6. BÖLÜM
6
İTİRAF
Aşk, korkumun tesellisi olabilir miydi?
Oğuz’un gözlerine baktığım sürece bir an nerede olduğumu, ne durumda olduğumu, nasıl bir korkuya hapsedildiğimi unutuyordum ama gözlerimi ondan ayırdığımda, vaziyetimizi hatırlayarak korkuyordum. Burada sığıntı kalmış, aç ve susuzduk. Ne yapmamız gerektiğini bilmiyordum, birileri elbet bizi er ya da geç bulacaktı ama o zamana kadar ne olacaktı?
Açlıkla nasıl başa çıkacaktık?
Direnci en zayıf olan, bu oyundan ilk elenen kişi olacaktı.
Direnci en zayıf olan kimdi?
Erkeklerin fiziksel dayanıklılığının iyi olduğunu biliyordum, bu yüzden bizlerden biraz daha şanslılardı. Neyse ki benim de direncim yüksekti ama dönüp kızlara baktığımda, hepsinin artık kıvranmaya başladığını görüyordum. Saatler geçiyor, biz her an gerçekle daha fazla yüzleşiyorduk. Üç beş atıştırmalık hiçbirimizi kurtaramazdı. Üstelik bazılarımızın hiç suyu yoktu ve olanlar da kendi yaşamları için olmayanlarla sularını paylaşamazdı. İki gündür burada, metro istasyonunun içindeydik. Açlıktan kimimiz isyan ediyor, kimimiz sadece uyuyarak bununla başa çıkmaya çalışıyorduk. Halsiz, fersiz, bitkin, aç ve ümitsizdik.
“Sizce, cehennem gerçekten var mı?”
Bu soruyu soran, Keskin’in kendisiydi. Sırtını duvara dayamış, sigara içiyordu. Onu sigara içmemesi konusunda durduramıyorduk. Oksijenimizin az olduğundan bahsetsek de bunu umursamamıştı. [E1] Temiz hava yoktu, içerisi enkaz yığını olduğu için etraf tozluydu ve havalandırma sisteminin ne durumda olduğunu tahmin edemiyordum. Bir insanın kapalı alanda ne kadar kalacağını bilemiyordum ama en asından sahip olduğumuz oksijenin bir de onun sigarasıyla mahvolmasını istemiyordum. Hepimiz duvarın önünde, duvara yaslanmış vaziyetteydik. Bir yanımda Oğuz, bir yanımda Melodi vardı. Oğuz ile aramızdaki şey neydi bilmiyordum ama ne arkadaş ne sevgiliydik, onu biliyordum. Birbirimizin yanından ayrılmıyorduk ve bu bana daha çok güç veriyordu. Hepimiz Keskin’i kısaca süzdük. “Bence var,” dedi Oğuz, sesi bitkindi. “Bu dünyada bu kadar çirkinlik, kötülük, merhametsizlik varsa elbet karşılığı vardır. Kopardığın bir gülün bile gün gelince sana hesap soracağı söylenir.”
Keskin sigarasından bir nefes alırken sırıttı. “Bilge bilge konuşup sinirimi bozma.”
Ona gözlerimi devirdim, çocuk ölecekken bile aksiydi. Oğuz onu pek kaale almadı. “Ne o Keskin? Ölüm korkun mu başladı?”
Esra gözlerini yumarak kurumuş dudaklarını ıslattı. “Hangimizin başlamadı ki?”
“O zaman ne yapalım biliyor musunuz?” Keskin hepimizin yüzüne bir süre eğlenerek baktı. “Günah çıkaralım.”
Cesur gözlerini devirdi. “Oldu olacak cin çıkaralım.”
“Sana buradan bir çıkarırım,” diyerek ona terslendi Keskin.
Soğuk, halsiz ellerimi birbirine geçirirken, “O kadar ümitsiz olmayın,” diyerek teselli vermeye çalıştım, üstüne alınan herkese. “Tüm ülkenin önceliği şu an biziz, televizyonlar bas bas bizim durumumuzu bağırıyorlardır. Kurtarma ekipleri çoktan harekete geçmiştir, bizi kurtaracaklardır.”
Belki eksik, belki tam ama elbet çıkacağız.
Esra söylendi. “İki gün oldu!”
“Ölecek değiliz,” diyerek ellerimi daha çok ovaladım. “Bir insanın susuzluğa beş gün kadar dayandığını biliyorum.”
Hepsi umutlu olmamı yersiz buluyordu ama öylece ölmeyi beklemek benim umudumdan daha saçmaydı. Birleşen ellerimi karnımın üzerine bastırarak bulantı hissini savuşturmaya çalıştım. Son birkaç saattir aralıklarla midem bulanıyordu ve henüz tuvalet ihtiyacım olmamıştı. Sanırım bir şey yiyip içmediğimiz için tuvalet ihtiyacımız doğmuyordu. Eh, en azından bu iyiydi.
Sidik ve kaka kokusu çekmek istemiyordum.
“Ee, ilk kim başlıyor günah çıkarmaya?” diye sordu Selim, elinde boş bir su şişesini çevirip dururken. Sanırım sıkıldığı için Keskin’in bu fikrine sıcak bakmıştı. “Benim büyük bir günahım yok.”
Oğuz iç çekti. “Herkesin vardır.”
Onun sesini kaç saat sonra yeniden duymuştum bilmiyordum ama o sesi duyunca tepkisiz kalamamıştım. Omzumun üzerinden ona bakındığımda, parmaklarıyla şakağını ovduğunu gördüm. Başı mı ağrıyordu? Endişelendim. Ona baktığımı fark ederek kirpiklerinin arasından beni süzdü ve o an, onun ilgilendiği o kırmızı pileli etekli kız olduğum için düştüğüm şu durumda bile mutlu hissettim. Hafifçe gülümsedi, halsizdi. “İyi misin?” diye sordu, gerçekten merak etmiş görünüyordu.
Al işte! Kesin bana âşıktı.
“Kıs. Kıs. Kıs.”
Oğuz durdu. “Ne?”
“Ne ne?”
“O şey neydi?”
“Ne neydi?”
Zayıfça güldü. “Kıs. Kıs. Kıs?”
Hadi canım! İçimden değil de bunu dışımdan mı söylemiştim? Şaşırıp kaldım ve o bana anlamsız bir şekilde bakarken, “O benim gülme efektim,” dedim dürüstçe. Belki ölecektik, yalan söyleyip daha fazla günaha girmeyi istemezdim sonuçta. “Bazıları hi hi hi diye gülüyor, ben kıs kıs kıs diye.”
Gülümserken gamzesini gördüm. “Çok orijinal.”
“Ben sandığın o kızlardan değilim.”
“Kızların nasıl olduğunu pek bilmem.” Oğuz kısık sesle, anlatırcasına konuştu. “Sonuçta daha on sekiz yaşındayım. Hayatımda arkadaşlarım dışında bir kız yok, daha çocuk bile sayılırım. Bilmiyorum, yani sizin cinsinizi...”
Resmen bana sevgilim yok diyor...
Tamamdır yiğidim, bundan sonra namusumsun.
Otuz iki diş sırıttığımı, onun dudaklarıma kayan bakışlarıyla fark ettim ve hemen dudaklarımı birbirine bastırdım. Normalde bu kadar haylaz, komik düşüncelerim yoktu ama Oğuz’la olunca, onu düşününce, onunla konuşunca içim sevinçle doluyordu. Elimde değildi, beni mutlu etmesine engel olamıyordum. Önüme döndüğümde çocukların kendi aralarında tartıştığını gördüm. Melodi koluma yapıştı. “Midem çok bulanıyor.”
“Açayım, elime kus.”
Elini midesine yaslayarak kıvranırken gülümsemeden edemedi. “Bazen çok komik bir kızsın.”
“Bu nasıl devrik bir cümle yahu! Türkçen kaçtı?”
“Sayısalcıyım ben.”
Gülüştük. Başımı duvara yaslarken, o sırada, “Öyle madem, ilk ben başlayayım günah çıkarmaya,” dedi Arzu, başını Cesur’un koluna sürterek. Bildiğim kadarıyla uzun süredir kankalardı. Hepimizin yüzüne bir an baktıktan sonra yüzünü sakladı. “Şey... Ben sevgilimden ayrılmak için onun telefonundan sahte, kendim kurduğum bir Facebook hesabına edepsiz mesajlar atmıştım. Sonra bir gün buluştuğumuzda onun Facebook hesabına girip benim attığım mesajları göstererek hesap sordum. Beni aldattığını söyleyerek iftira attım, kandırdım işte. Benden ayrılmıyordu, ayrılmak zorunda kaldı.”
Kalp kırmak büyük günahtı ve Arzu’nun işlediği gerçekten de büyük bir günahtı. Tamam, basit görünebilirdi ama çocuğun aldatılmış, kandırılmış olması hiç de basit değildi. Esra, Arzu’nun itirafına omuz silkti. “Büyütme bu kadar, eğlenmişsin işte.”
Kalpsiz yosma.
Birilerinin duygularını incitmekten bahsederken bu kadar rahat olması beni gerçekten dehşete düşürmüştü. Eğlenmek? Bunun eğlenmekle alakası yoktu, kötülüktü işte.
“Benim en büyük günahım...” dedi Keskin ve dönüp hepimiz ona baktığımızda, gözlerinin dalgın olduğunu gördük. Herkes bir an susmuş, ona kulak vermişti. “Âşık olmak.”
Berfin kaşlarını çattı. “Bunun nesi günah?”
“Kız, evliydi.”
Uzun bir sessizlik oldu. Bu beni cidden şaşırtmıştı, aslında hepimizi şaşırtmıştı. Evli birine âşık olmak elbet etik değildi ve onun gerçekten evli birine âşık olması... Üstelik Keskin yirmili yaşlarındaydı ve âşık olduğu kız da tahminen o yaşta olmalıydı. Evli olması büyük talihsizlikti. Sanırım kimse böyle bir soru sormaya cesaret edemedi ve bu sessizlik devam etti.
“Aklıma gelen en büyük günahım, babamın annemi bir başka kadınla aldatıyor olduğunu hâlâ saklıyor olmak.”
Vay canına, neler oluyordu böyle? Bu itirafı yapan Selim’den başkası değildi. Aslında bu onun günahı değildi ama günahı saklıyor olmak, gerçekten günah olabilirdi. Bir an için Esra’nın gözlerinde şefkat gördüm. Selim’in elini tuttu. “Bundan haberim yoktu.”
Selim omuzlarını silkerek Esra’nın elini okşadı ve sessizlik bir süre daha sürdü. Az sonra Fatih itiraf etti, itirafı sırasında yanakları kızarmıştı. “Lise birinci sınıfta, bir kızı çıplak fotoğrafıyla tehdit etmiştim.”
O an Fatih’ten tiksindim.
Cidden, bunu nasıl yapmıştı. Sadece on beş yaşındayken kafası böyle bir çirkinliğe mi basıyordu? Gözlerine baktığımda, şu an bundan pişmanlık duyduğunu görebiliyordum ama bu, yaptığını hafifletmezdi. Oğuz yanımda homurdandı. “Bu ne şerefsizlik böyle!”
Herkes ona kınayan bakışlar attı.
Cesur mırıldandı. “Ben de babamın cebinden sigara çalar, suçu erkek kardeşimin üzerine atardım. Geçen dönem, birçok kez bunu yaptım.”
Vay be Cesur, sen de mi?
“Ben de sevgilimi aldattım,” dedi Esra. Selim şoke olmuş gözlerle ona baktığında, Esra omzunu silkti. “Seni değil canım.”
Selim kocaman açtığı gözlerle ona bakmaya devam ederken, Esra’nın bu itirafı yaparken bile kızarmamış olduğunu görünce gözlerimi devirdim. Edepsizlik, ahlaksızlıktı. Ah, buradaki bir kişinin bile sıradan, masum bir hayatı yok muydu? Berfin homurdandı ama kurcalamadan elindeki pet şişeyi daha çok sıktı. “Ben onuncu sınıfta, matematik sınavında, boş kâğıdımı bir çocuğun kâğıdıyla değiştirdim ve çocuk o sene sınıfta kaldı. Kalması gereken bendim ama o kâğıtları değiştirdiğim için kalan o oldu.”
Cidden mi? Çirkinlik ve ahlaksızlıkta sınır tanımıyorlardı. Duyduğum her itiraf, her günah kötüydü. Başımı iki yana sallayarak onaylamaz bakışlarla onlara baktığımda, “Ne o?” dedi Esra pişkince. “Senin bir günahın yok mu? Ah, yoksa sen bir melek misin?”
“Ben hayatımda hiç sizin kadar çirkinleşmedim.”
“Benim en büyük günahım,” dedi Akil ve bu şekilde bizim tartışmamıza son vermiş oldu. Dönüp ne itiraf edeceğine baktık. Akil ile o olay üzerine hiç konuşmamıştık ve zaten herkes, açlığı yüzünden bunu unutmuştu. “Benimle öpüşmediği için bir kızdan ayrılmak oldu.”
Bütün gözler bana döndü.
Hadi ama! Neden bunu itiraf etmişti? Kızararak tepki verdiğim için herkes zaten ben olduğumu anlamıştı. Sinirle dişlerimi sıktım ama bu benim değil, onun utanacağı bir şeydi. Oğuz yanımda sabırsız birkaç soluk aldı. “Zorla mı öpmeye çalıştın?”
Akil doğrudan gözlerimin içine bakıyordu. “Onu ikna etmeye çalıştım ama...”
“Tamam, sus.” Oğuz çıkıştı ve dönüp hiddetli gözlerle Akil’e baktı. Keskin pis pis gülerek geriniyor, diğerleri dikkatle izliyordu. “Kalan son enerjimi de seni döverek harcamak istemem.”
Akil gözlerimin içine bakıyordu. “Bestegül, beni affedebilecek misin?”
“Unuttum gitti.” Allah aşkına, elbette hem Akil’i hem de onun sebep olduğu kırgınlığı unutmuştum. Yaptığı hoş değildi ama ömür boyu kendisine kinli kalacak değildim. “Akil, vicdanın rahatsızsa diye söylüyorum, unuttum gitti. Sen de unut.”
“Yani?” dedi Keskin, sorarcasına. Bana pis pis bakıyordu. İşaretparmağıyla beni gösterdi. “Sen hiç öpüşmedin mi?”
“Kapatın lan şu konuyu.” Oğuz’un sesi ilk kez bu kadar yüksek çıkmıştı. Aramızda olan şeyi illa resmileştirmemiz gerekmiyordu. Birbirimize olan yakınlığımızın biz de farkındaydık diğerleri de. Oğuz’un tavrını yadırgamıyorlardı. “Bu mu konuşulacak ha? Ne saçmalık böyle lan.”
Keskin sigarasının izmaritini fırlatıp attı. “Kıskandın herhalde.”
“Ben de yoksul olduğu için, benden hoşlanan bir çocukla okulun ortasında dalga geçmiştim.” Bu itirafı yapan Ümmü Gülsüm’dü. Karnını tutarak kıvranıyordu. “Sanırım onurunu kırıp kalbini incitmek günahtı.”
“Yoksul olmak onun seçimi değildi,” diyerek homurdandı Bakil.
Şüeda iç çekti. “Ben de ablamın sevgilisiyle öpüşmüştüm.”
Kusacaktım ama artık! Daha fazla dinlemeyi istemiyordum. İnsanlar neden böyle şeyler yapardı ki? Yasak ve günah olanı yapmaktan mutluluk mu duyuyorlardı? Hoş olan hiçbir yanı yoktu. Kimse ses etmedi, fazlasını sormadı.
Oğuz’a baktım.
Onun büyük günahı neydi?
Ya şu sıfata bakan günah işlemiş olduğuna inanabilir miydi?
“Bir kediye beş gün yemek vermedim ve öldü. İsteyerek olmadı, yemin ederim.”
Bakil’in bir kedisi olduğunu ve o kedinin öldüğünü biliyordum ama bu şekilde öldüğünden habersizdim.
Midem... artık daha çok bulanıyordu.
Elimi karnıma daha çok bastırdığımdan olsa gerek Oğuz kafasını yüzüme doğru eğerek araştırıcı gözlerle beni süzdü. Bana, ona duyduğum gibi endişe duyması güzeldi. Ellerimi hafifçe tuttu. “Tenin buz gibi.”
“Üşüyorum.”
“Neden söylemezsin ki sanki!”
Beni tatlı bir şekilde azarladı ve itiraz etme fırsatı vermeden üzerindeki ceketini çıkardı. Ceketin omuzlarımdan aşağıya düşüşü o kadar hızlı olmuştu ki, şaşırmaya fırsat kalmadan sıcaklığını hissettim. İtiraza yelteneceğimi anlayarak bu itirazın önüne geçti. “Şşt, gel.”
Ellerimi, sıcak nefesiyle ısıttı.
“Düşünüyorum da benim büyük bir günahım yok. Yani, hatırlayabildiğim kadarıyla vicdanımı sızlatan bir günahım yok. Sadece, küçükken bakkaldan puding çalıyordum...”
Melodi’nin kızarmış yüzüne baktım. Çalması hiç hem de hiç hoş bir şey değildi. Fakat küçükken diyordu, bu bir teselli olabilir miydi? Kimse onca çirkin itirafın yanında bu itiraftan rahatsız olmamıştı. Oğuz’a döndüm ve ellerimin üzerindeki ellere baktım. Bazı dokunuşlarda söz vardır, bazen kime dokunduysan ona ait kalırdın.
İnanamıyordum!
Platoniğim elimi tutuyordu!
Namusumsun artık, yiğidim.
“Eee, sıra sizde.”
Dönüp baktığımda bütün çocukların yorgun da olsa meraklı gözlerle bize baktığını gördüm. İtirafı yapmayan sadece ikimizdik. Hepsi tamamen bize odaklı görünüyordu ama maalesef, benim onları tatmin edecek bir günahım yoktu. Farkında olmaksızın Oğuz’un elini daha sıkı tutarken, “Benim bahsettiğiniz kadar büyük bir günahım,” yok dedim dürüstçe. “Kimseyi aldatmadım, kimsenin hayatını karartmadım, ablamın sevgilisini öpmedim, kedimi bilerek ya da bilmeyerek öldürmedim. Yalan söylemiyorum, çok dürüstüm. Alınmayın ama sizler kadar çirkinleşmedim.”
“Biz de buna inandık zaten,” dedi Şüeda, gözlerini devirerek. “Herkesin bir ayıbı vardır.”
“Benim yok!”
“Bırakın,” dedi Keskin yanındaki Bakil’i ittirerek kendine daha çok alan açtı. “O külkedisi, mahzenimizin masum, saf kızı. Tek günahı çaresiz şekilde Oğuz’dan hoşlanıyor olması.”
Senin ağzını kırmak istiyorum Keskin!
Sürekli insanlarla alay etmek zorunda mıydı? Bunun farkında olsa bile susamaz mıydı? Belli etsem de bunu henüz Oğuz’la bile paylaşmamıştım. Yanaklarım kızardığında bakışlarımı kaçırdım ve hepsinin gözünden itinayla kaçındım. Oğuz bana bakıyordu ama şu an ona bakacak değildim. Hepsinden birkaç mırıltı çıktı. Esra konuştu. “Ee Oğuz’cuğum, senin en büyük günahın ne? Yok mu vicdanını rahatsız eden bir suçluluğun, bir günahın?”
Nefesimi tuttum, benim için hepsinden önemli olan Oğuz’un buna vereceği bir cevaptı. Ondan çok hoşlanıyordum ve diğerlerinin yaptığı gibi bir itiraf yapmasına nasıl dayanırdım, bilemiyordum. Öyle çirkin bir itiraf yaparsa kalbim buna dayanır mıydı? Oğuz’un parmaklarını izlerken, kulağımı ona verdim. Yalnızca ben değil, hepimiz onu izliyorduk. Midemdeki baskı artıyor, kalbimin atışı çoğalıyordu. Oğuz konuşmadan önce derin bir nefes aldı.
“Babamı bıçakladım. Fakat hâlâ yaşıyor.”
BÖLÜM SONU.
Yorumlar yükleniyor...