KİMSESİZLER MATEMİ
İstanbul
“Ördek derede yüzüyor.”
Sarı ampulle aydınlanan küçük banyonun ıslak zemininde, küvetin hemen önünde bağdaş kurmuştu. Annesinin pazardan yaşı kadar paraya aldığı elbisesi zeminde ıslanıyordu. Çıplak kolları bir türlü ısınmayan evleri yüzünden üşüyordu fakat çocuksu heyecanı bu hissi törpülüyordu.
Yeşil, pelüş ördek, gözleri önünde dibe çökmeye başladı. Kızın çenesinin altında birleştirdiği küçük elleri hissettiği hayal kırıklığıyla aşağı düştü.
Onun ölmesini istemiyordu. Kurtarmalıydı, kurtaracaktı. Aralık dudaklarından bir inilti dökülürken, telaşla suyun dibine uzandı. Tombul gövdesi küvetin ıslak mermerine yaslanırken, kalp atışlarını artıran heyecanla birlikte dibe çökmüş ördeği yakaladı. Pelüş ördeğini avucunda hissederken, şeytanı bile dize getirecek eşsizlikte gülümsedi.
Yeşil ördeğini, küçük ve tombul gövdesine bastırarak soluksuz kalmış gibi iç çekti. “Böyle olmaması gerekiyordu,” dedi düşünceli şekilde. Diline batan hayal kırıklığı yaşından büyüktü. “Minik ördeğim, senin yüzmen gerekiyordu. Yoksa... Yoksa o çizgi film yalan mı söylüyordu?”
Beline kadar inen dolaşmış saçlarından bir tutamı kulağının arkasına ittirerek gözlerini ağır ağır kırptı. Pelüş ördeğinin cevabına ihtiyacı vardı fakat onun yalnızca bir oyuncak olduğunun, kendisine yanıt veremeyeceğinin farkındaydı. Başını iki yana sallayarak ördeğini kurtarma çabasına girişti.
“Benim minik ördeğim kurtaracağım seni... Seni şimdi babama götüreceğim, o senin ölmene engel olacak.”
Oturduğu zeminden hızla doğrulduğunda kucağında toplanan elbise eteği dizlerine doğru döküldü. Ufak burnunu gürültüyle çekip üşüyen ayak tabanlarıyla küvete sırt çevirdi. Banyonun çıkışına yöneldi.
Islak ayaklarıyla koridora çıktığında, karanlık onu oldukça ürkütmüştü. Bir eliyle ördeğini göğsüne bastırmaya devam ederken, diğer eliyle elbise eteğinin uçlarını yakaladı. Annesi, yardıma ihtiyacı olduğu her an kiliseye gitmesini veya Tanrı’ya sığınmasını emretmişti.
Annesini dinlemeliydi.
Yoksa... Parmağı cıs olabilirdi!
Bunu katiyen istemiyordu.
“Ördek derede yüzemiyor, ördek derede yüzemiyor...” Küçük kızın elem verici bir karanlığa değil, kaburgalarına saklanacağı bir aydınlığa ihtiyacı vardı. Oturma odasında oturduğunu düşündüğü babasına doğru seslendi. “Baba, burası çok karanlık. Beni buradan alabilir misin? Korkuyorum.”
Dili bazı harflere dönmese de ne dediği anlaşılabiliyordu. Ufak adımlarıyla kısa koridora yürürken babasından bir cevap bekliyor fakat o cevabı alamıyordu. “Ama babacığım!” diye isyan etti çocuksu bir kırgınlıkla. “Neden yanıma gelmiyorsun? Sana ihtiyacım var. Hani babaların en büyük görevi kızlarını mutlu etmekti?” Bir an duraksadı, gözleri parladı. “Yoksa bu bir oyun mu babacığım?”
Bu düşünceyle korkusunu yenmişti. Adımlarını hızlandırdı. Titrek soluklarıyla birlikte oturma odasının kapısına geldiğinde durdu. “Yeşil ördeğim, görüyor musun? Babam bizimle oyun oynamak istiyor.” Dudağının sol yanını ele geçiren tebessüme engel olmadı. “Belki... Belki, odayı süslemiştir ve bana sürpriz yapacaktır!”
Küçük kız, bu düşüncenin verdiği mutluluğun etkisiyle ördeğine daha sıkı sarıldı. Aralanan kapıdan içeriye doğru adımladı. Babasının sesini hâlâ duymadığında, “Gözlerimi açıyorum,” dedi cıvıldayarak. “Çünkü çok, çok merak ediyorum.”
Ve gözlerini açtı.
Ona göre, Tanrı, ona büyümeyi tam da bu anda öğretmişti.
Bunu yıllar sonra fark edecekti.
Şahit olduğu manzarayı anlamaya çalıştı. Bakışları kısılmış, rengi atmıştı. Tavandaki tahtada bir ip asılıydı, kötü renkli kalın bir ipti. O ip geleceğin kâbuslarıydı. Babasının başı, o ipin çemberi arasındaydı ve sola doğru yatıktı. İri cüssesi, boynunu geçirdiği o ipten aşağıya sarkıyor ve küçük kıza yukarıdan bakıyordu. Babasının çıplak ayakları yerden kesilmişti. Ayaklarının basamadığı yerde, bir iskemle devrilerek yan düşmüştü.
Peki ya, babasının açık gözleri neden görmüyor gibi bakıyordu kendisine?
Kız başını sol omzuna doğru yatırıp babasına yaklaşırken, onun ürkütücü yüzünü dikkatle izliyor ve kavramaya çalışıyordu. Babasının boynu ve çenesi kızarmış lakin yanakları bembeyaz bir renge bürünmüştü. Gözleri açıktı ancak kıpırtısız beyazlıkta hiçbir ifade görünmüyordu.
İpin ucundan sarkan bedeni, yavaş yavaş hareket ederek dönüyordu.
Bunun ne olduğunu anlamamıştı.
Babasına biraz daha yaklaştı. Kız, babasının dizlerine yetişebilecek bir boya sahipti. Babasını daha iyi görebilmek için başını arkasına düşürdü. Babası ona ilk defa korkutucu geliyordu. Var olan zekâ, kızın beyninde henüz filizlenmemiş bir tohumdu ve idrak gücü geliştirdiğinde, bu ânın yeşerttiği kâbuslarla boğuşmak zorunda kalacaktı.
Kız genişçe gülümsedi.
Hay aksi...
Tabii ki, babası onunla oyun oynuyordu ve kendisi anlamamıştı.
Cevap bulduğuna inandığı sorularla birlikte rahatladı. Eğilerek ördeğinin kulağına fısıldadı. “Baksana, babacığım bana yeni oyun bulmuş. Ama ben bu oyunun kurallarını bilmiyorum ki. Sence ne yapmalıyım minik ördeğim?”
Kız sanki bir cevap alabilirmiş gibi, kulağını ördeğine biraz daha yaklaştırdı ve kendi kendine bir oyun çevirdi. “Ne? Babama sarılmalı mıyım?”
Biraz daha sokuldu babasına... Her zaman sarıldığı bacağına yaklaştı ve bir eliyle pelüş ördeğini severken, diğer kolunu da babasının dizine sardı. Üşüyor muydu?
Kollarını, ısıtma umuduyla daha sıkı sardı bacağına. “Lütfen üşüme babacığım. Seni oradan indirip ısıtabilirim. Hem... Bu ne biçim bir oyun böyle?” Yanağını babasının dizine sürttü. “Oyunu bitirelim mi?”
Oyun yirmi iki dakika önce bitmişti.
Babasından cevap alamadığında küstü. “Yoksa havada mı uyuyacaksın? Tamam, o zaman ben de bir daha seninle uyumayacağım.”
Babasını çok seviyordu ve bu oyun hoşuna gitmese de onu üzmek istemiyordu. Bu yüzden o da uyumayı tercih etti ve dudaklarını usulca kıvırdı. Göz kapaklarını aşağıya indirerek olanca kuvvetiyle babasının bacağına sarıldı. Ördeği de koynunda olduğuna göre uyuyabilirdi.
Annesi yoktu ama...
Annesi zaten, geceleri hiç onunla olmazdı.
Biraz daha gülümsedi. Uyurken gülümseyen ve babasını memnun eden bir kız olursa daha çok sevilebilirdi. Sonsuza kadar, kocaman sevilmek istiyordu. Bu yüzden, prenseslere yakışır şekilde tebessüm etmekten hiç yorulmadı. Teni cayır cayır alev alan gökyüzünün, vahşetle kustuğu yağmurun sesini dinlerken derin bir uykuya yumdu gözlerini.
Uyandığında hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
Uyandığında gökyüzünün alev almış teninden, minik yüreğine acı bir matem sızacaktı.
Kesilen saçlarının yasını tutamadan kimsesiz kalacaktı.
Güneş doğacaktı;
Güneş batacaktı.
Bir yaşam başlayacak;
Bir yaşam bitecekti.
Kül kuyusuna bir adam seslenecek;
Bir kadın asla duymayacaktı.
Ve matemin gözü ıslanacaktı;
Kimsesizleri çoğaldıkça.
Yorumlar yükleniyor...