14. BÖLÜM
Keyifli okumalar. 🤍
14.BÖLÜM
"Saraya yaklaştık, gördün mü?"
Prensesin sesini duydum ve bana tek katkısı gözyaşlarımı silmemi hızlandırmak oldu. Parmaklarım karanlık at arabasının içinde hareket etti, ıslak kirpiklerime değdi.
"Görmedim, bakayım," diyerek, önümdeki örtüyü kenara çektim ve ileriye bakınca Aysima'nın bahsettiği sarayı gördüm. Ta buradan bile oldukça görkemli, büyük görünüyordu. Yokuşun tepesindeydi, etrafında uzun surlar vardı. At nallarının sesinin saraya yaklaşmasıyla beraber ellerinde gaz lambaları olan adamlar saray kapısından dışarıya çıkmıştı.
"Çok büyük," dedim örtüyü bırakarak.
"Tabii ki, burası koca ülkenin sarayı."
At arabası durdu ve surların içindeki iki adam buraya yaklaştı. Aysima örtüyü kaldırıp dışarıya çıktığında başka bir dünyaya adım atıyormuş gibi hissedip aşağıya indim. Başlarındaki sarıklarla yaklaşan iki adam da prensesin önünde hürmetle eğilip, "Hoş geldiğiniz prensesim," dedi.
"Hoş buldum, çekilebilirsiniz."
Adamlar doğrulup yolu açtıklarında Aysima bana dönüp kolumdan nazikçe tuttu ve kendisiyle beraber surların içine çekti. Gece karanlığında saçlarımın ne renkte olduğu görünmüyordu, gözlerimi görmelerine de ben izin vermiyordum. Adamlar arkamızdan gelirken, sarayın kapısı da açıldı ve içeriden bu kez, elbisesinin etekleri yere sürtünen bir kadın çıktı. "Prensesim hoş geldiniz! Çok evham ettik sizin yokluğunuzda! Nasılsınız, sihhatiniz iyi mi?"
"İyi, sen de çekilebilirsin."
Onu takdir ettim, şimdi prenses gibi davranıyordu. Kadın önümüzden çekildiğinde sarayın kapısından da girdik ve önümüzde karanlık lakin mumların yandığı bir yol göründü. "Babam nerede?" diye sordu Aysima, ardından gelen adamlara.
"Bir husus için saraydan ayrıldılar ama giderken sizin için çok kaygılıydı. Hemen dönecektir."
Aysima başını salladı ve önümüzdeki merdiven basamaklarını çıkarken, "Seni odama götüreyim," dedi. Başımı sallayıp çıktığımız basamaklara baktım. Bu kadar gösterişi ilk defa görüyordum, civarıma bakmaktan dönüp Aysima'ya bakamıyordum. Her şey ne müthiş, yeni, parlaktı. Aysima girdiği her yerde büyük saygı ve hürmetle karşılanıyordu. Ayakkabılarım kırmızı halının üzerinde lekeler bırakırken, "Buradan," diyerek beni sol tarafa çevirdi Aysima. "Babamın olmamasına sevindim. Eğer olsaydı kaybolduğum için beni azarlayabilirdi bile. Çok sert bir adamdır."
"Kral olmak kolay olmasa gerek," dedim, onunla beraber derin oymaları olan bir kapı önünde durduğumuzda.
"Prensesim bir arzunuz var mı?" dedi, ardımızdaki kadın.
"Bize güzel yemekler getir," dedi Aysima ve kendi odasının kapısını açtı. Onunla beraber, etrafımı süzerek içeriye girdiğimde Aysima da kapıyı kapattı. Epey büyük bir, essahtan prenseslere layık bir odaydı. Siyah başlı, siyah örtülü geniş bir yatak dikkatimi çekmişti. Ayakkabım ipek halılara değiyordu. Oda, Aysima'nın kendisi yokken bile aydınlıkmış, çünkü mumlar yanıyordu.
"Gel, dinlenmek istiyorsan şu sedire otur," dedi, Aysima, bana gülümseyerek. "Ya da dilersen uyu. Senin için hemen oda hazırlatayım. Çünkü ben uyuyamam, prensi bekleyeceğim."
Tabi, o bir prense sahipti. Onu beklemekte çok haklıydı. Ben de Victor'u beklesem gözüme uyku girmezdi. Fakat şimdi ben nerede uyuyacaktım ki? Evet, bu saray çok güzel, görkemliydi. Lakin kimseyi tanımıyordum, yalnızca Aysima ile aynı odada kalabilirdim. O da evliydi, prensiyle uyuyacaktı. Beni çok güzel bir odaya yerleştirebilirlerdi, belki bununla teselli olabirdim.
Ya bunak, o ne yapıyordu şimdi yalnız başına?
"Hım, seni odaya yerleştireyim mi?" dedi Aysima, ellerimden tutarak. "Sen bana çok iyi arkadaşlık ettin, izin ver ben de sana rahat hissettireyim."
Hımm, ondan her şey isteyebilirdim. Zahmet edip buraya kadar gelmiştim, o halde bu görkemin imkânlarından yararlanabilirdim. Etrafıma bakındım ve ardından, "Hiç yemediğim yemekler yemek istiyorum," dedim. "Benim için getirtir misin?"
"Yanlış yerlerde doğmuşuz, sen prenses olmalıydın," diyerek bana gülümseyip geriye çekildi.
"Ben bu sarayda doğsaydım çoktan kraliçe bile olmuştum," dedim, etrafımı süzerek.
Şen bir kahkaha attı. Sanırsam ki kocasına kavuşacağı için mutluydu. Ne güzeldi. Ben de mutlu olmalıydım, ne güzel o şatonun dışına çıkmıştım. "Birbirinden leziz yemekler getirirler şimdi," dedi Aysima, yatağının başındaki komodine ilerleyip. Kulağındaki bir küpeyi çıkarıp kenara koydu. "Uyumak ister misin?"
Küpesinin diğerini kulağında görememiştim. Kesin düşürmüştü bu kız, nasıl prensesse! Ona, bu sarayın tadını çıkarmadan uyumayacağımı söyleyecektim ki, odanın kapısından küt küt ses gelince Aysima ile birlikte o tarafa döndük. "Girin," dedi Aysima, nazik ve daha az sevecen şekilde.
"Prensesim..." az önceki kadın kapıyı açıp önce Aysima'ya, sonra süzerek bana baktı ve tekrar prensese dönerek gülümsedi. "At arabaları ve ışıklar göründü. Prensimiz saraya ulaştı."
"Tanrım, şükürler olsun!" Aysima büyük bir sevinç ve coşkuyla gülümsedi ve elinin tek bir hareketiyle hizmetliyi gönderip cama doğru koşmaya başladı. Kat kat, güzel elbisesine takıldı. Şapşal bir prenses diye düşündüm ve camın arkasından çekilirken de, "Hay aksi," dedi. "Göremedim, saraya girmiş galiba."
Bana ne, ben de prenses olacağım!
Dudaklarımı büzüp kötü kötü Aysima'ya baktım. Prenses olup Victor'u da prens yapabilir miydim? Hımm, Aysima'yı öldürürsem belki olurdu. Fakat bunun için öldürür müydüm, çok emin değildim. Ya da büyü karıştırabilirdim. Ama tüh, bu büyüyü bilmiyordum. Bunak da öğretmezdi artık.
Odanın kapısı hızlıca açıldığında başımı kaldırdım. İçeriye, prensin girdiğini o an anladım. Üzerinde, görkemli ama kirli kıyafetler vardı. Gözleri, kapıyı açtığı an orada olduğunu biliyormuş gibi Aysima ile buluşmuştu. Aysima kadar genç, ay kadar parlak, uzun boylu bir adamdı. Gözleri, Aysima'yı görür görmez kocaman olmuştu.
Aysima prensesle gözleri buluşur buluşmaz hareket edip ona doğru koşmaya başladı ve prens de odanın içerisine girip ona yaklaştığında kaçınılmaz bir kavuşma gerçekleşti. Aysima kendisini prensin kollarına atar atmaz prens de Aysima'yı kucakladı ve ona, onun ayaklarını yerden keserek sarıldı.
"Prensesim," dedi adam, Aysima'ya, yüzünü onun boynuna gömerek. "Nihayet kavuştum sana."
"Öyle delicesine özledim ki seni..."
Aysima, bahsettiği kadar onu özlemiş olmalı ki ağlayarak sarılıyordu ve ellerini onun ensesinde, saçlarında gezdirerek boynunu kokluyordu. Cadımın bahsini ettiği, erkek ve kadın arasındaki yakınlaşmaydı bunlar, nihayetinde karı kocalardı. Fakat benim burada olmam pek doğru gelmiyordu. Başımı önüme eğerek üzgün şekilde yere bakarken, prensin genzini temizlediğini duydum. "Aysima?" Sesinde şaşkın bir ton vardı. "Bu hanımefendi kim?"
Elbet kör olmadığı için beni görmüştü. Başımı kaldırdığımda prensin gözleriyle bir araya geldim ve onun gözlerinin tıpkı Aysima gibi olduğunu fark ettim. Nazikçe başını eğip beni selamladığında, "Lütfen babama söyleme," dedi prenses. "O benim arkadaşım. Kendisine... ormanda rastladım. Bana arkadaşlık etti, onu saraya getirdim. Babama bahsetme, hizmetlim olacağını söyleyeceğim."
Sanırım kaybolduğunu söylemeyecekti, prensin endişelenmesini istemiyordu. İşlerine karışacak değildim. Prens ikna olarak başını salladı ve ellerini eşinin omuzlarına koyarak, "Peki şimdilik bizi yalnız bırakabilir mi?" Dedi Aysima'nın gözlerine bakarak. "Seni çok özledim."
Hı, kovulmuştum herhalde. O bir prensti, ne derse sanırım emirdi. Ağzımı açmak, çıkmıyorum, diyerek bağırmak istedim ama sonra bunun lüzumsuz olacağını düşündüm. Bu saraya kendi ayaklarımla gelmiştim, adam beni tanımıyordu bile. Aysima başını bana doğru çevirdi ve eşinin kolları arasından çıkıp yanıma yürüdü. Ellerimden tutarken, prenste üzerindeki ceketi çıkarıp yatağın kenarına bıraktı. "Hizmetçilerim seni çok güzel ağırlayacaktır," dedi Aysima. Gözlerinin içinde gülücükler vardı, onu ilk kez bu kadar mesut görüyordum. "Sakın istemekten geriye durma. Tek cümlenle hepsi dilediğin her şeyi getirirler."
Başımı salladım. Bana çok iyi davranıyordu. Sarayına almıştı, arkadaşı olmam için birçok şeyi önüme sürmüştü. Şimdi de belli ki kocasıyla hasret giderecekti. Onun ellerini bırakıp, "Bana güzel elbiseler getirecekler değil mi?" diye sordum emin olmak isteyerek. "Bir gün prensesmiş gibi davranabilir miyim?"
Gülümsedi. "Lütfen."
Çenemi diktim ve yanından yürüyüp odanın kapısına yürüdüm. Kapıyı açıp çıkmadan önce ardıma baktığımda prensesine prense yaklaştığını gördüm, onları mahremiyetleriyle bir arada bırakıp dışarıya çıktığımdaysa Aysima'nın hizmetçisini gördüm.
"Size eşlik edeyim," diyerek yanımda yürümeye başladığında ona müsaade ettim ve etrafımı izleyerek dar koridora girdim. Çok büyüktü burası, bana ormanımı hatırlatıyordu. Bir vakit sonra ahşap, iki taraflı bir kapının önünde durduk. Hizmetli o kapıyı açınca içeriye girdim. Burada da mumlar yanıyordu, köşede bir sedir ve karşısında tahta ayaklı yatak vardı. "Burada dinlenebilirsiniz. Banyo yapmak ister misiniz?"
"Yeni elbiseler istiyorum," dedim, yatağa ilerleyerek otururken. Ellerimi ipek örtünün üzerinde kaydırdım. "Kat kat, ipek bir elbise istiyorum. Kıyafetimi değiştireceğim."
Bir saniye kadar bekleyip, "Peki efendim," dedi ve dışarıya çıkıp kayboldu.
Yatağın etrafında bir tül vardı. Çok büyük ve daha rahattı. Benim yatağımsa küçücüktü. Burada imkânlar çok fazlaydı, kral, prenses ve prens her şeyleri hizmetlilerine yaptırıyorlardı. Ya ben? Essahtan burada mı yaşayacaktım? Alışabilecek miydim? Fakat ben vahşiydim, ormanda yetişmiştim, buraya uyum sağlayamazdım.
Kapı açıldığında az önceki kadın elinde bir elbiseyle döndü ve nazikçe yatağın üzerine bıraktı. "Giyinmenize yardımcı olayım mı?"
"Niye oradan sakata mı benziyorum?" Üç yaşında mıydım ben? Tanrım, bu kadın neyden bahsediyordu? "Çık, ben giyebilirim."
Dizlerini kırıp selam verdi ve arkasını dönüp gitti. Heyecanla arkama döndüm ve elbisenin güzelliğine bakarak üzerimdeki eski elbiseyi çıkardım. Katlayıp yatağın kenarına koyduktan sonra beyaz çamaşırlarım üzerine bu yeşil, ipekten, kat kat elbiseyi giyindim. İpleri göğsümdeydi, o ipleri bağladım ve aynanın karşısına geçip kendime baktım. "Prenses ben olmalıyım. Victor'u da bu saraya getirip prens yapabilirim."
Aklıma koyduğumu yapan birisi olduğum için korktum, bu düşünceyi aklımdan bu yüzden sildim. Etrafımda dönünce elbisemin kumaşı havalandı. Fakat o halde neden tahmin ettiğim kadar mesut değildim Tanrım.
Oflayıp kapıya yürüdüm. Belki güzel yiyecekler beni mutlu edebilirdi. Yatağa yürüyüp uzandım, benim yatağım sırtıma batıyordu lakin bu yumuşaktı. Başımı, ipek kılıfı olan yastığa bırakıp gözlerimi kapatınca bunağın yüzü gözlerimin önüne geliverdi.
Yemeğini yemiş miydi? Bazen dizleri çok ağrırdı, çorbasını ben ısıtır, ona hizmet ederdim.
Ya geyiğim? Benimle oynayamayacaktı, kim bilir ne yapıyordu?
Bu genç kalbim neden böyle huzursuz ve mutsuzdu. Ne güzel, bir saraydaydım, prensesler gibi hürmet görüyordum. Aysima istediğim zaman ormana gidebileceğimi de söylemişti lakin...
"Ya bunağın başına bir dert açılırsa, yalnız başına ne yapar... Ya Victor gelir de beni bulamazsa, üzülür mü?"
Ormanım, geyiğim, kelebeklerim, eflatun ağaçlarım, mantarlarım, lezzetli çileklerim... Tırtıllarım, sincaplarım ve ormanda koşarken hissettiğim huzurum. Hepsine sırt dönmüştüm, ormanım beni bir daha kabul eder miydi?
Pek de uzun sürmediğini düşündüğüm bir vakit geçti. Düşüncelere dalarak uyudum ve uyandığımda yanan şöminenin sesini işittim. Ben uyurken yandığını hatırlamıyordum. Esneyip doğrulunca odada hâlâ yalnız olduğumu fark ettim. Yalnız sedirin önündeki bir tepsi dikkatimi çekti. Üzerinde sayısız yiyecek vardı. Gözlerimi ovuşturup dudaklarımı iştahla yaladım ve yataktan inerken bir şey fark ettim.
Üzerimden çıkardığım elbisem neredeydi?
Tanrım, uyumadan önce katlayıp buraya koymuştum! Hızla yataktan indim. Bu sediri buraya getiren almış olmalıydı. Odanın kapısına koşup kapıyı açtım ve koridora baktığımda bir adamın kapımda nöbet tuttuğunu gördüm. "Hey! Sen! Bu kapıdan kim girdi?"
Adam başını eğdi. "Hizmetliniz girdi efendim!"
Bana bu kadar kısa sürede hürmet göstermelerine şaşırdım, prenses öyle emrettiği için olmalıydı. Ayağımı yere vurdum. "Derhal onu buraya çağır."
"Baş... Baş üstüne!"
"Dua et başın üzerinde kalsın, o elbise bulunsun!"
Adam arkasını dönüp süratle ilerleyince kapıyı çarpıp içeriye girdim ve odada dört döndüm. Elbiselerim benim için kıymetliydi. Onları bunak kendi elleriyle, zahmetler çeke çeke dikmişti. Çok sürmeden adım seslerini duyunca ve kapıda açılınca başımı kaldırdım. Kadın hizmetli selam vererek girdi. "Efendim..."
"Yatağın ucuna bıraktığım elbisem nerede?"
Gözlerini kırparak yatağa, sonra alevlerin göründüğü şömineye çevirdi. "Ben... Onu attığınızı sandım, çok kirli ve eskiydi. Yanması için şömineye attım."
Tanrım, benimle eğleniyor muydu? Buna nasıl cüret etmişti. Bir de eski ve kirli olduğunu mu söylüyordu? O elbise tüm bu ipek elbiselerden, kat kat kumaşlardan değerliydi. Bunu belki bilemezdi ama böyle bir şeyi bana sormadan da yapamazdı. Gözlerimi kanın bürüdüğünü hissettim ve kız karşımda titrerken yanına yürüdüm. Bir anda kuvvetle onu boğmaya başladım. "Kime sordun da yakmaya karar verdin, aptal!"
Hayret bir şeyler olsun, kız kendini savunmuyor, beni itmiyordu bile! Bu hürmet neydi böyle? Kaşlarımı çatarken, "Affedin," dedi kız, kesik nefesler alarak. "Bilemedim, özür dilerim!"
"Neden beni itmiyorsun, kurtulmak için bir şey yapmıyorsun!"
"Estağfurullah efendim..."
Hayret ettim ve farkında olmadan ellerimi çektiğimi gördüm. Nasıl böyle davranabilirdi, bir başkasına nasıl bu şekilde hürmet edebilirdi? Bu adeta kölelikti! Ben savaşan insanları severdim bir kere. Bu acizlik midemi bulandırıyordu. Gerileyip şömineye döndüm, ilerleyip dizlerim üzerine eğildim. Ah, Tanrım, neden bu savaşçı kızına acımıyorsun, hayatta kalmak için bu kadar çabalarken ona yardım etmiyorsun? Böyle söylediğimi duysa büyücü hemen kafama vururdu, isyan etme diye kızardı. Hıçkırıp yangının içindeki küllere baktım. "Çoktan yanıp kül olmuş..."
"Çok üzgünüm. Düşüncesizlik ettim, atacağınızı düşündüm..."
"Kes sesini, aciz!"
Ona elbisemi yaktığı kadar, kendini hiç saydığı için de öfkeliydim.
Ve Tanrım... Ben burada ne yapıyordum? Ben böyle aciz değildim, soylu değildim, hürmet beklemezdim. Ok atardım, koşardım, kötü laf ederdim. Bilgisiz ve hırçındım! Burada yatıp her şeyin önüme gelmesini bekleyemezdim. Üstelik ben bir... nankör olamazdım!
Doğruca kalktım, kız ona bir şey yapacağımı sanıp korkuyla bakarken, "Bir daha seni öldürmeyi isterlerse onlara karşı koy," dedim ve arkama bakmadan kapıdan fırladım.
Bu saraydan gidecektim.
Ormanıma, büyücüme, Victor'a, geyiğime ve çiçeklerime.
Koridoru, üzerimdeki ağır elbisenin eteklerini tutarak süratle yürüdüm, ahşap basamakları indim. Etrafımda çıkışı ararken burnumu çektim, ne yazık, ağlıyordum. Ayaklarımı yere vura vura sarayın kapısına vardığımda, kapının önündeki adamlar selam verip, "Efendim?" dediler.
"Kapıyı açın," diye buyurdum.
Birbirleriyle bakıştılar, ardından kapıyı açtılar. Dışarıya adımımı atıyordum ki, "Prensesin saraydan çıktığınızdan haberi var mı?" Diye sordu birisi.
Doğru, Aysima... Onunla gelmiştim, beni buyur etmişti. Lakin şimdi gitme vaktiydi, çünkü ben buraya ait değildim. Üzerimdeki elbise bile bana ait değildi. İhtiyacım varmış gibi sarayda kalamazdım. Fakat Aysima şu an prens ile birlikteydi, bu mahremiyetlerini bölemezdim. Adama bakarak, "Ona, ormanda kendisini hep bekleyeceğimi söyleyin," dedim ve çıkıp saraydan uzaklaşmaya başladım.
Yürüyerek ormanıma varırdım, kimseye ihtiyacım yoktu. Ne kadar yürümem gerekliydi? Birkaç saatten fazla belki. Fakat kalbimin böyle hissetmemesi için birkaç gün yürümeye bile razı gelirdim.
Az gittim, uz gittim. Uzun vakit yürüdüm. Geceyi sabaha bağlayan vakitti, gökyüzünde inanılmaz bir renk vardı. Elbise ağırdı, kumaşı pek kaliteliydi. Taşımaktan yorulmuştum, benim elbiselerim yumuşak ve hafif olurdu. Ya o elbisem? Yanıp da kül olmuştu, bunak çok üzülecekti.
Sabaha kadar yürüdüm, bir vakit yolu karıştırıp sapa bir yere girdim ve uzaktaki ayıyı görünce sessizce uzaklaştım. Orman tanıdık gelmeye başlayınca rahatladım, o bildiğim ağaçları takip ettim. Bu ağaçları çok yakından biliyordum, dallarının şekli bile tanıdıktı. Peri böceklerinin yanından yorgun şekilde geçerken gözlerimin neredeyse kapanmak üzere olduğunu hissettim.
Kafamı kaldırıp uzaklarda cadı köşkünü görünce gülümsemeye başladım. Gücüm tükenmişti, artık sabah olmuştu. Elbisenin kat kat kumaşlarını çalılara sürükleyerek eve yürüdüm ve elimi kaldırıp kapıya vururken, "Bunak," dedim titreyen sesimle. "Uyandın mı?"
Gün ışımıştı. O sabahın ilk ışıklarında gözlerini açardı. Şafağı bekler, gözlerdi. Kapıya bir daha vurarak, "Anne," dedim bu kez, ağlamaya başlayarak. "Lütfen kapıyı aç! Orayı hiç sevmedim anne, ben buraya aitim. Lütfen anne, evime girmek istiyorum."
Sırtımı dönüp gittiğim yere evim demeye ne hakkım vardı sahiden? Fakat kızgındım, o yüzden gitmiştim. Ben ormanı, yuvamı seviyordum. Ne kadar zenginlik olursa olsun bunları terk etmezdim. Kapı açılmayınca onun bana öfkeli olduğunu hissettim ve ağlamaya başladım. "Anne lütfen... Sana bir daha bunak demeyeceğim. N'olur aç kapıyı."
Belki hâlâ uyanmamıştır, ben olmayınca erkenden uyanası gelmemişti. Sabahları kalkıp bana çorba ya da topladığı çiçeklerden güzel çaylar yapardı. Kapının önünde alçalıp oturdum ve gözyaşlarımı silerken, "Ben seni çok seviyorum anne," diye fısıldadım. "Ben yalnız sana anne diyebilirim, ben yalnız senin dizinin dibinde yaşayabilirim."
Gözyaşlarım üzerimdeki parlak, pahalı elbiseye düşerken gözlerimi etrafıma çevirip geyiğimi aradım. Onu sabahları hep o yaşlı ağacın gövdesine yaslanmış bulurdum, bu sabah yoktu. Acaba yokluğumu fark edip beni aramaya mı çıkmıştı? Yerimden kalkıp geldiğimin aksi tarafına, ağaçların oraya yürüdüm. "Geyiğim? Bana küstüğün için mi saklanıyorsun?"
Hay aksi, nereye kaybolmuştu ki? Dudaklarımı bükerek bir sincabın yanından geçtim ve ormanın içinde ilerleyip, "Geyiğim," diye bağırdım. Hep burada olurdu, kendi başına nereye kaybolurdu? "Ala geyiğim, al geyiğim? Küstün, kızdın mı bana? Saklanıyor musun sen? Affet geyiğim, bir daha bırakmayacağım seni."
Hayvancağız bana kırılmıştı demek ki, kaybolmuştu ortadan. Haklıydı, ne dese haklıydı. Dudaklarımı büküp bir ağacın yanından geçtim, elimi ağaca yasladığımda ateş böceklerini avucumda hissettim. Bir daha, "Canım geyiğim," diye seslenip yaşlıca ağacın kenarından geçtim ve aynı zamanda arkamda bir ses işittim. Bu ses, yere düşen kuru yapraklara basıldığı zaman çıkan sesti. Aniden duraksayıp gözbebeklerini en kocaman açtım ve arkamı dönmek üzereydim ki, birisinin elini belimde hissettim. Pençe gibi kuvvetli bir el belime yerleşti ve çığlık atarken, ikincisi el, bir mendille beraber burnuma kapandı. Çığlığım cılız bir fısıltıya dönüşüp kaybolurken, gözlerimin arkaya doğru kaydığını hissettim ve vücudum beni dehşete sürükleyen bir hızla yıkılırken, zihnim de karanlığa büründü.
BÖLÜM SONU.
Yorumlar yükleniyor...