10. BÖLÜM
Keyifli okumalar. 🤍
10.BÖLÜM
Aşk... Yine A ile başlayan bir kelimeye çok yakınmış, dudaklarının dokunuşu bana o kelimeyi anımsatmıştı. Neydi neydi... O beni dudaklarımdan öperken hatırlayamıyordum ama a harfi ile başladığına emindim. Dur, beni öpmeyi bırak, o kelimeyi hatırlamam gerek.
O kelime...
Ateş! Evet, ateş.
Aşk a harfiyle başlayan bu ateş kelimesine ne kadar da yakındı.
Bir insanın diğerini dudaklarından bu şekilde öpmesinin uygun olup olmadığını dahi bilmiyordum ama içgüdülerim bunun doğru olduğunu hissettiriyordu. Yüzüm hâlâ ıslaktı, onun dudakları da. Saçlarımı avuçlamış, beni ağaç gövdesine sertçe bastırarak, hiç ara vermeden öpüyordu. Nasıl yapacağımı bilmiyordum, bu öpücüğe nasıl katkı sağlayacağımı da ama devam etmesini istiyordum. Bu yüzden dudaklarımı minik minik hareket ettirdim, bir yandan da nefes almaya çalıştım.
Nefes almak için açtığım ağzımda onun dilini hissettim.
Omuzlarına yapışan ellerim onu sımsıkı tutarken, Victor çenemi az daha yukarıya itti ve dudakları baskıcı bir hâl aldı. Sıcak, bir miktar tatlıydı dudakları. Ben de onun yaptığının aynısını yapıp üst dudağımla ona sataştığımda, Victor canı yanıyormuş gibi inleyip kendini bacaklarımın içine sürttü. Karnımda manasını bilemediğim bir duygu büyüdü ve dudaklarım onun dudaklarında hissettiğim şeyi sevdi.
Göz kapaklarım tamamen aşağıya düştüğünde başımın fena halde dönmeye başladığını hissettim. Güneşin ışıkları kirpiklerim arasındaki minik boşluktan içeriye girerken, Victor'un dudağı alt dudağımı işgal etti. Yoğun, devamlı, zaman bırakmadan, nefesimi içine çekerek öpüyordu beni. Saçlarımı okşuyor, çenemi sıkıyor, başını bir sola bir sağa doğru yatırıyordu.
Boğazının derinliğinden o inildeme sesi bir daha çıkınca dudaklarımı geriye çekecek oldum ama Victor rıza göstermedi. Geriye doğru çektiğim dudaklarıma adeta saldırıp sert biçimde, soluksuzca öptü. Dilini, alt dudağıma hafif hafif sürtünen dişlerini, dilinin ucuyla ağzımda dolaştığı her anı hissediyordum. Duygularım ilk kez böylesine canlı, tetikteydi. Hücrelerimde bana yaptığı her şeyi hissediyordum. Ellerimle omuzlarını daha sıkı kavrayıp ben de dilimi çekingen şekilde onun diline sürttüğümde, Victor daha uzun inledi ve bir anda kendisini geriye çekti.
Bocalamış vaziyette, bir karış açılmış cehennem kadar sıcak gözlerimle onun sert yüzüne bakmaya başladım.
Elini dudağına götürüp nefes nefese soludu. "Aşk bu."
Kalbim sıkışmıştı. Düzenli, normal nefes alamıyordum. Şaşkına uğramıştım, beni habersizce öpmesinin yanlış olduğunu seziyordum ama bir yandan bunun devam etmesini de istiyordum. Sırtımı ağacın gövdesinden kaldırıp ona doğru bir adım gittiğimde, Victor kapkara gözleriyle beni takip etti ve kafamın ileriye uzandığını görünce bir daha inleyip başını eğdi, dudaklarımı sertçe ele geçirdi.
Dudaklarımız ilk seferinde olduğu gibi yoğun, ısrarcı biçimde birbirine sataştı ve Victor elini belime koyup beni kendisine yasladı. Hoş bir duyguydu, sanırsınız onu öptükçe vücudum hafifliyordu, içim yumuşacık bir hisle doluyordu. Gözlerim tekrar kapanmıştı, onun da beni öperken gözlerini yumduğunu görmüştüm. Kollarım onun boynuna dolandığında, Victor başını az sola eğdi ve alt dudağımı yumuşakça ısırdı.
Bu duygunun hoşluğu dudaklarımdan bir mırıltı çıkarmamıs sağladı. Adeta ayaklarım yerden yükselmişti, derimin her yerinde o ateşi hissediyordum. Ufalmış, tükenmiş, onun dudaklarının değdiği yer kadar olmuştum. Kainatta bundan başka bir duygu yokmuş gibi, bu bir daha yaşanmayacakmış gibi dudaklarımla bulduğum her yerini, dudaklarının altını üstünü öptüm.
"Durmamız gerek," diyerek dudaklarını geriye kaçırıp çeneme yasladığında, göz kapaklarımı yavaşça açtım. Derhal onun koyu, parlak gözlerini gördüm. Sıcacık dudakları nefesiyle beraber çenemdeydi ve benim de perişan haldeki kesik soluklarım onun çehresine çarpıyordu.
"Aşk," dedim. Bu kelimenin manasını artık biliyordum.
"Aşk," dedi, vücudunu geriye çekerek.
Gidecek sandım, uzaklaşacak sandım. Pek korkmam, kimseye muhtaç hissetmem ama o an bu sıcaklığı bırakmayı hiç istemedim. Bu sebeptendir ki o bir adım daha geriye gidemeden kollarından tuttum, başımı hızla göğsüne yaslayıp onu sıkıca tuttum. Gövdesi taş kadar da sertti, bu da neyin nesiydi? Kalbinin mi sesiydi?
"Gel böyle," diyerek beni göğsüne biraz daha çekti ve sarıldı. "Öğrendin mi şimdi aşkı?"
"Hıhı," diyerek kollarımı koltuk altlarından geçirdim ve ellerimi sırtında birleştirdim. Yanağımla göğsünü eşeleyip gözlerimi bir daha yumdum. "Aşk Victor'u öpmekmiş."
Bir yorum da bulunmadan yüzünü halen daha ıslak olan saçlarıma yasladı ve bir müddet öyle kaldı. Aslında kendimden ona vurmayı beklemiştim. Koşarak eve gitmeyi, okumu almayı, dönüp onu kalbinden vurmayı... Lakin kalbine sarılmak daha cazip gelmişti. Aşk hissinden olmalıydı.
"Seni her gün görmeye gelebilir miyim?" diye sordu, dudakları ıslak saçlarıma sıcak bir ağırlık bırakırken.
Her gün Victor'u görmek... Yalnızca çok şefkatli bir Tanrı kalbimden geçen bu isteği gerçek kılardı. Başımı yavaşça salladım. "Gel. Atını da getir. Çok güzel bir atın var. Geçen gece Victor'dan kaçsın bana gelsin diye Tanrı'ya dua ettim ama görünen o ki kabul etmedi."
Başımın yaslı olduğu göğsü hareket etti. Öğrenmiştim. Bu güldüğünün işaretiydi, gülüşünün sesi gelmeden önce göğsü hareket ediyordu. Bana, atını istediğim için kızmadı, saçlarımı okşayıp geriye çıktı ve elimden tuttu. Saçımı kulağımın arkasına koydum ve elini tutup onunla kaldığım yerden yürürken, unuttuğum geyiğimi hatırlayıp arkama baktım.
Sinirli sinirli bana bakıyordu.
"Gözlerini oyarım," dedim ona ve önüme döndüğümde, Victor'un bana baktığını gördüm. "Hımm," diyerek incecik bir sesle konuştuğumda çehremin bölgelerine ayrı ayrı baktı, sonra dudaklarımı izleyip elini kaldırdı. Nasıl güvendiysem elinin yaklaşmasına hiç endişe etmedim. Parmak uçlarıyla önce yüzümün kenarlarını, sonra sızı hissettiğim sıcak dudaklarımı okşayıp tek kelam etmeden önüne döndü.
Aşk öpmekse, Victor beni öptüyse, aşk onu benimle bulmuştu demek ki.
Gülümseyip parmaklarımla çekingen şekilde eline vurdum. Hafif hafif temas edip, nasıl bir şey olduğunu derinlerime dek hissettim. Bu duyguyu sevmiştim, acaba sürekli arar mıydım? Victor eline eziyet etmeme rağmen elini geriye çekmedi, beni ormanın derinliklerine, büyülü renkli ağaçların olduğu yere sürükledi.
Mantarların üzerindeki küçük peri böceklerine bakarak bir başka geyiğin yanından geçtiğimizde, "Hani?" dedim kızgınca. "Hani benim kelebeklerim?"
"Bulacağım."
"Bulmazsan seni vururum."
Ağacın yukarılarına bakmaya başlamıştı. "Kafiyeli dedin."
Yanımdan geçen peri böceğine gülümsedim. "Kafiye mi? O ne?"
"Kafiye... Benim şiirlerde pek rastladığım bir şey."
Şiir mi? Mektepte bu kelimeyi duymuştum, hatta mektepte bilgi veren adam şiir de okumuştu ama ben de hiç şiir yoktu. Kaşlarımı çattım. "Mektepteki adam bir keresinde şiir okumuştu. Elinde incecik bir kitap vardı, ilk kez büyülerden başka kitap görmüştüm. Ama benim hiç şiirim yok."
"Okuma yazmayı söktün mü?" diye sual etti.
"Ne sandın haydut, tabii ki! Bilgisiz miyim ben!"
Ona kızmama pek aldırış etmeden başını ileriye çevirdi ve aheste aheste uçan bir kuşu gözüne kestirdi. Rengi mavi bir kelebekti, oldukça da büyüktü. Victor elimi bırakınca bir an nedenini bilemediğim şekilde telaşa düştüm. Bize doğru kanat çırpan kelebeğe doğru yaklaştı ve bir anda onu avucunun içine aldı. Gülümseyip parmağımı çeneme vurdum. "Bir tane daha yakalaman gerekiyor."
Elindeki kelebekle beraber bana döndü. "Bir tane de sözleşmiştik Hare."
"Bir öpücük bir kelebek, iki öpücük iki kelebek."
Dudaklarıma yana yana bakmaya başladı.
Sonrasında başını sallayıp önüne dönünce ben de geyiğime ilerledim. Boynuzlarını birbirine vurmaya çalıştım. "Sen kelebekleri ancak yiyorsun, Victor bana kelebek veriyor."
Boynuzlarıyla beni geriye itti.
Kalçamın üzerinde geriye düşünce ona bağırdım. "Siktir gitin oğlu! Ne istiyorsun, kalbinden mi vurayım seni."
"Şu hayvanlara eziyet etme," dedi Victor, başını eğip kısık gözlerle bana bakarken. Omuzlarımı silktim ve hayduta tek kelam etmeden yerden kalktım. Toz olan ellerimi ovuşturarak sildim ve geyiğe tekme atıyordum ki, Victor beni kolumdan tutup bir ağacın yanına çekti. "Şu kelebeği görüyor musun?"
Güneşte ısınan saçlarımı gözüm önünden çekip gösterdiği yere baktım. Beyaz bir kelebek, yeşil sarmaşığın üzerine konmuştu. "Alabilir misin?" diye fısıldadım.
Bana dönüp, "Avuçlarını aç," dediğinde derhal ellerimi kaldırdım. Ellerini, avuçlarımın üstüne kadar getirdi ve parmaklarını çözdü. Mavi kelebek havada uçuşup ellerime düştü. Hemen avucumu kapattım. "Nefessiz bırakma, ölür," dedi.
"Aptal mıyım ben?"
Ciddiye alınmadığımı onun kafasını çevirmesiyle anladım. Yanaklarımı şişirip onun yavaşça kelebeğe yaklaşmasını izledim. Bu kez kelebeği avuçlarına hapsetmedi, onun eline uçuşmasını bekledi. Kelebek sarmaşığın üzerinden hafifçe uçuştu, Victor'un parmağının kenarına kondu. Victor onu ürkütmeden elini kaldırınca kelebek parmağından kalktı, gidecek diye üzüldüm ama gelip yüzüme kondu. Seslice gülüp elimi kelebeğe götürürken, Victor bana gözünü kırptı. Kelebeği elime alıp avucuma kapattım.
"İki öpücük iki kelebek," dedi Victor.
"Evet Victor."
Elini başıma koyup kurumaya başlayan saçlarımı okşadı.
Kafamı öne çevirdim, eve gidip kelebeklerimi camın içine koymam gerekiyordu. Bunlarla beraber üç kelebeğim olacaktı. "Eve gitmem gerekiyor," dedim Victor'a. "Kelebeklerimi koyacağım, yoksa uçup giderler."
Victor durunca ben de ormanın içinde, güneşin altında durdum. Çenemden tutup yüzümü kaldırdığında, hayranlık duyduğunu söylediği al gözlerimle ona baktım. Kelebeklerim olmasa hava kararıncaya kadar onunlan kalırdım, çünkü ben gözlerim kapalıyken bile zaten Victor'u görüyordum. Bana yaklaşıp yarısı çıplak olan gerdanını memelerime doğru yasladı. "Seni bırakayım."
Hii, katiyen olmazdı! Cadı Victor'u görürse bana kızardı, üstelik tepesi atıp da Victor evime gelirse cadı bana korkunç büyüler yapabilirdi. Alt dudağımı ısırdım. "Bunak kızar bana. Hep erkeklerden uzak durmamı söylerdi. Lafını dinlemediğimi görünce büyü karıştırır Victor!" Gözlerim korkuyla büyüdü. "Ya seninle bir daha görüşemeyeyim diye büyü yaparsa?"
"Koca karı işleri," dedi ve beni dinlemeden, kolumdan tutup yürümeye koyuldu. "Evine girmeyeceğim Hare, nerede yaşadığın öğreneceğim."
"Kafana esip gelirsen, cadı öğrenir. Anlamıyorsun! O kızınca essahtan kızar."
"Hare," dedi sakince. Dönüp baktı çehreme. "Nerede yaşadığını görmem gerekiyor. Ben kendimi biliyorum, seni görmek isteyeceğim. Bu yüzden evinin nerede olacağını öğreneceğim."
Ayağımı yere vurdum. "Sen nerede yaşadığını niye söylemiyorsun!"
"Ben haydutum," dediğinde, unutmayı istediğim bu bilgiyi hatırlayıp öfke duydum. "Dağ başında, bir çadırda yaşıyorum."
Tabi ya, haydutlar başka nerede yaşardı ki? Çadırda nasıl yaşıyordu? İnsan yaşantısını o şekilde sürdürürken nasıl zorlanmazdı? Omuzlarım alçaldı. "Kiminlen yaşıyorsun?"
"Elvisle kalıyorum. Öyle herkesle samimiyet kuramam ben. Elvis'i tanıyorsun?"
"Hı evet, şu kızı götüren haydut."
Bir saniye durup başını bana çevirdi, dişleri göründü. Komik mi puşt? "Ne kızı?"
"Arkadaşların çok terbiyesiz," dedim ve daha ağzımı açmadan yürümeye devam ettim. Elinden tutamadığım için o gerimizde kalmıştı, o sırada geyiğim ıksırdı. Dönüp bakınca boynuzlarını Victor'a vurduğunu gördüm. Haydut pek etkilenmemiş gibi yanımda yürümeye devam ediyordu.
"Elvis o kıza aşık," dediğinde başımı tekrar çevirdim. Elvis ve o kız çıplak kalmıştı, aşk soyunmak mıydı ki? Soyunmak... Öpmek daha güzeldi, soyunmak çok rahatsız hissettiriyordu. Bence aşk öpmek olmasıydı, soyunmak değil. Tabi çok da anlamadığım için sükutumu bozmadım, zehirli mantarların yanından geçip evime yürüdüm.
Ağaç yapraklarını elimin tersiyle ittiğimde sarmaşıklar içerisindeki evim göründü ve Victor'un ayakları da benimle beraber durdu. Dar, kestirme ve gizli bir geçitten getirmiştim onu eve. Başını kaldırıp büyük, sarmaşıklar içindeki, cadı köşküne baktı. "Buraya gelirken bazı ağaçların üzerinde kırmızı lekeler gördüm," dedi bana.
Anlamıştı herhalde. "Bu kestirme yolu keşfedince, kaybetmeyeyim diye ağaçlara işaret bıraktım."
"Tilki," dedi bana.
Elbisemle sarmalanmış vücudumu ağacın arkasına sakladım. Cadı camlardan bakarsa görürdü. Gitme vaktiydi, üstelik kelebeklerim ölür diye de korkuyordum. Başımı Victor'a çevirip, "Gitmeliyim," dediğimde başını sakince salladı ama beni hemen bırakmadı. Ellerinin içi yanaklarımla buluştu ve kirpikleri kısılınca kara gözleri küçüldü. "Seni bir daha öpmem için bir kelebek mi vermem gerekiyor?"
Başımı keskin bir şekilde salladım.
Dudakları seğirdi, gülümseyince dişlerinin ucu göründü. Gözlerimi boynundan aşağısına, kara tenine çevirip göğsüne baktım. Victor yüzünü eğdi ve yanağıma sıcak öpücük bıraktı. Yutkunup hızlı nefes almaya başladığımda geriye çekilip, "Borcum olsun," dedi.
Elimi yanağıma götürüp sükut içinde ona baktığımda, alt dudağımı okşayıp geriledi ve kılıcını elinde çevirerek arkasını döndü. Gözden kaybolmadan önce tam üç kez dönüp bana baktı, işaretlediğim kırmızı ağaçların arasından ilerledi. Onu göremez olduğumda elimi yanağımdan çektim, geyiğime gülümseyip cadının şatosuna ilerledim.
Bunağa çok kızgındım ama gerçeği öğrendiğimi söylersem nereden öğrendiğimi sorardı.
Evin tahta kapısını çaldım ve içeriden sesler geldi. Cadıya karşı olan öfkemi belli etmemeliydim, yüzüme bir gülücük koydum ve kapı açıldığında cadının çatık kaşlarıyla karşılaştım. Beni baştan aşağıya süzdü. "Yıkanmaya mı gittin?"
"Evet bunak," deyip ıslak eteğimi gösterdim.
İçeriye girdim ve bunak kapıyı kapatıp geri çekilirken, "Yıkanmışsın ama daha pasaklı görünüyorsun," dedi.
Tam ona ağzıma geleni söylüyordum ki, sedirin üzerinde oturan bir kız gördüm.
Başını kaldırmış, düşünceli gözlerle hem bana hem de bunağa bakıyordu. Üzerinde hiç sahip olamayacağım kadar harika, kat kat olan elbisesi, rugan ayakkabıları vardı. Benimkinden daha güzel, temiz duran saçları omuzlarında salınıyordu ve oldukça hanımefendi, kibar bir vaziyette oturuyordu. Teni berraktı, ben ancak yıkanınca böyle ak görünüyordum. Gözleri yabancı ve manalı bakıyordu, bir adım daha attığımda harelerinin gün ışığına benzediğini gördüm.
"Bunak?" dedim şaşkınca.
Bunakta başını çevirip sedirde bir prenses gibi oturan kıza baktı. "Yolunu kaybetmiş," dedi.
Yaa. Bir yabancıyla ikinci kez tanışacaktım, pek heyecanlanmıştım. Islak saçlarımı omuzlarıma attım ve büyücü kadın mutfağa, muhtemelen kazandaki bir çorba karıştırmaya döndüğünde, ben de onu takip ettim. Dirseğimle cam bardağın üzerindeki incecik tabağı ittim ve derhal avuçlarımdaki kelebekleri geniş bardağa kapattım. Tam içerideki kelebek kaçıyordu ki, üzerini tekrar kapattım. "O kelebekleri öldüreceksin," diyen cadımı kaale almadan eteklerimi tuttum ve mutfaktan çıktım.
Alçak sedirin kenarına oturup karşımdaki güzel kıza, "Merhaba," dediğimde gözlerini üzerimde süzdürüp, "Merhaba," diye fısıldadı. Sonra yüzümün ortasında parlayan kırmızı gözlerime bakmaya başlayınca ağzı bir karış açık kaldı. Hay aksi, o da mı lanetli olduğumu düşünecekti. Derhal, "Ben ucube değilim," dediğimde bakışlarını çekti. "Öyle olduğunu düşünmedim."
O da Victor gibi lanetli kılmamıştı beni. Ona kıyasla pek özensiz, çirkin duruyor olmalıydım. Onun parlak saçları vardı, tertemiz elbisesi, yalnızca onda gördüğüm ayakkabıları. Kulağında bir şey parlıyordu, gerdanında da. Uzanıp güzelleşmek için ben de saçımı düzelttim. "Sen... Ne ediyorsun burada?" Diye sordum.
"Sarayıma giderken yolumu kaybettim," dedi ince bir sesle. Kelimeleri benden daha nizami, hoş şekilde telaffuz ediyordu. Oturuşu bile benden düzgündü. Ben de onun gibi, dizlerimi kırıp oturmaya çalıştım. "Ormanın derinliğinde bu evi bulunca sığınmak istedim."
Saray mı? "Sen prenses misin?"
Başını salladığında tüm bu görünüşünün nedenini anlayıp iç çektim. Ömrümde ilk kez prenses görüyordum, gerçekten de süslü ve ışıltılı görünüyordu. Dönüp mutfağa baktığımda bunağın çorbayı taslara böldüğünü gördüm ve tekrar prensese döndüm. "Sarayına nasıl gideceksin?" diye sordum meraklanarak.
"Yokluğum fark edilecektir," dedi kendinden emin şekilde. Çok korkmuş görünmüyordu, zaten gözlerinde de bir hüzün tortusu vardı. "O vakte kadar burada kalabilir miyim?"
Benimle mi kalacaktı? İlk kez cadıdan başka birisiyle yaşayacaktım. Başımı derhal sallayıp, "Kalabilirsin," dediğimde, beyaz, kat kat eteğini düzeltip gülümsedi. "Mersi."
Dikkatli şekilde bu prensesi süzerken, "Zaten biraz dinlenmem iyi olur," dedi memnun şekilde. Sırtını sedire yaslayıp ilgiyle cadı şatosunu süzdü. "Babam arzularıma pek saygısız davranıyor, istediğim hiçbir şeye rıza göstermiyor. Kızının yokluğu gözüne çarparsa değerimin farkına varır."
En azından seni terk etmiyor.
Kızın gözleri bir daha bana çarpınca, kurumaya başladığından olsa gerek saçlarıma takıldı gözleri. Saçlarımın da gözlerim gibi kırmızı, parlak bir renkte olduğunu görünce gülümsemeye başladı. "Saçların ne kadar güzelmiş."
"Essahtan mı?" dedim, elimi hevesle saçlarıma götürüp.
Prenses, "Tabii," dediğinde gülümseyip saçlarımı parmağıma kıvırdım ve sonra güzel yüzüne, güneş rengindeki gözlerine bakıp, "Adın ne?" diye sual ettim. "Benim ki Hare."
"Hare," diye yineledi ismimi, gözlerime, saçlarıma bakarak. İsmimi beğenmiş gibi dudaklarını kıvırıp bir tebessüm etti. Gülümseyince, gerdanında duran mücevherden daha parlak oluverdi. Zarif elini, incecik parmaklarını bana uzattı. "Ben de Aysima."
BÖLÜM SONU.
Yorumlar yükleniyor...