0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

17. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

Keyifli okumalar. 🤍

17.BÖLÜM

"Sence kızı olduğumu anladı mı Victor?"

"Anladı Hare. Bu yüzden elindekileri bile düşürüp, arkasına bakmadan kaçıp gitti. Bu kasabada, kaç yılda bir senin kadar güzel bir bebek doğuyor ki anlamayacak."

Gözlerim kırmızı, ateş gibi, onlar için lanet, Victor için aşk... Fakat bu kırmızı halkalar, annemin baktığında beni tanıyacağı şeylerden birisiydi.

Gözlerimi görüp tanımaması mümkün değildi. Sonuçta beni bu gözler için terk etmişti.

Çıktığım ağacın tepesinden, bizim için odun kıran Victor'a baktım. Kış mevsimi yaklaşıyordu, büyücü kadın bu mevsimde hep ormandan çıra toplardı ama Victor bizim için odun kırabileceğini söylemişti. Ona hak vermiştim, o güçlü kolları bir işe yaramalıydı. Dün akşam biz pazardan geldikten sonra gitmiş, bu akşam da dönmüştü. Elinde bir balta vardı, kestiği ağacın dallarını kırıp kırıp kenara yığıyordu. Gün batımı gözlerimi kamaştırıyordu fakat ışık demeti düşüncelerim arasına giremiyordu. Düşüncelerimin önünde karanlık bir kapı vardı sanki. Annemi düşünüyordum, beni gördüğü an arkasını dönüp gitmesini, yüzleşememesini.

"Victor, ailem yine benden kurtulmayı ister mi? Belki o kadın babama da yaşadığımı söylemiştir, beni yalnız yakaladıkları bir gün öldürmeyi denerler."

"Senden öylece kurtulmayı deneyemezler."

"Neden? Ben o adamdan kurtuldum, ölüsü nehrin dibini boyladı. Kime hesap verecekler ki?"

"Doğru." Elindeki baltayı, geniş kütüğe indirdi ve kütük ikiye ayrıldı. "Fakat ben hep senin yanındayım ve benim de haydut olduğumu biliyorlar. Demem o ki yaklaşmaya cüret edemezler. Peki sen? Ailenin seni terk ettiğini unutabilecek misin?"

Ağzımdaki eflatun renkli meyveyi kemirmeye başladım. Bu meyveyi geyiğim severdi, ben sevmezdim ama ondan sonra yemek istemiştim. "Annemi görünce hiçbir şey hissetmedim. Gözlerimin önünde ölse de bir şey hissetmem gibi geldi. Sence gerçekten hissetmez miyim?"

"Sırf seni doğurduğu için onu sevecek değilsin, onlar seni terk etti."

"Sence beni terk ettikleri için intikam almalı mıyım?"

"Değeceklerini düşünüyorsan, evet."

Gözlerimi alan güneşe baktım. "Sen alır mıydın?"

"Alıyorum."

Alıyor muydu? İntikam mı? Peki ya kimden? "Nasıl yani?" diye sordum beni aydınlatması için.

Baltayı toprağın üstüne bırakıp başını kaldırdı ve nefes nefese bana baktı. Üzerinde hiçbir şey yoktu, az önce çok terlediğini söyleyip gömleğini çıkarmıştı. Vücudu çok iriydi, arada bir gördüğüm ayılara benziyordu. Düşüncelerime gülmeye başladığımda, "Neye gülüyorsun?" diye göz kırpıp ağacın dalına baktı. "İn aşağıya artık, düşeceksin."

"Ya Victor, neden anlamıyorsun! Düşmem diyorum, ben bu ağaca hep çıkıyorum. Hatta tırman, seni bile taşır?"

Kafasını iki yana sallayıp omzuma konan kelebeğe baktı. "Essahtan mı?"

"Essahtan tabi Victor, essahtan!"

Kelebek, Victor'un ona vurmasıyla beraber uçtu ve Victor uzanıp tekrar baltayı kavradı. İkiye böldüğü kütüğü bir daha yarıp diğer odunların yanına atarken, aynı kelebek tekrar omzuna kondu. "Kelebek seni sevdi," dedim.

"Evet, kelebeklerin en güzeli beni sevdi."

Kıkır kıkır gülüp elimdeki meyvenin çekirdeğini aşağıya attım. "Evet, ben seni seviyorum Victor."

O gülümseyince nedense gün ışığından daha parlak geldi gözüme.

Odunları kucaklayıp ilerideki cadı şatosuna taşıdı, evin kenarına üst üste yığmaya başladı. Geri dönüp ellerini silkeledikten sonra ağacın altına gelip kollarını yukarıya uzattı. Elimi ağacın gövdesine yaslayıp aşağıya doğru kaymaya başladım ve Victor da beni belimden tutunca ayaklarım yere değdi. Alnında parlayan terlere bakıp gülümsedim. "Bizim için yoruldun, teşekkür ederim."

Beni kucağından bırakmadan kendisine yaslayıp burnunu burnuma sürttü. "Kar yağma vaktine az kaldı, odunları şömine de yakarsınız."

"Büyücü kadın bu yaptığından sonra seni sevecek bence."

"Beni sevmesine ihtiyacım yok Hare."

Beni gözlerimin içine bakarak, dudağımın köşesinden yumuşak bir şekilde öpünce kollarımı boynuna dolayıp saçlarını okşadım. Güneşin altında sıcacık olmuştu saçları, adeta güneşe dokunuyormuş hissi veriyordu. Dudaklarını meyve yediğim için ıslanan dudaklarıma sürtüp alt dudağımı hafifçe ısırdı. "Sen çok tatlı bir kızsın, bunu unutma."

"Hayır, tatlı meyve yedim. O yüzden dudaklarım tatlı geliyor sana."

Aniden uzanıp kalçamı avuçladı. "Ihıh, sen komple tatlısın."

"Cennetten çıkmadım ya ben, bütünümle tatlı ve güzel olamam."

"Belki çıktın."

Kolları arasından çıktım ve etrafında dönüp onun sırtına yapıştım, geniş sırtına tırmanmaya çalışırken, "Hadi, beni sırtına al," dedim.

Gülmeye başlayıp elini, beni sırtında sabitlemek için belime koydu. "Hem kalbimde hem sırtımda taşıyamam seni, fazla ağırlık olur."

Kıkırdayıp sırtına biraz daha çıkmaya yeltendim. "İnmeyeceğim ki!"

Sırtında beni taşırken ilerlemeye başladı, bembeyaz tüyleriyle Victor'un atı az ilerideydi. "Seni nehire atarım," dedi bana.

"Atamazsın aşkım, sonra sen de beni kurtarmak için atlarsın. Biliyorum ben."

"Çok bilmiş."

Beni sırtından ittiğinde daha fazla dayanamayıp yere düştüm ve Victor dönüp bana bakınca, dişlerimi sıkıp ona aşağıdan baktım. Sırıtıp ellerini, tutmam için bana uzattı. "Kalk bakalım, Dağ Ceylan'ım."

Hayda, herife bak. "Hayır, ben kurtum, sana söylemiştim."

Elini bir daha uzatınca oflayıp elinden tuttum ve yerde doğrulup beyaz elbisemdeki otları, toprakları silkeledim. Onunla el ele tutuşup ormanın derinliğine daldığımızda, "Nereye gidiyoruz?" diye sordum.

"Terledim, nehirde yüzeceğim," dedi.

Hımm gibisinden sesler çıkarıp başımı omzuna çevirdim, aynı kelebeğin bizi takip edip tekrar Victor'un omzuma konduğunu gördüğümde, "Bundan sonra beni görmek için hep ormana mı geleceksin?" diye sordum.

Önümüzde düşen ağaç dalını kenara çekti. Peri böcekleri etrafımızda uçuşurken, doğanın kokusu içime oturdu. "Dağ başında yaşadığımı biliyorsun Hare. Orada bazı işlerim var, onları halledip seninle yaşamak için tamamen buraya döneceğim."

Neşemi saklamaya çalıştım. "Bundan sonra da hep beraber mi yaşayacağız?"

"Evleneceğiz."

Bundan ikinci kez bahsedişiydi. Evlilik. İlkinde de şaşırmıştım, şimdi de. Onun omzundaki kelebeğe bakarak, "Evlilik tam olarak ne demek?" diye sordum.

Yüzünü bana çevirip hafifçe gülümsedi. "Beraber yaşamak, beraber yaşlanmak demek. Tabi, bu kısaca böyle demek. Uzun uzun anlatamam, seninle yaşayıp görmem lazım."

Parmağımı düşünceli şekilde çeneme vurmaya başlayıp, "Peki, tam olarak nasıl olduğunu bilmediğim bir şey hakkında nasıl karar vereceğim?"

Nehir görünmeye başladığında, "Kalbin," dedi sadece.

"Her şeyi kalbe yüklemek çok saçma bence! Kalp de kalp..."

Nehire vardığımızda Victor dizlerini kırıp eğildi, nehirden su alıp yüzünü yıkadı. Ferahlamak istiyordu, odun kırarken yorulmuş ve terlemişti. Alt dudağımı sımsıkıya ısırıp onun yanında dizlerim üzerine alçaldım ve eteğimin uçları hafifçe ıslanırken, onun yüzünden akan su damlalarına baktım. "Evlenince neler olacak peki hayatımızda?"

Gülümseyip başını az daha eğdi, elbise eteğimin kuru olan kısmına uzanıp yüzünü kuruladı. "Bilmem. Belki çocuk."

Çocuk mu? Tabi ya, bu kadarını da biliyordum. Çocuk... Evli insanlar çocuk yapardı. Annem ve babam gibi, obadaki diğer insanlar gibi. Kendisine düşünceli gözlerle baktığımı gören Victor gülüp saçıma dokundu. "O çok ileride olacak şey, şimdiden bahsetmiyorum."

Kara kara gözlerine baktım. "Gidelim?"

"Nereye?"

"Kiliseye, evlenmeye."

"Müstakbel kocanla dalga geçme," diyerek önüne döndü, yere oturup pantolonunun cebine uzandı. Bir sigara çıkardı, ezilmiş olduğunu görünce küfretti.

Beni ciddiye almamasına sinirlenip elindeki sigarayı çekip aldım, kenara fırlatıp ellerinden tuttum. "Ben ciddiyim Victor. Bunu gözlerime baktığında anlaman gerekirdi. Bak, gülmüyorum, şaka yapmıyorum."

Ağzını kapatıp açtı, kaşlarını çatmıştı. "Beni doğru dürüst tanımıyorsun."

Sevmem yeterli değil miydi ki? Ellerini sıkarak, "Benden sıkladığın şeyler mi var?" diye sordum.

"Elbette," dedi, ellerime bakarak.

"Benimle ilgili mi?"

"Hayır, kendimle ilgili. Henüz sana söylemediğim şeyler var."

"Evlendikten sonra söylersin."

Gülmeye başladı. "Çıldırmışsın sen. Evliliğin ne anlama geldiğini bir dakika önce öğrendin."

Başımızın etrafında kelebekler uçuşurken, "Seninle yaşamayı istiyorum," dedim. Delilikse delilik, ne olmuş yani? Onu çok tanımam gerekmiyordu. Bizi kalplerimizden başka birbirimize bağlayan bir şey daha olacaktı işte. "Hep bu eve dönmeni istiyorum Victor."

Ağzını tekrar tekrar kapatıp açtı ama kara gözleri ışıltıyla parlamaya başlamıştı. Ellerimi kaldırıp üstlerinden öperken, "Sonsuza kadar benim olman demek bu Hare, farkında mısın?" diye sordu.

Dünyanın tüm kelebekleri kalbimde yaşıyormuş gibi hissettim ve sanki Victor'dan ayrılmak, o kelebeklerin çıkması için kalbimin kapısını açmak demekti.

Ben kelebekler olmadan yaşayamam.

"Farkındayım Victor. Bu böyleyse de kabul ediyorum. Kalbin dedin az önce, ben de kalbimin dilinden konuşuyorum sana."

Birleşmiş ellerimizi tuttum, elbisemin altında, yerinden fırlayacakmış gibi atan kalbimin üstüne koydum.

Victor gözlerimin içine bakarken kalp atışlarımı dinledi ve sonra inleyerek üzerime atladı, elleriyle yüzümü tutarak beni hızlı biçimde öpmeye başladı. Dizlerim üzerine yükselip kollarımı boynuna doladım, başımı yana yatırarak onu aynı ateşle öptüm. Elleri yanaklarımdan aşağıya, omuzlarıma ve sonra belime yerleştiğinde kucağına çıkarak dudaklarımı yüzüne, alnına, çenesine dokundurmaya başladım. O kelebekler olmadan yaşayamam.

"Yarın. Güzel, beyaz bir elbise giyin. Seninle şehre gideceğiz, kilise de evleneceğiz."

Neşeyle onu öpmeye devam ettim, saçlarını okşayıp sarıldım. Evlenince hep birbirimizin olacaktık, beraber yaşayacaktık, Victor hep bu eve dönecek, benimle uyuyacaktı.

"Evlenince hep yan yana uyuyacağız değil mi?"

"Yalnızca uyumayacağız."

Geriye çekildi ve elimden tutup kalktığında, birleşen ellerimize bakıp ona döndüm. Gülümsüyordu, kara kara bakışlarında meydan okuma vardı; sanki buna yaptığına inanamıyorum, diyordu bana.

"Gidip cadıya bu haberi vermeliyiz," dedim, onu cadı köşküne doğru sürüklerken.

"Eminim çok sevinir," dedi, sıkıntılı bir sesle.

Ya evet, bence de çok eğlenirdi. Yüzümü astım, onunla nehre sırt çevirip ormanın içine daldım. Genelde ormanda yürürken önden ben giderdim, çünkü buraları daha iyi biliyordum. Onu eve götürmeden önce daha gizemli bir yere götürmek için, nehrin sol tarafından ilerledik. "Evlenince hep bizimle mi kalacaksın?"

"Bizim için bir ev yapabilirim, daha şehre yakın bir yere ama zaman alır."

Ayak bastığım yere, geniş gövdeli, sarmaşık dolu ağaçlara baktım. "Ben ormandan ayrılmayacağım Victor."

Elimi sıkarken dönüp gözlerimin içine baktı. Belli ki gözlerin söylediğine, dudakların söylediğinden daha çok inanıyordu. "Ölene dek ormanda mı yaşayacaksın?"

Elbisemin eteğini tutarken düşünceli şekilde önüme baktım. Son zamanlarda birden fazla insan tanımıştım ve hepsinin iyi olmadığı gibi hepsi kötü de değildi. Dünyanın aslı böyleyse ben kendi dünyamda, insanlar olmadan yaşamayı tercih ederdim. "Her iki insandan birisi kötüyse... Neden dünyaya karışayım ki?"

İmalı şekilde bakarak, "Yakın zamanda bunu çok istiyordun?" dedi.

"Bence dünya benim sandığım gibi bir yer değil."

"Senin bir savaşçı olduğunu düşünüyordum," dedi, parmağımın içine çimdik atınca kıkırdayıp elimi çekmeye çalıştım ama müsaade etmedi. "En azından nehrin diğer kıyısına geçecek cesaretin olmalı, dün ki gibi."

"Var," dedim kızmaya başlayıp.

"Göster," dedi.

"Burada mı?"

"Evet, mesela üstüme çık."

Ofladım. "Ayıp ayıp konuşuyorsun."

Başını az eğip kırmızı, güneşte ısınan saçlarımı öptü ve geriye çıkmadan önce yanağını saçlarıma sürttü. Gülümseyip ileriye çıktım, onunla, birbirine yaslanmış iki iri ağacın arasından geçmeye çalıştık. Ben ufak olduğum için kolaylıkla geçtim ama Victor o heybetli gövdesiyle çok zorlandı, atlamaya yeltenip düşünce sinirleri bozulmuş şekilde gülmeye başladı. Kafamı kahkahalarla geriye atıp ona bir aptal olduğunu söyledim.

"Seni yakalayayım, göstereceğim aptal ne demekmiş..."

Beni, ileriye doğru attığım beşinci adımda tutup kendine çekti, kollarını gövdeme sarıp sırtımı göğsüne yasladı. Gülmemeye çalıştım ama dayanamadım, o omuzlarımı ısırırken  seslice güldüm. "Müstakbel kocana böyle konuşamazsın."

Cıkladım. "O halde benimle evlenmemelisin, çünkü ben sana yine aptal derim."

Kollarımı da ısırınca ona dönüp yüzünü tuttum ve yanağından öpüp geriye çekildim. Victor yanından geçtiğimiz bir ağaçtan sarkan üzümlere uzandı, elleriyle temizleyip üzüm bağını bana uzattı. "Ömrümde hiç böyle üzün görmemiştim Hare, ormanındaki her şey senin gibi çok güzel."

Üzüm salkımını alıp birer birer yerken, "Dün pazardan aldığımız kumaşlarla bir elbise dikmesini söyleyeceğim anneme," dedim. "Evlenirken gelinlik giyilir, mektepte bir kere öyle duymuştum."

Victor başını sallayıp gözlerini kendi üstüne çevirdi. Eski kumaştan gömleğine, pantolonuna baktı. "Ben de temiz kıyafetler giymeliyim ama... bana gömlek dikecek kimse yok."

Bir anda ağzımdaki üzümler tatsızlaşınca kollarımı uzatıp ona sardım. "Ben dikerim aşkım!"

Ben sarılınca o yürüyemedi, başını eğip göğsüne yaslanan yüzüme baktı. "Dikmeyi biliyor musun?"

Oyunbozan şekilde güldüm. "Ihıh, bilmiyorum. Cadı gel, öğren dediği her defasında okumu alıp kaçtım, öğrenemedim. Ama senin için öğrenirim."

Başımı göğsünden kaldırıp yürümeye devam ettiğimizde, tekrardan elimi tuttu. "Hayır, sen okunla oynamaya devam et."

"Ama evlenince n'olacak Victor! Birisinin dikiş yapmayı öğrenmesi lazım." Bunak artık çok yaşlıydı, her şeyi ona yaptıramazdım. Öğrenmem gerekiyordu. Victor çalışıp bana aş getirecekse ben de bir şeyler pişirmeyi ve dikmeyi öğrenmeliydim, arda kalan zamanlarımda yine okumla oynardım. "Sen çalışacak mısın?"

Gözlerini ilerideki bir noktaya dikmesine rağmen, muhtemelen önceden gördüğü çalıları ayağıyla itip önümüzdeki yolu açtı. "Halletmem gereken bir şey var Hare, ondan sonra seninle evleneceğiz."

"Tamam, ben dikiş yapmayı öğrenene kadar sen de işini hallet."

Bence öğrenebilirdim, o kadar zor olamazdı. Ok tutuyordum, onu mu yapamayacaktım sanki. Kendimden emin bir şekilde kafamı salladım ve onu, ormanın daha sığ tarafına çektim. Victor başını etrafta dolaştırarak, yoğunlaşana ateş böceklerinden huylanarak bana kaşlarını çattı. "Beni nereye getirdin böyle."

"Bak, şimdi buraya doğru alçalacağız... Evet, öyle eğil Victor. Baaaak, gördün mü? Bir sürü ateş böceği, etraf nasıl da kırmızı? Mağara gibi burası, gökyüzü de görünmüyor. Dur, ehehehe, korkma... Onlar ateş böceklerinin sesi..."

Victor başını çevirip alçalarak girdiğimiz, ormanın oluşumu sırasında meydana gelen mağaraya bakarken, ben de gülümseyerek ona baktım. Ateş böcekleri mağaranın taşlarında adeta bir sarmaşık gibi örülmüştü, etraf kırmızı kırmızı parlıyordu. Mağara, ormanın alçalan kısmında, adeta ormanla bir bütün gibi başlıyor, darlaştıkça küçülüp kayboluyordu. Az sonra duyduğu sesler Victor'un hoşuna gitmeye başladığında, "Küçükken bunaktan kaçıp buraya saklanıyordum," diye yaramazlığımı itiraf ettim.

Bana dönüp gözlerime baktığında kara bakışlarında bir yumuşama hissettim, olacak iş değildi ama kalbimdeki kelebekler adeta ses çıkardı. "Evlenince yapacağımız çocuğun nereye saklanacağını şimdiden öğrendim," dedi bana.

Ona susması için bir işaret yapıp kafamı çevirdim, ateş böceklerinin sesini dinleyip kıkırdadım. Victor'da o sese kulak verdi, çok kısık ama tatlı bir sesti, uykumu getiriyordu. Victor bir ateş böceğini parmağına alıp burnumun üzerine koyduğunda hapşırdım ve ateş böceği onun üzerine sıçradı.

"Çok komik kızsın."

"Ateş böceği göğsüne girdi."

"Ne sapık bir ateş böceği..."

Ateş böceklerinin yuvasından çıkıp eve dönmek üzere yürümeye devam ettiğimizde ellerimde üzüm salkımının lekesi olduğun gören Victor onları yalamayı teklif etti. Ben de asıl sapığın ateş böceği değil de kendisi olduğunu söylediğimde güldü.

Evimize yaklaştık, az gittik, uz gittik. Victor yoğunluktaki mantarları gördüğünde eğilip aldı, gözlerimi devirdim ve uzanıp elindeki mantarı attım. "Zehirli bunlar?"

Kara, kalın kaşlarını çattı. "Nasıl ayırt edebiliyorsun?"

"Ben bir orman dahisiyim, tüm bu bitkilerin annesiyim."

Bana gülüp elinin ayasıyla yolu gösterdi. "İlerle orman dahisi."

"Dahi ne demek bu arada?" Sadece duymuştum, anlamını nereden bileyim.

"Küçük, tatlı kız, demek."

Ormanın küçük tatlı kızıyım mı, demiştim yani. Tamam, çok da kötü bir şey dememiştim ama ben küçük değildim!

Ağaçların üzerine koyduğum kırmızı çarpı işaretlerini takip ederek kararmaya başlayan havada az daha ilerleyip iki ağacın arasından çıktık. Cadı köşkü göründü ve birkaç adımı el ele atınca ileride annemi gördüm. Adımlarımız aynı anda yavaşladı, Victor'da benim gördüklerime şahit oluyordu. Annemin sırtı bize dönüktü ve yere doğru eğilmiş, sanki bir şeylerle ilgileniyordu. Endişeyle annemin arkasından ilerleyip neler olduğunu görebilecek kadar yaklaştığımda, yerde cansızmışçasına, gözleri kapalı şekilde yatan kadını gördüm. Victor'da buna benimle aynı anda şahit olup hiç duymadığım dilde bir şeyler söyledi ve büyücü annem, başını kaldırıp benim alaca gözlerime baktı.

Ölen, ebe kadındı.

"Ebeyi öldürmüş, kapımıza koymuşlar. O gece ebenin seni bu kapının önüne koyduğu gibi." Vücudumda dayanılmaz ağrıyla beraber, başaçıkılamaz bir öfkenin başladığını hissettim. Kırmızı olduğu için gözlerim, cehennemden geldiğine inanılan birisiydim; şimdi de sıranın bana geldiğini hisseden birisi. "Farklı olduğun için bu kadar kişi seni öldürmek isteyecek, sonra da büyücü olduğum için beni."

BÖLÜM SONU.