21. BÖLÜM
Keyifli okumalar. 🤍
21.BÖLÜM
B İ R A Y S O N R A
"Victor aşkım, o ses ne?"
"Uyumaya devam et Hare, ben bakacağım..."
Üzerimdeki yorganın açıldığını lakin hemen sonra tekrar omuzlarıma örtüldüğünü hissettim, gecenin bu karanlığında, ormanımızda bizi hangi hadsiz rahatsız ediyordu böyle? Uykum pek tatlıydı, hemen dönmeyi istedim ama kocamı merak ettiğimden doğruldum, başımla beraber dönüp Victor'a baktım. Kılıcını, karşıdaki sedir minderinin altından aldı ve kapıya yürüyüp, "Kimsin?" diye bağırdı sertçe.
"Victor, benim! Elvis!"
Elvis... Pek tanıdık bir isimdi! Tabi tabi, Victor'un arkadaşıydı. Çıkarmıştım o haydutu. Victor rahatlamış bir nefes verip bana döndü ve derhal, "Giyin," dediğinde, geceleyin entarimi çıkardığımı hatırladım.
Sedirin aşağısındaki beyaz kumaştan giysimi hemen aldım, başımdan aşağıya geçirdim. Victor bunu görüp kapıyı açtığında, ormandaki uğultunun sesini duydum. Victor eşikten dışarıya bir adım çıkıp, "Elvis?" dedi sorarcasına. "N'oldu?"
Elvisi göremiyordum ama kafasının ileriye uzandığını fark ettim, herhalde ki beni gördü. Victor'a, "Dışarıya gel," diye fısıldadığında kocacığım bana baktı, kafasını salladı ve kapıyı aralık bırakıp dışarıya çıktı.
Koşa koşa vardım, camın önüne tünedim, Elvis haydutunun soluk soluğa bir şeyler anlattığını gördüm.
Gecenin bu saatinde hayır haberin geldiği nerede görülmüştü, Elvis'in gelişi kalbimi huzursuzlandırmıştı. Kırmızı saçlarımı kulağımın arkasına koyup Victor'un dönmesini bekledim, kocamı almaya geldiyse bile Elvis buradan tek gidecekti, Victor'u ölür de bırakmazdım.
Birazdan Victor ayaklarını yere vura vura hızla cadı köşkünün kapısını açınca gözlerimi kocaman açıp ona döndüm. Kılıç hâlâ elindeydi. Önce koyun koyuna yattığımız sedire baktı, beni orada göremeyince kafasını bu tarafa çevirdi. Elbisemin eteklerini sıkarak hiç hoş kalamadığım o duyguyla, "Victor," dedim.
"Gitmeliyim."
Beklediğim lakin korktuğum da buymuş gibi gözlerim döndü. "Hayır!"
Victor bana arkasını dönüp tahta merdivenlere basa basa yukarıya çıktığında, korkudan titreyen bacaklarımla kalkıp onun arkasından koşmaya başladım. O benim kalbimi alıkoymuştu, hürlüğünü almıştı, ben de onu alıkoyacaktım, gitmesin diye gerekirse kendimi önüne atacaktım.
"Victor, neden?" diyerek odanın kapısını açtığımda yerdeki katlanmış birkaç parça kıyafetini, bez torbanın içine yığdığını gördüm. Tanrım! Nasıl... Fakat neden? O haydut ne demişti kocama? "Victor, n'oldu? O haydut sana ne dedi? Diyemedin mi benim karım var, gelemem."
Victor pek dikkatli şekilde bez torbanın iki ucunu bağlayıp öfkeyle soludu. "Misli'yi kaçırmışlar, onu alıp döneceğiz."
Misli... O hatun... Ah ya, şu eve gittiğimde gördüğüm kızdı. O kızın Elvisle'de bir olayı vardı, o gece öpüştüklerini görmüştüm. Ne yazık, kim bilir hangi haydut o kızı alıkoymuştu? İçimi çekip başımı kaldırdığımda Victor'u ummadığım kadar yakınımda buldum. Gecelerce beni seven iri elleriyle yüzümü kavrayıp eğildi, dudaklarımın üstünden öptü. "Dostum gelmiş, yardım istemiş, kapıyı suratına çarpamam ya Hare... Nasıl bir adam olurum o vakit? Gideyim, Elvis'e yardım edeyim. Misli'yı aldıktan sonra koşa koşa geri döneceğim. Anlıyorsun ya beni?"
Benim arkadaşım hiç olmamıştı ama bir geyiğim olmuştu, bazen de ateş böceklerim! Geyiğime hele bir şey olsa hemen yardıma koşmak isterdim, bu yüzden anlıyordum. Fakat... Bir anda onun keten gömleğinin yakasına yapıştım. "Beni de götür, okumu da yanıma alırım hatta! Başını da hiç hem de hiç belaya sokmam, seni üzmem! N'olur, seninlen geleyim!"
"Keşke olsa bu dediğin lakin birini kurtaracağız derken Tanrı korusun, senden olamam..." dudaklarımdan bir daha sıkıca öpüp geriye çekildi. Omuzlarımı kibarca okşadı. Bakışları karanlıkta karışmıştı. "Yarın ki gün doğumuna, şafak vaktine kadar gelmiş olurum."
Bu ne biçim yalan böyle! "Yarın dönecek kişi yanına bu kadar çul çaput alır mı?"
"Her ihtimale karşı," dedi, eğilip alnımdan, yanağımın köşesinden, burnumun üstünden, çenemin kıvrımından hızlıca öptü. Al al saçlarımı, kırmızı gözlerimi izledi. "Sana geri döneceğim, yemin ederim."
"Ben de geleyim, n'olursun Victor!"
"Yalvarma. Deme öyle. Seni götürürüm ama durumlar müşkil olur, pek zorlaşır..." sıkkınca bir nefes verip saçlarımı okşadı. "Beni bekle, yarın ki şafağı gözle."
"Neyim ben, şafağın gözcüsü müyüm?"
Torbayı eline aldı, sonra da yatağa bıraktığı kılıcını. Gitmek için kapıya yürüdüğünde hızla peşine düştüm, elbisemin eteklerine dolana dolana koştum. "Victor, ben de gelicem!"
"Hare!" Son basamaktan inmek üzereyken döndü, bana sert sert bakıp bağırdı. "Gelmeyeceksin! Ormanda, evinde kalacaksın! Dört kişiyi aynı anda koruyamam, kız kimin ellerinde doğru dürüst bilmezken seni de tehlikeye atamam! O piçlere göre her kadın kullanılmalı, kendilerinin olmalı... Böyle müsveddelerin yanına götürmeyeceğim seni!"
Öyle bir bağırıyordu ki, yumruklarımı sıkmasam ağlayacaktım. Lakin ağlayamazdım, gururum kırılırdı bir kere! Ama gitmesini de hiç istemiyordum, önüne kapanıp yalvarmayı bile düşünüyordum. O bir daha arkadasını dönüp kılıcı ve çulu çapuluyla köşkün kapısına gidince nefes alamamaya başladım. Essahtan gidiyordu. Dudaklarım aşağıya doğru büzüldü ve ağlamayayım diye parmaklarımı göz kapaklarıma bastırınca aksi gibi gözlerim de çok acıdı.
"Hare..." tahta evde tekrar adım seslerini duyunca bir hevesle ellerimi indirdim, onu da hemen karşımda gördüm. Beni sertçe kucakladı, çok heybetli olduğundan hiç de zorlanmadı. Öyle ki ayaklarım basamaktan bile yükselmişti. Bana sarılma niyetindeydi, yüzünü boynuma yaslayıp eliylen de sırtımı sıvazladı. Elleri kürek gibiydi, bir sarıldığında beni kucaklamış oluyordu. Geri çekilirken gözlerime bir daha baktı, ben de kara gözlerine yine aşık oldum. "Yarın ki şafağı gözle."
Sonra cadı köşkünün kapısını çekip gittiğinde koşarak cama vardım, onların ormanın içinde telaş haliyle ilerlemelerini izledim. Elvis'ten nefret etmiştin ama o da çaresiz olmalı ki Victor'a gelmişti. Misli'ye üzülmüştüm ama ben sadece Victor'u istiyordum. Kocaman cadı köşküne bakarak sedire ilerledim, az önce kalktığımız için sıcak olan sedire oturup kuş tüyünden olma yorganı omuzlarıma çektim. Kollarımı dizlerime sarıp ormanın alışkın olduğum sesinden ürktüm. "Korkmuyorum ki..."
Yarın şafağa daha çok vardı, vakit nasıl geçecekti? Hiç de kimsem yoktu. Böylece oturacak mıydım sadece? Geyiğimle annem ölmüş, Victor gitmişti. Kimsesiz kalmıştım. Yarına kaç saat vardı acaba? 3 ve 8 mi? Say say bitmezdi. Canım da sıkılırdı, Victor'u da özlerdim. Gururun canı cehenneme diyerek ağlamaya başlayıp bir yandan da yorganı omuzlarıma daha çok çektim. "Yarına kadar öleyim, o Victor'da gitsin, pişman olsun... N'olur yani, bir kere de kahramanlık yapmayıverse..."
Oturup şafağı gözledim, bekledim. O Victor elbet dönecekti. Aman Tanrım, bir dur... Ya... başına iş gelirse, yaralanırsa? Ne yapardı oralarda, nasıl bakardı kendisine? Kılıcını çok iyi kullanıyordu, haydutluktan da anlıyordu, kendine bir zarar gelmesine umuyorum izin vermezdi.
Şafağa dek gözüme uyku girmedi, sonrasında da. Kös kös oturdum, gün aydınlanınca bardağın içindeki kelebeklerimden birisi kanat çırpmaya başladı. Üşüyerek kalktım, yanına gidip onu elime aldım. Evin içinde uçup tekrar tasın içine yerleşince ağzını kapattım, üzülerek tezgâhtaki eflatun meyvelere baktım. Victor toplamıştı hepsini, onları, içlerindeki küçük çekirdekleriyle beraber yedim. Kurtalanayım da görsün o Victor.
Meyveleri yedikten sonra kapıyı açtım, eşiğin önüne oturup bana dönmesini bekledim. Ne zaman dönerdi ki? Mevsimler değişmişti, son zamanlarda orman çok soğuktu. Sinirle kendi kafama vurdum. Üstüne bir şey almasını akıl edememiştim, Tanrı bilir nasıl üşüyecekti. Ya hasta olup dönerse! Korkup yerimden kalktım, içeriye döndüm, bunak ben her hastalandığımda kazanın dibinde otlar kaynatırdı. Kavanozdaki o bitkisel otları karıştırdım, kazanın altını yakıp hasta dönerse diye Victor için şifa ilacı yapmaya başladım. Ev hep bu otlar kokmuştu, Victor bu ve benzeri otların kokusunu sevmiyordu, umarım bana kızmazdı.
Kazanı indirip içeriye geçtim, dışarıya çıkıp nehre gitmeyi düşündüm ama hava pek soğuktu, kendim de hasta olurdum. Üstelik Victor erken dönebilirdi, beni evde bulamazsa kapıyı falan kırardı. Evin kapısını açık bırakarak yakın yerlerde ateş böcekleri aramaya başladım, onları bulup toprağın altından çıkardım. Kelebeklerin sesini duyunca gülümsedim, Victorla beraber sesi de gitmişti, onu şimdiden çok çok özlemiştim.
Üç tane uğur böceğiyle eve döndüm, tahta girişin önünde karanlık olana dek bekledim. Yanağımı kapının kirişine yaslayıp uğur böceklerimi izledim. Akşam olmuştu, karnım da acıkmıştı, guruldayıp duruyordu ama hiç de bir şey yiyesim gelmiyordu. Victor arada bir şehirden güzel yiyecekler getiriyordu, parayı nereden bulduğunu yalnız Tanrı bilirdi.
Gece çöktüğünde çıkan yıldızlara baktım, uğur böceklerim çoktan gitmişlerdi. Elbisem de kirlenmişti rüzgâr toprağı üzerime süpürdüğü için. Yağmur da yağmaya başlamıştı, ağaçlardan çıkan sesler beni biraz korkutuyordu. Bu ıssız ormanda hiç yalnız olmamıştım. Neyse ki az kalmıştı. Gece olmuştu, şimdi şafağı gözlemekteydi.
Çok üşüyordum, yalnız hissediyordum. Ellerimle kollarımı ısıtmaya çalışırken hıçkırıp onu çok özlediğim için ağladım. Bir gelsin, asla bırakmayacaktım onu. Asla.
Gecenin gidişini, gökyüzünde görünen kızıl renkle anladım. O rengi görünce havalara uçtum, zaten saatlerce onu beklemiştim. O kızıllık göründüyse şafak sökülmeye başlamıştı, hem bunu uykusuz gözlerimden de pekâlâ anlayabilirdim.
Kızıllık gökyüzünü öyle çok kapladı ki, şafağın söktüğünü anladım ve orman yoluna bakarak beyaz elbisemle dikildim. Rüzgâr ve yağmurdan sırılsıklam olmuştum ama tasa değildi, Victor gelince beni ısıtırdı.
Bir vakit sonra kızıllık gün aydınlığına ulaşmaya başlayınca şafağın geçtiğini anladım, o an kalbimin buz olup ellerime doğru soğuk soğuk damladığını hissettim. Ellerim, üşüyor diye tuttuğum kollarımdan aşağıya düşerken yine ağlamaya başladım. "Hani gelecektin... Neredesin ki şimdi? Biraz daha beklemeliyim, illaki dönecektir."
Beklemekten başka elden ne gelirdi ki? Belki okumu alıp yola düşsem... Ah Victor gelip bunu anlarsa canıma okurdu. Hıçkırıp ormanın içinde, evimden uzaklaşmadan kendi halimle dönüp durdum. Gökyüzünde birazcık bile kızıllık kalmamıştı, benim kızıl saçlarımda yağmurdan ağırlaşmıştı.
Bir vakit daha geçti, kalbimdeki buzdan o damlalar da düşmeye devam etti. Evime doğru yürüyüp gözyaşlarımı silerken de ormanın içinde, bir dalın kırılma sesini duydum ve yerimde zıplayıp başımı hızla arkaya çevirdim. İki sık ağacın arasından gelen simayı görünce, "Elvis?" dedim ve hızla birkaç adım atarak onun omuzlarının arkasına bakınca Misli'yi de gördüm, kadın perişan görünüyordu ama Victor... "Victor nerede?"
Elvis'in çehresinde kan lekesi gördüm, gömleğinin üzerindeki askı kopmuştu ve deri çizmeleri çamura bulanmıştı. Yumruklarımı sıkıp öfkeyle ona bakmaya başladığımda, Misli'nin başını önüne eğip hıçkırdığını duydum. Elvis bana doğru yaklaşıp ellerini omuzlarıma koyunca, kara bir haber gelecekmiş gibi hissedip hızla arkamı dönmeye yeltendim ama Elvis beni sıkıca tutup aniden göğsüne doğru yasladı. "Çok üzgünüm, çok... Victor'u esir aldılar."
BÖLÜM SONU.
Yorumlar yükleniyor...