5. BÖLÜM
“Bu yankılar çığlıkların mı yoksa çığlıklarından geriye kalanların mı?”
5
OĞUZ’MUŞ
Biliyor musunuz, iyi ki yemeğimi onlarla paylaşmamışım.
Onlar benim merhametimi hak etmiyorlardı.
Buraya düştüğümüz yetmezmiş gibi bir de birbirinden çıkarcı, yalancı insanlarla birlikte düşmüş olmama tahammül edemediğim bir noktadaydım ve yalnızdım. Onlara sırt çevirerek kendilerinden uzaklaşmamın ve metronun içine girerek oturmaya başlamamın üzerinden henüz birkaç dakika geçmişti. Esra ve Keskin’in pisliği midemi bulandırmış, Selim’in saflığı canımı sıkmıştı. Aşk veya sevgi insanın gözünü bu kadar kör mü ediyordu? Yok canım, bu Selim bildiğimiz salaktı.
Aldatılmaya devam etsindi o halde, onun için yapabileceğimi zaten yapmıştım.
Bu arada burnum da devamlı akıyordu. Ağladığım için normaldi bu durum ama peçetem orada, çantamın içinde kalmıştı. Şimdi cool’luğumu bozup çantamı almaya gidemeyeceğim için sümüğümü çekip durarak iğrençleşiyordum. Eh, neyse ki yanımda kimse yoktu.
Tam da bu sırada Oğuz’u metro kapısından içeriye girerken gördüm.
Yiğidim.
Bir an varlığına hazırlıksız yakalanarak gözlerimi kocaman açtım ve onun gözlerinin metro içinde dolanarak bana rastlamasını bekledim. Öyle de oldu. Az sonra beni fark ettiğinde kaşlarını çatarak bana doğru yürümeye başladı ve yanımdaki boşluğa oturduğunda, sümüğümü ne yapacağımı düşündüm. İğrençtim belki ama yanında burnumu nazikçe çekebilirdim bence. Ellerimi kucağımda birleştirirken, “Neden geldin?” diye sordum, gücendiğimi belli etmemeye çalışarak. “Gidip Selim’e safın teki olduğunu söyleyerek arkadaşlığını yapsana. Sonuçta biz seninle yeni yanıştık, benim yanımda değil, arkadaşının yanında olmalısın.”
“Kız arkadaşımın yanındayım.”
Aniden başımı kaldırıp ona baktığımda, onun da yüzümü görebilmek için eğildiğini gördüm ve aramızda bir kalp çırpıntısı kadar mesafe kaldı. Kız arkadaşım mı demişti? “Yani kız bir arkadaşımın yanındayım. Şey, arkadaşım demek istedim, hani kız bir arkada...”
“Anlıyorum,” dedim tatlı telaşı karşısında kalbim hızlanırken. “Arkadaş, bir kız arkadaş.”
Yüzünü buruşturdu. “Her neyse, yanında olmayı istedim işte.”
“Bana inandın mı?” Cevabı benim için mühim olan bir soruydu.
“Sana inanırken tereddüde bile düşmedim.”
Ben bu çocuğa boşuna sevdalanmamıştım.
İşte buna gülümsenirdi, gülümsedim. Bana inanan Melodi ve Oğuz’du; bu demek oluyordu ki doğru kişileri seçmiştim. Metronun içine girmeden önce Melodi benimle gelmeyi teklif ettiğinde onun bana inandığını anlamış ama yalnız kalmak istediğimi söylemiştim. Evet, Oğuz bana inanmıyor olsaydı kalbim iki kat daha kırılabilirdi. “Teşekkür ederim,” dedim, inancı için. Omuz silkti, gülümseye devam ediyordu. “Dürüstlüğün imrendiriyor, hiç bu kadar dürüst davranmamıştım.”
“Görüyorum,” dedim onu bariz bir şekilde iğneleyerek. Bakışlarımı kaçırdım. “Esra’nın sana karşı ilgisini görmene rağmen bunu Selim’le paylaşmaman pek hoş değil.”
Duraksadığını göz ucuyla gördüm, bu kadar net olmamı açıkçası ben de beklemiyordum. Aramızda bir sessizlik oldu. “Selim görmeyi istemiyorsa bunu onun gözüne sokamam,” dedi düşünceli bir sesle. “Esra gözüne sokuyor olmasına rağmen bunu görmüyor veya görmezden geliyorsa o onun öz saygısıyla alakalıdır. Benim Esra’ya olan tavrım belli...” Bir an dudakları seğirdi. “Bu seni rahatsız mı etti? Yani Esra’nın bana olan ilgisi?”
Tamamen ne alaka diyemez ama bunu öylece de kabul edemezdim. Zekilik edip ortalama bir cevap verebilirdim. “Selim’in saflığına, sevgisine üzülüyorum. Bu daha çok dürüstlüğe verdiğim önemle alakalı.”
Gözlerimin içine bakmaktan çekinmedi. “Demek dürüst insanlardan hoşlanırsın?”
Ne olacaktı yiğidim?
Burnumu sessizce çekmeye çalıştım. “Şimdi dürüstlük olmazsa olmaz diyerek duyar kasamam, elbet insansın, yalan söylüyorsun, bazen ufak, bazen büyük... Doğan bu senin, karşı koyamıyorsun. Fakat bazı şeyler vardır, yalanı olmaz. Bu da onun gibi. Bu gibi durumlarda dürüstlük çok önemli.”
“Çok tatlısın.”
Apışıp kaldım ve nefesimi tutarak gözlerinin içine baktığımda, onun daha bir ciddiyetle beni izlediğini gördüm. O an nasıl bir tatlılığımı görmüştü bilmiyordum ama bunu söylerken yalansız görünüyordu. Tereddüt etti fakat parmaklarını kaldırarak yanağıma dökülmüş saç tutamını çekti. “Onlar sana inanmıyor diye ağlıyorsan eğer, ağlama. Sen, onların olamadığı şey olup dürüstçe davrandın. Utanması gereken kendileri.”
“Biliyorum ama...” Başımı yana eğdim. “Onlar için bir yalancıyım.”
“Benim için değilsin.”
Ağır ağır yutkundum. “Sen zaten onlardan değilsin.”
Saçımı kulağımın arkasına koymasına rağmen parmakları orada oyalanmaya devam ettim. “Değil miyim?”
“Hiç olmadın.”
İkisi de gökyüzüne ait olsa bile ay ve yıldızlar hiç aynı olur mu?
Sen aysın, onlar yıldız bile değil.
Oğuz parmaklarını daha fazla tutamayacağını fark ettiğinde başımın yanından çekerek kucağına bıraktı ve dudaklarındaki tebessüm derinleşti. “Sen de onlardan değilsin Beste, hiç olmamışsın.”
Altdudağımı ısırarak gülümsedim. “Eyvallah.”
Ağzı açık kaldı. “Ha?”
Bazen iç sesim konuştuğu için saçmalamış görünüyordum ve bu da o anlardan biriydi. Durumu toparlamaya çalıştım. “Teşekkürler yani.”
Koltukta yayıldı. “Ne demek. Eyvallah.”
Pis pis güldü.
İkimiz de önümüze dönerek bir süre sustuğumuzda içimin rahat olduğunu hissettim. Bu metro istasyonunda benim için önemli olan tek insan bana inanıyorsa diğerlerinin inanmaması ne kadar üzerdi? Hiç. Biraz bile üzmemeliydi. Ben zaten sinirimden ağlıyordum, yapılan şey çok alçakçaydı. İyi ve dürüstçe davranıp kaybetmiştim. Kendimizi avutmamıza gerek yoktu. Dünya çoğu zaman böyleydi. Kirli kalpli ve çıkarcı insanlar daima bir yolunu bulurlardı ama kaybettikleri şuydu ki; iyi biri olmanın nasıl huzurlu hissettirdiğini asla bilemeyeceklerdi.
Kendi kendime sırıttım, kendimi seviyordum.
“Bestegül, iyi misin?”
Melodi’nin sesini duyduğumda başımı kaldırıp baktım ve metro kapısının önünde elinde çantamla durarak çekingen bir şekilde bize baktığını gördüm. Su gibi dupduru olan yüzü soğuktan olsa gerek biraz kızarmıştı. Gülümsedim. “Gelsene.”
Oğuz dönüp benim gibi omzunun üzerinden arkasına baktı ve Melodi’yi görerek başıyla selam verdi. Mesafeyi kapatarak yanımdaki koltuğa oturduğunda, “Çantanı getirdim,” dedi ince sesiyle. “Yanımızdan ağlayarak çıkınca belki suya falan ihtiyacın vardır düşündüm.”
“Çok iyisin.” Çantamı kucağından aldım. “Peçeteye ihtiyacım var.”
Oğuz güldü. “Evet, son birkaç dakikadır aralıksızca burnunu çekiyorsun.”
Ona gülsem mi kızsam mı bilemeyerek çantamın fermuarını açarken, “Az nazik ol da bunu kızın yüzüne söyleme,” diye Melodi onu azarladı ve Oğuz bunun üstüne gözleriyle gözlerimi yakaladı. “Hey, şaka yapıyordum. Sen doğalsın ya, doğal esprilerden hoşlanırsın sandım.”
Sessizce güldüm. “İzin verirsen sümüğümü sileceğim.”
Melodi kıkırdadı. “Vay, çok doğal.”
Oğuz kafasını arkaya vurarak önüne düşmüş saçlarını tararken bu fırsattan yararlandım ve çantamdan çıkardığım selpaklardan biriyle burnumu temizledim. Kesinlikle sesli olmuş, her ikisi de buna biraz gülmüştü ama sorun değildi. Oğuz zaten benim sevdiceğimdi, ne yapsa hoşuma gidiyordu ama artık Melodi de bir arkadaşım olduğu için bu halime gülmesi rahatsız edici değildi. Sümüklü mendilimi çantama tıkıştırdım, ne yapsaydım yani? İçerisine bakındım ve yarısı hâlâ duran krakerimi çıkararak kucağıma bıraktım. “Yemek isteyen?”
“Ben!”
Melodi, sakin ol anneciğim.
Onun bu çıkışına hak vererek krakerden almasını izledim ve sonra paketi Oğuz’a uzattım. Bir an krakerlere bakarak yutkunduktan sonra muhtemelen ağladığım için ıslak olan gözlerime baktı. “Yok, sen ye. Eğer açlığını biraz bastırabilirsen ben de alırım biraz.”
Bir an çok duygulandım ve ağlamamak için burnumu çektim. “Ih ıh olmaz, beraber yiyeceğiz.”
“Neden bunu yapacaksın ki?”
“Çünkü senin aç olduğun yerde ben tok olamam.”
Bana öyle bir baktı ki, sanki kundağında ağlayan bir bebeğin derdine derman olmuşum gibi hissettim.
Bana böyle hissettirmesinin heyecanıyla beraber önüme dönerken Melodi’nin imalı bir şekilde gülümsediğini görmüştüm. Cilveleşiyorduk, ne olacaktı sanki. Onun ağzına kraker tıktım. “Ye de büyü Melodi.”
İç çekerek kafamı onun omzuna yasladım ve Oğuz’u profilden izledim. Telefonunda birkaç şeye bakıyordu ve o an aklıma gelmişti bu soru. Onun bir sevgilisi var mıydı? Tamam, bana olan ilgisini hissediyordum ama ya sadece takılıyorsa? Sevgilisi olabilir miydi? Okulda onu yakın kadraja aldığım için her anından haberdardım ama sevgilisi olduğunu görmemiştim. Yanında kızlar olurdu ama bu yalnızca arkadaş ortamıydı. Kraker paketini tekrar Oğuz’a uzattım. “Yer misin lütfen?”
Omzunun üzerinden bana dökerek pes etti. Dudağının sol kenarı kıvrılmıştı. “Yerim.”
Ya ben de seni yerim aptal!
Krakeri kendi aramızda yiyerek bölüştük ve az sonra boşalan ambalaj paketini çantamın içine tıkıştırarak çantama sarıldım. Sessizleşmiş, umutsuzlaşmıştık. Bazen unutuyor gibi olsak da gerçekler can yakıcı şekilde karşımızdaydı. Bu metroda kalmış, çıkışları bulamıyorduk. Çaresiz, bitkin, kaybolmuş, biçareydik. Umutsuzca iç çektim ve o sırada kapının önünde, kollarını birbirine bağlamış vaziyette duran Akil’i gördüm. Dikkatle bana bakıyordu. Rahatsızca kıpırdandığımda, “Sen onlara aldırma,” diyerek seslendi bana, bunu yüksek sesle söylediği için herkesin duyduğuna şüphe etmiyordum. “Ben senin doğru söylediğine inanıyorum. Üstelik seni tanıyorum Beste.”
Çok iyisin ama ben böyle numaralara düşmem ya.
Gözlerimi devirdim. “Ay sen de bana inanmasan ne yapardım bilmiyorum...”
Melodi rahatsızlığımın farkına varırken, Oğuz da kafasını kaldırarak Akil’e bakındı ve telefonu cebine koyarak omuzlarını dikleştirdi. Akil bana bozulmuştu. “Bestegül, artık her söylediğime ters tepki vermekten vazgeçer misin?”
Gerildim. Akil’e karşı iyi hislerim olmadığı gibi bir de onunla Oğuz’un yanında konuşmak istemiyordum. Allah aşkına, çocuk beni zorla öpmeye çalışmıştı. Sevgilim olması bu durumu hafifletmezdi. Onunla kimsenin yanında konuşmak istemiyordum.
Oğuz’un sallanan dizine baktım.
“Seninle konuşmayı istemiyorum,” diyerek gayet net davrandım Akil’e. “Lütfen her fırsatta benimle konuşmaz mısın?”
Akil metro kapısından içeriye doğru bir adım attı. “Görmüyor musun, ilişkimizi telafi etmeye çalışıyorum.”
Oğuz’un dizi daha çok sallandı.
Kollarımı göğsümün üzerinde kavuştururken, “Ortada bir ilişki kalmadı,” dedim sıkkınca. “Akil, ben eski sevgililerimle arkadaş falan olmam. Bu yüzden seninle iletişim kurmamıza gerek yok.”
Akil kulağındaki küpesini çekiştirirken dudaklarının ucuyla güldü. “Senin tek eski sevgilin benim Bestegül. Senin ilkin benim.”
Oğuz dizini fena sallıyordu.
Ağzım ve gözlerim eş zamanlı olarak aralandı ve şaşkın bir mırıltı çıkarmama engel olamayarak ardına kadar açtığım gözlerimle suratına bakakaldım. Sesi edepsiz imalarla doluydu ve yanlış anlaşılmaya çok müsaitti. Ne demek ilkin benim yahu! Kahretsin! Herkesin yanlış anladığına emindim. Öyle ki metronun dışından, çocuklardan ıslıklarla kıkırtılar yükseldi. Keskin’in sesi gülüşünden hemen sonra kulağımı doldurdu. “Oğuz, bu Akil kızı çoktan götürmüş lan baksa...”
Oğuz aniden oturduğu yerden fırlayarak kükredi. “Keşke adamlığın kadar konuşmuş olsan ve hepimiz senin sesinden kurtulmuş olsak.”
Islıklar, kıkırtılar, gazlamalar devam ederken ürkek gözlerle Oğuz’a bakakaldım. Esra sesini metroya duyurmak için bağırdı. “Bestegül, Akil gerçekten senin ilkin mi?”
Kendime engel olamayarak çirkinleştim. “Sana ne be sürtük!”
“Aaa!” Esra hayretle bağırdı. “Yalancı, iftiracı küçük şeytan!”
Sinirden kıpkırmızı olmuştum, çatlayacaktım. Hakkımda böyle çirkin konuşmalarından ve düşünmelerinden sıkılmıştım. Çocukların neredeyse hepsi bu atışmamız karşısında eğlenip gülerken, “Bu Beste’yle bizim aramızda,” diyerek sinirlerimi hoplatmaya devam etti Akil. Adım adım bana yaklaşmaya devam ediyordu. “Biraz baş başa konuşalım.”
“Hayır!” Bunu söyleyen ben değildim, Oğuz’du.
Oha! Kesin bana âşık!
Kıskançlık mıydı? Ya da bana olan ilgisi yüzünden başka bir rakip istemiyor olabilirdi ama bariz olan bir şey varsa Oğuz, Akil’in bana olan ilgisinden hoşlanmamıştı. Gözlerimi kırpıştırarak oturduğum yerden Oğuz’a bakakaldığımda, Akil’in ellerini beline yaslayarak sinirden Oğuz’a baktığını gördüm. “Sana ne oluyor biraderim?”
Oğuz göğsünü gere gere ona doğru bir adım attı. “Seninle konuşmak istemediğini söylerken yeterince açıktı değil mi biraderim? Düşme kızın peşine.”
Akil’in yüzü kasılmıştı, Cesur ve Fatih’in camlardan içeriye baktığını ve yumruklaşarak güldüğünü gördüm. Akil onun omzunun üzerinden bana baktı. “O bir aralar benim kızımdı Oğuz, bu yüzden aramıza girmesen iyi ol...”
“O artık seninle değil ve inan gözlerine bakarsan kiminle olmayı istediğini görürsün.” Karşı karşıya, yüz yüze duruyorlardı. İkisi de öfkeli, sabırsız ve tetikte görünüyordu. “Hadi, uza şimdi.”
“Sen.” Akil parmağını Oğuz’a salladı. “Benimle doğru konuşacaksın.”
Keskin dışarıdan kıs kıs güldü. “Ee, yumruklaşsanıza artık.”
Hepimiz avazımız çıkana kadar bağırdık. “Sus artık!”
Gülüştüğünü duydum ve ürkek gözlerimi tekrardan Oğuz’a çevirdiğimde karşılıklı olarak durduklarını ve sabırsızca soluduklarını gördüm. Ümmü Gülsüm’ün sesini duydum. “Kavga ettikleri kız da bu kavgaya değse bari...”
Melodi dışarıya doğru bağırdı. “Ne diyorsun sen be!”
Ah, kafayı yiyecektim. Ne oluyordu Allah aşkına? Herkes birbirine girmişti. Ümmü Gülsüm’e kırıldığımı hissettim, benim neyim vardı da uğruna kavga edilmeye değmeyecektim. Tamam, etmesinlerdi tabii ama... Esra’dan sonra bir de bununla mı ilgilenecektim? Yok hayır, ilgilenmek istemiyordum. Hiçbirini umursamamalıydım. Zaten burada kapana kısılmıştık ve hepimizin siniri yeterince bozuktu. Umursamamaya ve sinirlenmemeye çalışarak yerimden hışımla kalktığımda Oğuz omzunun üzerinden bana döndü ve Akil bu fırsattan yararlanarak, “Bu herifle çıkıyor musunuz?” diye sordu bana. “Beni çabuk unuttun herhalde? Sen ne kadar yoksaysan da bizim güzel bir ilişkimiz olmuştu? Seni ilk kez lunaparka ben götürmüştüm.”
Sinirlendim ve kendime engel olamayarak bağırdım. “Evet, öyle yapmıştın! Ve gondola bindiğimizde korkudan altına işemiştin!”
Ah hayır, sanırım bunu söylememeliydim.
Bir anlık şaşkınlık dolu sessizlikten sonra metronun dışındaki herkes deli gibi gülmeye başladığında, Melodi’nin elini alnına vurduğunu ve Oğuz’un bana bakakaldığını gördüm. Bu komik değildi. Yaptığım... hoş değildi. Zorlukla yutkunarak Akil’e bakmaya cesaret ettiğimde yüzünün utançtan kızardığını ve ellerinin iki yanında yumruk olduğunu gördüm. Çenesi titriyordu. Söylediğim yalan değildi ama bunu onun yüzüne, onca insan arasında vurmak... Kendimden utanmıştım. Akil ağzını araladı, bir şey söyleyecek gibi oldu ama kahkahaları duymaya tahammül edemeyerek arkasını döndü ve metronun içine, bizden uzak tarafa doğru hışımla yürümeye başladı. Arkasından pişmanlıkla baktım. “Ben...”
İkizi Bakil’in sesini duydum ve hemen sonra metroya girdiğini gördüm. Öfkeyle bana bakıyordu. “Bu yaptığın ileriye gitmekti Bestegül!”
Ellerimi dudaklarıma kapadım. “Bakil, ben...”
Bakil bağırmaya devam etti. “Ona gülüyorlar, duyuyor musun?”
Kahretsin, duyuyordum. Ben ağzımı açamadan, “Bağırıp durma,” dedi Oğuz, Bakil’e anlayışlı yaklaşıyordu ama sesinin yükselmesinden rahatsız görünüyordu. “Ağzından kaçırdı, Akil onu çok zorlayınca oldu. O da pis ve yanlış anlaşılmaya müsait imalarıyla Bestegül’ü utandırmıştı.”
Bakil sustu ve sinirle homurdanarak kardeşinin peşine düştü. Onları hep bir arada ve birbirlerine destek olurken gördüğüm için birbirlerinin arkalarında durmalarını yadırgamıyordum. Tamam, Akil beni utandırmıştı ama benim de onu utandırmam gereksizdi. Kendimi kötü hissetmiştim, bu kapana kısılmış olmak ve hiçbiri tarafından hoş görüyle karşılanmamak beni incitmişti. Bakil ve Akil âdeta gözden kaybolacak kadar uzaklaştığında ve kahkahalar azalarak bittiğinde, “Seni çok zorladı,” dedi Melodi, üzüldüğümü görerek. Teselli etmeye çalışıyordu. “Tamam, bunu söylemeseydin iyiydi ama o da tamamen suçsuz değil. Üzülme Beste.”
Omzumu silktim ve ikisine de arkamı dönerek metroda, onlara ters istikamette yürümeye başladım. Gözlerim dolmuştu, bilerek birilerini kırmazdım pek. Onlardan uzaklaşana kadar durmadım. Az sonra kendimi metronun içindeki bir koltuğa bırakarak bacaklarımı yukarıya çektim ve kollarımı dizlerimin etrafına doladım. Birini hak etmediği kadar büyük şekilde kırmış olmayı kendime yakıştıramıyordum. Bayağı utanmıştım. O olayın üzerine Akil ile sadece bir kez konuşmuştuk ve ben bunun aramızda kalacağına söz vermiştim. Fakat sözümü tutamamıştım, bunu on iki kişi daha biliyordu. Gözlerimi yumdum, şimdi gerçekten yalancıydım. Yüzümü kucağıma gömerek içli içli ağladığım birkaç dakikadan sonra adım sesleri duydum ve çok geçmedi ki yanımda bir karartı belirdi. Kafamı kaldırıp bakmadım ama bu parfüm ve tene has kokuyu anımsıyordum; Oğuz’un kokusuydu. Yüzüme ve dizlerime dağılmış saçlarımın arasından bana bakmaya çalışarak başını eğerken, “Kendini üzme,” dedi, sesi oldukça samimiydi. “Sen üzülünce biri daha üzülüyor.”
Burnumu çektim. “Yaa. Kimmiş?”
“Adının son harfi Z ile biten biriymiş.”
Kalbim küt küt attı. Üzüntüme üzüldüğünü dolaylı yoldan itiraf ediyordu ve bunu yaparken çok tatlıydı. Burnum aktığı için kafamı kaldıramadım ama tebessüm ettim. “Allah Allah, hiç de öyle birini tanımıyorum.”
Çok kısık bir gülüş sesi başımın üstüne diken gibi battı. “Biraz daha kopya verebilirim?”
“Mesela?”
“Bu arkadaş seni kırmızı pileli eteğiyle gördüğünden beri aklından çıkaramamış.”
Gözlerim iri iri oldu. “Oha!”
“Vallahi.”
Kafamı kaldırıp ona baktım ve gördüğüm ilk şey kızarmış yanakları oldu. Resmen bana ilgisi olduğunu açık yüreklilikle söylüyor ve bunu mahcubiyet içerisinde, ürkekçe yapıyordu. Titreyen ellerimi saklamayarak bacaklarımı yere indirdim ve yaşlar gözlerimden boşalmaya devam ederken, “Ağlama,” dedi, kaşlarını kaldırmıştı. Aman Allah’ım!Resmen platoniğim bana açılmıştı ve kalbim bunun daha ne kadarına dayanırdı bilemiyordum. Nefeslerimiz birbirini yutuyordu. “Sen ağlayınca üzülüyormuş.”
“Yaaa.” Utançla kıkırdadım. “Kimmiş üzülen?”
Muhtemelen kızarmış burnumun ucuna dokundu. “Oğuz’muş.”
KIS. KIS. KIS.
“Zamana yetişmek için insanları erteledin ama zaman senin için hiçbir şey yapmadan, sadece aktı ve geçti.”
BÖLÜM SONU.
Yorumlar yükleniyor...