0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

39. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

18. AŞKA TESLİM.

"Bu dükkânda durur musun, çiçek alacağım."

"Karina'ya mı?"

"Nil'e."

Deren arabayı, önünde renkli çiçek sepetlerinin olduğu cam vitrinli dükkânın girişinde durdurunca uzanıp yana koyduğum çantamı aldım. Ellerini direksiyondan çekmiş beni izlerken de ona göz kırpıp araba kapısını açtım, dışarıya çıkıp topuklu ayakkabılarımla seri adımlar attım.

"Bensiz nereye?" diyerek arkamdan üç büyük adım attı.

"Senden sıkılmaya başladım. Birkaç dakika ayrı kalabilirdik."

Dinlemesi ne mümkün kendinden başka birisini... Zaten ciddi olmadığımın farkındaydı. Söylediğim kötü bir şakadan ibaretti. Deren, bana yetiştiğinde bir işe yaraması için çantamı tekrar ona uzattım, alışmış şekilde çantamı tutmaya başladığında da vitrin önündeki çiçeklere eğildim. Beni aklına getirmesi için beyaz laleleri tercih ettim ve onları kendi elimle seçtim, araya da o günki gibi birkaç tane pembe lale koyup kucağıma aldım. 

O, "Nil... Çiçek bakmayı bilmez, almana gerek yoktu," dedi.

"Buna ben karar veririm," dedim.

"Nil benim kızım," diye hatırlattı.

"Ben de misafirim. Bırak da ne hediye alacağıma kendim karar vereyim!" Kucağımdaki lalelerle beraber dükkâna yürüdüm ve kapıyı dirseğimle açacaktım ki Deren yardımcı olup benim için açtı. "Mersi canım."

İçeriye girip doğrudan tezgâha yürüdüm. Hanımefendi bir başka buket sarıyordu. Benim çiçeklerim için de hemen beyaz bir buket seçtiğinde arkamı dönüp dükkândaki başka şeylere baktım. Birkaç küçük hediyelik de vardı. Deren, Karina'nın pelüşünü ondan alıp getirdiği için telafi etmek istedim. İlerideki küçük mavi pelüş oyuncağı alıp tezgâha yürüdüm. "Bunu da buketin içine koyalım."

"Tabii efendim."

Ödemi yapmak için cüzdanımdan birkaç Euro çıkardım ve dükkândan, peşimde Deren’le beraber çıktım. Araca yerleştiğimizde buketimi kucağımda tutup hevesle yola baktım. Yarım saat kadar süredir yoldaydık, Deren beni Nil'e götüreceğini söylediğinden beri şaşkındım, bu yüzden pek konuşmamıştım. Daha birkaç gün önce karşı çıktığı bu şeyi neden bugün kabul ettiğiyle ilgili fikrim yoktu, irdelemek istediğimden de emin değildim, nihai sonuçla ilgileniyordum.

Tırtılımı görecektim.

Esasında eve dönmeyi her şeyden çok istiyordum, çünkü kızım beni bekliyordu. Kızımın beni beklediği bir gerçeklikte olduğuma hâlâ inanamıyordum. O beni göremiyordu, hissedemiyordu. Hissizleştirdiler kızımı, hissedebildiği tek şey acı olana kadar.

"Çiçeğin çiçek tutması da bir enteresan, ilk kez görüyorum," dedi Deren, yanağımdan makas alarak.

Parmaklarını hissedince başımı önümden kaldırıp ona baktım. Elinin tersi hâlâ yanağımda dururken o yola bakıyordu. Sicilya'dan uzaklaşmıştık, şehrin gürültüsüyle cıvıltısı on beş dakika geride kalmıştı. "Bir şey soracağım."

"Sorma," dedi.

"Nil ile bana hiç aynı iltifatı söylüyor musun?"

"Hayır ama sen benimsin yârimsin, o da kızım, yarenim dedi." Yola bakarak saçımı parmağının etrafına doladı.

Bu kelimelerinin anlamlarını hatırlayıp başımı salladım. Çok sabırsızdım, daha hızlı sürmesini istiyordum. Aslında ona sormayı istediğim çok şey vardı, çünkü biz birbiri hakkında konuşma fırsatı bulamayan iki kişiydik. Yolun daha sapa bir yere ilerlediğini görürken, "En sevdiğin renk ne?" diye sordum.

"Bordo, siyah..." dönüp şöyle bir gözlerime baktı. "Koyu kahve."

"En sevdiğin yemek ne peki?"

"Seni yemek." Önüne dönüp çakmağı bir daha ateşleyince gözlerimi alan parıltıya baktım. "Senin?"

"Makarna tabii ki." 

"Pizzayı sever misin?"

"Çoğu İtalyan'a kıyasla az severim."

Heyecanla ellerimi ovuşturup çiçeklerimi kokladım. Çok tazelerdi, hatta yapraklarında su damlacıkları vardı. Çantamı açıp telefonumu çıkardım, numarasını geçtiğimiz günlerde aldığım Carlos'u aradım. Telefon yarım dakika dolmadan açıldı ve Carlos hemen, "Geliyor musun?" diye sordu.

"Bir ufak işim çıktı," dedim. "Ama uzun sürmeyecek, sonra hemen geleceğim."

Carlos birkaç saniye yorumsuz kaldı. "Nedir işin anlamadım? Karina'yı henüz yeni bulduk, vaktini başka neye harcıyorsun?"

Çiçeklerime doğru bakıyorken, "Özel," dedim kısaca. "Sen sakın yanından ayrılma. Babasısın, en çok sana güvenebilirim." Tabii abilerimden sonra.

"Bırakmam zaten," dedi Carlos, sesi gergindi. "Fakat bu özel işine de anlam veremedim. Eğer... sevgilinle vakit geçirmek için Karina'yı bana bıraktıysan..."

"Cümleyi tamamlama," diye uyardım, sesim artık telefonu açtığımdaki sıcaklığında değildi. "Benimle Karina hakkında böyle konuşma, onu bırakan hiçbir zaman ben olmadım."

"Ama kaybettin," dedi bir anda. "Sorumsuzluk yapma, Karmen."

Ona hak ettiği cevabı veriyordum ki çağrının sonlandığını fark ettim. "Küstah," diyerek kızdım.

"N'oldu? Kızdırdı mı?" diye sordu Deren, onunla konuştuğumu anlayıp.

"Haksız değildi," dedim telefonu çantama bırakıp çiçeklerimi düzelttim. Ben nasıl onu, kızını sahiplenmemekle suçluyorsam o da beni kızımı kaybetmekle suçluyordu. Bu beni kırıp sinirlendirse de gerçek olduğu için reddedemiyordum.

Kızımı kaybettim, doğru.

"Bir konuda haklı olabilir ama ben haksız olsan da seni savunurum," dedi.

"Sana karşı haksız olsam kendini mi savunursun beni mi?"

"Kendimi."

Gülümsediğimde, "Peki ben sana karşı haksız olsam kimi savunursun?" diye sordu. "Kendini mi? Beni mi?"

"Seni," dedim. Gerçekten öyle yapardım. Onu haklı çıkarmak için kendimi haksız çıkarabilirdim. Tek bir şey sözkonusu olduğunda taviz vermezdim. Karina. 

"Kadınım benim." Elini enseme kaydırıp yumuşakça sıktı.

Kendimi dokunuşunun masaj etkisine bırakıp bir daha çiçeklerimi koklarken arabanın yaklaştığını fark ettim. Başımı karşıma dikince de ilerideki evi görmüş oldum. Ormanın derinliğindeydi, bir dağ evine benziyordu. Taş evdi ve etrafı koyu yeşil sarmaşıklarla kaplanmıştı. Dışarıda çok fazla adam vardı, arazinin etrafına dağılmışlardı. Deren'in Nil ve Utku'nun güvenliğini sağladığından zaten şüphe duymamıştım. "Bu korumaları maaşa mı bağladın?"

"Çoğu polis, araya tanıdıkları sokup İtalya elçiliği ile anlaşmaya varmıştım," dedi. "Bu kadar adamı nasıl maaşa bağlayayım? Fabrikaya mı benziyorum oradan?"

"Ben bağlıyorum," dedim gözlüklerimin üstünden ona bakıp göz kırparak.

Fazla zenginliğime gıcık olmuş şekilde araba motorunu kapattı. Eve doğru bakarken dudaklarını birbirine bastırma şekli çok gergindi. Parmaklarıyla direksiyonda ritim tutuyordu. Ağaçların arasından sızılan güneşte bakışları kısılınca, kara gözlerine düşen ışık parlamalarıyla kalbim hızlandı. "Gözlerin gerçekten çok güzel Deren."

Hafifçe irkilip bana döndü, biraz baktıktan sonra mahcup bir çekimserliğe büründü. "Aniden öyle iltifat etme."

Deren biraz fazla eril bir karaktere sahip olduğu için iltifat almayı kendisine değil de bana daha çok yakıştırıyordu. Bu halini anlamakta zorlanmadan konuyu değiştirdim. "Benim geleceğimi biliyorlar mı?"

Aynı gerginliğine dönerek, "Hayır," dedi. "Sürpriz olacaksın."

"Heyecanlandım," dedim, Deren’le insani duygularımı ender paylaştığım için garipsedim kendimi. Heyecanlıyım, mutluyum, üzgünüm kelimelerini kolayca kullanmıyordum.

Kapıyı açtığında ben de aynı şekilde açıp çıktım. Bir elimle çantamı diğer diğer kolumla çiçek buketimi tutarak araçtan inerken dudaklarım titriyordu. Deren ilerlemeye başlayınca bir adım arkasından ben de yürüdüm. Evin verandasını çıkınca Deren kapıyı açacaktı ki durdu. Bana döndü ve uzanıp ceketinin iç cebinden bir adet koyu kırmızı gül çıkardı. Yaprakları taze ve kadife gibi duran gül tanesini bana doğru uzattı. "Sen bir tanesin. Bu tek gül de bunun simgesi olsun."

"Ben..." gülü parmaklarından alıp çiçek buketinin üzerine koydum. "Mersi."

Önüne döndü, çıkardığı anahtarla kapıyı açtı. Eşikten girerken bir ses duymak için dikkat kesildim, sonra etrafımı inceleyerek kapıyı kapattım. Birkaç adım sonra sol tarafa dönünce geniş bir oturma odası bizi karşıladı. Minimum eşya vardı, koltuklar koyu renkliydi ve geniş ekran televizyonda çizgi film açıktı. Detaylarda boğulmadan heyecanla Nil'i aradım ama etrafta göremedim. 

"Deren... Ona sarılabilir miyim? Sadece bakıp geri mi götüreceksin beni?"

İlk kez üçümüz bu şekilde bir aradaydık.

Kalbimin dört ayrı köşesine de sahip oluyordum sanki.

"Kaymen!"

Deren bana dönmüş cevap vermek üzereyken kulağımı dolduran neşeli sesle elimdeki buketi düşürüp arkama döndüm. Nil'in ellerini ağzına kapatmış, ilk merdiven basamağında durmuş olduğunu gördüm. Ona haftalar sonraki ilk bakışımda yüreğimin kat kat altında bir güneş doğdu ve ışıltısı gözlerime kadar yansıdı. Ağzımdan bir gülüş kaçtığında, Nil gördüklerine hayret etmiş şekilde çığlık atıp basamakları koşarak inmeye başladığında korkuyla ileriye atıldım ve onun düşmesinden endişe duyarak üçüncü basamakta yakaladım. Ayaklarını yerden keserek kollarıma aldım. "Nil, güzel bebeğim!"

"Kaymen, inanmıyoyum, sen misin bu?"

Bir elimle sırtından diğer elimle başından tutup onu kucağımda dengelerken kendime sıkıca bastırarak sarıldım. Dalin şampuanla beraber kendine has o kokusu geliyordu bunuma. Çiçek gibiydi. Omzuna yaslanıp kokusunu içime çekerken küçük ellerinin dokunuşunu hissedip gülümsedim. "Benim bebeğim, seni görmeye geldim."

"Yüya mı görüyorum yoksa? Ben seni rüyamda gördüm çünkü."

Elini yanağımda hissedince başımı kaldırıp ona baktım ve basamaklardan inerken bu tatlılığına gülümsedim. Fakat onun dudakları titriyor ve gözleri dolu dolu bakıyordu. "Gerçekten buradayım, rüya değil. Ama sen... gözlerin neden doldu?"

Bir anda küçük elini ağzının üstüne koydu ve gözlerinden birer damla yaş düştü. Çocuk kalbindeki hüzün yüreğimdeki o sıcaklığı hemen üşütmüştü. "Seni göydüğüm için ağlıyorum."

"Ah, benim büyük kalpli Nil'im!"

Onu kalbime doğru bastırdım kolları boynumu sıkıca sararken, kendi etrafında döndürdüm. Örülmüş sarı saçları uçuşurken, kucağımda zıplamaya çalışıp aniden yanağımdan öptü. Sonra geri çekilip diğer yanağımdan. Kolları gerçekten özlemiş birisi gibi beni sarıyor, sımsıkı tutuyordu.

Karina da... Tekrardan bana böyle sarılabilir miydi?

Kafasını biraz çektiğinde tekrar göz göze geldik ve Nil yanağındaki yaşları silerek bana gülümserken, "Ben de seni öpebilir miyim?" diye sordum.

Hızlı, heyecanlı şekilde başını sallayıp nazlı nazlı kıkırdadı. "Öpebiliysiiiiin amoye mio."

Aaa! Yanlış telaffuz ediyordu ama... "Unutmamışsın Nil," dedim gözlerim dolarken.

Bu kez ağzındaki elin üstüne utangaç şekilde kıkırdayınca boğazıma yumru oturdu. Ona hiç kötü bir şey yapmamıştım ama o da Karina'nın beni özlediği gibi annesi babasını özlemişti, bense seyretmiştim. Suçluluk ve kendime karşı olan sevgisizliğimle beraber onu yanağından öperken, "Unutmam," dedi. Sonra sır verir gibi kulağıma eğildi. "Aslında bazen unutuyoyum ama beynimi çalıştırıp hatırlıyoyum!"

İki yanağından, alnından, küçük burnundan öpüp saçlarını okşarken tırtılımı kendi etrafında bir daha döndürdüm. "Ben de seni hiç unutmadım. Haftalardır aklımdasın. Seni bir daha göremeyeceğimi sanıp çok üzüldüm."

"Ben babama yüz kez dedim Kaymen, vallahi dedim!" Hararetle konuşup ellerini kaldırdı ve sonra yeni fark etmiş gibi sol tarafa döndü. Doğrusu ben de birkaç dakikadır unutmuş gibiydim Deren'in varlığını. Geldiğimizden beri dikildiği yerdeydi, tanımlayamadığım bir şekilde ikimize bakıyordu. Rahatsız olmasından endişe edip Nil'i kucağımdan indirsem mi diye düşünürken, tırtılım konuştu. "Baba, Kaymen artık bizimle mi yaşayacak?"

Deren ifadesizliğine bir gülümseme yerleştirip bu tarafa yürüdüğünde, o yaklaşmadan önce Nil'e bir daha dönüp sıkıca sarıldım. Alnından, sarı saçlarından öptüm[SE1] [ET2] . O tüm sevimliliğiyle gülümserken de, Deren uzanıp onu koltukaltlarından kavradı ve kucağına çekti. "Babaya sarılmaya gönlün yok herhalde tırtılım?"

Nil aynı coşku ve aşkla Deren'in üstüne çıkıp kollarını etrafına doladı. Babasına bakarken gözleri bambaşka şekilde parlıyordu. Babasına âşık büyüyordu. Eğilip Deren'in yanağından öperken küçük ayaklarıyla onun karnına vurdu. "Ben senin canını yeyim baba!"

Deren onu kucağında kolayca tutarak alnını alnına yasladı. "Kimden öğreniyorsun bunları?"

"Sen diyorsun ya baba! Unuttun mu? Yaşlanıyoysun sen galiba baba..." Nil yaptığı esprinin farkındaymış gibi kıkırdayınca, Deren onun gülüşünü hayranlıkla izledi. Galiba... ben de onları. Deren'in tamamıyla şefkat ve merhamete bürünen haliydi bu, saf iyiliğiydi. 

"Utku'nun yaptığı şakaları bana yapma demiyor muyum, Nil?" Deren onu koltukaltlarından kavrayıp havaya doğru kaldırınca Nil'in saçları ve ayakları aşağıya sarktı. Bu hareket neredeyse Nil'i gülmekten bayıltacaktı. "Bak bak, salyası akıyor ağzından, bebek misin kız sen hâlâ!"

Nil gülmeyi hemen sonlandırdı. "Sensin bebek!" Dil çıkardı.

Deren, onu havaya doğru atıp tutunca Nil bir daha neşelenip çığlık attı. O neşesini, sevincini gördüğüm için mutluydum. Sağlıklıydı, babasıyla mutluydu, ruhu ışıldıyordu. Kızımı bu şekilde görmek için sanırım her şeyi verirdim ve Nil'i de böyle gördüğüm için mutluydum.

Nil'in, "Ee, Kayina'yı getirmediniz mi?" diye sorduğunu duyarken Deren'in onu yere bıraktığını fark ettim. İkimize de merakla bakıyordu.

"Karina'yı da unutmadın," dedim, henüz babası bile bilmeden önce Nil biliyordu Karina'mı.

"Kaymen insan arkadaşını unutur mu?" dedi beni tasvip etmiyormuş gibi ellerini havaya kaldırarak. 

"Doğru diyorsun amore mio, unutmaz tabii."

"Sen mi unuttun o zaman?" Bana yaklaşıp bacağıma doğru sarıldı, kafasını kaldırıp gülümsedi. "Neyede?"

"Canım... O şimdi gelemez," demek zorunda kaldım. "Uyuyor, çok yorulmuş, dinlenmeye ihtiyacı var." Nil'e üzüntümü hissettirmemeye çalıştım. "Sonra görürsün olur mu?"

"Çok mu yoyulmuş? N'olmuş ki?"

Boğazıma oturan yumru yüzünden cevabım gecikti. "O gittiği yerde... çok çok neşeliymiş, oyunlar oynamış, eğlenmiş, mutluymuş... mutluluktan yorulmuş inanır mısın?"

Deren'in beni izlerken yutkunamadığını gördüm.

"Hımm," dedi pek de anlamadan. Düşünceli göründü. "Ne zaman uyanıy peki? Sen benim beklediğimi söylemedin mi Kaymen! Ya niye kimse benim dediklerimi yapmıyoy?"

Deren, ona cevap verecekken üçümüze de ait olmayan adım seslerini duyup merdivene baktım. Utku bir basamak inmiş, doğrudan bana bakıyordu. O, Nil gibi yumuşak ve sevecen görünmüyordu, bakışları oldukça mesafeliydi. "Merhaba," dediğimde beni süzerek cevap vermeden Deren'e döndü. "N'oluyor? Karmen neden geldi?"

Belki de bana en hak ettiğim şekilde davranan oydu, bu yüzden kızmıyordum. Nil amcasına doğru döndü. "Ben çağırdım ya amca! Kaymen gelsin dedim, babam da getirmiş."

Basamaklara doğru bir adım yaklaştım ve Utku, "Kendine dikkat et o zaman," dedi Nil'e, imalı şekilde.

İrkildiğimi belli etmemek için arkamı döndüm ve yere düşürdüğüm çiçeklerime eğildim. Nil amcasına, "Niye ki?" derken çiçek buketini alarak doğruldum. Deren de kızgın gözlerle bakmıştı Utku'ya. Nil'in yanına döndüm. "Canım, bunları sana almıştım, seni görünce heyecandan düşürdüm."

Utku ve Deren, bize bakarken Nil yerinde zıplayarak verdiğim buketi aldı. Buket büyüktü, neredeyse onun kadardı. Tutamamasına gülerken Deren buketin üstündeki kırmızı gülü alıp bana uzattı. Sessizce alıp arkama saklarken, "Niye ona çiçek veydin?" diyerek babasına döndü Nil. 

"Karmen'e almıştım," diye cevapladı Deren.

Nil bunun hakkında ne düşeceğini bilemeyerek çiçeklerini koklarken, Utku da basamakları inerek bize yürüdü. Üzerinde çoğu zaman olduğu gibi hiçbir şey yoktu, altında da eşofmanı duruyordu. Bana göz atarken, "Abim... Karina'dan bahsetti," dedi, daha yumuşak bir sesle. Sonra gözlerini kaçırdı. Ateş erkekleri iyi bir şey söyleyeceklerinde bakışlarını kaçırıyorlardı, kötü şeyleri direkt gözlerimin içine bakarak söylüyorlardı. Deren benden nefret ettiğini gözlerimin içine bakarak söylemişti, âşık olduğunu ise başını önüne eğerek. "Umarım uyanır, o yaşadıklarını hak etmiyor."

Bana araladığı kapıdan girmek isteyerek omzuna dokununca irkildi ve kafası karışmış göründü. "Teşekkür ederim. Karina'yı görmek ister misin?"

Bu soru, Deren'i de Utku’yu da şaşırtmış gibiydi. Bir cevap veremeyerek ensesini kaşıdı ve ardından Deren'e döndü. "Nalan bunu öğrenirse... Nil'i almak için her şeyi yapar."

"Annem mi geldi?" diye heyecanla bize döndü tırtılımız, Nalan'ın adını duymuştu demek.

Deren ona doğru yürüdü, elinden tutup koltuğa götürdü. "Çiçeklerini beğendin mi yavrum?"

"Bayıldım! Bayıldım! Meysi Kaymen," dedi ve gözleri benim üstümdeyken kırmızı gülüme bir daha baktı. "Sen neden Kaymen'e gül aldın. Daha önce dadıma gül almamıştın."

Ah, demek hâlâ bunu düşünüyordu. Üstelik beni dadısı sanmaya devam ediyordu. Haklıydı, ona haftalarca bunu söylemiştim. Deren koltuğa yerleşip onu da dizine oturtunca Nil eliyle beni yanına çağırdı ve ben oraya ilerlerken, "Karmen'i gördüğüne sevindin mi?" diye sordu Deren, onun duygularını anlamaya çalışarak.

Nil hemen baş salladı. "Sevindim tabii baba, göymedin mi?"

"Gördüm," dedi Deren, düşünceli şekilde. "Karmen ile aranız iyi değil mi? Biraz kalmasını ister misin?"

"Hep kalmasını isteyim ki." Tatlı tatlı gülüp bana sevgiyle baktı.

"Abartma Nil," dedi Utku, hâlâ bana taviz göstermiyordu.

Onların çaprazında duran koltuğa oturup gül ile çantamı kenara bıraktım ve ceketimi çıkardım. Nil, amcasına ters ters bakıp bana döndükten sonra, "Çok güzel olmuşsun Kaymen!" dedi coşkuyla ve babasına döndü. "Değil mi baba?"

"Evet," dedi Deren.

"Teşekküy ederim Kaymen'i getirdiğin için." Deren'in yanağına bir teşekkür öpücüğü bırakarak onun dizinden inince, Deren kaş çattı. "Nereye?"

"Kaymen'e bir şey soyacağım," dedi tırtılım ve yanıma geldiğinde heyecanla ona baktım. Elindeki buketi yana bırakarak kollarını uzattı. "Kucağına otuyabilir miyim?"

"Sen benim başımın üstüne bile oturabilirsin tırtılım," diyerek onu kucakladım, nazikçe dizimin üstüne koydum.

Nil henüz anlam veremediğim başka bir heyecanla bana bakıyorken, Deren ve Utku da bize dikkat kesildiler. Nil ile beni asla yalnız bırakmayacakları belliydi. Nil nazlı nazlı gülüp, "Noyah napıyoy?" dediğinde, biraz şaşırdım açıkçası. Ve aynı zamanda Deren'in hayal kırıklığını gördüm, ağzı bir karış açık kalmış Nil'e bakıyordu. "Beni soydu mu hiç? Keşke o da gelseydi."

Deren ve Utku'yu sinir etmeyecek bir yanıt düşünürken gülmemek için dudaklarımı sıkıca birbirine bastırıyordum. Onun özlediğim saçlarını okşadım, çünkü sınırlı vaktimiz vardı ve özlem gidermek istiyordum. "O evde, seni sordu, hatta selam söyledi."

"Yaaaaa." Nil kucağımda şekilden şekle girerek iç çekti ve sonra bir anda gözleri büyüdü. "Senin başka abileyin de varmış! Hiç söylememiştin Kaymen, aşk olsun!"

Ah...

Deren'in gırtlaktan çıkardığı sinir dolu sesi ve ardından kızını kaybetmemek için verdiği mücadeleyi duydum. "Nil, ben sana o adamı unut demiştim. Noyah'ı görmeyeceksin, diğer abilerini de."

"Noyah değil, Noah," dedi Utku, neredeyse gülerek.

Deren yanlışına sinir olmuş şekilde ağzına vururken, Nil tekrar bana döndü. "Abileyin vay yani?"

Utku oturduğum koltuğun arkasından yaklaşıp başımın üstünden Nil'e eğildi. "Var diyelim, n'apacaksın kız?"

Nil, yanakları pembeleşirken omuz silkti. "Hiiiiç. Oyun oynayız."

"Oynayamazsın efendim!" Deren koltuktan kalktı.

"Oynayım efendim!" Nil tekrar benimle bakıştı. "Ha bir de Yaman'ı soyacaktım sana..."

"Nil, bak kalpten gideceğim yavrum..." Deren oturduğumuz yere kadar gelip Nil'i dizlerimden alırken ben hâlâ sessiz bir gülmeme savaşı veriyordum. Hakikaten en yakışıklı oyun arkadaşlarını istiyordu. "Neden böyle yapıyorsun? Ben o adamlardan bahsetmeni istemiyorum, babandan başka erkek hakkında konuşma yahu!"

"Yine unutulduk arkadaş," dedi Utku, kaprisli şekilde.

Deren, "Amcandan da bahsedebilirsin," diyerek onu ekledi.

Nil babasına tatlı tatlı gülümseyip bana döndü. "Diğer abileyinin adı ne?"

Deren bir daha hayret içinde kalıp hareketsiz dururken, ben cevap verdiğim takdirde başıma gelecekleri düşünüyordum. Utku doğrulup Nil'e kızgınca bakarken, "Yok abi, bu kız bizi artık sallamıyor," dedi.

"Dante ve Salvador," diyerek abilerimin ismini fısıldadım Nil'e. "Ama Salvador evli canım."

Nil parlayan gözlerle bakıp amcası ile babasını umursamadan, "Salvadoy, Dante," diye tekrarladı. "Ya keşke gelseler! Baba..." Deren'e döndü. "Gelebiliyler mi?"

"Nil... Bilerek mi yapıyorsun kızım?"

Nil masum masum kıkırdadı. "Neyi?"

Deren alnını onun kafasına yaslayarak sabırlı nefesiyle ciğerini doldururken, "Allah'ım şu kıza erkek nefreti ver," diyerek içten bir şekilde dua etti.

"İnicem," diyerek o sırada Deren'in kucağında hareket etmeye başladı Nil ve kollarını dramatik şekilde bana uzattı. "Kurtar beni Kaymen!"

Nil'e kendi isteğimle yaklaşıp yaklaşmamakta kararsız kalıp sonra da bu şansı değerlendirerek yaklaştım. Onu kollarımın arasına alıp babasından uzaklaştırdım ve yüz yüze bakarken, "Saçların çok güzel olmuş, kim yaptı?" diye sordum.

"Utku'cuğum yaptı," diyerek bu kez köşede duran, ifadesiz görünen Utku'ya göz süzdü Nil ve Utku'nun gözlerindeki ışığı bu sayede gördüm. "Ama saçlarımı tarayken çok acıttı! Ben de tarakla onu kovaladım!" En utangaç haliyle güldü.

"En son tarağı ağzıma sokmaya çalışıyordu," dedi Utku.

"Şakacıktan!" Nil kollarını boynuma sararak benimle irtibata geçti. "Ben yokken neley yaptın? Neyedeydin?"

Hâlâ kafasında soru işaretleri vardı, kendisini neden bıraktığımı merak ediyordu, ya da bir anda hayatına neden girdiğimi. "Ailemle beraberdim, uzun süre onları görmediğim için özlemiştim. Özlem giderdim."

"Anlıyoyum seni," dedi hemen. "Ben de babamı, annemi çok özlemiştim."

Bu sözcükleri söylememesini tercih ederdim, çünkü Deren ve Utku için uyarıcıydı. Tahmin ettiğim gibi Deren huzursuz olup ensesini kaşıdı. Ben ise Nil'e, "Şimdi babanlasın," dedim. "O da seninle, hep beraber olacaksınız."

"Ama annem yok," dedi hüzünle. Bu yaştaki bir çocuğun annesi ve babasını yanında istemesi kadar normal bir davranış olamazdı. "Ama hafta sonu gelecekmiş, telefonda konuştuk."

Nil'in, annesini görecek olmasına seviniyordum. "Çok sevindim Nil."

Bir anda düşünceli görünerek başını önüne eğdi, bilinçsizce bakışlarını kaçırdı. Onu, buna itenin ne olduğunu merak ederken, "Annem sana niye vuydu?" diye sordu. "Çok üzüldüm ben! Ama annemle konuştum, biy daha yapmayacakmış."

Güzel kızım benim, ne kadar tatlı ve iyi kalpliydi. Nalan anneydi ve içgüdüleriyle davranmıştı, suçluluğum yüzünden ona kızamıyordum. "Unuttum bile," dedim. "Annen iyi bir kadın, seni de çok seviyor. Eminim bir daha yapmaz."

Kollarını yeniden boynuma sarıp sıkıca tutundu bana. Üzerinde beyaz tişörtüyle papatyaları olan kot tulumu vardı. İnanılmaz tatlı görünüyordu. "Ee, Noyah'ın n'aptığını söylemedin?"

Deren delirdi. "Nil!"

Nil ile göz göze geldik ve ikimiz de gülmeye başladık. Kızımı bulduğumdan beri daha esnektim, gülümsüyordum. Tırtılımın ışıltılı gözlerine bakarken gülmemek de imkânsızdı neredeyse. Deren bize homurdanırken, "Sen neler yaptın?" diye sordum tırtılıma.

"Hiç, n'apim, çocuğum ben, n'apabilirim ki zaten..." sanki çocuk olmaktan da bir şey yapmıyor olmaktan da sıkılmış gibiydi. "Oyun oynuyoyum, yemek yiyorum, Elsa izliyorum, çiş yapıyorum, banyo yapıyoyum, Utku'yu dövüyorum..."

Son yaptığının amcasında nasıl bir etki bıraktığını görmek için Utku'ya bakınca, Nil'e göz kırptı. "Saçlarımı iki kulak yaptığını söylemiyorsun?"

"Ay evet," dedi Nil, amcasına sevgiyle gülümseyerek. Utku'nun saçları biraz uzamıştı, başının üstünde dağınık duruyordu ve açıkçası güzel bir yüzü olduğu için her saç modeli yakışıyordu. "Amcamın saçlarını bağlıyoyum, iki tane tokamı ona hediye ettim." Nil'in gözleri bir başka parladı. "Kayina dinlenince buraya getiy tamam mı? Ben onun da saçlarını bağlarım."

Kalbimin bir oyun arkadaşı vardı.

Nil, Karina'nın ilk arkadaşıydı.

Bu soruyu cevapsız bırakmanın hüznüyle gözlerim dalarken, Deren yaklaşıp Karina'yı kucağımdan aldı. "Kahvaltı yaptın mı?" diye sordu.

"Seni yedim, midemdesin," dedi tırtılım. Bunun, Utku veya Deren'den öğrendiği bir cevap olduğu aşikârdı.

Deren onu kolaylıkla hareket ettirip kollarına yatırdı, yüzünü karnına doğru gömüp hafifçe ısırınca Nil bağırarak onun saçlarını çekiştirdi. "Midendeyim demek, hani bakayım neredeyim?"

"Ya baba sen çocuk musun? Şaka yaptım, anlasana!" Nasıl da güle güle konuşuyordu.

Benim gibi onları izleyip, benimle göz teması kurmamaya dikkat eden Utku gergince, "Yemek yedirdim ona," dedi.

Deren Nil'i serbest bırakıp ayaklarının önüne koyarken kardeşine göz kırptı. "Eyvallah. Sen yedin mi?"

"Atıştırdım," dedi kısaca.

"Yalan söylüyoy!" Nil işaretparmağını ona doğrulttu. "Yemedi, iştahı yokmuş."

Bu Deren'in canını sıktı, Utku'nun keyifsizliği onu üzüyordu. Kardeşine doğru yürüdüğünde ben de kalkıp Nil'e yaklaştım, o da bana koltuğunun köşesine sıkıştırılmış oyuncağını gösterdi. Peluş bir tırtıldı. "Güzel mi? Babam aldı. Tıytıl."

"Bayıldım. Baban zevkli adam." 

Babasına iltifat edildiğini anlamış gibi gülümseyip arkamda kalan koltuğa doğru baktı. Parmağını ısırma şeklinden bir şey düşündüğünü anlamıştım. "Babam sana niye gül aldı?" diye sordu bir daha. Demek güle bakıyordu.

"Ben, sana alırken o da kibarlık edip bana aldı," dedim.

"Hımm," dedi uzun uzun. Tırtılım babasına karşı çok ilgili ve meraklıydı, bir süre daha bunu düşünebilirdi. "Kayina'nın babası kim?"

Sırf onun merakını gidermek için, "Carlos," dedim. "Babası o."

"Caylos yakışıklı mı?" dedi sevimlice gülerek.

Ben cevap veremeden Deren bu kez, "Nil!" diye bağırdı sinirle. Nil'in gözleri büyüyerek omzumun üzerinden arkamı buldu. "O adamın adını duymayacağım bir daha. Ayrıca hiç yakışıklı değil, çirkinin birisi. Yani Allah affetsin bayağı çirkin, sen onun adını bile unut."

"Tamam tamam," dedi tırtılım çiçeklerine doğru koşarak. "Zaten Yaman, Noyah, Dante var..."

"Bak ya," dedi Utku, yeğenine kaş çatarak. "İki ile ikinin toplamını aklında tutamıyorsun ama hiçbir erkek ismini unutmuyorsun."

Nil, amcasına üç parmağını gösterdi. "İki iki daha beş yapay bir keye!"

Hem yanlış parmak göstermesine hem de yanlış cevap vermesine şefkatle gülümserken, Deren de onun yanına yaklaşıp karşısında durdu. "Çabuk buradan kaybol," dedi Nil'e, parmağıyla üst katı göstererek.

Amcasına dil çıkaran Nil, babasına dönüp masumiyetle baktı. "Dil çıkaydım diye mi?"

"Hayır, çok tatlı olduğun için. Sana bakmaya dayanamıyorum. Yoksa yiyeceğim."

Nil dudaklarını büzüştürüp gülmemeye çalıştı ama sonra kahkaha atıp Deren'in dizlerine sarıldı. Birinin bacaklarına sarılmayı çok seviyordu, sanırım boyu ancak buna yetiştiği içindi. Bu tür bir kahkahayı Karina'dan duymayalı öyle çok olmuştu ki, unutacağım diye aklım çıkıyordu.

"Kaymen," diye seslenen Nil'i duyunca gözlerim daldığı boşluktan uzaklaştı. Yanıma gelmiş, elimden tutmuştu. "Sana sesleniyorum, duymuyoysun. Sana odamı göstereyim mi?"

"Ben... Duydum ama şaka yaptım sana," dedim gülmesi için. "Burada odan mı var?"

"Evet, babam bana yatak bile aldı," dedi.

Deren'e doğru baktım. Yalnız kalmamızı istemiyordu, Nil'e bir şey yapmayacağımı bilse bile onu rahatsız eden duygular vardı. Nil beni merdivene doğru çekiştirince Utku yerinden hareket etti. "Ben de geleyim Nil."

"Ya Kaymen’le özel bir şeyler konuşacağım!" Amcasını eliyle itti. 

Acaba hangi erkek hakkında...

Deren kızına bakarak, "Amcan da gelsin," dedi net şekilde ve Nil, babasının sesindeki uyarıyı sezerek başını sallamak zorunda kaldı. "Sen de bize çikolatalı süt yap baba."

"Hay hay efendim," dedi Deren.

Nil'in beni çekiştirmesine izin vererek üst kata çıktım. Utku biraz arkamızdan geliyordu. Üst katta birkaç oda gördüm ve Nil'in kapısını açtığı odaya girince evin koyu renklerine kıyasla kendimi bir prenses odasında buldum. Deren, onu mutlu etmek için burayı sevdiği renklerle kuşatmıştı. Bunun için ne ara vakit bulduğunu bilmiyordum ama Deren hakkında şunu biliyordum; bir şeyi yapmak istesin, birisine vakit ayırmak istesin yeterdi, yapardı.

"Bak, babam bana oyuncak aldı," dedi Nil ve beni büyük bir oyuncak sepetinin yanına götürdü. "Buyada bir sürü var. Bazılarını çok sevmiyoyum, acaba Kayina sever mi?" Durup bana döndü. "Kayina kaç yaşında?"

Utku kapının önünde dikkatle bizi izlerken, "Üç yaşında," dedim. "Senden biraz küçük."

"Hiç benden küçük birisini tanımamıştım," dedi heyecanla.

Karina'yı gerçekten arkadaşı olarak benimsediği aşikârdı. Zaten Nil'in arkadaşı da yoktu, bu yüzden Karina'yı özel bir yere koymuştu. Fakat onunla hayalini kurduğu oyunları oynaması mümkün olur muydu, bilmiyordum.

"Beyaber yatalım mı?" diyerek bu kez beni aynı heyecanla yatağına çekti Nil. Benimle vakit geçirmek, daha önce beraber yaptığımız şeyleri yapmak istiyordu. "Babam da bize masal anlatır oluy mu?"

Eğer Karina beklemiyor olsaydı seve seve, saatlerce Nil ile kalırdım. Şimdi ise... Karina evdeydi, merak içindeydim, bir şey olursa diye korkuyordum. Nil'i üzmemeye çalışıp, "Şimdi uyursak ben eve gecikirim," dedim. "Biraz oyun oynayalım, ardından benim Karina'nın yanına dönmem lazım aşkım."

Elimi bıraktı. "Beni özlemedin mi? Ben seninle uyumayı özlemiştim."

"Hem de nasıl özledim," dedim yatağın ucuna oturup onun yüzünü okşarken. "Ama Karina'nın bana ihtiyacı var. Onu yalnız bırakamıyorum. Keşke... seni de yanımda götürebilsem, Karina'yı görürdün."

Utku'nun, "Bu imkânsız," dediğini duydum ve söylediğimle huzursuzlandığını anladım. Nil amcasına göz atıp bana döndü, kulağıma eğilerek fısıldadı. "Beni çantana koyup götüy."

Yeniden, kalbinin atışını avuçlarımda hissederek sarıldım küçük bedenine. "Karina'yı görmek için mi gelmek istiyorsun?"

"Hıhı," dedi ve amcasını kontrol edip tekrar fısıldadı. "Bir de abileyini."[SE3] [ET4] 

Bu kız hayatta gördüğüm en komik çocuktu, farkında olmadan çok fazla güldürüyordu. Onu koltukaltlarından kavrayıp yatağa sırtüstü bıraktım ve gıdıklamaya başlayıp yanaklarından öpmek için eğildim. "Sen, benim için o kadar özelsin ki Nil. Hayatımın en karanlık günlerine güneş gibi doğdun, gülmeyi unutmuşken beni gülümsettin. Hayatıma senden..." ve babandan diye geçirdim içimden. "... daha değerli birini almamıştım."

Utku'nun arkada almadın, çaldın, diye kızdığını duysam da duymamış gibi yaptım.

Geçtiğimiz günlerde beni aramıştı, bu yüzden beni sevmeye karşı koyamadığını ama hâlâ öfkeli olduğunu düşünüyordum. Kendimi Deren'e açıkladığım kadar ona da açıklamam gerekiyordu ama önceliğim Nil ile vakit geçirmekti. 

O sırada söylediklerimi anlamışçasına gülümseyen Nil ile göz göze gelip yüzüne düşen saçını çektim. Kafasını kaldırıp yanağımdan öptü. "Ben seni çikolatadan bile çok seviyoyum."

"Aaa, o zaman beni gerçekten çok seviyor olmalısın," dedim şaşırarak. Çikolataya ne kadar düşkün olduğunu biliyordum.

"Hıhı ama aramızda kalsın." Üzülmüş gibi yüzünü astı. "Babam kıskanıyoy ya, çocuk sanki."

Ben o çocuğu çok seviyorum.

Deren'in kıskançlığının farkında olmasına gülümsedim. O da gülümsüyordu. O zaman fark ettim yeni bir dişinin daha çıktığını. Güldüğünde gözlerinin kenarlarında babasında olduğu gibi iki ince çizgi oluşuyordu. Sağlıklı ve güzel görünüyordu. Gerçekten gün ışığı gibiydi. O bu kadar parlakken... Karina'nın karanlığını da aydınlatabilir miydi?

Nil'in başını göğsüme koyup uyumasam da bir süre onunla konuştum. Bana anlatacak çok şeyi birikmişti belli ki, pek susmuyordu. Saçları çok güzel kokuyordu, amcası ile babasının ona titiz davrandığı çok açıktı. Konuyu sürekli annesine getirmişti, anladığıma göre özlemişti. Deren'in bununla ilgileneceğini, kızı için her şeyi yapabileceğini biliyordum.

Bir süre sonra sanırım ki Nil çok konuşmaktan kollarımda uyuyakaldı. Ağzı açık uyumuştu, elleri ise kalbinin üstünde yumruk olmuştu. Kafası kolumun üzerindeydi. Onu dakikalarca izlemeye devam edip sonra kolumu başının altından çektim, yastığa bıraktım. Dirseğim çenemin altında dururken onu izledim. Uyurken bile çok canlı, hayatın içinde duruyordu.

Karina böyle değildi, ruhu yok gibiydi.

Yanağımdan akan yaşı silerek yataktan doğruldum, gitsem iyi olurdu. Nil ile daha çok vakit geçirmek isterdim ama Karina'm... En ihtiyacı olduğu anlarda yanında olamamak gibi bir travmam vardı, kızımın yanında geçirmediğim her dakika için pişmanlık duyuyordum. "Seni seviyorum," diyerek Nil'in yanağından son bir kez öptüm. "Gitmem gerekmese gitmezdim ama Karina'yı çok özlüyorum... onu kaybedersem, yanında geçirmediğim her an için pişman olacağımı biliyorum."

Dünya güzeli tırtılımı yatakta bırakıp onu sarsmadan doğruldum ve arkamı döndüğümde bir ufak sendeledim. Deren'in bizi izlediğinden haberdar değildim. Kapının girişinde dikiliyordu, bir eliyle pervazı tutmuştu. Gözleri düşünceli ve sır vermez şekilde bakıyordu. Utku ile yer değiştiğini görmemiştim. Yattığım için bozulan elbisemi düzeltip saçlarımı kulaklarımın arkasına koydum ve ona yürümeye başladığımda, Deren topuk tıkırtılarımı izleyerek beni aşağıdan yukarıya süzdü. "Gün içinde pek uyumaz, nasıl uyuttun?"

"Annelik sırrı," dedim.

Deren, Nil'e doğru bakarken masum bir sevgi içinde göründü, bana döndüğünde ise başımın üstüne koyup saçlarımdan aşağıya indirdi elini. "Gidiyor musun?"

"Evet," dedim kalbim kızımla atarken. "Karina'nın yanına dönmem lazım, belki... bekliyordur beni."

Başını salladı, zaten o da Nil ile uzun uzun vakit geçirmeme hâlâ açık değildi. Eşikten dışarıya çıktığımda Deren de beni takip etti, basamakları inerken ensemdeki saçlarıma dokundu. Ayırt edebilirdim onun ellerini, saçlarıma dokunurken enseme değen parmaklarının kemiklerini.

"Yaptığım çikolatalı sütten iç, öyle git," dedi, aşağıya indiğimizde.

Utku da cam kenarında dikilmiş, fincandan çikolatalı süt içiyordu. Koltuğa oturup kırmızı fincanı aldım ve içmeye başlarken Deren koltuktaki kırmızı gülü alarak yanıma koymak için eğildi. "Unutma."

Başımı sallayarak fincanımdan bir yudum aldım. Ilık ve lezzetliydi. Yapay değil, doğal bir tadı vardı. Deren'in Nil'e çikolatalı süt yapmak için mutfağa girmesi çok tatlı gelmişti. Kendisi de yanıma oturup dirseklerini dizlerine koydu, düşünceli gözlerle kardeşine baktı. "Karmen'i dinlemek ister misin?"

Evet, Deren'e anlattıklarımı ona kendim anlatsam belki içtenliğimi görürdü. Elbette Deren bir şeyleri ona açıklamıştır ama benim anlatmam daha farklı olurdu. Bize doğru dönüp aramızdaki mesafeye, yanımdaki kırmızı gülüme baktı. "Hayır, istemiyorum. Sen anlattın zaten. Kızının katillerini... bulmak için yapmış. Fakat sonuçta yaptı, bizim canımızın ne kadar yandığını, senin nasıl parçalandığını görmesine rağmen vazgeçmedi. Bu kadar bencil bir kadının... sana verdiği değere de inanmıyorum." Tekrar önüne dönerken yanakları kızarıktı ve kollarını gergin şekilde göğsüne bağlamıştı. "Karina için çok üzüldüm, çok sevindim... Ama bu bize yaşattıklarını değiştirmez."

Deren, Utku için kendisinin daha genç ve fevri hali olduğunu söylemekte çok haklıymış. Deren'inki daha olgun bir öfkeyken Utku'nunki yakıp yıkan bir gençlik öfkesiydi. Koluna, benim yüzümden vurularak açılan kurşun yarasına bakıp, "Benim yüzümden vuruldun bile," dedim. "Haklısın, zaten benim yaptığım affedilecek şey değil."

Kurşun yarasına bakıp omuz silkti. "O, bize açtığın diğer yaraların yanında bir hiç. Abim... kendini sana kaptırmış olabilir ama ben hâlâ aklı başındayım, yaptığında hiçbir haklılık payı bulamıyorum."

Çikolatalı sütümden bir yudum daha alıp uzun parmaklarımı fincanın etrafına sardım. "Çok şanslısın, aklın hâlâ başında olduğu için. Çünkü ben uzun zaman önce kaybettim. Kendi acımdan başka hiçbir şeyi görüp hissetmedim."

"Biz de sayende aynı raddeye geldik," dedi tamamen arkasını dönerek.

Hemen kalkmış olmamak için fincandan iki yudum daha aldım. Boğazımdaki yumruyu itmeme yardımcı olmuştu. İnsanların hayatlarına yaptığım dokunuşlar düşünülürse gerçekten iyi birisi değildim. Çok kötü bir insan olsam iyi olup olmadığımı sorgular mıydım, orası da muammaydı. Fakat... iyi bir insan değilsem de bunun bedelini yeterince ödedim. 

Fincanı sakince sehpaya bıraktıktan sonra doğruldum. Koltuktaki gül ile çantamı alarak Utku'ya son kez baktım. "Yine de anlatmamı istersen gelebilirsin."

Deren, gergince oturduğu koltuktan kalkıp Utku'ya göz attıktan sonra peşime düştü. O gelene kadar kapıyı açıp dışarıya çıktım ve Deren'in de ceketini aldığını görüp, "Sen nereye?" diye sordum.

"Nil uyanmadan bırakıp geleyim seni."

Hakikaten bazen gangster olduğumu unutuyordu.

"O kadar yol yapmana gerek yok, tek başıma gideceğim."

Kapıyı yavaşça kapatıp kolunu omzuma attı, bana omzunun altında arabaya kadar eşlik edip kapımı açmak için eğildi. Beni ilk kez bu şekilde omzunun altına almıştı. "Korumalarını gönderdin, yalnızsın. Daha geçtiğimiz gün keskin nişancının birisi seni hedef aldı. Yalnız kalman tercihim değil, huzursuz olurum şimdi."

Bunun için inatlaşmanın pek de bir anlamı olmayacaktı. Açtığı kapıdan geçip koltuğa yerleştim. "Mersi."

Kapımı kapatıp kaputun etrafında dolanırken dışarıdaki polislerle bir şeyler konuştu, sonra koltuğa yerleşti. Arabayı dikkatlice buradan uzaklaştırırken ben de güneş gözlüklerimi tekrar gözlerime indirdim. Sabırsızca Karina'ma dönmeyi beklerken sırtımı koltuğa yasladım. Otoyola çıkıp seri şekilde ilerledi ve birkaç dakika sonra terlemiş olmalı ki üzerindeki ceketi çıkartmak için direksiyonu tek eliyle kavradı. Gözlüklerimin üstünden hareket eden omuzlarını, kemikli ellerini, terleyen boğazını izlerken avuçlarımı kaşıdım.

Yolu takip ederek çıkardığı ceketi dizlerime atınca, üstündeki sıcaklığı bacaklarımda hissedip ceketinin kumaşına yumuşak şekilde dokundum. Gözlerim, içimdeki ateşle onu izlerken, "Gördün, Nil ile ben beraberken çok mutlu oluyoruz," dedim.

İtiraz etmedi. Kabul etmedi. Dirseğini cama koyup direksiyonda ritim tuttu.

"Eve dönünce onu tekrar görmeye geleceğimi söyle olur mu? Vedalaşamadım, gönül koymasın." Bu terimi ondan öğrenmiştim, gönül koymanın ne demek olduğunu.

Deren bana yan bir bakış attı. Ceketini okşayan parmaklarımı izleyip huzursuz bir nefes aldı. "Nil ile tekrar görüşeceğini mi sanıyorsun?"

Ceketini bıraktım. "Görüşemeyecek miyim?"

Parmağı direksiyona çarpmaya devam ederken gözlerimi uzun uzun inceledi. Kimse bana aşk hakkında nasihatler vermemişti ama aşk hayatına seni mutlu etmek için girip öldürerek çıkarmış gerçekten de. Gözlerindeki kararsızlıkla önüne dönüp kafasını iki yana salladığında aklımdan bu düşünce geçti. "Bilemiyorum, doğru olur mu bilemiyorum..."

Demek hâlâ bilmiyordu, hayır demeye devam ediyordu. Nil'i görmek için her defasında yalvaracak mıydım? O bir kez olurdu. Bu dengesizlik can sıkıcı olmaya başlamıştı. Görüşmüştük işte, tekrar görüşmek için aynı tartışmaları yeniden mi yaşayacaktık? Sabırla soluyup, "Arabayı durdur," dedim ona.

"Ne?"

"Arabayı durdur!" diye bağırarak ona döndüm.

Deren, bağırdığım için ciddiyetimin farkında oldu ve arabayı sert bir frenle durdurup bana döndü. Tek kaşını sorgular halde kaldırmıştı. Ona dışarıyı gösterip, "İn," dedim. "Evine defol. Ben kendim gideceğim."

Gözbebekleri ısınmaya başladı. "O ne demek? Kovuyor musun beni? N'oldu şimdi?"

"Ne olduğunun farkındasın, bana aptalı oynama." Dizimdeki ceketi onun suratına doğru fırlattım ve kendi tarafımdaki kapıyı açtım, kızgınca koltuktan inip aracımın etrafını dolandım. Şoför kapısını açıp kolumdan tuttuğum gibi onu dışarıya çektim. "Madem ben Nil'i göremem, sen de şoförüm olamazsın! Haksızken üste çıkmamaya çalışıyordum ama yeter! Fazla naz âşık usandırır!"

Deren, onu çekerek çıkardığım için neye uğradığına şaşırarak dışarıya çıktı, yere düşen ceketini alıp şaşkınlıkla doğruldu. "Fazla naz âşık usandırırmış... Kimden öğrendin kızım sen bunu?"

"Ebenden!" diyerek oldukça kabalaştım.

Deren, ellerini sertçe beline koyunca onu göğsünden itip arabadan biraz daha uzaklaştırdım. Açık kapıdan içeriye girmeye yeltendiğimde de beni kolumdan tuttuğu gibi kendisine çevirip göğsüne çekti. "Ha... Arabaya binip öylece gideceğini sanıyorsun?"

"Evet," dedim çenemi kaldırarak.

Deren ona doğru kaldırdığım çeneme bakıp elinin birisiyle çenemi kavradı ve ben sinir olup elini itecekken, kolumu kavradığı gibi arkama götürüp belime sabitledi. "Arabaya bineceksin, konuşacağız, eve dönmeyeceğim."

Her harfin üstüne bastırarak yüzüne yaklaşıp, "Yalnız gideceğim," dedim.

Deren, bu kadar sert bir karşılık vermemi beklemediğini gösterir şekilde gözlerini kısıp üzerime gelmeye başladı. Sanki farklı bir niyetimi sezmiş gibi bir parlaklık oluşmuştu gözlerinin içinde. "İnatlaşacaksın yani benimle?"

"Evet," dedim yeniden.

Üzerime doğru bir adım atınca ben de geriye attım aynı adımı. "Gitmiyorum."

"Gidiyorsun!"

Belime doğru götürdüğü elimi avucunda bir şeyler anlatırmış gibi sıkarak gözlerini yüzümün alçaklarına kaydırdı, dudaklarımı izledi. "Bu konu üzerine kavga mı edeceğiz?"

"Kavga etmek istediğimden yapmıyor..."

"Hayır, kavga etmek istiyorsun," dedi ve üzerime daha büyük bir adım atıp beni sertçe arabaya bastırdı. O kadar baskın bir hamleydi ki vücudumun tümünde sıcaklığını, arsız isteğini hissetmiştim. Duygularımı yüzüme yansıtıp taviz vermemek için sırtımı gerip meydan okur şekilde, "Defolup evine gideceksin," dedim.

Beni arabaya, kendisini de bana bastırıp başını önce sağ, sonra sol tarafına yatırıp dudaklarını yavaşça yaladı. "Bana meydan okumak, sözünü geçirmek istiyorsun. Hoşuna gidiyor değil mi?"

"Tahmin bile edemezsin," dedim onu itmeye çalışıp ama yalnızca onunla araba arasında kıpırdanıp vücuduna sürtünmüş oldum.

Deren beni zapt etmek için tüm ağırlığını verip, "Yapma," dedi hızlanan nefesleriyle.

Gözlerimi dudak çizgilerinde dolaştırarak, "Bir şey yapmıyorum," dedim. 

"Ben senin niyetini anlamıyor muyum?" Çenemi biraz daha yukarıya kaldırarak yüzlerimizi yaklaştırdı. "Kavga edelim, senin peşinden koşayım, sana yalvarayım istiyorsun."

"Eksik söyledin," dedim o beni omuzlarımdan da bastırırken. Nefeslerimiz birbirinden hızlıydı. "Dizlerinin üstüne çökmeni de istiyorum."

Yumuşak İtalya havası tenlerimize değerken Deren'in gözleri kısıldı ve başparmağı altdudağıma sürtünmeye başlarken, "Hadi," diye inledi. "Öp artık."

Gözlerim bir daha aralık, istekli duran dudaklarına yoğunlaştı. "Hayır."

Alnını alnıma sertçe koyup kendini bacaklarımın içine sürttü. "İtiraf et, gitmemi değil, kalıp seni öpmemi istiyorsun."

Kalbim çarparken, "Git," dedim kararlı şekilde.

"Gitmeyeceğim." Alnını bir kez daha alnıma vurdu.

"Aptal," dedim bir kalp atışı mesafesinden.

Gözlerini kapatıp açtı ve benim gözlerine bakma zamanım olmadan, "Başlarım böyle işe," diye fısıldadı. Çenemdeki elini arkaya götürüp başımı kendisine doğru çekti ve ağzımı sertçe ağzına kapattı. İlk saniyesinde dudaklarımız yalnızca birbirine bastırılmış şekilde kaldı, hareket etmedi. Sıkı dudaklarını, sıcak nefesini hissederek elimi göğsüne koydum ve bu küçük dokunuş Deren'in boğazından inlemesini sağladı. Dudaklarını aralayıp başını sola yatırarak beni feci şekilde öpmeye başladı.

Seni seviyorum öpücüğü müydü, senden nefret ediyorum öpücüğü müydü, ayırt edemiyordum.

Yalnız üç saniye kadar Deren'i karşılıksız bırakabildim. Dudaklarımı bir nefesle aralayıp ben de onu öpmeye başladığımda gözlerim sonuna dek kapandı ve kalbi elimin altında hızlandı. Boğazımdan alçak inleme seslerinin çıkmasına engel olamadım, uzunca inleyip daha rahat öpebilmek için başımı ona doğru eğdim. Deren'in ıslak dudakları altdudağımı sertçe kavrayınca acı ve sertliğinden şikâyet eder gibi sızlandım fakat hoşuma gidiyordu. Öpüşürken çıkardığımız sesleri ve onun inlemelerini gözlerim kapalı dinleyip gömlek yakasını sertçe açtım. Elimi göğsünden içeriye sokarak tenine dokunurken de dilimi onun dudaklarına sürtüp geriye çektim.

"Doğru yap şunu," diye sertçe fısıldayarak kafamın arkasından biraz daha bastırdı ve dudaklarımız acı verici şekilde birbirini ezince ikimiz de inledik.

Nefesim ruhumda hapsoluyordu. Onun iki dudağının arasında.

Yapamayacağımı biliyordum, kısa sürede ondan uzaklaşamayacaktım. Parmaklarımın hâlâ gömleğini çekiştirip açmasından o da anlamış olmalıydı ondan kopamayacağımı. Hem kafamdan hem de çenemden öyle kuvvetle ağzına yaslıyordu ki beni bırakacağı bir dünya yokmuş gibi hissediyordum. Vücudum sürekli arabaya çarpıyordu ama umurumda değildi. Avuçiçini, okşar gibi saçlarıma bastırıp üstdudağımın ortasından öpünce elimi karnından aşağıya kaydırıp ben de onu dudağının köşesinden öptüm. Gözlerim hâlâ kapalıyken Deren de dudaklarını çeneme, çenemden boynuma kaydırarak, "Yer ve zaman söyle," dedi hızlıca.

Tırnaklarım karnına saplanırken boynumu sol tarafa yatırıp onun dudaklarına alan açtım. Hâlâ çenemi tutuyor, dudaklarını bir boynuma bir çeneme çıkarıp bulduğu her noktadan öpüyordu. "Bu gece," diye fısıldadım parmağı ağzıma girerken. Dudaklarımı parmağıyla sertçe okşadı. "Yalnız birkaç saat..."

"Bu gece," diye onayladı ve dudakları tekrar yukarıya çıkıp ağzıma yaklaştı, sertçe bastırdı benim dudaklarıma. Dilimle dudaklarını ıslatarak, altdudağını emerek öptüm onu. "Eve gelip seni alacağım."

Başımı sallarken alınlarımız birbirine yaslandı. Gözlerimi açınca onun da bana baktığını gördüm. Saçlarım birbirine girmiş, dudaklarım hemen tahriş olmuştu. Onun dudakları da koyu bir vişne rengini almıştı ve hâlâ benim dudaklarıma doğru uzanıyordu. Çenemi kaldırıp bir daha ağzımı ağzına bastırdı ve öpmeden dudaklarıyla okşadı. "Seni, seni sabaha kadar..."

Ağzım açılınca Deren dayanamayıp bir lanet savurduktan sonra dilini ağzımın içinden kaydırıp kafamı arkaya yatırdı. Neredeyse arabaya çıkmıştım, üzerimizdeki kumaşlar kırışmıştı. Birbirimizi hızlı, sabırsız şekilde öpüp geri uzaklaştık ve birbirimizin gözlerine baktıktan sonra tekrar aynı anda ileriye uzandık, dudaklarımız acıyana kadar öpüştük.

"Vazgeçtim. Şimdi," dedi Deren dudaklarını yanağıma doğru kaydırarak. 

"Olmaz," dedim elimi yüzüne çıkarıp altdudağına bastırdım. "Karina'nın yanına döneceğim."

Alnını alnıma vurup yüzünü boynuma saklarken ağzından sert nefesler aldı. Bir şey diyemedi, kızlarımız sözkonusu olduğunda diğer şeyleri erteliyorduk. Saçlarımla beraber ensemi de okşayıp başparmağını bastırınca bir ses çıkarıp yüzümü boynuna yasladım. "Elimde değil, özledim seni," dedi ve dudakları boynumda bir yer arıyormuş gibi telaşla dolaştıktan sonra bir noktada durdu, dudaklarını sürterek öptü orayı. "Yapamayacağımı biliyordum, sana direnemeyeceğimi. Ben aşk diyorum ama belki de aptallık benimkisi."

Konuştuğunda parmaklarıma çarpan dudaklarını izleyip parmak uçlarımda son bir kez yükseldim. "Sen, benim seni sevdiğimi düşünerek bana âşık oldun. Bense senin benden nefret edeceğini bilerek sana âşık oldum. Hangimiz... daha büyük aptalız? Bence ben." Gözlerine bakıp dudaklarımı dudaklarına bastırdım ve ruhumu öperken tüm nefesimi verdim.

Uzaklaştığımda Deren'in gözlerinde bir derinlik, derinlikte bir ateş vardı. Buna devam edersek çok daha fazla uzayacağı için ellerimi göğsüne koyup onu ittim ve kendime alan açıp kıyafetlerimi düzelttim. Deren hızlı hızlı nefes alarak beni izlerken saçlarımı da düzelttim ve sonra yüzüne bakarak yaklaştım. Başparmağımla dudaklarının çevresine bulaşan kırmızılığı sildim. "Hadi, beni eve götür."

Dengesi bozulmuş şekilde başını sallayıp dudaklarını temizledi. Çoğu çıkmıştı ama hafif bir kırmızılık hâlâ vardı. Yerdeki güneş gözlüğümü alıp uzatana kadar neden eğildiğini anlamamıştım ama gözlüğü bana verince, "Teşekkürler," diyerek arabamın koltuğuna yürüdüm.

Deren birkaç dakika sonra şoför koltuğuna yerleşip arabayı çalıştırdı. Sırtımı arkama yaslamış yolu izlerken elimden tuttu. Parmaklarımızı birbiri arasından geçirip kenetledi ve gözlerini hiç ayırmadan beni eve kadar götürdü. Nil meselesinin üstü örtülmüştü ama sonra açacaktım, o konudaki kızgınlığım geçmemişti.

Birleşen ellerimizi izlerken, "Geri geldi mi?" diye sordum.

Deren sanırım arabayı bir kez daha durdurup beni öpmekten endişe duyduğu için yüzüme hiç bakmadan, "Ne geri geldi mi?" diye sordu.

"Ellerime dokununca öpme isteğin?"

Böyle söylediğim an ellerimize baktı. Benimkisi üstte, onunkisi alttaydı. Onun avuçiçi de parmakları da büyüktü, benimkisi ise ince. Heyecanla kıpırdayan küçük serçeparmağıma bakarken, "Küçük detaylar kafanda çok büyük yer kaplıyor," diye fısıldadı ve kaldırıp o küçük serçe parmağımdan öptü. Elimden buse alınca o isteğin geri geldiğini düşündüm, Deren dile getirmese de.

Yolun devamında konuşmadım ama ona bakmadan da yapamadım. Gözlerim uzun uzun inceledi. Nefesleri düzene girmişti. Gözleri nadir şekilde uğruyor, dudaklarımda, vücudumda oyalanıp tekrar yola dönüyordu. Yapamayışını seviyordum. Bana bakamadan yapamayışını.

Malikâneye yaklaştığımızda saatler öğleni bulmuştu. Doğrudan ön bahçeye geçtik ve arabadan beraber indik. Gözlüğümü ve çantamı bana yaklaşan Enrica'ya uzatıp sıcaklayan ensemden saçlarımı çektim. Altdudağımı ısırarak baktım Deren'e. Arabamın anahtarını vermek için bana yaklaştı ve avuçiçime bırakırken sabırsızca soludu. "Gelmemi istediğin saati söylemek için ara beni sevgilim."

Başımı sallayıp parmak uçlarımda yükseldim ve en sevdiğim korumamı boynundan öptüm. Etraftaki korumalar başını eğmişti. "Sesini duymak için de arayayım mı?"

"Arama. Çıkıp gelmek isterim."

Uzaklaşıp arkamı dönerken beni bir daha kendisine çekti ve ben ona oflarken aniden arkasından bir başka gül çıkardı. Şaşırıp ona bakarken, "Karina için," dedi, biraz mahcubiyetle. 

"Yaa," dedim etkilenerek. "Onun için de mi aldın?”

"Elbette. Nil ve sana almışken onu eksik bırakmam."

Nil'e ben almıştım ama tabii dolaylı yoldan çiçek alınmıştı. Duygularımı, ne kadar etkilendiğimi nasıl yansıtacağımı bilemeden ona bakıyorken, Deren yolu gösterdi. "Hadi, güzelliği daha fazla bekletme."

"Güzellik... Karina mı?"

"Güzelliğim deseydim sen olurdun, güzellik dediğime göre o."

Dönüp eve giderken başımın üstünden iki kez baktım ona. Ellerini ceplerine koymuş, arkamdan izliyordu. Kaldırıp elimi salladım, parmağıma bir öpücük koyup elimi silah gibi yaptım ve öpücüğü de kurşunmuş gibi fırlattım. Gülerken eliyle yüzünü kapatınca içimi çektim. Sokak kapısını Sara benim için açınca salona uğramadan direkt asansöre koştum, asansöre binerken dışarıdan araba sesini duymuştum. Herhalde Deren gitmiş olmalıydı.

Katta inince Karina'mın odasına koştum, kapıyı açtığım gibi içeriye daldım. Carlos bana döndü. Camın önünde, kolları göğsündeydi. Ona başımla selam verip derhal yatağa yaklaştım, Karina'mın yüzüne bakarak kenardaki elinden tuttum. Solgun teninin üstünden okşayıp, "Eve girerken o kadar heyecanlandım ki," dedim sessizce gülerek. "Merhaba aşkım, kızım, yavrum. İyi misin? Nasıl hissettiğini bilsem keşke." Dizlerimin üstünde, yatağın kenarına oturdum. "Şu elin bir kez hareket etse... dünyalar benim olur. Şimdi elimi sıksan, gözlerini bir anda açsan... dünya bir kez daha benim olur. Kalkıp bana sarılsan... dünya yeniden yeniden benim olur."

Galiba dünyanın benim olması kötü bir fikirdi, bu yüzden gözlerini açmıyordu.

Başka bir şey mi dileseydim…

"Şimdi gözlerini açsan..." umutsuzca elinden öptüm. "Ama belki de böyle olması gerekir. Ne kadar çok acı çektiğini hatırlamamak için uyumaya devam etmen gerekir."

"Belki bilinçaltı bizi duyuyordur, farkındadır," dedi Carlos. "Yanında kötü şeylerden bahsetme."

Makinelere ve burnundan giren hortumlara bakarken içimde zaman zaman oluşan yaşama sevincinin nasıl öldüğünü hissettim. "Bugün Nil'in yanına gittim," dedim bu kez, Türkçe. "Çok özlemiştim onu, sarıldık epey. Senden konuştuk, çok merak ediyor seni. Çok tatlı, iyi kalpli bir çocuk." Deren'in Karina için de aldığı gülü yatağının kenarına bıraktım. "Bunu da Deren sana aldı. Galiba benim gibi kırmızı gül seveceğini düşünmüş."

Carlos dediklerimi anlamadan Karina'ya ve yanına koyduğum çiçeğe baktı. "Mark ve diğerleri nerede? Bir de ben yanlarına gitmek istiyorum."

Dizlerim üstünden kalktım ve sıcaklamış şekilde ceketimi çıkardım. "Korumalar eşlik etsin sana."

"Kendi korumalarım burada, onlarla gide..."

Kapı aniden, çalmadan açılınca kafalarımızı çevirdik. Sara'yı beyazlamış bir yüzle gördüm. "Karmen Hanım... Çabuk aşağıya inmeniz lazım."

Acele olduğuna göre konuşmaya vakit yoktu, aşağıya indiğimde görmem gereken bir şeydi. Carlos'a, "Karina'nın yanında kal," dedim ve Sara ile odadan çıktım. Asansörü kullanırken Sara'ya baktım. "Angel Hanım," dedi yalnızca.

Angel'ın adı geçince kalbim iki katı hızında çarptı. Asansörden inip salona geçerken sokak kapısının açık olduğunu görüp dışarıya baktım. Sonra da şok oldum. Angel, onu kollarından tutan Deren ve Marianne ile basamakları çıkıyordu. Yürümekte zorlandığı açıktı, korumalar endişeyle ona bakıyordu. Marianne ağlamıştı, yüzü ıslaktı. Deren ise n'olduğunu soruyordu.

"Angel?" dedim, o kapıya yaklaştığında.

Kafasını kaldırınca yüzünden akan ter damlalarını gördüm. Kızıl saçları karışmıştı, gözlerim önünde tuttuğu eline çevrildi ve Angel dizleri üstüne yere düşerken, avuçlarını kaplayan kanı görüp çığlık attım. "Angel! Angel n'oldu!"

Beyaz mermere doğru düştüğünde kanlı ellerinden birkaç damla sıçradı. Deren, vurmaması için onun kafasının arkasını tutup yardımcı olurken, "Enrica!" diye seslendim. "Salvador nerede?"

"Dante ve Noah Beylerle çıktılar," dedi yanımıza geldiğinde. "Bugünü evde geçireceklerdi ama bir pürüz çıkmış efendim."

Angel gözlerini açıp bana bakarken, Deren onu sırtından ve bacaklarının altından tutarak kucağına aldı. Derhal onların peşinden ilerlerken Marianne gözyaşları içinde beni takip etti. Sara'nın açık tuttuğu kapıdan içeri girdik ve Deren salona doğru koşup onu koltuğa bıraktığında, yengeme eğilip gözkapaklarını kaldırdım. Bilinci yerinde ama bakışları odaksızdı. "Angel, Angel n'oldu sana? Kim yaptı?"

"Orla... Orlando'nun adamları peşimizdeymiş, ateş açtılar," dedi Marianne, suçluluk dolu gözlerle bana bakarak gerilerken. Kıyafetlerine de biraz kan sıçramıştı.

"Nasıl fark etmediniz? Nasıl yapabilir bunu?" Korkuyla Angel'a bir daha döndüm ve onun elimi tutan parmaklarını hissettim. Zorlukla nefes alıyor, kirpiklerinden damlalar düşüyordu. "Salvador'u ara... Yanıma çağır, çok korkuyorum..."

"Angel sana hiçbir şey olmayacak," diyerek söz verdim ve derhal üzerindeki bluzun önünü yırtıp yarasını gördüm. Etrafı kan ile kaplıydı, kurşunun içeride olup olmadığını bilemiyordum. "Neden hastaneye gitmediniz?"

"Ben söyledim ama... Angel polislerin karışmasından korktu, senin yardım edeceğini söyledi..." Marianne bakışlarını kaçırarak kanlı ellerine baktı.

"Deren," diyerek sol tarafıma döndüm. "Angel'ı aşağıya taşıyalım, orada bir ameliyat ortamı var. Yarasına bakıp pansumanını yapayım."

"Tabii tabii," dedi hemen.

"Ölecek miyim?" dedi Angel.

"Yenge, hayır, kurşun hayati bir yerde değil," dedim ve Deren yengemi koltuktan kaldırıp doğrudan alt katın merdivenine giderken, ben de onları takip ettim. Marianne perişan bir şekilde salonda kalmıştı.

Sara da yardıma ihtiyacımız olabileceği için arkamızdan geldiğinde alt kata inip sağdan üçüncü kapıyı açtım. Deren odaya girip yengemi hastane yatağına bıraktı ve etrafı inceleyerek geri çekildi. Direkt ameliyat eldivenlerini takıp yengemin yarasına baktım. Parmaklarım yaranın etrafında dolanınca kurşunun içeride olmadığını fark ettim ve yarasını temizlemeden önce sağ tezgâha ilerledim, anestezi için yapacağım iğneyi hazırlayıp yengemin yanına geri döndüm. Gözleri baygın bakıyordu. "İğneden çok... korkarım."

"Yaranı temizledikten sonra dikeceğim yenge. Daha fazla iğne teması hissetmemen için yapıyorum." Şırıngayı çekip direkt sol kolunu tuttum, damarını aradım.

Kafasını sallayıp titreyen sesle, "Salvador'u istiyorum, lütfen," dedi. Elimden kaçmaya çalışıyordu, abim olmadan nefes bile almak istemiyordu sanki.

"Uyandığında yanında olacak, söz veriyorum." 

Angel korku ve acıyla kafasını iki yana sallayınca, Deren onu omuzlarından bastırarak bana kolaylık sağladı. Bu şekilde damarını bulup anesteziyi damardan verdim ve Angel hıçkırarak kendinden geçtiğinde derhal yarasıyla ilgilenmeye başladım.

Deren ilgi ve merakla beni izlerken, "Yarası ölümcül değil, değil mi?" diye sordu.

"Hayır," dedim telaşlanmamak için. Buraya gelene kadar çektiği acıyı düşünmemeye çalıştım. "Kanaması çok olmuş ama onu öldürmez, organlarında zarar görmüyorum." Deren'e tezgâhı gösterdim. "Oraya geçip istediklerimi sırasıyla bana uzat."

Tezgâhta birbirinden farklı duran ameliyat malzemelerine baktı. "Bunları tanımıyorum be!"

"Anlatacağım," dedim ve parmağımla pamukları işaret ettim. "Onu ver, önce yarayı temizleyip önümü açayım."

Pamuk yerine dikiş ipliğini uzattığında sertçe nefes aldım.

"Sence şu an dikebilir miyim? Pamuğu gösteriyorum, görmüyor musun?" Öfkeyle gözlerimi büyüttüm.

"Bağırma, telaşlıyım şu an!" diyerek bana terslendi.

Sinirle elinden pamuğu aldım ve yaranın etrafını, fazla kanı temizledim. Yara görünür olduğunda da derinliğine, onun canını ne kadar acıttığına baktım. Deren'in aldığı yaraya benziyordu, aşağıda, belinin yanındaydı. Organlarına zarar verecek kadar derine girmemiş, tenini acıtıp uzaklaşmıştı kurşun. Kanlanan pamuklara bakıp yengemin kanını temizlediğim için hissettiğim mide bulantısıyla yüzümü buruştururken Deren'e dönüp tezgâhın arkasındaki sıvı ilacı istedim, bu sefer doğru bilip uzattığında da yaradaki kurşun mikrobunu kırmak için yarasına sürdüm.

Akan kanı durdurmayı başarıp yarasını temizledikten sonra huzursuzca etraftaki kanlara, yengemin kapalı gözlerine bakarak dişlerimi sıktım. Terliyordu, uyanık olsaydı çoktan bir şok geçirirdi. Deren'den bu kez yarasını kapatmak için iğne ile ipliği istediğimde, az önce yanlışlıkla uzattığı iğne ipliği aldı. "Ben vurulsam sen bu şekilde diker misin beni?"

"Hayır, umursamam," diyerek Deren'den aldığım ipliği iğnenin deliğinden geçirmeye çalıştım. Kan ve ölüm sevdiğim insanlara yaklaştığında eskisi kadar soğukkanlı olamıyordum, çünkü kaybetmenin ne olduğunu biliyordum. Parmaklarım titrediği için bir türlü yapamadım ve küfrederken, Deren ellerimin ikisini birden kavrayıp sabitledi. Gözlerimin içine bakıp bir daha denemem için başını salladı. Onun sabitlediği ellerim sayesinde ipliği daha sakin şekilde iğne deliğinden geçirip nefesimi bıraktım.

Eğilip dudaklarımdan takdir eder gibi öpüp çekildi.

Kontrolümü geri kazanıp yengeme döndüm ve Deren bana alan açtığında, eğilip yarasını kapatmaya başladım. İyi temizlemiştim, mikrop kapmış olamazdı. Kurşun içeride ve yara derinde olsaydı çok daha uzun, sancılı olurdu. Plastik eldivenimden akan kan damlaları yere düşerken iğneyi çok sevdiğim yengemin tenine çok kez batırmak zorunda kaldım ve ona yirmi dikiş atarak son dikişimi bir makasla kestim. Yengemin derisi, dikiş izleriyle gerilmiş şekilde inip yükselirken de ellerimi geri çekip derin bir nefes aldım.

Deren de bittiğini anlayıp bana yaklaştı. Terleyen alnımı gömleğinin koluyla silerek gözlerime baktı. "Sevdiklerin sözkonusu olunca her şeyi yapabilecek güçte birisine dönüşüyorsun."

"Çünkü bir kişiyi daha kaybedemem," dedim ve geri çekilip arkamı döndüm, kanlı eldivenleri ilerideki küçük çöp kutusuna attım.

"Sana su getireyim mi?" diye sordu Deren. "Korktun, iyi değilsin."

"İstemiyorum." Yengemin yanına geri dönerken odanın köşesindeki ayaklı serumu da kendimle beraber çektim. Yengemin koluna bir damar yolu daha açıp serumu bağladım, vücudundaki ağrının hafiflemesine yardımcı olacaktı. Başı hafif yüksekte duran, kıyafeti yırtık, canı yanmış haldeki yengeme bakarken kızıl saçlarını okşadım ve bir rahatlamayla iç geçirip eğildim, alnından öptüm. "İyisin aşkım, birkaç saate kendine geleceksin."

"Sen iyi değilsin," dedi Deren, her şeyden çok benimle ilgilenerek.

Şu an kendim umurumda değildi. Yengemin böyle incinmesine dayanamamıştım. Çok kırılgandı, canı kolaylıkla acırdı. Masumdu, yokluğunu düşünemediğim birisiydi. Alnını, aldığım selpakla silip rahatlaması için saçlarını okşamaya devam ettim. "Neden... Neden sevdiğim insanların canı bu kadar kolay yakılıyor? Bu hayatın, bu varlığın, bu günahların bedeli olmalı."

"Yengene âşıksan söyleyebilirsin," dedi Deren.[SE5] [ET6] 

Hızlı hızlı gözlerimi kırpıştırıp yengemin yanından uzaklaştım. "Aramızdan çekilir misin?"

"Hayır. Kusura bakmasın ama yengeni ortadan kaldırmak durumunda kalırım."

"Aptal." Yanından geçerken yüzüne hafif bir tokat attım.

Elini yanağına götürüp kaşlarını sertçe çatınca omuz silkerek dudaklarımı yaladım. Sonra yengeme döndüm, dikişlerini iyi attığım için bir sorun yoktu. Yatağın ucundaki örtüyü üstüne örtüp saçlarını terlemiş boynundan çektim ve odama dönmek üzere arkamı döndüm. Deren peşimden gelirken koridora çıkmıştım. Marianne'i endişeli şekilde buraya bakarken görünce, "Yukarıya çıkalım, bana neler olduğunu anlat," dedim.

Gergince kollarını göğsünde bağlayıp bizimle üst kata çıktığında dışarıdaki Enrica'yı çağırdım. Onu aşağıya gönderdim, odanın kapısında beklemesini söyleyip salondaki koltuğa oturdum. "Sen iyisin değil mi?" diye sordum Marianne'e. "Yaran yok."

"Hayır," dedi koltukta küçülürken. Uzun sarı saçlarına kan damlaları sıçramıştı. Üzerinde açık mavi, askılı elbise vardı. "Biz... Alışverişe çıkmıştık. Angel, Karina için kıyafet almak istediğini söylemişti, Salvador abi henüz evdeydi o zaman. Gittik, Karina'ya güzel birkaç kıyafet aldı ve mağazan çıkıp arabaya dönerken bir anda kurşunlar yağdı..." devamını anlatmakta zorlanarak sustu.

Karina'ya kıyafet mi aldılar? Aklımın ucundan bile geçmemişti. Peki ya abilerim, onlar neredeydi? O suaygırı nereden öğrenip gelmişti, şoför takip edildiğini nasıl anlamazdı? Bu hatası Angel'ın hayatına sebep olabilirdi, böyle küçük hataları yapmayacak kadar donanımlıydık biz. Deren elleri cebinde şekilde beni izlerken, ellerimi saçlarımdan sinirle geçirip Marianne'e bir daha baktım. "Gelene kadar çok acı çekti mi? Epey kanaması olmuş."

"Çok korktuğunu söyledi, çok üzüldüm, sürekli Salvador abiyi sayıkladı..." gözlerinden avuçlarına doğru birer damla yaş düşerken bakışları öfkeyle ileriye sabitlendi. "Orlando yüzünden, dolaylı yoldan da benim yüzümden. Ben... bu kadar şeye sebep olacağımızı düşünmemiştim. Çok üzgünüm."

"Orlando sabaha kalmadan ölecek," dedim emin şekilde. "Senin suçun yok."

Marianne ellerindeki kana bir daha bakarken dışarıdan gelen araba freninin sesini duydum. Koltuktan, sertçe yutkunarak kalktım ve Sara korkuyla bana bakarken ilerleyip sokak kapısını açtım. Salvador abimin, diğer iki abimin önünden eve koştuğunu gördüğümde de öğrendiğini anladım. Yanımdan, kapıyı vahşice iterek geçti ve eve girerek, "Angel!" diye haykırdı. Bakışları büyümüştü, panik ve korku doluydu. Yüzü ise kızarık ve terliydi. "Aşkım neredesin?"

"Abi," diyerek aldım sonraki nefesimi. 

Abim sesime doğru döndü ama gözleri beni görmeden bakıp, "Nerede?" diye bağırdı. "Karım nerede?" Gömlek yakası ve saçları darmadağındı, gözlerini odaklayamıyordu. Derinde, yüzeyde, kalben, ruhen, o kadar huzursuzdu ki nefes alamıyor deseler, inanırdım.

"Aşağıda," dedim hemen. "İyi, yarasını..."

Abim beni görmeden ve hiçbirimizi dinlemeden aşağı koşmaya başladığında arkasından iki adım ilerleyip durdum. Bir anda yok olmuştu bile. Çok korktuğu belliydi. Noah ile Dante de bana bakarak içeriye girdiklerinde, "İyi," diye fısıldadım onlara. Derin birer nefes aldıklarında ne kadar korktuklarını gördüm. "Yarayı kapattım, dikiş attım, birkaç saate kendine gelecek."

"Siktim seni Orlando," dedi Dante.

Aynı saniyelerde Marianne salonun girişinden, "Noah," diye fısıldadığında küçük abim başını ona çevirdi ve endişeyle üzerine yürüdü. Marianne kendini abimin göğsüne atıp onu sıkıca kavrarken yüzünü de göğsüne bastırdı. "Hepsi benim hatam, sonuçlarını düşünmeden hareket ettik..."

"Hayır," dedi abim, ellerini korka korka ve endişeyle, bir hasar arayarak onun üzerinde gezdirirken. "Bizim hatamız. Orlando'yu buraya geldiği ilk sefer öldürmeliydik. Sen ve Angel masumsunuz, hata bizim."

Marianne’in, kim ne derse desin suçluluk duygusundan kopamayacağı açıktı. Bu evde en yakın hissettiği Noah'ın göğsünde kendini ağlamaya teslim ederken Dante salona girip dikilen Deren'e ters ters baktıktan sonra içecek tezgâhına ilerledi. Kendine en ağır içkiyi alıp kristal bardağa koyarken, "Belli ki evde işini doğru yapamayan birisi var," dedi ve gözlerini artık nefret ettiğinden emin olduğum Deren'e çevirdi. "Ya da ajan."

Deren Türkçe, "Kişi kendinden bilir işi," dedi. 

Birbirilerine duydukları öfkeye ayıracak vaktim yoktu. Bir üst katın merdivenlerine bir de aşağıya baktım. Abimi, Angel hakkında bilgilendirip hemen kızımın yanına dönmek istiyordum. Aşağı kata indim ve koridorda yürürken takip eden adımları duydum. Daha bakmadan onun Deren olduğunu anladım. Asker adımları, bir komut verir gibi birbirinin önüne düşüyordu.

Enrica'nın kenarda dikildiğini gördüm ve yengemin kaldığı odanın kapısından kafamı uzattım. Abim yengemin yanındaydı. Üzerindeki örtüyü açmış, yarasına bakmıştı. Bir eli onun yüzünü tutarken diğeri dikişlerin üzerindeydi. Odayı, aldığı öfkeli nefeslerin sesi kaplamıştı. Sol gözünden bir damla yaş kayarken bakışlarını karısının yüzüne çevirdi ve öfkesi acı ile harmanlandı. İkinci bir yaş yüzünden düşerken yengemin yüzüne doğru alçalıp avuçlarıyla alnını sildi. "Seni hayatımın son gününe kadar koruyacağıma söz vermiştim. Yalnız bir gün, bugün koruyamadım. İstediğin kadar cezalandırabilirsin beni. Ben seni koruyamadıysam... her cezayı, her işkenceyi hak ediyorum."

Yengemin alnından öptü ve dizlerinin üstünde yatağın önüne çökerken onun ellerinden sıkıca tuttu. Yüzünü onun göğsüne gömüp af dilerken çok âşık ve korkmuş görünüyordu. Eminim birinin, ben dahi olsam kendisini bu şekilde izlemesini istemezdi. Bu yüzden geri çıktım ve Salvador yengemden af dilerken sessizce arkamı döndüm. Deren de gözlerini içeriden çekip bana döndü ve elinin tersini yanağıma koyup sıcaklığıma baktı. "Bizde derler ki yiğidi gül ağlatır, gam öldürür."

"Ne demek?" diye sordum, abimin durumuyla ilgili olduğunu anlayarak.

"Bir adamı ne kendisine atılan oklar ne de kılıç darbeleri öldürebilir. Onu ağlatan sevdiğinin zarar görmesidir, onu öldüren sevdiğinin hasretini çekmesidir." Eğilip dudağımın kenarından öptü, benim verdiğim nefes onun aldığı nefes olana kadar.

🎠

Gece yarısı.

Karina'm, kızım... Bu mektubu seni bir daha kaybedersem diye kendime yazdım. Sen şimdi hâlâ karşımdayken, dokunabileceğim kadar yakınımdayken, kalbin atıyorken ne kadar mutlu hissettiğimi yazacağım ilk önce. Sen hayattayken nasıl hissettiğim kayıtlara geçsin istiyorum, çünkü seni tekrar kaybedersem nasıl hissettiğimi unutmaktan korkuyorum. 2023 yazı, seni tekrar bulduğum o yaz, akşam, saatler gece yarısı on iki... Tanrı bana seni geri mi verdi yoksa yalnız ölmeden önce seni görmemi mi istedi bilmiyorum ama o saniye sana baktığım için çok mutluyum.

Ama sen... mutlu değilsin, çünkü uyuyorsun. Şimdi kafanın içinden geçenler ben değil de yaşadıklarınsa diye düşünüyorum, işte o noktada tekrar acı çekiyorum. Uyanmanı istiyorum ama acılarınla yaşamana dayanamayacağımı biliyorum. Cennete mi gitmelisin, yoksa annene mi dönmelisin? Cennete gitmen için o fişi çekmem gerekir, bana dönmen için de uyanman gerekir. Ben uyanmanı istiyorum ama... sen ne istiyorsun, anneciğim? Seni bu eziyetten kurtarmamı mı? Yoksa uyanıp kollarıma dönmeyi mi? 

O saniye kollarıma dönmeni istiyorum.

Belki kollarıma tekrar döndüğünde bu mektubu açıp buruk şekilde okuyacağım.

Ya da o fişi çekip seni cennete gönderdikten sonra bu mektubu yazdığımı bile unutacağım, bir gün tesadüfen karşılaşacağım, açıp seni izlerken nasıl hissettiğimi okuyacağım, kalbim yerinden çıkacak gibi atacak ama asla çıkmayacak. Çünkü benim kalbim sensin, çünkü kalbim senin olmayı hiç terk etmeyecek. 

Kalbim Karina'm... 

Seni daha sonra göremezsem diye son bir not düşeceğim buraya. Ben senin uyanmanı istiyorum ama acılarla yasamanı değil. Bu yüzden yalnız güzellikleri hatırlayacaksan uyan. Çünkü ben... iyi bir anne olamadım ama tüm acıyı çekmeye devam eden bir anne olabilirim, sen huzurlu ol diye. Belki sonra bu satırları okurken seni çok özlemiş olacağım, böyle düşündüğüm için kendime kızacağım ama ben bir anneyim, kendi mutluluğumu değil, senin mutluluğunu istiyorum. Mutluğun neredeyse Tanrı seni oraya götürsün kızım. Ya cennete, ya da kollarıma. 

Seni tekrar görmem için hayatta kaldın. Teşekkür ederim küçük savaşçım.

Bu mektup Karmen'in Kalbi Karina’ya.

Gözyaşım, Karina'nın isminin mürekkebine düşünce siyahlık silindi. Kuruması için üfleyip kâğıdı katladım ve kırmızı zarfın içine koydum. Başımı kaldırıp Karina'ya baktım. Yapabildiği başka şey olmadığı için yalnızca uyuyordu. Öğleden beri onun yanındaydım, ayrılamamış, gidememiştim. Yemeğe bile inememiştim, korkmuştum onsuz geçirdiğim her dakikadan pişman olacağım diye.

Yanağımı silip mektup ve kalemimle doğruldum. Odadan ayrılmadan önce Karina'mı kontrol ettim. Yanaklarından birer öpücük aldım, hissetmesi için gülümsedim. Hayallerimde o da bana gülümsedi. Çıkarken kapıyı kilitleyip anahtarı yanıma aldım, karanlık koridorda odama yürüdüm. 

Noah ile Dante, bir saat kadar önce Orlando için evden korumalarla beraber ayrılmışlardı. Salvador, yengemi yalnız bırakamamıştı, kendine geldiğinde onu odasına çıkarmış ama yengem yaptığım bir iğneyle beraber tekrar uykuya dalmıştı. İyi olduğu için seviniyordum ama Orlando'nun bunu nasıl yaptığı, yaptırdığı hâlâ muamma olduğu için merak içindeydim. Salvador, Angel ve Marianne ile giden, arabayı kullanan tüm korumaları kenara ayırmıştı. Gün doğduğunda, yengem yeniden kendine geldiğinde onlarla ilgilenecekti. Bu sorumsuzluk yüzünden hepsi ölebilirdi. Abimin bunu yok sayacağını asla düşünmüyordum.

Karısı için herkesi öldürürdü.

Düşüncelerim arasında hazırlandım ve saat bire yaklaşırken çantamın içine anahtar dahil olmak üzere birkaç şey koydum. Normalde evin ışıkları bu saatlerde yanardı ama gelişen olaylar yüzünden etrafta kimse yoktu. Mektubu koyduğum yere bakarak makyaj masama yürüdüm, geçtiğimiz gün kullandığım kiraz renkli ruju sürerek parfümü sıktım, son halime bakarak odamdan çıktım.

Asansörden çıkıp sokak kapısına yürürken Sara'nın mutfaktan çıktığını gördüm. Beni hazırlanmış görünce biraz şaşırdı. "Çıkıyor musunuz efendim?"

Kapıyı sessizce açtım. "Birkaç saate döneceğim. Çıktığımı kimse bilmesin."

Ağzına hayali bir fermuar çekerek gülümsediğinde göz kırpıp basamakları indim. Gece olduğu için korumalar değişmişti, hepsi dikkat ve temkinle etrafı inceliyordu. Enrica çıktığımı görünce, "Araba lazım mı efendim?" diye sordu.

"Hayır," dedim yürümeye devam ederek.

"Efendim," dedi çekingen sesle. Ne diyeceğini dinledim. "Korumanız Deren öğleden beri yok, işi astı sanırım. Şikâyet etmek için söylemiyorum... haberiniz olsun diye."

Gözlerimi kısarak yüzünü inceledim. "Haberim var."

"Aaa." Başını önüne eğdi. "Sevindim efendim. Gözünüzden kaçmıştır diye haber vermek istedim, korumalar benim gözetimimde olduğu için..."

"İyi yaptın Enrica," dedim. "Korumaları gözetlemeye devam et, şüpheli bir şey olursa mutlaka haber ver."

"Derhal efendim."

Arkamı dönüp kaldığım yerden yürümeye devam ettim. Deri ceketimin altında siyah, mini elbisem vardı, bacaklarımın dekoltesi görünüyordu. Araziden arabasız ayrıldım ve dakikalar önce Deren'in söylediği gibi arka sokağa yürüdüm, beni arabasıyla orada bekliyordu.

Gün doğumuna kadar vaktimiz vardı.

Çantam elimde sallanırken topuklarım karanlıkta tok sesler bıraktı. Arka sokağa girince aracı görüp heyecanlandım. Dakikalar önce ıslak olan kirpiklerim heyecanla kıpırdandı. Arabaya yürüdüm ve doğrudan şoför koltuğunun yanındaki kapıyı açıp kendimi içeriye atarken bir şaşkınlıkla duraksadım. Direksiyonda Deren değil, Yaman vardı.

"Sen burada n'apıyorsun?"

"Deren piçi seni almamı istedi," diyerek gecenin bu saatindeki hazırlığıma, kıyafetime bakarak önüne döndü. "Onun yanına götürecekmişim seni."

Kendisinin alacağını sandığım için yaşadığım hayal kırıklığıyla kemerimi takıp çantamı kenara bıraktım. "Kendisi neden gelmedi? Resmen kandırdı beni."

"Gece buluşmalarına mı başladınız?" diyerek aracı çalıştırdı. "Ben aranızda yaşanılanların hızını ve seyrini takip edemiyorum."

Ellerimi birleştirip tersini gerdim ve yalnız Deren'in yanına ulaşmakla ilgilenerek, "Beni nerede bekliyor?" diye sordum. Bu sabah gittiğimiz ev olduğunu sanmıyordum, Nil'in olduğu evde benimle sevişmezdi.

"Ben de bilmiyorum adresteki yeri. Gittiğimizde göreceğiz."

Kalbim kızımda, ruhum Deren'de dakikaları geçirirken yolu izledim. Birazdan kaçamak şekilde Yaman’a bakıp, "Bugün Nil'i gördüm," dedim.

Yaman yüzüne yansıyan bir miktar duyguyla benden tarafa döndü. "Nasıl ikna ettin? Olmaz diyordu, neden kararı değişti?" Gözleri düşünceli bir hal aldıktan sonra benden uzaklaşıp karşısına döndü. "Piç Deren, bana hâlâ göstermiyor. Aslında göstermesi için bir yol var..."

"Neymiş?" dedim merakla.

"Boş ver sen," dedi. "Ben biliyorum ona ne yapacağımı..."

Birbirlerinin zıddına gitmeye bayıldıkları için çok alakadar olmadım, önüme tırnaklarımdaki koyu ojelere baktım. Sokaklar boş olduğu için araba çok hızlı ilerliyordu. Karnımdaki o tanıdık ağrı ve heyecanlı mide bulantısıyla camı indirip telefonumu çıkardım. Deren'den yeni bir arama ya da mesaj yoktu.

Avuçlarımı birbirine bastırıp sevdiğim her şey oradaymış gibi sıkıca kapattım.

Yaman, "Siz burada ne yapacaksınız?" diye sorduğunda geldiğimizi fark ettim. Karanlıkta keskince etrafı tarayınca da geçtiğimiz günlerde konuşmak için geldiğimiz ev olduğunu gördüm. İçeriden dışarıya yalnız loş, belli belirsiz ışık yansıyordu. Heyecanla kendimi kapıdan dışarıya atarken Yaman'a kısaca cevap verdim. "Özel bir şeyler, anlarsın ya..."

"Kahretsin... Daha kirli elbiseyi unutmamıştım," dedi elini kulağına kapatarak.

Gülümseyerek kapıyı kapattım, arkamı dönüp o gün çıktığım basamakları tırmandım. Kızıma mektupta kalbimin yerinden çıkmayacağına söz vermiştim ama şimdi öyle atıyordu. Kapının aralık olduğunu görünce Deren'in girmem için açık bıraktığını anladım. Ahşap kapıyı itip girdim ve ardından kapattım. İçeriye, oturma salonuna baktığımda da dışarıya ışığı yansıtan şeyin yaktığı mumlar olduğunu gördüm.

Heyecanla dudaklarımı ısırdım.

"Deren," diye seslenerek kafamı sola sağa çevirdim, onu aradım fakat gölgesini bile göremedim.

Salonda olmadığından emin olunca üst kat merdivenine bakıp oraya yöneldim. Basamaklara her basışımda topuklarımdan çıkan ses yankı yapıyordu. Üst katta, kapısı açık yalnız bir oda görünce oraya ilerledim. Avuçlarımdaki nemi elbiseme silerek aralık kapıdan süzüldüm ve bu odayı aydınlatanın da mum ışıkları olduğunu gördüm. Odanın dört ayrı köşesinde yerde beyaz, sedefli mumlar vardı. Geniş, yuvarlak, örtüsü pürüzsüz görünen yatağa bakıp, "Deren," diye seslendim.

Bir kapı çarpma sesi duydum ve arkama dönmeden ağırlık hissettim. Deren'in sert vücudu beni kendisine çekti ve elleri belimden tutup ayaklarımı yerden kesti. Elimdeki çanta ile ayakkabılarım düşerken bağırdım ve Deren beni kolaylıkla kendisine çevirip yüzlerimizi hizaladı. Ellerim omzuna tutunurken yukarıda olduğum için saçlarım yüzüne doğru döküldü. Mum ışıklarında yüzü ufuk çizgisinde gibi, belli belirsiz görünüyordu. Kollarımı boynuna sarıp dizlerimi karnına sürterek alnımı alnına yasladım. "Merhaba."

"Merhaba sevgilim."

Birbirimizin gözlerine, sonra da dudaklarına baktık.

"Mum yakmışsın," dedim hızlı nefesler alırken.

Yavaşça eşikten geçip benimle odanın içine yürüdü. "Işıkta sevişemiyorum, karanlıkta da yüzünü göremiyorum."

"Yüzümü seviyor musun?"

"Kendimden bile çok," dedi.

Üstü çıplaktı, saçları ise nemli. Duş almıştı, sevdiğim gibi kokuyordu. Temiz ve sabun. İstemsizce kısa saçlarına, bu evde açtığım yarasına dokunurken, "Az vaktimiz var," dedim.

"Acele etmeliyiz yani," dedi kalbi çarparken. Benim değil ama belki onun kalbi yerinden çıkabilirdi.

"Evet," dedim bakışlarımı gözleri ile dudakları arasında dolaştırarak.

"Evet," dedi.

"Hıhı."

Yalnızca bir saniye gözlerimizin içine baktık, sonra dudaklarımıza... Birbirine dokunan ellerimiz sıkılaşırken aynı anda inleyerek ileriye uzandık. Dudaklarımız acıtarak birbirine çarpınca aceleci şekilde öpüşmeye başladık. Deren çıldırmış bir hızla ilerleyerek beni geriye götürdü ve biraz sonra alçaldı, sırtım yatakla buluştu. Kollarımı sımsıkı sararak dilimi ağzından içeriye soktuğumda, başını sola eğerek daha vahşi öptü beni. Altdudağımı, ben gözlerinin içine bakarak inleyene kadar ısırdı ve ben inleyince gözleri zevkle kapandı.

Isırdığı kısmı öperek, "Kendime zor engel oluyorum, canını acıtıyorum," dedi.

"Önemli değil," dedim hemen. "Böylesi daha hoşuma gidiyor, biliyorsun."

Gözlerimin içine bakarak altdudağımı emdi ve emme sesi kulaklarıma kadar gelince vücudum ısındı. Deren dudaklarıma son bir sıkı öpücük kondurup üzerimden doğruldu ve nefes nefese kıyafetlerime baktı. Aynı anda birbirimizin üzerindeki her şeyi çekip çıkarmaya, âdeta parçalamaya başladık. Yırtılmaları, birbirimize kazayla zarar vermemiz umurumuzda değildi. Ellerimiz sertçe kıyafetleri uzaklaştırırken, ağızlarımız bir daha çakıştı ve ikimiz de bağırdık.

"Öyle bir sevişeceğim ki seninle," dedi, dizleri üzerine çıkıp elbisemi kafamdan çıkarırken. Sökülen elbise üstümden ayrılınca saçlarım omuzlarıma döküldü ve sutyensiz, yalnız siyah saten çamaşırımla kaldım. Deren bir saniye geriye çekilip gözlerini üzerimde dolaştırırken elini omuz hizama koydu ve yavaşça omzumdan aşağıya, bileğime kadar kolumu okşadı. Sonra kaldırdı, sol kolumun üzerindeki çizikleri öperken yumuşak bir ses çıkardı. "Senin canın acıdığında benim de acıyor, sen benim altıncı duyumsun." Dudaklarını kolumun içine sürterek elimi omzuna koydu. "Ama nefes almaktan bile, görmekten, dokunmaktan, duymaktan bile daha çok seviyorum seni."

Mumun alevleri yüzünde titreşirken dizlerim üstünde ona biraz daha yaklaştım. Göğüslerim göğüslerine değince dişlerini sıkıp gözlerime baktı. Etkilenmiş, duygulanmış şekilde yaklaşıp burnundan, gözlerinden, derisinden, dudaklarından kulağının altından... duyu organlarından öptüm onu. "Özür dilerim... Sana bu kadar acı çektirdiğim için özür dilerim."

Elini enseme dolayıp saçlarımı avucunda kavradı ve yüzümü kendisine doğru çekerek çenemi ısırdı. "Uzan ve yalnızca inle."

Tek kaşımı kaldırdım ve dudakları çeneme sürtünürken, onu omuzlarından sertçe ittim. Sırtı yatağa çarpıp kaşları çatılırken, ellerim ve dizlerim üstünde onun üzerine doğru tırmandım. Pantolonunu çıkarmıştık, yalnızca siyah çamaşırı vardı. Bacaklarım iki bacağı arasında, yatağa yerleşti ve ellerim onun kollarını tutup başının üstünde bağladı. Deren karşı koymadan çıplak bedenimi izlerken, eğilip omuzlarından öpmeye başladım. Dizim, onun sertliğine doğru yaslanıp sürtünürken dudaklarım yavaşça aşağıya iniyordu. Kalbi hızlı ritimde atıyordu. "Sen inleyeceksin," dedim, vücudunda aşağıya kayarak.

"Biraz daha aşağıya in," dedi, avuçiçini kafama bastırıp inlerken.

Başım karın hizasındayken gözlerimi kaldırıp soluksuz haline baktım. O kadar çok nefes alıyordu ki dudakları birbirine değmiyordu. Alnında ter birikmişti. Beni kafamdan, sertliğine doğru bastırınca, "Şşt," dedim ve karın hizasına öpücükler dizerek gözlerimi kapattım. Benim için inlemesini dinledim.

"Em," diye fısıldadı Deren, boğuk bir sesle. Pozisyonumuz dolayısıyla her dakika büyüyen uzvu boynumu ısıtıyordu. 

"Yalnızca ben istediğimde," diyerek boynumu sertliğine bastırdığımda, kafamdaki saçlarımı çekerek tepki verdi, karnı kasıldı. Kafasını arkaya atarak yüksek sesle inledi. 

"Siktir…”

"Emirleri her zaman sen veremezsin," diyerek kasıklarından kalktım ve bedenimi bedenine bastırarak tekrar yukarıya çıktım. Yüzlerimiz hizalanınca Deren gözlerini yavaşça açıp sertçe kalçamı kavradı, gözlerime öfkeyle baktı. "O kadar acelen olmasına rağmen benimle oyun oynuyorsun öyle mi?"

Bu kez dizimi sertliğine sürttüm ve gözleri zevkle kısılırken, "Hıhı," diye fısıldadım. "Yalvar bana."

"Bu gerçekleşmeyecek, anla artık." 

"Ben de Karmen'sem, bu bir gün olacak."

Bana üç saniye kadar baktı ve sonra bir anda altüst olduk. Yerlerimizi, güçlü bedeni sayesinde kolayca değiştirerek üzerime çıktı ve bu kez o ellerimi başımın üzerinde bağladı. Beni kolayca kafeslemişti. Bir diğer eliyle de birbirine bastırdığım bacaklarımı aralayarak parmaklarını siyah çamaşırıma sürttü. Gözleri bilmiş şekilde parladı. "Kıvama gelmişsin."

Dudaklarımı ileriye uzattım ve Deren de eğilip öperken, beni sertçe okşadı. Miyavlar gibi kendimin de şaşırdığı bir ses çıkarıp kendimi eline bastırınca çamaşırımın lastiğini tutup sertçe kopardı, doğrudan çıplak tenime dokundu. Parmaklarını bu şekilde hissedince zevkle dudaklarını ısırıp yatakta kıvrandım. Çarşaflar ısınıp nemlenmeye başlamıştı. Deren memnuniyetle iç çekip ıslanmış parmaklarını karnımdan yukarıya, göğüslerime kadar sürttü. Sonra eğilip göğüslerimi, karnımı, göğüs uçlarımı, boynumu beni inlete inlete yalayıp öptü. "Asıl sen yalvar içine girmem için." Göğüs ucumu sıkınca bağırdım.

Boynumu diliyle dişleriyle emip ısırınca tatlı bir acı hissettim. Gözlerim onun dudaklarını, dilini izliyordu. Terlemiş, çok da ısınmıştım. Sevişmelerimiz hiçbir zaman yumuşak, kibar olmamıştı ama ilk kez yalansız, tam teslimiyetle birbirimizin oluyorduk. Deren'in dudaklarının her santimini izleyip elimle başındaki yarayı okşarken, "İlk kez aramızda hiçbir sır yok," dedim.

Bana bakmak için gözlerini kaldırdı, gözlerimin içine bakarak çenemi yaladı ve bir şey demeden tekrar başını eğdi. Hisse yenilerek gözlerimi kapattım, Deren dudaklarını tüm vücudumda dolaştırırken tüm hücrelerimde hissettim. Özel bir an yaşadığımız için aklımda hiçbir şey kalmamıştı, gözlerim kapalıyken bile yalnız onu görüyordum. Öpücüklerinin şiddetini, dengesini, uzun ve kısalığını takip etmek o kadar zevkliydi ki, iç çekiyordum. Dudaklarını boynumda daha uzun tutuyordu, belki de kokum onu boynumda fazladan tutuyordu. Ya da az önce onu boynumla okşadığım için oraya karşı zaafı oluşmuştu.

Dudakları kulağıma yakınken, "Senin yanın, kendimi dünyada ait hissettiğim tek yer," dedi, bunu bir iltifat değil de bir itiraf olarak söylüyordu.

Başımı çevirip yarı açık gözlerle dudaklarını aralarken ensesini sıkıca tuttum. Deren alnını alnıma koyup istediğimi bana verdi. Dudaklarımdan sıkıca, inleyerek, seslice öpüp bedenimde yükseldi. Diğer eliyle bacaklarımı aralayıp ağırlığını üzerime koydu ve çıplak sertliği temas edince Deren burnunu burnuma sürttü. "Sen de aynısını söylemeyecek misin?"

Kollarımı boynuna sarıp sırtımı biraz yataktan kaldırdım. Vücudum göğsünün şeklini alıp ona sığınırken, "Senin yanın değil, sensin benim kendimi ait hissettiğim yer," dedim. "İnsan ruhundan ayrılamaz."

Geldiğimden beri ilk kez gülümseyip yüzüme düşen saçımı çekti. Dudaklarını nemli yanağıma koyup uzun öpücükler bıraktı. "Sana o kadar adanmış hissediyorum ki, bu beni korkutuyor."

Bunun farkındaydım, belki Deren'de bunun da öfkesi vardı. Yaptıklarıma rağmen bana bu kadar teslim oluşuna nefret duyuyordu. Fakat ona söylemiştim, o gurursuzsa ben aptaldım. Benden nefret edeceğini bilerek ona âşık olmuştum.

Yalnız birbirimizin olmayı istediğim için, "Dudakların," diye fısıldadım ve Deren dudaklarını dudaklarıma sürterken gözlerime baktı. Ağzının içine inleyerek başımı sallayınca kalçasını kaldırdı ve sonra ağırca bacaklarımın arasına girip içime yerleşti. Birleşmemizin her saniyesini hissedip tırnaklarımı omzuna bastırırken vücudumla beraber onu karşıladım. Deren, yumuşakça girdiği bedenimden yine yumuşakça ayrıldı ve boynuma eğilip omzumdan sertçe öperken, ikinci kez, vahşice içime girip bağırdı.

"Siktir," dedim, başım ve etrafım dönerken.

"Siktir," dedi o da. "Sadece içine girdim ve neredeyse..." dişleri ve dudaklarının ıslaklığıyla omzumu daha sırt ısırınca, vücuduna sürtünme isteğiyle, "Hareket et," dedim.

Vücudu çok ağırdı, bu yüzden üzerime tamamen koymamaya çalışıyordu. Bunu yaparsa nefes dahi alamazdım. Kendini bırakmamaya çalışıp içimde hareket ederken dudakları telaşı varmış gibi, ısırıp emerek omuzlarımda dolaştı. İnlemelerimi dişlerimle bastırdım, onun inleme ve bağırmalarını duymak için. Kaslı kolunu okşayarak boğazından çıkan sesleri dinlerken Deren elinin birisini bacaklarım arasına götürüp bacak içlerimizi, birleştiğimiz yeri okşadı. "Bebeğin [SE7] [ET8] olduğumu söyle," dedi nefes nefese. Zevkten hıçkırıyordu.

Göğüslerimiz sertçe birbirini ezerken başımı hızlıca salladım. "Sen söyle."

"Bebeğimsin," diyerek ağzımın kenarını yaladı, sınır tanımadan öptü beni. Sevişirken çok pisleşiyordu, sınır koymuyordu.

Kendini, sonraki saniye içime daha kuvvetle itince kolunu sıkıp altında kıvrandım. Şiddetten başım dönüyordu. Yüzümü boynuna gömüp tırnaklarımı derisine batırırken, "Boynumu öpsene," diye fısıldadım.

Deren kendini içimden çekip daha güçlü şekilde girerken nefes nefese, "Ne?" dedi. O kadar hızlı ve sert hareket ediyor ki söylediklerimi geç fark ediyordu.

"Boynumu öp," dedim bir daha.

Başını boynuma gömüp beni öpücüklere boğarken kendini daha sert şekilde vücuduma gömdü. Bu baskıyla bağırıp onu göğsünden yumrukladım, tırnaklarımla üzerine iki uzun, insafsız çizgi çektim. "Deren...”

"Sana sürekli bunları yapmak istiyorum. En kızgın olduğum anda bile." Sol kolumun üzerini okşayıp başını biraz eğdi, göğsüme nefesini üfleyip emdi. Vücudumdaki dolulukla yatakta kayıp ona bir daha vurdum. "Dayanamayacağım."

Kalbinden inanılmaz yüksek sesler çıkarken Deren bir anda içimden çıktı. O his kaybolunca gözlerimi kırpıştırarak yüzüne baktım. Hayal kırıklığımdan zevk alıyormuş gibi göz kırpınca bir yumruk daha savurdum ona ama havada yakaladı ve bir anda belimden tuttu, beni ters çevirdi. Suratım sertçe yatağa çarparken Deren bacağımın içini sıkıp kalçamı yukarıya kaldırdı ve bakıp inleyerek kendini bedenime itti. Dolulukla altımdaki çarşafı sıkıp alnımı yatağa bastırırken Deren dizleri üzerinde durarak içime baskı yaptı. Avuçiçini sırtımda, kalçamda gezdirerek belimden öptü. "Hazırsın bebeğim."

Avucumdaki çarşafı daha kuvvetli sıkıp bir çığlık atarken vücudumdaki her damlanın, her kemiğimin, hep öpücüğünün farkındaydım. Kalçamı kaldırdım ve Deren kendini sertçe itince tüm kaslarım güçlü şekilde kasıldı. Deren'in elini saçlarıma doladığını hissettim ve kafamı kaldırdığında yüzümü kendisine çevirdim. Birbirimizin gözlerine bakarken dudaklarımı yalayıp bile isteye seslice inledim. Deren'in yüzünden geçen zevki gördüm. Duyumsuzluk ve tatmin olma hissiyle altında hareket edip kıvrandım. Saçlarımı bırakıp elini yüzüme götürdü, başparmağını acımasızca dudaklarım arasından sokup ıslatırken, "Şimdi," diye fısıldadı.

Kendisini son kez daha vücuduma itince tutunacağım hiçbir kemiğim, kasım kalmadı. Vücudumdaki tüm ağırlık, baş dönmesi ve uyuşmayla beraber kendimi bırakırken dudaklarım arasındaki parmağını sertçe ısırdım. Deren yüzümü, dudaklarını ısırarak izledi ve sonra bacaklarımın arasına bakarak inledi. Vücudum, kendini yatağa doğru bırakıp ondan ayrılırken, Deren sertliğini avuçlarına alarak kalçama yasladı ve dudaklarımı izleyerek rahatladı.

Üzerime yaslandı, yetişebildiği ensemden öpüp inledi. Dönen başımın dengesini bulmasını, kalp atışlarımın düzene girmesini bekledim ve Deren rahatlamış olmasına rağmen inlemeye devam ederek kendini bana sürttü.

"Bir daha," dedi hemen, parmağını çıkarıp dudaklarımın kenarlarını okşayıp sıkarken.

Saçlarımı kulağımın arkasına koyarak sırtüstü döndüm ve başım yastığa yerleşirken, Deren de sırtını yatağa atıp dönen başıyla birkaç saniye tavana baktı. "Siktir," diye fısıldadı sakinleşmemiş halde. Sonra, nefes alalım diye aralanan dudaklarımıza bakarken hafifçe gülümsedik. Sol kolumun üzerine doğru yattım ama Deren beni kaldırıp sağ tarafıma aldı, göğsüne yasladı. Nefes nefeseydi. Başımı kalbinin üstüne koyup ağırlığımı ona verdim. Odanın tavanı hâlâ dönerken yüzüme gelen saçı üfledim. Deren yaptığımı görüp kendisi çekti saçımı ve başımı tepeden aşağıya okşayarak, "Seninle çok yoğun hissettiriyor," diye fısıldadı.

"Daha önce... hiç böyle hissettin mi?" diye sordum.

"Deli misin? Hayır!" Nefeslerini düzenlemeye çalışıp kolumu ovaladı. "Ben daha önce böyle âşık mı oldum ki?" Anlayayım diye kafama hafifçe vurup üstümdeki nemi sildi. "Şimdiden gitmeyi düşünüyorsun, değil mi?"

"Gitmem lazım," dedim ve hafif doğrulup dirseklerimi göğsüne koydum. Gözlerine bakarken o da hâlâ istekle bana bakıyordu. "Kızımdan ayrı vakit geçirince... sonradan pişman olurum diye korkuyorum."

"Seninle uyumayı özledim," dedi, gözlerini ıslak, heyecanlı vücudumda dolaştırıp elini uzatırken. Özellikle boynumu okşarken bakışları yoğunlaştı.

"Ama biz... yalnız birkaç kez birlikte uyumuştuk," dedim. "Seviyor muydun benimle uyumayı?"

"Vücudun soğuk, sürekli sıcaklığa ihtiyacın var. Bende seni ısıtma isteği uyandırıyor.”

Gözlerimi duvar saatine kaydırınca evden ayrılalı iki saat kadar olduğunu gördüm. Deren'in göğsünden doğruldum ve o da gidiyormuşum gibi endişeyle hemen yatakta doğrulurken, elimi omzuma götürdüm. Hissettiğim acıya dokunurken Deren de elini uzatıp dokunduğum kısma baktı. Çok fazla ısırmıştı. O sırada, bana doğru uzattığı kolundaki izler dikkatimi çekince bileğinden tutup kolunun içine baktım. Sol kolunun içinde birkaç yara izi vardı. "Bunlar ne? N'oldu?" dedim endişeyle.

Bakışlarını yavaşça kaçırdı. "İz."

"Yara mı?" diye sordum ve yukarıya kaldırıp mum ışığına yaklaştırdım.

"Hayır, dövme o." Konuşurken sesinin biraz rahatsız oluyormuş gibi çıktığını fark edip yaptırdığı dövmeye doğru baktım. Her nasılsa koluna atılmış çizikler gibi duruyordu, neden bu tarz bir dövme yaptırdığını anlayamadım. Yatay ve dikey birkaç tane vardı. Deren gergince kolunu çekerken, "Yapılırken acıdı mı?" diye sordum.

"Hayır," diyerek ensemden tuttu, yaklaştırıp dudağımın tam ortasından öptü. "Dudakların kalp şeklinde, harikalar."

Gülümseyip bir tuhaf utangaçlıkla yüzümü boynuna sürttüm ve Deren beni yatağa yatırmaya çalıştığında, göğsüne yumruklar savurarak uzaklaştırdım. Bileğimden tuttuğunda üzülerek kendimi geriye ittim. Odadaki girerken gördüğüm duşa doğru koştum. Gerçekten kalmak istiyordum ama aklım kızımdaydı. Canım kızım korkuyormuş gibi hissetmeden yapamıyordum.

İçerinin ışığını yaktım ve duşkabini görüp içine girdim. Suyu ayarlayıp Deren'in sabun ve şampuanlarını görünce direkt uzandım, onda sevdiğim kokuya sahip olmak için başımı yıkadım. Refleks şekilde gözlerim acımasın diye kapattım ve temizlendikten biraz sonra açtım. Deren'i görünce şaşırmadım, o kabine girip saçlarımı yumuşakça duruladı. Her bir tutamına, teline dokundu. "Bir daha saçlarını böyle çekerek yıkama."

Ellerimi indirdim ve Deren saçlarımı duruladıktan sonra duş jeliyle vücudumu yıkadı. Sırtımı arkaya yasladığımda onun elleri her yerimde dolaşırken ellerimi kalbine koydum. Gözlerimiz tekrar istekle birleştiğinde sol kolumu tutmuştu. Parmak uçlarını yaramın üzerinde gezdirerek, "Unutamıyorum," diye fısıldadı. Sanki bu ona acı veriyordu.

Parmak uçlarıma yükseliyordum ki duraksadım. Önce kendi koluma, sonra Deren'in sol koluna baktım. Yaraya benzeyen çizik şeklindeki dövmelerin dağılımı, uzunlukları çok tanıdıktı. Kolumu kolunun yanına koydum ve irkilmiş gibi gözlerimi büyüttüm. Deren rahatsızca çekiliyordu ki parmaklarından tutup bakmaya devam ettim. Benimkiler yaraydı, onunkilerse yara şeklinde iz. Aynı yerde, aynı ölçüde, aynı sayıda... aynı histe.

"Neden?" dedim kafamı kaldırarak. 

Bir mahcubiyeti varmış gibi başını sola eğdi, gözlerini kaçırdı. "Ben de... sende o izleri görünce ölmek istedim. Ve sen böyle ölmeyi denedin, ben de neden ölmek istediğimi tenime kazıdım."

Gözümden bir damla yaş kayarken bir daha birbirine denk duran izlere baktım. Çiziklerde hafif kırmızılık vardı, dövmeyi yapan her kimse gerçekten yaraya benzetmişti. Belki pişmanlıktan, belki de intihara kalkışmam onu üzdüğü için böyle bir şey yapmıştı. Mantıklı veya kazançlı bir davranış değildi, hatta saçmaydı. Ama bu gece buraya gelirken o mektupta yazdığım şeyin aksi oluyordu, kalbim neredeyse yerinden çıkıyordu. Belki onun tarafından çok önemsendiğim için duygulanmıştım belki de... derisine işleyen dövme değil de ben olduğum için.

Avuçiçiyle yanağımı sertçe silince kendime geldim. Ürperip ona baktım. Kızgınca gözyaşlarıma bakıyordu. "Bana yaptığın her şey için sana çok kızgınım. Sana yaptığım her şey için kendime kızgınım. Ama en çok ölmeyi denemene kızgınım. O gün yine... kafamı sallardım, belki nefretimden, belki gururumdan... ama sen yapamazsın, bir daha böyle bir şey yapamazsın." 

Kafamı göğsüne koyup yaslandım ve su üzerimizden akarken çok garip bir korku hissettim. Kaybetme korkusuydu. Hayır, bunu zaten çok kez hissetmiş ve yaşamıştım ama Deren şimdi bu kadar yakınımdayken, sonra olmadığını düşünmek çok üşüttü beni. Kollarımı kendime sararak kulağımı kalp atışlarına yasladım.

İnsan ruhuna gizlenir. Ve benim ruhum o.

Banyodan çıktığımızda beni Deren kuruladı, üstümü giydirdi. Bir an elbisemle cama yürümüştü, ben de çığlık atarak ona vurmuştum. [SE9] [ET10] İlk kez birlikte olduğumuzda yaptığı şeyi yapacağını sandım ama sonra beni kandırdığı ortaya çıktı. Saçlarımı kurutmadan bırakmadı, kurutucunun sesinden nefret ettiğim için kulaklarımı kapatıp işini bitirmesini bekledim. Saçlarıma, benim aksime özenli davranıyordu.

Saat gecenin üçü olduğunda evden beraber çıktık. Yaman çoktan gitmişti. Deren'in arabasının sağ tarafına yerleştim ve ruhumdan sonra kalbime gitmek için dakikaları saydım. 

Araç, malikânenin arka sokağında durduğunda geldiğimizi anladım. Abilerim görmesin diye burada bırakmasını rica etmiştim. Deren koltuğunda bana dönerken yüzümü görmek için tavan lambasını yaktı. Bunu ilk yaptığı zamanı hatırladım ve Deren çenemi tutup dudaklarını gülümsememde gezdirirken, "Her gece, birkaç saat seni çalmak istiyorum," diye fısıldadı.

"Ne yazık ki her gece olmaz. Hem Karina... Hem de abimler fark eder, her gece seninle sevişmek için evden ayrılmamı medeni karşılamazlar." Tadı kaçmış görününce beni bu kadar çok yanında istemesine gülümsedim. "Ama bazı geceler, söz."

Kafasını salladı ve başparmaklarıyla yüzümü okşayıp gözlerimden ruhuma baktı. Çantamı aldım ve kapıyı açmıştım ki, Deren hızlıca beni çekti kendisine. Yüzümü avuçlayıp kafasını yana yatırarak dudaklarımdan sıkı ve sertçe, itiraz eder gibi inleyerek öptü. "Ben neden seni bırakamıyorum... Çıldıracağım."

Kulağının arkasındaki yanık yarasını okşayıp ben de onu öptüm ve geri çekildim. Kızımı almaya girerken yakmıştı burayı. Bu kez daha kararlı şekilde kapıdan çıkıyordum ama Deren hareketini tekrarladı, beni kendisine çekti. Ben kızıp gülerken de koltuğa doğru yaslayıp çenemden kavradığı gibi aynı noktadan, altdudağımın ortasından öptü. 

"Deren, bırakmalısın," dedim, içimden ona sıkıca sarılmak gelirken.

Oflayarak dudaklarımdan koptu, alnını koltuğun diğer kısmına yaslayıp kafasını salladı. "Tamam, gözlerimi kapatıyorum, sen çabuk in."

Abartmasına gülümsedim, yanağından öpüp kapıyı açtım. Tenlerimiz birbirine sürtünürken araçtan indim. Çantamı elimde sıkıca kavrayarak evin olduğu sokağa ilerledim, gözden kaybolmadan önce de ona bir daha baktım. Tavan lambasını söndürmüştü. Yalnızca yüzümü görmek isterken yakıyordu.

Arazi kapısından girdim ve omzumu ovarak eve doğru koştum. Karina'm beni beklediği için acelem vardı. Eve girdiğimde etrafın karanlığından, gittiğimin fark edilmediğini anladım. Asansöre yöneldim ve asansörden çıkınca topuklularımı çıkarıp elime aldım, parmak uçlarımda koşarak Karina'nın odasına girdim. Çanta ve topuklu ayakkabılarım elimden yere düştüğünde bir avucumla kalbimi tutup Karina'ya döndüm. Gece lambasındaki yüzüne bakarak gülümsedim. "Annen çok âşık Karina. Annen... çok âşık oldu."

Kalbim Karina'ma özlemle iki adım attım, gözlerimi yüzünden çekemeden ilerledim. Fakat üçüncü adımda ayağıma bir şey takılınca kafamı eğip ne olduğuna baktım. Kabloydu. Kaşlarımı çatıp kabloyu takip ettim ve gördüğümle beraber duraksadım. 

Karina'nın... fişi çekilmişti.

BÖLÜM SONU.