0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

9. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

Keyifli okumalar.

9.BÖLÜM

HARE.

Bir arkadaşa sahip olmak için neler verebilirdim?

Ya hep arkadaşım kalacak bir kelebeğe sahip olmak için neler verebilirdim?

Öpücük ne ifade ediyordu? Manası olan bir şey miydi? Bunağı öpüyordum, artık yüzü de vücudunun kalanı gibi yaşlanmıştı ama onu öpmek içimden geldiğinde öpüyordum. Birini öpmek bir koşula bağlı mı olmalıydı? İnsanın yüreğinden gelip taşmaz mıydı?

"Bir öpücük bir kelebek mi ediyor?" dedim onun kara kara gözlerine bakarak.

Beni sırtımın iki yanından yumuşak bir dokunuşla tutuyordu. "Evet Hare," dedi gözlerimin içine bakarak. "Bir öpücük bir kelebek eder."

Bir tane kelebeğim vardı, onu camdan yapılmış bir bardağın içine koymuş, üzerini de örtmüştüm. Küçücük alanda bazen kanat çırpıyordu ama henüz kaçmamıştı. Bazen onu elime alıp oynuyordum, odanın içinde uçuşup sonra tekrar elime konuyordu. Şimdi bir kelebeğim daha olmasını çok isterdim ama... onu öpmeye değer miydi?

Başımı eğip bir daha yakınlığımıza baktım.

Büyücü annem zaman zaman erkeklerle aramdaki yakınlığı iyi ayarlamam, hatta onları yakınıma sokmamam gerektiğini söylemişti. Kalbini kırıp eline bırakırlar, demişti. Eğer öyleyse şimdi hemen Victor'dan uzağa gitmem gerekmez miydi?

"Büyücü annem bana çok kızacak," dedim, utanıp başımı eğerken. "Bana her defasında erkeklerden uzak durmam gerektiğini söylemişti."

"Doğruyu söylemiş," dediğinde epey şaşırdım, ondan kaçıp gitsem nasıl olur, diye düşündüm. "Erkeklerden uzak durman gerekir tabi. Ne iyi söylemiş. Büyücü anneni sevdim bak şimdi."

"Sen de bir erkeksin!" diye çemkirdim, vücudumdaki garip değişikliklere de ona da sinirlenerek. "O halde senden de uzak durmalıyım."

"Ama ben senin erkeğinim," dedi son derece ciddi bir sesle.

"Yaa," dedim bu kez, karanlık gözlerine bakarak. "Benim misin sen?"

"Tabii. Seninim ben."

Gözlerim parladı. "İki kelebeğim bir Victor'um var!"

Ellerimi kaldırıp omuzlarına emaneten koydum ve yaklaşıp dudaklarımı ileriye uzattım, yanağına bir öpücük koydum. Islak dudaklarım yanık teninde kısacık vakit durdu lakin yüreğim yine de pır pır etti. Onu öpüp geriye kaçtım. Bilmiş bilmiş gülümsedim. "Öptüm."

Gözlerini yumdu. "Çok berraksın, masumsun."

Yanağını başımın üzerine koyup ellerini sırtımda aşağıya ve yukarıya gezdirmeye başladığında gülümseyerek boynuna baktım. Bir kısmı çıplaktı, bense tamamen çıplaktım. Utanıyordum, büyücü annemin söylediklerini dinlemem gerektiğini biliyordum ama Victor'a sarılmayı da pek seviyordum. Ellerimi suyun içine gizleyip ona yaslandım ve az evvel yanlışlıkla öldürdüğüm ateş böceğine baktım; nehrin üzerindeydi. Ona savaşmayı öğretecektim, hemen ölmüştü!

"Victor," dedim, o benim sırtıma dokunmaya devam ederken. "Bak, söz verdin! Bana kelebek vereceksin değil mi?"

"Herhalde kızım. Hatta seninle beraber yakalacağız o kelebeği."

Gözlerimi düşünceli şekilde nehirde dolaştırdım. Pek güzel olurdu. Hem onun kelebekleri nasıl yakaladığını öğrenir, kendisine ihtiyaç duymadan kelebek yakalardım kendime. Bu planımı kendime saklayıp başımı salladığımda, "Yıkanırken civarına çok dikkatli bak," dediğini işittim. Konuşurken az kulağıma eğilmişti. "Kimse seni izlemesin."

"Haydut! Sen izledin mi yoksa!"

"Hare," dedi, yumuşak bir sesle. "Biz birbirimize çok yakın olabiliriz, başkalarıyla yakın olamayız. Tamam mı?"

Victorla yakın olmak... Acaba her gün beni görmeye mi gelirdi? Bana kelebek mi getirirdi? Ben onunla yakın olmayı seviyordum ama ya beni bir kez daha kandırırsa! Çok üzülürdüm, hem de onu hiç acımadan vururdum. Yalnız hakikaten ben Victorla yakın olmak istiyordum. O gelmeyince canım sıkılıyordu, konuşacak da kimsem olmuyordu. Başımı sallayıp, "Peki," dedim, ona çok da yüz vermeden. "Ben seninle yakın olacağım, sen de benimle yakın olacaksın. Ve bana kelebek getireceksin."

"Bir öpücük bir kelebek, iki öpücük iki kelebek," dedi, sular onun eliyle beraber sırtımdan kayıp giderken.

"Sanki çakallık yapıyormuşsun gibi hissediyorum Victor."

Gülüşü kulaklarımı doldurunca kaşlarımı epey çatıp dişlerimi sıktım. Bu haydut benimlen eğleniyor muydu? Yoksa tekrar kandıracak mıydı? Ona güvenirsem başıma bir iş gelir miydi, peki buna değer miydi?

"Saçlarımımı öpüyorsun?" diye sordum, başımın tepesinde bir sıcaklık hissettiğimde.

"Cık," dedi ama ona pek inanmadım.

Başımı eğip bir daha göğsüne yaslanan memelerime baktım. Bazı şeyleri tav kavrayamıyordum, misal şimdi neden böyle garip hissettiğimi de bilmiyordum. Acaba o biliyor muydu ona yakınlaştığımda neden böyle hissettiğimi? Anlamadığım şeyler hissettiğim için öfke duydum ve bir anda ellerimi kaldırıp onu geriye püskürttüm. Kolları arasından sıyrılıp ardıma döndüm, ürperen kollarımı etrafıma dolayıp kıyıya ilerledim. Nehrin içinde arkamdan geldi.

"Ne oldu?"

"Ayıp ayıp şeyler yapıyorsun bana," dedim, memelerimi kolumla örterek.

Geyiğim ıksırdı ve Victor tekrardan ardımdan gelip ellerinin içlerini omuzlarıma yumuşakça koydu. "Tanrı şahidim olsun ki sana asla zarar vermem."

Nedense kendimi olduğumdan daha duygusal hissediyordum. Birisine sarılmak demek insanın duygularını coşturan bir şeydi. Birisine inanmaya ihtiyacım olduğunu fark etmiştim. "Ama beni bir kere kandırdın! Şimdi sana inanması çok zor!"

"Hare, sana söylemiştim. Evinin nerede olduğundan çok emin değildim, emmiyette olduğunu bilmeliydim. Haydutlar obayı dağıtırken seni sakladım. Sen... çok mühim birisin benim için, canına zeval gelmesine katiyen göz yumamazdım."

Evet, bunları daha öncede açıklamıştı, oldukça inandırıcı sebepler gibi gelmişti ama güven hissiyatım ilk kez böyle derinden sarsıldığı için kalbim gücenmişti. Parmaklarımı kollarımda gezdirerek, "Essahtan mı?" dedim. "Beni bir daha kandırmayacaksın?"

"Bir kez daha sıhhatin söz konusu olursa aynısını yaparım lakin onun haricinde seni asla kandırmam!"

İç çektim. Sıhhatimi bu kadar önemsiyor muydu? Yaşamımda, nefes alıp verdiğim bu ömürde bunaktan başka kimse sıhhatimi merak etmemişti. Onun gibi düşünmeye çabaladım. Victor'un sıhhati olay olsa benim de bir şeyler saklamam gerekse acaba saklar mıydım? Sanırım saklardım, zira ona bir şey olmasını hiç istemezdim. "Tamam," diye kabullendim. "Ama ondan başka sebepler yüzünden kandırma beni! Seni kalbinden vururum!"

Saçlarımdan öptü. Bu kez yalanlayamazdı. Hissiyatı kalbime dek taşınmıştı. "Yani seni kandırabilirim?" diye sual etti, eğlenen bir sesle.

Elimi nehirdeki suyun içine çırptım. "Sadece sıhhatimi düşünürken! Onun haricinde kandıramazsın beni!"

Sırtıma yaslanan göğsü hareket etti, sanki gülüyordu. Dönüp bakmak, omuzlarına vurmak istedim ama bir kez daha böylesine yakınlaşmayı doğru bulmadım. Bunak anlar mıydı acaba? Kalbim de hızlı atıyordu? Kulağını kalbime dayasa kesin anlardı! "Kandırmayacağım Hare," diye yineledi sözünü. "Dur, saçında bir böcek var, alayım onu."

Parmakları saçlarım arasında dolaşmaya başlayınca utandım. Saçlarıma yine böcek girmişti demek. Başımı önüme alçaltıp, "Ben pis bir kız değilim," dedim, küçük düşmüş hissederek.

Parmaklarını kızıl, ağırlaşmış saçlarımdan ayırıp, "Ben senin hakkında hiç öyle düşüncelere kapılır mıyım?" Diye sitem etti bana. "Hayatımda gördüğüm en temiz insan."

"Yaa," dedim sesimi inceltip gözlerimi kırpmaya başlayarak.

Sırtıma, her nedense yaslı duran göğsü bir daha hareket edip kaburgalarıma çarptı. Kızgınca söylendim. "Şimdi neye gülüyorsun it!"

Omzumu sıktı. "Senin güzel konuşmayı öğrenmen lazım."

"Öğrenmicem!"

Omuzlarımı tekrardan okşamaya başladığında bir şey demedim. Zaten yıkanmıştım, nehrin suyu sürekli akıntı halinde olduğu için de yıkandığım su temiz oluyordu. Eğlenirim, ateş böceklerini atarım diye nehirde fazladan bekliyordum. Şimdi çıkmalıydım ama Victor beni bırakmıyordu. "Bana sarılmayı bırakacak mısın?" Diye sordum, saçımı parmağıma kıvırarak.

"Cık."

"Bugün bir ateş böceğini kazayla öldürdüm," dedim ince bir sesle. "Cehennemde mi yanacağım?"

"Sen niye hayvanlara eziyet ediyorsun?"

Hiç de öyle bir şey yapmıyordum. "Onlara savaşmayı öğretiyorum Victor, hiç de öldürmüyorum!"

Yine sustu. Sahiden onlara eziyet mi ediyordum? Savaşsınlar, hayatta kalmayı öğrensinler diye yapıyordum. Büyücü annem bana böyle öğretmişti, hayatın gaddar olduğunu söyleyip savaşarak hayatta kalabileceğimi tembih etmişti. Ben kötü bir şey yapmıyordum!

"Kıyıya gideceğim ben," diyerek onun kolları arasından çıktığımda Victor karşı durmadı, ellerini geriye çekti. Avuçlarının sıcaklığı kaybolunca sabah soğuğunun farkına varıp yutkundum, kendimi nehrin ilerisine doğru ittim. Kıyıya varınca geyiğim yaklaştı, ıksırıp toynaklarıyla elbisemi önüme itti. Büyücü kadın bir keresinde insanın alışkanlıklarından ibaret canlılar olduğunu söylemişti, zannımca hayvanlar da öyleydi.

"Aferin geyiğim, seni vurmayacağım."

Uzun, sular damlayan saçlarımı önümden alıp sırtıma doğru savurdum, ellerimi yosunlara yaslayıp vücudumu çıkarttım. Üzerimden sular damlarken kıyıya ayak basıp ayağa kalktım, saçlarımın tümünü önüme alıp ellerimle sıktım. Çok ağırdı saçlarım, ıslanınca bir yük gibi oluyordu. Geyiğime gülümsedim ve onun önüme getirdiği, büyücü annemin diktiği yeşil elbiseyi yerden aldım. Dikişlerinin sökülmemesine dikkat ederek vücuduma geçirdim, düğmelerini ilikledim. Nehirde yıkanacağım için bu kez içime çamaşır giymemiştim.

Boynu açık elbisemin tüm düğmelerini kapatınca saçlarımı omuzlarımdan çekip sırtıma doğru koydum. Dizlerimi biraz kırıp geyiğimin boynuzunu okşadım. "Sen mi daha güzelsin, ben mi? Tabii ki ben."

Güldüm ve arkamı dönünce Victor'u hatırladım. Boğazıma epey sert bir yumru oturdu. Beni tamamen çıplak görmüştü değil mi? Acaba bu çok mu günahtı? Cehennem bunun için yanar mıydım? Büyücü annemin yapma dediği her şeyi yapıyordum, üstelik çok da garip hissediyordum. Ona sürekli bakmayı istememin manası neydi, anlamıyordum. Onu bıraktığım yerde, gözlerini kapatıp açmadan çehreme bakıyordu. Gözleri parlaktı, kirpikleri birbirine o kadar yakındı ki doğrusu gözlerini zor görmüştüm. Kıyıya doğru yüzmeye başlayarak, "Bunu bir daha kimsenin yanında yapma," dedi bana, yumuşak ve sakin bir sesle. "Hiçbir insanın yanında çıplak kalma."

"Biliyorum," dedim. Bunu bana cadı da öğretmişti. "Ama sen yanıma geldin, ben bir şey yapmadım."

"Tabii ki yapmadın," dedi ve kıyıya koyduğu gömleğini alarak bu tarafa doğru yeniden yüzdü. "Öğrenmen gereken çok şey var Hare."

Essahtan mı? Bilgisiz miydim ben? Az şey mi biliyordum? Mektebe gitmiştim, öğrenmek istemiştim. Yüzümü astım ve Victor nehirden çıkıp ayaklarının üzerine basınca, üzerinden dökülen suları takip ettim. Elindeki deri çizmeleri kenara bırakıp gömleğini kuzguni, koyu tenine, heybetli gövdesine geçirdi. Pantolonu üzerine yapışmıştı.

"O ne?" dedim, elimle pantolonunun önünü göstererek.

Başını eğdi. "Ne ne?"

"Pantolonunun önü şiş duruyor," dedim, gözlerimi oradan ayırıp gözlerine çıkarırken.

Victor ağzı bir karış açılmış halde gözlerimin içine bakakaldı ve sonra kahkahalar atmaya başladı. Aaa, şimdi neden gülüyordu. Gülerken omuzları düşüp kalkıyordu, başı da önüne eğiliyordu. Komik bir şey mi söylemiştim? Meraklanıp sormuştum işte? Dişlerimin arasından sertçe solumaya başladığımda, gömleğinin düğmelerini ilikleyip başını iki yana salladı. "Senin çok şeyi öğrenmen gerekiyor Hare. Merak etme, sana lazım olan her şeyi öğreteceğim."

"Siktir gitin oğlu," diye kızıp öfkeyle ona arkamı döndüm ve dudaklarımı ısırıp yürümeye başladım.

Geyiğim peşime düştü, toynaklarının sesi kulağıma. Çok vakit geçmeden Victor'un da beni takip ettiğini anladım, hemen ardımdan yürümeye başlamıştı. Bu kez atı yoktu, keşke olaydı. Atı çok güzel ve tatlıydı, sahibi gibi kalpsiz değildi! Kılıcını da almamıştı, ben de okumu evde bırakmıştım. Keşke yanıma alsaydım, hazır savunmasızken onu vururdum.

"Nereye gidiyorsun?" diye sordu ardımdan.

"Evime," dedim bir aksilik etmeden.

"Olmaz," dedi, sonra ne lüzumu varsa kolumdan tutup beni kendisine çevirdi. Saçlarımdaki sular etrafa sıçradı ve gözleri benim gözlerime bağlandı. "Ben seni görmek için geceden bu yana yürüdüm. Hemen bırakmam seni."

"Ben mi dedim yürü!"

Dudaklarını sıktı. "Demedin ama yanında olmamı istiyorsun. Neden asilik ediyorsun?"

"Canım istiyor!"

Başını arkaya yatırıp derin bir nefes verdi. "Bilgi öğrenmek istemiyor musun sen? Ben sana mektebe gidip öğreneceğin her şeyi öğreteceğim tamam mı?"

"Yaa." Yerimde zıpladım. "Essahtan mı?"

"Gel böyle," diyerek dirseğimde duran elini kolumdan aşağıya kaydırdı ve elimden tuttu. Kalın, nasırlı parmakları parmaklarımın arasından geçtiğinde başımı eğip şaşkınca birleşen ellerimize baktım. Elimden tutmuştu. O nasırlı, yaralı avuç içinin tamamı ufak elimi kaplamıştı. Parmaklarım ikiye katlanmış, avuç içinde, bir tırtılın kozasına gizlendiği gibi gizlenmişti.

Gülümseyerek ellerimizi izledim.

"Sayıları biliyor musun?" diye sordu bana, elimden tutup yürürken.

Ellerimize bakarak, "Hepsini biliyorum," dedim.

Güldü. "Hepsini bilemezsin."

"O nedenmiş!"

"Sayılar sonsuzsur, hepsini bilmenin imkânı da yoktur."

Bu yeni bilgiyi cebime atıp başımı salladım. Madem bana bilgi öğretecekti, uslu durmam makul olurdu. Yani beni kızdırmazsa.

"Sayılar bir dokuz diyerek okunmaz Hare." Eğilmiş bir ağaç dalını elinin tersiyle itti, boyu uzun olduğundan dolayı geçmek için biraz eğildi. "On dokuz diye okunur. Biri sana yaşını sorduğunda on dokuz diyeceksin."

"Tamam."

"Kaç yaşındasın?"

"On dokuz."

"Güzel." Dönüp bana baktı. "Çabuk öğreniyorsun."

"Bunda ne var? Alt tarafı on dokuz diyeceğim! Senin de beni meth edesin mi var anlamadım!"

Gülerek tekrar başını çevirdi, ormanın içinde elimi sıkarak yürüdü. "Çok zekisin, kurnazsın, tilki gibi kurnazsın."

"Aaa." Ayağımla, önüme çıkan otları ittirdim. "Ben bir kere de yanlışlıkla bir tilki vurdum."

"Şaşırmadım," diye gevelediğini duyunca kaşlarımı çattım. Hayduta bak, sanki hep birilerini vuruyordum!

"Ama işte, tilki de olsan bir okla vurulabilirsin Hare." Sesinin tonu ciddiyete binince onu kaale almam gerektiğini hissettim. "Bu dünyada çok dikkatli, tedbirli, uyanık olmalısın."

"Neden?"

"Dünyada iki çeşit insan vardır çünkü. İyiler ve kötüler. Her zaman iyiye denk gelmezsin, bu sebepten çok temkinli davranmalısın."

Oflayıp söylediklerine başımı salladım. "Ama Victor hem iyi hem de nasıl kurnaz olacağım ki?"

"İyiyi yalnız iyiye olacaksın. Kötüye sen de kötü olacaksın."

Bunlar, cadının söylediklerine pek benziyordu. O yüzden inanmıştım. Gaddar insana ben de gaddar davranacaktım. Lakin... Victor'da bir hayduttu, öyleyse gaddardı da. Ona da mı acımasız olacaktım? Başımı kaldırıp yüzüne baktım, rüzgârın değmesi nedeniyle saçları uçuşuyordu. Kirpiklerini de birbirine yakınlaştırmış, gözlerini kısmıştı. "Başka ne öğrenmem gerekiyor?" Diye bu kez ben sordum.

"Cadı seni epey kandırmış, bunu öğrenmen gerekiyor," dediğinde öfkelendim. Ne hakla cadım hakkında böyle konuşurdu!

Yerdeki toprağı onun çizmelerine doğru vurdum. "Cadım hakkında kötü laf deme! Sana büyü yaparım."

Yürümeye son verip benden tarafa döndü, yukarıdan dik dik bakmaya başladı. Gözlerindeki bakış bu sefer eğlenmediğini gösteriyordu. "Her kadının, belli bir yaşa geldikten sonra kanaması olur. Bunun büyüyle hiçbir alakası yok. Tanrı, kadını böyle yaratmış. İlerideki gebeliğinin sıhhatli olması için bu kanamalar olur. Belki eksik biliyorumdur ama ay başı kanaması böyle bir şey. Cadı sana büyü yapmadı, sen zaten yaratıldığından beri böylesin."

Yüzümün altı seğirmeye başladı, hissettiğim ilk şey yüzüme böyle yansıdı. Bana doğruyu söylüyordu, bunu gözlerine düşen ciddiyetten hissediyordum. Essahtan böyle mi olmuştu? Bu nasıl olurdu? Büyü değil de yaradılışımdan gelip devam eden bir şey miydi? Öyleyse beni neden kandırmıştı, bilgisiz bırakmıştı? Bir de kalkıp ona bunu anlatmıştım, eğlenmişti benimlen. Kendimi daha da küçük düşmüş hissedip elini bir çırpıda bıraktım, ilerlemeye başladım. "O bunağın zaman zaman beni kandırdığını zaten hissediyordum!"

Beni tekrardan yakalayıp elimden tuttu, kendi bedenine doğru çevirip diğer elinin iç bölgesini de yanağıma dayadı. "Ben sana neyden eksik kaldıysan onu öğretirim."

Gücenik şekilde omuzlarımı silktim. "Bunak! Kandırmış beni ama... onu göğsünden vuramam ki!"

"Niye?"

"Yaşlı o, yüzü buruş buruş. Az bir şey olursa ölür, kaybedemem ben onu."

İnatla aşağıya doğru eğdiğim yüzümü kaldırdı. O sırada başının üzerinden bir kelebek geçtiğini gördüm ama ben daha bunu söyleyemeden kelebek uçup gitti, bir ağacın sarmaşığına kondu. Victor gözlerini görebileyim diye az eğildi, eli hâlâ ıslaktı. "Cadıyla ne zaman tanıştın? Ne vakittir bakıyor sana?"

Ona söylemem de bir sakınca var mıydı? En fazla ne olabilirdi ki? "Ailem... Beni doğduğum gece, lanetli sandıkları için ebenin kucağına bırakmış." Bunları söylerken başımı eğdim, az ilerideki ağaca sarılan sincapı izledim. "Ebe de önce nehre götürmüş beni, ölmem için. Sonra her nedense yapamamış, koşa koşa ormana geçmiş, cadının kapısına bırakmış. Ben... Ondan başkasını tanıyıp bilmem yani. O benim annem."

Victor bir vakit sustu. Ne düşündüğü konusunda meraklansam da soramadım. Sincapa kaşlarımı çattım, ne kadar beceriksizdi, bir türlü çıkamıyordu. Yanağımdaki parmaklar hareket edince dağıldım, gözlerim yavaça onu buldu. Bana merhamet mi ediyordu? Yanağımı neden okşuyordu? Üstelik elimin ayasını da. "Doğru Hare, ben de ömrüm de hiç seninkiler gibi saçları, gözleri görmedim." Üzerime gelince geriye gittim. "Gözlerin, bir bedenden akan kanın rengine benziyor ve saçların da. Belki de bana olduğu gibi annenle babana da kanı çağrıştırdın, senden korktular."

Bir adım daha geri gidince sırtım ağaca yaslandı, elbisem ıslak olduğu için ağacın sert gövdesini sırtımda daha belirgin hissettim. Nefesim boğazımdan zorlukla çıkarken, "Yaa," diyebildim. Victor biraz daha gelme ihtiyacı duyup bir yanağımı okşadı, yarısı çıplak gerdanını bana yasladı. "Sen korkmadın mı?"

"Korkmadım," dedi yavaş, sakince. Gün ışığı kara gözlerine gölge etmişti. "Aksine, hoşuma gitti. Bayıldım gördüklerime."

Victor lanetli ve hastalıklı olduğumu düşünmüyordu. Cehennemden gelen bir yaratık olduğumu da. Ben de gördüğü ne varsa hoşuma gitmişti. Gözlerimin parlak parlak baktığını hissettim, hem gülümsemeye de başlamıştım. "Ben de saçlarımın böyle olmasını seviyorum."

"İlk başta korkutucu görünebilirsin insanlar için ama sonrasında sana hayranlık duymayacak kimseyi tanımıyorum."

"Yaa," dedim ince bir sesle, gözlerimi kırpmaya başlayarak.

Her nedense dudakları kıvrıldı. "Bir de ne yaptığından habersiz oluşun..."

Kıkırdadım. "Ne yapıyorum ki?"

"Cilve."

Parmağımı dudağıma vurdum. İyi de ben bu kelamı ilk kez duymuştum. "O ne demek ki?"

"Hımm." Başını çevirdi, civarına bakarak çenesiyle az ileriyi gösterdi. "Bak, şu ağacın dalındaki iki kuşa bak."

Gözlerimi onun baktığı yere çevirince dalın üzerine tünemiş iki küçük kuş gördüm. Birisi beyaz, diğeri ağacın rengindeydi. Garip olanın ne olduğunu anlamak için gözlerimi kırpıştırdım. Beyaz kuş gagasıyla sürekli yeşil kuşa vuruyor, sonra da ağacın dalında ileriye kaçıyordu. Bu muydu yani? Vurup kaçmak mı cilve oluyordu? Üstelik diğer kuş da onun peşinden gidiyordu. Demek cilve böyle bir şeydi. Başımı önüme eğip güneşin değdiği saçımı kulağımın arkasına sakladım ve bir anda Victor'un göğsüne vurup kaçmaya yeltendim.

Kolumdan tuttuğu için beni derhal çekip, "Ne yapıyorsun?" dedi, kaşlarını çatarak.

Elimle daldaki kuşları gösterdim. "Beyaz kuş öyle yaptı!"

"Ah." İç çekti ve o pembe pembe duran dudakları seğirdi. Beni tekrar ağacın geniş gövdesine yaslayıp sakınca görmeden üzerime geldi. Avucunun içi ne zamandır yanağımdaydı bilmiyordum ama yanağım sıcacık olmuştu. Islak bir tutam saçım elinin üzerine düştüğünde, bir daha göğsünü memelerime yasladı. "Doğru anlatamadım."

"Evet Victor, beceriksizsin Victor!"

"Cık, ben çok becerikli bir erkeğim."

Ellerimi, onu itmek için omuzlarına koydum ama aklıma bir şey geliverince durdum. Gözlerine bakınca her neden bilemem fakat yeniden o kelime aklıma gelmişti. Madem bana öğretiyordu, bu kelimenin anlamını da öğretsindi. Bir tutam ıslak saçım elinin üzerinde, güneş gözlerinde dururken, "Peki ya aşk?" diye sordum ona. "Aşk ne?"

Aydınlık, kara gözlerinin ortasına bir mehtap gibi çöktü. Göz bebeklerinin etrafında, geceleyin oturup izlediğim yıldızlara benzer birkaç şey gördüm. "Aşk," diye yineledi, sayılı kere duyduğum bu kelamı. Vücudunu bana yaslayınca, benim sırtım da ağacın gövdesiyle adeta bütünleşti. Elimi bıraktı, aynı eli havada süzüldü ve kan gibi kırmızı olan saçlarıma, ense kısmımdan girdi. Saçlarımı avucunun içine alırken, eli de kalbimlen beraber hareket etti. Yüzümü okşadığı her an kalbim dört nala koştu. Boğazından bir ses çıktı ve yüzümü tutarak, "Aşk bu," dedi. Ardından kafasını ileriye uzatıp dudaklarını sertçe dudaklarımın üzerine bastırdı.

BÖLÜM SONU.