0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

55. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

"KIŞIN GÜNEŞİ.”

Hazer'i tanıdığımdan beri ikinci kez mutluluktan ağlıyordu.

Aradan geçen dakikalardan sonra yatak odamızdaydık. Hazer'in elinde hâlâ beyaz point vardı, dakikalardır gözleri yaşlı biçimde o pointe bakıyor ve sessizliğini koruyordu. Hiçbir şey dememişti, ağlayacağını anlayınca kalkıp odamıza çıkmıştı, ben de direkt peşinden gelmiştim. Pointin biri aşağıda, Leo'daydı.

İlaç kullandığımı düşünüyordu, hamilelik haberime çok şaşırmış olmalıydı ama ağzını açıp bir şey demediği için ne hissettiğini anlamıyordum. Ellerim karnıma sarılıydı, bebeğimizi yumuşakça tutuyordu. Yatağın ucundaydık, yüzlerimiz kıyafet dolabımıza bakıyordu.

"Kaç aylık?"

Bir müddet sonra sorduğu ilk soru bu olunca bebeğimize olan ilgisini hissedip gülümsedim ve önce karnıma, sonra da güzel yüzüne baktım. "On iki haftalık."

Boğazından bir mırıltı çıkarıp başını bir daha önüne, elindeki pointe indirdi. "Kuzey Işıkları’nda," dedi fısıltılı bir sesle. Yumuşak bir gülme sesi çıkardı. "O zamandan beri..."

"Si," dedim heyecanla yüzüne bakarken.

"Rahat durmamıştık."

Bir elini kaldırıp parmaklarının tersiyle gözünün kenarındaki birkaç damla yaşı sildi, yüzüğü loş ışıkta göze çarptı. "Doğum kontrol haplarını kullanmayı ne zaman bıraktın?" diye sordu bu kez, sesinde hâlâ garip bir tını vardı.

"Hiçbir zaman kullanmadım," diyerek itiraf ettim. Bunu ondan saklamam hoş bir hareket değildi ama bebeğimizi çok istemiştim. "Bir ihtimali öldürmek istemedim."

Sertçe yutkundu, kızdı mı acaba diye düşünerek başımı kaldırdım ama suratında kızgınlığa rastlamadım. O sevdiğim yüzünü nihayet bana çevirince amber renkli gözlerinin daha önce hiç bakmadığı bir ışıkla baktığını gördüm. Hazer'in gözlerinde her şeyi görmüşlüğüm var ama böylesi başka bir huzuru görmüşlüğüm hiç yok. Yüzünde kalan son gözyaşlarını da silerek kafasını omzuma gömdüğünde mutlulukla gülümseyip elindeki pointe dokundum.

"Hazer, aşkım..."

"Anne, olacaksın Mila, anne..."

Yüzünü görmeyi istedim ama görmemem için daha çok omzuma bastırınca, "Evet, öyle olacağım," dedim kıkırdayarak.

Boynumda bir iç geçirme sesi geldi. Yanaklarını omzuma silerek kalktı ve yüzünü yüzüme hizalayınca gözlerine yakından bakmış oldum. Ağladığı için ıslaktı kirpikleri, çilleri de daha belirginleşince kocama olan aşkımdan öldüğümü hissettim.

"Mila... Bizim bebeğimiz..." Elini uzatıp karnımın üzerine koydu. "Karnında."

"Evet.”

Gülümsedi, heyecanlı bir gülümsemeydi. Yatakta dönüp bağdaş kurdu, başparmağını hafifçe oynatıp tereddütlü şekilde karnımda dolaştırdı. "Bu şekilde dokunsam rahatsız olur mu?"

"Elbette olmaz," dedim ve kazağı eteğimin içinden çıkardım, karnımı çıplak bıraktım. Han'ın eli bu kez doğrudan karnıma temas etti. "Henüz kıpırdayamayacak kadar küçük."

"Minik," dedi, parmaklarını korkarak karnımda dolaştırırken. "Sağlıklı mı peki?"

"Tabii ki," dedim, gülmemi durduramıyordum.

"Korunmuyordun, böyle bir ihtimali bekliyordun. Ama benim için sürpriz oldu, o kadar beklemiyordum ki... Şimdi yeni yeni anlıyorum eve geldiğimden beri yüzündeki o sırıtmanın, şapşal bakışlarının, ansız gülüşlerinin sebebini..." Gözlerimin içine bakarken bir şeyden çok emin gibiydi. "Çok mutlu olmuşsun bu haber karşısında."

"Deli misin?" dedim kollarımı kaldırıp boynuna dolarken. Yerimde duramıyordum. Acılarımı da mutluluklarımı da genelde ufak bir gülümsemenin altında sakince karşılardım ama karnımda bebeğimizi taşımayı hafifletemiyordum. "Çok fazla mutlu oldum hem de. Karnımda, bizden bir parçayı taşıyorum, bunun karşısında dünyanın tüm mutluluğu şu an bende desem yeridir."

Ah sevgilim, önceliği ben olduğum için, henüz kendimi yeni bulup üniversite okuduğum için bu konuda şüpheleri vardı ama sanırım gözlerimdeki, yüzümdeki mutluluğu görünce bu şüpheler kayıplara karıştı. "Hayır, kabul etmiyorum, dünyanın tüm mutluluğu bende," dedi.

"Aslında... hamile olduğumu öğrenince... Bir an tereddütte düştüm, sürekli bu fikri erteliyordun ve hapları almadığım için bana kızabilirdin yani."

"Öyle mi düşündün yani?" diyerek beni taklit ederken gözlerinin içi ışıl ışıldı. "Evet, bana kalsa bunu ertelerdim ama o senin karnındayken sana kızabileceğimi nasıl düşünürsün? Bebeğim hakkında tek olumsuz şey düşünebilir miyim?"

"Bebeğimiz," diye düzelttim.

Karnımı okşayarak, "Bebeklerim," dedi.

"İkiz değiller," dedim bunu nereden çıkardığını anlamayarak.

"Seni kastetmiştim."

Ensesini okşayarak kıkırdadım. "Hı, anlamadım ki."

"Döndün ilk tanıştığımızdaki hallerine," diyerek tekrar başını önüne eğdi ve gözlerinde, aramızda geçen tüm o zaman yaşandı sandım. "Hiçbir iltifatı anlamıyordun."

"Bazılarını anlıyordum," dedim, bana o kadar haksızlık edemezdi.

"Ya bırak, Kerem iltifat edince hemen tatlı tatlı gülüyor, anlıyordun."

Bunu bile kıskanmasına şaşırıp akabinde güldüm. "Kerem açık açık söylüyordu bir kere, hem o iltifat edince arkadaşım etmiş gibi geliyordu ama sen edince... elimi kolumu nereye koyacağımı bilemiyordum."

"Bak yine sinirlendim Kerem'e, arayıp bir söveyim..."

"En mutlu günümüzde bile mi?"

"Kerem olmadan benim mutluluğum eksik olur," dedi ve Kerem'e sövmek için telefonunu çıkarıyordu ki kafasını kendime çekip dudaklarımdan öpünce kendinden geçti.

Dudakları yumuşak ama istekli bir şekilde dudaklarım arasında hareket edince gözlerim kapandı. Sonuncusunda bile ilki kadar heyecanlı hissettiren bu öpücükle vücudum arzulu bir hal aldı, kendimi onun kucağına çıkarken buldum ama Hazer karnımı okşayarak, "Olmaz," dedi gülümseyerek.

Dudaklarımı, olmaz demesine rağmen beni öpmeye devam eden dudaklarımdan çekip, "Çok güzel öpüşüyorsun," dedim.

"Karım sayesinde öğrendim."

Bir şey söylemeden, saniyeler geçtikçe katlanan mutlulukla gözlerinin içine baktığımda Hazer saadetle karnımı okşayıp bir eliyle de yüzümdeki mutluluğa dokundu. O parlak çehresindeki ışıltı gözlerimi âdeta yakıyordu. Baba olmayı, biz evlenmeden bile istiyordu ve artık hayal gerçeğe dönmüştü. Aşkımla öyle mutluydum ki bir kez daha ağlamak geldi içimden ve o his gitmeden gözyaşları gözpınarlarımdan süzüldü. Onun da gözleri dolu dolu baktığı için bana ağlamamamı söylemedi. Islak gözlerimden öptü.

"Bir nadir ruh daha getireceğiz dünyaya Mila. Ya da bir melek."

Kafamı salladım ve onun omzunda, yaşadığım bu hayata inanamayarak mutlulukla ağlarken, "Gece Yarısı Güneşi'm," dedi yatıştırıcı, titreyen bir sesle. "Bebeğimiz alınacak bu gözyaşlarını yanlış anlayıp."

"Hayır," diye itiraz ettim. "Bebeğim mutluluktan ağladığımı hisseder."

"Hayal edemiyorum... Yani onu yaptığımızı ve aylar sonra dünyaya getirecek olmamızı. Çok iyi baba olacağım Mila, çok iyi baba olmak için gayret edeceğim. Ona bir kerecik bile bağırmayacağım."

"Güzel bir çocuk yetiştireceğimiz için ona bağırmamıza zaten gerek olmayacak."

Saçlarımı okşarken düşünüyormuş gibi bir ses çıkardı, çok tatlıydı. "Şimdi düşününce... ergenliğinde ona bağırabilirim."

"Hayır, bağırmazsın."

"Bana bağırıyorsunuz ama!"

Leo'nun sesini duyunca bir saniye duraksadık. Yüzümü tişörtüne silerek kaldırdım ve Hazer’le göz göze gelip endişeli şekilde bakıştıktan sonra başımızı kapıya çevirdik. Leo üzgün gözlerle bize bakıyordu.

"Yanımıza gelsene."

Gözlerini indirip karnıma bakmaya başlayınca Hazer ellerini çekti ve ayaklarını indirip kendine çekidüzen verdi. Henüz geçtiğimiz günlerde Leo çocuğumuz olmasını istememişti, annem de öldükten sonra herkesin kendisini terk edeceğiyle ilgili korkuları büyümüştü.

"Bana gerek yok, bebeğiniz var zaten artık!" Onu asla bırakmayacağımıza ikna olması gerekiyordu yoksa bunu uzun süre kendisine dert edecekti.

"La olur mu öyle şey?" diyerek kızdı Hazer ve yataktan kalkıp kapıya doğru yürüdü. Leo'nun önünde dizleri üzerine alçaldı. "Bizim ilk bebeğimiz, çocuğumuz sensin. Sana kardeş olarak geliyor o."

Leo pek de inanamıyor gibi, "Bana abi mi diyecek?" diye sordu.

"Dayı diyecek," dedim, gözlerimin önüne bebeğim ve Leo'yu getirerek.

Kardeşim bir an gülümsedi ama hemen sonra ciddi ve kızgın duruşuna geri dönerek, "Kız mı erkek mi?" diye sordu. Hazer de aniden kafasını arkaya çevirdi, bu soru aklına yeni gelmiş gibi gözlerini kocaman açtı.

"Henüz cinsiyetini öğrenmek için erken," dedim.

Hazer'in kocaman açılan gözleri meraklı şekilde küçülürken, "Hımm," dedi Leo da, bu cevaptan memnun olmamış gibi. "Kız olsun ya, ben erkekle uğraşamam."

Hazer bu söylediğine gülüp, "Sanki altına sıçtığında sen değiştireceksin," dedi eğlenerek. Çok mutluydu. "Sen neyine uğraşacaksın la, sıpa?"

"Enişte, dayı olacağım!" Leo elindeki beyaz pointi eşofmanının cebine koyarak homurdandı. "Dayı olmak öyle kolay mı? Bu büyüyecek, parka falan gitmek isteyecek, şeker isteyecek, kucak isteyecek... Off, büyük sorumluluklar bunlar enişte."

"Ne güzel işte, senin gibi koruyucu, güçlü, kaslı, zeki bir abisi olacak," dedi ve bana döndü Hazer. "Çocuğumuz çok şanslı olacak değil mi?"

"Çok," dedim derhal onu onaylayarak. Leo'yu yanıma çağırdım. "Gel, ona dokunsana."

Leo pointi koyduğu cebini tutarak yanıma gelmeye başlarken Hazer'e dil çıkardı ve yatağın ucuna gelip yanıma oturdu. Kafasını bana çevirip bakmaya başlayınca küçük elini alıp yavaşça karnımın üzerine koydum. Kirpiklerini meraklı şekilde kırpıp elini geri çekti ama sonra kendiliğinden koyup parmağıyla karnımı dürttü. "Naber la?"

Hazer'in kahkahasını duydum ve Leo başını karnıma doğru eğerken, "Gülme enişte, yeğenimle arama giriyorsun," dedi. O an mutlu oldum bebeği hemen kabul etmesi karşısında. “Abla, karnın neden şiş değil? Bizi kandırmıyorsun değil mi?"

"Henüz küçük, ilerideki aylarda büyüyecek," dedim, eğilip sarı saçlarından öperken. "Şimdi minicik."

"N’aber miniğim?" dedi Leo, kulağını karnıma yaslayarak.

"Sana cevap veremez," dedi Hazer, yanımıza gelerek.

"Vallahi mı enişte? Ben de cevap bekliyordum zaten! Tövbe tövbe..."

Leo karnıma dokunmaya devam ederken başımı çevirip ona tip tip bakan kocama baktım ve omuzlarımı silkip kıkırdadım. Hazer yatağa oturdu ve Leo'nun kendisine kıyasla küçücük kalan bedenini kaldırıp yatağın ortasına koydu. Başımı çevirdim ve onlara bakarken Leo'nun huysuzluğuna gülsem mi bilemedim. Hazer başını yastığa koyup kollarından çıkmaya çalışan Leo'yu göğsüne bastırdı ve sarı saçlarından şefkatle öperken benim de gözlerimin içine baktı.

"Defalarca kez söylememize rağmen bize neden inanmıyorsun Leo? Seni asla bırakmayacağız."

"Bir filmde de oğlan kıza böyle söyledi, sonra onu bıraktı enişte." Leo böyle söylemesine rağmen Han'a doğru dönerek onun göğsüne yaslandı. "Ablam da o filmi izlerken ağladı."

Geçtiğimiz haftalardaki bu aşk filminin onu bu şekilde etkileyeceği aklımın ucundan bile geçmemişti. "Allah belamı versin bırakmayacağım lan!" dedi Hazer, onu göğsüne sıkıca bastırırken. "Ablan bırakırsa onu da evden kovarız."

"Sen kimi kovuyorsun enişte?"

Hazer bana sevgi dolu gözlerle baktı. "Sana da yaranılmıyor kayınço."

Leo küçük kollarını Han'ın gövdesine sararak sesli bir soluk çekti. "Çok mu mızmızım ben?"

"Mızmız olman sorun değil ama seni bırakacağımızı düşünmene alınıyorum artık. Babalar çocuklarına bazen kızar, muhtemelen benim de sana kızacağım bazı zamanlar olacak ama bu senin, yuvamızdan gitmeni istediğim anlamına gelmeyecek. " Leo bu sözlerle Hazer'e daha sıkı sarıldı, sevgilim de ona. "Ben ve ablan birbirimizi çok fazla seviyoruz ama bu evi sensiz hayal edince... içim sıkılıyor be kayınço."

"Valla mı enişte?"

"İki gözüm önüme aksın!"

Leo buna sesli şekilde güldü ve Hazer'in göğsünde yattı. Onları hayranlıkla izleyerek yukarıya kaydım ve Leo'yu Hazer’le aramıza alacak şekilde uzanıp başımı yastığa koydum. Leo'nun başı üzerinden gözlerimiz birleşirken elimi kardeşimin karnına koyarak sarıldım. Leo ikimizin de ona sarılmasına gülerek, "Biraz da ablamın göğsüne yatayım," dedi ve bana dönüp başını omzuma koydu. "İyi misin abla? Yeğenim seni yoruyor mu?"

"Henüz yormuyor, sanırım ileride yormaya başlayacak."

"Eniştem taşısın o zaman," dedi esprili bir sesle.

Hazer aniden yatakta kayıp onun poposunu ısırınca Leo gürültülü bir kahkaha attı, bu evde duymayı en sevdiğim ses bu iki erkeğin kahkahasıydı. Ve üçüncü sesin ne olacağı da çok acıktı.

Elimi karnıma götürdüm. Benim minik kelebeğim.

"Enişte, popomu bırak!"

Hazer nihayet kardeşimi bıraktı, Leo tekrar göğsüme sinip uzanırken kocam başını arkasına çevirip bize baktı. Kollarımı kardeşime dolayıp ona sevgi dolu gözlerle baktım. Bu, o geceden sonraki en duygusal gecemizdi. Ona yaşadıklarımı anlattığımdan sonraki en en duygusal gecemizdi. O gün hüzün ve kederden, bu kez mutluluktan ağlamıştı.

Leo uyuyana kadar orada sessizce onun saçlarını okşadım, uyuduğundaysa sarsmamaya dikkat ederek yataktan kalktım. Dakikalar önce inen Hazer'in yanına gittim, onu salonda camdan dışarıya bakarken bulunca gülümsedim. Gece yarısını geçmişti, artık ertesi gündeydik. Arkasından yaklaştığımda bana döndü, gözleri ıslak ve hüzünlüydü. Elimden tutup beni koltuğa götürdü, bu bana ne kadar güzel olduğumu söylediği koltuktu. Koltuğa oturduğumda dizleri üzerinde önüme alçaldı, diğer elindeki pointi yanımıza bırakıp kazağımın ucundan tuttu. Kazağımı, sutyenimin altına kadar sıyırıp henüz düz duran karnıma baktı. Eğilip dudaklarını bastırınca parmaklarımı saçlarına götürdüm.

Dudakları, daha önce çeşitli sebeplerle öptüğü karnımı masumiyetle öperken, "Onun, daha şimdiden dünyadaki en iyimser ve nadir ruh olacağını biliyorum," dedi. Anlıyorum sevgilim, o daha şimdiden sana çok güzel görünüyor.  "Henüz kozasında, bir tırtıl. Kelebek olup bize geleceği günü hasretle bekliyorum."

"Ben de sevgilim, ben de."

"İyi bir baba nasıl olabilirim Mila, nasıl öğrenebilirim?"

Daha şimdiden bunları düşünmesine hiç şaşırmıyordum, benim kocam dünyanın en ince ruhlu adamıydı. Ben de anne olmayı bilmiyordum, birlikte öğrenecektik. "Biz zaten sevgiyi biliyoruz sevgilim, birini sevmeyi de. Öğrenmene gerek olmayacak, onu gördüğün an her şey kalbinden bir anda gelecek."

"Sence kız mı olacak erkek mi?"

Gözlerimi cama kaydırıp lapa halinde yağan kar tanelerine ve bahçedeki ışıklarımıza baktım. "Kız da olsa erkek de olsa ismi hazır."

“Doğru,” dedi ama bir saniye sonra duraksayıp kafasını geriye çekti, başını arkaya yatırıp gözlerimi esir aldı. Sevgilimi neye şaşırtmıştım acaba. "Kız olursa Melek Yakut ama erkek olursa ne?"

"Adem," dedim, ensesindeki saçlarını diplerinden çekerek.

"Yaa," dedi, bu ismin kendisine verdiği hüzünle ve yutkunup başını eğdi, işaretparmaklarını dizlerimde dolaştırırken dudakları bir çocuk gibi büküldü. "Adem... Bunu isteyeceğini düşünmemiştim."

"Sen de benim için çok anlamlı olan bir ismi koymak istedin. Yakut... Babam böyle söylediğinde değerli hissederdim."

"Tabii erkek olursa Adem olsun... ama... öyle olursa ben onu sallayamam ki korkarım aynı kaderi yaşamalarından."

Parmağımla onun dizindeki parmağına sataşıp, "Beraber sallarız," dedim.

Başını nihayet kaldırdı, o bana bakarken ben ona müdahale etmek istemedim. Gözpınarları hâlâ yaşlarla parlıyordu. "Ya da sen onu kucağına alırsın, ben ikinizi sallarım."

Otuz iki dişimi göstererek gülümsedim, bunun hayali gözlerimin önünde çoktan belirmişti. Ben hep hayaller kurardım, hiçbirinde erkekler olmazdı... Ama şimdi hayalimde üç erkek vardı. Parmaklarımı tişörtünün yakalarına götürürken, "Ama ben senin kucağına oturmayı seviyorum," dedim.

Yaramaz gülüşümü yakaladığı anı fark ettim, başını önüne eğip kendine has gülüşünü attı ve bir anda kendimizi yer değişmiş halde bulduk. Koltuğa oturup beni kucağına yerleştirdi, hemen sonraysa karnıma bakıp, "Çok ani davrandım, dikkat etmeliyiz," dedi tedirgin şekilde.

Kucağına yumuşak ama sabırsız bir şekilde yerleşip, "Olmayı en sevdiğim kucak burası," dedim.

"Başkası mümkün değil zaten."

"Dur bir saniye ya, hemen kıskanmaya yer arıyormuşsun gibi ne kıskanıyorsun?" Kıkırdayıp yüzümü komik bir surat ifadesiyle ona eğdim, kahverengi saçlarım dalgalar halinde yüzünü okşarken ağzına eğilip dudaklarından sertçe öptüm. "Aşkım..."

Elleri sırtıma tırmandı, her öpüştüğümüzde olduğu gibi sırtımda kanatlarımı aramaya başladı.

"Hazer, benim kanatlarım yok..."

"Kes sesini, kocana itiraz etme. Ben dokunuyorum, var işte. Şizofren değilim sonuçta."

Dudaklarının ucunda kıkır kıkır gülüp, "Peki kocacığım," dedim.

Eli sırtımdan önüme doğru ilerleyip eteğimin içine girerken gözlerinin içine nefesimi tutarak baktım.

"N'apıyorsun?" diye sordum ama zaten cevabı biliyordum.

"Sana dokunuyorum."

"Bu şekilde dokunamazsın."

"Kim diyor?"

Bununla ilgili bildiğim şeyleri mırıldanmaya başladım. "Hamilelikte birliktelik bebek için tehlikeli olabilir diye biliyorum."

"Hımm," dedi, sırıtmaya başlayarak. "İyi ama ben birlikte olalım demedim ki… Aklından onu geçirmişsin demek."

Pembeleşen yanaklarımla başımı eğip eteğimin içindeki eline baktım. Kemikli parmaklarının orada olması kışkırtıcı bir görüntüydü. "Seninle mutlu bir an yaşıyorduk, konu ne ara buraya kadar geldi?"

Dudakları zamanın kendisinden daha hızlı öpücüklerle boynumu kuşatırken, "İnan bilmiyorum," dedi masum masum.

Kıkırdayarak, "Elini çeker misin?" dedim.

Elini eteğimin içinden çıkardığında geriye kaydım ve eteğimi kapatarak başımı diğer tarafa çevirdim. Hazer gülerek yanağımdan öpünce, "Çok gıcıksın," dedim ama o aldırmadan koltuktan kalkıp yukarıya çıkmaya başlayınca arkasından dil çıkardım.

Gülerek uzaklaştı, birkaç dakika sonra döndüğünde dolaptan aldığım pudingi yiyordum. Hazer bitirdiğimi görünce gülümseyip kutuyu aldı, benim yerime çöpe atarak yanıma döndü. Eğilip beni kaldırdığında ona küs olduğumu bile unutup kollarımı boynuna doladım, yanağımı çenesinin üstüne koyup yüzüne, her gün görmeme rağmen içten bir hasretle baktım. Beni önce koridora çıkardı, odamıza götürürken, "Leo uyuyakalmıştı, yerine koydum," dedi.

"Kızımıza o kadar mükemmel bir baba olacaksın ki muhtemelen senin gibi birini bulamayacağı için yalnız kalacak bu dünyada."

Odamızın kapısını kapatıp gardırop içinden pembe rengindeki saten gecelik takımımı aldı. Yanıma geldiğinde giymek için doğruldum. "Doktor tavsiyelerde bulundu mu?" diye sordu kazağımı üzerimden çıkarırken.

"Birkaç tane."

Sırtıma uzanıp sutyen klipsimi çözdü, geceleri sutyenimle yatamadığımı tabii ki çok iyi biliyordu. Bir an çıplak kalıp soğukta üşüyen göğüslerime baktı ve saten geceliği başımdan geçirirken gözleri parlayarak tebessüm etti. "İnanamıyorum; birdi, iki kelebeğim oldu."

Beni yatağa nazikçe yatırdı, kalkıp tişörtünü çıkardıktan sonra yatağın diğer tarafına geçti. Yorganı üstümüze çekerek bana döndü, çıplak kalan bacağımı baldırımın az altından kavrayıp bacağımı iki bacağının arasına koydu ve alnımdan öperek gözlerimin içine bakmaya başladı. Geçmiş zamanda bir gün ona gözlerinin gürültüsünden müziğin sesini duyamadığımı söylemiştim. Gözleri yine öyle gürültülü hislerle bakıyordu. "Annem bu habere çok sevinecek."

"Gazel de."

"Kerem ağlasın," dedi sırıtarak. Kerem'e kendisi aramızda yokken bile sataşmasına gülümsedim. "Oh be, bu kez sona ben kalmadım."

"Ne olmuş yani, en son biz evlendiysek?" Hazer hâlâ oradaydı.

"Nasıl ne olmuş ya?" diye hiddetlendi, gözleri çakmak çakmak olurken. "Hepsi bizim sayemizde, bizden sonra tanışıp bizden önce evlendi."

"Her şeyin doğru bir anı vardır Han."

"Neyse," dedi alnını alnıma bastırıp elinin içini aşkla yaptığımız o bebeği hissetmek için karnıma götürürken. "Ben Kerem’le dalga geçerim yine de."

"Kerem'i mi daha çok seviyorsun Behram'ı mı?"

"Aşkım bu ne çocukça soru..."

"Ben hamileyim, bana hakaret etme." Hazer kaşlarını çatıp bana dik dik bakınca kıkırdayıp, "Çatma o tek tek alınmış kaşlarını," dedim.

Hazer buna daha çok bozulup yüzünü yastığa gömünce yaklaşıp boynuna sokuldum. "Ben kaşlarımı almıyorum," dedi.

"Çekmecedeki cımbız kimin o zaman?" dedim şüpheci şekilde.

Elinin diğerini başımın arkasına soktu, parmakları saçlarım arasından girince ateşli ve sıcak hissettim. Suratımı boynuna âdeta yapıştırarak, "Senin," dedi.

Kıkırdadım. "Si."

Onun da gülümsediğini hissettim, dudakları bebek saçlarımın üstüne yayılıp, "Uyu balerinim," dedi.

Gözlerimi yavaşça kapattım, suratım boynuna yapıştığı için kokusu çıldırtan bir yoğunlukla burun deliklerimden sızıyordu. Kanın kaynaması diye bir deyim duymuştum, birini şiddetle şekilde sevme isteğinden geliyordu. Hazer'e karşı sürekli böyleydim, ellerimi bir şekilde üzerinde tutmak, yanaklarından, boynundan öpmek istiyordum. Bir elimi, onun karnımı ısıtan elinin üzerine koyup parmaklarımızı birleştirdim. Yüzüklerimiz çarpışınca çıkan ses kalbiminkiyle birleşti. Karnımda bir erkekten bebek taşıdığıma inanamıyordum ama Hazer değil miydi, aşk değil miydi, saf sevgi değil miydi her şeyi gerçek kılan?

Herkesin bir kozası vardı. Oradan çıkmak zaman alırdı. Kendinizi, sonsuza kadar yalnızlığa ve o kozaya hapsolmuş sanarak günleri geçirirdiniz. Ve senin için o günün geldiğini, kalp atışlarında hissederdin. O müzikale gittiğimde, Hazer o sahaftan içeriye girdiğinde, ben onun evine ilk adımımı attığımda, o ilk bana dokunduğunda... hissettim nadir bir ruha denk geldiğimi.

Ertesi Gün

"Kerem, geldin mi?" dedi Hazer, ıslık çalarak ahşap basamaklardan inerken. Üzerine gri tişörtüyle beyaz eşofman altı giymişti. Koltukta oturuyor, çikolata yerken bacaklarımı sallıyordum. Kerem çizgi film kanalları arasında gezinirken dönüp basamaklara baktı ve Hazer'e gülümsedi.

"Geldim patron. Bak ya, nasıl özlemişsen beni gördüğün gibi sırıtmaya başladın..."

Hazer gülümseye devam ederek oturduğum koltuğa eğildi, gözlerimin içine bakarak yanağımdan öptü. Karşılıklı olarak kıkırdadığımızda doğruldu ve Kerem'e ilerleyip kolunu omzuna attı, ona sarıldı. Kerem bu sevgi karşısında irkildi.

"Bu ne mutluluk? İşe de gitmemişsin."

"İş bana gelsin," dedi Hazer ve yanağından öpünce Kerem elini utanarak yanağına götürdü. Başını eğip "Utandırma…” diye mırıldandı.

Hazer, Kerem'in ensesine bir tane yapıştırıp ıslık çalarak yanıma oturdu, elini eşofmanın cebine atarak yüklü bir para çıkarınca Kerem’le aynı anda paracıklara odaklandık. Kerem kumandayı fırlatıp avına yaklaşırken, "Al," diyerek parayı uzattı Hazer. "İçimden geldi, ikramiye."

Kerem'in gözleri kocaman açıldı, direkt uzanıp Han'ın elindeki yüzlükleri kaptı ve hızlı hızlı saymaya başlarken, "Bugün aşırı güzel bir sabahtı, güzel bir şey olacağını anlamalıydım," dedi sırıta sırıta. "Oha, beş bin beş yüz lira var burada!" Cüzdanını çıkardı, paralarını Hazer'inkinden daha kabarık duran cüzdanına yerleştirdi. "Ama bir saniye..." Duraksayıp ellerini beline koydu, sırasıyla ikimize bakıp bir şeyleri tartmaya başladı. "Sen bana ilk ikramiye verdiğinde Safir'i öpmüştün, yani daha sonradan fark ettim ben bunu, şimdi bir ikramiye daha..." Gülümseye başladı. "Hamile misin sen?"

"Bu kadar kolay anlamamalıydı, şu an hiç zevk almadım," dedi Hazer püfleyerek.

Kerem, Hazer'in bu kelimelerinin ardından tahmin ettiği şeyin gerçek olduğunu fark etti, elindeki cüzdanı koltuğa fırlatıp Hazer'in üstüne atlayınca gülümseyerek koltukta geriye kaçtım. Hazer gülse mi ağlasa mı bilememiş halde Kerem'in gülüşüne karşılık verirken, "Abartma la," dedi.

"Patron inanamıyorum!" Kerem doğrulup Hazer'in yüzünü tuttu, yanaklarını avuçlayıp öperken sulu bir ses çıkardı. "Yeğenim oluyor, inanamıyorum! Aferin, dolaba koyduğum o pekmezden bol bol yedin, değil mi?"

Hazer, Kerem'i itti ve yanaklarını elinin tersiyle silerek, "Sakin ol,” diye hiddetlendi. "Ben bile bu haberi senden daha sakin karşıladım."

Kerem onu hiç umursamadan kocaman açılmış, parlayan gözlerini bana çevirdi ve uzanıp beni kavradı. Etrafında döndürürken, "Çok mutlu oldum Safir," dedi içten bir sesle. Başım döndüğü için onu itmeye çalışırken gülümsemeyi de elden bırakmadım. "Bekliyordum zaten böyle bir haber ama... Çok garip hissediyorum lan!"

"Lan çocuk düşecek," dedi Hazer, halime acıdığından olsa gerek beni tutup Kerem'in kollarından aldı ve yüzüme dökülen saçlarımı çekerken, "Bebeğim?" dedi.

"Ölmedik," dedim, espriye vurmaya çalışarak.

"Amca oluyorum!" Kerem coşkuyla Hazer'in ensesine yapıştırıp havaya bir yumruk savurduğunda kafamızı iki yana sallayıp koltuğa geri oturduk. Kerem yumruklarını indirip kocaman bir gülümsemeyle ellerini beline yasladı. "Şu an tarifsiz bir mutluluk yaşıyorum!"

"Gracias," dedim tebessüm ederek.

"Yaaa," dedi Kerem, elini dizine vurarak. Hazer onun tepkilerine karşı şaşırmayı bırakmış, kafasını iki yana sallıyordu. "Şimdi o da gracias falan der böyle çıkmayan dişleriyle... Kesin yerim ben onu!"

"Yavaş ye!" dedi Hazer.

"Niye ya? Amcasıyım amcası!"

Hazer omuzlarını silkti. "Ben bile dokunmaya kıyamam ona, elimi süremem... Sana mı vereceğim?"

"Ya bırak," dedi Kerem ve bana yaklaşıp eğildi, elini uzattı. "Dokunabilir miyim?"

"Hayır," dedi Hazer.

"Si," dedim.

Kerem elini çekingen şekilde karnıma koydu, ne hissetmeye çalıştığı muammaydı. Gözlerini kısıp parmaklarını oynattı ve sonra huysuzca, "Amcasına tepkisiz," dedi.

"İlahi Kerem, o daha küçücük," dedim.

"İnanamıyorum, bebeğim olacak," dedi, çocuğumuzu bizim kadar sahiplenerek.

Hazer, "Abartmasan mı?" dedi.

"Sus, ilk kez amca oluyorum!"

Kerem elini çekti ve yanaklarımı sıkıp beni bir daha tebrik ettikten sonra Hazer'e yaklaştı, onun yanağına iki tane vurup, "İdolümsün," dedi.

"Çocuk yaptığım için mi?"

"Hayır. Hem zengin olduğun hem evlendiğin hem de çocuk yaptığın için." Hazer'in ters bakışına daha fazla maruz kalmamak için elini çekip geriledi, bana göz kırptı. "İki tanesi bende de mevcut sayılabilir yani ama işte şu zenginliği halletsek..."

"Zengin olursam şoförüm olmaktan vazgeçersin, bu yüzden olmaz."

Kerem gözlerini devirdi ve sonra koltuğa oturup mutlulukla ıslık çalarken, "Ee, çocuğu nasıl yaptınız?" diye sordu. Ona düz düz baktık. "Şaka şaka."

Bizim yüz ifadelerimize gülüp haberi vereceğini söyleyerek Leyla'yı aramaya kalkıştı ama Hazer onu, "Lütfen," diyerek durdurdu. Bana tatlı bir bakış attı. "Herkese biz söylemek istiyoruz."

Kerem telefonu cebine geri koyarken, "Siz benden başka kimseye söylemediniz mi?" diye sordu, sırıtmaya başlayarak. "İlk miyim ben? İlkiniz miyim?"

Hazer gülerken, "Leo biliyor," dedi.

"O zaten bu evden," dedi Kerem.

"Sen de bu evdensin," dedi kocam.

Kerem'in gözlerinden duygusal bir bakış geçti ama hemen sonra yine şakaya vurup, "Bana olan aşkını biliyordum," dedi ve bana göz kırpıp, "Behram da mı bilmiyor?" dedi.

"Yok," dedim gülümseyerek.

"Özelim yani?"

"Kes artık."

Kerem gülerken dönüp Hazer'in dün geceden beri neşesini saklayamadığı parlak amber gözlerine baktım ve elinin üzerine dokunarak, "Bu akşam herkesi yemeğe çağıracağız," dedim. Aslında bu şimdi aldığım bir karardı. "Aynı anda söyleyeceğiz herkese. Tabii anneme de."

Hazer bana dönüp içten bir şekilde bakınca yüzüğünü okşayıp Kerem'e döndüm. O da bize bakıyordu fakat bu kez gözlerinde şakacı bir tavır yoktu, içten bir mutluluk vardı; bizim için duyduğu bir mutluluk. Gerçekten çok sevinmişti, gülüşünü zapt edemiyordu. Kerem'i tanırdım, hüznünü saklamayı, acıyı gölgelerin ardında bırakıp gülmeyi çok iyi bilirdi. Ama ilk kez mutluluğunu saklayamadığına şahit oluyordum, bizim için çok mutlu olmuştu ama sanki ayrıca Hazer'in bir ailesi olmasına başka mutlu olmuştu.

"Aslında ben seninle dalga geçecektim," dedi Hazer, suratını biraz asarak. Fakat gözlerindeki o mutluluğu hiçbir şey silemezdi. "Çocuğu senden önce yaptığım için böbürlenecektim ama sen çok sevindin, bu ayrıntı pek umurumda değil gibi?"

Kerem, Hazer'in bu çocukluğuna abartılı şekilde göz devirerek, "Adamın çocuğu olacak düşündüğü şeye bak," dedi inanamayarak. "Sen yirmi dokuz yaşında olduğuna emin misin? Hayır, aslında bir yandan iyi bir şey, çocuğun olduğunda bir emziği bile beraber kullanırsınız ama Safirciğime üzülüyorum."

Hazer keyfi yerinde olduğu için yirmi dokuz yaşında olduğunun hatırlanmasına pek bozulmadı, parmaklarını elimin altından geçirerek ellerimizin daha fazla temasta olmasını sağladı. "Karım dünyanın en mutlu kadını, dün gece öyle dedi bana bir kere."

Kerem içini çekerek gülen gözlerini bana çevirdi. "Çocuk işte, dediği şeye bak..."

"Kocam hakkında doğru konuşur musun?"

"Hayır canım, konuşamam."

Ona kıkırdayıp karnıma baktım, dünden beri elim sürekli karnımdaydı ama artık buna son vermeliydim. Ne yapayım, hâlâ inanamıyordum. Kazağımın üzerinden bebeğimi severken Hazer'in kalktığını ve az sonra döndüğünü gördüm. Bana bir bardak süt uzattı. "Kahvaltıda az yedin."

Onu gücendirmemek için bardağı aldım, süt ılıktı. Ufak yudumlarla içmeye başladığımda Hazer uzanıp saçlarımı kulaklarımın arkasına nazikçe koydu. "İstediğin başka bir şey var mı bebeğim?"

"Sen?"

"Gidiyorum o zaman ben," diyerek Kerem hemen koltuktan kalkmaya yeltendi ama Hazer onu bakışıyla oturttu. Kendisi de yanıma oturup elini saçlarımdaki kurdeleye götürdüğünde bu huyuna alışkın şekilde koltukta bağdaş kurarak ona döndüm. "Hamileliğimi haber vermek istediğim biri daha var."

"Akşam onu da çağırırız. Kimmiş o, tanımadığım bir arkadaşın mı var?"

"Babam," dedim hüzünlü bir gülümsemeyle. "Belki beni duyacağından değil ama hem mezarını ziyaret etmek hem de sevincimizi paylaşmak istiyorum."

Hazer kolaylıkla yaklaşıp başımın üzerinden öptü. "Dönerken de... Adem'in mezarına uğrarız."

Ah, Adem'in mezarının yerini bilmediğini sanıyordum, bir gece bana bundan hüzünle bahsetmişti. Bir yaramızın daha denk düşmesi kaderin cilvesi sanmıştım, hak edilmeden sahip olunan yaralardan biri daha. Öğrendiyse belki de ilk kez kardeşinin mezarını ziyaret edecekti, onunla olmaktan mutluluk duyardım.

"Tabii ki aşkım," dedim.

Hazırlanmak için odamıza çıktığımızda, "Bugün ne giyeceğimi sen seçer misin?" diye sordum.

Tatlı bir gülümsemeyle başını sallayıp kalktığımızda düzelttiği odamıza baktı ve ardından dolabı açıp kıyafet aradı. Daha kısa olan etekleri kenara çekti, elbise giymemi sevdiğini biliyordum. Beni okşayarak böyle söylerdi. Dolapta gözüne çarpan bir askıya uzandı, çıkarıp bana verirken, "Bunu giy," dedi kesin bir tavırla.

Dizlerimi kırıp eğildim. "Kocam nasıl isterse."

O da kendine bir kotla tişört seçti. Tişörtün üzerine lacivert bir hırka giydi. Üzerimdekileri çıkarıp çamaşırlarımla kaldım, ona sırtımı dönüp dolaptan siyah çorap çıkardım. Çorabı giyip elbiseyi üzerime geçirdim, düğmelerini iliklerken elini bacağımın alt kısmında hissettim. Ensemde soluklanıp elini bacaklarımın arasına, külotlu çorabımın üzerinden götürdü. "Hangi renk?"

Yalnızca gülümsemekle yetindim, hangi renk olduğunu kendisi de görmüştü. Elbisemin göğsümdeki birkaç düğmesini de kapatıp neşeyle aynanın karşısına geçtim, saçlarımı tarayıp dalgalarını omuzlarıma bıraktım ve saçlarımın yanlarına inci tokalar taktım.

Çantamla kabanımı aldım ve evden çıkarken Kerem'e, Leo'yu okuldan almasını tembih ettik. Ele ele arabamıza yerleşirken sebepsizce gülümseyip duruyorduk, ikimizin de gözleri etrafımızdaki kar yağışını hissetmeyecek kadar sıcak ve parlaktı. Kocam şoför koltuğuna yerleştiğinde yanımdaki yerimi alarak ellerimi karnıma sardım.

"Acaba daha kalın mı giyseydim?" diye sordum Han'a. "Karnım üşür mü?"

Hazer derhal ısıtıcıyı açarak, "Üşütmeyiz elbette, sıcacık olur şimdi," dedi.

Ellerimi karnımdan çekemiyordum. Biliyordum, o zaten güvende ve sıcaktı ama ben de sürekli ellerimle onu koruma ihtiyacı hissediyordum.

"Erkek olursa neden babanın değil de kardeşimin adını koymayı istedin?" diye sorduğunda gözlerimi sevdiğim adama çevirdim.

"Sen daha mutlu olursun diye."

Kırmızı ışıkta durunca bana bakacak zamanı oldu, dudakları geceden beri kıvrıktı. "Sevdiğin insanları hep kendinden öne koymaya bayılıyorsun, değil mi?"

"Sen mutlu olunca benim mutluluğun katlanıyor," dedim.

Mezarlığa yaklaştığımızda içimi bir hüzün kapladı, bebeğim hissetmesin diye o hüznü sabit tutup içimi çektim. Araba yavaşlayınca, "Dur, yerler kaygan," dedi Hazer ve benden önce indi, kaputun etrafından dolanıp yanıma geldi. Kapıyı benim için açtı. "Dikkat et hayatım."

"Tamam Hazer, sakin ol."

"Gel." Beni bir anda kucağına alınca kafamı iki yana sallayıp sessiz kaldım, parmaklarımı ensesine bastırıp kaygan yolun kenarından geçmesini izledim.

"Benim düşmemden mi endişelendin? Bebeğimize bir şey olmasından mı?"

"Milaaaa," diyerek sakince güldü.

Topraklı kısma geçtiğimizde beni indirdi, elimden sıkıca tuttu. Yerini bildiğim mezarlığa ilerledik ve babamın ismini görünce yavaşladım. Her yer bembeyazdı, mezarlık temiz ve saf görünüyordu. Parmaklarımı mezar taşına dokundurarak, "Merhaba," diye fısıldadım. Bu kez babamın yanında ağlamayacaktım, ona bu müjdeli haberi verecektim. Eldivenlerimi çıkarıp mezarının kenarındaki birkaç yaprağı aldım, kenara bıraktım. "Son haftalarda gelemedim, özür dilerim ama bu haberi kocamdan sonra ilk sana söylemesem içimde kalırdı."

"Hamileyiz," dedi Hazer.

Durdum ve ona dönüp kıkırdarken, "Ona bu haberi ben verecektim," dedim.

"Ağlayacak gibiydin, seni güldürmem gerekiyordu."

Elimdeki kar tanelerini silkerken, "Babam sahip olduğum hayatla çok mutlu, biliyorum," dedim. Elime bir öpücük koyup mezar taşına bastırdım. "O yüzden artık mezarına geldiğimde ağlamayacağım."

"Bu haber ve beni bebeğimizi de mutlu etti."

Sonsuza kadar bu kelimeyi tekrarlayabilirdi. Bebeğimiz. İçimde mucizevi bir çiçek bahçesi açıyordu, bir anda her şey saf beyaz rengine dönüyordu. Onun kollarından çıkıp mezarın etrafında döndüm, birkaç çamur olmuş yaprağı da aldım. Hazer yanıma gelip onları da ellerimden aldı, kirlenen avuçlarımı cebinden çıkardığı mendiliyle kibarca sildi.

Babamın yanında biraz daha kaldık, ona anlatmak istediğim birkaç şeyi daha anlatırken neşeliydim. Dudaklarım artık titreme raddesine geçince Han elimden tuttu, beraber arabaya yürürken dönüp dönüp mezara baktım. Gözümün önünden birkaç şey geçti, hüzün vericiydi ama gülümsedim.

Arabaya döndük, bu kez kardeşinin mezarlığına gidecektik. Bunu ilk kez yapacağı için hassastı, bir şey sorup bunaltmak istemiyordum. Kar yağışını izlerken midemin hafifçe bulandığını hissedip yüzümü buruşturdum.

"Aşkım?"

"İyiyim." Ona güvence vermek isteyerek gülümsedim. Yanağımı tekrar koltuğa koyunca gözlerim kapandı, bir daha açtığımda arabanın durmuş olduğunu fark edip nerede olduğumuzu görmek için etrafıma baktım. Sisli camların ardından mezarlık görünüyordu.

Hazer'e dönerken oturuşumu düzelttim, kararsız bir gülümsemeyle bana bakarak, "Uyanmanı bekliyordum," dediğinde tatlılığına iç geçirip, "İyi misin?" diye sordum.

"Mezarı... babanın mezarından daha mı küçüktür diye düşünüyordum." Sisli camların ardına baktı, omuzları aşağıdaydı. "Onu düşürdüğümde... küçüktü, mezarı da küçüktür sanırım." Üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin, ona bunu hafifletmek için ne dersem diyeyim hâlâ onu isteyerek düşürmüş gibi suçlu buluyordu kendini.

"Abisini çok özlemiştir," dedim yumuşacık bir sesle.

Burukça gülümseyip arabadan indi ve önceki gibi diğer tarafa geçip inmeme yardım etti. Yürürken gözlerimi ondan almadım, neşesi bu yüzleşmeyle dağılmıştı. Paltomun önünü karnımı sıcak tutmak için iyice kapattım, Hazer durana dek yavaşça ilerledim. Sonra diğer mezarların arasında küçük kalan bir mezarın başında durunca ilerlemeyi kestim.

Adem Dalgakıran.

Hazer bir süre mezarın başında hareketsiz durdu, o öldüğünden beri ilk kez mezarını ziyaret ediyordu. Yanağımı omzuna yasladım, bir an bile unutursa diye burada olduğumu hatırlatmak istedim. Hazer güç almak ister gibi elimi sıkıca tutarak biraz ilerledi, mezarının başındaki ismine dokunurken birkaç kez yutkundu. Mezarın bu kadar küçük olması içime çok dokunmuştu, mezarına bakan biri onun ne kadar çok şey yaşayamadığını anlardı.

"Çok güzel bir hayatı olabilirdi," dedi Hazer, kıpırdamıyor ve yutkunmaktan başka şey yapmıyordu. "Beni çok seviyordu."

"Hâlâ seviyor," dedim, önüne geçip yüzünü okşarken.

"Sevmiyordur, sevmemeli. Sevmemek hakkı."

Defalarca kez ona böyle olmadığını söylemiştim ama belki de o suçlu hissederek iyi oluyordu, vicdanıyla arasına daha fazla girmek istemiyordum.

"İnsan unutmadığı bir yarayla daha mutlu yaşıyor bazen," dedim, onu anlayarak. Kar taneleri saçlarımıza düşerken Hazer de bebeğimizi ve beni sarıp sarmaladı. "Her yara geçmek zorunda değil. İzi kalsın istiyorsun, hatırlamak istiyorsun, sana kim olduğunu ve neler yaptığını hatırlatsın istiyorsun... Çünkü bazı yaraları unuttuğunda daha suçlu hissediyordun."

Üşümüş yanağını dalgalı saçlarımın üzerine yaslayıp içine doğru çekti kışı ve kokumu. "Beni her seferinde anlayan güzel karım..."

"Bana mutlu bir anınızı anlatır mısın?"

Hazer düşünüyormuş gibi bir ses çıkarıp sonra sırtımı sıvazladı ve yağan karın altında bana kardeşiyle arasında geçen güzel bir anıyı anlatmaya başladı. Diğer anıları gibi kederle dolu değildi, daha çok gülüşmelerin olduğu bir anıydı. Aslında yalnızken aralarının çok olduğunu, Hazer'in onu kıskanması için bir tane bile sebep olmadığını anladım. Fakat babası işten geldiğinde ve gözleri yalnız Adem'i gördüğünde Hazer'in içinde önüne geçilemez duyguları da inşa etmeye başlamıştı. Keşke her şey aksi yönde olsaydı, belki o zaman Adem burada olurdu. İyi, cömert, hoş bir üniversiteli olurdu sanırım.

Arabamıza dönerken aramızda kırılmaya müsait bir sükûnet vardı. Sıcaklığa kavuşunca paltomu çıkardım, Gazel'i aradım. Telefonu, "Söyle," diyerek açtığında gülümsedim.

"Bu akşam bize gelsenize?"

“Neden?"

"Tatlı yapacağım," dedim.

"Çoktan yaptık," dedi Hazer, dikiz aynasını kontrol ederken.

Ona sırıtıp telefona döndüğümde, "Hava çok soğuk, Oğuz'u dışarıya çıkarmak konusunda endişeleniyorum," dedi.

Arkadan Behram'ın mırıltılarını duydum, uyuyor gibi bir ses çıkarmasına da güldüm. "Sıkıca sararız, zaten arabayla geleceksiniz. Sizi ağırlamak istiyorum Gazel, por favor."

"Peki," dedi şüpheci şekilde.

"Akşam görüşürüz canımın köşesi."

Telefonu kapatıp ellerimi sabırsızca çırptım. "Bu habere bayılacak!"

Hazer, "Muhakkak," diye mırıldandı, ara sokağa girince gördüğüm bir binayı çok beğendim. "Oğuz’la araları çok az olacak? Bir yaş mı?"

"Bir yaş bile değil." İçimdeki huzurun fazlalığı diğer duygulara yer bırakmamıştı. "Abi kardeş olacaklar."

Gözlerim bir anda ışıldadı, ona göstermediğim bir şey vardı. Eğilip çantamı kucağıma aldım, içini açıp cüzdanıma özenle koyduğum küçük ultrason fotoğrafını çıkardım. Hazer'in de aklına hiç gelmemişti, sormamıştı. Yan dönüp ultrason fotoğrafını kaldırdığımda Hazer'in dikkatini çektim ve başını çevirip öylesine bir bana bakarken dudakları ayrık kaldı. Parmak uçlarımdaki fotoğrafa inanamayarak bakıyordu, bu bebeğimizin karnımda olduğunun bir kanıtı gibi bir şeydi.

"O..."

"Evet aşkım," diyerek fotoğrafı dizine bıraktım.

Hazer arabayı kenara çekti, beğendiğim o binanın önünde durup fotoğrafa yakından bakmaya başladı. Görmek zordu, bir siyahlık vardı. Sabırsızca gülümsediğimde Hazer inanamayarak başını iki yana salladı, parmağıyla siyah bir noktayı gösterdi. "Bu... bu mu?"

"Evet bebeğim. Hemen buldun."

"Küçücük..."

"Bu fotoğrafı hep saklayalım."

"Hayret bir şey. Bebeğimin fotoğrafını tutuyorum, bebeğim de karımın karnında..."

Cüzdanını kotundan çıkarıp fotoğrafı ona yerleştirdiğinde kızıyormuş gibi yaptım ama gülümsememi dudağımın köşesinde taşıyordum. "Senin fotoğrafının yanına koydum," dedi.

Dikiz aynasından yüzüme baktım, gülümsemem âdeta suratıma yapışmıştı, dişlerimi kapatamıyordum. Hazer diğer sokağa girerken bebeğimle konuştum ve başımı kaldırdığımda bir dükkânın vitrinini gördüm. Gözüme minicik bir kıyafet çarpmıştı. Belki bu dükkânın önünden geçmiştim, bu vitrine bakmıştım ama ilk kez o minicik tulum dikkatimi çekmişti.

"Arabayı durdursana," dedim hevesle.

"Miden mi bulandı?" dedi, arabayı hemen kenara çekerek.

"Şu dükkâna girmeliyim," dedim ve kemerimi çıkarırken, "Dur dur, ne bu heyecan?" dedi o da gülerek. Dışarıya çıkıp kaldırıma bir adım attım ve dükkâna yürürken Hazer de arkamdan geldi. Beyaz bebek tulumunu görünce ne istediğimi anladı. İçi gitmiş gibi, "Çok tatlı," dediğinde hevesle başımı salladım ve koşarak dükkânın içine girdim.

Dükkândan o beyaz tulum ve dayanamayıp aldığım küçücük çoraplarla çıktığımızda Hazer halime gülüyordu. Arabaya yerleşir yerleşmez onları torbadan çıkardım; çoraplar neredeyse işaretparmağımdan kısaydı. Yeni doğan kıyafetleriydi. Tuluma bakarken altdudağımın sarktığını hissettim ve Hazer kıkırdayarak saçlarımı okşadığında, "Bebeğimizin ilk kıyafetlerini aldık," dedim.

Araba trafik lambasında durması gerekince Hazer ellerini direksiyondan çekip başını bana çevirdi. Dünyada yalnız olmadığımı ve asla yalnız kalmayacağımı hatırlatan içten gözlere bakarken kalbimi kıran her insanı unuttum. Çünkü bana yaşama hevesi ve neşesi veren bu gözlerdi.

"Ona bir melek kanadı da alalım," dediğinde neredeyse ağlayacak oldum ve duygusal bir ses çıkarıp, "Bana da al," dedim. Kıkırdadı.

Akşam Sekiz Civarı

"Abla, bugün okulda herkese dayı olacağımı söyledim ama bana inanmadılar! Üstelik sen daha küçüksün, dayı olamazsın dediler." Leo parmağını kâsedeki çikolata sosuna batırdı. "Yarın okuluma gelip onlara dayı olacağımı söyler misin? Belki o zaman sınıf başkanı da olurum."

Ben de çikolata sosunun tadına bakıp, "Belki gelirim," dedim. “Sınıf başkanı mı olmak istiyorsun?"

"Evet ablacığım," dedi, başını karnıma yaslayarak. "Kızlar lider özellikleri gösteren erkeklere bayılırmış."

"Bunu kim söyledi?"

"Kerem Abi."

Başımı iki yana salladım ve sosu, hazırladığım kekin üzerine dökerken, "Yeğenini seviyor musun?" diye sordum.

"Si abla. Benim bir numaralı adamım artık o."

Karnımın üstünü öpüp arkasını döndü, çay demleyen Hazer'e arkasından dil çıkarıp heyecanla salona koştu. En sevdiği kıyafetlerini giymişti çünkü Mustafa gelecekti. Koltuktan koltuğa zıplarken, "Mustafa'm gelsin de ona söyleyeyim," dedi. "O, bebeğin neyi oluyor?"

"Amcası," dedi Hazer.

"Yeğenimin adı ne olacak?"

"Melek Yakut." Arkamı dönüp çayı yerine koyan Hazer'in ensesini öptüm.

Leo zıpladığı sıra ayağı kaydı, yere düşünce hemen koşmaya yeltendim ama Hazer elimi tutup, "Öğreniyor," dediğinde Leo'nun başını ovalayarak kalkmasını izledim.

Dolaptan bir buz çıkarıp yanına ilerledim. "İki ismi olacak demek? Melek çok güzelmiş. Meleğim diyebilecek miyim?"

Buzu başında bir süre sabit tuttum. "Tabii ki diyebilirsin." Sızlandığında buzu çekip, "Yerine otur," dedim.

Mutfağa dönüp buzu dolaba koydum, Hazer tatlının tadına bakarken kollarımı beline dolayıp esnedim. "Leo harika bir dayı olacak."

"Bebeğimiz doğup biraz büyüsün göreceğim, saç baş kavga ederler."

Tezgâha dönüp tatlı sırasında oluşturduğumuz dağınıklığı toparlarken yumurta kokusu duyumsadım. Tatlı için kırdığımız yumurtalara bakarken elimde olmadan yüzümü buruşturdum, birkaç defa daha önce hissedip mide üşütmesi sandığım bulantıyı hissedip karnımı tuttum. Bulantının dinmesi için yumurtaya arkamı döndüm ama midem daha fena karışınca yukarı koşmaya başladım.

Kendimi banyo zemininde bulup öğürürken bunu daha ne kadar yaşayacağımı düşünüyordum. Sifonu çekip doğrulduğumda ağzımdaki tat beni bitirdi. Lavaboya ilerleyip ağzımı çalkaladım, diş fırçama macun sıkıp dişlerimi fırçaladım.

"Anneciğim, bu daha ne kadar devam edecek acaba?" Diş fırçamı yerine bırakırken aynadaki aksime güldüm. "Ay, sana ilk defa böyle seslendim anneciğim!"

Banyodan çıkıp aşağıya indiğimde Han'ın etrafa bakındığını gördüm ve gözleri bana rastlayınca, "Nereye kayboldun kız?" dedi.

"Kustum," dedim omuzlarını düşürerek.

"Iyy," dedi Leo, cama koşarken. Araba sesi duymuştu. "Kemal geldi!"

O kapıya koşarken Hazer'in kibar dokunuşu yüzümü fethetti. "İyi hissetmiyorsan odamıza çıkıp dinlen, anlayacaklarına eminim."

"Hayır, hamile olduğumu bağırmamak için zor duruyorum."

Hazer ıslak ellerimden öperken kapı açıldı. Derhal kapıya yönelirken Leo’yla Kemal'in çoktan kucaklaştığını gördüm. Birbirlerine sıkıca sarılırken, "Sana müthiş haberlerim var kanka," dedi Leo.

Mustafa sarılmaktan sıkılıp ona ittiğinde Leo'ya uyarı dolu bir bakış attım ve o da oflayıp, "Birazdan," dedi Mustafa'ya.

"Alayım anne," diyen Hazer'i duyunca başımı çevirip baktım, annem paltosunu çıkarıyordu. Hazer paltoyu dolaba koyarken eğilip annemin elini, sonra yanaklarını öptüm.

"Ay öpme anneciğim dışarıdan geldim, buz gibiyim."

"Özledim sizi anne."

"Dünyanın en tatlı kızını gelin diye almışım resmen..."

Anneme gülümseyip ellerimi karnıma koyduğumda eteğimde bir el hissedip başımı aşağıya eğdim. Mustafa hayranlıkla bana bakıyordu. Ona göz kırpıp saçlarındaki karları aldım.

"Yenge?

"Hımm?"

"Senin bacakların ne kadar uzun..."

Çocuk bacağıma kadar gelmesine alınmıştı herhalde.

"La," diyerek Mustafa'yı önümden kaptı Hazer ve onu salondaki koltuğa fırlatınca Leo gülerek peşlerinden gitti. "Karımın bacağından sana ne oğlum?"

"La oğlum, ablamın bacağından sana ne?" diyerek eniştesine destek çıktı kardeşim.

Annemle içeriye yürürken, "Aşk olsun Leo," dedi Kemal alıngan bir tavırla.

"Enişte, bırak Mustafa'yı!"

Onlara gülümseyerek annemle yan yana koltuğa oturdum ve derhal, "Nasılsın anne?" diye sordum karnımı okşayarak.

Annem kolumu sıvazlayarak, "Sizi mutlu gördüm, iyi oldum," dedi. Nazikçe gülümsediğimdeyse, "Hazer pek neşeli," dedi bana kaş göz yaparak. Kocam, kahkaha atarak çocukları yere yatırıyordu. Kahkahasını duyunca bir garip oldum, birkaç kelebek sanki kanatlarıyla içime aşkı bir daha getirdi. "Ay bir şey mi oldu bu çocuğa?"

Ben annemi nasıl geçiştireceğimi düşünürken kapı bir daha çaldı ve Hazer bana dur dercesine bir hareket yapıp, "Bakıyorum," dedi.

Ben de yerimden kalkıp neşeyle kapıya gittiğimde hepsinin bir anda içeriye girdiğini gördüm. Hazer Gazel'den Oğuz'u almış öperken Gazel, Behram, Kerem ve Leyla üstlerini çıkarıyordu. Hepsinden önce yeğenime koşup kızarmış yanağına, yeni ortama girdiği için masumca açtığı gözlerine baktım.

"Biri çok güzel diye ağlayası gelir mi insanın? Güzelliğine ağlamak istiyorum." Elindeki küçük eldivenleri çıkardım. "Parmaklara bak, minicik değil mi?" Bir anda ağlamaya başladığımda tam içeriye geçerken durup bana bakakaldılar. Ne yapayım, o gerçekten çok güzeldi ve ben duygusal biriydim.

Gazel yanağımdan öpüp salona geçerken, "Bebeğimiz güzel olduğu için mi ağlıyorsun?" dedi Behram, karısının ardından geçerek. Leyla da diğer yanağımdan sulu şekilde öperek, "Ay ev çikolata kokuyor," dedi ve diğerlerinin aksine mutfağa ilerledi.

Kerem, Hazer’le göz kırpışıp yanağımdan makas aldı. "Tatlı bir hamile olacaksın."

O da gözden kaybolunca kocam bana döndü, gözyaşlarımı gözleriyle takip ederek Asaf'a eğildi, onun beresini çıkarıp kafasından öperken, "Hamileyken bebek kucaklamak karımı daha mı duygusal yaptı?" diye sordu.

Başımı sallayıp gözyaşlarımı silmesi için yüzümü ona çevirince Hazer sıcacık gülüp dudaklarıyla yanaklarımdan kısa öpücükler alıp tekrar Oğuz'a baktı. "Amcanın elini öpmüyorsun, darıldım. Oysaki ben sana kardeş yapmıştım."

İçeri geçtiğimizde herkesin zaten birbiriyle selamlaştığını gördüm. Hazer elimden tutup bizim için boş bırakılan koltuğa çekti beni, bu sırada Leo ile Mustafa oynamayı bırakıp koşarak kucağımdaki Oğuz'a yaklaştılar. Onu sevmeye başladıklarında başımı kaldırıp Gazel'e baktım, Asaf'ın tepkilerini izlerken gülümsüyordu.

"Gözlerini nasıl da açtı, yeni bir ortama girmenin şaşkınlığını yaşıyor."

Oğuz mırıltılar çıkarmaya başladığında Gazel hemen kalktı, Mustafa'nın yanaklarını sıktığı bebeğini kucağımdan alırken, "O çok hassas, canı hemen acıyor," dedi Mustafa'ya gülümseyerek.

Mustafa Kemal, Gazel'e dil çıkardı. Hazer ona dik dik bakınca da dilini içeriye soktu.

"Gel," dedi Behram yumuşak bir sesle Mustafa'ya. "Bayağıdır görüşmüyoruz aslanım, gel sarılayım sana."

"Nazlan Mustafa," dedi Leo ona kaş göz yaparak.

Annem ve Gazel, Leo'ya gülerken, "Ablan eniştene çok nazlanıyor herhalde," dedi Kerem, ortalığı karıştırarak. "Ondan mı öğreniyorsun bunları?"

"Tövbe tövbe," diyerek Behram'ın yanına gitti Leo, Mustafa’yla.

Biri Behram'ın dizine, diğeri yanına oturdu. Behram onların saçlarını okşayıp şefkatli gözlerle bakarken, "Bu Leo benim izimden gidecek," dedi memnuniyet dolu bir sesle. "O ışık var bu çocukta, hissediyorum."

Gülüp dönüp arkama, Leyla'ya baktım. Tatlıyı tırtıklamaktan mahcup olmuş bir şekilde buraya gelip Kerem'in yanına otururken, "Çok güzel olmuş," dedi.

"Hazer’le yaptık," dedim.

"Duy bunları Kerem," dedi Leyla ve başını çevirip etrafa şaşkınca bakan Asaf'a gülümsedi. "Yanaklarının pembeliğine bak Kerem, çok şirin."

"Bakıyorum," dedi Kerem, Hazer'in sıcaktan kızaran yanaklarına bakarak.

Yalnız ben, Hazer ve Kerem'in anladığı bu şeye güldüm, kocamsa ona dik dik bakıp homurdandı. Gözlerimiz bir daha buluştuğunda ona doğru eğilip, "Çok mutlu görünüyorsun," dedim.

"Pardon da şimdi değilse ne zaman mutlu olacağım?"

Çok doğru, evladımız oluyordu. Ellerimi tekrar karnıma sarıp başımı kaldırdığımda annemin bize baktığını gördüm, yüzlerimizdeki ışıltı dikkatini çekmiş olmalıydı. Koltuktan kalkarak, "Sana çay koyayım mı anne?" diye sorduğumda başını salladı.

"Yardım edeyim," diyerek Han da benimle kalktı. Oturma tarafından ayrılıp Amerikan tarzı mutfağımıza geçtik, Hazer ocaktaki demliği indirip tepsiye dizdiğim bardaklara çay doldururken ben de tatlıları tabaklara koydum.

"Lan Kemal, al bu tabakları içeriye götür, yengene yardım et..." Hazer'in seslenmesiyle mutfakta iki tane çok şirin çocuk belirdi, kardeşlerimiz tabakları içerideki sehpaya götürdü. Mustafa bazen çok sıkılan bir çocuktu ama Leo ne olursa olsun onun dibinden ayrılmıyordu. Hazer tepsiyle içeriye yürümeye başladığında benim yapacağım hiçbir şey kalmadı, onların ardından içeriye geçip kocamın yanında oturdum.

Herkes çayını alırken ben de uzanıp sütümü aldım ve ufak ufak içmeye başladım, çay demir eksikliğine sebep olabiliyormuş; üstelik canım süt çekmişken süt içmem daha faydalı olurdu. Hazer elini sırtıma götürüp benimle karnıma bakarken, "Ee?" dedi annem. "Bizi neden topladınız buraya yavrum?"

Hazer bakışlarımı fark edince başını salladı, sabırsız gözlerime gülümseyip sırtımı hafifçe okşadı. Ondan güç aldım, aslında güç almam gereken bir durum da değildi ama heyecanlanmıştım. Hayattaki en yakın arkadaşıma bakarken onun parmağını tatlının sosuna batırdığını ve Asaf'a uzattığını gördüm. Haliyle tatlıyı yediremezdi, yalnız sosun tadını diline dokunduruyordu çok azıcık. Anne olmak böyle bir şeydi demek ki… Onun salyalı ağzından bile iğrenmemek, onun için uykusuz kalırken gocunmamak, ona bakarken dünyadaki daha gerçek bir sevgiyle ödüllendirilmek…

"Ben hamileyim."

Bu cümlenin coşkuyla dudaklarımdan çıktığını, etrafım sessizleşince fark ettim ve gözlerimi Asaf'ın minik ağzından çekerek sırasıyla yüzlerine baktım. Beklediğim şaşkınlıkla herkes birbirine baktı, ardından gülümseyerek bana döndüler. Utangaç şekilde kıkırdayıp elimi dudaklarıma yasladığımda Hazer eğilip muhtemelen çoktan pembeleşmiş yanağımdan öptü ve konuklarımıza dönerek, "Evet," dedi, sonra annesine sevgiyle baktı. "Evlat sahibi oluyoruz."

Bahar Anne’nin gözleri mutlulukla dolarken koltuktan kalktı ve yanımıza gelip bana doğru eğildi, heyecanla yanaklarımdan öperken, "İnanamıyorum," dedi neşeyle. "Çok... Bebeklerim, sizin adınıza çok mutlu oldum."

Hazer kalkıp annesinin elini öpünce benim de öyle yapmam gerekiyormuş gibi hissettim ama Bahar Anne buna izin vermeden beni kucaklayınca, "Biz de çok mutlu olduk anneciğim," dedim.

"Mila..." Gazel'in sesiyle bakışlarımı diğer koltuğa çevirdim, gözlerini kocaman açmıştı ve Asaf'ı tutan elleri titriyordu. Yana dönüp bebeği koltuğa bıraktı ve gelip bana sarılınca onu sımsıkı kucakladım. Yaşadığım her şeye şahit olduğu için diğer herkesten ayrı şekilde mutlu olmuştu bu habere. "Anne oluyoruz!"

Behram mırıldandı. "Gazel, sen zaten oldun."

Ayrılıp Gazel'in dolu gözlerine baktım, ellerini yanaklarıma koyması karşısında utandım. Neşeli bir böceğe dönüşmüştü. "Çok çok sevindim Safir! Ben beklersiniz sanıyordum, sürpriz oldu ama harika bir sürpriz! Beraber âşık olduk, neredeyse beraber evlendik ve aynı zamanlarda bebek yaptık!" Uzaklaşıp neşeyle Hazer'e baktı ve bir anda onun da boynuna atlayıp sarıldı. "Benden sonra Safir'in başına gelmiş en güzel şeysin."

Hazer bana göz kırpıp Gazel'in sırtını sıvazladı. "Sıralamada bir hata yaptın ama teşekkür ederim."

Gazel ondan uzaklaşıp bir daha boynuma atlayınca, "Bebeğimi ezme," dedi Hazer ve kendisine yaklaşan Behram'a döndü. Kerem haberi herkesten önce aldığı için tasasızca tatlısını yiyor, Leyla sevinçle bana bakıyordu.

Behram'ın, Hazer'in suratını tutup yanaklarından öptüğünü görünce sırıttım, Hazer utanmış gibi görününceyse kıkırdadım. Behram uzaklaşıp sakin bir mutlulukla onun omzunu sıvazladı. "Harika bir baba olacaksın."

Hazer'in bunu duymaya ihtiyacı varmış gibi daha da neşelendiğini gördüm, ben yerime otururken Behram'a takdir edilmiş bir öğrenci gibi teşekkür etti ve Behram buna sırıtırken, "Bir bayılaydın keşke," dedi Kerem. "İmam bayıldı şakası yapardım sana. Ahahahah."

Hazer, Behram ve Gazel'in bakışları bana döndü. O şakayı ben yapmıştım.

"İçim içime sığmıyor çocuklarım." Gazel'le Behram yerlerine geçip küçük küçük ağlamaya başlayan Asaf'ı kucaklarken Hazer de yanıma oturup annesine göz kırptı. "Torun sahibi oluyorsun."

Bahar annem gözyaşlarını mendille sildi. "Umarım çok mutlu olursunuz çocuklarım, sağlığı ve bereketiyle dünyaya gelsin benim biriciğim."

Annemin elini sıkıp başımı ileriye çevirdim, Mustafa'nın henüz tepki vermediğini fark etmiştim. Halının üzerinde bağdaş kurmuş, çekingen şekilde karnıma bakıyordu. Onun olaylara bizden farklı şekillerde tepkiler vermesi hiç yabancı değildi, onu artık tanıyordum. Hazer kolunu sırtıma dolayıp elini karnıma ulaştırınca bebeğimizi beraber koruyormuş gibi hissettim.

Mustafa'ya göz kırpıp, "Gel, yeğenine dokun," dediğimde kararsız kalıp abisine baktı ve ardından kalkıp geldi. Biz elimizi çektik, o dokundu. Şişmiş görünen, çekik gözleri meraklı parıltılarla doluydu. "Kız mı erkek mi?"

"İlerideki haftalarda öğreneceğiz abiciğim."

Bahar Anne karnıma bir şeyleri çözmek istiyormuş gibi bakarak, "Bence erkek," dedi.

"Kızdır o," dedi Kerem.

Bahar Anne, Kerem'le erkek olduğu konusunda iddialaşmaya devam ederken Mustafa Kemal de karnımı gıdıklayıp, "Acaba gıdıklanmış mıdır?" diye sordu.

Ona kahkaha atıp sarıldım, yanağımı saçlarına sürtünce bunalıp beni itti, Leo'nun yanına döndü. Hazer beni kendisine çekti, saçlarımı elleriyle taradı. Parmakları saçlarımın bir dalgasına takılıp aşağıya inemeyince de gülümsedi; onun bana nereden buldum bu güzel kızı der gibi gülümsemesini seviyordum. Parmağını, acıtmaktan korkarak o dalganın arasından çekerek, "Bu gece saçlarını tarayalım balerinim," dedi.

O gece uyumadan önce saçlarımı özenle taradı.

Gebeliğin On Altıncı Haftası

"Mila, bu üçüncü dürümün."

Masaya baktım. "Ayranını ben içebilir miyim?"

Hazer önündeki ayrana bakıp başını salladığında kibarca gülümseyip ayranı çektim ve dudaklarımı pipete yaslayıp uzun bir yudum aldım. İkinci ayranım az önce bitmişti. Ayran, ağzımdaki lokmayı yutmama kolaylık sağladığında rahatlayıp bir daha elimdeki dürümü ısırdım. O kadar aç hissediyordum ki sanırım bir tane daha yiyecektim.

"Aşkım sürekli buraya gelelim," dedim dudaklarımı büzerek.

Hazer bir elimdeki dürüme bir de şişkin yanaklarıma bakarak gülümsemeye çalıştı. "Şimdi yanlış anlama aşkım ama dışarıdan yemek o kadar da sağlıklı değil, ben sana evimizde yaparım."

"Ben zaten doğal besleniyorum, arada kaçamak yapabilirim," dedim omuzlarımı silkerek ve gözlerimi çevirip ortaya söylediğimiz patates tabağına bakınca bittiğini gördüm. Gözlerim doldu. "Patatesleri bitirmişsin..."

"Ne?" Hazer tabağa şöyle bir baktı. "Hepsini sen yedin."

"İmkânı yok," dedim omuzlarımı silkerek. "Bitirdin patateslerimi, bana yenisini söyler misin?"

Hazer, gözlerini yol üzerinde çok acıktığımız için girdiğimiz loş kafede dolaştırıp kafasını iki yana salladı. "Hadi, kalkalım. Randevumuza geç kalacağız."

"Randevumuza geç kalmayız... Yoksa sen, bebeğimi umursamadığımı mı ima etmeye çalışıyorsun?" Hazer birkaç saniye gözlerimin içine düz düz bakınca gücenmiş şekilde dürümümü yemeye devam ettim. Parmağıma bulaşan sosu yalarken Hazer'in dik dik bakmaya devam ettiğini görüp masanın altından ayağına vurdum. "Bana öyle bakma, bebeğimizin karnını doyuruyorum."

"Suçu bebeğimize atıp durma Mila." Bana göz kırptı.

Nazlı nazlı omuzlarımı silkip patates tabağına bakmaya başladığımda Hazer bir garsonu kibarca çağırdı ve yeni bir kızartma tabağı istedi. Doktor randevumuz için Hazer işten gelip beni de okuldan almıştı, aslında okulda bir şeyler yemiştim ama yolda o kadar çok dükkân görmüştüm ki acıktığımı söylemiştim ve buraya girmiştik. Daha paltomu bile çıkarmadan söylediğimiz yemekleri yemeye başlamıştık, bebeğim açsa onu elbette doyuracaktım. Üstelik doktorum canımın çektiklerini, asgari ölçüde yiyebileceğimi söylemişti.

"Patatesiniz."

"Gracias..." Sıcak patateslere uzandım ve onları dudaklarıma götürürken Hazer'in kısık gülüşünü duydum. Son iki haftadır her nedense ben yemek yerken çok gülüyordu oysaki gülünecek bir şey de görmüyordum.

Bir patates daha alıp onun dudaklarına götürdüğümde, "Doydum karım, sen ye," dedi.

"Hadi..."

Dudaklarını açıp patatesi, parmaklarımla kapınca kıkırdayarak diğer elimdeki dürümümü yedim. Hazer hayretle bir daha güldü. "Benimle ilgilenirken bile yemeğini bırakamıyorsun..."

"Bir tane de lahmacun yiyebilir miyim? Az önceki garsonun tepsisinde gördüm..."

Hazer içini çekip arkasına yaslanınca kendi ağzıma da bir patates attım, sıcak ve çıtır çıtırdı. Hazer bordo kazağının kollarını dirseklerinden indirip ensesini kaşırken o kazağının gözlerinin renginden ötürü ona nasıl da çok yakıştığını düşündüm.

"Lahmacun söylüyorum," dedi kocam, bileğindeki siyah kayışlı saate bakarken.

"Hazer, saçmalama! Üç tane dürüm yedim." Bu adam da kilo alayım istiyordu herhalde.

"Peki karım, peki..."

Ona tebessüm edip dürümün son lokmasını ağzıma attım, kalan ayranı da içtim. Hazer peçeteyi uzatıp dudaklarımın kenarını sildiğinde, "Gracias," diye şakıdım, doyduğum için mutluydum.

"Tatlı da yemek ister misin?"

İlgisini memnuniyetle karşılayıp, "Dönüşte," diye fısıldadım. "Künefe istiyorum."

Hazer garsona hesabı istediğimizi belirten bir işaret yapınca kenardaki ıslak mendillerden birini aldım, ellerimi sildim. Hesap gelince Hazer bol bir bahşiş bırakıp bana sırıttı. "Garsonu çok yordun..."

"Aşk olsun ama Hazer..."

Kalktığımda siyah paltosunu aldı, üzerine geçirdi. Uzanıp düğmelerini iliklerken yanağından öptüm, bir günde onu yirmiden fazla kez öptüğümü söylesem yalan olmazdı. Abartılı bir sevgi hissediyordum, bunu temas ve dokunuşlarla da gösteriyordum. 

Mekândan çıktığımızda Hazer kolunu uzattı tutunmam için. Elimle kolunun üzerinden tutup arabamıza ilerlerken, "Sana anlattığım arkadaşlarım vardı ya," dedim, Kuzey ve Peri'den bahsederek. "Bugün Peri söyledi, sevgili olmuşlar."

"O çocuk kızı üzer."

"Aşkım, belki öyle olmaz."

"Peri masalı," dedi arabanın kapısını benim için açarak. "Kadınlara nasıl davranması gerektiğini bilmeyen erkekler o kadını günün sonunda bir şekilde üzer."

Araba çalışmaya başladığında beremi çıkarıp elimin üzerinde erimeye başlayan karları izledim. Hastaneye gidiyorduk, doktoruma. Bu, hamile olduğumu öğrendikten sonraki ikinci gidişimizdi ve on altıncı haftaya girdiğimiz için cinsiyetini öğreneceğini umuyordum. Elimi karnımda dolaştırıp bebeğimi yoklarken, "Hâlâ ilk tekmesini atmadı," diye fısıldadım.

"Belki çok hanımefendi bir kızdır."

Gülümseyip hafif göbeğime sarıldım. "Artık cinsiyeti hiç fark etmiyor sevgilim, o yalnızca dünyaya gelsin yeter."

"Yaz bebeği olacak Mila."

"Onu karnımda taşımaya çok alıştım, içimde olmasına da. Doğduğunda yanımdan asla ayıramam."

"Onu karnında taşıyorsun, çoktan onunla bağ kurdun, beni tanımıyor..."

Bebeğimiz tekme atmıyordu ama kendini nadiren hissettiriyordu. Hazer karnımı okşadığı anlarda bebeğimizin kendini güvende hissettiğinden emindim. "Bizi sevdiğini, güvende tuttuğunu o da hissediyor aşkım, gözlerini açtığında babasını kalben hissedecek. ‘Bak seni hep seven, güvende tutan o adam,’ diyeceğim ona..." Hazer gülümseyip elimi tuttu, dudaklarına götürürken kalbimi yeniden hızlandırdı.

Arabamız hastanenin önünde durunca dışarıya çıktık ve  asansördü kullanırken heyecanla gülüp durduj. Randevumuz olan doktorun katına geldik, birkaç dakika ekranda ismimin yanmasını bekledik. Bu sırada Hazer dışarıda geçirdiğimiz bir dakikada üşüyen ellerimi öperek ısıtmaya çalıştı.

"Seni çok seviyorum."

Etrafımıza baktım ve uzanıp dudağından küçücük öptüm. "Ben de seni Hazer."

İsmim ekranda görününce içeriye girdik, Hazer'in elleri heyecandan buz kesmeye başlamıştı. Daha önce de beni muayene eden Yeşim Hanım her ikimizle de el sıkışıp nasıl olduğumuzu sordu.

"Gelin, bakalım bebeğimize."

Çantamı Hazer'e verdim, paltomu da. Onları alıp kenara bırakırken göbeğime hafifçe gülümsedi. Muayene yatağına geçip uzandığımda doktor da koltuğuna oturup ekranı açtı. Hazer ellerini belinin iki yanına koyarak sabırsızca ekrana bakarken bluzumu yukarıya sıyırıp karnımı açtım.

"Göbeğiniz çıkmış," dedi doktorumuz.

"Oysaki çok da yemiyorum..."

Hazer'den bir ses çıkınca dönüp baktım ama hiç gülmemiş gibi gözlerini kısıp monitöre bakmaya devam edince ben de monitöre döndüm. Doktor, daha önce de kullandığı beyaz bir aleti karnımda bir jelle beraber yumuşakça gezdirirken Hazer yaklaşıp ekrana baktı.

"Göremiyorum."

"Burada," diyerek monitöre dokunduğunda Hazer’le aynı anda kafalarımızı ileriye uzattık, daha önce gördüğümüz o silueti daha belirgin şekilde görünce elimi açılan ağzıma kapattım. Tanrım... İlk kez bu kadar belirgindi, küçücüktü ama bedeni oluşmuştu. Yanılmıyorsam kendisine doğru çektiği ufacık bacaklarıydı...

"Aman Tanrım, Hazer..."

"Görüyorum Mila," dedi Hazer, büyülenmiş bir sesle.

"Geçen sefere göre ne kadar büyümüş, gelişimi çok aktif ve sağlıklı."

Sağlıklı... İyi... Böyle göreceğimizi düşünmemiştim, bu kadar büyümüş olacağını da. Evet, hamileydim, onu hissetmiştim ama bu şekilde görmek inanılmaz bir duygu olmuştu. O kelebeklerle aylardır yaşıyordum ama hepsi birbirinden renkli ve mutluydu artık, içimde onlarca kanat ağırlığı vardı. Hazer ne kadar duygusallaştığımı fark etti ve doğrulan başımı karnına yaslayarak saçlarımı tuttu. "Sakinleş bebeğim..."

"Hıçkırarak ağlamamak için zor tutuyorum kendimi..."

"Çok normal duygularınız. Sevildiğini bebeğiniz de hissediyordur."

Hazer'in nefes alıp verişinin hızlandığını gördüm. "Orada sıkılıyor mu acaba?" diye fısıldadı, heyecanlı bir sesle.

Doktor güldü. "Keyifli görünüyor... Bu kez saklanmıyor."

Doktorun uzattığı mendili alıp karnımı silerken sabırsız bir soluk aldım. "Bu kez saklanmıyorsa... Cinsiyetini öğrenebilir miyiz?"

"Evet."

"Öğrenebilir miyiz?" dedi Hazer Han, başını eğip gözlerime bakarken. "İstiyoruz değil mi Mila?"

"Si, si."

Doktor elindeki aleti kenara bırakıp bir reçete kâğıdına uzanırken, "Bir kızınız oluyor," dedi. Bir kızımız olacağını duymayı bekliyormuş gibi Hazer’le aynı anda birbirimize döndük, nedense buna şaşırmadık, çok önceden böyle olacağını hissetmiştik. Bana gece yarısı olduğunu söylemişti, bu kışın ortasında doğan güneş de kış güneşi miydi? Ya da ağustos ayında doğduğunda ona yaz güneşi diyebilir miydim? Babası bana öyle diyordu. "Hanımefendiye bir daha hoş geldin diyebilirsiniz."

Hoş geldin meleğim, kelebeğim, kışın güneşi, baharın çiçeği.

 

 BÖLÜM SONU.