15. BÖLÜM
Keyifli okumalar. 🤍
15.BÖLÜM
Civarımda fark ettiğim ilk şey, yıllar boyu sesini dinlediğim nehrin gürültülü akışıydı. Yeni uyanmıştım, bedenimde çok ağır bir eziklik taşıyor gibiydim. Hatırladığım son an, ormanın içinde yürürken birinin arkamdan geldiği ve çok kolay şekilde beni bayılttığıydı.
Bir hayduta rastlamış olmalıydım.
Fakat bu benim haydutum değildi.
Tanrı'ya şükür, cadının yıllar boyunca bir kara masal gibi anlattığı o haydutlardan birisine rastlamama rağmen sağdım ve görünen o ki, nehrin yakınındaydım. Göz kapaklarımı yavaşça açtığımda parlak gün ışığını gördüm. Sonraysa başımı sol tarafıma çevirip bana bakan yabancı adamı. Korkudan ziyade öfke duygumun yüzeye çıktığını hissettim. Nehrin kenarındaki taşın üzerinde uzanıyordum, evden çok uzakta değildim.
Adam, karşımda, yaktığı ateşin başında pişirdiği etleri yiyordu.
"Sen de kimsin?" dedim, geniş taşın üzerinden doğrulurken.
Saçlarımı gören herkes ilk bakışta irkilirdi, etraflarında bana benzeyen kimseyi görmedikleri için. Fakat bu iri yarı, sakalı bıyığı birbirine karışmış haydut beni görünce hiç de irkilmedi. Elindeki eti yemeye devam ederek, "Adımı bilip ne yapacaksın?" dedi.
Etrafıma, ondan başka birisi var mı diye baktım. Acıyan başımı tutup, "Beni alıkoydun," dedim sersemce. "Aklını mı kaçırdın be adam!"
"Bir süredir gözüme kestirmiştim seni," dediğinde saçlarımın dibinde öfkenin sıcaklığını hissettim. Hızla elbisemin yakasını düzeltip dişlerimi sıktım. "Doğrusu, geyiğini."
Az önce elbisemi sıkan ellerim bir anda güçsüz düştü. "O ne demek?"
Elindeki etten ikram etti.
Elindeki et...
Et...
Boğazımdan güçlü alevlerin püskürdüğünü hissettim. "Geyiğimi..."
"Eti pek lezzetli."
Acı. Derinden hissettiğim duygu bu muydu? Fakat bu elime diken battığında hissettiğim türden bir elem değildi. Bu yerini asla dolduramayacağım bir şey kaybettiğimi anladığımda hissettiğim o derin sızıydı. Geyiğim, alageyiğim, boynuzlarını sürekli ağaca çarpan şaşkın geyiğim... Dünya durmalıydı, o ölmeden önce, çünkü o ölmemeliydi.
"Geyiğime.... N'aptın sen?"
"Günlerdir gözetliyordum hayvanı, bir türlü yalnız bırakmıyordun. Gece yaklaşacak olduğumda da eve doğru kaçıyordu..." dişlerini ete geçirdi. Ete. Geyiğimin etine. Ah. Elim yüzüm, göğsüm, karnımın içi, boğazım, gözlerim... Tanrım, her yerim yanıyordu. "Dün yalnızdı, avare avare geziyordu hayvan. Ben de tek bir okla onu devirdim. Tabi, yere düşünce hemen pes etmedi. Saldırganlaştı, pençelerini toprağa gömdü ama kalkmasına müsaade etmedim. Onu ikinci kez, göğsünden vurdum. Kalkamadı, bir anda güçten kesildi. Böylelikle ona yaklaştım. Senin geyiğindi, zaten bilirsin; pek bir uzundu boynuzları. Boynuzundan tuta tuta onu sürükledim, ateşi yaktım, parçalarına bölüp..."
"Ah!" Ormanın içinde yankılanıp nehrin suyuna çarpan bir çığlıkla beraber ileriye fırladım, acıdan kavrulan bedenimi haydutun üzerine attım ve ellerimi tıpkı bir pençe gibi onun suratına geçirmeye başladım. Adamın bedeni oturduğu taştan arkaya doğru düştü ve ani saldırım karşısında bir süre savunmasız kaldı. Delicesine, haykırarak ağlayarak tokatlarımı suratına geçirirken, "Seni öldüreceğim," dedim, ağzımdan tükürükler saçarak. "Seni öldüreceğim!"
"Delisin herhalde," dedi haydut, beni üzerinden iterken. Vücuduma aldığım darbeyle geriye, toprağın üzerine düştüm ama adamın kalkmasına müsade etmeden ikinci kez saldırıya geçtim. Hıçkıra hıçkıra ağlarken tırnaklarımı pisliğin suratına geçirerek tükürmeye başladım. "Benim geyiğimi nasıl avlarsın! Canını yaka yaka, gözlerinin içine bakarak, onu sürükleyerek..."
Saçlarımın arkaya doğru çekildiğini hissettim ama canım sanki acımamıştı, zaten öyle çok acıyordu ki... Beni üzerinden bir daha itip sırtımı yere yasladı ve boğazımı sıkmaya başlayarak, "Hiç de korkmuyorsun," dedi. Suratı kıpkırmızıydı ve tırnak izleriyle doluydu.
Hissettiğim acı gözlerimi kör etmişti. Bu, büyücünün bahsettiği o acıydı. Ellerim kaşınıyor, göğsümdeki öfke hortum gibi genişliyordu. Ellerimi kaldırıp adamın suratına rastgele vururken, "Yemin ediyorum, seni öldüreceğim," diye yineledim.
Parmaklarımı gözlerine sokmaya başladığımda boğazımdaki elleri gevşedi, bir çığlık atıp geriye kaçtı. Üzerimden kalkıp acıyan gözlerini bağıra bağıra ovarken, hızla yerden kalktım ve elime gelen taşı kafasına fırlattım. Aldığı bu darbeyle de beraber sırtını ağaca yasladığını gördüğümde, hıçkıra hıçkıra etrafıma baktım. Geyiğimin bedeni ateşin içinde hâlâ yanıyordu.
"Tanrım! Buna neden izin verdin!"
Boğazımdan sanki alevler çıkıyor, gözyaşlarım ateş olarak tenimden düşüyordu. Adamın gözlerini tuttuğunu gördüğümde ilk kez hayatımda nefret duygusu hissettim. Bir anda yere eğilip adamın kenara koyduğu oku aldım, o gözlerini tutarken ben de oku göz hizama kaldırdım. Ellerim titriyordu, doğru kullanmak için tek hakkım vardı; ikincisin de bana izin vermeyecekti.
"Napıyorsun? Beni mi vuracak..."
Bir an olsun beklemeden kalbini hedef aldım. Geyiğimi kalbinden vurduğunu söylemişti. Yayı çektim ve ardından serbest bıraktım, oku attım. Uçtuğunu gördüm ve o haydutun kalbine sertçe saplandığını. Adam bağırıp ağaca doğru devrilince eğilip bir ok daha aldım, taktım ve yayı serbest bırakıp ikinci atışımı yaptım. Bu kez ok adamın boğazına saplandı ve anında kanlar boğazından akmaya başladı.
"İki kere mi vurmuştun onu? Ve sonra sürüklemiş miydin?"
Adam sırtını kaydırarak yere düştü, boğulurcasına sesler çıkardı. Hırlıyor, bağırmaya çalışıyordu. Gözleri arkaya doğru kaymıştı, benden yardım dilenemeyeceğini biliyordu. Oku rastgele yere fırlatıp çenemi diktim ve gözyaşlarımı bir çırpıda silip gaddarın yanına ilerledim. Kanlar, üzerindeki keten gömleğe akarken, eğilip kolundan yakaladım. Onu tıpkı alageyiğime yaptığı gibi sürükledim. Ayağımı tutup engel olmaya çalıştı. "Fa... Fahişe."
"Az önce sanki... boğazımda alevleri hissettim. Elimde, göğsümde, hatta gözlerimde bile. Böyle hissetmek yalnızca bana mahsus olmamalı," dedim ve bedenini ateşe atmadan önce son kez baktım ona. Kalbinden ve boğazından kanlar dökülürken, teninin rengi sararıyordu. Gözbebekleri arkaya yuvarlanmış, dudakları ayrık kalmıştı. "Sen de boğazında o alevleri hisset," diye sürdürdüm ve onu küçük ateşin içine doğru atarken, gözlerinin korkuyla açıldığını gördüm.
Hâlâ canlıydı, bu yüzden karşı koymaya çalışıp sürünerek kaçmaya çalıştı fakat izin vermedim. Büyük bir kararlılıkla eğilip ellerim ve ayaklarımla onu ateşe daha çok ittirdim. Ateş küçüktü, kendisini kül etmezdi ama canını çok yakardı. Bağırarak ellerimi tutmaya, bana vurmaya yeltendi. Gözyaşlarım ateşin üzerine yavaşça düşüyordu. Alevlere değdiği ansa çığlıklar attı ve ellerini yüzüne kapattı.
Geriye çekilip alevlerin içinde yanmasını izledim.
Mücadele etti, kaçmaya çalıştı ama yapamıyordu, boğazından akan kanlar ve kalbindeki acı onu yavaşlatıyordu. Kısacık bir vakit aldı. Elleri çırpınmaya son verince, gözleri de kapandı. Kendinden geçtiğini anladım ve alevler sönene kadar yanmasını, taşın üzerine oturarak izledim.
Geyiğimi bir daha göremeyecektim.
Nankörlüğüm, kibrim, kendimi beğenmişliğim, kalpsizliğim yüzünden onu terk ettiğim gece ölmüştü.
"Tanrım, af dilemeye bile yüzüm yok."
Nehrin arkamda akan gürültüsü sesini duyarken ve günün ışıkları kirpiklerimden içeriye girerken, kollarımı kendime sarıp ağladıkça ağladım. Ateş sönmüş, adam belki ölmüş, belki ölümün kıyısından geçmişti. Eli de yanmıştı yüzü de, fakat alevlerin taşlaşmış kalbine ulaştığını sanmıyordum. Ah, Tanrım, insan böyle kusurlu bir yaratık mıydı? Ben mesela, çok mu iyi kalpliydim? Nankörce sırt dönmüştüm geyiğime, bırakmıştım bu yabani ortamda.
Ellerimi dizlerime vura vura ağlarken, "Geyiğim affetmeyecek beni," dedim dağa taşa. Kelebekler hâlâ kanat çırpınıyordu ama nasıl? "Affetmesin de zaten... Ben olsam ben de affetmezdim. Güzel geyiğim benim, bırakıp gittim seni. Gelecektim, dayanamadım, geldim de... ama geç kaldım, affet geyiğim. Tanrım, öyle çok yanıyor ki canım, nehre girsem de sönmez sanki bu ateşler..."
Kibrim, hırçınlığım nelere sebep olmuştu? Güzel geyiğim artık yoktu. Nasıl olurdu onsuz, ne zamandır onunlaydım. Ya çektiği acı neyle geçerdi? Kalbinden vurulmuştu, o çok güzel kalbinden. Kalbim... Ellerimle tuttum orayı, ateşi neredeyse avuçlarımda hissediyordum.
"Hare!"
Fakat sonra duyduğum bu ses... Çok az zamandır tanıdığım, aşık olduğum bir ses. Çaresizliğimin okunduğu yüzümü arkaya çevirdiğimde, Victor'un asmalı köprüde, bana bakarak koştuğunu gördüm. Yerimden kalktım ve ben de ona doğru koşmaya başladım. Victor köprüden iner inmez beni tuttu ve öfkeyle açılmış gözler önce bedenimde, sonra ilerideki ateşte gezindi. "Hare... Aşkım neler oldu?"
Delicesine korkmuş gördüm onu, gözyaşlarımın ardından. Titreyen ellerimle yakasına yapışıp başımı kuvvetle iki yana salladığımda, derhal saçlarımı yüzümden çekip, "Sana bir şey mi yaptı?" diye bağırdı.
"Victor... Geyiğim Victor, geyiğimi öldürüp ye... yemiş Victor."
Çığlık atarak kafamı göğsüne gömdüğümde, yemin ederim onun da bedeninden bir ürpertinin geçtiğini fark ettim. Dik duramayan bedenimi sıkıca kavrayıp göğsüne sıkıca yapıştırdı, ardından eğilip beni kucağına aldı. Başımı omzuma gömdüm ve kızıl saçlarım rüzgârda uçuşurken, al gözlerim de kapandı. Dünya dursun o halde, onu da kaybetmeden önce.
🏹
"Yavrucağım pek ateşlendi, bir gündür gözlerini açmadan yatıyor."
Sanki pek uzaklardan bunağın sesini duyuyordum. Birinin ateşliğinden bahsediyordu, eğer ki alnımdaki sıcaklık, boynumda yürüyen yangından izler beni yanıltmıyorsa o birisi ta kendimdi. Anladığım üzere hatırladığım son andaki yerde değildim, cadı köşkünde, bir sedirde uzanıyordum.
"Victor..."
"Buradayım."
Buradaydı. O vakit yanağımdaki el de onun olmalıydı, çünkü iri ve yaralıydı. Büyücünün eliyse daha yumuşak ve buruşuktu. Beni evime getirmişti. "Victor, geyiğim..."
"Sen bir geyik misin? Neden geyiğim diyorsun?"
Gülmeye dermanım yoktu, gözlerimi açmaya bile. "Victor, onu öldürüp yemiş, alageyiğimi... Çok suçluyum, dünyanın en büyük günahkârıyım bundan böyle. Bırakıp gittim onu."
Yanağımı okşuyordu, alnımda da ateşim düşsün diye bir bez vardı herhalde. Büyücü annemin, "Şunu içireyim, içi olacak benim kızım," dediğini duyup gözlerimi açmak istedim. Hâlâ beni kızım demeye layık görüyordu.
"Koca karı şeyleri mi karıştırdın yine," diye büyücü kadına homurdandı Victor. "İşe yarasaydı kalkardı şimdiye dek ayağa."
"De get, uğursuz."
"Annem..."
"Harem, buradayım yavrucağım."
Bir gayret dedim, gözlerimi açınca annemin bana doğru alçalan yüzünü gördüm. Gözyaşlarım pıt pıt yanağımın kenarından iniverdi, annem beni hâlâ seviyordu. Bir elini başımın arkasına koyup kafamı kaldırdı ve elindeki tası dudaklarım arasına yasladı. "Anne... Geyiğimi vurmuş anne, hem de kalbinden. Canı çok acımış mıdır anne."
Gözlerim kapandı, kapanacaktı. Bu sebepten annemin yüzünü şöyle bir içimi rahatlatacak gibi göremiyordum. Bana içirdiği sıvı boğazımdan aşağıya akarken, "Haydutu nasıl da haklamışsın kızım," dedi gururla. Herhalde Victor gördüklerinden yola çıkarak bir haller anlamıştı. "Nasıl ateşe atıp da yakmışsın öyle..."
"O da beni yaktı anne..."
"Şimdi bu bitki sana iyi gelecek. Küçükken de yapardım, hatırlıyor musun?"
Tabi ya, pek aşinaydım bu tada. "Evet bunak."
Annem başımı yastığa tekrar bırakıp üzerimden çekilince gözlerimi hafifçe yana çevirdim. Victor'u görünce ne zamandır alev almış kalbimde bir hafif rüzgâr hissetmedim değil. Alnımdaki bezin yerini değiştirerek, "Bunak haklı, pek güzel hakkından gelmişsin adamın," dedi. Kara kara gözlerini görünce mest oldum. "Sana da bir şey yaptı mı?"
"Geyiğimi aldı benden, daha ne yapacak..."
Bir eliyle gözlerimi silince görüşüm daha net oldu. Kalın, koyu kaşlarını derinden çatmış, üzüntüyle bana bakıyordu. Yakası açılmış, saçları da dağılmıştı. "Haydutları bilmezmişsin gibi konuşma Hare. Sana da zarar verebilirdi."
"Sen ver... vermedin Victor." O da bir hayduttu neticede.
Başını çevirip ağır aksak adımlarla mutfak tarafına geçen büyücüye baktı ve sonra bana dönüp, "Ağrın sızın var mı?" diye sordu. "Üzerinde... Hiç görmediğim bir elbise var, nereden bulup da giydin? Bunakta seni eve getirdiğimde gelmiş kızım diye ağlamaya başladı, nereye gitmiştin?"
Gitmez olaydım. "Keşke ayaklarım kırılsaydı da gitmeseydim."
Bir tutam al saçımı suratımdan çekti. "Nereye gittin?"
Onu da bırakıp gittiğimi duyarsa bana küser miydi? Ah, küsse ne olurdu sanki, geyiğim ölmüş. Suçluydum, küsmeliydi bana. "Ay... Prenses Aysima ile şatoya gittim. Hani, sen geldiğinde burada bir kız vardı ya, işte onunla Victor. Ama... ormana gelip geyiğimi görecektim, geç... kaldım. O haydut önceden beri izliyormuş bizi, geyiğime de göz koymuş! Ben gidince onu takip edip okla kal... kalbinden vurmuş! Hem de iki kere Victor! Canı kim bilir nasıl acımıştır. Sonra geyiğimin etlerini... gözlerimin içine baka baka yedi Victor..."
Hıçkırarak ağlamaya başladığımda Victor yüzüme doğru eğilip gözlerimin kenarlarından akan damlaları sildi. "Sen öldürmesen de ben öldürürmüşüm onu, haysiyetsiz herif."
"Sen... sen de o haydut gibi şeyler yapıyor musun Victor?"
"Hayır Hare."
Sözlerine inanabilir miydim? Beni kandırmayacağına yemin etmişti.
"Sen de onu mu kalbinden vurdun?"
Boğazımda tekrar o yanmayı anımsadım. "Evet, bir kere de boğazından. Nefes alamazsa... ölür diye."
"Delisin sen." Dudaklarını alnıma koydu.
Deli miyim? Keşke sahiden bir deli olsam, bunlar düş olsa. Geyiğim ölmemiş olsa, ben uyansam ve hiç gitmemiş olsam.
Büyücü kadın mutfaktan geriye dönerken, "Hare gözlerini açtığına göre sen gidebilirsin," dedi.
"Hayır," diye karşı çıktı Victor, yüzümdeki bezi bu kez sıcak boynuma götürerek. "Bu gece de burada kalacağım."
Başımı yastıkta hafifçe çevirip camlardan dışarıya baktığımda karanlık olduğunu gördüm. İçerisi zaten mumlarla aydınlanıyordu. "Sabahtan beri mi uyuyorum?" diye sordum.
"Dün sabahtan beri yavrum." Babaannem elini alnıma koyup ateşimin durumuna baktı.
"Ne içirdin yine kıza? Koca karı işleri! Daha da hasta edeceksin."
Cadı söylene söylene Victor'a döndü. "On dokuz yıldır bu kıza ben bakıyorum, sen neyden bahsediyorsun?"
Doğru söylüyordu, o benim için hep iyi şeyleri bulurdu. Şifalı bitkileri, güzel çiçekleri, eflatun meyveleri... Bense bu kadını bırakıp gitmiştim. "Sabahtan beri de kazan karıştırıyorsun, ne büyüsü yapıyorsun bilmem ki," diye homurdandı Victor.
"Sen ne anlarsın be haydut..."
Cadı söylene söylene arkasını döndü, diğer taraftaki sedire ilerleyip sönen mumu yaktı. Hâlâ daha beni düşünüyordu, o diğer kadının aksine gerçek bir anneydi. Onun sevgisi karşısında gözlerim tekrar ıslanırken, Victor'a dönüp, "Dün sabah... Beni görmeye mi gelmiştin?" diye sordum.
Başımı koyduğum yastığı düzeltip, "Herhalde," dedi. Herkesin bir lanet olduğunu düşündüğü saçlarımı okşamaya başladı. "Sana kitap getirmiştim, okuman için."
Gözlerim büyük büyük açıldı. "Kitap mı?"
Dudağının kenarını kıvırıp, "İçinde hikâye var," dedi. Elinin sıcaklığını hissediyordum. Aslında epey iri, nasırlıydı elleri ama saçlarımı o kadar yumuşak okşuyordu ki, içim gıdıklanıyordu. "Sen okumayı tam sökemedin, biliyorum. Sana ben okuyacaktım."
Doğru, çok okuyamıyordum, misal yazıyordum da ama hep aynı şeyleri yazdığım için aşina olduğum kelimeleri yazabiliyordum yalnızca. Büyücü kadının da kitapları vardı ama onlardan hiçbir şey anlamıyordum. Hikâye kitabını ilk kez duymuştum. Gözlerimin kenarlarından yaşlar akmaya devam ederken, "Bu kurbağa prensin hikâyesi," dedi.
Bu hikâyeyi ilk kez duyuyordum. Bunak da bana hikâyeler anlatmıştı ama bu onların arasında değildi. Geyiğimin yasını derinden hissettiğim kalbimi tutarak sadece başımı salladığımda, "Merak etmiyor musun?" diye sordu ve aniden alnımdan öpüverdi.
Dudakları tenimde hissettiğim sıcaklığı adeta iki misli yaptı ve kalbimde yel misali esti. "Ihıh."
"Bak burada," diye fısıldayıp elini düğmelerinin bir kısmı açık keten gömleğinin içine soktu ve oradan bir kitap çıkardı. Hayret bir şey, gömleğinin iç tarafında bir cep vardı. Orada başka ne haltlar saklıyordu acaba. "İnce bir kitap. Biraz komik. Sahici değil ama devamını merak ediyorsun, benim okuduğum ilk kitaptı." Başını hafifçe kaldırınca kara bakışlarındaki sertlik yumuşadı. "Eski hatıralarımdan bana kalan birkaç şeyden birisi, sana vermek istedim."
Kitabı bana uzattığında aldım ve başımı yastıkta düzeltip kapağına baktım. Üzerinde yalnızca Kurbağa Prens yazıyordu, bir de boyası dökülmüş resim vardı ama ne olduğunu anlayamıyordum. İlk kez bir hikâye kitabım oluyordu, bir tanecik bile yoktu. Kitabın kapağını açtığımda sararmış sayfalarını gördüm. Sayfalarındaki yazılar bile eskimiş, uçları yıpranmıştı. "Peki bu hikâye neyi anlatıyor?" dedim.
O cevap vermeden, "Kızımın aklını nelerle dolduruyorsun?" diyerek ona azarı bastı bunak.
Onun beni her fırsatta koruma isteği sevgisiz hisseden kalbime pek iyi geliyordu. Victor oflayıp cadıya hiçbir şey demeden benim al gözlerime bakmaya devam etti. "Bir prensin kurbağa dönüşmesini anlatıyor."
Aaa. Hayretle kafamı kaşımaya başladım. "Kocaman adam nasıl kurbağa dönüşmüş..." başımı yana kaydırıp karşı sedirde oturan anneme baktım. "Bunak, büyü mü yaptım?"
Victor'un gülüşü kulağıma çarparken, "He, ben yaptım," dedi bunak. "Sen kendine geldin herhalde."
Ona nazlı bir bakış atıp önüme çevirdim kafamı ve Victor'a, "Ne gülüyorsun?" Diye kızgınca çemkirdim. "Annem büyüler yapıyor, sana söylemiştim. Muhtemelen bu kurbağaya da o büyü yaptı."
Victor kafasını iki yana sallayıp, "Bu bir masal," demekle yetindi.
"Ne olmuş yani?" Bunak bana kızmasın diye Victor'a eğilip dudaklarımı kıpırdattım. "Büyücü diyorum, hiç inanmıyorsun. Masalın içine girip vermiştir herhalde."
"Yok be kadın, öyle değil işte!"
"Haydut, vururum seni, bana bağırma," dedim ve elimdeki kitabın sayfalarını çevirmeye devam ettim. Okumam çok hızlı değildi, harfleri sık sık karıştırıyordum. Mektebe de bir vakittir gidemiyordum, yarından ötesi yoktu, gidecektim. Fakat geyiğim benimle olamayacaktı. Gözüme çarpan kelimelere bakıp, "Geyiğim olsaydı ona da senin boynuzlarını vururum, derdim."
Geyiğimin ölümünden benim kadar etkilenmemiş gibiydi, bana da kızmıştı herhalde. Kara kara o gözleri yok mu hani, bana sevecen bakmıyordu. "Bu üzerindeki elbise için mi bırakıp gittin geyiğini?"
Elbisenin bahsini ederken çenesiyle üzerimdeki yeşil, kat kat kumaşı işaret etmiş ve adeta tıslamıştı. Utandığımdan herhalde ki ona çemkiremeden gözlerimi tekrar sararmış sayfalara diktim ve kelimelere bakarken gözyaşları tenimden aşağıya yuvarlandı. "Geri gelecektim Victor." Cadının duymasından korktuğum için fısıldıyordum. "Bunağa çok kızmıştım, beni eve hapsetmek istiyordu. Aysima bana sorunca kızgınlıkla onunla gitmeye karar vermiştim..."
"Beni de bırakarak?"
Kurduğu cümle savunmasız bir darbe almışım gibi hissettirdi. "Sizi görmek için geri gelecektim! Zaten dayanamadım, saraya gittikten birkaç saat sonra yola düşüp döndüm, ne pahasına olursa olsun." Kitabı kapatıp tekrar ağlamaya başladım. "Ormanda geyiğimi ararken o haydut beni bayılttı, burnuma bir şey bastırdı! Uyandığımda... gözlerimin önünde geyiğimi yiyordu."
"Gel... Gel, seni yukarıya çıkarayım, sırtın ağrıyacak burada."
Victor sarsılan bedenimi kucaklayıp doğrulunca kollarımı boynuma doladım. Büyücü kadın mutfağa gidip koyduğu kazanı karıştırıken, Victor basamakları ağır ağır çıkıp kaldığım odadan içeriye girdi. Beni, en son iki gece önce uyuduğum yatağa bırakıp kapıyı kapatmak için döndü ve yanıma gelip yorganımı örttü. Dışarıda yağmur yağmaya başlamıştı, ağaç yapraklarına düşen hışırtılı sesi duyuyordum. Victor yatağa çıkıp yanıma yerleşti ve başımı kalp atışlarını daha önce dinlediğim göğsünün üzerine koydu. "Geyiğim bana küsmüş müdür?" Diye sordum, o kitabın kapağını açarken.
"Eğer o adamdan kaçtıysa... Seni aramıştır Hare, senin yardımını beklemiştir. İnsanlar geyikleri çok avlar, belki senin yanında olmadığın başka bir an vurulurdu ama... O senin geyiğindi Hare, sevdiğin şeylere sahip çıkmalısın."
Cümlelerinde iyi hissetmemi sağlayacak hiçbir şey yoktu. O da ben de suçlu olduğumu biliyorduk. Zaten beni teselli etse de o kadar yavan gelirdi ki, hiç inanmazdım.
"Ağla Hare. Çünkü kabahatlisin. Belki artık böyle öğrenirsin sevdiğin şeyleri, birkaç parça kıyafete, saraylara değişemeyeceğini."
Öğrenmiştim, sevdiğim hiçbir şeyi bir kumaşa, bir yemeğe değişemeyeceğimi öğrenmiştim. Fakat Tanrım, bunu biraz ağır öğrenmemiş miydim? Ben daha bir ve dokuz yaşındaydım, bu çok ağır bir bedel değil miydi? Doğduğum o gece, ayın on dördücü gecesinde bu eve girdiğim vakitten beri ilk kez böyle büyük bir bedel ödüyordum. Bu bedel yüzünden akıttığım yaşlarsa, bana aşık olduğunu söyleyen adamın kalbinin üzerine düşüyordu; artık gerçekten büyüdüğümü acıyla hissettiğim bu vakitte.
Yorumlar yükleniyor...