59. BÖLÜM
"ISLAK KİRPİKLERİN"
İnsan, bir küçük çocukken dönüşebileceği yetişkinin nasıl biri olduğunu merak ediyor. Hayallerin henüz gerçekleşmemişse umutsuz bir yetişkin oluyorsun, hayallerin öldürüldüyse de içindeki çocuğu hiç büyütemiyorsun; ne kadar yetişkin görünürsen görün.
Gözlerim, gördüğüm güneş ışığıyla parlıyor, saçlarım hafif bir rüzgârla uçuşuyordu. Elimi saçlarım arasından son kez geçirip başımı eğdim ve Melek'in suratına bakınca yanaklarının pembeleşmeye başladığını gördüm. Artık üç aylık olduğu için onu zaman zaman hava alması için dışarı çıkarıyordum. Parka getirmiştim, gözlemlerime dayanarak söyleyebilirdim ki parkta oynayan çocukları izlemek onu sevindiriyordu.
Başındaki beyaz şapkayı biraz daha aşağıya çekip yüzünü güneşten korurken, "Yine parmağını emmeye başladın," dedim kendi kendime. "Bana öyle geliyor ki, acıktın."
Artık sesime tepki verebiliyordu, ses çıkarabildiği gibi. Konuştuğumu anlayıp gözlerini çevirdiğinde babasının kopyası olan amber renkli gözlerine gülümsedim. O da ağzının kenarından salya akıtırken yüzünde önce refleksi, sonra da gerçek bir gülümseme oluştu. Gülümsemesi içime dokununca gözlerim neredeyse dolmaya başladı.
"Evden çıkarken yanımıza aldığımız meyveli yoğurdunu yiyelim mi Melek?"
Onu önümdeki bebek arabasına nazikçe koyduğumda huysuz bir ses çıkardı, benden uzaklaşmayı sevmemesine mutlu oldum. Bankın yanındaki torbayı açıp evde kendime hazırladığım çilekli yoğurdu çıkardım. Parmağını ağzından çekip Melek'e parmağımla yoğurdu tattırırken, "Bu park babanla yakınlaştığımız parktı," diye anlattım ona. "Bana kitap hediye etmişti, bir iddiaya girerek. Şimdi düşünüyorum da bana yakınlaşmak için böyle davrandığı çok açıkmış, o zaman pek anlamıyordum..." Bunları anlatıyordum ama Melek'in benimle ilgilendiği yoktu, kaydıraktan inen çocuğa bakıyordu. "Baban şimdi itiraf etmez ama kesin o zamanlar, Bu kız ne kadar saf, demiştir içinden."
Yoğurdun tadına yüz buruşturunca kıkırdadım. "Tenin çok beyaz, güneş değince hemen kızarıyorsun. Büyüdükçe bu özelliğin kaybolur umarım yoksa kırmızı yanaklarla gezersin."
Kafasını geri çekip bir anda heyecanla ellerini kaldırmaya başladığında şaşırdım ve onun büyümüş gözlerini takip ettiğimde Hazer'in buraya yürüdüğünü gördüm. Babasını fark edebilmiş, benim gibi heyecanlanmıştı. Bu kadar uzun vakittir oturduğumuzu fark etmemiştim, ne ara işten gelmişti acaba? Yoğurdu torbanın içine bırakırken Hazer birkaç adım daha atıp bize yaklaştı.
Yanıma oturup yüzüme doğru eğilirken, "Kızımı alıp evden mi kaçtın?" diye fısıldadı. Önce yanağımdan, ben kıkırdarken de hızlı şekilde dudağımdan öpüp geri çekildi. "Çok güzelsin, çiçek gibi kokuyorsun."
"Gracias, yeni bir parfüm deniyorum." O kafasını Melek'e çevirip heyecanla ellerini saklayan kızına uzanırken ben de yanağımı okşayarak salak gibi gülümsedim. Hazer kızımızı koltuk altlarından kaldırarak arabasından çıkardı ve dizine oturtarak kafasındaki şapkayı aldı. Melek'e, kendi güneş gözlüğünü takarak beni güldürürken eğilip yanaklarından, tombul ellerinden öperek de kızımızı güldürdü. Melek elleriyle gözlüğe dokunmaya çalışırken, "Gözünden çıkarıp atacak, kıracak," dedim.
"Kırsın." Onun kafasındaki kısa saçları yana doğru tarayıp dudaklarını ensesine bastırdı. "Biraz serin olmaya başladı, eve gidelim. Ne zamandır buradasınız?"
"İki saat oldu sanırım." Hazer'in yakışıklı, çekici suratına bakarken bankta kaymaya, elimde olmadan ona yakınlaşmaya başladım. Çiçekli elbisemin kumaşı onun kumaş pantolonuna değince Hazer gözlerini çevirip baktı ve ben yanağına eğilip onu öperken, "Seni özlemişim," dedim. Dudaklarım biraz soğumuştu, onun teniyse klimalı arabasından çıktığı için sıcaktı. Dudaklarımı az kaydırıp dudağının kenarından da öpünce Melek'in huysuz sesini duyup güldüm. "O da seni öpmek istiyor."
"Önce annesi," dedi. Fakat ben onu aynı şekilde öpmeye utandım, bir parkta olduğumuzu anlaması için etrafımıza baktım. Hazer kafasını iki yana sallayıp Melek'e eğildi ve onun gözlüğü kafasından düşürdüğünü görüp, "Leo’yla el ele beni batıracaksınız bak vallahi," diye söylendi.
Kızımız kucağında olduğu için ben eğildim ve gözlüğü alıp kafasına koydum, sonra çenemi Hazer'in omzuna yaslayıp beline sarıldım. Üzerinde ceketle kravatı yoktu, sadece gömlek giyiyordu ve kollarını dirseklerine kadar katlamıştı. Parmağımı çıplak kolunda dolaştırarak nefesimi kulağının arkasına üflediğimde, "Çok yapışkansın bugün," diyerek takıldı ve Melek'in çorabını çıkarıp ona doğru eğildi. "Ben sana demedim mi dekolte vermek yok, bu ayak neden açık ha kızım?"
Melek kafasını eğmeye çalışıp babasının gösterdiği ayağına, gözlerini nazlı nazlı kırpıştırıp sonra da babasına doğru baktı. Verdiği tepkinin tatlılığından onu ısırmak üzereydim, neyse ki Han'ın kucağındaydı. Hazer ciddi yüz ifadesine birkaç saniye daha devam etti ama Melek'in tatlılığı öyle dayanılmazdı ki gülerek burnundan öptü. "Ben senin şapşal suratını yerim, nasıl da bakıyorsun alık alık. Ayağın da minicik zaten, yalayıp duruyorsun..."
Melek'in ağzına götürmeye çalıştığı ayağını tuttum, Hazer onu sıkıca dizinde dengelemişken çorabını tekrar giydirip düzelttim. Melek rahatsız olup bacağını hareket ettirdi, ayağından çok gıdıklandığı için müdahale sevmiyordu.
"Sen hakikaten çok nazlı bir kızsın," dedi Hazer, o bağırınca. Gevşemesi için kafasını okşayıp göğsüne bastırdı. "Asaf'ın yanında gülüp duruyorsun, bize gelince ağlarsın tabii..." Melek babasının yüzüne bakmaya başlayıp ellerini onun yüzüne götürünce Hazer kaş çattı. "Hayır, şimdi hiç gönlümü almaya çalışma, az önce bağırdın bana."
Tükürüklerini saçarak ses çıkarınca hemen torbanın içinden bir mendil çıkardım, ağzının kenarını silerek caddeye baktım. Tahmin ettiğim gibi Kerem arabanın önünde, sigarasını içerek bekliyordu. Onu daha fazla bekletmek istemeyerek, "Kalkalım mı?" diye sordum Hazer'e.
Melek'i göğsüme bastırıp torbayı alırken Hazer'in beşiği katlayıp almasını izledim. Melek ellerini ona doğru açıp ağlamaya başladı, bu yüzden arabaya vardığımızda Hazer ön koltuğa oturmak yerine Melek’le benim yanıma oturup onu dizine koydu. Melek esneyerek onun göğsüne yatınca da gözlerini kapatıp elini kızının sırtında dolaştırmaya başladı. "Klimayı aç Kerem."
Hayret ederek, "Açık zaten?" dedi Kerem, dikiz aynasından bakıyordu.
"Biraz serinlemişti, artır o zaman dereceyi."
Kerem, Melek'e bakıp başını salladı. Hasta olmasından benim kadar endişe duyuyordu Hazer. Koltuğun kenarındaki çiçekleri gördüm etrafıma bakınırken. Uzanıp renkli çiçek buketini kucağıma çekerken, "Bana mı almıştın?" diye sordum gülümseyerek.
Hazer gözlerini açıp suçlulukla bana baktığında gülmeden yapamadım. Koparılmış çiçekleri sevmediğimi biliyordu, almasına gerçekten şaşırmıştım. Melek'i aramıza koyarak, "Almak aklımda yoktu ama çok güzel görünüyorlardı," dedi, suçunu kabul etmiş gibi ofladı. "Bir vazoya koymanı istedim, renkleri de senin sevdiğin renkler... Bir kez olsun hazır çiçek kabul et Mila. Sonuçta senin için koparmış değilim, zaten çoktan kopmuş çiçekler."
Çiçekler çok tazeydi ve güzel kokuyordu. Elbette kabul edecektim, çoktan almıştı. "Çiçek görünce aklına ben mi geldim?" diye sordum.
Gülümseyip göz kırpınca ben de kıkırdadım ama dönüp Melek'e bakarken, "Kızım gelmişti," deyince yüzümü öne eğip kaş çattım. "Bir tanesini kızıma ver."
Omuz silkip çiçekleri kendime çektim. "Hayır."
Hazer parmağını Melek'in saldırısından kurtarırken bana baktı ve yüz ifademi fark edince kahkaha atmaya başladı. Ona düz düz bakıp bir şey demeden önüme döndüm, babasının karnına yaslı olan Melek'e dil çıkardım. Salyaları çenesini ıslatırken gülüp ellerini kaldırdı, heyecanla boşluğa uzattı. Hazer onun hayal kırıklığına uğramasına engel olup elini yanına götürdü, Melek'in dokunmasını sağladı. Biraz sonra da Hazer'in parmaklarına onun salyası akmaya başlayınca Kerem memnuniyetle sırıttı.
"Yakaladım," dedi Hazer, dikiz aynasından sertçe bakarak.
Kerem hemen başını diğer tarafa çevirdi ama gülmeye devam ettiğini görüyordum. Hazer’e kızımıza doğru eğildi ve parmaklarını çekip, "Beğeniyor musun yaptığını?" diye sordu.
Melek Yakut birbirine çok benzeyen tatlı sesler çıkarıp başını Hazer'in göğsüne bıraktı. Saçları çok yumuşak bir kahverengindeydi, kıvırcıktı ama büyüdüğünde bu değişir miydi bilmiyordum. Saçlarındaki bu birkaç lüle öyle hoşuma gidiyordu ki büyüdüğünde de saçlarının bu şekilde olmasını hayal ediyordum.
Torbadan, Melek için sürekli yanımda bulundurduğum hijyenik mendillerden bir tane aldım ve Hazer'in elini silerken gözlerine baktım. Bana teşekkür eden gözlerle bakıp Melek'in kafasını göğsüne bastırdı, elini o birkaç lülede gezdirmeye başladı. Mendili kenara bırakıp onlara biraz daha yaklaştım, başımı Han'ın omzuna koyup gömleğini koklamaya başlarken, "Oğuz'un doğum günü yaklaşıyor," dedim, ne ara bu kadar zamanın geçtiğini düşünerek. "Ona ne alalım?"
Hazer parmağını çok yavaş şekilde Melek'in burnundaki çillerde dolaştırırken, "Rock albümü?" diyerek öneride bulundu. Oğuz Asaf'ın serseri bir çocuk olmasını öyle çok istiyordu ki göz devirmekten kendimi alamıyordum. "Hayır hayır, vazgeçtim! Beşiktaş forması alalım Mila, lütfen. Ben imzalatmanın bir yolunu da bulurum."
Bu kadar heyecanlanmasının tek nedeni o formayı Behram'ın gözüne sokmayı istemesiydi, onu gıcık etmek çocuğa doğum günü hediyesi almaktan daha cazip geliyordu herhalde. "Öyle bir şey olmayacak," diyerek rest çektim ve düşünmeye devam ettim. "Çocuğun babası Fenerbahçeli, Beşiktaş forması verirsen bizi o saniye evden kovar."
"İmamım yapmaz," diyerek bana güvence verdi Hazer.
Zaten omzunda olduğum için onu ısırmam hiç de zor olmadı ve Hazer sahte bir ses çıkarıp içten içe gülerken, "Son kararı ben veriyorum," dedim. Ardından kibarca gülümseyip ısırdığım yeri öptüm. "Sahi, sana neden sordum ki?"
Kerem şoför koltuğunda sesli gülmeye başlarken Hazer alıngan bir bakış atıp hafifçe doğruldu, Melek'i biraz indirip karnına yaslarken, "Umarım annenin şakacı tarafını almamışsındır,” dedi ciddiyetle. “Yani almışsan da bir kazancın olmaz doğrusu, bir şey almamış olursun çünkü annenin şakacı bir yanı yok."
"Patron niye öyle diyorsun? Ben kankama çok gülüyorum..."
Kerem'e minnettar bir bakış attım ve camdan dışarı bakmaya başlarken, "Bak kızım, Kerem'i artık tanıyorsun," dedi Hazer ciddi ciddi. Komik olan Melek'in gözbebeklerini büyütmüş, ağlamadan, ses çıkarmadan babasını dinlemesiydi. "İyi tanı bu yağcıyı. Bir kazayla, sinir krizi geçirip öldürürsem güzel hatırla kendisini."
Hazer işaretparmağıyla Kerem'i gösterince Yakut ilgiyle kafasını çevirip görmeye çalıştı, bunu anlayan Kerem kafasını yana eğip ce-e gibi bir ses çıkardı. Melek sıçrayıp gözbebeklerini açtı, dudakları büküldü ve ağlamaya başlayınca Hazer hemen müdahale edip, "Yok bir şey aşkım," dedi. Eğilip dudaklarını yanağına dokundurdu, bir taraftan da akan damlaları sildi. "Ağlama, korkma. Hakikaten korktun mu sen? Tamam, abin bakmaz bir daha öyle, normalde de gülerdin, niye korktun hı?" Hazer'in sesindeki enerjinin hemen düşmesi beni şaşırtmamıştı, Melek ağlar ağlamaz ifadeleri değişiyordu. "Özür dileriz, bir daha ağlatmayacağız seni gerçekten."
"Patron ben niye özür diliyorum ya?"
Hazer sabırla soluyup başını bana çevirdi, zaten üzüldüğü için dişleri arasından sinirle konuştu. "Uzan da şuna bir tane vursana ya."
Kendimi gösterdim. "Ben mi?"
Hazer doğru dercesine gülüp tekrar kızıma döndü. "Doğru, ben de kime vurmasını söylüyorum, bir çiçeğe bile kıyamayan karıma..."
Kerem’le bakışıp birbirimize gülümsedikten sonra tekrar kocama göz ucuyla bir baktım. Kerem'e gıcık olmayı bırakıp Melek'i göğsüne çekti ve onun ağlamasını durdurmak, dikkatini dağıtmak için gökyüzündeki bulutları gösterdi. Ben yıldızları ne kadar seviyorsam Melek Yakut da bulutları o kadar seviyordu.
Eve geldiğimizde Hazer, Melek’le indi ve ben inene kadar bekledi. Kerem hemen şifreyi girip evin kapısını açınca çiçeklerin iki taraftan donattığı bahçeyi yürüdük. Kapı, biz çalmadan açılınca Leo'nun geldiğimizi gördüğünü anladım. Kapıyı coşkuyla açtı ve onun ardından Mustafa geldi; gözleri bizi görmedi, Hazer'in kucağındaki Melek'e baktı her ikisi de.
"Nerede kaldınız yenge? On saattir Melek'i bekliyorum."
Leo'yu anneme bırakıp gitmiştim, biraz geç kaldığımı biliyordum. Mustafa'nın serzenişine gülümseyip Hazer'in ardından içeriye girdim ve bana sessizce yaklaşan Leo'ya göz kırptım. Çantamla çiçeği şimdilik portmantoya koyarken bana biraz tedirgin şekilde baktığını görünce, "Bir şey mi oldu?" diye sordum.
Kafasını sallayıp salonu gösterdi işaretparmağıyla.
Arkamı dönüp holden salona doğru bir adım atınca irkildim. Hazer de salonun girişinde kalakalmıştı babasını gördüğü için. Cüneyt Bey’i aylar sonra ilk kez görüyordum, üstelik evimizde. Melek doğduktan sonra bizi tebrik etmeye gelmemişti ya da onu görmeye. Haliyle çok şaşkındım, neden burada olduğundan emin değildim. Hazer'i incitmek için mi gelmişti? İş hakkında acil bir durum mu olmuştu? Çok gerilmiştim. Bahar Anne, Cüneyt Bey'in yanından uzaklaşıp Hazer'e doğru bir adım atınca onun da bu karşılaşmadan dolayı gerildiğini anladım.
"Oğlum... Baban da kalkmıştı aslında, gidiyordu," dedi annem ve aslında koltukta oturan Cüneyt Bey'e baktı ama o, Hazer'in göğsündeki kızımıza bakıyordu. Üzerinde takım elbisesi vardı, şirketten gelmiş olabilirdi. "Değil mi Cüneyt?"
Hazer'in gerginliğini ilk omuzlarında fark ettim, Cüneyt Bey'in beklenmedik varlığından rahatsız olmuştu. Ne yapacağımı bilemediğim birkaç saniyeden sonra kocama biraz daha yaklaşıp omzunda yatan Melek'i almak için ellerimi uzattım. "Ben Melek'i yukarıya çıkarayım, yoruldu. Sen de babanla konuş hayatım."
Ona bir gülümseme gönderdim ve Melek'i serbest bıraktığında alıp göğsüme koydum. Mustafa’yla Leo uslu şekilde koltuğa otururken Hazer sert bir nefes alıp Cüneyt Bey'e doğru döndü. "Ne için geldin?"
Melek'in yüzü göğsüme yaslıyken muhtemelen Hazer'den ayrıldığı için huzursuzlanıp ağlamaya başladı ve ben merdivene yürürken, "Kalın," dediğini duydum Cüneyt Bey’in. Ortamdan ayrılmak üzere olan tek kişi ben olduğum için bu söylediğini üstüme alınıp duraksadım. Omzumun üzerinden kendisine bakıp kaşlarımı çattım, aramızda geçen en uzun ve tatsız konuşmayı hatırlayıp tekrar kırıldım.
Söylemesi zor şeyler söyleyecekmiş gibi garip bir yüz ifadesiyle bakıyordu bana. "Defalarca gördüğüm sizleri görmek için gelmedim buraya. Hazer’le konuşmak için de gelmedim, öyle olsa şirkette konuşurdum herhalde." Kaba şekilde genzini temizledi. "Onu... Yani Melek'i görmeye geldim."
Neden bilmiyorum ama korktum. Onun, Hazer’le olan problemlerinden ayrı şekilde nasıl bir insan olduğunu biliyordum ve kişiliğinden hiç hoşlanmıyordum. Kızımızı görmek istemesine çok şaşırmıştım, bunu düşündüğüne bile ihtimal vermemiştim. Hareketsiz kalıp Hazer'e baktığımda kaşlarını çok derinden çattığını, yüzünde çoktan reddeden bir ifadenin peyda olduğunu gördüm. Bahar Anne gergince bir Cüneyt Bey'e bir Hazer'e bakarken, "Üç ay sonra mı hatırladın onu?" dedi Hazer, alçak bir sesle.
Göz ucuyla Leo'ya baktım ve göz teması kurduğumuzda ona üst katı işaret ettim. Ne istediğimi anlayıp Mustafa'nın elinden tuttu ve onunla yanımdan geçip üst kata çıktı. Babası Mustafa'nın Leo’yla gidişini izledikten sonra gözlerini ağır ağır Hazer'e çevirdi. Yüzü, düşüncelerinin ağırlığıyla yorulmuş gibiydi. "Çocuğun dünyaya geldiğinde arayıp bana haber verdin mi ki Hazer?"
Yukarıya çıkıp çıkmamakta kararsız kalırken, "Karımın doğum yaptığını arayıp sana mı söyleyecektim?" dedi Hazer, iğneleyici şekilde. Konuşurken ellerini kullanmaya başlamıştı, daha da geriliyordu. "Bunu hak edecek ne yaptın?"
Hazer'e müdahale etmeyi düşündüm ama babasıyla arasına girmek istemiyordum. Bahar Anne de araya girmeye çalışırken, "Aramızda ne geçerse geçsin, çocuğun dünyaya geldiğinde haber verebilirdin," dedi babası, ona bakmaya devam ederek.
"Umurunda olur muydu ki?" dedi Hazer bu kez. Sesinin derinliğinde, bazen bana aile problemlerini anlattığında tanıdığım o kırgınlığı sezdim ve içim acıdı.
Bahar Anne de bunu hissetmiş gibi Hazer'e şefkatle baktı fakat babası bizim aksimize gözlerini Hazer'den çevirip bana doğru baktı. Bakmak istediği Melek'ti ve onunla göz göze gelince afalladığını hissettim, Melek’le ilk kez göz göze gelmişti. Bakışlarımı kızıma çevirdiğimde ilgisinin devam ettiğini gördüm, bu yabancı yüze alışmaya çalışıyordu.
Cüneyt Bey ayağa kalktığında Hazer de hareket edip ona doğru bir adım attı. "Cevap vermemenden de anlaşıldığı üzere umurunda olmazmış. Üç ay sonra bir çocuğum olduğunu hatırlamışsın hatırlamamışsın umurumda değil. Git şimdi buradan."
Bahar Anne araya girip, "Cüneyt, gidelim," dedi ve onun koluna dokunup daha sert konuştu. "Huzurunu bozmayalım çocukların."
"Niyetim o değil," dedi muhatabındaki adam, böyle yargılanmaktan rahatız olmuş gibi. "Bir şey yaptığım yok Bahar! Geldim... Torunumu görmek istiyorum. Gelsem ayrı kabahat, gelmesem ayrı kabahat! Anlamadım ki ben."
"Gelmek için gelmiş olmana ihtiyacım yok," diyerek sesini yükseltti Hazer ve hemen sonra durup omzunun üzerinden Melek'e baktı, yaptığından rahatsız olmuş şekilde konuşmaya devam etti. "Onu da sevmeyeceğini biliyorum. Kendini zorlama." Kırgınlığı, telafi edilemeyecek şekilde oradaydı. Bu, eskiden uykularını kaçıran bir kırgınlıktı. Fakat artık kendi ailesine sahip olduğu için korumacı bir öfkeye dönüşen bir kırgınlıktı.
Babasına bir daha bakmadan üst kata çıkmak için yürümeye başladı ve yanımdan geçerken peşinden gelmemi istediğini gösteren şekilde baktı. Gözlerimle basamakları çıkıp gözden kaybolmasını izledim ve önüme döndüğümde iki seçenek arasında kaldım. Direkt Hazer'in arkasından çıkabilirdim, böylelikle Cüneyt Bey’le aramızda olan uçurum daha da açılırdı ve belki de Melek'i görmeye bir daha gelmezdi. Tam olarak arzu ettiğimin ne olduğunu bilmiyordum ama incitmeyen seçeneğin tarafında olmak istedim ve Melek’le yanlarına ilerledim.
Cüneyt Bey dikkatle Melek'i izlerken anneme gülümseyip kızımı uzattım ve geri çekilip, "Ben Hazer'e bakayım," dedim. Ben yukarıya çıktığımda Cüneyt Bey biraz da olsa torunuyla vakit geçirebilirdi böylelikle. "Biraz yorgun ama anne, dikkat edersin sen."
Annem, Melek'i dengeli şekilde tutarken Cüneyt Bey'in bakışlarını üzerimde hissettim ama göz teması kurmaktan kaçındım. "Tabii yavrum, sen de dinlenmiş olursun biraz. Ben bakarım torunuma."
Başımı sallayıp arkamı döndüm, basamakları çıktım. Köşeyi dönmeden önce de aşağıya baktım. Annem koltuğa oturmuş, onun sevimli yüzüne bakarak konuşmaya başlamıştı. Cüneyt Bey de Melek'in diğer tarafına oturmuş, gözlerini kırpmadan ona bakıyordu. Melek'e o olumsuz enerjisini yaymasını, ters bir bakış atmasını kaldıramazdım. Melek hissedip kırılabilirdi sanki. Fakat sırf bunu yapmak için de evimize kadar gelmezdi, gerçekten torununu görmeyi istemiş olmasını diliyordum.
Koridorda ilerlerken Leo'nun odası önünde durup aralık kapıdan baktım. Leo, Mustafa'ya hararetle bir şey anlatıyordu, âşık olduğu yeni bir kızdan bahsettiğine bahse bile girerdim. Görünmeden çekildim ve yatak odamıza ilerledim, içeri girince Han'ı göremedim. Banyodaydı, su sesinden hemen anlamıştım. Banyo kapısına kadar ilerledim ve kapıyı biraz itince ellerini yıkadığını gördüm, ben de içeriye girip yanında beklerken, "Beşiğe mi koydun Melek'i?" diye sordu.
Elime biraz sabun aldım ve ona bakmadan ellerimi suyun altına götürüp yıkarken, "Aşağıda bıraktım," dedim.
Başını aniden kaldırıp bana bakmasına rağmen göz teması kurmaktan kaçınıp ellerimi sabunladım. Hazer fevrice el havlusuna uzanıp, "Niye bırakıyorsun?" dedi sertçe. "Kızımı görmesini istemiyorum. O çocuk tutmayı bile bilmez, incitir kızımı!"
Havluyu fırlatıp çıkmak için aceleyle hareket ettiğinde sabunlu elimi göğsüne koydum ve gözlerimi kaldırıp kızgın gözlerine baktım. "Annen aşağıda, Melek'i de ona verdim. Babanla aranızda ne yaşanırsa yaşansın Melek'i buna karıştırma. Dedesini ilk kez gördü, bırak tanısın. En fazla yarım saat onunla kalır baban, zaten sonra gider. Sakinleş, sen de inip yanlarında olursun. Sinir anında verdiğin kararlardan sonra pişman oluyorsun, bu yüzden bu konuda senin yerine karar vermeme izin ver."
Bir müddet gözlerime bakıp yanımdan geçti fakat aşağıya inmedi, yatağın ucuna oturup sabırsızca beklemeye başladı. Ellerimi duruladım ve üzerimdeki çiçekli elbiseyi uçlarından tutup kaldırdım, çıkarıp kirli sepetine attım. Beyaz iç çamaşırlarımla yatak odasına geçerken saçlarımdaki kurdeleyi çekmeye başladım. Dolaptan bir siyah bol paça pantolonla pembe, omuzlarında zarif fırfırları olan bluzu alıp giydim. Aynanın karşısına geçerken Hazer'e bakma ihtiyacı hissettim, ayağıyla yerde ritim tutuyor, her an inebilirmiş gibi kapıya bakıyordu.
Saçlarıma iki yanından tel toka takıp önümden çektim ve ilerleyip Hazer'in önüne geçtim. Ellerimi omuzlarına koyup bacakları arasına yaklaştım, kalçamı dizine yerleştirip bacağına oturdum. Omuzlarını ovmaya başlarken, "Sorun yok aşkım," dedim yumuşak sesimle. Eğilip kafasından öptüm. "Bu zaten kaçınılmazdı, kendini strese sokma."
"Kızımla ilgilenmiyor bile Mila. Bir kere odama gelip sormadı, neredeyse her gün aynı şirkette olmamıza rağmen... Şimdi inandırıcı gelmiyor bu torunumu merak ettim ayakları." Kızgındı, belki de hep beklemişti babasının Melek’le ilgilenmesini ve bunun için bu kadar beklemesine kırılmıştı. "Kızımı da sevmeyecek zaten, hiç hayatında olmasın daha iyi. Melek fark edip üzülmez en azından."
"Buna engel olamayız. Dedesi sonuçta, elbette hayatında olacak." Melek, muhtemelen hisli bir kız olacaktı, sevilmediğinde bunu fark edebilen bir kız. Hazer'in dediği gibi olursa çok üzülürdüm ama bunları düşünmek için henüz erkendi. "Hem hiç belli olmaz aşkım. Bakarsın babanı dize getiren Melek olur."
"Onun taş kalbini mi? Hiç sanmıyorum."
Başımı çekip doğrudan Hazer'in gözlerinin içine bakmaya başladım. Onu çok uzun senelerdir tanıdığımı söyleyemezdim ama nasıl yatışmasını sağlayacağımı herkesten iyi biliyordum. Kendisine yumuşak davranılmasını, ilgi gösterilmesini seviyordu. Şefkat görmeyi, sıcaklığı, bir sevgi dolu bakışı... Çok sinirlendiği dakikalarda onun karşısında durmak zor oluyordu çünkü kırıcı davranabiliyordu. Fakat onu yumuşatmak çok basitti aslında, biraz ilgiye hemen aldanıyordu.
Omuzlarını okşayıp dudaklarından yavaşça öptüğümde dikkati dağılmaya başladı ve düşmemem için belimden tutup öpücüğüme karşılık verdi. Gözlerimi kapatıp güneşte ısınan tenimi ona sundum ve nefessiz kalana kadar öptüm. Sadece öpücüğü öyle güzeldi ki boğazımdan bir iç çekiş çıktı ve Hazer fark ettiğinde dudaklarıma doğru gülümsedi.
Yatağa uzandık ve Hazer saçlarımı okşayarak bir müddet sessiz kalınca ben de hiç konuşmadım. Parmağımı Han'ın gömleğinin düğmesinde dolaştırıp her an açacakmış gibi davrandım ve onu heyecanlandırıp durduğumu anlayınca kıkırdamaya başladım. Bu yaptığıma gıcık olmuş şekilde soluyup elimi tuttu ve iki düğme arasından içeriye sokarak parmaklarımın çıplaklığına dokunmasını sağladı.
Yirmi ya da yirmi beş dakika geçmişti ki Hazer daha fazla durmak istemedi, hafifçe doğrulduğunda başım kendi yastığıma düştü. Dolaba ilerleyip gömlek yerine giyeceği bir tişört aldı, gömleğini çıkarıp banyoya kadar ilerledi. Döndüğünde tişörtü giyip saçlarını düzeltti, bileğindeki saatten sıkılmış gibi çıkardı ve bana bir bakış atıp odanın çıkışına ilerledim.
"Hazer?" diye seslendim o koridorda ilerlerken.
"Merak etme, kavga etmeyeceğim. Yani kızımı ağlatmadıysa."
Doğruldum ve üstüme başıma çekidüzen verip onun ardından odadan çıktım. Leo'yu duvara yaslanmış halde buldum, gözlerini koluyla kapatmış, sayıyordu. Saklambaç oynuyorlardı. Etrafımda Mustafa'yı arayarak basamakları inmeye başladım ve Hazer'in son basamakta durduğunu görüp salona göz attım.
Annem yoktu, mutfakta olmalıydı çünkü oradan su sesi geliyordu. Melek Yakut, Cüneyt Bey'in kucağındaydı, gözleri kapalıydı, belki de uyumuştu. Neyse ki ağlamıyordu. Cüneyt Bey onu çok bilgisizce tutuyordu, yüzünde de onu kucaklamış olmasıyla ilgili kaygılarını görüyordum. Rahatsız değildi ama sanki korkmuştu. Neden olduğunu anlayamadım, Melek sadece üç aylık bir bebekti.
Hazer son basamaktan da inince Cüneyt Bey başını kaldırıp bu tarafa baktı ve rahatsız olmuş gibi kaşlarını çattı. Hazer inip yanlarına yürüdü ve Melek'i almak için eğilirken, "Uyumuş, onu rahatsız etme," dedi Cüneyt Bey ve Melek'i, yüzünü izleyerek Hazer'e verdi. Gözlerini devirerek konuştu. "Senin de iyi ki bir çocuğun olmuş, ne çok istiyormuşsun baba olmayı."
"Bir çocuğa gerçek bir babalık yapmayı çok istemiştim, evet." Hazer söylenerek arkasını dönünce Cüneyt Bey oflayıp kollarını göğsünde kavuşturdu.
Hazer yanımdan geçip yukarıya çıkarken annem de salona geçip bir bana bir Cüneyt Bey'e baktı. "Gidelim artık Cüneyt, Melek uyudu zaten."
Muhatabı bir şey demeden başını salladı ve gözlerini basamaklardan çekip kalktı. Kenara koyduğu ceketini alırken annem de bana yürüyüp mahcup şekilde gülümsedi. Ona sarılıp, "Mustafa bu gece kalsın," diye rica ettim. "Leo’yla oynarlar, hem de yeğeniyle vakit geçirir."
"Tamam anneciğim ama seni yoracaksa götüreyim."
"Yok yok.” Annemle sarıldık ve onları geçirmek için kapıya ilerledim. Annem çantasını alıp ayakkabılarını giydi ve dışarıya çıkıp bana el salladı.
Gülümseyip ilerlemesini izledim ve sonra da neden annemin arkasından gitmeyip de kapının önünde durduğunu anlamadığım Cüneyt Bey'e baktım. Kararsız halde yüzüme bakıyordu. Bir şey söyleyecek gibiydi, öyle olmasa burada durmazdı. Söylemesi için teşvik edercesine başımı salladığımda, "Yarın da gelmek istiyorum," dedi bakışlarını kaçırarak. Mahcubiyeti şaşılacak şeydi. "Melek'i görmek için."
Nasıl karşılık vereceğimi bilemediğim birkaç saniye yaşandı, Kerem bahçeden bize bakıyordu, muhtemelen rahatsız edilip edilmediğimi anlamak için. Kaçırdığı gözlerine doğru bakıp, "Yarın gelebilirsiniz," dedim mesafeli bir sesle. "Fakat öğleden sonra ya da önce. Öğle vaktinde gelmeyin, uyuyor o saatlerde." Başını kaldırıp bana bakınca bu kez ben gözlerimi kaçırdım, ayaklarıma doğru bakıp, "Annem sizi bekliyor," dedim.
Birkaç saniye daha kapının önünde hareketsiz kalıp sonra başını sallayarak arkasını döndü, bahçe kapısının önündeki anneme ilerledi. İkisi de arabaya binip uzaklaştığında Kerem yanıma ilerleyip ne oluyor dercesine göz kırptı. "Bir şey demedi değil mi sana? Vallahi bir uçarım, ağzı burnu yamulur, sekiz kez katlanmış gibi ezik büzük olur."
"Bir şey demedi canım, endişe etme. Melek'i görmek istiyormuş."
Kerem pes artık dercesine gözlerini açtı. "Yüzsüz herif ya." Sorgularcasına kaşını kaldırdı. "Gelme lan, deseydin. Melek'imi görmeyi hak etmiyor, kaş falan çatar, ağlatır yavrumu."
Gülmeden edemedim, bir yandan da haklıydı. Cüneyt Bey kaş çatıp sinirle baksa bebeğim hemen ürkerdi. Yanaklarımı şişirip endişelerime ket vurmaya çalıştım ve yukarı çıkıp odamıza geçtim. Kocamla kızımı yatakta buldum. İkisinin de gözleri kapalıydı, zaten Melek uyuyakalmıştı. Akşam yemeğinden önce biraz dinlenmek için onlara katıldım, yatağın diğer tarafına uzanıp başımı yastığa koydum. Hazer ağırlık olmasın diye Melek'e dokunmuyordu, yalnızca yüzünü kafasına yaslamıştı. Uyumuyor gibiydi ama yine de konuşup huzursuz etmedim, Melek'in yanağından öperek gözlerimi yumdum.
✨
Bazen uyanmaktan korkuyorum. Rüyadan uyanmaktan. Kaybolmaktan ve her şeyin hayal olmasından, kalbimin sol tarafının boş olmasından.
Hazer hiç var olmamış.
Melek Yakut hiç var olmamış.
Her şey bir rüyaymış.
Ben hâlâ yalnızmışım.
Ve sevilmemişim.
Aradan geçen günlerin haftalara kavuşma hızını takip edemiyordum. Bir bebek sahibi olmanın hayatımı bu kadar hızlandıracağını düşünemezdim, bazen ertesi gün nasıl oldu anlayamıyordum ve en çok da Melek Yakut'un bazı anlarını kaçırmaktan korkuyordum. Dördüncü ayına girmişti, hayata güçlü bir kız olarak başlamıştı ve sanırım annesiyle babasının talihsizliği yüzünden duygusal bir kız olarak devam ediyordu.
Kasım ayına girdiğimiz için yağmurlar artmıştı. Babamın mezarını ziyarete gitmiştin, ayrılırken de yağmura tutulmuştum ve taksinin arka koltuğunda, yüzümü peçeteyle silerken bir an önce evime varmak istiyordum. Yağmur yağacağını biliyordum çünkü anne olduktan sonra hava durumunu sıkı şekilde takip etmeye başlamıştım. Ne zaman güneşin açacağını ne zaman yağmurun yağacağını bilmem gerektiğini hissetmiştim Melek için. Kızımı ona göre giydirecek, ona göre dışarıya çıkaracak, ona göre hazırlayacaktım.
Evin bahçe kapısından şifreyi girerek geçtim ve sokak kapısına ulaşınca anahtarımı çıkardım. Hole geçtiğimde birkaç saniye eve kulak verip Hazer’le Melek'in sesini duymayı bekledim fakat duyamadım. Hazer, işlerim olduğu için evde kalıp Melek'e bakmıştı, sessizlikte yürüttüğüm fikirse onun Melek'i alıp dışarıya çıktığı oldu.
Odamıza çıkmadan önce eşyalarımı portmantoda bıraktım ve koridora çıkıp odamıza ilerledim. Aralık kapıyı açtığımda onları göremedim, beşiğe ilerlediğimdeyse Melek'in uyuduğunu gördüm. Bebeğimi görünce bir saniyede değişti yüzümdeki ifade, dünyaya onun gibi güzel bir şey getirdiğime inanamayarak ürperdikten sonra uzanıp karnındaki tombul elini okşadım.
Uykusu derin olduğu için onu uyandırmaktan çok korktum, elimi çekip geriledim. Melek buradaysa Hazer çok uzakta olamazdı, banyoya gidip kapıyı yavaşça açtım ama orada bulamadım. Tekrar koridora çıkıp aşağı kata inecekken misafir banyosunun kapısının aralık olduğunu görüp açtım. Hazer'i küvetin içinde görünce de omuzlarımı düşürüp yanına ilerledim. Nadiren bu banyoyu kullanırdı, su içinde oturmak istediğinde. Gözleri kapalı, köpüklerden vücudunun görünmediği küvette, başını arkasına yaslamış şekilde uzanıyordu. Kapıyı açık bırakma sebebinin Melek olduğunu anladım, ağlarsa diye sesini duymak istemişti. Pembe pilili eteğimin altındaki beyaz çorabımı çıkarıp kenara bıraktım ve küvetin ıslanmış taşına oturup, "Mi vida," diye seslendim.
Gözlerini açışı çok aheste oldu, irkilmediğinde anladım geldiğimi anlamış olduğunu. Dudakları kıvrılmaya başladı ve dirseğini taşa yaslayıp elini şakağına koydu. "Hoş geldin karım."
"Hoş buldum," dedim. "Dinleniyor muydun? Rahatsız mı ettim?"
"Bin kere söyledim, ben sana bakarak dinleniyorum diye. Fakat anlamıyorsun bir türlü…" Doğru ya, hep böyle derdi, geceleri gözlerimin içine bakarak uykuya dalardı; sabahın yedisinde kalkıp işe gitme gücünü benden aldığını söylerdi.
"Peki Melek nasıl? Çok ağladı mı ben yokken? Yokluğumu hissetti mi? Ne yedirdin ona?"
"Sakin ol, sadece birkaç saattir ortada yoktun Mila. Kendine vakit ayırman çok normal." Küvette kayarak bana yaklaştı, içerideki köpükler hareket etmiş oldu. Islak elini başıma götürüp saçlarımı kavradı. "Melek iyi, öğle uykusuna yatırdı babası onu. Biraz mama yedi, altını da değiştirdim." Başımı kendisine doğru eğdi ve kendi kafasını da bana kaldırıp dudaklarını dudaklarıma sürttü. "Kurdelen nerede? Sabah taktığını görmüştüm."
"Düşürmüş olmalıyım, yağmur yağıyordu."
"Her gün kurdele takarsın, hiç düşürdüğünü görmedim."
Bir şey demedim, dudaklarından öpmeye devam ettim. Hazer'in dudakları bir süre sabit kaldıktan sonra hareketlenip öpüşmemizi yoğunlaştırdı. Dizleri üzerine yükselip iki eliyle birden belimi kavradığını, beni kendisine çekmeye çalıştığını fark ettim. Islanmamak için ondan kaçmaya çaba gösterirken Hazer kafasını sol tarafa eğip daha hızlı şekilde dudaklarımı kavradı.
"İyi öpüştüğün için şimdi kocamsın," diye takıldım ona.
Kızgınmış gibi görünüp elini tenimde kaydırdı. "Tek maharetim öpüşmek değil, biliyorsun." Sırıttı. "Biliyorsun çünkü Melek'i yaptık..."
Onu omuzlarından iterek kalktığımda kalçama vurdu ve ben banyodan çıktığımda gürültülü su sesi geldi, sanırım küvetten doğrulmuştu. Odaya geçtim ve üzerimi çıkarıp sutyenimle kaldığımda Melek'i izlemeye başladım. Bacaklarını esnetirken çok şirin görünüyordu, yanakları tatlı şekilde kızarmıştı. Eğilip ayaklarından tuttuğumda gözlerini kırpıştırıp odaklamaya çalıştı, gözlerimiz birleştiğinde de sıçramaları durdu, rahatladı. Onu alıp göğsüme koydum.
"Nasılsın meleğim? Anneni özledin mi? Gittiğim saniyeden beri eve dönmek istedim, hemen özledim seni." Başının üstünü öpecektim vazgeçtim, çok hassastı. "Babanla iyi vakit geçirdin mi?"
"Elbette geçirdi. Harika bir babayım." Dönüp bakınca Hazer’in yanımıza yaklaştığını gördüm. Melek'in sol omzunu öpüp, "Söylediklerime evet de Melek," dedi yüzüne doğru bakarak. "Evet babacığım, haklısın, de." Melek, Hazer'e bakarak esnedi.
Kıkırdayıp yanağından öptüm. "Baban biraz boş yapıyor kızım, esnemen yeterli bir cevap."
"Ne?" Hazer burnuma fiske attı. "Boş mu yapıyorum? Bu ne kabalık? Sana hiç yakışıyor mu?"
Melek'e dönüp ikimiz arasında gezdirdiği bakışlarına gülümsedim. "Yakışıyor, de babana."
Melek yumruğunu ağzıma vurduğunda kıkırdayarak elini öptüm, başını göğsüme gömdüğünde onu korumayı ne kadar sevdiğimi yine fark ettim. Onunla yürürken Hazer'in saçlarımı öpen dudaklarının yanından geçtim ve aşağı indim.
Çıkardığı seslere tebessüm edip küçücük dudaklarına pıt pıt diye vurdum ve onun bunu güldürmesine hazırlıklı şekilde ben de kıkırdadım. Burnuna ve dudaklarına ne zaman vursak bu şekilde gülmeye başlıyordu, bunu ilk fark edense Hazer olmuştu. Melek ağlamaya başladıktan bir süre sonra bu şekilde davrandığımızda kafası dağılıyordu, zaten nadiren ağlayan bir bebekti. Uslu ve çok tatlıydı.
Parmağımı küçük elleriyle yakalamaya çalışması karşısında, "Minik savaşçı seni," dedim. Yakalamasına izin verdiğimdeyse parmağımı ağzına götürüp salyalarını akıttı. "Sanıyor musun salyalarından iğrenirim, senin bir şeyinden tiksinebilir miyim ben? Hı? Şapşal…"
Güldüğünde yanakları öyle tombul ve şirin bir hal aldı ki eğilip birer tane öpmeden yapamadım. O esnada Melek boynuma sokuldu. O sırada Hazer'in indiğini gördüm, orta sehpadaki ıslak mendili benim için açıp Melek'in salya yaptığı elimi silerken yanımıza oturdu.
Melek çok gitmek istediği için onu Hazer'e uzattım, o da dizleri üzerinde kalkmadan onu alıp koltuk altlarından havaya kaldırdı, küçük ayakları yüzüne değdi. "Ya ben, senin beni görünce attığın o neşeli çığlıklar için işyerinde saatleri sayıyorum biliyor musun?" Melek'in tatlı kıkırdamalarıyla kızaran yanaklarına şefkatle baktı. "Seni işyerine götüreyim mi? Hiç gelmiyorsun babanı ziyarete… Bir gel de millet görsün asıl patron kim."
İlişkilerini inanılmaz bir mutlulukla izleyip bir muzırlık yapmak istedim ve Yakut'un poposuna vurdum. Kızım, ne zaman poposuna vursam rahatsız olup dik dik bana bakıyordu. Yine aynısı yaşandı ve bana dik dik bakıp ağlamaya başlayınca sırtımı arkaya yaslayıp kahkaha atmaya başladım. "Melek çok komiksin, resmen numaradan ağlıyorsun."
Hazer kalkmadan önce Melek'in saçlarından, benim de alnımdan öptü ve mutfağa geçmek için arkasını döndü. Yeryüzündeki en sevdiğim adamı izleyerek kızıma sarılırken kapı sesini duydum ve ben hareket etmeden Hazer açmaya gitti. Kapı açılır açılmaz Oğuz Asaf'ın sesini duydum, Gazel gelmiş olmalıydı. Birazdan, Gazel kıyafetlerini portmantoya bırakırken Asaf'ın buraya emeklediğini gördüm. Hazer onu yolda yakalayıp yanaklarından öperken, "Selamsız sabahsız mı giriyorsun eve la?" dedi sırıtarak.
“Bırak oğlumu.”
Hazer onun yanağından makas alıp tezgâhın arkasına geçtiğinde Gazel bana dönüp yanıma yürümeye başladı. "Resmen kızını kıskanıyor küçücük çocuktan," derken eğilip beni öptü ve kot elbisesinin eteğini düzeltip yanıma otururken Asaf’ı da Melek’in yanına bıraktı. "Evde çok sıkıldı, Melek’le oynasınlar istedim."
"Çok iyi yaptın." Gazel'e özlemle baktım, birkaç gündür görüşmemiştik. "Nasılsın? Özledim seni."
"Çok iyiyim," derken Hazer'e baktı. "Bu niye evde?"
"Patronum ben kızım." Hazer omzunun arkasından küstah şekilde ona bakınca Gazel abartılı şekilde gözlerini devirdi. "İstediğim an evimde olurum."
"Gün geçtikçe kibri artıyor." Gazel tatlı şekilde bana dönüp daha yüksek şekilde konuştu. "Otuz yaş sendromu başladı galiba!"
Ah... En hassas noktaydı ve Gazel bunu biliyordu. Ona bir çimdik attığımda sırıttı ve Hazer'in doğradığı elmayı sertçe tezgâha bırakıp hızlıca yürüdüğünü gördüm, merdivenleri çıkarken çok küsmüş görünüyordu. Gazel kahkaha atmaya başladığında gözlerimi Hazer'in sırtından çekip, "Yapma," dedim. "Bu konuda gerçekten hassas, üzülüyor, ben de üzülüyorum."
Gazel bana deliymişim gibi bakıp kafasını iki yana salladı. "Çok alıngan davrandı, elbet otuz yaşına girecek." Hâlâ sırıtmaya devam ettiğini görünce bir daha çimdikledim onu. "Ama tamam, daha dikkat ederim."
İçimi çekerek Melek'e döndüğümde merakla Oğuz'a baktığını gördüm. Asaf elindeki şekerin ambalajını açmaya çalışıyordu Melek de meraklanmıştı. Oğuz ambalajı açamayıp Gazel'e uzattığında Melek'in bakışları bu kez teyzesinin ellerine kaydı. Gazel eğilip onu öperken şekeri açtı.
"Aşkım şeker çok zararlı, Oğuz beni hiç dinlemiyor ama sen yeme." Melek şekere uzanınca Gazel onu geriye kaçırdı, kafasını iki yana salladı. Bu konuda ona katılıyordum, dört aylık bebek ambalajlı ürün yememeliydi. Melek ağlamaya başlayıp eteğimi çekiştirdiğinde Oğuz Asaf, Gazel'e dönüp kaşlarını çattı. Şekeri var gücüyle elinden almaya çalışıp var gücüyle çığlık attı.
"Aşkım," diyerek onun omzuna dokundum, Oğuz'un kızmış, üzülmüş gözleri bana değince de duygulandım hemen. "Melek yiyemez ki onu, sen ye."
Omuzlarını silkti ve ambalajı açılmış şekeri kaptığı gibi Melek'e döndü. Gazel içini çekerek onun yanağını ısırdı. "Hiç dinleme anneyi Oğuz, hiç."
Oğuz Asaf mutlu olmuş şekilde şekerin sapından iki eliyle birden tuttu, Melek'e uzattı. Melek ağzını açıp salyalarla dolu dilini çıkardığında Oğuz onun şekeri emmesini sağladı. Şekere dilini değdirip geriye çekmesini, aldığı tadı meraklı şekilde tadıp bana dönmesini izledim kızımın. Yüzünü buruşturmuştu, sanırım sevip sevmediğini anlamaya çalışıyordu ama Oğuz ona fırsat tanımadan şekeri bir daha Melek'e uzattı. Kafasını yana eğip güldü. "Ye."
Melek ileriye uzanıp dilini bir daha şekere değdirince bu kadarının yeterli olduğunu düşündüm, onu kucaklayıp yere bıraktım. Oğuz da hızlıca yere inip sırtüstü yatan Melek'i gıdıklamaya başladı. Şekeri unutmalarına gülüp ikisinin de saçlarını sevgiyle okşadım.
Onların birbirine olan sevgisi beni mutlu ediyordu, sonuçta ben de Gazel’le büyümüştüm. Birazdan onları Gazel'e bırakıp az önce bize küsen Hazer'e bakmak için basamakları tırmandım. Koridorda parmak uçlarımda koşup odaya girdiğimde Hazer'in üzerine deri ceket geçirdiğini görüp tek kaşımı kaldırdım. Tüm gününü evde geçireceğini sanmıştım. Arkasından yaklaşıp kollarımı beline doladım, ensesine dört beş tane öpücük koydum. "Nereye aşkım?"
"Kısa bir işim var," dedi, aynanın üzerinden göz göze geldiğimizde bana göz kırptı. "Özle beni."
"Hep özlüyorum," dedim gözlerimi kapatıp kendimi ona daha sıkı bastırırken. Ellerimle karnını okşayıp eteğim katlanacak şekilde ona yaslı durduğumda Hazer'in göğsü yükselip alçaldı ve parmaklarını benimkilerin arasından geçirdi. "Dışarıdan geliyorum, eve döndüğümü biliyorum ama bazen sana böyle sıkıca sarılana kadar eve döndüğümden emin olamıyorum."
Parmaklarımı okşadı. "Şimdi evde misin Mila?"
"Evdeyim," dedim sırtına öpücük koyarak.
Ellerimi bileklerime kadar okşayıp bana döndüğünde direkt göğsüne yapıştım bu kez, başımı kalbinin üstüne koyup gömleğini tuttum. Saçlarımı okşayıp elini bir süre kafamda tuttu, ardından biraz açıyla eğildi, saçlarımı kokladı. "Bazen Melek gibi davranıyorsun," dedi alçak sesle. "O da yanından gitmemi istemediğinde gömleğime yapışıyor, kafasını göğsüme bastırıyor. Senin de gitmemi istemediğini söylemeye dilin varmıyor ama aynı onun gibi davranıyorsun." Öperek kulağımın altına kadar indi. "Bir kopyanı büyütüyoruz galiba."
"Fark etmemiştim," dedim ama o fark etmişti, bizi sandığımdan da dikkatli izliyordu.
Saçlarımı yeniden öpüp koklamasının ardından uzaklaştı, dün geceden komodine bıraktığı cüzdanıyla telefonunu aldı. Parmak uçlarımda yükselip inerek hayranlıkla onu takip ettim. Koridorda gözden kaybolduğunda çarpan kalbimi tutup cama yöneldim. Belki babasıyla görüşmesi gerekiyordu. Onunla arası hâlâ iyi değildi, Melek'i sadece haftada bir kez görebileceğini söyleyerek rest çekmişti. Cüneyt Bey de bunun, torununu hiç görmemekten daha iyi olduğunu düşünerek uyum sağlamıştı Hazer Han’a.
Arkadaşımın yanına indim, bir şeyler atıştırırken çocuklarla vakit geçirdim. Onlar ayrıldığında Melek’le eğlenmenin yeni bir yolunu bulup odasında vakit geçirdik. Hâlâ bizimle uyuyordu ama odasındaki oyuncaklarıyla oynamayı seviyordu. Anneannesinin yeni aldığı pelüş ayıcığı kucağına attığımda hayretle incelemeye başladı, kafasını dizime koyup ağzına götürmeye çalıştı. Bu aralar damakları kamaşıyordu, doktor birkaç ay içinde dişlerinin çıkmaya başlayacağını söylemişti.
"Dişlerin çıktıktan sonra anne diyeceksin değil mi Melek Yakut? Bana öyle demeni sabırsızlıkla bekliyorum, mutluluktan kesin ağlarım ben..." O zamanının gelmesini istiyordum ama diğer taraftan çok hızlı büyüdüğü için korkuyordum. Hiçbir anını kaçırmak istemiyordum. Bir kelebeğin kozasından çıkışını izliyor gibi hissediyordum.
"Saçların da uzadı aşkım." Yanağını okşadığımda kafasını çevirip beni aradı, bulduğunda da salyalarını akıtarak güldü. "Şebek misin sen? Ne kadar güler yüzlü bir bebek olduğunun farkında mısın? Neredeyse hiç ağlamıyorsun, uslusun ve tek zararın tatlılığınla beni şeker komasına sokman."
Onu yerdeki minderin üzerine bırakıp karnını gıdıklamaya başladığımda o kadar eğlendi ki kahkahasının odanın dışına taştığını hissettim. Bu yüzden kapının önünde onu gülümseyerek görene kadar Kerem'in eve geldiğini bile anlamamıştım.
"Sen ne zaman geldin?" dedim, Melek'i yerden kaldırıp kucağıma alırken. "Duymadım."
"Kapıyı çaldım çaldım açan olmadı, son çare ben de anahtarımla girdim." Göz kırpıp elindeki ağır görünen torbaları kaldırdı. "Hazer markete uğramamı söylemişti, sonra da kuru temizlemeden takımlarını falan aldım. Şuraya bırakayım, sen odanıza götürürsün."
"Tamam canım, teşekkür ederim." Girip kıyafetleri tekli koltuğa bıraktıktan sonra dizlerini kırıp eğildi, Melek'in dikkatini çekmek için ellerini sonra yüzünü kapattı. Melek ayaklarını sallayarak onu izlerken, "Ce-e," diyerek suratını açtı Kerem ve Melek kıkırdarken yüzünü tekrar kapatıp hareketini tekrarladı. "Ce-e. Kimmiş bu Melek?"
Kızım neşeli bir iki çığlık daha atıp ayağını Kerem'in yüzüne sallayınca Kerem aldığı bu ağır darbeye dayanamayıp yere devrildi. Bayılmış numarası yaparak uzanınca ben alışık olduğum bu hallerine güldüm, kızımsa merakla kocaman açtığı güzel gözleriyle Kerem'in yüzüne baktı. Kerem'in gülmemek için zor dayandığını görebiliyordum. Melek, Kerem'in hareketsizliğine anlam vermeye çalışıp bu kez gözlerini noluyor dercesine bana çevirince ellerimi iki yana açtım. Pelüş oyuncağını salyalı ağzına götürüp tekrar başını çevirdiğinde Kerem bir anda doğruldu ve Melek'in aklını âdeta başından alıp, "Ce-eee," dedi. Kızım bir iki saniye ona bakakaldı, sonra gülmeye başladığında omuzları sarsıldı.
"İlahi Kerem..."
Kerem, Melek'i kucaklayıp doğrulduğunda odadan çıkışlarını izledim. Kerem, Melek'i gönül rahatlığıyla emanet edebileceğim birkaç kişiden biri olduğu için odama giderken gözüm arkada kalmadı. Yatağıma uzanıp ellerimi karnıma koydum, Hazer'in nereye gittiğini düşündüm.
Biraz sonra aşağıdan yine sesler duyduğumda Leo'nun döndüğünü anladım. Muhtemelen Melek’le oynamak için kapıdan koşarak girmişti. Bahar Anne, Mustafa Kemal’le onu lunaparka götürmüştü, işi olduğu için onu kapıdan bırakıp gitmiş olmalılardı.
Koridorda sesler duyunca Leo'nun odamıza yaklaştığını anladım, kapı açılınca da onu kucağında Melek’le gördüm; kapıyı da dirseğiyle açmıştı. Yatağa yaklaşıp kenarına otururken, "Kızdın mı?" diye sordu, yanağını Melek'in kafasına yaslayıp. "Sen düşüreceğimi, tek başına taşımamam gerektiğini söylemiştin ama bu kez taşıdım, zaten Melek çok ufak abla!"
"Kızmadım ama bir daha yapma Leo. Ya ayağın takılsa, ikiniz birden düşseniz..." Düşüncesi bile boğunca kafamı derhal iki yana salladım. "Kahrolurum bak, yapma bir daha."
"Tamam tamam." Hızlıca başını sallayıp Melek'i aramıza bıraktı, tuttuğu ellerinden sırasıyla öptü. "Çok özledim Yakut'u abla, hemen eve dönmek istedim. O da beni özlemiş, görünce çığlık attı."
"Evet, genelde sevinince çığlık atıyor. Melek seni çok seviyor Leo."
"Ben onu daha çok abla!" Leo, Melek'in saçındaki tokayı görünce hayretle bana döndü. "Benim aldığım tokayı takmışsın abla!"
Tokayı taktığıma bu kadar mutlu olmasına dayanamadım, onu çekip yanağından yumuşak şekilde öptüm. "Saçları uzadı, sen de fark etmişsindir. Senin aldığın tokayı takacaktım tabii ki Leo, dayısısın sen!"
"Ablacığım, sen bir tanesin!" Coşkuyla yanaklarımdan öpünce Melek hayretle bizi izledi, Leo bunu görünce çok eğlenip onu gıdıkladı. "Kıskandın mı yoksa Melek?"
Elimi yanağımın altına koyup Melek'i düşmemesi için biraz daha kendime çektim ve Leo bıkana kadar onunla oynadı, buna izin vermekten başka çarem de yoktu. Gülerek onları izledim ve Leo'ya, "Bugünlerde âşık olacak birilerini bulamıyorsun sanırım," diye takıldım.
"Aşk meşk işleri bitti abla! Ben Behram Abi’yle Allah yolundayım!"
Gerçekten gülmemeye çalıştım ama buna dayanmak inanılmaz zor oldu, peşi sıra kahkahalar atıp ellerimi ağzıma kapattım. Geçen akşam Hazer ve Leo, Behram’la maça gitmişti, o sırada da Leo Behram’la olan sohbetini bayağı ilerletmiş gibiydi. Bu aşk meşk yok abla sözünün sadece bir süre devam edeceğini düşünüyordum. Maalesef tekrar ve tekrar âşık olduğunu düşündüğü günler yaşayacaktık…
"Neden gülüyorsun abla, neden? Komik mi? Söyleyeceğim seni Behram Abi’me... Abla! Hâlâ gülüyorsun... Ben gidiyorum ya!"
Arkasını dönüp ayaklarını yere vura vura odadan çıktığında bile gülmemi sonlandıramadım, o kadar tatlıydı ki kızamazdım. Melek'in ilgili şekilde yüzümü izlediğini görünce de yüzümü onun temiz boynuna gömüp gözlerimi kapattım. "Dayın çok komik biri Melek, büyüyünce sen de fark edeceksin."
Tavana bakmaya başlayıp ayaklarını esnetince elimi karnına koyarak gözlerimi kapattım. Bir öğle uykusuna ihtiyacım olabilirdi, güneş cama çok güzel yansıyordu. Düşmemesi için Hazer'in yastığını Melek'in diğer tarafına koydum, onu koruma altına alınca gözlerimi tekrar kapatıp Melek Yakut'un kokusunu içime çektim.
Bir süre sonra uyandığımda aradan saatlerin geçtiğinin farkındaydım ama ne kadar uyuduğumu anlamadım. Gözlerimi açar açmaz sol tarafıma baktım ama Melek'i hissetmediğim gibi göremedim de. Biri onu yanımdan almıştı. Gözlerimi ovuşturarak doğruldum ve eteğimi düzeltip beşiğine ilerledim, kızım burada yoktu.
"Hazer, geldin mi aşkım?" diye seslenerek odadan da çıktım ve koridorda düz bir çizgi halinde ilerleyip aşağıya indiğimde Kerem’le Leo'yu koltukta buldum. Büyük ekranda Fenerbahçe maçı vardı, ikisi de heyecanlı şekilde takip ediyordu. Korkuyla altdudağımı ısırıp etrafımda çevirdim kafamı, Hazer görse ikisinin de üstüne atlayabilirdi. Evde göremeyince hava almaya çıktıklarını düşünüp sokak kapısına ilerledim, kapıyı açıp bahçeye çıkınca da hiç ummadığım bir şey gördüm.
Hazer, Melek Yakut’la salıncaktaydı. Onu, üstelik kucağında Melek’le o ahşap salıncakta görmek beni ne kadar şaşırttı, anlatamam. Bazen kalbiniz, siz duygularınızı anlamadan önce bile çarpıp hızla atar ya, bir şey olduğumu göstermeye çalışır... Aynen böyle hissettim. Hazer salıncaktan korkuyordu ya da salıncağa yaklaştığında aklına gelenlerden. Buna rağmen Melek’le oturmasını hiç beklemezdim.
Çıplak ayaklarımla ıslak çimlerin üzerinde onlara yaklaşırken, "Üşüyor musun babacığım?" diye konuştuğunu duydum Yakut’la. "Burnunun ucu kızardı, ne kadar tatlı göründüğünü anlatamam sana. Gerçi ağzının kenarından salya akıtırken bile tatlı görünüyorsun bana..."
Hazer kendi kendine gülümserken pembe montunun içindeki Melek'i göğsüne daha çok bastırdı ve ben elimi omzuna koyduğumda başını arkasına çevirip baktı. Yutkunup omzunu sıktım. "Burada... ne yapıyorsunuz?" Salıncakta ne yapıyorsun Hazer? Korkmuyor musun? Yoksa yeni bir korkunu yendin mi?
Gözlerimdeki soruları görüyormuş gibi dikkatle gözlerimin içine bakıp ardından Melek'in kolunu okşadı. "Kızımı sallıyorum."
Ah... Her şeyi bulanık yapan gözyaşları... Serin havayı içime çekip titrek şekilde gülümsedim. "Sen... Salıncağa pek yaklaşmazdın."
Sorum üzerine duraksadı, gözleri bana bakıyordu ama aslında boşlukta asılı kalmıştı. Batan güneşin son demleri yüzüne yansımaktaydı o saniyelerde. "Dışarıya çıkınca," dedi. "Melek... salıncağı gösterdi, herhalde ilgisini çekti. Sen onu parka götürüp sallıyorsun ya bazen, tanıdı belki bebeğim... O çok isteyince ben de yani... Oturmaktan zarar gelmez diye düşündüm."
Genelde boğazıma acıdan oturan yumru bu kez duygusallığım yüzünden oturdu. Kafamı hızlı hızlı salladığımı sonradan fark edip Hazer'in yüzüne, güneşin değdiği tenine parmak uçlarımla dokundum. "Tabii zararı olmaz aşkım, çok iyi yapmışsın. Melek salıncakları tanıyor, parka her götürdüğümde bana da salıncakları işaret ediyor."
Tedirgin oldu. "Hızlı sallama onu tamam mı?"
Ama... Ama kalbim... "Tamam Hazer, sallamam. Zaten beraber biniyoruz, çoğu zaman sallamıyorum bile, hareket ediyoruz sadece."
Bana, onu hızlı sallamamam gerektiğini güvenmediği için söylemiş değildi, korkularına engel olamadığı için söylemişti. Gözlerine yayılan korku dalgaları hafifçe geri çekilirken Melek'e bakıp onu daha sıkı sardı. "Ben de öyle yapıyorum, sadece hareket ediyorum. Ayrıca sıkıca tutuyorum, sarılıyorum. Onunla bile mutlu oluyor."
Tam şimdi söylemek geldi içimden ve bunu hayatım sonlanana kadar sayısız defa daha söyleyeceğimi düşündüm. "Harika bir babasın Hazer."
Bunu duyduğu için utandığını, başını önüne çevirdiğinde anladım. "Sen de öylesin Mila."
Espri yaptım. "Ne, harika bir baba mıyım?"
Yılmış şekilde iç çektiğinde kendimi gülümserken buldum. Ellerimi omuzlarında dolaştırırken kendi üstüne bir şey almadığını fark edip, "Üşümüyor musun?" diye sordum.
"Hayır," diyerek beni geçiştirdi. "Asıl sen üşüyor olmalısın. Uykudan uyandın, üstüne hiçbir şey almadan çıkmışsın. Havalar soğuk."
"Melek'i göremeyince direkt onu aradım." Melek başını Hazer'in göğsünde hareket ettirip küçük ellerini de o göğse koyunca tatlılığı karşısında eridim. "Üstüme bir şey almak aklıma bile gelmedi."
Bu kez iç çekişinde bir sitem ve azar vardı. "Her zaman önceliğin kendin olmalısın."
"İkinizsiniz benim önceliğim." Salıncağın etrafını dolanıp önlerine geçtim, Hazer tutmadığı için zincirlerden ben tutup onları hafifçe sallamaya başladım. Hazer önce tedirginlikle dolup Melek'i daha sıkı tuttu, kızımsa hareketlendiğini fark edip gözleriyle etrafı taradı, beni görünce birkaç ses çıkardı. "Çok ağırsın Hazer, salıncak zor kıpırdanıyor."
"Mila ben seksen bir kiloyum, ne bekliyordun Allah aşkına? Elli kiloluk halinle beni itmeyi mi?"
Huysuz bir ses çıkarıp mırıldandım. "Seksen bir kilo var mıydın? O kadar göstermiyorsun."
Göz kırptı. "Boyum bir metre seksen dokuz santimetre olduğundan olmasın Mila?"
"Doğru ya," dedim hatırı sayılır uzun boyunu düşünürken.
Şapşallığıma gülümseyip bir elini Melek'ten çekti, benim belime koyup rüzgârın okşadığı gibi çok yumuşakça okşayıp kendine çekti. Bu şekilde Melek aramızda kalmıştı, bacaklarımsa dizine değiyordu. "Dizime otur," dediğinde güldüm.
"Düşeriz Hazer, ikimizi taşıyamazsın." Sanırım bunu söylediğim için bunu bir inat haline getirdi, çattığı kaşlarının altındaki gözleriyle dizini gösterdi. Yanaklarımı şişirip, "Bazen tam bir Ankara keçisi oluyorsun," dedim ve kabalığımı görmezden gelmesi için tatlı tatlı gülümseyip dizine oturdum.
"Bak, ikinizi de aynı anda kaldırma kuvvetim varmış." Hazer birkaç tatsız ses çıkaran Melek'e doğru dönüp, "Ne?" dedi, yaklaşıp burnunu burnuna sürttü. "Keyfin mi kaçtı? Yasla başını göğsüme, kaldırma kafanı oradan."
Melek, Hazer ona kızmış gibi dudaklarını büzüştürüp tekrar babasının göğsüne yaslanınca hüzünlü şekilde gülüp kafasının arkasını okşadım. Hazer ikimizi de tutabilmekten gurur duyar halde belimi okşarken Melek’in ilk kez babasının kucağında sallandığı bu anı zihnime hapsettim.
*
Aynadaki görünümüme bakarken ellerimi kıyafetimde gezdirdim. Birazdan Hazer’le yemeğe çıkacaktık.
Üzerimdeki takımı Hazer bana bu seneki Anneler Günü için Melek’le aldıklarını söyleyerek hediye etmişti. Bir başka özel günde bu takımı giymek istemiştim. Daha önce giyme şansım olmamıştı, okul için biraz fazla kıyafetti ve diğer günlerde de giymemiştim. Beyaz rengi çok sevdiğimden bu özel günde böyle görünmek istemiştim.
Yatağa bıraktığım çantamı aldım ve odamızın ışığını kapatıp çıktım. Koridorda ilerleyip merdiven inmeye başlarken onlara göz attım. Leo, kucağına aldığı Melek’le salonun içinde dolanıyor, Hazer camın önünde, ellerini cebine koymuş dikiliyordu. Üzerinde simsiyah bir ceket vardı, altında da kumaş pantolon.
Leo, Hazer'in arkasından yaklaşıp Melek'in yumruklarını onun sırtına vurdurunca Hazer omzunun üzerinden dönüp onlara baktı. Melek Yakut'u alıp küçük yumruğundan öperken, "Babaya yumruk ha?" dedi kafasını iki yana sallayıp. "Behram'a sorayım bir caiz midir diye… Ellerin taş olur kız, babaya vurulur mu?"
"Enişte," diye kıkırdadı Leo, yanağını onun karnına yaslayıp gülümserken. "Şaka yapıyorsun değil mi?"
"Yoo, şaka falan yapmıyorum. Taşa dönüşür eli."
"Ne diyorsun enişte? Saçmalama istersen!" Leo geri çıkıp Melek'in ayaklarından tuttu, pembe çoraplı ayaklarını öptü. "Deme Melek'ime öyle."
"Benim Melek'im," dedi Hazer, kızımızla Leo'dan uzaklaşıp salonun ortasına ilerlerken.
Leo koşarak onun peşine düşerken Hazer'in suratındaki sersem sırıtmayı gördüm, Leo'ya takılıyordu. Kardeşim, eniştesinin ceketine yapışıp onu durdurmaya çalışırken, "Senin kızın olabilir ama benim de yeğenim," dedi. "Ben onu senin onu sevdiğinden daha çok seviyorum."
"Hadi la oradan, ufak at."
Melek bağırıp yüzünü Hazer'in boynuna gömünce Hazer onunla koltuğa oturup kızımızı da dizine oturttu. Sırtından destekleyip Melek'in kafasına öpücükler bırakan Leo'ya baktı. "Birazdan Kerem’le Leyla gelecek. Melek yemeğini yedi, birazdan da uyur zaten. Onların da aklındadır ama sen ara ara yeğenini kontrol etmeyi unutma, tamam mı? Dişlerini çıkardı, geçtiğimiz ayki gibi ağlamıyor ama olur da uykudan uyanır bizi ararsa sen beni ararsın, tamam mı?"
"Tamam eniştem, ben zaten telsizi yanıma koyacağım, ağlar ağlamaz bakarım ona!"
Hazer yanağından öptü. "Aferin oğluma."
Leo, Hazer'e sarılıp öptü ve geriye çekilip utangaç şekilde gülümsedi. Hazer'in şefkatli bir hisle onun başını okşamasını izleyerek aşağıya indim. Topuk seslerim geldiğimi gösterince evimin erkekleri ve kızım başını bana çevirdi. Hazer'in hayranlık dolu bakışlarını fark ederken Melek'in de ellerini çırptığını gördüm. Leo koşarak merdiven basamağına kadar geldi ve elimden tuttu. "Abla, inanılmaz güzel olmuşsun! Oha yani!"
"Abartıyorsun Leo," dedim gülümseyip ve elimi dudaklarına götürüp öptüğünde centilmenliğine kıkırdadım. "Sen de iyice büyümüş de küçülmüş olmaya başladın. Elimi öpüyorsun."
"Eniştem de yapıyor," dedi beni süzerek.
Hazer, kucağında kızımızla kalktığında Melek'in ilgiyle açtığı ela gözlerine bakıp gülümsedim. Kollarını bir daha çırptığında kucağıma alarak uzamaya başlayan saçlarının üstüne öpücük koydum. Beni taklit edip dudaklarını yanağıma bastırmaya çalışması o kadar tatlıydı ki kıkırdadım. Hazer beni izlemekle, süzmekle o kadar meşguldü ki gülme sesimi duyunca irkilip gözlerini yukarıya çıkardı, genzini sertçe temizleyip Melek'in ne yapmaya çalıştığına baktı.
"Öyle değil Yakut, böyle," dedi ve başını eğip dudaklarını yanağıma yumuşak şekilde bastırıp yoğunca öptü. "Böyle," diye fısıldadı bir daha, dudaklarını çekmeden.
Dudaklarının çok istekli olduğunu hissedip genzimi temizledim ve Hazer bunun karşılığında güçlükle benden uzaklaşıp, "Anladın mı?" dedi Melek'e. Kızımız sahiden de anlamış gibi başını sallayınca Hazer yanağını gösterdi. "Anladıysan öp şimdi babanı."
Melek başparmağını emip salyalarını akıttıktan sonra Hazer'in gösterdiği gibi eğilip dudaklarını onun yanağına koydu, öpücük atamıyordu ama dudaklarını çok tatlı büzüyordu. Hazer gülerek ona bakınca Melek şapşalca bir şey yapmış gibi sırıtarak elini babasına doğru salladı.
"Zamanla daha iyi olacak," dedi Hazer ona, salyalı elini tutarak. "Sadece kimi öpüyoruz? Anneyle babayı, değil mi?"
Leo aramızda zıpladı. "Bir de beni, bir de beni!”
Hazer, Melek'e baş salladı. "Evet, bir de onu öpebilirsin."
Kızımın sebepsiz ve anlıyormuş gibi gülmesine eşlik edip onun yanağından, mis kokulu boynundan öptüm. Yanağını öpmem için daha da uzatması çok tatlı geliyordu bana, sevgimi kabul ettiğini gösteriyordu sanki. Leo hoplaya zıplaya çalan kapıya koşarken başımı kaldırdım ve Hazer'in dikkatli bakışlarıyla karşılaştım. Saçlarını güzelce taramış ve sakal tıraşı olmuştu, çene hattı pürüzsüz ve kemikli görünüyordu. Pembe tonlarında parlatıcı sürdüğüm dudağımı hafifçe okşadı.
"Çok yakışmış kıyafetin. Keşke giyerken yanında olsaydım."
"Çıkarırken olursun," dedim bakışlarımı kaçırıp kızararak.
Hazer'in eli yanağımdan inerken gürültülü sesler duyup başımı çevirdim. Kerem yanında Leyla’yla salona geçerken Leo da onlara, "Buyurun buyurun," diye ev sahipliği yapıyordu.
"Leo seni neredeyse her gördüğümde boy atmış oluyorsun," dedi Leyla, onun altın sarısı saçlarını okşayıp bize ilerlerken. Ellerini Melek'ten uzak tutup yüzüne eğildi, genişçe gülümsedi. "Merhaba prensesimiz, nasılsın? Leyla yengen seni çok özledi."
Kerem, Leyla'nın omzunun üzerinden kendini Melek'e gösterince kızımın gözbebekleri irileşti. Kerem'i tanıdı, onunla çok oynadığı ve güldürdüğü için Kerem'e genellikle sevimli tepkiler veriyordu. Hazer bu tepkiyi görüp memnuniyetsiz şekilde yüz buruşturduktan sonra işaretparmağını Kerem'in göğsüne bastırarak konuştu. "Kızımla benden çok gülme, tamam mı? Yakında seninle beni karıştırmaya başlayacak! Yeter artık!"
"Yeto yeto," dedi Leo, Hazer'e destek çıkıp Kerem'e baş sallarken.
O iki büyük çocuğa göz devirirken, "Yeto ne Leo?" dedim başımı iki yana sallayarak.
"Sınıftaki kızlar diyor abla da bir saniye..." Kerem'e dönüp kaşlarını çattı. "Melek'i en çok ben güldürebilirim, bir de eniştem! Ha, bir de ablam!"
Kerem, "Bak sen," dedi ve hemen ardından eğildi, Leo'yu tuttuğu gibi kaldırıp sırtına attı. Leo şaşkın bir bağrışla gülmeye başlayınca, "Ben ellerimi yıkayıp bu prensesle ilgileneyim," diyerek misafir banyosuna çıktı Leyla.
"Kerem Abi lütfen yapma," dedi Leo o sırada, kahkaha atarak.
Kerem neşeyle onu gıdıklayıp, "Bana racon kesmeye çalışırsan sonun böyle olur koçum," dedi.
"Eniştem, n'olur yardım et..."
"Gömleğimi bozamam, sen üstesinden gel," dedi Hazer ve bana dönüp Melek'i kucağımdan aldı, banyodan dönen Leyla'ya doğru yürüyüp onun eline bırakırken, "Gözünü seveyim," dedi. "Bu salaklar birbirini yiyip durur, sen kızıma göz kulak ol."
"Hazer, gözünüz arkada kalmasın," dedi Leyla ve onun omzunun üstünden bana gözlerini yumarak gülümsedi. "Senin de Safir. Ben gözüm gibi bakarım bu dünya güzeli prensesime."
Gözüm arkada kalmayacağı için rahatladım ve Hazer, Melek'in saçlarından öpüp yanıma dönünce beraber sokak kapısına yürüdük. Leyla onu oyalamaya çalışırken Hazer beyaz kürkümü giymeme yardımcı oldu. Göz ucuyla Melek'e bakıyordum, kafasını etrafında çevirmeye, bizi aramaya başlamıştı bile. Ona içim giderek baktım, hiç kıyamıyorum böyle masum hallerine. Hazer şemsiyeyi aldı ve kapıyı açıp önden geçmem için beni buyur etti. Her ne kadar Melek'i son kez öpüp koklamak istesem de bir daha bizi gördüğünde ayrılmamız onun ağlamasıyla sonuçlanabilirdi. Gözyaşlarına hiç ama hiç dayanamazdım.
Dışarıya çıktığımızda Hazer sokak kapısını arkamızdan kapattı ve ben daha bir adım bile atamadan belimden tutup bir anda kuvvetle beni kendine çekti. Vücudum ona yaslanınca ellerim aramızda kaldı ve Hazer eğilip dudaklarımdan öpmeye başlarken gözlerine bakma fırsatım bile olmadı. Şaşkın mırıltım dudaklarında kayboldu ve sıcak, istekli öpücüğüyle gevşeyip ben de dudaklarımı kıpırdattım. Ona yumuşak bir şekilde karşılık verirken dudaklarıma doğru inlediğini duyup gömleğini sıkıca tuttum. Gözlerime bakıp dudağıma bu kez yumuşak bir öpücük koyunca nefes nefese geri çekildim.
"Bazen... Beni öpmek konusunda öyle aceleci, hızlı davranıyorsun ki bir an bir şey olduğunu sanıp şaşkınlığa düşüyorum."
Hazer birkaç derin nefes alıp dudağının kenarını silerken alnını yavaşça alnıma koydu. "Bana da bir anda geliyor bu istek, bir anda davranıyorum bu şekilde. Başa çıkamayıp seni öpüveriyorum. Yapacak bir şey yok, böyle bir kusurum var."
"Ben kusur demezdim," diyerek göz kırptım ve elinden tutup onu arabamıza götürdüm.
Hazer yaptığım bu minik şova sırıtarak şoför koltuğuna yerleşirken ben de yanına oturup kemerimi takmaya başladım. Aynasını düzeltip arabayı çalıştırdığında, "Hangi restoranda randevu ayırdın?" diye sordum.
"Daha önce hiç gitmediğimiz bir yer," dedi evimizin sokağından çıkarken. "Güzel bir yer, merak etme."
"Neresi olduğu çok da umurumda değil aslında mi vida. Seninle gideceğim sonuçta."
Yan yan bakıp dudak büktü. "Eminönü’nde balık yemeye gidelim o zaman?"
"Olur," dedim omzumu silkerek.
Bana göz kırpıp dizimdeki elimi tuttu. "Başka zaman gideriz oraya. Şimdi rezerve ettiğim yere gideceğiz. Daha önce iş yemeği sırasında gitmiştim, yemekleri çok lezzetliydi."
"Hımm," diyerek yüzüğünü çevirmeye başladım. "Benim yaptığım yemeklerden daha mı lezzetli?" Caddeye çıktığımızda ışıklara bakıyormuş gibi dışarıya bakarak soruma cevap vermeyince kızıyormuş gibi yaparak tırnağımı eline bastırdım. "Öyle mi Hazer? Demek yemeklerimi lezzetsiz buluyorsun?"
"Hayır," diye karşı çıktı eline doğru bakıp. "Ama yani... Tabii sen sevgini katıyorsun, senin yemeklerin ayrı ama şimdi ünlü şeflerin yaptığı yemeklere kıyasla tabii ki... Şöyle yani, seçsem tabii senin gülümseyerek bana koyduğun yemekleri yemeyi seçerim ama o şeflere haksızlık etmek de istemem. Ama tabii sen de onlar gibi eğitim görsen çok daha harika yemekler yapabilirsin, yani demem o ki..."
Küçük kahkahalarım dudaklarımdan dökülürken, "Tamam, kıvranma artık," dedim. Dönüp sıkıntılı gözlerine baktım. "Elbette o yemekler daha lezzetlidir Hazer, çok normal. İki dakika içinde terledin resmen..."
Rahatlayarak omuzlarını serbest bıraktı ve köprüye giden trafiğe karışırken omuzlarını silkti. "Hassasın sen, her lafımı tartarak konuşuyorum. Kırılırsın falan."
"Hı, kırılırsın, uğraşamam mı demek istiyorsun?"
Gülmekle kaş çatmak arasında kalıp şöyle bir baktı bana. "Özel gününde misin? Bu şekilde konuşmazsın…"
"Takılıyorum aşkım," deyip parmaklarımı parmakları arasından geçirdim, ellerimizi dizime koyup cama baktım. Gideceğimiz yere kadar sessizce oturup akşam karanlığını izledim. Melek'i çok nadiren bıraktığımız için aklım onunlaydı. Endişe ediyor değildim, neler yaptığını merak ediyordum. Bu aralar ona anne ya da baba dedirtmeye çalışıyorduk. Dudaklarından sadece heceler çıkmaya başlamıştı, kelime dökemiyordu. Biz yokken, onun yanında değilken ilk söyleyeceği kelimeyi kaçırırım diye korkuyordum.
Hazer arabayı caddenin sonuna doğru yavaşlattığında başımı yukarıya dikip geldiğimiz yere baktım. Uzun, çok şık bir bina dikiliyordu önümüzde. Hazer inmeden önce telefonunu aldı ve dolanıp benim kapımı açma nezaketi gösterdi. Onun elini tuttum ve restorana doğru ilerledik. Geniş, beyaz mermerli merdivenleri çıktığımızda kapıyı karşılama görevlisi açtı ve bize, Hazer'in rezerve ettiği masaya kadar eşlik etti.
Hazer, "Teşekkürler," diyerek kürkümü ve ceketimi karşılama görevlisine verdi. Onu nazikçe gönderip benim sandalyemi çekti. Ona istemsiz şekilde gülümseyerek karşıma oturmasını izledim, sonra da mönüyü elime alarak listeye baktım. Artık Hazer beni bu restoranların fiyatlarına alıştırmıştı ama hâlâ kimi zaman şaşkınlığa düşüyordum. İki yıl içinde mezun olacaktım, çalışıp ben de Hazer'i yemeklere götürmek istiyordum. Leo'nun okul masraflarıyla kendiminkileri karşılıyordum ama çoğu zaman evimizi Hazer geçindiriyordu.
Sıcak bir çorba söyledim ve ana yemeğimi sonra söylemek için mönüyü bıraktım. Hazer de bir başka çorba istedi ve bir şarap. Elimi çenemi yasladığımda Hazer de dirseklerini masaya koyup kafasını ileriye uzattı, gözlerini uzun uzun yüzümde dolaştırdı. "Seninle olma şansına nasıl sahip oldum acaba?"
"Niye böyle diyorsun Hazer Han? Seninle olmak istemeyecek bekâr bir kadın var mıdır?"
Bilmem dercesine iç çekip masanın üzerindeki elime uzandı ve üzerini yumuşak hamlelerle okşadı. "Senin kalbin çok güzel, çok yumuşaksın, sevgi vermeye çok açıksın... Fedakârsın, hiçbir şeyden şikâyet etmeyip sürekli yardımcı olmaya çalışıyorsun. Eve geldiğimde hemen gülüp günümün nasıl geçtiğini soruyorsun, beni neşelendirmek için elinden geleni yapıyorsun."
"Bunun adı aşk canım." Bana sürekli güzel cümleler söylüyordu, utanıyordum.
"Melek büyüdükçe sana benzemeye başladı." Hazer düşünceli şekilde sandalyesinin arkasına yaslanıp gömleğinin kol düğmelerini çözdü. "Görünüş olarak."
"Evet," dedim, bundan mutluluk duyuyordum. Hazer'e benzese de mutluluk duyardım. "Ama biz de birbirimize benziyoruz Hazer. Saçlarımız kahverengi mesela, Melek'inki de öyle."
"Evet," dedi, gözünün önüne o gelmiş olmalıydı ki boşluğa bakarken gülümsedi. "Saçları uzadı, bağlayabiliyorum artık."
"Yine de Leo'nun saçları kadar bile uzamadı," dedim kıkırdayarak.
Kafasını iki yana sallayarak gülerken garsonun yaklaştığını gördüm. Nazikçe servislerimizi önümüze bıraktı, içeceklerimizi de. Dumanı tüten çorbama iştahla bakarken garson işine döndü. Hazer su içerken çorbamı kaşıklamaya başladım. Çok lezzetliydi, hayatımda bu tatta başka bir çorba içmemiştim. İsmi yabancı dilde bir şeydi, rasgele seçmiştim ama bayılmıştım. Hazer iştahlı halime gülümseyip çorbasını tattığında, "Beğendin mi?" diye sordum.
"Evet ama seninkini merak ettim, çok beğenmiş görünüyorsun."
Ağzımı peçeteyle silip kâsemi ona uzattım. "Por favor, tadına bak."
İsteğim üzerine çorbamın tadına baktı ve benim gibi memnuniyetle karşılayıp, "Çok lezzetli, ağzının tadını biliyorsun," dedi. Kâsemi tekrar önüme itti. "Ye, bir daha söyleyelim."
"Beraber yiyelim, sen de beğendin." Genişçe gülümseyip kâseyi aramızda tuttum ve çorbayı beraber bitirdik. Daha sonra mönüyü elime alıp başka bir yemek seçtim. Bunun da nasıl olduğunu bilmiyordum, tadının sürpriz olmasını istiyordum. Kocam şarap şişesinin mantarını açıp kadehlerimize biraz koydu ve gelen yemeğe baktı. Yanında sebzeleri olan soslu bir et yemeğiydi. Hazer bir parça koparıp bana uzattığında dudaklarımı aralayıp yemeğin tadına baktım. Sos çok yoğundu ama hoşuma gitmişti. Neşeli şekilde başımı sallayıp, "Çok güzel," dediğimde Hazer yüz ifademe güldü.
"Çok iştahlısın yoksa yine hamile misin?"
Neredeyse bir an beni düşündürecekti ama asla korunmadan birlikte olmadığımızı hatırlayıp, "İmkânsız olduğunu biliyorsun," dedim.
"Takılıyorum aşkım," dedi kendi tabağındaki yemeğe yönelip tadına bakarken. Benden daha hızlı ve iri lokmalar halinde yiyordu. Ellerinin hareketine, geriye doğru kıvrılmış gömleğinin kollarına baktım. "İştahlı ol tabii ki, yemek yemen beni sadece mutlu eder."
Yemeklerimizden sonra Hazer bir daha mönüyü bana uzatıp, "Ben tatlı ihtiyacımı karşılıyorum, sen de bir tatlı ye," dedi.
Cümle içindeki iltifatı karşısında başımı iki yana sallayıp mönüyü açtım ve içindeki tatlılara göz attım. Çikolatalılardan birini seçtim ve gelen garsona bu tatlıyı söyledim. Az sonra tatlım gelince üstündeki çikolata sosuna karşı dudaklarımı yaladım. Tatlıyı kesip tadına bakarken Hazer kendine biraz daha içecek doldurup, "Beğendin mi aşkım?" diye sordu.
"Çoook," dedim tatlıdan biraz daha alarak. Tatlı kaşığımı ona uzatıp tadına bakmasını istediğimde yiyesi pek olmadığı halde tatlıyı aldı. Benim kadar sevmiş şekilde başını sallayınca kaşığımı geri çekip göz kırptım. "Güzel, değil mi?"
Göz kırpıp ağzını sildiğinde tatlıyı yemeye devam ettim. Daha fazla şarap içmeyecektim, zaten çabuk etkileniyordum ve tadını da sevmediğim için gerek görmüyordum. Restoranın deniz manzarasına bakarak tatlımı da bitirdikten sonra ağzımı sildim, o kadar doymuştum ki resmen karnım çatlayacaktı. İstemsiz şekilde karnımı tuttuğumda Hazer'in telefon sesini duydum. Telefonu yanıtlayıp kulağına yasladığında, "Kim o?" diye sordum.
"Kuman," dedi ve telefona döndü.
Behram olduğunu anlayıp sırıttım ve arkama doğru yaslanırken, "Efendim?" diye aramayı yanıtlayışını duydum. "La oğlum şaka yaptım, ne kızdın hemen? Tamam, demeyiz bir daha kuma falan..."
Demek Behram duymuştu, Hazer ona takılmaya bayılıyordu. Bir daha yapmayacağını söylese bile yapacaktı. Azarlanmak hoşuma gitmiş gibi sırıttı ve Behram'ı dinledikten sonra, "Evet, dışarıdayız," diye cevap verdi. "Karımla yemekteyiz işte. Ya... Sizde mi yemeğe çıkmıştınız? La... Oğlunu bıraktın, Melek'in dibinden ayrılmayacak şimdi..."
Kızını kıskanmasına gülümseyip konuşmanın devamını merakla bekledim ve Hazer, Behram'a, "Bir saniye," diyerek bana döndü. Telefonu kulağından indirip konuştu. "Behram’la Gazel de yemeğe çıkmış. Oğuz'u bize bırakmaya gittiklerinde bizim de yemeğe çıktığımızı öğrenmişler. Bizim yanımıza da uğrayın isterseniz diyor."
Hevesli şekilde başımı sallayıp, "Yemeğimizi yedik zaten, harika olur hayatım," dedim. "Gazel'i görmeyi isterim."
Hazer telefona dönüp Behram'a olumlu birkaç şey söyledi ve sonra hesap istedi. Hesabın gelmesini beklerken gömleğinin kollarını düzeltip düğmelerini ilikledi. Hesap ödendiğinde sandalyemizden kalktık ve çıkışa yöneldik. Hazer karşılama görevlisinden aldığı kürkümü omuzlarıma bırakırken dudaklarını yanağıma değdirip yumuşak bir öpücük bıraktı ve çantamı da alıp elimi tuttu. Mekândan ayrılıp beraber valenin getirdiği arabamıza ilerledik, koltuklarımıza yerleşince, "Neredelermiş?" diye sordum.
Dikiz aynalarını kontrol edip, "Balıkçıda," dedi.
Tesadüfe gülümseyip kemerimi taktım ve telefonumu çıkarıp Leyla'nın numarasını çevirdim. Heyecanlı ve sabırsız şekilde aramanın yanıtlanmasını bekledim, birkaç saniye sonra Leyla, "Canım?" diyerek telefonu yanıtlayınca rahatladım.
"Leyla, merhaba... Ne yapıyorsunuz diye bir aramak istedim."
"İyi yaptın canım. Biz de Melek’le pijamalarımızı giyiyorduk. Esneyip duruyor, uykusu geldi bu şebeğin..."
"Yaa," dedim arabadaki dijital saate göz atarak. Si, uyuma vakti gelmiş, hatta geçmişti. "Henüz çok uykulu değilse bir sesini duyabilir miyim Leyla? Telefonu ona yaklaştırır mısın?"
Kıkırdamaya başlayarak, "Peki," dedi ve telefon kendisinden uzaklaşmaya başlayınca Melek'in mırıltılarını duydum. Birkaç saniye sonra onun çıkardığı sesleri yanımdaymış gibi işitmeye başladım. Ellerini çırpıyordu, bunu çıkan sesten anlamıştım. Telefona doğru, "Melek Yakut, anneciğim," diye fısıldadım ve onun mırıltı çıkarmayı bıraktığını anladım. Sesimi duymuş, şaşırmıştı.
Leyla bir daha gülerek, "Ay şapşal bu kız," dedi. "Sesini duyup gözlerini kocaman açtı, etrafına bakıyor neredesin diye… Ay Melek, çok tatlısın, seni yerim..."
Melek bir çığlık atıp, “An,” dediğinde heyecanla nefesimi tuttum ama anne diyemedi. En azından sesimi tanımıştı, anne demeyi istediği kişi bendim. Gülümseyerek, "Oğuz Asaf’la oyna anneciğim," dedim, beni anlayacakmış gibi. "Seni şimdiden çok özledim, gelir gelmez yanaklarından öpeceğim."
"Oğuz da burada, Melek'in yanına uzandı, kıkır kıkır gülüyor," dedi Leyla.
"Ah tabii, Melek'i çok seviyor," dedim ve heyecanla rica ettim. "Aramayı kapattıktan sonra bana ikisinin bir fotoğrafını gönderir misin Leyla?"
Hazer bir yandan yola bir yandan da bana bakarken, "Tabii ki," dedi Leyla. "Yollarım şimdi. Hadi, kapat telefonu, biz iyiyiz. Hazer’le baş başa gecenizin tadını çıkarın."
"Gracias, gracias..."
Ona teşekkür ederek telefonu kapattım ve Hazer elini uzatıp yanağımı okşarken sabırsızlıkla gelecek fotoğrafı bekledim. Bir dakika içinde fotoğraf geldiğinde gözlerimden hakikaten kalpler çıkıverdi. Oğuz’la Melek yatakta yan yana uzanıyordu ve birbirlerine dönmüş gülümsüyorlardı. Oğuz, Melek'ten daha büyük ve uzundu fakat aralarında çok fark yoktu. Melek'in gülüşünü okşayıp fotoğrafı Hazer'e gösterdiğimde gözlerini kısarak baktı ve sonra duygusallığını örtbas etmek için gerçekten kıskanmış gibi, "Ne meraklı bu da kızıma…" dedi.
Telefonu geri bırakırken kocama güldüm ve uzanıp radyodan bir şarkı açtım. Parmaklarım sabırsızca birbirleriyle oynarken arabamızın girdiği caddeleri izledim. Çok geçmeden daha önce gelmediğimiz bir mekâna geldik ve arabadan indik.
Hazer yine elimden tuttu ve mekânın kapısından beraber girdik. Gittiğimiz yere kıyasla daha samimi olan bir yerdi. Hazer etrafına baktı ve sonra mekânın bahçesine ilerledi. Serin havaya karşı Hazer'e daha çok yaslanırken gözlerim tanıdık yüzlerle karşılaştı. Behram’la Gazel karşılıklı şekilde denize sıfır bir masada oturuyorlardı.
"Oradalar hayatım," dedim Hazer'e ve beraber yanlarına ilerlemeye başladığımızda Gazel bizi fark etti. Burası hemen denizin yanında bir mekân olduğu için rüzgârı daha çok hissediyordum, diğer yandan da denizin sesini duyuyordum. Gazel neşeyle bana el salladığında Behram da arkasını dönüp bize baktı. Yanlarına ulaştığımızda Gazel'in yanındaki sandalyeyi çekip oturdum ve o kollarını bana uzatıp sarılırken, "Hoş geldiniz kardeşim," dediğini duydum Behram'ın.
"Çok özlemişim seni canımın köşesi." Gazel’le ayrıldığımızda parlayan gözleri yüzümde, üzerimde dolaştı. "Çok güzel olmuşsun, nerede yediniz yemeği böyle?"
"Bebek’te bir restoranda, bir gün size de bir yemek ısmarlarım." Hazer, Gazel'e göz kırpıp Behram'a dönünce benden ona baktım.
Üzerinde, Gazel’in kıyafetiyle aynı renkte mavi bir gömlek vardı. Akşam yemeğe çıktıkları için özenmiş görünüyordu. Bana başıyla selam verip, "Nasılsın?" dediğinde, "İyiyim," dedim hemen. "Sizi özlemişim. Hem okul hem Melek derken görüşemedik bu hafta hiç."
"He ya, Melek'i gördük," dedi Behram, Hazer'e yandan bir bakış atıp sırıtarak. "Bir haftada bile büyümüş, hemen fark ediliyor. Gittikçe de güzelleşiyor."
"Evet, prensesim benim, çok tatlıydı," dedi Gazel, hayranlık dolu sesiyle. Çantamı kucağıma bırakıp telefonumu çıkardım ve önce Gazel'e, sonra da Behram'a, Leyla'nın bana gönderdiği fotoğrafı gösterdim. İkisinin de gözleri âdeta tebessüm etti ve sonra Behram biraz yüksek sesle, "Pek de yakışıyorlar," dedi. Bunu, Hazer'i gıcık etmek için söylediğine yemin edebilirdim.
Beklediğimiz gibi Hazer kollarını göğsünde kavuşturup tatsız şekilde Behram'ın yüzüne baktıktan sonra sabırlı bir iç çekti. "İmamsın oğlum sen, ne diyorsun?"
"Küçücük çocuk canım onlar, günahı mı olurmuş?" dedi Behram rahat rahat. Omuzlarını silkip Gazel'e göz kırptı.
"Yirmi sekiz yaşında adamım ama beni yaşlandırdınız yemin ediyorum," dedi Hazer, yanaklarını sıkkınca şişirip arkasına doğru yaslanırken.
"Otuza girmeme birkaç ay kaldı…" diye onu düzeltti Behram, bize kaş göz yaparak.
"Kocamla uğraşmayı keser misin lütfen?" diyerek Behram'a dik dik baktığımda Gazel yanımda durdu ve Hazer omuzlarını gururla kabartıp bana göz kırptı.
"Hep kocan mı benimle uğraşacak? Aramışım, kuma diyor bana... Tövbe tövbe..."
Bu Gazel'i de beni de güldürdü, kendimizi tutmadık. Hazer Behram'a dönüp kolunu omzuna atarken, "Nazlanma," dedi.
Behram ürperip kolunu iterken, "Yürü git Allah yoluna," diye söylendi.
O ikisinden çektim bakışlarımı ve Gazel'e çevirdim. Saçlarının dalgaları çok güzel görünüyordu, sanırım biraz da kestirmişti. Kolumu omzuna dolayıp ona iyice yaklaşırken, "Her şey yolunda mı?" diye sordum.
"Çok şükür," dediğinde kaşlarımı hafifçe çattım ve sonra buna güldüm. Gazel de başını iki yana sallayarak kendine gülmeye başladı. "Ne gülüyorsun Safir? Adamın ağzından bu kelime düşmüyor, bana da yapıştı artık."
"Kötü bir şey değil canım, ben bir anlık boşluğuma geldi de güldüm," diye düzelttim kendimi, yanlış anlaşılmaktan korkarak. Önüne baktığımda yemeğini bitirmiş olduğunu görüp, "Lezzetli miydi?" diye sordum.
"Evet, Behram’la balık mevsiminde geliyoruz buraya." Beyaz sandalyesinde tamamen bana döndü ve ilgiyle sordu. "Senin nasıl gidiyor? Hem okul hem Melek derken çok yoruluyor olmalısın canım benim."
"Arada zaten sana bırakıyorum Yakut'u, kimi zaman da annem geliyor, seve seve bakıyor..." Hatta daha dün bile bizdeydi, ben okuldayken Melek’le ilgilenmişti. Bunu içinden gelerek yaptığı öyle belliydi ki ne kadar teşekkür etsem azdı. "İdare ediyorum. Melek yormuyor beni çok. Hatta hayatımı hafifletiyor."
Gözlerini yüzümde gezdirirken bakışlarında hüzün yelleri esti ve elini çenesinin altına yaslayıp dudağını, bir şeyleri anımsıyormuş gibi kıvırdı. "Çocuk sahibi olabileceğimizi asla düşünmezdim." Behram’la Hazer'e bakınca ben de göz ucuyla baktım. Birbirlerine dönmüş, koyu bir muhabbete başlamışlardı bile. "Kendimi şanssız hissettiğim yirmi küsür yıldan sonra böyle bir hayatımın olması hâlâ inanılmaz geliyor."
Omzunu, onu rahatsız etmeden okşadım. "Hayat ya kabul ettiğin kadarıdır ya da savaşıp kazandığın kadarı. Biz de savaştık Gazel. Eski günleri yâd ederken ne kadar güçlü olduğunu unutma."
Gözlerini kırpıştırıp bakışlarını boşluktan çekti ve bana bakarken gülümsedi. "Bu aralar duygusalım her nedense..."
Ona doğru alçalıp fısıldadım. "Hamile misin?"
Takıldığım için kıkırdayarak geriye çekildim ama Gazel'in yüzüne baktığımda gözlerinin hafifçe büyüdüğünü gördüm. Söylediğimi ciddiye alıp ihtimalleri tarttığını anladığımda elimi açılan ağzıma götürdüm. Behram'a baktıktan sonra, "Bilmiyorum," diye fısıldadı bana.
Sesimi hâlâ kısık tutarak, "Olabilir canım, eve gittiğinde ilgilen bununla," dedim.
Elini ensesine sararak dalgın şekilde başını salladığında bu ihtimalin onu hazırlıksız yakaladığını fark ettim ve rahatlaması için tebessüm ettim. Belki planlamıyorlardı ama kötü bir gelişme de sayılmazdı. Benden güç almış gibi o da gülümsedi.
O sırada, "Karım," dedi Hazer. Başımı çevirip kendisine baktım. Tek gözünü n'oluyor dercesine kırptı. "Fısır fısır ne konuşuyorsunuz öyle?"
"Kardeşim sen beyefendi adamın tekisin. Ne bu gerim gerim gerilerek karım demeler?" Behram Hazer'in omuzlarını gururla kabartarak karım demesiyle alay edince konu bizden uzaklaştığı için gülümsedim. Gazel'de buna kıkırdayıp etrafta garson aradı.
"Kardeşim karıma karşı hanzoyum belki, sana ne ya?" Hazer dirseğini Behram'ın koluna vurunca Behram, gözlerinin kenarları kırışana kadar gülümsedi. Bu akşam Hazer’le resmen eğleniyordu. "Nikâhlı karım. Benim karım. Hoşuma gidiyor benim karım olması. Böyle söylemek de."
Behram arkasına yaslanıp kolunu Hazer'in omzuna koydu. Birkaç kere omzuna vurdu. "Âşıksın kardeşim, anlıyorum. Âşık olunca insan tutamıyor tabii duygularını. Her yerde seviyor karısını."
Hazer, Behram'ın bu kelimeleri söylerken Gazel'in gözlerinin içine içine bakması karşısında bir ıslık çalınca Behram irkildi ve ona dönüp Hazer'in kahkaha atmasına kaş çattı. Kocamın kahkahası nadir ve değerli olduğu için kırışan göz kenarlarına bakarak tebessüm ettim. Behram onun omzuna bu kez sertçe vurdu. "Dalga geçmesene Hazer, ne gülüyorsun ya? Sana tövbe çeke çeke dilimde tüy bitti, tövbenin kendisi oldum senin yüzünden..."
Gazel uzanıp Behram'ın masanın üzerinde duran eline dokunurken, "Takılıyor Behram, boş ver sen onu," dedi, ardından Hazer Han'a dönüp komik bir gıcık surat yaptı.
Hazer gülerek bana döndüğünde gözümün önüne gölge yapan saçımı çekerek ona minik bir öpücük attım. Bu yaptığıma tek kaşını kaldırıp çenesini kaşıdı ve o sırada garson masamıza geldiğinde, "Bir şey ister misiniz?" diye sordu.
Gazel hâlâ Behram'ın elini tutuyordu. "Ben çay alacağım."
"Kardeşim bize dört çay," dedi Behram ve Hazer’le bize, "Başka bir şey mi isterdiniz?” diye sorduğunda başımı iki yana salladım.
Hazer etrafına şöyle bir bakıp, "Balıkçı değil mi burası ya?" dedi. "Yok mu şöyle bir sek ra..." Bir geniz temizlemesiyle sustu ve Behram ona yaklaşıp kısık gözlerle bakınca garsona gülümsedi. "Evet evet, çay alalım."
Gazel’le birbirimize bakarak gülüştüğümüzde garson uzaklaştı ve Hazer uzanıp gömleğinin bir düğmesini açtı. Behram, "Aferin," deyip onun omzunu memnuniyetle sıktı. "Çay iyidir. Çay içelim."
Hazer, babasının son sözüne mahkûm edilmiş bir çocuk gibi başını sallayıp iç çekince bu kez Behram da onun çaresizliğine güldü. Çaylarımız gelene onların birbirlerine takılmasını izledim. İletişimleri bazen çok sakin ve dostaneyken bazen çocukça ve eğlenceliydi. Sanırım Hazer'in birçok kişisiyle ilişkisi böyleydi. Kerem’le de mesela.
"Bir tahinli helva yememiz yok mu?" dedi Behram ve çayını çay tabağına bırakıp etrafta garson aradı.
Çok doyduğum için, "Ben almayayım," dedim.
Gazel bana dönüp kaşlarını çattı. "Niye canım, sadece çay içmeye mi geldin?"
Yanağından makas aldım. "Seni görmeye geldim."
Kıkırdayıp Behram'a döndü. "Bir tane söyle, biz Mila’yla yeriz."
Hazer gözlerini karıştırıp Gazel'e baktı. "Ben Mila’yla yiyecektim."
"Önce ben söyledim." Gazel omzunu silktiğinde Hazer'e ümitsiz bir bakış attım. Evet, önce Gazel söylemişti, onunla paylaşmak istiyordum.
Behram gelen garsona üç tane tahinli helva söyledi. Hazer'in midesi benden daha geniş olduğu için tek başına da yiyebilirdi. Amber renkli gözlerini, ona ihanet etmişim gibi bana dikince başımı önüme eğerek güldüm. Helvalarımız geldi ve çaylarımız tazelendi. İlk defa tahinli helva yiyeceğim için heyecanlandım ve Gazel’le tabağı paylaştık. Beğenmiştim, lezzetliydi ama biraz ağır olduğu için çok yiyemezdim.
"Yemeyeceğim diyenden korkacaksın," dedi o sırada Behram, helvayı iştahla yediğimi görünce.
Gazel bana sarılıp, "Afiyet olsun ona," derken Behram karısının beni korumasına tebessüm etti.
"Ben bittim, şimdi karımla mı uğraşıyorsun?" diyerek ona döndü Hazer, yeniden Ankara ağzına döner gibi olmuştu dili.
"He la, uğraşıyorum, napcan?"
Hazer ona dümdüz bakıp bana döndü. "İstediğin kadar ye karım."
Gereksiz ve abartılı savunmasına çaktırmadan gülümserken Behram da bana göz atıp kıkırdadı. Hazer harici hepimiz eğlendiğimiz için bize homurdanıp bakışlarını başka yere çevirdi, bizimle ilgilenmemeye başladı. Bu kez bilerek yapsa da Hazer'e, Behram’la yaşadığımız ufak kırgınlığımı anlattığım için bir tık daha korumacı davranıyor olabilirdi.
Hazer’le Behram'ın çayı üçüncü kez yenilendi ve biz Gazel’le çocuklar hakkında konuşurken onlar da gündemi futbola getirdi. İkisinin de ateşli şekilde takımlarını savunması karşısında bıkkınca birbirimize baktık. Bu muhabbet başladıysa en az bir saat daha sürerdi. Mekân boşalmaya başlayınca kalkmak için onlara yakınmaya başladık ama ikisi de futbol muhabbetine çok dalmıştı.
En sonunda Hazer’e, "Hadi, Melek bizi özlemiştir," dediğimde bana bakıp başını salladı. Behram'ın omzuna kalkdercesine vurup kendisi de sandalyesini iterken, "Bak bunu konuşacağız," dedi ona.
"Hadiii," diyerek kolunu çekiştirdim Hazer'in, yanaklarımı şişirerek. "Saat on bire geliyor, uykum geldi. Sabah işe gideceksin..."
"Tamam be yavrum," diyerek sandalyesinden kalkarken ceketini sandalyenin arkasından aldı. O sırada Behram’la Gazel de konuşarak ilerlemeye başlamıştı. Hazer ceketini üzerine geçirirken eğilip yanağımdan bir öpücük aldı. "Konu futbola gelince tutamıyorum kendimi, yapacak bir şeyim yok."
Üşümüş elinden tuttum ama benimki de üşümüştü. İçeriye yöneldiğimizde Behram’la Gazel'in hesabı çoktan ödediklerini gördük, dışarıya çıkmışlardı. Onlara ilerlerken, "Asaf'ı almak için bize geçeceksiniz değil mi?" diye sordum.
"Bizde kalabilir," dedi Hazer, arabanın kapılarını uzaktan açarak.
"Hayır, özlerim oğlumu," dedi Gazel, arabalarına yerleşirken.
"Kerem'i arayayım, çay koysun o zaman," dedi Hazer, benim kapımı açarken.
"Gerek yok oğlum, kapıdan alır gideriz oğlumuzu."
Hazer şoför koltuğuna yerleşti ve Behram böyle demiş olsa da Kerem'i aradı. Telefon ilk çalışta açılmadığı için huzursuzlandı ve tekrar aradığında Kerem telefonu açtı. "Nerede kaldınız patron?" diye söylenen sesi bana kadar geldi.
"Uzatma, çay koy, geliyorum." Hazer önümüzdeki arabayı takip ediyordu.
"Rica eder misin lütfen?" dedi ve o sırada arabayı rahat kullanması için telefonu onun kulağından alarak tatlı bir sesle rica ettim. "Eve geliyoruz, çay koyar mısın canım?"
Kerem karşısında konuşan kişinin bir anda değişmesiyle duraksadı ve akabinde, "Emredersin canım," dedi ve aramayı kapatırken arkadan, "Kime canım diyorsun?" diyen Leyla'nın sesi geldi.
Kıkırdayarak telefonu kulağımdan çektim ve kocamın telefonunda gezinmeye başladım. Hazer bana bir bakış atıp önüne dönünce arkama yaslanarak galerisine girdim. Sıralı fotoğraflarına baktım. Çok fazla fotoğraf yoktu, yalnızca sekiz yüz taneydi. Son aylardaki fotoğrafların çoğu Melek Yakut'a aitti. Yakaladığı birçok anı fotoğraflamıştı, ağlarken bile bir fotoğrafı vardı. Yukarıya doğru çıkıp Melek'in ilk fotoğrafını buldum. Eve geldiğimizde çektiği bir fotoğraftı. Minicikti, kırmızıydı ve kafasında saç yoktu. Bir de son fotoğrafa indim, daha dün çektiği bir fotoğraftı. Melek koltukta oturuyor, elinde bir oyuncak sallıyordu. Üzerinde pembe renkli tulumu vardı, saçlarındaki lastikten çıkan tutamlar kafasına dağılmıştı. O kadar güzeldi ki âdeta ona hayranlık besliyordum.
Hazer elimdeki telefona bir bakış atıp Melek'i izlediğimi görünce gülümseyerek elimi tuttu. "Uyumuştur şimdi değil mi?"
Başımı salladım. "Tabii hayatım, mışıl mışıl uyuyordur."
"Sabah öpeceğiz artık," dedi sol sokağa yönelirken. Elini sıkıca tutup dönen yüzüğünü düzelttim ve eve gidene kadar telefonuyla vakit geçirdim. Google’da yaptığı son aramaların çoğunun bebek ve çocuk aramaları olduğunu görünce kıkırdadım. O sırada sekreteri arayınca Hazer'e gösterdim ekranı ve o onaylayınca aramayı yanıtladım. Telefonu kulağına yasladım ve sekreterinin bu kadar geç aradığı için duyduğu mahcubiyeti konuşmasından sezdim. Daha sonrasında yarınki planına bir toplantı daha eklemesi gerektiğini söyleyince Hazer oflayıp iç çekti. Kabul edip aramayı kapattı.
Telefonu cebine koyup omzunu okşadım ve eve vardığımızda Behram’la Gazel'in arabadan indiğini gördüm. Gazel, Behram'ın omzu altında bahçeden geçerken biz de arabayı kilitleyip onları takip ettik. Biz sokak kapısına varana kadar kapı çoktan açılmış, Asaf düşe kalka koşarak annesinin yanına gelmişti.
Gazel kapının eşiğinde eğilip Asaf'a sarılırken, "N'aptın ben yokken Asaf?" diye sordu. Onu yanaklarından öpüp gülümsedi. "Uykun mu geldi senin? Gözlerin küçülmüş."
"Hadi, içeri geçin," dedi Hazer, Behram'ın omzuna vurarak.
"Yok kardeşim, cidden gidelim." Behram, annesine sarılan Oğuz'un kafasını okşayınca Oğuz başını kaldırıp esneyerek babasına baktı, sonra da dil çıkarıp annesine daha sıkı sarıldı. Bunun karşısında Behram cık cıklayarak, "Evde yapıyorsun ama benim de ortamlarda bir ağırlığım var Asaf, dil çıkarma bana," dedi.
Hazer, Behram'a sırıta sırıta eşikten geçerken Oğuz Asaf omzunun üzerinden Hazer'e bakıp esnedi. "Melekle oynadım," dedi ama harfleri tam çıkaramadığı için zor anlaşıldı.
Hazer ayakkabılarını çıkarıp doğrulurken annesinin kucağındaki Asaf'a yaklaşıp onun yanağından sertçe öptü. "Çok mu seviyorsun sen kızımı?"
Leo'nun holü yürüdüğünü gördüm, arkadan yaklaşıp Hazer'in bacağına sarıldı ve kafasını onun kalçasına koydu. Hazer'e hep bu şekilde sarılması bir yandan komikti, diğer yandan da tatlıydı. "Selamünaleyküm Behram Enişte," dedi Behram'a.
Behram, Leo'ya sevecen bir bakış atıp göz kırptı. "Aleykümselam aslanım."
Ben diyaloglarına gülümserken Asaf parmağını ısırarak Hazer'in sorusuna başını salladı ve kollarını Gazel'in boynuna sardı. "Bir de şeker aldım ona."
Hazer onun kafasını okşayıp atkısını düzeltti soğuk yemesin diye. Sonra da Behram'a dönüp, "Oturmuyorsunuz yani?" dedi.
"Gidelim," dedi Gazel de. Bana dönüp, "Çok uykusu gelmiş, kıyamıyorum," diye ekledi.
Asaf'a eğilip yanaklarından öperken, "Anlıyorum tabii Gazel, rahatça uyusun çocuk, gidin siz," dedim.
Hazer, "İyi madem," diyerek Behram'a sarılırken Kerem'in sesini duyup başımı çevirdim. Koridora girmiş, bu tarafa yürüyordu. Hazer'in omzunun üzerinden uzanıp Asaf'ın kafasını karıştırdı. "Görüşürüz Oğuz, özle beni, tamam mı?"
"Yok," dedi Asaf, ardından başını annesinin omzuna koyup gülümsedi.
Behram, Kerem'in yüzünün aldığı hale sırıtırken Hazer ona eşlik etti ve Kerem ikisine de bozuk atarak, "Sana da dil çıkarıyor, neye gülüyorsun?" dedi.
Bunun üzerine Hazer taraf değiştirip gülünce Behram oflayıp puflayıp onları yumrukladı ve az sonra uzaklaştılar. Arabalarına gidip yerleşene kadar onları izledik, ardından Hazer evin kapısını ardına kadar açarak, "Gir," dedi alçak, yumuşak bir sesle. "Üşüdün."
İçeriye girip kürkümü çıkarırken kocamı rahat bırakamayan kardeşime bakarak göz kırptım. Dudakları, onunla temas kurduğum an kıvrıldı ve yanıma gelip bana sarılırken, "Hoş geldin ablam," dedi.
"Hoş buldum Leo."
Hazer, Kerem’le salona yöneldiğinde onların arkasından ilerledim. Leo bacağıma sarılmış, yürümeme engel olduğu için şapşal bir sırıtmayla bana bakıyordu. Onu neşelendirmek için gerçekten yürüyemiyormuş gibi davrandım ve koltuğa otururken Leyla'nın merdivenden indiğini gördüm.
Kapıya bakıp bize döndü. "Gittiler mi? Melek'e bakmak için çıkmıştım, ben gelene kadar gitmişler."
"Alınacak değiller ya canım," dedim.
Hazer, Leyla'ya bakarak, "Nasıl Melek?" diye sordu.
"Uyuyor. Biraz terlemişti. Alnını falan sildim, uyanmaz umarım." Esneyerek Kerem'e doğru döndü. "Kalkalım mı artık?"
"Nereye ya?" dedi Hazer ve Kerem'in dizine sertçe iki tane vurdu. "Çay koy da içelim."
Kerem kaşlarını şöyle bir çatıp dizindeki ele, ardından Hazer'e bakınca bir an artistlik yapacakmış gibi göründü fakat Hazer'in tek kaşını kaldırdığını gördüğünde ofladı. "Ben zam istiyorum patron. Beni fazladan çalıştırıyorsun. Güya şoförünüm ama bana çay yaptırıyorsun, o da yetmezmiş gibi çay koy falan diyorsun..."
Söylene söylene mutfağa ilerlerken Leyla'nın elinden tuttu ve onu da tezgâhın oraya çekip yanağından öpünce Leyla sessizce güldü. Hazer başını sağ omzunun üstünden çevirip onlara bir baktı. "Öpüşmeyin, Leo'ya kötü örnek oluyorsunuz."
Leo, Hazer'in yanına gidip onun dizleri arasına girdi ve kolunu omzuna doladı. "Sürekli birbirlerini öpüyorlar enişte. Tövbe tövbe diyorum, hiç de anlamıyorlar!"
Gülerek arkasına yaslanırken, "Her gün okuldan âşık gelen çocuğa bak sen," dedim.
Kerem çay bardaklarını tepsiye dizerken kafasını kaldırıp bana göz kırptı. Leyla onun omzuna yaslanmış, Kerem'e bir şeyler fısıldıyordu. Kerem her ne kadar söylense de burada olmaktan çok memnundu.
Hazer'in Leo’yla ilgilenerek, "Çantanı hazırladın mı?" dediğini duydum. "Sabah uyanınca üşeniyorsun, bana hazırlattırıyorsun..."
"Birazdan hazırlayacağım enişte."
"Gel Leo, ben Melek'e bakarken sen de çantanı hazırla canım." Koltuktan eteğimi düzelterek kalktım ve Leo'nun elinden tutup onunla yukarı çıkarken Kerem'in tepsiyle mutfaktan çıktığını gördüm.
Leo, Kerem'in Hazer'e çay servisi yapmasına kıkırdayarak benimle koridora girerken, "Kerem Abi çok komik abla, bayılıyorum ona," dedi.
Onun odasına girdiğimizde ışığı yaktım ve çalışma masasına ilerledik. "Hazer'in yanında söyleme bunu Leo. Kıskanır seni."
"Tamam ablacığım."
O çantasını açıp ders programına bakarken kafasını okşayıp koridora döndüm. Önce misafir banyosuna girdim, ellerimi birkaç kez yıkayıp kuruladıktan sonra özlemle Melek'in odasına ilerledim. Kapısı hafifçe aralıktı. O aralıktan içeri sızdım. Onun için aldığımız kısık ışık yanıyordu, odasının tamamen karanlık olmasından hoşlanmıyordum. Beyaz beşiğine ilerleyip içine bakınca onu gördüm. Üzerindekini açmıştı ve eli yüzündeydi. Kızımı gördüğüm an gerçekten yuvaya dönmüş gibi hissettim. En şeffaf, en içten, en duygusal olduğum yerdi. Uzanıp onu uyandırmaktan endişe duyarak elini tuttum ve çektiğimde hafifçe mırıldandı. Korkarak elimi durdurdum ama sanırım geç kalmıştım çünkü bir ağlama sesi çıkararak gözlerini açmaya başlamıştı.
"Ah, anneciğim, özür dilerim..." Fısıldayarak elini bırakıp geriye çıktım ama gözlerini kırpıştırdığını görüyordum. Bakışlarını odaklamaya çalıştığını görünce tamamen uyandığını anlayıp beşiğini yavaşça salladım, tekrardan uyumasını sağlamaya çalıştım ama ellerini kaldırıp daha fazla ağladı. Ağlayacağı hiçbir şey yokken çok acı çekiyormuş gibi ağladığında içim gerçek anlamda parçalanıyordu sanki. Geçmişte hiç düşünmemiştim en savunmasız kalacağım şeyin kızımın gözyaşları olabileceğini.
Eğilip beşiğe uzandığımda minik elleri ellerime değdi. Gözlerinin bana odaklanmaya çalışmasını izlerken onu nazikçe kaldırıp kucağıma aldım. "Sorun yok Melek, annen burada."
Beni ilk birkaç saniye tanımadı ama daha sonra başını omzuma koyunca ben olduğumu fark ettiğini anladım. Küçük ellerini göğsüme koyup sessizce ağlarken, "Mila," diye seslendiğini duydum Hazer'in, sanırım telsizden ağlamasını duymuştu. "Melek'in odasında mısın?"
"Si," diye seslenirken Melek'in kafasını boynumdan çıkarıp başını koridora çevirmesini izledim. Ağlamasını durmuştu. Hazer'in sesini tanıyıp eliyle koridoru gösterdiğinde üşümesin diye sırtını örterek onunla koridora çıktım. Göğsüme bastırarak basamakları indim. "Babanı istiyorsun ama uykun bölünecek Melek Yakut."
Basamakları inerken Hazer'in de merdivenlerden çıktığını gördüm. Yanında olsam da Melek'in ağladığını duyunca içi rahat etmemişti. Bizi gördüğünde duraksadı ve kollarını açınca Melek heyecanlanarak kucağımda hareket etti. Onu Hazer'in kollarına verirken, "Aşkım neden uyandın?" dedi, Melek'e temkinle bakarak. Bir eliyle göğsüne bastırırken diğer eliyle yanağından akan yaşlara dokundu. "Üşüdün mü? Huzursuzlandın mı babacığım? Pek huyun değildir böyle uyanmak."
"Benim hatam," dedim, Melek'in küçük ayaklarını tutarak. Gıdıklanıp ayaklarını çekmesine gülümsedim. "Elini yüzünden çekiyordum, bir anda uyandı."
"Bebek bu, tabii ki uyanır, ağlar," dedi Kerem, çay bardağını orta sehpaya bırakıp Leyla'ya bakarken. Kafasını iki yana sallayıp gözlerini abartılı şekilde devirdi. "Gören de bir tek bunların bebekleri var sanacak, yapabilseler böyle ipek eldivenle sevecekler çocuğu... Öptürmüyorlar bile, kendileri de öpmüyor... Yok niye uyanmış, uyanır tabii yahu..."
Hazer, “Çakacağım ağzına…” diye homurdanırken Melek başını babasının omzundan çıkarıp küçük ellerini, babası gibi yüzüne götürdü. Onun gibi kendi gözyaşlarını silerken bakışlarını içeride gezdirdi. Sesinden dolayı Kerem'i aradığını anladım ve gözleri onunla buluşunca Kerem ona göz kırptı. Ve o saniyelerde, doğduğundan beri Melek Yakut'un dudaklarından dökülmesini beklediğim o ilk kelime döküldü.
"Keyem."
BÖLÜM SONU.
Yorumlar yükleniyor...