F İ N A L
Keyifli okumalar. 🤍
FİNAL.
Bir ay daha geçti.
Saadetlerinin gölgesi altında büyüyen tek şey Linda değildi, öfkemdi. Artık yüzlerini görmeye tahammülüm kalmamıştı lakin Elvis beni hâlâ bırakmıyordu, derdim derdi olsa böyle mutlu olur muydu sahiden? Hiç zannetmiyordum. Victor'u çoktan unutmuşlardı, o evde yaşayan bense bu gerçeği fark etmiştim, bu yüzdendir ki vaktimi onlardan çok Harryle geçirmeye başlamıştım.
Harry... İyi bir adamdı. Bazen oldukça manidar konuşup beni, arkadaşlığımız konusunda düşündürüyor olsa da en azından Elvis ve Misli kadar kalbimi yormuyordu. Sohbet ediyor, benimle münakaşaya giriyor, arada bir başka ülkelerden getirdiği kumaşları hediye ediyordu. Bazılarını kabul ediyor, Linda'ya elbise dikiyordum Victor'u aramadığım zamanlarda.
"Hava çok sıcak, nehirde yüzeceğim." Yanımda yürüyen Harry'ye omuz silktim ve dağların ardına, tenimi adeta yakan güneşe doğru kısık gözlerle baktım. "Sen de gel."
Victor'u arayacak daha başka yerim kalmadığı için mutsuzca başımı salladım. Şehirdeki her deliğe baktım, daha neresi kalmıştı ki? Şehirden ayrılmama da Elvis haydutu izin vermiyordu zaten. "Gelirim ama yüzmem."
Harry başını sallarken gülümsedi ve örtümün altından çıkmış bir tutam saçıma dokununca kaşlarım kendiliğinden çatıldı. Saçımı örtümün ardına geri itip elini çekince bir hüzünlü hissettim, kendimi, bunu yapan birisini çok özlerken bulup önüme döndüm. Saçlarım da özlemişti besbelli ki, yalnız rüzgârdan başka birinin daha değmesini kendine. Lakin yalnızca başkası olmuş birisinin.
Nehrin oraya gelince kendi ormanımdaki nehri ne de çok özlediğimi hissettim, az kaldı ki ağlayacaktım. Bir adamın uzaktan, atını sürüyerek gelişini hatırladım, buna benzer bir ormanın içinde beni buluşunu, oku kalbine fırlattığımda kalbini tutuşunu... Victor'u, kocamı...
"Su ılık, yosunlar kenara çekilmiş, rahat yüzülür..."
Harry suyun sıcaklığına bakıp doğruldu, sonra üzerindeki keten gömleğin düğmelerini açmaya başladı. Bunu görünce ne yapacağımı bilemedim, böyle olması rahatsız etti ama açıklayamadım kendime. Yanımda bu şekilde durmaması gerektiğini hissedip başımı çevirdim ama zaten buraya yüzeceği için geldiğimizden bir şey diyemedim. Nehire girdiğini, su dalgalanınca anladım ve omuzları, vücudu o suyun altında kalırken, kayanın kenarına oturup ayakkabılarımı çıkardım. Bembeyaz duran ayaklarımı nemli yosunlara yaslayıp çaresizce, üzgünce önüme baktım.
"Su da çok güzel," dedi bana.
Omzumu silktim ve hatırlamaya devam ettim. Evliliğimizin ilk zamanlarında bizim nehrimizde ne kadar da eğlenmiştik, annemi kaybetmenin acısını onun varlığıyla eksiltmiştim. Şimdi ikisi de hayatımda yoktu, bir tanecik kelebeğim de yoktu. Bu ormanda peri böcekleri de yok...
"Aaa!"
Ayağımdan çekildiğimi hissettim ve biraz sonra vücudumu suyun içinde bulunca çırpınmaya başladım. Harry boğazdan gelen bir kahkaha patlatıp beni tutmaya çalışırken, ellerimle onu itip, "Şu yaptığına bak," dedim ve nefes almaya çalıştım. "Yüzmeyecektim, neden beni çektin?"
Ona vurduğum için biraz geriledi, tam karşımda durup kahkahalar atmaya devam etti. Islanan saçlarımı iterken, "Çok terlemiş görünüyordun, sana iyilik ettim," dedi.
"Senin iyilik etmene kaldıysam Tanrı bana yardım etsin," dedim ve nehirde ardıma döndüm, çıkmak için yüzmeye başladım. Lakin o da ne, bu haydut izin vermedi. Kolumdan tutup beni kendisine çevirirken gülmeye devam etti. "Naz yapma Hare. Serinle, çıkarsın."
Sinirle soluyup gözlerine baktım. "Hiç yakışıkalmaz bir kere! Ben evliyim."
Bunu zaten biliyormuş gibiydi, hiç de şaşırmadı. Yalnızca bana biraz daha yaklaşma cüretini gösterdi, diğer kolumdan da tutup gözlerimin içine baktı. "Kocan uzun zamandır yok Hare, hâlâ kendini onun karısı olarak mı sayıyorsun?"
Bu ne hadsiz soruydu böyle. "Elbette!"
Kaşlarını çatıp dudaklarını ayırdı ama bir kelam etmedi, başını sallayıp kolumun birisini bıraktı ama beni değil. "Arkadaşlık ediyoruz," dedi daha neşesiz bir sesle. "Kocan ayrı, arkadaşın ayrı değil mi? Hadi, yüz benimle... Bak, şuradaki kelebekleri gördün mü?"
Eliylen gösterdiği yere doğru baktım. "Hani, görmedim."
"Gel."
Önümde yüzünce ben de onu takip ettim, ardından, karşı tarafa doğru yüzdüm. Bana, yosunların üzerindeki kelebekleri gösterince de gözlerimi hayretle açtım. Hakikaten doğru söylüyordu, dört tane kelebek vardı. Mavi olanın kanatları pek hoşuma gitti, dokunup almak istedim ama Harry benden önce o kelebeği alınca hiç mesut olmadım.
"Ben alacaktım."
Yandan yandan baktı bana. "Fakat ben aldım."
"Ver bana," dedim eline uzanırken.
"Hayır," dedi gülerek.
"Ver bana!"
Kelebeği ürkütmeden avucuna aldı ve üstünü kapattı. Ölmesinden korkup hızlıca onun ellerine uzandım, açmaya çalışıp kelebeği özgür bırakmak istedim. Harry halime kahkahalarla gülerken, diğer elimle de nehirden su aldım, onun suratına attım. Buna çok memnun olmuş gibi daha çok güldü. Lakin inat ettim, o kelebeği alacaktım. Avucunu, çimdikleyerek açtım ve o pes edince, avuç içindeki mavi kelebeği gördüm. Gülmeye başlayarak onu parmağıma aldım, uçmasından korkup hemen elime indirirken gülen ben oldum. Harry'e dil çıkararak kahkaha attım ve o tebessüm ederek yüzüme bakarken, kelebeğimin avucumda kanat çırpışını hissedip daha çok gülerken buldum kendimi.
Ve o sırada çıtırdayan bir ağaç dalının sesini duydum.
Elimdeki kelebekle beraber başımı arkaya çevirince yeşil, iri yaprakların arasında bir gölge gördüm ve o gölgeye ait yüzü. Ve belki de bir saniyemi aldı onu tanımam. Tanrım diye düşündüm o an, ben rüya mı görüyorum? Tanrım, hasretimden hayali gerçeği mi karıştırmaya başlamıştım? Avucumda bir kelebek var diye onu mu hatırlamıştım? O ağacın gövdesi ardında duran, kara kara gözleriyle bana bakan, okunu elinde tutan... Victor değilse kimdi?
"Bizi mi gözetliyor o haydut?"
Harry'de mi görüyor onu? Haydut dediği Victor'u, kocamı o da mı görüyordu? Yoksa onun da başına güneş geçmiş, hayal mi görmeye başlamıştı? Tanrım, çekilse ya şu gözlerimde biriken gözyaşları, belki o zaman emin olabilirim gördüğümün o olduğuna. Bakıyorum da kalbim... Asla ondan başkasını görünce atmaz ki böyle. Lakin atıyor, delicesine, delirmişçesine. Ölüyor muyum ben, yoksa yaşama mı dönüyorum? Nefes aldım ve o yıllar sonra ilk kez çiçeklerin kokusunu duydum, kelebeklerin kanat çırpışını ve suyun sesini. Hayat canlılığına geri döndü.
"Victor," diyerek önce sayıklamaya başladım ve sonra arkamı dönüp panikle oraya yüzmeye, hıçkırarak ağlamaya başladım. Victor ağacın yaprakları altında durmuş, uzaktan, hiç kıpırdamadan bakıyordu bana hâlâ. Nehrin kıyısına varıp ellerimi var gücümle yosunlara yasladım, kendimi yukarıya doğru itip ıslak elbisemle çıkarken gözlerimi ondan ayıramadım. Saçlarımın ve elbisemin ağırlığıyla hareket edip korkak bir adım attım, avucumdan bıraktığım kelebeğin uçtuğunu göz ucuyla gördüm. Victor'un başına yavaşça sol tarafa çevirip nehrin içine baktığını görünce Harry'nin de orada olduğunu hatırladım ama dönüp bakmadım, Victor başını bu tarafa bir daha çevirip bana bakınca da... Defalarca onu aramaya çıkan dizlerimin titrediğini hissettim ve bir adım daha atamadan, çimlerin üzerine doğru düştüm. Düşerken bile gözlerimi ondan ayıramadım.
"Vic... Victor..."
"Hare, onu tanıyor musun?"
Victor sert kara gözleriyle bana bakarak elindeki oku kenara attı, sonra keten gömleğinin altında taşıdığı omuzlarıyla yanıma doğru yürümeye başladı. Aman Tanrım... Ne kadar da zayıflamıştı!Gözyaşlarım taşıp taşıp çenemden akarken, sudaki sesi duydum ve Victor'un bir daha nehire doğru bakışını. Adımları yavaşlar gibi oldu lakin sonra daha sert yürüyüp yanıma geldi, karşımda durunca eğilip dirseklerimden tuttu. Titreyen dudaklarımda gözyaşlarımın tadını alırken, "Essahtan... Sen misin?"
"Kocanı tanımayacak değilsin herhalde Hare." Beni, nazikçe ayağa kaldırdı lakin dizlerim hâlâ tutmuyordu. O hasret dolduğum gözlerini nehire çevirip Harry'e baktı. "Tabi hâlâ kocansam."
Ne dediğini bile duymaz halde, bir rüyadaymış gibi ona uzattım ellerimi ve çökmüş, zayıflamış yüzüne, yanmış alnına, sakallarına dokundum. Hıçkıra hıçkıra ağlarken onun sağ kurtulup zalimlerin elinden kaçabildiğine hâlâ inanamadım. "Victor yaşıyorsun! Hayattasın! Kurtuldun ama nasıl? Ne yaptılar sana? Nereden çıkıp geldin böyle... Ben... Ben her yerde aramıştım seni?"
O kara kara gözlerini yüzümde dolaştırıp sonra elime baktı, çok dertli ve perişan görünüyordu. N'olmuştu? Bir yarası mı vardı? Lüzumu neyse hemen yapardım. Ensesini, omuzlarını okşayarak bir cevap bekledim ama suskundu ve beni tutarken titriyordu.
"Hare, gidiyor muyuz?"
Harry'nin sesini duyunca gözlerimi zorlukta Victor'dan çektim ve ona doğru baktım. Islak şekilde dikiliyor, anlamsız gözleriyle bize bakıyordu. Ona baktığım an Victor'un kolumu tutan elleri geri çekildi ve bir anda bana arkasını dönüp ağacın yanına yürüdü. Telaşla arkasından bakıp, "Sen git," dedim Harry'e.
"Emin misin?"
Victor'un eğilip sertçe yerdeki okunu aldığını görünce sesimi yükselttim. "Git."
Çimlerin ıslandığını, onun gittiğini, topraktaki sesleri duydum ve başımın üzerinde dönen bir kelebekle beraber Victor'a yaklaştım. Oysa ağacın yanından beri yürümeye başladı, yüzünü de bir daha bana çevirmedi. Onun arkasından, mutluluktan ağlayarak giderken, güneş ışıklarını gözlerimin arasında hissettim. Eteklerim yerdeki toprağı peşimde sürüklerken, "Victor," diye fısıldadım ona, yaşadıklarıma inanamayarak. "Kaç yıl geçti... Sen buradasın ama niye böylesin... Seni gördüğüme inanamıyorum, Tanrım... Ayrılığımız böyle bir anda mı bitecekti, hiç düşünemezdim..."
"Sana kelebek verdiğini gördüm."
Ne konuştuğunu duyunca gözyaşlarımı ıslak ellerimle silip şaşkın şaşkın ardından baktım. "Ne önemi var şimdi kelebeğin..."
"Onunla nehire girmişsin, benimle girdiğin gibi..."
Beni tesadüf eser mi görmüştü? Nereden çıkıp da gelmişti böyle? Yoksa denize girince bayılmış mıydım, uyanacak mıydım? Asker gibi ilerleyen sert adımlarına, elindeki okuna bakarken, "Neden onu soruyorsun?" dedim.
"Bir kızın mı var?" dedi bu kez, ayağının altındaki tozları savurarak.
"Ne?" Aklını kaçırıp mı dönmüştü bu adam. "Ne kızı? Kızım falan yok benim."
Durdu bu kez, tam önümde. Başını yavaşça sol tarafa çevirip ardına doğru, bana bakarken gözlerinde bu kez savunmasız, ürkek bir duygu zerresi vardı. Yutkundu. "Onunla... evli değil misin?"
Essahtan benimle eğleniyor olmalıydı. "Ne... Ne evliliği Victor, seninle evli değil miyim ben? Senin karın değil miyim?"
Bunu söylediğim an rahatlamış bir nefes verdi ve elindeki oku bir daha fırlatıp bir nefeste üzerime koştu. Omuzlarımdan tutup beni kendisine sertçe çekince, "Nasıl başkasıyla evli olduğumu düşünebilirsin," diyerek ona vurmaya, diğer yandan da sarılmaya çalıştım. Hıçkırıklarım omuzlarımı sarsarken, inanamaz şekilde yüzüne baktım. Teni sıcaktan yanmıştı, saçları uzamıştı ve kirli, bakımsız görünüyordu. "Sadece... Bir ay evli kaldık seninle Hare ve aradan yıllar geçti, ben sizi görünce... Hayatına devam etmiş olabilirdin."
"Ben senin gözünde böyle duygusuz bir kadın mıyım?" Ağlayarak sorduğum bu soru karşısında şiddetle başını iki yana salladı ve beni belimden tutup kaldırdı, az ilerleyip köşedeki kütüğün üstüne bırakıp kendisi de yanıma oturdu. Islanmış saçlarını yüzümden çekip onu görmemi sağlarken, "Seni gördüm," diye fısıldadı gözlerimin içine bakarak. Onu ilk kez böyle iradesiz, duygulu görüyordum. Gözlerini yumup alnını alnıma bastırdı. "Yine bu nehirde... Elvis'in evini ararken, yolum buradan geçerken gördüm. Yanında bir küçük kız ve yine bu herif vardı! Ben sandım ki..."
"Sen... Beni gördüğün halde yanıma nasıl gelmezsin?" Suratına bir tokat attım ve Victor'un bir eli yanağına giderken, gözleri de büyükçe açıldı.
"Kadın, duymuyor musun! Evlendin ve bir çocuğun var sandım! Nasıl gelmemi beklersin!"
"Nasıl evlendiğimi düşünürsün? Cehenneme git!"
Ona bir tokat daha atmaya yeltenerek elimi kaldırdım lakin haydut elimi tutup aşağıya indirdi, beni kendisine çekip yüzüme doğru, "Zaten cehennemden geldim," diye bağırdı ve diğer eliyle çenemi tutup bir vakit sonra dudaklarımdan öpmeye başladı. Herhalde bu adam delirmişti! Ne yaptığından, ne söylediğinden pek haberi yoktu! Lakin beni öpüyordu işte! Yüzüme dokunabiliyordu, hayal ettiğim, daha önce yaşayıp sonra yalnız rüyalarını gördüğüm her şey kalp atışım kadar yakınımdaydı. Victor bir anda çıkıp geri dönmüştü, beni kederlendiren yaraları olduğunu, elinde nasırlar olduğunu görüyordum.
"N'oldu? N'aptılar sana Victor?" dedim ama beni kucağına çekip dudaklarımdan sonra yanaklarımı, alnımı, burnumu öpmeye başlayınca ıslak tenime güneş değiyormuş gibi geldi. Omuzlarına sıkıca tutunup gözlerine bakmaya çalıştım lakin bakışları büyülenmiş gibi yüzümde dolaşıyor, benimle temas etmiyordu. Gözünün altına düşmüş olan kirpiğine uzanıp aldım ve ona bir daha, "Nereden geldin? Kim aldı seni?" diye sordum telaşla.
Bir daha titreyen dudaklarımdan öptü, ıslak saçlarımı aşağıya doğru okşayıp omuzlarımı sıvazladı. Belime oturdu elleri, bacaklarımı okşadı, sırtıma yerleşip beni kendisine bastırdı. Dudaklarımız, birbirimize yaklaşınca tekrardan değdi ve bana, "Gitmemiz gerekiyor," diye fısıldadı ve gözlerini yumarak geriye çekildi. Başını önüne eğerek burun kemerini sıktı, sonra gömleğinin cebinden bir şey çıkardı, köstekli bir saatti. "Dört saatim var."
"Ne? Ne için Victor?"
"Gemiye binip gitmemiz gerek buradan." Dudağımdan, yanağımdan, burnumdan bir daha öptü, saçlarımı okşadı, kaldırıp avuçlarımın içine dudaklarını bastırdıktan sonra gülümsedi. "On gündür bu gemiyi bekliyorum, buradan gitmek için. Bu nehire de son kez... ne umut ettiğimi bilmeden geldim..." ellerimi yanaklarına doğru sürttü. "Benimle gelip o gemiye bin Hare. Buraya alıştın mı? Bir düzenin var mı bilmiyorum... N'olursun benimle gel! Yalvarırım, gerekirse ayaklarına kapanırım..."
"Sen... Senin benim için bir heves olduğunu, sanki seni unutmuşum gibi konuşuyorsun." Ağlayarak yanağımı omzuna doğru koydum, bir kelebeğin yüzüme doğru alçaldığını hissettim. "Neden böyle diyorsun? Sanki seni istemezmişim gibi konuşuyorsun... Yüreğim acıyor, seni unutmuşum gibi davranıyorsun! Elbette seninle gelirim Victor, nereye istersen oraya gelirim..."
"Biz... Beraber çok az vakit geçirdik ve ben... seni bırakıp gitmiş oldum Hare. Döneceğim dememe rağmen dönemed..."
"Döndün," dedim, onun yokluğunun yüreğime koyduğu acıya veda ederek. "Döndün, buradasın Victor..."
"Çok..." nasırlı, yaralı ellerini çekip kabahati varmış gibi başını önüne eğdi. "Çok geç döndüm. Hatta neredeyse senin bir yabancın olarak döndüm!"
"Yok daha neler! Kocamsın sen Victor!"
Elbisemin ıslattığı gömleğine baktı. "Essahtan mı?"
"Essahtan tabi Victor!"
Başını tekrar kaldırıp neredeyse herkesi korkutan kırmızı gözlerimi izledi. "Uzaktan onun sana kelebek verdiğini görünce... Geçmişimizi hatırladım. Beni sevdiğin gibi onu da sevdiğini düşün..."
"Ne yanlış düşünmüşsün Victor! Ben bir tek seni seviyorum! Bak essahtan..."
Omuzları aşağıya düştü, yüzünden bir rahatlama geçti. Gözlerini en son üç yıl önce gördüğü yüzümde dolaştırıp gülümsedi. "Kaç yaşında oldun sen şimdi?"
Şöyle bir düşündüm. "İki ve iki. Ya da iki ve üç."
Gülünecek ne bulduysa güldü, sonra bir daha köstekli saatine bakıp beni kucağından indirdi, ayağa kalkıp elbisemin eteklerini düzelttim. Victor'da saatini gömleğinin cebine koyup doğruldu, etrafına bakıp elimi tuttu. Hevesle onun eline baktım lakin sanki çok ağır şeyler taşımış gibi kırmızı, zayıftı elleri. "Victor Victor! N'oldu ellerine böyle!"
"Anlatacağım Hare, anlatacağım Hare... Lakin şimdi hızlı hareket etmemiz gerekiyor. Nerede kalıyorsun, eşyaların varsa alalım..."
Demek hâlâ bilmiyordu. "Elvis ve Misli'yle kalıyorum. Doğrusu Elvis beni zorla yanında..."
"Tamam, hızlı olalım."
Bir sussaydı da ona Elvis'i şikâyet etseydim! Suratımı asıp ayaklarımı yere vura vura yürüdüm ama Victor hızlıca beni peşinden çekince, gülerek koşmaya başladım. Ormanda onunla koşmak ilk kez yaptığım şey değildi, evliliğimizdeki bazı günler nehire de koşardık. Yüzüme uçuşan polenleri, küçük böcekleri hissederken tekrar nehrin oraya geldik. Victor eğilip örtümü aldı, alıp başıma örttü, yakasını kapatıp, "Hâlâ saçlarını gizliyor musun?" diye sordu ve sonra kızdı. "Yoksa şehirde bile sana bir şey diyen mi var!"
"Yok lakin... saçlarım çok dikkat çekiyor, istemiyorum..."
Başını salladı ve bana, "Bu ormanın çıkışı ne taraftan?" diye sordu. Başımı iki yana çevirip elimle geldiğimiz yolu gösterdim ve Victor koşmaya devam edince peşine düştüm. Ormandan çıkınca Victor başını önünden kaldırmadı, kaçamak gözlerle etrafına baktı. Birinden gizlediğini düşünüp kaygılandım, ona Elvis'in evini tarif ettim. Hızlı hızlı yürüyüp sokağa girdik, eve yaklaştık. Doğrusu Victor'un yüzünü onlara göstermek istemiyordum, yaşadığından haberdar olmalarını da. Bu azap onların yakasına ölene kadar yapışsın isterdim.
Victor bahçedeki tahta kapıyı sertçe itince onun Elvis ve Misli'yle ilgili ne düşündüğünü merak eder oldum. Eve yürüdük ve Victor kapıya sertçe vurdu açmaları için, bir vakit sonra da ayak sesleri duyuldu. Misli kapıyı açtı ve hayalet görmüş gibi geriye sıçrayıp ellerini ağzına götürdü. "Vic... Victor..."
Victor normal bir karşılaşmaymış gibi başını sallayıp ayakkabılarıyla içeriye girdi, bu evin alçak duvarları arasında heybetiyle göz doldurarak ilerledi. Salonun kapısını açıp içeriye girince birinin fırladığını fark ettim ve kolunun altından bakınca Elvis'in hareket edemeden ayakta kaldığını gördüm. Çenemi dikip Victor'u kaldığım odaya doğru çekiştirdim ve Elvis kafasını iki yana sallayarak ardımızdan bakarken, Victor'u odanın içine çektim. O Linda'yı sedirin üzerinde görüp dururken, ben de kenardaki katlı kıyafetlerimi bir hurcun içine koymaya başladım.
"Elvisle... Misli'nin kızı mı?" Linda korkarak eteğime yapışınca dönüp Victor'a baktım. Küçücük kızla bir hizaya gelebilmek için eğilmişti lakin zayıflamış olsa da kocaman adamdı, ne ederse etsin böyle bir bebekle bir olamazdı. Linda'nın kendisinden korkmasına gülünce, "Evet," dedim ona ve eğilip Linda'nın yanağını öptüm. "Bu evde bir tek onu seviyorum."
Victor neden böyle olduğunu biliyormuş gibi başını ihtiyatla salladı, elini Linda'ya uzattı. Benim küçük bebeğim de yumuşak, minik elini kaldırınca ellerinin arasındaki farka kıkırdadım.
"Victor Victor!" O vakit Elvis kapıya vurup dehşetle kocamın ismini bağırmaya başlayınca, şaşkınlığının geçmekte olduğunu fark ettim. Linda babasının sesine tepki vererek gözlerini kocaman açarken, Victor'da ayağa kalkıp ardına döndü, ilerleyip kapıyı açtı. Elvis'in onun üzerine atlayarak, "Döndün," dediğini duydum ve homurdanarak tekrar kıyafetlerime döndüm. "Dostum... İnanamıyorum! Nereden çıktın böyle!"
"İyiyim Elvis, iyiyim!" Victor onu yatıştırmak adına sakince konuşup onun sarılmasına karşılık verdi. "Hayattayım, bir şekilde kurtuldum! Fakat şimdi gitmeliyim, gemiyi kaçırır burada kalırsam beni yine bulur..."
"Dostum nereye?" Elvis dehşetle karşı çıktı. "Yeni geldin, bir soluklan! Öldük senin yokluğunda, n'olur biraz kal... Konuş! N'aptın, ya da onlar ne yaptı sana? Utancımdan bakamıyorum sana, bizim yüzümüzden neler çektin..."
"Bunları konuşmaya vaktim yok Elvis. Karımı alıp gideceğim. Yakın zamanda görüşüz, başıma gelenlerden bahsederim sana..."
"Fakat fakat... Dostum, daha yeni görmüşken nasıl bırakayım seni?"
"Karımla ilgilenmeliyim. Kendi canımı ve onun canını kurtarmalıyım önce. Tıpkı senin ve karının canını kurtardığım gibi."
Bunun üzerine Elvis sessizleşti, Victor ona bir daha sarılıp bıraktı ve odaya döndü, Linda'ysa aralık kapıdan çıkıp babasının kollarına atladı. "Bana da sayıl baba."
Victor Linda'ya gülümseyip yanıma dek geldi, doldurduğum hurcu alıp elimden tutarken alçak tavanlı odaya göz attı. "Başka eşyan falan var mı?"
"Yok Victor, hiçbir şey de umurumda değil zaten! Sen buradasın ya..."
Heyecanıma, telaşıma gülümseyip küçük camdan dışarıya, herhalde vaktin ne kadar dolduğuna baktı ve benimle beraber odanın kapısına ilerledi. Kapıyı açıp dışarıya çıktık, salonda yine onları gördük. Misli şaşkınlıktan kıpırdayamıyordu, Elvis'se kucağında Linda'yla dikiliyordu. Kızına sıkıca sarılmıştı, sanırsınız nefes bile almıyor. Victor'un eline sıkıca yapışıp onlara kinli gözlerle baktım ve Elvis gözlerini bana çevirince, bakışlarımı duvara çektim. Bana doğru bir adım atmaya cesaret etti. "Hep onun ölmediğini düşündün, yanılmadın Hare."
Çenemi yukarıya diktim ama hiçbir kelam etmedim, hayatımın kalanı boyunca da onlara öfke duyacak gibi hissediyordum. Onlar, kocamın kendilerine sağladığı hayat yüzünden mutlu olurken ben acı çekmiştim. Victor ilerleyip bir daha Elvis'e sarılınca, onlara karşı benim kadar öfkeli hissetmediğini anladım. Elvis ona sıkıca sarılıp, "Özür dilerim," dedi lakin bu vakitten sonra faydasızdı. "Çok çok özür dilerim..."
"Sonra konuşuruz Elvis. Karına ve kızına çok iyi bak..." Victor acelesi olduğu için çekildi, Elvis'in kendisine sarılırken yere koyduğu kızına doğru eğilip ürkütmeden onun sarı saçlarından öptü. "Çok güzelsin. Ama iyi ki Hare'nin kızı değilsin."
Ah...
Victor kapının ağzında durup bize bakan Misli'ye da baş selamı verdi ve sonra kapıyı açıp eşikten çıktı, etrafı kontrol edip saatine baktı. Kurumaya başlayan elbisemin içinde hareket ettim ve yalnızca Linda'yla vedalaşmak için eğildim. Victor'un hasretiyle büyüyen kalbimde, bu küçük bebek için böylesine sevgi beslediğimi ayrılık vakti gelene dek anlamamıştım. Bu yüzden pek duygulandım, kirpiğime kadar gelen gözyaşımı silip onun yanaklarını öptüm. "Bir gün seninle... tekrardan görüşeceğiz Linda."
O anlamsız, masum gözlerle beni izlerken, dizlerim üzerinden kalktım ve Elvis bana doğru ilerlemeye yeltenince, hızla ardıma döndüm. Misli ve onunla sarılmayı hiç istemiyordum! Victor'un yanına yürüdüm ve o üçümüze de sırasıyla bakıp sonrasında gözlerini benimle birleştirince, elimi uzatıp hasretle ona tutundum. Victor ses etmeden beni dışarıya çıkarırken, "Linda için... Ona sahip olduğunuz için umarım Tanrı size çok iyi davranır," dedim sadece ve evden, yumruklarımı sıkarak çıktım.
Tamam... Onlar bana, istemesem de bir ev vermiş, aş vermişlerdi. Üstüme yorganımı örtüp yanımda durmuşlardı. Lakin her ne yaşandıysa onlar yüzünden olmuştu, bunu düşünmekten alıkoyamıyordum kimsesiz kalmış kalbimi. Sevdiğim her şeyi sırasıyla kaybetmiştim, Victor kalmıştı ama sonra bir gece yarısı ona da veda etmiştim.
Bu yüzden onlara sarılmadım diye hiç pişman olur muyum, diye düşünmedim. Victor evin bahçesinden çıkmadan önce örtüyü başıma çekti, biraz yüzümü kapatıp etrafına baktı. Yürümeye başlamadan önce bir daha dönüp baktım ve ağlamaya başlayan Linda'ya elimi salladım. Yalnız bu küçük bebeği özleyecektim.
"Denize en yakın buradan inebiliriz, gel."
"Emin misin Hare?"
"Tabii."
Onu, onu ararken defalarca geçtiğim caddelerden birisine doğru çektim ve elini tuttuğuna inanamayarak gülümsedim. Kendimi hayalin içinde gibi hissediyordum. Acaba ne vakittir buradaydı? Nasıl kurtulmuştu? Neden bu kadar geç kalmıştı? Bunları düşünürken Victor'un asker adımlarından birisinin aksadığını gördüm ve korkuyla, "Yoksa ayağına bir şey mi oldu?" diye sordum.
Kafasını bana çevirip yüzüme bakarken hiç tasası yokmuş gibi göründü. "Gemiye binip buradan ayrıldığımızda konuşmak için çok zamanımız olacak Hare. Şimdi kaybedecek vaktimiz yok."
Öyle söylüyordu ama ben çok kederleniyordum onu böyle görmeye. Yine de başımı salladım, yanımda olmasıyla yetinip onun ardından koştum. Ona gireceğimiz yolları ben gösteriyordum, Victor'sa bana güvenip o sokaklara giriyordu. Sürekli etrafına bakmasından bizim güvende olmadığımızı pekâlâ anlamıştım ama sonunda ölüm de olsa onunla giderdim.
"Hayır... Kahretsin!"
Victor'un dudağından çıkan bu kelimeyi duydum ve başını çevirip bakmama fırsatım olmadan çekiştirildim. Victor o asker adımlarını hızlandırıp beni de kendisine eşlik etmeye zorlarken, "Arkana bakmadan koş," dedi ve onunla birlikte denizi gören sokağa dönmeden önce dönüp ardıma baktım. İki tane çok iri yarı adam arkamızdan geliyordu.
"Victor... Bunlar da kim!"
"O gemiye yetişemezsek ölümümüz olacaklar Hare."
Bunu alay eder gibi söylemesine takılamadan birisine çarptım ve Victor benim yerime özürler dileyerek yana çekildi, aksayan ayağıyla koşmaya devam etti. Denizi görüyordum, gemi kıyıya yaklaşmıştı ve insanlar yükleriyle birlikte gemiye doğru iniyordu. Daha önce buralardan geçerken bu çok büyük gemileri görmüştüm ama yalnızca korkmuştum, binmek aklıma gelmemişti. Bekleyen insanların arasına karıştığımızda, Victor beni önüne alıp iki kadının arasına doğru itti ve ben telaşla arkamı dönüp ona bakarken, o eğilip beni ittirmeye devam etti. "Sakın arkana dönme Hare. İçeriye girip kendine güvenli bir yer bulana kadar arkanı dönüp beni arama. Peşinden geliyor olacağım."
"Ben ben... Arkamı dönüp seni göremeden, elini tutamadan binemem oraya."
Telaşlı şekilde, "Dediğimi yap," dedi ve beni itince, omuzlarım o iki kadının arasında ezildi. İçe doğru göçmüş vücudum neredeyse görünmez oldu.
Kalabalıktan sesler, bağrışlar geldiği için kafam karışmıştı, Victor'un sesini bir daha duyamadım ve elimi tutan eline güvenerek ilerledim. Herkesin yanında yükü vardı, benimse sadece birkaç parça giysim. Önüme, ayaklarıma bakarak hızlı hızlı solurken bir anda arkamdan itildim ve hayatımdan daha sıkı tuttuğum eli kaybettim. O vakit öleceğimi hisseder gibi olup başımı kaldırdım, sıkıştığın insanların arasında Victor'u ararken adını bağırmamam gerektiğini fark ettim. Onun peşindeki insanlar sesimi takip edebilirlerdi. Zorlukla, ileriye doğru itildim ve geminin basamaklarını görünce binip binmemekle aramda sadece bu basamakların kaldığını fark ettim.
Birisi anlamadığım dilde bir şeyler söyleyip beni itti.
Kafamı çevirip etrafta Victor'u ararken, geminin içerisinde sıkıştım ve arkama bakmamak için direnip geminin önüne ilerledim. İnsanlar telaşla yerlere çökerken, geminin büyük yelkenine baktım ve oraya ilerlerken rüzgârın yanağıma sertçe değdiğini hissettim. Uçmasın diye elimi kafamdaki örtüye götürüyordum ki, başka bir el kafamda hareket etti ve hemen sonra Victor önüme geçerek beni göğsüne doğru çekti. Kafamı kaldırıp rahatlamayla yüzüne baktım ve akşam güneşi sefasını bu güzel yüzde gördüm. Avuçlarını yüzüme indirip alnımdan öptü. "Tam kaybettiğimi sanarken gördüm seni... Elin bir anda kayboldu Hare, bu örtünün altından beni çağıran saçların olmasa bindiğinden nasıl emin olacaktım..."
"Birisi beni itti, elin de bir anda gitti..."
"Buradayım Hare. İnanamıyorum ama yanındayım." Gemiye binene dek yüzünde olan o kederin dağıldığını görünce ben de gülümseyiverdim ve aynı anda, denizdeki suların köpürdüğünü gördüm. Victor bir zafer kazanmış gibi kahkaha atıp beni kendisine çekerken geminin ayrıldığı limana baktı, peşimizden koşan o iki adam geminin kaptanına doğru durması için bağrıyordu ama gemi çoktan hareket etmişti. Victor zafer yumruğunu gökyüzüne savurup bana döndüğünde, "Diğer gemi ne zaman kalkacak ki?" diye sordum.
Aksayan bacağını düzeltti. "Üç gün sonra, bu vakitlerde..." uzandı, örtümü çekip aldı. Rüzgârla beraber uçuştu. "Biz de yarın varmış oluruz, gün doğumuyla. Sonra kalacak yerimizi buluruz, bir de düşemezler peşime."
Heyecanla salladım kafamı ve ona, "Ne yaptılar sana?" diye sordum.
Başını çevirip geminin güvertesine baktı, ardından elimden tutup beni çekmeye başladı. Ne büyüktü, bir sürü de insan vardı. Kaç katlıydı acaba, nereye gittiğini dahi bilmiyordum... Beni merdivenlerden indirince upuzun, dar bir koridor gördüm. Odalar vardı ve insanlar yerleşiyordu. Victor asker adımlarını atıp odaların tümünü aradı, hepsinin dolduğunu görünce biraz tadı kaçtı. Gerisin geri gittik ve bir kat daha aşağıya indik, daracık, sıkışık koridorda ilerledik. Gemi bu katta çok sallanıyordu, koşarken midem bulandı. Victor'un aksayan bacağına n'olduğunu görmek için sabırsızlanırken, bir küçük bölmenin kapısını ittirdi ve boş olduğunu görünce, "Sonunda," diyerek beni kendisiyle birlikte içeriye itti.
Dönüp kapıyı kapatınca hayretle etrafıma bakmadan edemedim. Küçücük bir bölmeydi ve küçücük, dört köşeli cam vardı. Victor elindeki giysi hurcumu bölmedeki deri döşemesi olan koltuğa bıraktı ve kendisi de camın kenarına oturup eğildi, giysisinin paçalarını yukarıya çekip bacağını açarken inledi. Bir de ne göreyim, bıçak yarası! Ellerimi hayretle ağzıma kapatıp onun yanına sıkıştım. "Victor, bıçakladılar mı seni? Nasıl yürüdün, koştun bu halde? Neden söylemiyorsun, Elvis'in evinde bir şeyler sürerdik."
Yorulmuş gibi güçsüz bir nefes verip örtümü ortadan ikiye böldü, parçanın birisini bacağının etrafına dolayıp düğüm attı. "İnene kadar idare ederim..." elini gömleğinin cebine atıp bir küçük şişe çevirdi, buna benzeyen bir şey daha önce hiç görmemiştim. Kapağını kaldırıp şişedeki her neyse içti. "Birkaç gündür bununla idare ettim ama az kaldı... Yenisini bulursam nasıl alacağım bilmiyorum, bunun için param yok..." ona şaşkın şaşkın baktığımı görünce gülmeye başladı. "Merak etme, birkaç gün kalacak kadar yerimiz var. Ayrılırken bir miktar para çaldım... Her neyse, gelip bu tarafa otur, denize bak."
Koltuğun diğer tarafına oturup benim için cam kenarını açtı, ben merakla oraya oturunca doğrulup sırtını arkaya yasladı. Burası pek küçüktü, Victor'sa büyüktü. Herhalde bu sebepten ki daha da sıkışmış hissettim ama loş olsa da burada olmayı sevmiştim. Küçük aralıktan denizde fokurdayan sulara bakarken, Victor'un elini saçlarımda hissettim. Dönüp gülen gözlerimle ona baktım, eğilip saçlarımı kokladı. "Çok özledim seni aşkım?"
"Essahtan mı?"
Yanağımdan sertçe öptü. "Essahtan ya!"
Yanağımı cama yasladım ve Victor yüzünü saçlarıma koyduğunda, "O vakit neredeydin?" diye sordum ve ağlamaya başlayınca Victor saçlarımı yüzümden çekti. "Hep seni aradım ama hiçbir yerde bulamadım. Anlatsaydın ya bana neredeydin?"
"Esirdim," dediğinde zaten tahmin ettiğim vaziyet bu olduğu için şaşırmadım lakin çok üzüldüm. Dönüp bir daha hasretle yüzüne baktım ve vücudunun başka nerelerinde yarası olduğunu düşündüm. Yüz kemikleri çok belirgindi, zayıflamıştı, teni daha da koyulaşmıştı üstelik. Omuzları daha çökük, aşağıda duruyordu. "Ve... O sırada hasta oldum, ciğerlerim çok acıyordu ve sürekli öksürüyordum. Veba olduğumu sandılar, bulaşacak diye yaklaşamadılar... Bir yerde aylarda öylece yattım, belki ihtiyaçları olur diye de bırakmadılar. Tepesinden su damlayan, izbe, karanlık bir yerde, eski hapishaneymiş... Bu haydutlar orada kalıyordu, benim gibi birkaç adamı da tutuyorlardı. Sonra bir gün..."
Korkuyla, "Veba mı olmuşsun?" diye sordum.
"Kara vebaya yakalansam ölmüş olurdum Hare," dedi ve anlatmaya devam ederken saçlarımı okşadı. "İşte bir gün... Benim gibi esir düşmüş adamlarla anlaşma yaptık, her gün birimiz diğerinin arkasını kollayıp dışarıya çıkmasına yardım edecekti. Yaptık, sadece son kalan kişi kendisini bizim için feda etti, kimse onu kollayamayacağı için dışarıya çıkamadı. Ne garip, bunu en başından zaten kabul etmişti."
Bir süre sustu, o arkadaşını düşünüp yasa boğuldu.
"O günler kaçtım, aylar önceydi... Ciğerlerim çok kötüydü, yürümekte bile zorlanıyordum. Bayılıp duruyor, gözümü başka yerlerde açıyordum... Birgün de bir hekimin kapısında açtım gözümü, herhalde oraya yürümeye çalışmıştım, pek de hatırlamıyorum..." tekrar öksürdü, yoksa hâlâ hasta mıydı? "İyileşmem çok zaman aldı, bir sürü şey içirdi bana, kalacak yerim olmadığından ormana gidiyordum, seni arıyordum... Hafızamı zorlayıp Elvis'in bahsettiği bu evi bulmam aylarımı aldı ve sonra alışkanlık hali, nehirden geçip seni görünce..." elimi tutup kalbine götürdü. "Kalbimin tekrar attığını hissettim."
Yaşadıklarına hüngür hüngür ağlayarak göğsüne yaslandım ve çektiğim acıları, tatsız, onsuz günleri düşünürken neler yaşadığını düşündüm. Hep böyle öksürmüş olmalıydı, sürünmüş, çok dolaşıp beni aramış olmalıydı. Nihayet bulmuştu ama bulduğunda... "Beni görmene rağmen yanıma gelmedin, başkasıyla evlendiğimi düşündün! Hakaret gibi."
Anlayışıma sığınıyormuş gibi bana yaklaşıp alnımdan, burnumdan, gözümden öptü. Nefesi dudağıma zor yetişti. "Bizim ki bir anda gelişen aşktı Hare, günler içinde aşık olup evlendik, çok az evli kalabildik... Ve ben gittim, geleceğimi söyleyip gelmedim. Tabi başka bir aile kurmuş olabilir..."
"Kurmadım," diye karşı çıktım dudaklarına doğru ve onun dudakları yukarıya bükülürken, benim dudaklarım aşağıya indi. "Ve böyle düşünmene çok gücendim! Kalbim kırıldı."
"Bunu telafi edebilecek çok zamanımız olacak." O küçük şişeden biraz daha içip titreyen bacağına baktı ve sonra dudaklarımı bir de öyle öptü, değişik bir şey vardı içtiğinin tadında. Dargın şekilde yüzümü cama dönünce, denizin dalgalarının akşam karanlığına bulandığını gördüm. Elini göz kapaklarıma koydu. "Şimdi gün doğumuna kadar uyu, Hare."
Ona yaslandım ve uyuyakalırken, dalgaların sesini buradan bile duydum. Uyandıysam eğer sebebi birkaç kez inleyen Victor'du ama beni hemen tekrar uyuttu ve yıllar sonra ilk kez ona sarılıp gözlerimi kapattım. Gömleğinin dokusu bile çok tanıdıktı, göğsünün hareket edişi, kalp atışı... O kadar duygulandım ki uykudayken bile ağladığımı hissettim ve saatler sonra beni, "Geldik aşkım," diyerek uyandırınca buz gibi bir yere geldiğimizi düşündüm. Elimden tutup beni aksayan ayağıyla yürüyerek çıkardı, holde ilerlerken, temkinle etrafına bakmaya da devam etti. Güverteye çıktığımızda güneşin doğuşunu gördük ama buna rağmen gökyüzünden beyaz kar taneleri süzülüyordu.
"Burası neresi?" diye sordum, incecik kıyafetlerimle üşürken.
"Zamanın Almanya'sı."
Ve zamanın Almanya'sına attığım ilk adımda soğuktan donacakmış gibi hissettim, o olmasa ne yapardım bilemedim. Kalbimin bile donacağını hissettim ve onunla ilk geceyi dışarıda geçirmek zorunda kaldık. Vücudumun ve kalp atışlarımın donacağını hissettim ama vaat ettiği hayatı düşlerken, elini tutup o soğukta yürüdüm. Başımı kaldırıp yüzüme düşen kar tanelerine bakarken, o soğukta yürürken, buradaki en yakın nehrin nerede olduğunu düşündüm ve kelebekler toplayıp yüzebilmek için yazın gelmesini diledim.
SON.
Yorumlar yükleniyor...