0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

4. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

 

“Zaman sahiden üfler mi yaralarının üstünü?”

4

 YALAN VE YALANCILAR

Arkadaşlar, ben galiba âşık olmuştum.

Midemde börtü böcek geziniyor, kıpırdayıp duruyordu ya da bilmiyorum, tuvaletim de gelmiş olabilirdi. Karnımda bir sancı vardı ve aynısı, dönüp Oğuz’a ne zaman baksam kalbimde de oluyordu. Hâlâ yan yana, metronun içinde, sarı koltuklarda oturuyorduk ve ikimiz de sükûnetimizi koruyorduk. Şöyle ki, Oğuz yanağıma kondurduğu öpücükten sonra utanarak önüne dönmüş, bana bir süre bakamamıştı. Bu gamzeli bey çok tatlıydı ama ben de utandığım için dönüp kendisine bakamamıştım. Yanaklarının kızardığını göz ucuyla görmüştüm ve elimi yanağıma yaslamamak için âdeta zor duruyordum.

Dudakları yumuşacıktı.

Beni öpüp önüne dönmesinin üzerinden yarım saat kadar geçmişti ve her ikimiz de kaçamak bakışlar haricinde göz göze gelmemiştik ama o safir gözlerine bakmayı çok isterdim. Kızarınca çok tatlı olmuştu, ellerini ensesinde, saçlarında oyalıyor ve kıvırcık saçlarını önüne döküyordu. Çocuğa aşırı tatlılık yüklenmişti, benim olamadığım her şeydi âdeta. Az daha sakinleştikten sonra omzumun üzerinden dönüp ona baktığımda, onun da bana baktığını gördüm. Ensesini sıvazladı. “Öpücük aniden oldu, kızdın mı?”

Kızmadım yiğidim, senden sürekli aynı performansı bekliyorum.

Elbette bunu söylemedim. Öpücüğünü hatırlayarak biraz kızardığımda, gamzelerini göstererek gülümsedi. Çapkın mısın lan sen? Bu düşünceyle beraber duraksadım. “Herkesi öpüyor musun?”

“Ne?”

Yanağımın içini dişleyerek bir an duraksadıktan sonra durumu kurtarmaya çalıştım. “Yani... Beni neden öptün ki?”

“Bir anda oldu,” derken dürüst görünüyor ve doğrudan gözlerimin içine bakıyordu. Sanki saklayacak hiçbir şeyi yoktu. “Şey, herkesi öptüğümden değil... Sadece, senin burada gözlerinin içine baktığın tek kişi olduğumu fark edince, kendimi bunu yapmaktan alıkoyamadım.”

Resmen benimle flörtleşiyordu. Gözlerinin içine baktığımı fark etmiş, bunu kaba olmayan bir şekilde söyleyerek bunun hoşuna gittiğini belirtmişti. Kızararak bakışlarımı kaçırdım. “Rahatsız olmadım,” diyerek açıkça itiraf ettim. Umarım gözlerine bakan herkesi öpmüyorsundur, kıvırcık. “Sen de mi benim gözlerime bakıyorsun? Yani şimdi mantık olarak senin gözlerine baktığımı benim gözlerime bakarak görürsün...” Kıkırdayarak suratımı ona yaklaştırdım ve gözlerimi kocaman açarak ona gösterdim. “Nasıl? Gözlerimin rengi güzel mi? Bir de böyle bak, bir de döneyim böyle bak...” Gözlerimi döndürmeye çalıştım. “Güzeller değil mi? Babamınkilere benziyorlar.”

Oğuz’un kısık sesli kahkahası metronun içine dağıldığında, dışarıya taşmasından korkarak onun ağzına bir tane vurdum ama o gülmeye devam etti. Gamzeler, yanağında iki derin göçük oluşturdu ve kalp atışlarım bir dakikada attığının üstüne çıktı. Onun gülümseyen yüzü, ona olan hayranlığımı pekiştiriyordu. Sonra, o gülmeye devam ederken ne dediğimi ve kimden bahsettiğimi hatırladım. Babam... Sahi, onlar, yani ailelerimiz ne yapıyordu? Eve gelmediğimiz için çok meraklı olmalılardı. Evlerimize dönememiştik, dönebilecek miydik bilmiyordum. [L1] Şu an gece yarısıydı, ailelerimiz çoktan telefonlara sarılmış bize ulaşmaya çalışıyor olmalılardı. Neredeyse yarım gündür benden haber alamıyorlardı, uzun saatler geçmişti.. Ah, annemi ve babamı özlemiştim. Onların başına da bir şey gelmiş olabilir miydi? Bu bir deprem mi yoksa yol kazası mıydı? Bir an korku ve özlem hissi o kadar ağır bastı ki gözlerim doldu ve Oğuz bunu gördüğünde duraksayarak telaşla konuştu. “Affedersin, dalga geçmiyordum. Sadece komiktin ve ona güldüm, alay etmiyor...”

“Ailelerimiz ne yapıyorlardır?”

Sorum o kadar ani oldu ki, onu hazırlıksız yakaladım ve bu korkuyu paylaştığımızı anladım. Sertçe yutkunarak başını tekrar arkasına yaslarken, “Benim babam kahvede kumar oynuyordur, tek işi gücü bu,” dedi düşünceli bir sesle. “Kız kardeşim de annemin eteğine yapışmış, yemek falan istiyordur. Annem işten yorgun argın geldiğinde yemek yapacak hali kalmıyor, kız kardeşimi okuldan döndükten sonra ben doyuruyorum.”

“Yaa.” İçimin derinden acıdığını hissettim çünkü sesi buruktu. “Aç mı kalmıştır şimdi kardeşin?”

“Yok, annem mutlaka bir şeyler hazırlıyordur.”

Babasına sinir olmuştum çünkü çok barizdi. Kumar düşkünü, kahvelerde gezen herifin biriydi ve sanırım evlerini annesinin maaşı döndürüyordu. Benim mutlu bir ailem olduğu için onu anlayamazdım belki ama üzüntüsünü paylaşabilirdim. Altdudağımı dişleyerek parmaklarımı dizinin üzerindeki eline yavaşça dokundurdum. Bu temas ikimizi de gülümsetti. “Şey, kardeşinin adı ne?”

“Piraye.”

“Aaa, ne hoş.”

“Evet.” İç çekti. “Annem şairleri, yazarları çok sever. Benim adımı Oğuz, onun adını Piraye koymuş bu yüzden.”

“Çok ince ruhlu bir annen olmalı.”

Elinin üzerindeki parmaklarıma baktı. “Uykun gelmedi mi hâlâ?”

“Geldi ama...” Etrafa bakındım. “Her yer çok rahatsız, uyuyamıyorum.”

“Hımm.” Etrafa bakındı. “Bak, karşılıklı olarak yatabiliriz belki. Ben karşıdaki koltuklara geçeyim, sen burada kal ve uzan. Üzerine de montunu ört, üşüyorsan nefesimle avuçlarını ısıtabilirim.”

Eşek sıpası, senin benim kalbimi hızlandırmaya ne hakkın var!

“Yok, ben ısıtırım ya.”

Elimi elinin üzerinden alarak yavaşça kendi dizime bıraktıktan sonra kalktı ve karşıdaki koltuklara geçerek uzandı. Ben de tıpkı onun gibi uzanarak bacaklarımı kendime çektim ve montumu üzerime örterek boynuma kadar çekiştirdim. Bir elimi başımın altına koyduğumda, o da benim gibi, bana doğru dönerek yatmaya başladı ve bir elini başının altına koydu. Sessizce birbirimize bakarak gülümsediğimizde Oğuz sol elini boşluğa doğru uzattı ve o an korkmamam için ne yaptığını fark ederek elimi ona uzattım. Parmaklarımız metronun ortasında, havada buluştu ve ben onun gamzelerini görürken kendimi daha az kimsesiz hissettim. Avuçlarımız birbirinin içine yerleşti ve Oğuz elimi sıkıca tuttu. “Burada bir şeye ihtiyacın olursa veya tutmak için bir el istersen bana gel.” Sanki benden burada, birbirimizi kollamamız için bir sadakat sözü istiyordu. “İlk seçenek daima birbirimiz olalım.”

“Ama senin arkadaşların var.”

“Ama sen de varsın.”

Bu bir evlenme teklifi mi?

Parmağıma baktım, acaba nasıl bir evlilik yüzüğü giderdi? Gülümsedim. “Tamam.”

“Yıldızları görmesek bile gece olmuş olmalı. İyi geceler.”

“Yoo, yıldızları görüyorum.” Gözlerinde.

“Bak sen.” Sesi uykuluydu. “Ne tesadüf, ben de görmeye başladım.”

“O zaman hayırlı geceler.”

“Tatlı rüyalar.”

***

Saatler sonra uyandığımda parmak uçlarımın hâlâ bir sıcaklığın içinde olduğunu bilerek gözlerimi açtım ve karşımda Oğuz’u hâlâ uyurken buldum. Gözlerimi kırpıştırarak birkaç huzursuz nefes aldıktan sonra, gülümseyerek gözkapaklarına baktım. Sakin, güzel, gamsız görünüyordu ama sanırım dünyanın en dertli insanlarıydık. Avuç içimdeki kemikli parmaklarına bakarak parmak uçlarımı parmak uçlarına dokundurdum. Dünyanın en şanssız olayını yaşıyorduk ama burada, bu ışıksız yerde hoşlandığım çocukla sıkışıp kalmış olmak sanırım bu durumun tesellisiydi. Kıvırcık saçlarına sessizce güldüm. “Çok tatlısın be! İnanamıyorum cidden. Seni o kadar çok uzaktan kestim ki, şu an elimi tutuyor olman bir hayal sanki...” Bu andan mutluluk duydum. “Acaba seninle bir geleceğimiz olabilir mi? Çıkabilir miyiz buradan kıvırcığım?”

Esneyerek koltukta doğruldum ve metro camından dışarıya, çocuklara baktım. Hepsi benden erken uyumuş olmalarına rağmen uyanamamışlardı. Telefonumu çıkarıp ekrana baktık ve sabahın sekizi olduğunu gördüm. Tam tamına bir gündür buradaydık. [E2] Evet, uyanan yalnızca ben gibiydim ama bir saniye... Eksikler vardı. İki kişi eksikti. Kaşlarım çatıldı ve bakışlarım etrafta o iki eksiği aradı, kim olduklarını anlamamıştım ama sayı olarak orada daha az kişi vardı. Ayaklarımı yere basarak doğruldum ve elimi nazikçe Oğuz’un elinden çekerek kurtardıktan sonra metronun ağzı açık olan kapısından dışarıya çıktım. Çocukların yanına yürüyüp dikkatle onları inceledim ve kimlerin eksik olduğunu anladım. Allah aşkına, ikisi birden nereye kaybolmuştu? Diğerlerinin derin uykuda olduklarını anladığımda etrafta onları aramak için bir kez daha arkamı döndüm ve o anda, metronun arkasında onları gördüm. Beni fark etmemişlerdi, doğrudan birbirleriyle ilgileniyorlardı. Görünmemeye dikkat ederek sessizce oraya ilerledim ve duvarı kendime siper ederek onlara kulak kabarttım.

Keskin ve Esra fısıltıyla konuşuyorlardı.

“Bunun aramızda kalacağına bir daha söz ver,” diyordu Esra, işaretparmağını ona sallarken. “Bu geçen sene yaşanan ufak bir hataydı. Isıtıp önüme koyman saçmalık.”

Keskin, elinde bir kibrit çöpü döndürürken alaylı gözlerle Esra’yı süzüyordu. “Uzatma, Selim bir bok anlamadı işte.” Bir an duraksadı. “Bu çocuğa çok üzülüyorum var ya, çaresizce âşık sana. Niye oynuyorsun kızım çocukla?”

“Sana mı kaldı geri zekâlı!” Esra fısır fısır, duyulmasından korkarak konuşuyordu.  “Takılıyoruz biz! Sakın aramızı bozmaya kalkışma!”

“Yalan mı söyledik sanki?” Keskin eğlenmeye devam ediyordu ve sırıtışı bir an kaybolmamıştı. “Bana kucak dansı yapmadın mı? Yaptın. Ben yalan bir şey söylemedim.”

Esra’nın titreyen ellerini gördüm. “Çok sarhoştum, tamamen hataydı! Selim’i aldatmak istememiştim.”

“Sallama,” diye ona karşılık verirken gözlerini devirmişti Keskin. Üzerindeki tozlanmış gömleğini elinin tersiyle silkeliyordu. “Oğuz’a yazdığını herkes görüyor. Şimdi burada Selim’i aldatmak istememiştim palavrası sıkma güzelim.” Keskin, Esra’nın yanağından makas aldı. “Oğuz şu kıza takmış durumda. Neydi, dur... Bestegül tabii! Güzel kucak dansı yapıyorsun ama kusura bakma tatlım, o kız varken ben de sana bakmam.”

Eyvallah koçum.

Böbürlenmek için yanlış bir zaman olduğunu düşünerek kısık, dikkatli gözlerle Esra’nın tepkisine baktım ve yanaklarının öfkeden kızardığını gördüm. “Mevzu ne Beste ne de Oğuz! Emin ol Oğuz, Selim’in sevgilisi olmasam çoktan bana düşmüştü ya neyse... Bak, Selim’e bir daha bununla ilgili imalar yapayım deme! Dayak yediğinle kalırsın haberin olsun!”

“Biliyor musun, korkudan altıma işeyeceğim.” Keskin pis pis güldü.

Esra ona yüzünü buruşturarak arkasını döndüğünde, Keskin arkasından onu süzerek kibrit çöpünü dişlerinin arasına aldı ve keyifle sırtını duvara yasladı. Görünme korkusuyla geriye sıçrayarak elimi kalbime yasladım ve görünmediğime emin olarak hızlı adımlarla çocukların yanına ilerledim. Hemen Melodi’nin yanına oturarak yeni uyanmış gibi esnerken, Esra yukarıya çıktı ve beni görerek bir an endişeye düştü. Numara kesmeye devam ettim. “Günaydın!”

Bir şeyler duymadığımı düşünmüş olmalı ki yüz ifadesi rahatladı ve yukarıya çıkarak kalabalığa doğru yürüdü. “Günaydın Bestegül’cüğüm.” Kalktığındaki yokluğumu fark etmemiş olmalı ki burada olduğumu sorgulamadı. “Ay sabahları saçların ne kadar kabarıyormuş öyle!”

Gözlerimi devirdim. “Neyse ki benim sadece sabahları öyle! Seninki ne zaman görsem kabarık. Bakım kremi önerebilirim?”

Selim’in yanındaki boşluğa oturdu. “Kalsın canım.”

Canın çıksın, kenafir göz.

Birbirimize dik dik bakarak önümüze döndüğümüzde Melodi’nin başı koluma düştü ve bu sarsıntıyla beraber sıçrayarak uyandı. Gözlerini ovalayarak şaşkınca bana baktıktan sonra, “Ah,” dedi hayal kırıklığıyla. “Rüya değil miydi?”

Hüzünle gülümsedim. “Kâbus bile değildi.”

Üzüntüyle başını omuzumdan kaldırdı. “İnanılmaz! Cidden! Hâlâ buradayız ve hapsolmuş vaziyette, dışarıya çıkamıyoruz. Günaydın bu arada, uyuyabildin mi?”

Hem de ne uyumak...

“Uyuyabildim ya! Çok yorulmuştuk malum, başımı koyduğum gibi uyudum!”

Tatlı tatlı gülümsedi. “Sevindim.” Bir an sonra yüzü düştü. “Açlığını hissediyor musun?”

Karnım deli gibi gurulduyordu. “Çok! Utanmasam oturup ağlayacağım. Ben ramazandan ramazana bu kadar uzun süre aç kalıyordum.”

“Ben de!” Ellerini muhtemelen ağrıyan karnına bastırdı. “Ne yapacağız?”

Çocuklara göz attım, hepsi teker teker, sızlanarak uyanıyordu. Beni duymalarını istemediğim için Melodi’nin kulağına yaklaşarak, “Bende biraz atıştırmalık var,” dedim kısık sesle. “Seninle paylaşabilirim.”

“Ciddi misin?” Gözlerinin içi parladı. Karanlıkta bile ışığı yaktığım için kendimle gurur duydum. “Teşekkür ederim Beste, çok teşekkür ederim.”

Bana sarıldığında ona aynı şekilde karşılık verdim ve onun omzunun üstünden, Keskin’in yukarıya çıktığını gördüm. Dişlerinin arasında hâlâ bir kibrit çöpü vardı ve sırıtışı yüzündeydi. Melodi’den ayrılırken, Oğuz’un metrodan çıktığını ve bakışlarının etrafta dolaştığını fark ettim. Ah, beni arıyordu.

Göz göze geldiğimizde kızararak gülümsedim ve o da ensesini sıvazlayarak bana kısacık an diliminde göz kırptı.

Gözünün yağını yerim, şerefsiz.

Kendimi tokatlayarak cıvımamam konusunda uyardıktan sonra sırtımı duvara yaslayarak çocukları süzdüm. Hepsi uyanmış, birbiriyle konuşuyordu. Cesur çantasından krakerini çıkarmış, Selim ve Fatih’le paylaşarak huysuzlanıyordu. “Ben sizinle krakerimi paylaşmak zorunda mıyım gavatlar?”

Fatih krakerleri avuçladı. “Kardeşiz oğlum biz. Krakerin lafını mı yapıyorsun?”

“Kardeşim bak şimdi...” Cesur onun yüzüne doğru konuştu. “Madem kardeşiz, ben yemeyeyim, kardeşim yesin demen gerekiyordu.”

Selim bıkkınlıkla inledi. “Da bir susun da!”

Onun Karadeniz şivesine gülümserken, elindeki krakerleri Esra ile paylaşmasını içim acıyarak izledim. İhanete uğramış olması can sıkıcıydı, üstelik kıza güveniyor ve onu seviyor; lokmasını onunla paylaşıyordu. Duyduklarımı taşımak o an çok zor geldi ve yüzüm acıyla buruştu. Esra’nın ve Keskin’in yaptığı ahlaksızcaydı. İç çekerek önüme dönerken, Oğuz’un bir tişörtle ensesini sildiğini gördüm. Terlemişti ve Selim’in yanında, ayakta dikiliyordu. Keskin hepimize göz attı. “Ee, hâlâ ne yapacağımızı bulan olmadı mı?”

Cesur ona gözlerini devirdi. “Sen hepimizden büyüksün, sen neden bir şeyler düşünmüyorsun?”

Keskin yere çökerken halsizce sırıtıyordu. “Düşünerek enerji kaybedemem abisi.”

Hepimiz ona göz devirdik. Ne can sıkıcı bir çocuktu yahu! Her an, her durumla eğlenme imkânı yaratabiliyor ve bundan memnuniyet duyuyordu. Saçlarımı karıştırdım, cidden sıkılmıştım bu durumdan. Ne olacaktı? Bugün ne yapacaktık? Bu açlığa nasıl dayanacaktık? Aç, yorgun, bitkin, fersizdik. Çocuklara uzun uzun baktım. Hepsinin yüzünde umutsuzluk vardı. Akil düşünceli şekilde bana bakıyor, Bakil bir tespih çeviriyor, Şüeda ve Ümmü Gülsüm çantasından çıkardıkları bisküvileri yiyerek çaresizce yakınıyorlardı. Arzu başını Fatih’in omzuna dayamış, Bakil’i kesiyordu. Vay arkadaş, ergen olunca demek ki her an her yerde hormonlarımız çalışabiliyordu.

Herkes az ya da çok bir şey atıştırıyordu ama bir tek Berfin beslenemiyordu. Onun için cidden üzüldüm ama bir öğün sonra zaten hiçbirimizin yiyeceği olmayacaktı, biliyordum. Sıkıntıyla inlediğimde Oğuz’un telefonunu kurcaladığını gördüm. Muhtemelen saate falan bakıyordu. Dalgınlıkla dudaklarını dişlediğinde nabzım coştu ve kızararak önüme döndüm.

Dudaklarını öpmeyi istiyor olamazdım değil mi?

Hem, öpüşmek bana çok saçma gelmişti hep. İğrenç, gereksiz bir eylem gibi. Ne gereği vardı yani? Hem ben öyle edepsiz şeyler yapamazdım, annem beni tavana asardı. Zaten yapmayı istediğim yoktu ama... Yani şey, belki de vardı.

Kıs. Kıs. Kıs.

Melodi omzuma vurdu. “Aa, neye sırıtıyorsun öyle?”

“Hi... hiç.”

“Oğuz metronun içinde mi yatmış?” Oğuz’dan yana bakarak omuzlarını silkti. “Çok mantıklı aslında, biz de uykumuz geldiğinde koltuklarda uyuyabiliriz Bestegül.”

Ben uyudum bile, hem de eniştenle.

İçimden gülerek ona kafamı sallarken, Şüeda’nın yerinden doğrulduğunu gördüm. Ümmü Gülsüm de onunla birlikte kalkıyordu. Sorma gereği duydum. “İyi misiniz kızlar?”

İkisi de mesafeli bir şekilde kafa sallarken, “Tuvaletimiz geldi,” dedi Şüeda ve ben ona tuvalet nereye geldi diye sorarak iğrenç bir espri yapmadan o devam etti. “Birbirimize gözcülük edeceğiz.”

“İhtiyacınız olursa buradayım.”

İkisi de birbirlerine yardımcı olarak aşağıya indiklerinde, “Ne kadar yabaniler,” dedi Berfin kollarını göğsünün üzerinde bağlayarak. Arzu onu destekleyerek hararetle kafasını salladı. “Zengin züppeleri işte. Okulda da bakmazlardı yüzümüze, burada da.”

Ben buna sessiz kalırken, “Öyle demeyin,” dedi Keskin oturduğu yerde gerinirken. “Kalçaları çok güzel.”

Hepimiz ona dönerek öfkeyle bakmış olsak da o bunu umursamadı. Selim yorgun gözlerindeki azarlayıcı bakışlarını, kelimeleriyle destekledi. “Bak Keskin misin bıçak mısın bilmem ama buradaki kızları sözlü taciz etmeye devam edeceksen müsaadenle biraz ağzına sıçacağım.”

“Oğuz, Bestegül’ü götürüyor ama kimsenin sesi çıkmıyor,” dedi Keskin aniden bağırarak. “Günah keçisi ben miyim la?”

“Ağzını topla,” diye çıkıştı Oğuz, elindeki su şişesini yerdeki çantasına doğru fırlatırken. Yüzü ne ara bu kadar gerginleşmişti anlamadım. “Benim kimseyi taciz ettiğim yok!”

“O yüzden kızı gece metroya götürdün değil mi?”

Ah, ne? Metroya gittiğimizi mi görmüştü? Görmüştü belli ki! Ama hayır, Oğuz’u metroya ben davet etmiştim ve bunu, onun ima ettiği şey için yapmamıştım. Onunla yemeğimi paylaşmak istemiştim. Çünkü ondan çok hoşlanıyordum, hatta istese yemeğimin hepsini bile ona verebilirdim. Çocukların hepsinin ağzı hayretle açıldı. Esra sinirden gülerek, “Demek biz uyurken siz başka işler peşindeyiz,” dediğinde benim öfke dolu bakışlarım ona döndü. “Ne? Oldukça masum görünüyorsun ama öyle olmadığını hepimiz anlamış olduk.”

Oğuz, Keskin’e ve ardından Esra’ya dönerek işaretparmağını yüzlerine doğru salladı. “Atıp tutmayın. Evet, Bestegül’ü metroya çağırdım ve bir şeyler konuştuk, hepsi bu!”

Cesur yan yan sırıttı. “Sadece konuştuğunuza emin misiniz...”

Oğuz diziyle onun sırtına vurdu. “Topla ağzını.”

Allah Allah! Ne olmuş yani az cilveleştiysek...

Kızların ve oğlanların hepsi imalı imalı bana ve Oğuz’a bakmaya devam ederken, utanacak herhangi bir şey yapmadığımın farkındalığıyla omuzlarımı dikleştirdim. Oğuz kendisinin beni metroya davet ettiği yalanının arkasında durarak beni ele vermemişti. Çünkü bu işler böyleydi. Onu davet eden ben olsaydım sürtük olurdum ama Oğuz beni davet ettiğinde Oğuz sürtük olmazdı. Cinsiyet eşitsizliği falan işte... Dik dik Esra’ya baktım. “Senin benimle derdin ne? Çok affedersin ama sanki Oğuz’la değil de Selim’le o metroya girmişim gibi davranıyorsun. Buradaki kimse bana senin kadar kötü bakmıyor!”

“Hâlâ kendini savunabiliyorsun ya pes!” Esra kollarını göğsünde kavuşturdu. “Ben sadece masum görünen uyanık tiplerden hoşlanmıyorum. Bunun Oğuz’la bir alakası yok!”

Akil yan yan Esra’ya baktı. “Bestegül’ün üzerine gitmekten vazgeç artık.”

Keskin keyfe geldi. “Oğuz, bu Akil de Beste’ye yürüyor galiba.”

Oğuz her ikisine de sabırsız, gergin bakışlar atarak dilini dişlerinde döndürdü. Vicdansızın çocuğu, ağzını yerim.Melodi omzumu sıvazlayarak beni sakinleştirmeye çalıştığında tavırlı bir şekilde önüme döndüm. Allah aşkına, nasıl beni yargılayabiliyordu? Kendi ahlaksızca şeyler yapıyor, sevgilisini aldatıyordu ama bunca insan içinde suçlu ben oluyordum. Herkes bana imalı bakıyor, masumiyetimi sorguluyordu. Alçaklar! Sinirden ağlayacak gibi olduğumda Şüeda ve Ümmü Gülsüm’ün yanımıza geri geldiğini gördüm. Yüzlerimizdeki ifadelere şaşkınlıkla bakarak kalktıkları yere oturduklarında, burnumun sızladığını hissettim. Sinirden ağlamak istiyordum ve bu yüzden burnum sızlamaya başlamıştı bile! Dolu gözlerimi sertçe silerken, “Ağlıyor musun?” dedi Keskin, oturduğu yerden doğrularak. Hepsinin gözleri tekrar bana döndü. Ah, rezillikti. “Hey! Bak, sadece takılıyordum. Fazla ileriye gittiysem kusura bakma.”

Bu herif dengesiz miydi? Şimdi de özür mü diliyordu? Az kalmıştı, çıldıracaktım. Ona ters ters bakarken, Oğuz’un bana doğru hızlıca yürüdüğünü gördüm. O yanıma varıp hafifçe bana doğru eğilirken, “İnsanların onurlarını, gururlarını zedeleyerek onlarla dalga geçemezsin,” dedim Keskin’in gözlerine ciddiyetle bakarak. Bir an sırıtışı soldu. “Lütfen bir süre benimle konuşma!”

Omuzlarını silkti. “Keyfin bilir!”

“Şu çeneni artık kapatır mısın?” Oğuz, Keskin’in yüzüne doğru bağırdı. “Herkesi gerdiğinin farkında mısın?”

“İyi ya işte, buradaki kötü çocuğunuz benim.”

Gerçekten dengesizdi. İyi miydi kötü müydü anlamıyordum. Sanırım buradaki kimseyi anlamıyordum. Oğuz kotunun cebinden bir paket selpak çıkararak içinden bir tane aldı ve elime tutuşturdu. Çocuklara nasıl bakmıştı bilmiyorum ama hepsi bizimle ilgilenmeye son vermiş ya da öyle görünmeye başlamıştı. Melodi omzumu sıvazlamaya devam ederken, Oğuz’un verdiği peçeteyle burnumu âdeta hınkırarak sildim ve hemen sonra ne yaptığımı fark ettiğimde gözlerimi kocaman açarak ona baktım. Gülmemek için dudaklarını sıkıyordu. Kıpkırmızı kesildim. “Affedersin ya, ben bir an kendimi kaybettim.”

İç çekti. “Çok doğalsın.”

Peçeteye bir daha hınkırdım, sonuçta bir kere cool’luğum elden gitmişti. Zaten ağlıyordum, sümüğüm akıyorsa ne yapayım yani! Herkesin sümüğü akıyordu. Burnumu temizleyerek peçeteyi atacak bir yer aradım ve sonra Esra’nın ağzına tıkmayı düşünerek sırıttım. “Ne? Şimdi neden gülüyorsun ki?”

Oğuz’a fısıldayarak cevap verdim. “Bunu Esra’nın ağzına sokmayı düşündüm de...”

Oğuz kafasını geriye atarak büyük bir kahkaha attığında, elim ayağım birbirine girdi ve kalbim âdeta kulaklarımda attı. Kahkahası çok gerçek ve canlıydı; bu anı ölümsüzleştiriyordu sanki. Diğerlerinin hepsi, bu durumda yaşadığımız mutluluğa inanamayarak bize döndüklerinde, altdudağımı ısırarak bakışlarımı kaçırdım. Oğuz’un kahkahası küçülerek erkeksi kıkırtılara döndü. “Bestegül, inanılmaz derecede doğalsın. Çok hoşuma gitti bu.”

Bakışarak cilveleşirken, kalbimin sıkıştığını ve göğsümün daraldığını hissettim. Bu çocuk bana gerçekten bakar mıydı? Fena kız değildim ama ne bileyim... Gerçekten beni beğeniyor muydu? Aptal değildim. Benimle ilgilendiğini görüyordum ama bu yaşta herkes herkesle ilgilenebiliyordu. Önemli olan bana kayda değer bir şeyler hissedip hissetmediğiydi. Bakışlarımız çarpıştığında onun da gülümsemesi kayba uğradı ve yüzümü uzun uzun izleyerek, benim için o umudu besledi. Bir an elini uzattı, muhtemelen saçımı yüzümden çekecek oldu ama Esra dönüp bize, “Biz burada kurtuluş için fikir üretelim, siz anca gülün,” dedi sinirle. “Bize katılıp fikir üretir misiniz?”

Selim ona dönerek yanağından makas aldı. “Bırak, onlar iyi anlaşıyor.”

Hey, buraya kadardı. Cidden! Selim’in hâlâ ona iyi niyetle davranmasına tahammül edemiyordum. Kız gözlerinin içine baka baka onu aldatıyor, bir de pişkin pişkin davranıyordu. Esra huysuzca bize bakmayı sürdürdüğünde, kaşlarımı çattım. Pişmanlığını, Selim’i önemsediğini görsem belki susardım ama ben aptal değildim. Hem beni azarlamasına hem Selim’i aptal yerine koymasına izin veremezdim. Sinirden kıpkırmızı kesilene kadar soluklandım ve bir an sonra, “Ya sen neyden bahsediyorsun?” diyerek patladım. “Kendine gel! Konuşuruz ve bu seni asla alakadar etmez. Ben senin sevgilin varken bir başka erkeğe yazmana bir şey diyor muyum?”

Bocaladı. “Ne... ne?”

Hepsi hayretle söylenirken, “Selim’in sana olan iyiliğini zerre hak etmiyorsun,” dediğimde Selim bana dönerek gözlerini kıstı. “Bestegül, sakinleş istersen; Esra hakkında...”

“Biliyor musun Selim, Esra ve Keskin’i konuşurken duydum. Bu kucak dansı olayı tamamen doğru, Esra sarhoş olduğu bir gece Keskin için dans etmiş ve bunu seninle sevgiliyken yapmış.”

Ölümcül bir sessizlik. Evet, olan tam olarak buydu. Oğuz dâhil olmak üzere herkesin yüzüne bir dehşet ifadesi oturdu ve Esra’nın gözbebekleri âdeta dışarıya fırlayacak gibi oldu. Rengi sararmış, ağzı aralanmış, göğsü hızla inip kalkmaya başlamıştı. Bir an yaptığımın doğruluğunu tarttım ama yalan söyleyenin ben değil de onlar olduğunu hatırladığımda yanlış bir şey yapmadığıma emin oldum. Herkes söylenmeye başlamadan önce, “İftira atıyor,” dedi Esra, titreyen ellerini yumruk haline getirirken. Çenesi seğiriyordu ve gözleri dolmuştu. “Yalan söylüyor! İftira atıyor!”

“Bir de inkâr mı ediyorsun?” dedim bu pişkinliğine inanamayarak. Bir hırsla, bu olayın diğer suçlusu ve şahidine döndüm. Keskin kaşlarını kaldırmış, bizi izliyordu. “Söylesene Keskin, konuşmadınız mı? Uyandığımda sizi gördüm. Konuşuyordunuz işte. Sana, olanları Selim’e söylememen gerektiğini söyledi!”

Yalana ve pişkinliğe tahammülüm yoktu. Melek değildim elbette ama göz göre göre kimsenin kalbini kırmamaya çalışırdım. Fakat Esra o sınırı çoktan geçmişti. Keskin’in kaybedeceği bir şey yoktu, elbette doğruyu söyleyecekti. Selim, Keskin’in gözlerine büyük bir endişe ve ölecekmiş gibi bir korkuyla bakarken, Esra da Selim gibi korkuyla bakıyordu. Ben dâhil olmak üzere herkes ondan doğruyu duymayı beklerken, “Neyden bahsettiğini anlamadım,” dedi Keskin, omuzlarını silkerek ve bana anlamsız bakışlar fırlatarak. “Dün kucak dansının sadece bir espri olduğunu söyleyerek konuyu kapattık. Senin neden bugün böyle yaptığını anlamadım...” Çocukların hepsi bana döndüğünde, elimin ayağımın buz kestiğini hissettim. “Kendi metro olayınızı kapatmak için bize iftira atma.”

Selim bana üzüntüyle baktı. “Senin hakkında iyi şeyler düşünüyordum Beste, beni hayal kırıklığına uğrattın.”

Hepsi bana bir yalancıya bakar gibi bakarken, Esra bıyıkaltından gülerek önüne döndüğünde, “Yazıklar olsun,” dedim gözlerimi Keskin’den ayırmayarak. “Doğru söyleyeceğini sanıyordum.”

Keskin bakışlarını kaçırarak önüne döndüğünde, düştüğüm durumdan utanarak ve kendimi açıklayamamanın vermiş olduğu güç durumla baş etmeye çalışarak, hepsine sırtımı çevirdim ve yüzümü kucağıma gömerek sessizce hıçkırdım. Dönüp Oğuz’a bakmayı istiyordum ama onun da bana inanmamış olmasına dayanamayacağımı bildiğim için buna cesaret edemiyordum. Kollarımı bacaklarıma sardım ve gözlerimi ısıran gözyaşlarını bıraktım. Az sonra, sessizce ama içtenlikle ağlıyordum.

Herkes yalancı olduğumu düşünüyordu.

İftiracı olduğumu...

Hem de onların yüzünden!

Ağlıyordum ve ağlarken aynı zamanda bir şeyi fark ediyordum; burada değil bir başkasına, kendi gölgemize bile güvenemezdik.

  BÖLÜM SONU.