı şekilde kasıldı ve ıslak, parlayan yüzü nabzımı hızlandırdı. Saçları alnına yapışmıştı, hırıltılı şekilde soluyordu ve üzerindeki tişört tamamen vücudunu sarmıştı. Yağmur damlaları yüzümden akıp dudaklarımdan sızarken kulaklarım deli gibi uğuldadı.
"Bu yağmurda... çiçek dikemezsin," diye fısıldadım.
Gözlerini bile kırpmadan alçalıp yükselen göğsüyle bana bakarken, "Ben en fırtınalı yağmurlarda bile çiçek dikebilirim," dedi ama bu cümlede çiçekten ziyade, bizden bahsetmişti. Ben en fırtınalı kavgalarımızda bile bizim için güzel şeyler yapabilirim, demek istiyor gibiydi.
"Tabii ki dikebilirsin," dedim. Ona duyduğum güveni içimde hissediyordum. "En güzel çiçekleri sen dikersin."
"Ama sadece senin için."
Yutkunarak başımı salladım. "Benim için." Ya da bizim için.
Yutkundu ve ardından başını tekrar önüne çevirip fırtınaya, yağmura rağmen elindeki çiçeği toprağa dikmeye gayret etti. Bu çiçekleri benim için dikiyordu, en fırtınalı zamanlarımızda bile benim için bir şeyler yapmaktan asla vazgeçmeyeceğini gösteriyordu. Elleri benim için fırtınaya kafa tutuyor, bu yağmurun altında benim için ıslanıyordu. Dün birbirimizi biraz gücendirdik diye aramızı yumuşatmaya çalışıyordu.
Çiçekle işi bitince doğruldu ve yanıma gelirken ellerini kotuna sildi. Kerem, ondan aldığı bir işaretle uzaklaşırken Hazer belimden tutarak ayakta kalabilmem için bana yardımcı oldu. Islanmaya başlayan kirpiklerimin arasından ona baktım.
“Çok ıslanmışsın Hazer, üşüteceksin.”
"Gözlerine her baktığımda neyi anlıyorum biliyor musun? Hayatımda senin gözlerinden ötesine yer yok Mila."
Durduk yere bunu söylemesiyle afalladım. "Benim de hayatımda senden ötesi yok," diye fısıldadım. "Hazer’le başlayıp Han’la bitiyor."
Gözlerinin içinde kuvvetli bir ateş yandı. Bir an beni tutup göğsünden içeri çekeceğini sandım Öyle bir bakıştı ki bu, hayatımın Hazer’le başlayıp Han’la bittiğine emin olmuştum. Duygularım bu fırtınadan daha güçlüydü ve böylesi duygulardan sağ çıkabilecek miydik?
"Sadece Hazer," diye fısıldadı alnını alnıma bastırıp beni kendine çekerken. "Mila için sadece Hazer."
Ellerimle tişörtünü tuttum ve çenesinin altında kalarak ona tekrar yakın olmanın mutluluğuyla gülümsedim. “Ne zamandır buradasın?”
Elleri belimi yavaşça okşarken, “Bir saat kadar önce geldik,” dedi. Yanağını yanağıma yaslıyordu. “Uyuduğunu görünce kıyamadım hiç. Sana bir çorba yaptım uyanınca içersin diye, sonra da aldığım çiçeği diyeyim dedim işte… Uyanmışsın bu sırada.”
Aramızın tekrar yumuşamasından mutlu olduğum için yağmurun yağması bile beni gereksizce gülümsetiyordu şu an. “Yağmurun sesine uyandım galiba.”
Gözlerimin içine bakabileceği kadar geri çekilip yüzümü izledi. “Fırtına geliyor gibi.”
Tişörtünü tutan parmaklarımı kalbine bastırdım. “Benim… sana olan duygularım da bir fırtına kadar güçlü.”
O da rahatlamıştı ki gülümsemesine karşı koyamadı. “Hangimizin duygularının daha fırtınalı olduğunu konuşmayalım şimdi.”
Bizim duygularımız bu çiçekler gibi Hazer; fırtınaya göğüs gerebilir ama birileri de üstüne basıp geçebilir.
Ne yaptığımı farkında bile olmadan titreyen parmaklarımı aralık dudaklarıma götürdüm. Hazer’in bakışları parmaklarımı takip etti ve gözlerinden bir duygu yoğunluğu geçti.
Yutkunarak, “Hakkımda araştırma yapma,” dedim dünkü tartışma konumuza dönerek. “Hakkımda merak ettiğin şeyler var, evet… Ama bunları sana benim anlatmamı bekle. Lütfen.”
Gözleri bir saniyeliğine benimkilerde kaldı ve elinin tersiyle yanağıma düşen birkaç damlayı sildi. “Seninle ilgili her şeyi öğrenmek istiyorum.”
“Öyle diyorsun Hazer ama sen de kardeşinle ilgili anılarını bana anlatmıyorsun. Bazı şeylerin zamanı var yani, değil mi?”
Yüzünde bir an hüzün göründü ve bunu, duyguya aşina olduğum için hemen anlamıştım. Tenime dokunan parmakları, orada daha fazla vakit geçirmek istiyor gibi enseme kayarken başını da yavaşça salladı. Gözleri az önce terk ettiği yere, dudaklarıma inerken nefesini de bana yaklaşmaya başladı. Dizlerim ve karnım, vücudum ona yaslı olduğu için çok zorlanmıyordum ve tahmin ettiğim gibi beni öpecekse biraz daha bu pozisyonda kalabilirdim.
Yüzüme ateş bastı ve kulaklarım uğuldarken Hazer yükselmeye devam etti. Elim saçlarından yüzüne kaymaya başladı ve sakalları avuçlarıma battı.
"Hazer..."
"Yüzümü böyle tutmana bayılıyorum.”
Onun bana yaklaştığı gibi benim de başım ona doğru yükseldi ve ellerim yüzünü çepeçevre sardı. "Ne zaman istersen yüzünü böyle tutarım.”
"Mila," dedi. Elini belimden yukarı kaydırıp sırtımın ortasından beni sertçe kendine bastırdı ve adım adım yüzüme yaklaştı. "Güzelim benim..."
"Hazer..."
“Mila, Gece Yarısı Güneşi’m.”
Dudakları, nefesinden sonra yaklaştı ve dudaklarıma yerleşti. Hafifçe hissettiğim o basınçla gözlerimi yumup parmaklarımı kalbine daha çok bastırdım. Öpücüğündeki isteğin farkına vardım; bunun ilk kez öpüştüğümüzden biraz daha farklı olduğunu da. Öpücüğünün tekinsiz bir edası vardı, dudaklarım sızlıyordu ve vücudunun tepkisini hissediyordum. Başını yana eğip boynumdaki bir damarı okşadığında ağzının içine doğru ses çıkardım. O esnada yağmurun ve kalplerimizin sesinden daha yüksek çıkan bir sesi duyduğumuzda durduk ve gözlerimizi açıp birbirimize baktık. İkimizin de bakışları puslu ve yoğundu. Çıkan gürültünün ne olduğunu ilk an anlamadık ama bir bağırtı daha koptuğunda afalladık.
"Hazer..."
"Ses Behram'ındı."
Ben sesin kime ait olduğunu anlamamıştım ama Hazer dostunu tanımıştı tabii. Başımı salladım ve kızaran yüzümü onun omzuyla saklarken Hazer sertçe yutkunup beni belimden kaldırdı. Yükümü neredeyse tamamen almıştı. Beni kucaklayıp evin önüne yürümeye başladı. Kolum boynuna sarılıydı, parmaklarım kulağının arkasıyla oynarken Hazer huylanıp kıkırdar gibi oldu. Biraz gevşemişti.
Birkaç saniye içinde evin önüne yaklaştığımızda Hazer'in gevşeyen boynu kasıldı ve adımları duraksadı. Başımı tedirginlikle kaldırdım ve onun sert şekilde ileriye baktığını gördüm. Çenesi başımın üzerine değerken onun gibi ileriye baktım. Gazel ve Behram bahçe kapısının ağzında, yağan yağmurun altında karşılıklı duruyordu. Aralarında bir adım kadar mesafe vardı, ilk kez bu kadar yakın duruyor ve gözlerini kırpmadan birbirlerine bakıyorlardı. Behram'ın suratı çarpılmış gibiydi, kafası durmadan iki tarafa sallanıyor ve omuzları sert şekilde yükseliyordu. Gazel'se... ağlıyor, titriyor, elleriyle Behram'a ulaşmaya çalışıyordu.
Hazer'in bir an bütün gücü çekilmiş gibi oldu. "Siktir! Öğrenmiş.”
“Ne demek o senin abin değil de sevgilindi?”
Behram'ın dudaklarından çıkan bu cümle Hazer'in tespitini onayladı ve yüreğimi bir el sardı. Behram'ın yüzünde, kimsede görmediğim bir hayal kırıklığı ifadesi vardı. Dudaklarının arasından sinir bozucu bir kahkaha kaçtı ve Gazel ellerini yüzüne kapatıp hıçkırıklara boğuldu. Duygularım keşmekeş içinde kaybolurken Hazer'in de kardeşi için çektiği acının seslerini duydum. Behram, Gazel'e doğru bir adım attı ve âdeta yeri göğü delen bir gürültü kopardı.
"Nasıl… Nasıl olabilir? Abim dedin. Ben... abinden isteyecektim seni, o zaman bile abin olmadığını söylemedin. Bunu bana nasıl şimdi söylersin? Nasıl? Bir saat önce evlenmişken nasıl karşıma geçip onun abin değil de sevgilin olduğunu söylersin?"
BÖLÜM SONU.
Yorumlar yükleniyor...