0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

25. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

“EVE DÜŞEN BOMBA”

 

Bahçedeki en güzel çiçeğe onun adını verdim ve sonra... o çiçeği öldürdüm. Artık benim için açmayacak.

Hiç sabah olmayacak gibi gelen, upuzun bir gece oldu. Güneş doğana kadar sokak lambaları yandı ve Hazer dizlerimde deliksiz bir uykudaydı. Uyuyakaldığımda kış güneşi doğuşunu tamamlamak üzereydi ve düşüncelerim duygularımı yakalarından tutup sarsıyordu.

Saatler sonra uyandığımdaysa Hazer'in dizlerimden kalkmış olduğunu, günün epey aydınlandığını gördüm ve olduğum yerde hiç kıpırdamadan durarak bir süre duvarları izledim. Huzursuzdum, öyle ki kalkıp Hazer'in nerede olduğuna bile bakmadım.

Benden, ellerimi uzatıp bir ateşin üzerine bastırmamı bile isteyebilirlerdi ama kardeşimi ona vermemi isteyemezlerdi.

Aklım, kalbim almıyor; aksine acıyordu. Ablasının ben olduğumu bile bile kardeşimi almak istiyordu ama o asla bir anne olamazdı. Bunu ne için yapıyordu? Kardeşimin hayatını da mahvetmek için mi yoksa vicdan azabı çektiği için mi?

Vicdanına şu an değil, o karanlık günlerde ihtiyacım vardı.

"Ne yapacağım? Ne gelir elimden Tanrım?"

Hazer'in paltosunu elime aldım ve kumaşı parmaklarımın arasında sıktım. Altdudağımı ısırdım ve tereddütle başımı eğip burnumu kaşe paltosuna yasladım. Çok güzel bir kokuydu, bir kere kokladıktan sonra ikinin hatırı kalıyordu.

Paltosunu minderin üzerine bıraktım ve odadan çıkıp dağılmış yüzümü yıkamak için banyonun yolunu tuttum, bu sırada etrafta Gazel’le Hazer'e bakındım. İkisi de ortalıkta görünmüyordu. Banyoya girip yüzümü buz gibi suyla yıkarken kendim için aldığım küçük aynadan yüzüme baktım. Bu sabah gözlerimde keder ve hüzünden başka bir şey daha vardı: Hazer.

Aynaya bakıp gözlerimde ilk kez bir erkeği gördüm.

Salonun kapısını açıyordum ki başka bir ses duydum ve omzumun üzerinden arkama baktım. Sokak kapısı açıldı ve Hazer anahtarı kilidin üzerinden alırken beni gördü. Onu gördüğümde uzun vakittir soluk boruma batıyormuş gibi hissettiren diken düştü ve nefes almam kolaylaştı.

"Neden hızlı hızlı geldiğimi anlamıyordum," dedi. Saçlarında ve kirpiklerinde kar vardı. "Seni görünce anladım."

Yanaklarım ısınırken Hazer'in genzini temizlediğini duydum. Bakışlarını aceleyle kaçırdı ve bir pastane torbasıyla yanıma ilerlerken, "Günaydın," dedim alçak sesle. "Çok üşümüş gibisin."

Yanıma kadar geldiğinde ne kadar üşümüş olduğunu daha yakından gördüm ve ellerimi uzatıp kızarmış yüzünü ısıtmak istedim.

"Senin için sıcak içecek ve yiyecekler aldım," dedi, neden üşüdüğünü açıklar gibi. "Karnın doysun, için ısınsın. Bunlar üşümeme değer."

Şefkatle gülümseyerek, "Öyleyse izin ver," dedim ve uzanıp elimi yavaşça yanağına koydum. Soğuk yanaklarıyla sakallarını avuçiçimde hissettiğimde çok garip oldum. Elimde olmadan gülümsedim ve elimi geriye çekerken, bakışlarının elimi takip ettiğini gördüm. "Seni görene kadar derin bir kederin içindeydim," diye itiraf ettim. "Fakat seni görünce...  Düşüncelerim de kalbim de o kadar rahatlıyor ki."

Gözlerinde soru işaretleri belirirken, "Mila?" diye fısıldadı. "Sorun ne?"

"Günaydın!"

Arkamızdaki kapı gıcırdadı ve hemen sonra Gazel'in sesi duyuldu. Aceleyle Gazel'e döndüm ve hâlâ yara izleri olan yüzüne bakarken, "Günaydın," dedim. "Ben de senin yanına geliyordum." Uzanıp yanağına bir öpücük kondurduğumda Hazer'in derin bir iç çektiğini duydum. "Nasılsın?"

Gazel hafifçe tebessüm etti; yüz kaslarının hareketlenmesiyle canı acımış olmalıydı ki yüzünü buruşturdu ama ben üzülmeyeyim diye hemen ardından gülümsedi. "Yanıma gelirken birinin radarına takılmışsın galiba," diye fısıldadı, Hazer’i gösterip kaş göz yaparak. "Keşke bölmeseydim sizi. Dur bak, ben içeriye gireyim, siz kaldığınız yerden..."

Kolundan tuttum ve kısık bir sesle konuştum. "Hazer'i de beni de utandırıyorsun Gazel, sırıtma lütfen."

"Tamam tamam, şaka yapıyorum."

Elimi dirseğinden çektim ve önünden geçip mutfağın yolunu tutarken Hazer'e bakmadan edemedim. Kaşlarını çatmış, Gazel'e bakıyor, yüzündeki yaraları izliyordu. Gazel utanmış olmalıydı ki başını önüne eğdi ve aynı tatlılığıyla, "Günaydın," dedi Hazer'e. "Nasılsın?”

Hazer huzursuz görünüyordu. "İyiyim, teşekkür ederim," dedi nazikçe. "Yüzün..."

Gazel saçlarıyla yüzünü kapatırken, "Boş ver," dedi ve yanından geçerek banyoya ilerlemeye başladı.

Hazer bakışlarıyla onu takip ederken, "Sana yardımcı olabilirim," dedi ve Gazel bunu duyduğunda omzunun üzerinden ona döndü. Hazer devam etti. "Eğer erkek arkadaşından uzaklaşmak istiyorsan ve o buna karşı çıkıyorsa sana yardımcı olabilirim. Elim kolum uzundur, her türlü onunla başa çıkarım. Senden sadece Behram'a karşı dürüst olmanı istiyorum Gazel."

Gazel'in alnı kırıştı ve gözlerinde, hissettiği minnetin resmi belirdi. “Sizi de bu çirkin yalanın içine sürüklediğim için çok üzgünüm," dedi, sesi çatlıyordu. "Planlanmamış bir şeydi, bir anda ağzımdan çıkıverdi ve düzeltemiyorum. Söyleyeceğim, sadece biraz daha zamana ihtiyacım var."

"Sen söylemezsen zaten ben söyleyeceğim. Behram karşıma geçip ne kadar kötü bir abin olduğundan bahsederken kendimi nasıl zor tuttuğumu bilemezsin."

Gazel ona daha fazla bakmadı ve kaçarcasına banyoya girip kapıyı kapattığında yüzümü ovalayarak tezgâha yöneldim. Kendime bir su doldurmak için bardak alırken Hazer de mutfağa girdi.

"Benden başka herkese günaydın öpücüğü veriyorsun galiba," diye mırıldandı ve su boğazıma kaçtığında öksürerek bardağı indirmek zorunda kaldım. Hazer'in gözlerinde parıltılar vardı.

“Gazel'i on küsur yıldır tanıyorum," diye mırıldandım, öpücüğün bir açıklamaya ihtiyacı varmış gibi.

"Ne yani?" Dehşet içinde kaldığı sesinden belli oluyordu. "Bana bir öpücük vermen için on küsur yıl beklemeli miyim?"

On yıl mı? On yıl sonra da hayatımda onu bulabilecek miydim? Çok uzun bir zamandı. Kim bunun için bir başkasına söz verirdi ki? Dikkatli bakışlarım karşısında Hazer hafifçe kızardı ve terlemiş gibi uzanıp bardağı aldı, içindeki suyu kana kana içmeye başladı.

O suyu içerken üzerindeki atkıda çok kar olduğunu fark ettim. "Atkın kar dolu. Üşüteceksin," dedim ve gülümseyerek atkıyı tamamen boynundan çektim.

Salona geçtim ve minderin üzerindeki çamaşırları katlayıp çantamın içine koydum. Alışverişte aldığım ısıtıcının fişini taktıktan sonra ellerimi bir süre ısıtıcının üzerine tuttum ve ısınmalarını bekledim. Ellerimi ısıttıktan sonra ısıtıcının üzerine Hazer'in atkısını koydum ve kurumasını ümit ettim.

Yerdeki minderi düzeltip üzerine otururken Gazel'in banyodan çıktığını gördüm. Su soğuk olduğu için epey üşümüş görünüyordu. Salona girdi ve ısıtıcıya doğru koşarak ellerini ısıtıcının üzerine koydu.

"Demek yeni yıla beraber girdiniz," dedi ve kapıya bir bakış attıktan sonra bana döndü. "Öpüştünüz mü?"

"Ne?" Bu kelimeyi ilk kez duyuyormuş gibi şok içinde yüzüne baktım ve garip bir telaşla konuştum. "Hayır, ne diyorsun böyle? Bunları konuşmaktan hoşlanmam."

Gülmeye son verip omuzlarını silkti. "Tamam, affedersin. Tekrar sormayacağım.”

Sert çıkışmış olabileceğimi düşündüm ve telafi etmek adına bu kez gülümseyen ben oldum. Gazel, erkeklere soğuk davranmama mantıklı bir sebep bulamasa da onlarla böyle yakınlıklar kurmadığımı bilirdi. Ellerimi kucağıma koyup parmaklarımı ovuşturdum. Bana sorduğu soru... Bu soruyu kendime bile soramazken onun bana sorması şaşırtmıştı. Avuçlarımı kızarık yanaklarıma koyarken Hazer müsaade isteyerek odaya girdi ve geçip yanıma oturdu. Elinde iki Starbucks içeceği vardı ve üzerlerinden dumanı tütüyordu. Birini bana uzatırken, "Senin için aldığım sıcak kurabiyeleri de ye," diye fısıldadı ve dönüp diğer elindeki içeceği Gazel'e uzattı. "Kahve seviyorsundur umarım."

Hazer'in elinden kahveyi alırken, "Teşekkürler," dedi. "Demek Safir için erkenden kalkıp yiyecek içecek aldın. Safir de böyle kibarlıklara bayılır."

Hazer hımm gibisinden bir mırıltı çıkardı ve yüzünü bana çevirdi. Adımın avcumdaki karton bardağın üzerine üç kez yazıldığını gördüm ve neredeyse kıkırdıyordum. Mila. Mila. Mila. Belki de manasız olan bu şey aramızda bir espriye dönüşmüştü ve her nedense beni mutlu ediyordu.

"Seni kahvaltıya götürmek isterdim," dedi alçak bir sesle. Konuştuğunu duyduğumda kirpiklerimin altındaki bakışlarım onu buldu. Gazel bizimle ilgilenmeden dışarıda yağan karı izliyordu. "Uyanıp başında bir süre uyanmanı bekledim ama uyanmadın. Uyandırmak istemedim.”

Sabaha karşı uyuduğum için muhtemelen onun uyandığı zaman ben uykumun en derin zamanındaydım. "Sana kahvaltı hazırlamak isterdim ama işte evimi biliyorsun... Mahcup oluyorum aslında çünkü sana gerçekten bir kahvaltı hazırlamak isterdim."

Aniden, "Çok tatlısın," deyiverdi.

Kalbim birkaç saniyede bir dakikalık ritme ulaştı.

Hazer, bu hayatta beni en çok heyecanlandıran insandı ve güzel kelimeleri benim için yan yana getirdiğinde pervasız tepkiler veriyordum. Bunun olmaması için gözlerimi kaçırdığımda Han sessizce güldü.

Telefonu çaldığında Gazel kalkarak koridora çıktı. Galip'in onu rahatsız ettiğini düşünerek endişeye kapıldım ve içeceğimi içerken gergince bekledim. Neyse ki çok sürmedi ve Gazel dönüp az önceki yerine oturdu. Yüzüne bakıp nasıl hissettiğini anlamaya çalışırken, "Safir,” dedi ve camın önündeki saksıya baktı. “Bunlar ne güzel çiçekler."

Hazer omzunun üzerinden ona döndü ve tip tip bakarak koltuktan kalktı, söylenerek odadan çıktı.

Gazel bu tepkiye şaşırarak bana döndü. "Yanlış bir şey mi söyledim yoksa bu adamın senden başka herkese garezi mi var?"

Salondan çıkan Hazer'in geniş sırtına baktım. "Çiçeği veren kişi... Hazer'in hoşlanmadığı biri."

"Aaa." Gazel mahcup göründü. "Ben onun aldığını düşünmüştüm. Başka biri mi verdi? Bak Safir, baştan söyleyeyim, ben seni Hazer’le shipliyor..."

“Bunu söylemekten vazgeçmeyeceksin değil mi?"

"Geçip bir aynanın önünde yan yana durun ve kendinize bakın, tamam mı Safir? Çok yakışıyorsunuz."

Gerçekten yan yana güzel mi görünüyorduk? O an Hazer’le bir aynanın önüne geçmek, nasıl göründüğümüze bakmak istedim.

Düşüncelerimle boğuşurken dış kapıdan gelen tıkırtıları duydum ve başımı koridora çevirdim. Fakat sokak kapısı bakış açımda olmadığı için kalkmam gerekiyordu. Sokak kapısını görebildiğim ilk anda şok oldum. Hazer kapıyı açmıştı. Kerem iki kişilik gri bir koltuğu kapıdan sokmaya çalışıyor ve Hazer'e sitem ederek bir şeyler söylüyordu.

Konuşabildiğimde dediğim ilk tek şey, "Hazer," oldu ve bununla beraber gözleri omzunun üzerinden bana döndü. "Koltuk mu o?"

"Evet." Kerem nefes nefese gülümsedi. "Safir Hanım, bakın bu artık sizin koltuğunuz. Koltuk, bak bu da Safir Hanım." Koltuğun yüzeyini okşadıktan sonra bana tekrar gülümsedi. "Sizinle tanıştığına memnun olduğunu söylüyor Safir Hanım."

"Çok onurlandım," dedim Kerem'in sevimliliğine gülümseyerek. Sonra bakışlarım yine şaşkınlıkla Hazer'i bulduğunda tedirgin bir şekilde bana baktığını gördüm. "Benim için koltuk mu aldın?"

Hazer koridorun ucundan yanıma kadar yürüdü ve eğilerek yüzüme yaklaştı. "Öyle soğuk betonun üzerinde yatmana yüreğim nasıl el verir?" diye fısıldadı, kaşları bu düşünceyle çatılmıştı. "Sakın bana maddiyattan bahsetme, hayatımdaki kadına bunu bile yapmayacak..."

Kafamın içinde havai fişekler patlamış gibi hissettim. "Hayatındaki kadına mı?"

Hazer ne dediğini yeni fark etmiş gibi irkildi. "Yani... birbirimizin hayatındayız ya. Öyle değil mi?”

"Hazer Bey, bir el atın da geçirelim şu koltuğu, o kadar kası boşuna yapmış olamazsınız..."

Hazer, Kerem’in sızlanışını duyduğunda benden uzaklaştı. "Bir şeyi de bölme la!"

Kerem anlamayarak Hazer'e baktı ama sonra çok umurunda olmadığından olsa gerek sırıtarak omuz silkti. Hazer koltuğun alt kısmından tuttuğunda geçmeleri için yoldan çekildim ve Hazer’le Kerem koltuğu salona taşıdıklarında Gazel'in de benim kadar şaşkın olduğunu gördüm. Hazer'in bana küçük hediyeler alması mutluluk vericiydi ama koltuk... Onu, bana bir şeyler alma konusunda nasıl durduracağımı bilemiyordum. Koltuğu tam pencerenin karşısına yerleştirdikten sonra Kerem çok susadığını söyledi ve mutfağın yolunu tuttu. Gazel de süregelen şaşkınlığıyla odadan ayrılıp bizi yalnız bıraktığında kollarımı göğsümün üzerinde kavuşturdum.

"Hazer bana sürekli bir şeyler alma rica ederim."

"Ama içimden geliyor Safir."

Bir şey demedim ve sessizliğimden rahatsız olmuş olmalıydı ki kendini açıklama çabasıyla konuşuyordu. "Safir, sen tertemiz duygularınla hayatımda olman bana, sana verdiğim hediyelerden çok daha fazlasını veri..."

Nasıl oldu bilmiyorum ama o incelikle yaklaşırken ve ben hak ettiğim şefkati gözlerinde görürken başka bir şey düşünemedim. Parmak uçlarıma yükseldim ve dudaklarımı sakallı yanağına bastırdım. Teninin nabzını, sıcaklığını dudaklarımda hissettim ve iliklerime kadar, düşman askerinin hücumu altında kaldığımı düşündüm. 

Tanrım, bu öpücük bir şişe şarapsa ben hep sarhoş olurdum. 

Hazer'in omuzları düştü ve dudaklarının arasından gürültülü bir nefes boşaldı. Öpücüğümü verdim ama onu böyle habersiz öpmekten öyle utandım ki bir süre yüzüne bakamayacağım için dudaklarımı yanağından çekemedim. 

💐

Saatler geçmiş olmasına rağmen onu öpmenin büyüsü hiç azalmamıştı.

Onu öptükten sonra ruhumun bir kısmını yanına bırakmış gibiydim. Yürürken sürekli dans etmek, kendi etrafımda dönmek istiyordum. Gazel’le Kerem'in içeriye girmesiyle birbirimizden ayrılmış, hiç konuşmamıştık. O Kerem’le evden çıkmış, ben dakikalar boyunca arkasından bakmış ve sonra kardeşimi görmek için evden çıkıp yetimhaneye gelmiştim.

Şimdi yetimhanenin kapısından geçiyordum ve kalbimde, yumruğumdan daha büyük bir ağırlık vardı. Kardeşimi görecek olmanın mutluluğuyla onu kaybedecek olmanın korkusu dizlerimi titretiyordu. Yetimhane beni hep korkutuyordu ama kardeşim için bu korkuya meydan okuyacaktım.

Kardeşimin olduğu kata çıkarken ikinci katta durdum ve bakışlarımı Müdire Hanım'ın odasına çevirdim. O an bacaklarıma beton dökülmüş gibi kalakaldım ve ileriye doğru bir adım bile atamadan gördüğüm sahnenin bir sanrı olmasını ümit ettim.

Kardeşimi evlatlık isteyen o insan müsveddesi, gözlerimin önünde Leo'ya sarılıyordu.

Vücudumdaki tüm kan beynime sıçrıyormuş gibi hissettim ve bilincimi kaybetmiş şekilde koridorun sonuna koşmaya başladım. Müdirelerin her ikisi de gürültüden dolayı başlarını kaldırıp bana baktı. Çok nadiren hissettiğim öfke duygusuyla kardeşime sarılan müdireye bakarken eğildim ve Leo'yu kolundan tutup kendime çekerken avazım çıktığı kadar bağırdım. "Kardeşime dokunma!"

Leo kafasını kaldırıp beni gördü ve gülümseyerek kollarını bacaklarıma sardı. "Safir, ablam..."

Öyle içtendi ki kalbimi aralayıp içeri sığınmıştı sanki.

Müdire doğruldu ve allak bullak yüz ifadesiyle bana baktı. Adını ağzıma almak istemiyordum ama beni her acımda susturan bu kadının tabii ki bir adı vardı. Serap'tı.

Serap Müdire. Suratına bakarken yaşadığım her şey bir film gibi gözlerimin önünden geçiyordu. Suratına baktığım saniyelerde midemin bulandığını hissettim ve Leo'yu da beraberimde çekerek ondan uzaklaştım. "Sana bakarken yüzümü buruşturuyorum, görüyor musun?" İrkildi ve bakışları etrafta dolaştı. "Söyle bana, bakışlarım sana hak ettiğin kadar değersiz olduğunu hissettiriyor mu?"

Utanç, onu âdeta ufalayarak küçülttüğünde diğer müdirenin müdahil olacağını fark ettim ve elimi kaldırarak araya girdim. "İnanın, bu konu hakkında bildiğinizi sandığınız her şey yanlış. Düzeltmeme izin verin."

Tekrar Serap Müdire'ye döndüm ve yüzüne bakarken içimde bir şeylerin hâlâ ondan korktuğunu hissettim. Konuşmak için ağzını araladığında, "Sus," dedim, tıpkı onun defalarca dediği gibi. "Bana yalnız bu üç harfle nasıl bir travma yaşattığını biliyor musun? Ah, tabii ki bilmiyorsun. Hayatıma bir anda nereden çıkıp geldiysen..." Çenem titriyordu ve biriken yaşlar gözlerimi ısırıyordu. "...oraya dön! Kardeşimden ve benden uzak dur."

"Sa... Safir." Kekeliyor ve tereddütlü görünüyordu. "Yemin ederim kötü hiçbir niyetim yok. Ben... bir şeyleri telafi etmek istedim. Kardeşine güzel, iyi bir hayat..."

"Vicdan azabını kardeşimle mi telafi edeceksin?" dedim biraz daha bağırarak. "Benim kalbim, ruhum bir an bile rahatlamazken senin vicdanının rahatlamasına izin mi vereceğimi sanıyorsun? Ayrıca kardeşimi kendini daha iyi hissetmen için kullanmana izin mi vereceğim? Bunları düşünmen bile bana haksızlık."

Gözleri dolmuştu, elleri titriyordu. "Safir, yapma..."

"Ne kadar da tanıdık bir kelime. Ah, doğru, ben de sana bu kelimeyi çok söylemiştim..."

"Seninle konuşmama izin ver."

Leo'nun titrediğini fark ettim ve kafamı şiddetle iki yana salladım. "Seninle konuşmak da yüzüne bakmak da istemiyorum. Bari buna saygı duy ve hayatıma daha fazla karartmadan çık git."

"Anlamıyor musun?" derken sesi biraz yükselmişti ama ses tonunda öfke değil, çaresizlik vardı. "Çok huzursuzum, çok rahatsızım, pişmanım. Bir şekilde beni affetmeni istiyorum. Ne istersen yaparım, affedildiğimi duymak için..."

Yıllardır aklımda olan, bir gün yapacağını bildiğim şeyi söyledim. "Sizi şikâyet edeceğim ve sen de her şeyi kabul edip mahkemede bana şahitlik edeceksin. Yalnızca böyle affedebilirim."

Yalan söylüyordum. Onu asla affetmeyecektim. Ancak ne yazık ki o adamın suçunu kanıtlamam için ona ihtiyacım vardı. Şahitlik ederse şansım olabilirdi, üzerinden yıllarca geçmiş olsa da bir ümit olabilirdi. Simasındaki çaresizlik yerini büyük bir korkuya bıraktı. "Safir, ben... Olmaz. Bu..."

"Olmaz tabii! Çünkü korkuyorsun. O karanlık günlerde adına, kurumuna leke sürülecek diye korkmuştun! Şimdi de etrafındaki insanların böyle bir şey yaptığını duymasından korkuyorsun." Soluk soluğa kalmıştım ama öyle doluydum ki kendimi durduramıyordum. "Ama kendime bir söz verdim. Bir gün oraya çıkıp her şeye şahitlik edeceksin."

Eğildim ve dizlerime sarılan, ürkmüş görünen kardeşimi bir çırpıda kucağıma aldım. Ah, biraz kilo almıştı, hatta bir an onu kucaklayamayacağımı bile düşündüm ama kollarını sevgiyle boynuma doladığında onu kucağımda her yere taşıyacağımı hissettim.

Serap Müdire arkamdan konuştu. "Safir, biraz daha konuşa..."

"Ben diyeceğimi dedim."

Yenilmeyeceğim. Kaybetmeyeceğim. Tanrım, kazanmak için o kadar çalışacağım ki bir an bile şikâyet etmeyeceğim. Zaferim, kalbimdeki iyilik kadar büyük olacak.

Merdivenlere yöneldim ve Leo’nun temiz kokusunu içime çekerken, "Üzgünüm Leo," dedim sessizce. "Seni korkuttum."

"Gelmene çok mutlu oldum Safir." Sesi gerçekten de mutlu geliyordu. "O kadın bana... beraber yaşayacağımızı söyledi, istersem onunla yaşayabilirmişim."

Kaybetme korkusuyla çekingenliğimi kırdım ve ona daha sıkı sarıldım. "Sen iyi ve kötünün ayrımını yapamayacak kadar küçüksün. Senin yaşındayken beni koruyacak kimseye sahip değildim ama sen bana sahipsin. Bana güven, senin için en doğru kararları vereceğim."

"Ben senin yanında kalmak istiyorum Safir."

"Peki bana güveniyor musun?"

"Sana güvenip güvenmediğimi nasıl anlayabilirim?"

Altı yaşındaki bir çocuktan size güvenmesini isterseniz karşılığında tabii ki bu soruyu alırdınız. Basamakları inerken ben nasıl güvendiğimi anımsadım. Hazer'e. 

"Yanımdayken kimse sana bir şey yapamazmış gibi geliyor mu?"

Leo'nun kıkırdadığını duydum. "Evet ablacığım."

"Bunun güvenle bir alakası olduğunu düşünüyorum."

Leo bir kez daha kıkırdadığında arkamdan Müdire Hanım'ın seslendiğini duydum. Leo'nun kaldığı yetimhanenin müdiresiydi. Dönüp baktığımda yanıma yürüdü ve Leo'yu götüremeyeceğimi söyledi ama saat dolduğunda getireceğimi söyleyerek onu dakikalar sonra ikna ettim. Leo'yu daha önce iki kere almış, bana verilen saatte geri getirmiştim; bu yüzden bana güveniyorlardı. Leo'yu sıkıca giydirdim ve o, günü benimle geçirecek olmanın mutluluğuyla uçarken onu teslim aldığıma dair bir evrak imzalayarak yetimhaneden ayrıldım.

Yılın ilk günü olduğu için dans kursuna bir gün ara verilmişti, sahafa da gitmeyecektim. Boş günümü onunla geçirecektim. Bir miktar param vardı, maaşımı yeni almıştım. Elini tuttum ve kaldırımda yürürken ilgiyle etrafı izlediğini gördüm. Yetimhanede yaşamak çok zordu, hayatı o dört duvar arasında geçtiği için dışarıyı çok merak ediyordu. Köşeyi dönerken bana sorduğu sorulara aynı ilgiyle cevap verdim ve birbirimize gülümserken mesaj sesini duydum.

Gönderen: Sadece Hazer :)

Merhaba. Nerede, ne yapıyorsun?

Gönderilen: Sadece Hazer :)

Merhaba. Leo'yu yetimhaneden aldım, eve geçiyoruz. Aslında onunla dışarıda vakit geçirecektim ama soğuk, bu yüzden eve geçiyorum. İstersen... Yani bir işin yoksa yanımıza gelebilirsin.

Gönderen: Sadece Hazer :)

İstemez olur muyum kızım...

Metroya bindik ve Leo böyle bir kalabalığı ilk kez gördüğü için korktu. Onu yatıştırarak bir şeylerden bahsettim ama Leo'nun en çok sorduğu şey annemiz oldu. Ona annemi anlatamıyordum çünkü asla duymayı istemeyeceği şeyler yaşanmıştı. Zaten duysa bile anlamazdı. Sadece annemizin onu çok sevdiğini ama imkânsızlıklar yüzünden göremediğini söyledim. Ki bu bir yalandı, annem onu sevmiyordu. Böyle bir yalan söylemek zorunda kaldığım için yüzüne bir süre bakamadım.

Metrodan inip sokağa girdiğimizde Leo’ya birkaç İspanyolca kelime öğretiyordum. Tam o sırada sokağın diğer ucundan giren arabayı gördüm ve gülümsedim. Hazer'in arabası yavaşladı ve evin önünde durdu. Hızla saçlarımı düzelterek onun inmesini izlerken şoför koltuğunun yanındaki kapı da aralandı ve Mustafa Kemal dışarıya çıktı.

Onu görmenin sevinciyle gülümserken Hazer de arabasından inerek bakış açıma girdi ve onun ardından arka koltuktan Behram indi. Hazer'in tek başına geleceğini düşündüğüm için Behram ve Kemal'i görerek şaşırmış ama memnun da olmuştum. Leo dizlerime yapışarak şaşkınca bana bakarken Hazer yanıma kadar yürüdü ve karşımda durdu. Eli belki kendinden bile habersizce yanağına gitti ve bir süre aynı anıyı hatırlayarak bakıştık. Elini yanağından indirirken genzini temizledi.

"Behram’la yemek yiyorduk. Mustafa Kemal de bizimleydi," dedi. "Leo'yu eve getireceğini duyunca onu da getireyim dedim. Kaynaşmalarını, arkadaş olmalarını isterim."

Saçlarım uçuştuğunda ikimizde uzanıp saçımı kulağımın arkasına koymak için harekette bulunduk ama ben daha hızlı davranıp saçlarımı ittirdiğimde Hazer elini indirdi. Keşke elimi kaldırmasaydım, diye düşünürken Hazer devam etti.

"İleride daha sık görüşecekler çünkü."

Behram, Hazer'in arkasından mırıldandı. "Akraba olacaklar tabii, değil mi Angaralı?"

Hazer dirseğini Behram'ın karnına geçirdi ama ben bir şey demeden Mustafa'ya döndüm. O da tıpkı Leo gibi Behram'ın dizlerine yapışmış çekingen şekilde bana bakıyordu. Leo'nun elinden tutarak Mustafa Kemal'in yanına yürüdüm ve ikisinin arasında diz çöktüm.

"Merhaba Mustafa," dedim yumuşak bir sesle. "Bu kardeşim Leo, onunla tanışır mısın?"

Leo da en az Mustafa kadar çekingendi ama ikisinin de birbiriyle anlaşmasını çok isterdim. Mustafa kafasını kaldırıp Hazer'e bir bakış attığında abisi ona göz kırptı ve Mustafa rahatlayarak Behram'ın dizinin arkasından çıktı. "Leo, bunlar Mustafa, Hazer ve Behram. Mustafa, Hazer abinin kardeşi, elini uzat da hadi el sıkışın."

Leo tedirgin şekilde Mustafa'ya el uzattığında Mustafa da ona elini verdi ve el sıkıştıklarında Leo'nun, özel farklılığı için Mustafa'nın yüzünü ilgiyle izlediğini gördüm.

"Memnun oldum," dedi Leo.

Mustafa ona karşılık verdikten sonra, "Safir ablamın kardeşi misin?" diye sordu.

Leo kaşlarını çatıp bana döndü. "Abla diyor, sen benim ablam değil misin?"

Bocaladım ve Hazer'in de tek dizi üzerine eğildiğini görerek ufak bir an ona baktım. Leo'ya baktığı ilk an rahatsız olmuş gibi bakışlarını çabucak çekti ama ikinci sefer baktığında daha kararlı göründü. Elindeki bir paketi Leo'ya uzattı.

"Yapboz sever misin ahbap?"

Leo gözlerini kırpıştırdı. "Ahbap ne?"

Hazer ve Behram'ın gülme seslerini duydum ve Leo'ya açıkladım. "Dostum, arkadaşım gibi bir kelime.”

Leo, “Hımm,” diyerek tekrar Hazer'e döndü ve onun büyüklüğüne, üzerindeki kıyafetlere hayranlıkla bakarak elindeki yapbozu aldı. "Teşekkür ederim... ahbap."

Hazer ona göz kırptı ama Leo'ya bakarken gözlerinin derinliğinde bir kapı açılıyor ve kendini, sanki düşünceleriyle beraber o kapının içine çekiyordu. Doğruldu ve Behram, Leo’yla Mustafa'yı alarak eve doğru yürümeye başladığında bana döndü. Ben de yönümü ona çevirdim ve uzanıp parmaklarımla kabanının uçlarını kavradım. Hazer buna tebessüm etti.

"Behram'ı getirdim, çocuklara bakıcılık yapsın," dedi ellerini kot pantolonunun ceplerine sokarken. "Biz de seninle bir şeyler yaparız."

"Benimle bir şeyler mi yapmak istiyorsun?"

"Bir mağazadan alınacak kıyafetlerim var." Soğuk parmakları çeneme yerleşti ve âdeta buz tutmuş olan çenemi okşadı. Kaşları hafifçe çatılmıştı, ona ne olduğunu sormak isterken Hazer başını omzuma doğru eğdi ve sert bir nefes alırken mırıldandı. "Üzerinde neden başka bir koku var?"

İrkildim, üzerimden kokuyu almak için bana bu kadar yaklaştığını anlayarak gözlerimi ayaklarıma çevirdim. "Gazel sabah evden ayrılırken parfüm sıkmıştı da..."

"Gazel, bu parfümün kokusuna ihtiyacın olmayacağını bilecek kadar koklamamış sanırım seni..."

"Sanki sen kokladın…”

Gülümsedi ve elini nazikçe belime koyarak yürümem için teşvik etti. "Bir saniye Hazer, Leo'ya durumu açıklayayım."

Belimi serbest bıraktı. "Eve gitmişken bereni de al."

Kapıyı açıp içeriye girdim ve oturma odasına geçtim. Leo koltuğa, Gazel’in yanına oturmuştu, sarılıyorlardı ve Behram kendisiyle Mustafa'nın ellerini ısıtıyordu. Selam vererek içeriye girdiğimde Behram elini göğsüne koyarak selamımı aldı. Yanına oturduğumda Leo sevinçle bana döndü. Beresini başından çıkardım. "Leo birkaç saatlik işim var, döndüğümde seninle vakit geçireceğime söz veriyorum. Ama istemezsen... gitmem."

Bana gülümserken, "Gazel Abla, Hazer Abi’nin eniştem olduğunu söyledi," dedi, mutlu görünüyordu. "Ben eniştemi sevdim, onunla olabilirsin."

Burnunu sıktım. "Büyümüş de küçülmüş."

Gazel'e kızgın bir bakış atarak bacağını çimdikledim. Çocuğun aklına yanlış bir şeyler sokmasını, beni utandırmasını istemiyordum. Gazel elimi iterken Leo'ya kaş çattı. "Bunun aramızda kalması gerekiyordu."

Leo omzunu silkti ve Hazer'in aldığı paketi açmaya çalıştı. Onu güvenli bir ortamda bırakmanın rahatlığıyla çıkarken Mustafa'nın saçlarını okşadım. Beremi başıma geçirirken Hazer'in arabanın önünde dikildiğini gördüm. Benim için bahçe kapısını açtı ve çıktığımda elini belime koyarak yürümem için teşvik etti.

Koltuğa yerleştiğimde kapımı kapattı ve arabanın etrafını dolanarak şoför koltuğuna yerleşti. Onunlayken bana bir şey olmayacağı hissi etrafımı sardı. Kendimi güvende hissettim. Ellerimi ovuştururken direksiyonu tutan kemikli parmaklarını izliyordum. İtiraf edeyim, Hazer'in elini tutmak istiyordum ama buna sebep olan duygunun ne olduğunu bilmiyordum. Sokaktan ayrılırken Hazer bana yandan bir bakış attı.

"Nasıl oluyorsa bazen sana baktığımda... gözlerinin beni daha yakınına çağırdığını görüyorum."

O zaman neden hâlâ orada duruyorsun?

Bunu demek yerine ellerimi sıkarak, "Gözlerin bir şeyler anlatabildiğini bilmiyordum," diye fısıldadım.

"Ben de." Gözünü bile kırpmadan konuşuyordu. "Ya da doğru gözleri bulana kadar başka bakışların ne anlattığıyla ilgilenmemişimdir."

"Elbet gözlerine baktığında... gördüklerinle iyi hissettiğin başka kadınlar olmuştur."

Bir dakika kadar süren, sancılı bir sessizlik oldu.

"Senin verdiğin sakinlik, kimseyle kıyaslanamaz." Sakin konuşuyordu. "Öfkemi gördüğünü biliyorum... Onunla başa çıkmak hep zor oldu. Sinirlendiğimde, öfkelendiğimde soluğu senin yanında almak istiyorum. Sanki içinde olduğum ve etrafında bulunduğum her şey fırtınalı bir deniz. Ama sen sakin, uysal bir koysun. Dinginsin, huzur vericisin..." Kendiyle alay eder gibi mırıldandı. "Bazen sana yavru köpek bakışları atıp saçlarımı okşamanı isteyecek oluyorum neredeyse."

Gülümsedim ve ona dönmeden karlı yolu izledim. Araba bir müddet sonra büyük, ışıltılı bir alışveriş merkezinin önünde durduğunda beremi yeniden başıma geçirdim. Hazer’in açtığı kapıdan inerken, "Teşekkürler," dedim ve karlı zeminde kaymamak için paltosuna tutundum.

Güvenlikten geçtikten sonra etraftaki mağazalara baktım. Birbirinden renkli ve güzel şeyler görmek hoşuma gitmişti. Hazer'in teşviğiyle yürüyen merdivenlere bindik ve belimdeki eline bakarak gülümsedim.

"Neye gülümsüyorsun?"

"Düşmemden endişelendiğin için beni tutmana."

Hiçbir şey söylemedi ve belimi daha sıkı tuttu. İki kat yukarıya çıktık ve geniş katın sonundaki mağazaya ilerledik. Onun yanında kendimi gergin hissettiğim kadar huzurlu da hissettiğim için kollarının arasında bayılacak gibi oluyordum. Hazer mağazaya yöneldiğinde klas bir yer olduğunu gördüm ve onunla içeriye girdim.

Sayısız takım elbisesi, belli renklerde kıyafetleri olan geniş bir mağazaydı. Çekingen bir şekilde ilerideki takım elbiselere yaklaştım ve parmaklarımı temiz kumaşların üzerine koyarak bunları Hazer'in üzerinde hayal ettim. Gri bir takım vardı, çok güzel görünüyordu.

"Bir şeye mi baktınız hanımefendi?"

Mağaza görevlisine dönerek elimi ceketin üzerinden çektim. "Ah, hayır... Ben erkek... erkek arkadaşım için bir takım baktım sadece."

Erkek arkadaş mı?

Dilimin ucunu sertçe ısırdım ve kendime inanamayarak önüme dönerken görevlinin, Yardımcı olabilirim, gibisinden bir şeyler mırıldandığını duydum ama bir daha kendisine dönmedim. Hem kabalığım hem de kullandığım kelimeler yüzünden kendime kızarken ellerimi kızarık yanaklarıma koydum. Neden öyle dediğimi bilmiyordum, sadece o an Hazer'i hangi kalıbın içine koyacağımı bilemeyerek söylemiştim. Ellerimi yanaklarımdan çekerken etrafıma bakındım ve Hazer'in bir takım elbiseyi incelediğini gördüm. Hızla ilerleyerek arkasından ona yaklaştım. Parmak uçlarımda yükselerek baktığı takım elbiseye göz attım. "Sana çok yakışacaktır," dedim omzuna doğru.

Hazer bir an bile olsun irkilmedi, sanırım ona yaklaştığımı anlamıştı. "Grisini alacağım," dedi ve birkaç adım ilerideki mağaza görevlisine mesafeli şekilde gülümsedi.

Mağaza görevlisi takım elbisenin grisini getirmek için bizden uzaklaştığında tabanlarıma basarak bakışlarımı kaçırdım. Aynı esnada, "Terledin mi?" dedi Hazer, sesi kaygılıydı. "Kızarmışsın." Uzandı ve beremi yavaşça başımdan çekti.

Bakışlarım etrafta dolaşırken gözüme mağazanın içindeki bir ayna çarptı ve Gazel'in bizim için söylediği kelimeler kulaklarımda çınladı. Büyük, boydan bir aynaydı ve karşısına geçip ikimizi yan yana görmek istemiştim. Bunu o kadar istedim ki nasıl dile getireceğimi düşünürken kıvrandım ve omuzlarımı düşürdüm.

Hadi Safir, o kadar pervasızlıktan sonra bir tane daha yapabilirsin.

Hazer mağaza görevlisiyle konuşurken oraya doğru ilerledim ve aynanın karşısında durarak kendime baktım. Üzerimde siyah bir pantolon ve aynı renk mont vardı, montumun içindeyse kırmızı boğazlı bir kazak. Dalgalı gür saçlarım omuzlarımdan aşağıdaydı ve Hazer'in dediği gibi kızarmıştım.

Aynaya bakarken gözüme bir şey çarptı ve arkamı dönerek aynada gördüğüm elbiseye ilerledim. Beyaz, üzerinde kırmızı benekleri olan, belinden aşağısı bollaşan bir elbiseydi. Aslında elbiseden çok eski zamana ait bir kostüm gibiydi ve askıda bu elbiseden iki tane kalmıştı. Uzanıp birini aldım ve zarif yakasını okşarken, bir delilik daha yapmak üzere kabinlere ilerledim.

Bu elbiseyi giyip Hazer’le o aynanın karşısına geçecektim.

Kabine girdim ve kamera olmadığına emin olup kendimi rahatlatmaya çalışarak elbiseyi giydim. Elbisenin arkasında inci düğmeleri vardı; bir kısmını kapatsam da bir kısmını kapatamadım ve saçlarımı sırtıma atarak o kısmı örttüm. Aynada kıkırdayarak kendime baktım. Elbise vücuduma oturmuştu, boyu dizlerime kadar geliyordu ve yakasıyla eteği çok narindi. Yakamı düzelttim ve yaramaz bir gülümsemeyle kabinden çıktım.

Hazer'i aramama gerek kalmadan, onu tedirginlik içinde beni ararken gördüm ve parmak uçlarımda arkasından ilerledim. Ben daha ona varamadan Hazer bana döndü ve ikimiz de ne olduğunu anlayamadan donup kaldık. Hazer'in yüzündeki şok ifadesi, yanlış bir şey yapıp yapmadığım konusunda beni endişeye sokarken tedirgin bir gülümsemeyle adım attım. Hazer'in dudakları açıldı, tuhaf bir ses çıktı ama konuşmadı. İkinci kez araladığındaysa bu sessizliğe daha fazla dayanamadan uzanıp elinden tuttum ve onu aynanın önüne çektim.

Aynanın önünde durduğumuzda sıcak elini bıraktım ve elbisemi düzelterek tam yanında durdum. Hazer beni baştan aşağıya süzerken elimi ayağıma dolaştırıyordu. Bakışlarımı kaldırdığımda gözlerimiz aynanın üzerinde kesişti. Elbisenin eteğini kıvırırken gülümsedim ve aynadan nasıl durduğumuza baktım.

"Sence nasıl görünüyoruz?"

Elini belime koyduğunda elbisenin kumaşı sayesinde dokunuşunu net bir şekilde hissettim ve anında tepki vererek kasıldım. Hazer ikimize uzunca baktı. Aramızda az bir boy farkı vardı, yine de ona aşağıdan bakıyordum. Sorduğum soruya boğuk bir sesle cevap verdi. "Tam görünüyoruz," dedi.

Tam.

Birbirimizi tamamladığımıza olan inancı, göğsümü huzurlu, mutlu bir hisle doldurdu ve sanki içimde tankların, tüfeklerin sesi duyuldu. Kafamı salladığımda Hazer elini uzattı ve aynadaki yansımasını kapattı. Aynada sadece onun görüntüsü kaldığında, "Böyle eksik," diye fısıldadı. Parmakları belimi daha istekli kavradı ve sonra aynadaki elini indirdi. "Böyle tam," dedi Hazer ve başka hiçbir şey demesine gerek kalmadan aynadaki görüntümü uzun uzun izledi.

Orada ne kadar durduk bilmiyorum ama bu bekleyiş sırasında beni daha da utandıracak bir şey yaptım. Telefonumu çıkarıp kamerayı açtım ve ona hiç bakamadan kamerayı aynadaki görüntümüze odakladım. Han beni utandıracak bir şey söylemediği için rahatladım ve aynadaki görüntümüzü fotoğrafladım. Telefonu indirip bakışlarımı kaçırmanın fırsatını ararken, "Fotoğrafı bana da gönder,” diye fısıldadı.

Başımı salladım, tek kelime etmedim. Hazer'in göğsünden derin bir iç çekiş koptu ve belimi serbest bırakarak benden uzaklaştı. Eteğimin kabarık uçlarını okşayarak kabinlere geri yürüdüm ve elbiseyi çıkarıp kendi kıyafetlerimi giydim. Normalde olur olmadık yerlerde hayatta bunu yapmazdım ama Hazer'in yanında güvende hissediyordum. Üstümü başımı düzelttim ve muntazam göründüğüme emin olarak elbiseyle kabinden çıktım.

Elbiseyi bırakarak Hazer'e bakındım. Kasada olduğunu gördüğümde sakince yanına ilerledim. Hazer torbaları bir eline almıştı ve diğer eliyle post makinesine şifre giriyordu. Elimi götürüp kazağımın üzerindeki kolyeyi parmaklarımın arasına alırken Hazer işini bitirerek bana döndü.

"Yardımcı olayım mı?" dedim çenemle torbaları göstererek.

Hazer kafasını iki yana sallarken, “Gel buraya," diyerek elini sırtıma koydu.

Mağazadan ayrılırken, "Beyazın senin rengin olduğuna eminim artık," diye fısıldadı ve yanımızdan geçen birisi bana çarpacak gibi olduğunda vücudumu kendine çekti.

Yürüyen merdivenlere bindiğimizde sırtımı merdivenin arkasına yasladım ve ona döndüm. Bir basamak aşağıdaydım ve eli sırtımdan ayrılmıştı. Çekingen bir şekilde konuştum. "Bugün saçlarımı... sen dokunmak istersin diye açık bırakmıştım." 

"Mila," diyerek bir iç çekti ve uzanıp dalgalı saçlarımın uçlarına dokunurken neredeyse gülümsedi.

Bakışlarımı kaçırdım ve merdivenlerden inene kadar onun saçlarıma dokunmasının mutluluğunu yaşadım. Merdivenlerden inip çıkışa yönelirken Hazer'in eli yavaşça belime yerleşti.

Işık yandığında karşıya geçmek için harekette bulundum ve bakışlarım yolu kontrol ederken süratle gelen arabayı gördüm. Kalbim kasıldı ve düşüncelerim müthiş bir duraksama yaşadı. Ardından Hazer'in ceketine asılarak sertçe onu kendimle geriye çektim. Hazer kaldırıma takıldı ve eli düşmemem için belimi daha sıkı kavrarken süratli araba aynı hızla ilerleyerek gözden kayboldu.

"Safir?" Hazer şaşkın vaziyette bana dönmüştü.

Hâlâ görülebiliyormuş gibi caddenin ucuna bakmaya devam ettim. "Hazer... Araba bize çarpacak sandım. Affedersin, seni de hızlı çektim. İyi misin?"

"Hep mi oluyor bu?" diye sordu düşünceli bir sesle. "Benimleyken de olmuştu. Az daha arabanın biri çarpıyordu. Bunu tekrar tekrar mı yaşadın?"

"Evet, iki kere daha oldu. Sanırım ilkinden etkilendiğim için psikolojik olarak öyle düşünüyorum."

Kafasını çevirdi ve benim gibi caddenin sonuna baktı. Bunların yalnızca tesadüften ibaret olmasını ümit etmekten başka yapabileceğim bir şey yoktu ama artık daha dikkatli olacaktım.

"Ben bunun psikolojik olduğunu düşünmüyorum," diye fısıldadı ve huzursuz bir nefes alarak arabayı işaret etti. "Koluma tutun, yerler buzlu."

"Düşersem, kolundan tuttuğum için seni de beraberimde düşürürüm," diye takıldım.

Oturmam için yolcu koltuğunun kapısını açtı. "Sen düşmüşsen benim ayakta ne işim var zaten?" dedi ve ben kolunu bıraktığımda torbaları arka koltuğa bırakmak için benden uzaklaştı.

Hazer de işini halledip saniyeler içinde şoför koltuğuna yerleşti. Atkımı ve beremi çıkarıp kucağıma koydum ve ellerimi ısıtıcıya uzattım. Konforlu, rahat bir arabası vardı.

Altdudağımı ısırırken tenha bir sokağa girdiğimizi fark ettim ve patlamış olmasına rağmen yanmaya devam eden sokak lambasına baktım. Sokağın sonuna ilerlerken Hazer'in telefonu çaldı ve yolu gözetlerken telefonu çıkardığını gördüm. "Buna bakmam lazım," diyerek arabayı kenara çektiğinde sokak lambasını izliyordum. "Bak tabii," dedim.

Telefonu yanıtlayıp kulağına götürdüğünde elinin birisi hâlâ direksiyonun üzerindeydi. Karşı tarafı yanıtladı ve bir süre de karşı tarafı dinledikten sonra, "Dalga mı geçiyorsun?" dedi. Aniden ciddileşmişti.

Çekingen bakışlarımı omzumun üzerinden ona çevirdiğimde Hazer telefonu kulağından indirdi ve donmuş gibi karşıya bakarken telefonu avcunun içinde sıktıkça sıktı. Hattın diğer ucunda, bir erkek sesinin bir şeyler söylediğini duydum ve şaşkın bir şekilde çehresine baktım. Hazer şakağını sertçe ovaladı ve bir anda arabanın kapısını açtı. "Döneceğim, bana bir dakika verir misin?"

"Hazer... Kötü bir haber mi aldın?"

"Biraz."

Arabanın kapısını kapatarak etrafını dolandı ve uzaklaşarak telefonu kulağına yasladı. Karşı tarafa bağırdığını, hızlı hızlı bir şeyler konuştuğunu gördüm. Kaldırımda bir o yana bir bu yana turlayarak sabırsızca soluyordu. Kötü haberin ne olduğunu merak etmiştim ama öğrenmem için sakinleşmesini beklemem gerektiğini biliyordum.

Kollarımı kendime sararak huzursuzlukla bekledim. Hazer az sonra telefonu kapatıp cebine koydu ve bir sigara çıkardı. Onu hızlı hızlı içerken sırtını duvara yasladı ve saçlarını karıştırarak bir şeyler mırıldanıp durdu. Gerçekten bir şekilde içini okumayı isterdim. Aksi takdirde o içindekileri bana anlatmadan öğrenmemin bir yolu yoktu.

Kaç dakika geçtiğini bilmiyordum ama Hazer az sonra karşıdaki çöp konteynerine ilerleyip sigara izmaritini attı ve sanırım sigara kokmaması için cebinden bir şeker çıkardı. Saçlarını düzelterek arabaya yaklaştı ve kapıyı açtığında onu bir fırtına takip ederek sanki onunla koltuğa oturdu. Ellerini direksiyona koydu ve bir dakika kadar sessizce ileriye baktıktan sonra tedirgin, mahcup bakışlarla bana döndü.

“Kusuruma bakma, beklettim."

“Sorun değil.”

Başını aşağıya yukarıya salladı. Bunlara rağmen dudakları tek çizgi halindeydi ve ellerinin direksiyonu normal olmayacak bir sertlikle kavradığını görüyordum. Kaygı duygusu göğsümde kartopu gibi büyüdü. "Sigara kokusundan rahatsız oluyor musun?" diye sordu ama konuşurken nefesi sigara değil, nane kokuyordu.

"Hayır," dedim. "Babam da sigara kullanırdı ama yanımda hiç içmezdi. Çocuk olsam da bu ayrıntı dikkatimi çekmişti ve babama bunun nedenini sorduğumu hatırlıyorum."

Hazer ilgili görünüyordu. "Ya, peki baban ne dedi?"

"Seni seviyorum." Cümle bir an aramızda asılı kaldı ve Hazer'in gözbebeklerinin etrafında koyu bir halka oluştu. "Babam böyle dedi yani. Çünkü seni seviyorum dedi ve sorgulamadım. Ben de ona onu sevdiğimi söylemişimdir sanırım."

Yarım veya en fazla bir dakika sonra, "Baban kendi içinde çok çelişkili bir adam olmalı," dedi düşünceli bir sesle. "Babana düşkünlüğünü görüyorum, ona düşkün olduğuna göre sana gerçek bir baba gibi davranmış ama gerçek bir baba hayatını o şekilde, senin gözlerinin önünde nasıl bitirir aklım almıyor."

"Bir gün babam ağlıyordu. Bana ölümden bahsetti ve ben ondan hiç ölmemesini istedim. ‘Baba, sen ölürsen çok ağlarım,’ dedim. Sanırım ona gözyaşlarımdan daha çok acı veren bir şey vardı ki bile isteye öl... öldü."

"Çok ağladın mı peki?" diye sordu, sesindeki şey... merhametti.

"Çok."

"Çok deme, üzülürüm."

Babamı her düşündüğümde yaşadığım kalp ağrısı, neredeyse elimi kalbime götürmeme sebep olacaktı ki kendimi durdurdum ve iç çektim. Han'ın bakışları üzerimdeki varlığını korurken, "Ya senin baban?" dedim tereddütle. "Sana karşı neden böyle öfkeli?"

"En sevdiği şeyi elinden aldım."

Boğazım düğüm düğüm oldu. "Babanın en sevdiği şey sensindir. Bu hep böyledir. Babalar ve anneler hep evlatlarını çok sev..."

Sustum. Çünkü sevmezlerdi. Benim annem gibi, onun babası gibi.

Uzun zaman sonra ilk kez bu kadar ağır bir sessizliği dilimde taşıyarak başımı cama döndüm ve karanlığın içindeki gölgelerimizi seçerek sessiz kaldım. Hazer hiçbir şey demeden arabayı çalıştırdı ve sokaktan ayrıldı.

Bir daha konuşmadık. Hazer bir an bile azalmayan gerginliğiyle arabayı sürdü ve bir süre sonra evimin olduğu sokağa girerek yavaşladı. Araba durduğunda ellerim kucağımda, bakışlarım onun tuttuğu direksiyondaydı. "Başka bir şey daha var," dedi dalgın dalgın ön cama bakarken. "Tüm bu hüznün babandan başka sebebi daha var. Düşündüm... Aklıma bir şey de geldi ama gelir gelmez o düşünceyi kovdum. Çünkü bu düşünceyle birkaç saniyeden fazla yaşayamayacak oldum."

Neyi düşündüğünü sormadım, alacağım cevaptan korkuyordum. Bu hüznün babamdan başka güçlü bir sebebi daha vardı tabii ama bunu Hazer’le paylaşmak için doğru zaman değildi.

"Benden bir şeyleri anlatmamı isterken senin sadece sustuğunu unutma,” dedim kısık, nazik bir sesle. “Seninle ilgili bir şeyler öğrenmeyi istediğimi biliyorsun.”

Ellerini direksiyondan çekti ve dizlerinin üzerinde birleştirerek başını önüne eğdi. Tanrım, hangi acı veya utanç onun bana bakmamasının sebebi olabilirdi ki? 

"Ben olduğum kişiyle olmak istediğim kişi arasında bocalıyorum," dedi oldukça alçak bir sesle. "Ve bunu yaparken... belki sayısız yanlış şey yaptım, yapıyorum."

Ön camdaki pusa bakarken, "Hiçbirimiz kusursuz insanlar değiliz," dedim ve ekledim. "Gerçek sevgi, kusurları iyileştirmenin yanında o kusurları kabul etmeyi talep eder."

"Sevgi mi?" dedi başını bana döndürürken.

"Sevgi," diye tekrarladım ben de başımı ona döndürürken. "Bazı insanların bu kelimenin gerçek anlamını bildiğini sanmıyorum."

Ağır ağır yutkundu. "Öğrenebilirim," dedi başını hızlı hızlı sallarken.

Ona gülümsedim ve her nedense o sevgiyi öğretenin bir başkası olmamasını istedim.

Dışarıya çıkmak için arabanın kapısını açtığımda Hazer bir süre arkamdan baktı ve sonra o da kapısını açıp dışarıya çıktı. Sokak kapısının önünde durarak kapıyı tıklattığımda elimi kolundan çekmiştim. Saçlarımı omuzlarıma atarken koridorda koşturma sesleri duyuldu ve az sonra Leo sıcak bir gülümsemeyle kapıyı açtı.

"Safir!"

Mutlulukla dizlerime sarıldığında elimle başını okşadım ve kapı eşiğinde üşümemesi için onunla içeriye girdim. "Beni özledin demek, ha?” dediğimde yüzünü dizlerimden kaldırarak gülümseye devam etti.

Kapının önünde dikilen Hazer'e döndüm. "İçeriye gelmek ister misin? Hem Leo seni tanımak istiyor..."

Daha cümlem bitmeden Hazer eğilip ayakkabılarını çıkarmaya başladı.

Dudaklarımı ele geçiren şaşkınlık birkaç saniye içinde yerini tebessüme bıraktı. Hazer botlarını çıkarıp kenara koydu ve içeri girdi. Bakışları Leo'nun üzerindeydi ama bu sefer ona daha farklı... tarifsiz şekilde bakıyordu. Leo o bakışlardan utanarak yüzünü dizlerime sakladığında elinden tuttum ve oturma odasına yürüdük.

"Safir, Mustafa benim ilk arkadaşım oldu. Hatta dost olmaya karar verdik ve yapbozumu beraber tamamladık. Gözleri çok garip, ilk defa böyle çekik göz gördüm..." Parmaklarını gözlerinin iki yanına koyup gözlerini çekik göstermeye çalışırken gülümseyerek bakıyordu. "Keşke benim gözlerim de öyle olsa."

Başını okşadım. "Evet, onun gözleri farklı ve güzel ama seninkiler de çok güzel. Hem her şeyden önce güzel olması gereken şey bakış açımızdır."

Oturma odasına girdiğimizde Gazel'in koltukta oturduğunu, Mustafa Kemal'in de yapboz yaptığını gördüm. Oda şükür ki sıcaktı ve ilk kez kendime ait sıcak bir eve girmiştim. Hazer arkamızdan içeriye girdiğinde Gazel’le göz göze geldik.

"Behram gitti sanırım?"

"Evet.”

Koltuğa yaklaştığımda Hazer de içeriye girip yerdeki minderde oturan Kemal'e yaklaştı; sanırım o abisini fark etmemişti. Hazer onu ürkütmemek için hassas davranarak yavaşça Mustafa'yı belinden kavrayarak yukarıya kaldırdı ve Mustafa bir çığlık atarak tepindi. Hazer hızlıca, "Benim, benim abiciğim," diyerek onu sakinleştirdiğinde Mustafa ona döndü ve üzerinde kar taneleri olan saçlarını çekti.

Hazer, "Seni eşek sıpası," diyerek onu azarladı. "Bırak saçlarımı."

Mustafa yaptığı şeyden keyif alarak gülümsediğinde Hazer'in de dudakları kıvrılmıştı.

"Bırakmıyorum," dediğini duydum Mustafa'nın.

Hazer onu omzundan indirerek kucağına aldığında Mustafa abisinin yanağını öptü ve ikisini böyle mutlu görmek sebepsizce beni de mutlu etti. Montumla beremi kenara koyarken Leo'nun ilgi ve hevesle onları izlediğini gördüm. Hazer onun olmayı hayal ettiği adamdı ve eminim imkânı olsa Leo onunla oynamak isterdi. Ben Leo'nun sarı saçlarını okşarken Hazer, Mustafa'yı yere bıraktı ve Leo'nun bakışlarını fark etmiş olmalıydı ki kardeşime göz kırptı. Eliyle dizine vurdu. "Gel bakayım."

Leo bana izin ister gibi baktığında gözlerimi yumdum ve o koşarak Hazer'in dizine oturduğunda Gazel'e döndüm. Kollarını göğsünde kavuşturmuş, dalgınca pencereden dışarıyı izliyordu. Elimle omzuna dokunarak dikkatini çektiğimde irkildi.

"Bir şey mi oldu?" diye sordum.

"Behram’la zaman geçirmek çok huzurlu," dedi derme çatma bir gülümsemeyle. "Bana temas etmiyor, bakmıyor, mesafesini hep koruyor ama bir şey dediğimde... sabırla dinliyor, hiç sözümü kesmiyor. Bana bakmıyor ama bir şekilde beni hep ciddiye alıyor. Çok garip ama bir insanın onunla mutsuz olma ihtimali yok gibi. O kadar kendi halinde görünüyor ki..."

Tüm söylediklerine içten bir şekilde gülümseyerek, "Ne güzel işte," dedim. "Ona doğruları anlatırken senin sözünü kesmeyecek, ne anlatırsan dinleyecek ve ona aklındakileri samimiyetle anlattığında seni anlamaya çalışacak."

Kafasını iki yana salladı. "Bugün söylemeye çalıştım, fırsat vardı, söyleyebilirdim ama kaç defa ağzıma gelse de yapamadım. Aramızda belli belirsiz bir şey var, beni hayatının bir yerine al..."

"Onun gibi bir adam sence bir kadınla nasıl bir ilişki yürütür?" diye sordum kısık bir sesle. "Uzun uzun sevgililik dönemi yaşayabileceğinizi mi sanıyorsun? Behram sana karşı bir şeyler hissediyorsa ve senden de ışık aldıysa gelip seninle evlenmek istediğini söyler. Göz teması bile kurmaktan çekinen bir adamın seninle sevgili olacağını mı sanıyorsun?"

Gazel bir aydınlanma yaşıyormuş gibi kocaman açtığı gözleriyle bana bakarken omzunu sıvazlayarak onu gerçeklere biraz daha yaklaştırdım. "Rica ederim gözlerini aç Gazel, bunları ben bile anladıysam senin de anlaman gerekir. Eğer senden o ışığı aldıysa seni daha yakından tanımak isteyecek."

"Evlilik mi?" dedi afallamış vaziyette.

"Yaa, evlilik tabii."

Kafası karışmış gibi yerinden kalktı. Oturma odasından çıktığında nereye gittiğini sormadım, sanırım biraz hava almaya ihtiyacı vardı. Kapıyı kapatarak gözden kaybolduğunda çaresiz bir şekilde önüme döndüm ve gördüğüm manzaraya ağzı açık bir şekilde baktım.

Mustafa Kemal ve Leo, Hazer'in sırtına çıkmaya çalışıyordu.

Gülmemek için yanağımın içini ısırdım ve başımı yana eğdim. "Yardıma ihtiyacın var mı?"

Hazer homurdandı. Göz göze geldiğimizde neredeyse kahkaha atacaktım ama parmaklarımı dudaklarıma bastırarak buna mâni oldum. Çocukların kolları Hazer'in etrafına dolanmıştı ve boğuluyor gibi görünüyordu, üstelik suratı kızarmıştı. Hazer doğrulmaya çalışırken, "Kal öyle ahbap," dedi Leo bağırarak. "Daha oyun bitmedi."

Hazer omzunun üzerinden Leo'ya döndü ama gözlerinde ne kızgınlık vardı ne de bıkkınlık. Bambaşka bir şeydi ama bu duygunun adı dilime düşmüyordu. Uzanıp Leo'yu başından öptüğünde hem onu bu kadar kısa süre içinde benimsemesine şaşırdım hem de mutlu oldum. Leo utanmış göründü ve gülümseyerek Hazer'in kafasını öne eğdi. Hazer söylendi. "Bu ikisinin bir araya geldiğinde evi başımıza yıkabileceklerini düşünmemiştim."

Mustafa Kemal saçlarını çektiğinde Han'ın üzerimdeki ilgisi dağıldı ve yere düştüğünde her ikisi de onun üzerine oturdu. Hazer onları itmeye çalışırken Kemal ve Leo onun bacaklarına bastırarak sabit durmasını sağlamaya çalışıyordu ama tabii Hazer'in gücüyle baş edemezlerdi.

"Abla gel bize yardım et, onu yenmemiz lazım."

Mustafa onu destekleyerek çekik gözleriyle bana baktı. "Evet Safirciğim."

Hazer, Mustafa'nın kolunu ısırdı. "Göz mu koydun kıza la? Seni sıpa."

Leo aynı cephedeki arkadaşını korurmuşçasına uzanıp Hazer'in omzunu ısırdığında daha fazla dayanamayıp kalktım ve yanlarına gittim. Hazer ikisiyle de boğuşurken beni fark etmemişti. Dizlerimin üzerinde Hazer'in başının yanına oturdum ve nazikçe ellerine uzandım. Hazer irkildi ve başını çevirdiğinde parmaklarım kemikli parmaklarının üzerine yerleşmişti.

"Ne yapıyor bunlar?"

Mustafa'nın sesini bulutların arasında süzülüyordum. Sorusu beni kendime getirdiğinden hemen ellerimi çektim. Uzaklaşarak aramıza sağlıklı bir mesafe koyduğumda Han da sersemlemiş halde başını çevirdi ve yüzünü sertçe ovaladı. Leo'ya dönerek dudaklarımı kıvırdım. "Hazer'i çok yordunuz, biraz da benimle oynayın."

Mustafa kafasını iki yana sallarken hâlâ Hazer'i elinde tutmaya çalışıyordu. "Hayır, hiçbir asker kadınlara zarar vermez. Biz erkek erkeğe savaşacağız ama bize yardım edebilirsin."

Elimle saçlarını okşadığımda Kemal'in yüzünde tedbirli bir gülümseme oluştu ve tekrar abisinin bacağına oturup onu yere sabitledi. Leo da ona katıldığında Hazer'e dönerek gülümsedim. "Üzgünüm asker, bu cephede yalnız savaşacaksınız."

Başımı çevirince Leo'nun gülüşünde takılı kaldım. Gerçekten oyun oynayabileceği bir arkadaş bulduğu için mutlu görünüyordu. Hazer'in dizine oturup elleriyle de onun karnına bastırırken, "Nazik ol," diyerek onu uyardım ama beni duymadı bile.

"Tüm gücünüz bu kadar mı, ha?" Hazer onlara meydan okuyarak sırasıyla her ikisinin de gözüne baktığında Mustafa ve Leo daha da hırslanmış göründü. "Beni sadece yere mi yatırıyorsunuz?"

Leo ile Mustafa kendi aralarında bir bakışma yaşadıktan sonra Leo burnunu dikerek konuştu. "Sen ağlama diye dövmüyoruz daha fazla."

Hazer boğazını temizledi, sanırım bir gülüşü bastırmıştı. "Bu ne iyi niyet böyle?" diyerek onunla dalga geçtiğinde Leo bozuldu ve asabi gözlerle bana baktı. "Bu eniştem niye böyle yapıyor ya?"

Cümle kulağıma ulaşır ulaşmaz kıpkırmızı kesildim. Hazer’in de aval aval Leo’nun suratına baktığını gördüm. Gazel’in öğrettiği bir kelimeyi böyle bir anda söyleyeceğini hiç ama hiç düşünmediğim için çok üzgündüm.

"Leo bir daha öyle deme olur mu? Nereden öğrendin bu kelimeyi bilmiyorum, herkese aynı şeyi diyorsun..."

Leo kafası karışmış gibi anlamsız bakışlarla suratıma baktıktan sonra omzunu silkti ve Mustafa'ya dönerek bir şeyler söyledi. Ellerimi tedirgin bir şekilde önüme koyarken Hazer'in sessiz kalmasına minnet duydum ve durumu toparladığımı umarak çocukları izlemeye devam ettim.

"Ben biraz Safir’le oynayacağım."

Mustafa'nın sesini duyduğumda yüzüme tebessüm kondu ve çekingen bakışlarını silmek için elimi açarak onu yanıma davet ettim. Leo hâlâ Hazer’le boğuşurken Mustafa kalkıp yanıma yürüdü ve benim gibi dizlerinin üzerine oturarak ilgiyle izledi. Beni böyle benimsemesine mutlu olmuştum. Çünkü ben de Hazer'i benimsemiştim ve onun etrafındaki her güzel şeyin benim etrafımda da olmasından mutluluk duyardım.

"Benimle evlenir misin?"

Mustafa'nın bana çekingen bir şekilde sorduğu soruyu duyduğumda dudaklarımdan bir şaşkınlık mırıltısı döküldü ve bakışlarım onu buldu. İlgiyle ama aynı zamanda reddedilme korkusunun yarattığı tedirgin bir şekilde beni izliyordu. Muhtemelen bu teklifin anlamını bile bilmiyordu ama bana evlenme teklifi eden ilk erkekti.

Kıkırdayarak, "Beni çok onurlandırdın," dedim ve gülümsememle onun da rahatladığını gördüm. "Fakat çok üzgünüm... benim kalbim bir başkası için atıyor.”

Mustafa ne dediğimi anlamaya çalışırken kaşlarını çattı ama hemen sonra gülümseyerek kafasını salladı. Ah, çok sevimliydi. Ters bir tepki vereceğini bilmesem uzanıp yanağını sıkardım ama bu gibi durumlara ne tepki vereceğini bilemediğim için yapmadım.

"Mustafa, bana yardım etmelisin."

Mustafa başını sesin geldiği tarafa çevirdiğinde ben de baktım ve Hazer'in Leo'yu omzuna aldığını gördüm. Leo gülüyor, bir yandan da inmeye çalışıyordu. Mustafa Kemal muhtemelen Leo'ya yardım etmek için heyecanla oturduğu yerden kalktı ve koşarak küçük yumruklarını Hazer'in bacaklarına vurmaya başladı. Han elbette bu minik saldırıdan etkilenmedi ve Leo'yu tek seferde koltuğun üzerine bıraktı. Leo kahkahalar atarak koltuktan kalkmaya çalışırken Hazer bu kez Mustafa'yı kavradı ve onu da Leo'nun üzerine bıraktı. Saçlarımla oynamaya devam ederken hâlâ gülümsüyordum. İkisi de yorulmuş gibiydi, bu yüzden koltuğun üzerine yattılar ve bir daha Hazer'e bulaşmadılar.

Dönüp baktığımda Hazer'in alnındaki teri sildiğini gördüm. "Bacak kadar boylarıyla yaptıklarına bak..." Gözlerini benimle buluşturdu ve mahcup göründü. "Senin de başını ağrıttılar."

"Senin nasıl başımın üzerinde yerin varsa kardeşinin de var. Ben onların mutluluklarıyla mutlu oldum, aksini düşünme."

Başını sallarken bileğini kaldırıp saatine göz attı. "Mustafa'yı eve bırakmam gerekiyor, birazdan huysuzlanmaya başlar."

"Elbette."

Saçlarımı düzelterek yerimden kalktım ve içimden geldiği için koltuktan Mustafa'nın montunu aldım. Hazer kendi kabanını giyerken Mustafa'ya kalkması için yardımcı oldum. Montunu giydirmemi sakin ve sabırla izlerken Leo'nun Kemal gideceği için üzüldüğünü gördüm. Omuzlarını düşürmüş Mustafa'nın yanında oturuyordu. "Arkadaşız değil mi?"

Mustafa Kemal hararetle başını salladı. "Hı hı."

Mustafa'yı tamamen giydirerek doğrulduğumda Hazer eğildi ve Kemal'i kucağına alırken benimle sıcak bir bakışma yaşadı. "Teşekkürler."

"Fue un placer." 

Hazer genzini temizledi ve Mustafa başını onun omzuna koyarak gözlerini yumduğunda dönüp Leo'ya baktı. Leo'ya bakarken uzun zamandır görmediği birine bakar gibi ilgiliydi. Sertçe yutkunduktan sonra, "Görüşürüz ahbap," dedi. "Kendine iyi bak."

Leo ona karşılık verdikten sonra koltuğa çıktı ve yorgun bir şekilde gözlerini kapattı. Hazer birkaç saniye daha ona bakıp önüne döndü ve kucağında Mustafa’yla çıkışa yöneldi. Onları uğurlamak için parmak uçlarımla arkalarından yürüdüm ve koridora çıktık. Bakışlarım etrafta Gazel'i aradı ve mutfakta telefonla konuştuğunu fark ettiğimde, Umarım Galip’le tartışmıyordur, diye düşündüm.

Hazer sokak kapısını açtığında kuvvetli bir fırtına içeriye sürüklendi ve Mustafa sızlandı. Hazer kendi ayakkabılarını giyip onun ayakkabılarını eline aldıktan sonra bakışlarını bana çevirdi. "Bekle," dedi. "Mustafa'yı üşütmeyeyim. Onu arabaya bırakıp hemen geleceğim."

Han dönüp arabasına yürümeye başladığında bahçemdeki kardan adama baktım. Kar aralıklarla da olsa yağmaya devam ettiği için kardan adam hasar görse de bozulmamıştı. Mustafa’yı bırakan Hazer yeniden bana yaklaşırken attığı her adımı kalbimin üzerinde atıyormuş gibi göğsüm sızlamaya başladı. Mesafemiz tamamıyla kapandı ve yüz yüze durduğumuzda bir müddet susarak sadece birbirimize baktık. Tepede ay, yerde kar ve karşımda... gözlerimden öpen bir adam.

"Kardeşime anlayış gösterdiğin için teşekkür ederim," dedi ve elini saçlarıma uzattı. Parmaklarının saçlarımdan yukarıya çıkarak kurdelemi çözmeye başladığını hissettiğimde gülümseyerek, "Ne yapıyorsun?" dedim. Hazer göz kırptı ve ardından, "Şşt," diyerek kurdeleyi tamamen çözdü. Saçlarım serbest kaldı ve kurdele onun avuçlarına düştüğünde elimle göğsüne vurdum. "Hazer..."

Avcunu kapattı ve kurdeleyi elinin içine hapsederek gerilemeye başladı. "Bir şey mi oldu?"

"Kurdelemi aldın," dedim elimi başımın arkasına götürürken.

Omzunu silkti ve ağır adımlarla gerilemeye devam etti. "Hiç hatırlamıyorum."

Gülümsedim. "Hazer..."

Bahçe kapısından çıktı ve kapıyı örterek, "Hayal görüyorsun bence," dedi ve gözleri vücudumda dolaştı. "Haydi içeri geç, üşüdün."

Parmaklarım saç tellerimin arasından kayarken başımı sakince salladım. Kalp atışlarım bir hikâye anlatır gibi telaşlıydı ve babamın bana anlattığı masallardan daha güzel bir hikâye varsa, o da kalbimin onun için anlattıklarıydı. Gözlerinin içine bakarken nabzım hızlandı ve Hazer nabzımı dinliyormuş gibi kesintisiz bir dikkatle bana baktı.

"Buenas noches Hazer." 

Arabasıyla gözden kaybolmasını izledikten sonra gülümsedim. Ardından karanlıktan korkarak içeri girdim. Oturma odasına geçtim ve Leo'ya yaklaştım. Koltuğun önünde çökerek bir süre yüzünü izledim. Annemizi özlediğini, onun sevgisiyle beslenmeyi istediğini biliyordum ama annemin onu düşünmediğine emindim.

Battaniyeyi omuzlarına doğru örtüp uykuya dalan gözlerine buseler kondurdum ve elimi çeneme yasladım. O benim ufak kardeşimdi, onu seviyordum ve o kadına vermeyecektim. O beni karanlıkta bırakan, kalpsiz biriydi. Leo'nun meleksi yüzüne bakarken kelimeler dudaklarımdan dökülmeye başladı.

"Leo, senin için hep korktum, tıpkı yetimhanede büyüyen çocuklar için korktuğum gibi. Sana da ellerini uzatırlar, senin de kalbini kırarlar diye çok korktum. Ve o kadın şimdi gelmiş seni benden istiyor..." Gözlerim yaşardı. "Küçük yaşta yaşadığım o ta... tacizlere yıllarca göz yumduğu için pişman olduğunu söylüyor ama onu affedemem. Yıllarca sustu, hatta beni de sustur..."

"Ta... taciz mi?"

Arkamda bir gürültü koptu ve o gürültünün arasında Gazel'in dehşet içindeki sesi duyuldu. Dudaklarım, dilimin ucundaki kelimelerle aralık kaldı. Odaklanamayan bakışlarım ve aralık kalmış dudaklarımla omzumun üzerinden arkama döndüğümde Gazel'in şok olmuş ifadesini gördüm. Elindeki bardak kayıp düşmüş, cam kırıkları zemine dağılmıştı. Evimizin tam ortasına düşen o bombanın sesi kulaklarımda uğuldadı ve gözyaşlarım ince ince süzülmeye başladı.

BÖLÜM SONU.