43. BÖLÜM
“KIRMIZI GÜL.”
ON GÜN SONRA.
Acının, insanı aniden büyütmek gibi bir hüneri vardı, diye düşünmüştüm günlerden bir gün.
Acı çekmediğini söylemesine rağmen böyle Duman’a olan buydu; biraz daha büyümek.
Gözlerime bakmazsa canının acıdığını saklayabileceğini düşünüyor, bu yüzden bakışlarını bende hiç tutmuyordu. Belki de ben farkında olmadan ona gözlerinin kalbini gösterdiğini söylemiştim, o da bunu aklında tutmuştu, kalbinde neler olduğunu göstermemek için gözlerini kaçırmaya başlamıştı.
Şimdi nasıl söyleyeceğim ona, sen gözlerini göstermeyince de benim kalbim yalnızlaşıyor, diye.
Babasının ve amcasının ölümünden ziyade, böyle bir hayat yaşayıp ölümlerinin ardından üzülmeyeceği bir ailesi olduğu için üzülmüş gibiydi. Kazadan sonraki günlerde kazanın olası bir düşman tarafından gerçekleşip gerçekleşmediği gündeme gelmişti. Ancak öğrendiğim kadarıyla olay tamamen bir kazaydı. Babasının ve amcasının ardından tüm miras Duman’a kalmıştı ve tam yoksul bir adama dönüşüyor derken, tekrar yüklü bir servetin sahibi olmuştu. Bu, Duman’ın pek umurunda değildi doğrusu, şirketteki CEO neredeyse her şeyle ilgileniyormuş.
Ada da oldukça üzgündü. Araları iyi olmasa da sonuçta ölen babasıydı. Bu yüzden fizik tedaviyi de aksatmıştı, Muhammet gelip defalarca onu tedaviye götürmek istemişti ama Ada evden çıkmayı reddetmiş, Duman da onun isteğine saygı duymuştu. İkisinin de ailesinden yakın kimse neredeyse kalmamıştı. Uyandığım her sabah, hüzün evin içerisindeki duvarlara bile sinmiş hissi duyuyordum. Bu yüzden uyandığımdan bu yana gözlerimi açmakla ilgili tereddütlerim vardı. Fakat bir yerde bunu yapmalı, bu hüzünlü evde gözlerimi açmalıydım. Elimi, günlerdir benden erken uyanan Duman’ın tarafına koydum. Gözlerimi açıp tavana baktıktan sonra, doğruldum ve o sırada bir şey dikkatimi çekti.
“Bak sen…”
Sırıtarak uzandım, komodindeki kırmızı gülü aldım. Duman bazı sabahlar pastaneye gidip sıcak ekmekler alıyordu. Bu sabah da gitmişti demek ki, dönerken de bana bu gülü almıştı. Gülü bir anda tuttuğumu fark edince dikenleri aklıma geldi, elime batmalarından korkmadım ama elime batmayınca da merak ettim. Oysaki dikenleri yoktu, dikenleri kesilmiş gibiydi. Ayıklamış mıydı? Gülleri böyle mi seviyordu? Dikensiz?
Kendimi, onun dikenleriyle sevdiği tek gül ilan ederek yataktan kalktım.
Üzerimde bir şortla askılı vardı, havalar iyice ısınmıştı. Gülümü tutarak odadan çıktım, etrafta Duman’ı ve kardeşini aradım. Kafamı mutfak kapısından içeriye soktuğumda onları tahmin ettiğim gibi masada gördüm, Ada Nutella kavanozundan aşırıyordu ve Duman kahvesini içerken onun saçlarını karıştırıyordu.
“Bana da gül aldın mı?”
Ada’nın sesini duyan Duman başını buraya çevirdi ve beni görünce dalgınca baktı. Elimdeki gülü gözlerinin içine bakarak koklarken içeriye girdim ve yanlarına kadar yürüyüp Duman’ın arkasında kaldım. O sırada kardeşine, “Hayır,” dedi.
Ada herhangi bir kıskançlık tepkisi göstermeden kaşıkla çikolata kavanozunu bana uzattı. “Yemek ister misin?”
“Hayır,” diyerek eğildim ve kollarımı arkasından Duman’a dolayıp yanağımı yanağına bastırdım. Dokunuşumla beraber omuzları gevşedi ve kafasını hafifçe öne eğip kolumun üstünden öptü. “Bir şeyler ye sevgilim.”
O istediği için, “Tamam,” dedim.
Demlenmiş çaydan bir bardak alıp simitlerden kaptım. Masaya geçip yemeye başladığımda başımı gökyüzüne doğru kaldırdım. Gün geçtikçe havalar ısınıyordu, balkonun kapısı neredeyse hep açık kalıyordu.
“Ada, bugün fizik tedaviye gidiyorsun.”
Duman’ın itiraz istemeyen ses tonunu duyduğumda, onun kalkmaya hazırlandığını fark ettim. Düştüğü dipten kalkmaya… Bunu yapmaya kardeşiyle başlıyordu. Ada gözlerini abisine çevirip bir şey diyecekmiş gibi oldu, ardından uslu biçimde başını salladı.
“Muhammet’le gidebilir miyim?”
Duman bu konuda artık daha esnekti. “Elbette,” dedi, Ada’ya dönerek. “Dilersen sonrasında beraber vakit geçirebilirsiniz. Yapmayı istediğin bir şey var mı?”
Ada tekerlekli sandalyesindeki bacaklarına doğru baktı. “Koşmak istiyorum.”
“Bunun için neden bu kadar az şey yapıyorsun peki?”
Duman Ada için üzülebilirdi ama ben bunu sormadan yapamamıştım. Ve alışığım, bir ortamda duyulmasını istenilmeyen bir şey söylendikten sonra insanların bana tıpkı Ada gibi bakmasına. “Az şey yaptığımı düşünmüyorum. Elimden geleni yapıyorum.”
Duman’ın üzerine varma, diyen bakışlarını yok sayarak kaşlarımı çattım. “Fizik tedavi doktorun haftalar önce, çabalarsa kısa sürede yürüyebilir demişti ama sende hâlâ bir gelişme yok. Hem abini hem de Muhammet’i hayal kırıklığına uğratıyorsun.”
“Mahşer,” dedi Duman, söylediklerimi tasvip etmiyormuş gibi, tek solukta.
“Bırak abi,” dedi o sırada Ada ve bana karşı kinlenmiş gibi gözlerini kıstı. Bir an sonraysa serçe parmağını uzattı. “Var mısın iddiasına, bir ay içinde değneksiz adımlar atacağım.”
İçimden sırıtsam da dışarıdan bu meydan okumasını küçümsüyormuş gibi davrandım ve Duman onaylamaz bakışlarla bizi izlerken parmağımı serçe parmağına doladım. “Ben de yürüyemeyeceğini söylüyorum. Bakalım hangimiz kazanacak.”
“Abi, şuna benim yapabileceğimi söyler misin?” Ada dönüp abisine baktı.
Şeytanca sırıttım. “Söyle ona abisi.”
Duman dudaklarını birbirine bastırıp bana düz düz bakmaya devam etti ve sonra Ada’ya dönüp yanağından öptükten sonra onu kucaklayıp kaldırdı. Onu salona götürürken konuştuklarını duyuyordum, Ada beni hâlâ abisinden kıskandığı için zaman zaman beni kötülemesine de alışkındım.
Çayımla simidimi bitirince dişlerimi fırçalamak için banyoya gittim. Evden getirdiğim kıyafetler Duman’ın dolabındaydı, aynı gardırobu paylaşıyorduk. Gülü yatağa bırakıp dolaptan kendime siyah, düz bir spor elbise seçip giyindim. Saçlarımı başımın tepesinde sıkı bir atkuyruğu yaptım, Duman saçımın bu halini beğendiğini söylemişti.
Dudaklarıma renksiz bir nemlendirici sürüp aynaya sadece birkaç saniye baktım, kendimi görmekten yine nefret edip arkamı döndüm. Odadan çıktığımda Duman’ın buraya yürüdüğünü gördüm ve sabit kalıp gelmesini bekledim. Önümde durunca ellerini gri tişörtü üzerinden beline koyup dudaklarını ağzına doğru çekti. Kızdığı zamanlarda oluşan birkaç mimik oluştu çehresinde. “Ada’ya, onu kışkırtarak yardımcı olmaya çalışıyorsun ama bu her defasında başarılı sonuçlanmaz. Çoğu zaman kırılır.”
“Riske girmeye değdi.” Parlatıcımı, bile isteye, gözlerinin içine bakarak yaladım. “Yürümek için bir nedeni daha var artık, beni yenmek.”
Gözlerime dikkatle bakıp elini kaldırınca sırtım kapıyla bütünleşti, vücudum ve kalbim beklentiyle doldu. Geçen günlerde benimle birkaç kez, duygusaldan uzak şekilde sevişmişti, bunu anlamıştım, çünkü öfkeli hissediyordu. Şimdi de mi benimle sevişmek isteyecekti? Eli yanağıma yerleşince kendimi ona doğru giderken buldum ve alnımı boyun boşluğuna yaslayarak parmağımı karnında gezdirmeye başladım. “Kızdın mı?”
“Kızıp kızmamamın davranışların üzerinde bir etkisi olacak mı?”
Doğruyu söyleyip, “Muhtemelen hayır,” dedim. Kısa vadede belki ama uzun vadede olduğum kişiydim işte.
Göğsü hareket edene kadar güldüğünü anlamadım, bunu sesli yapmamıştı. Cevabımı ciddiye almamasına sinirlenmedim, bir de bunun hakkında tartışmak istemiyordum. Atkuyruğumu elinin içine dolayıp başımı arkaya doğru çekince dudaklarımı huysuzca büktüm. Duman dudaklarıma doğru eğilip dudaklarını sürtünce boğazımdan alçak bir ses çıktı. Öpmek yerine dudaklarını dudaklarımda sabit tuttu, bastırdı, sıcaklığımı hissedip şakağıma doğru kaydırdı, yüzümü dudakları altında hissetmek istiyor gibi davrandı.
Biraz sonra, “Elbiseni sevdim, bu yüzden üzerinden çıkarmıyorum,” diyerek yanımdan geçti ve odasında kayboldu. Gözlerimi devirerek arkamı döndüm, komodindeki ilaçlarını almasını izleyip ayağımı yerde sürtmeye başladım. Yatağın ucuna oturup telefonuyla oyalanmaya başlayınca, “Annemin yanına gideceğim,” dedim.
Telefonundaki bir şeye yoğunlaşmış halde, “Moralin bozulacak,” dedi.
“Neden bozulsun?”
“Annen yine seni umursamayacak, sen de bunu fark edip üzüleceksin.”
Ah tabii, bunun da farkındaydı. Yüzüme vurmuş gibi algılamadım, yaşanacakları görüp beni uyardığını düşündüm. “Umursamasın. Ben onu umursuyorum ya.”
Başını aniden kaldırınca onu irkilten şeyin ne olduğunu düşündüm. Ardından gözlerinin günler sonra fazlasıyla içten baktığını gördüm. Şeffaf değildi izler, gizlemek de bir yere kadar. Kalbim ona tamamen güvendiğinde böyle birisi oldum, eskiden parazit saydığım izleri şimdi onunla yakınlaşmanın bir yoluna çevirdim.
Ağır ağır kalksa da süratle yanıma geldi. Omuzlarımdan tutup beni sıkıca göğsüne bastırdı ve saçlarımdan öptü. Sarılışı öyle sıkıydı ki, göğüslerim gövdesinde düz oldu. “Keşke bu durumla ilgili elimden gelen bir şey olsa Mahşer.”
Annemin beni eskisi gibi sevmesini sağlayabilir miydi? Hayır, yapamazdı. Ölümüm bile bunu gerçekleştiremezdi, ben ölsem dahi annem üzülmesini istediğim kadar üzülmezdi.
“Acıyor musun?”
“Üzülüyorum.”
“Artık hak veriyorum annemin bile beni sevmemesine.” Ben bile çoğu zaman kendime çekilmez birisiymişim gibi geliyorum.
Sanki bu söylediğime sinirlendi, bu yüzden zaten sıkı sarılmıyormuş gibi daha da sıkı sarıldı ve nefes alamayacağım raddeye geldiğimde bile beni bırakmadı. Sarılmasını öpüşmesine benzettim, ikisinde de zaman aşımına gidiyor, canım yanana kadar devam ediyordu.
“Ben de dışarıya çıkacağım, seni bırakayım,” dediğinde başımı sallayıp geriye çekildim. Ona, “Nereye gidiyorsun?” diye sordum.
“Bazı işlerim var.”
Cevap vermesini isteyerek dik dik baktım.
O da bana baktı.
Sonra içeri girip yanıma kot ceket aldım. O sırada Duman’ın çalan kapıyı açmaya gittiğini gördüm. Gelen Muhammet’ti. Duman’la selamlaşmak için elini uzatmıştı ve Duman da dik dik onun uzattığı eline bakıyordu. “Elimi sıkacak mısın abi?”
Duman onun elini sıkarak gözlerinin içine baktı. Muhammet bu psikolojik baskıdan sıkılmış şekilde oflayıp Duman’ın yanından geçti. “Sevgilim nerede?”
Ben sırıtırken Duman boynunu iki yana kütleterek ona döndü ve Muhammet’in arkasından kıskanç şekilde baktı. “Ada odasında, salona geçin, takılın.” Oflayıp ensesini kaşıdı. “Biz Mahşer’le dışarıya çıkacağız, birkaç saate döneriz.”
“Güzel,” dedi Muhammet sırıtarak ve Ada’nın odasının kapısını çalıp içeriye girince Ada’nın neşeli çığlığını duyduk. Muhammet kapıyı kapattığında Duman gözlerini yumdu, ona sırıtmamı kaçırmış oldu. Sabırla soluyarak portmantodan ceketini aldı. “Ada’yı seviyor, yanlış bir şey yapmayacak,” diyerek kendisini rahatlattı.
Bir şeytanlık yapmamak için dudaklarımı ısırarak sırıtır halde portmantodaki ayakkabılarımı aldım, iplerini bağlarken, “Sırıtma,” dediğini duydum.
“Kardeşini koruman çok tatlı,” dedim sırıtmayı sürdürerek.
Daireden çıkıp arabaya geçtik. Bu sefer şoför koltuğuna ben oturdum, arabayı kendi evime sürdüm. Duman dizlerime koyduğum ceketimi alıp arka koltuğa fırlattı, böylelikle elbisemin altındaki esmer bacaklarım ortaya çıktı. Dikkate almadan eve ilerledim ve Duman elini dizime koyup camdan dışarıyı izlerken annemin bu kez bana nasıl davranacağını düşündüm.
Eve geldiğimde ikimiz de indik. Her ihtimale karşı ceketimi arka koltuktan aldım ve evin kapısına doğru hareket ederken, Duman kolumdan tutup beni durdurdu. Beni hızla göğsüne çekince atkuyruğum yüzüne çarptı ve çenemi tutup başımı arkaya yatırdı, alnımdan sertçe öptü. “İşim bittiğinde seni ararım, eve beraber gideriz.”
“O anki moduma bağlı.”
Kafasını iki yana sallayıp atkuyruğumu bıraktı. Ben bahçe kapısından girdiğimde orada kalıp arkamdan baktı. Sokak kapısında durunca ayağımla yerde ritim tutmaya başlayıp tırnağımı kemirdim, sonraysa kapıya sertçe vurdum. Birkaç saniye sonra kapıyı Enes açınca onu göğsünden iterek içeriye girdim. “Annem nerede?”
“Odasında. Nasılsın?”
Ceketimi koltuğa bırakıp ona şöyle bir baktım. “Ne yapacaksın nasıl olduğumu?”
Derince soluyup elini saçları arasından geçirdi. “Ne zaman inanacaksın seni gerçekten önemsediğime?”
Gerçekten burada mı kalacaktı artık? Hep annemle mi? Annem onu affetmiş miydi? Ona olan öfkemi unutamıyordum, terk edilişimi de. Kalbim ona, bir daha onarılmayacak şekilde kırılmıştı. Ben göstermek istemesem de bazen duygularım saydamlaşıyor, nadiren de görünüyordu. Görmesini istemeyerek bakışlarımı kaçırdım. “Neler yapıyorsun?”
Onu terslemeden konuştuğuma inanamıyormuş gibi bocaladı, sonraysa gülerek yaklaştı. “İş buldum, çalışmaya başladım.”
İlgisiz görünmeye çalışarak, “Ne işi?” dedim.
“Bir kulüpte güvenlik görevlisi olacağım.”
“Ah, harika! Çok dayak yersin!” Annemin odasına ilerlediğimde bu halime güldüğünü duydum ve kapıyı açıp odaya girdim.
Annemi üzerini giyerken görerek şaşırdım, çünkü dışarıya çıkmak için hazırlanıyor gibiydi. Dışarıya pek çıkmazdı, evde oturmak her zaman ilk tercihiydi. Nereye gidiyordu? Gömleğine baktım, ona bu gömleği almamın üzerinden yıllar geçmişti, hiç de üzerinde görmemiştim.
“Nereye gidiyorsun?” diye sordum dikkatini çekerek.
Bana bakıp parmaklarını kaldırdı. Enes beni dışarıya götürüyor.
Bu nereden çıkmıştı? Annem pek dışarıya çıkmazdı, en azından benimle… Enes onu nasıl ikna etmişti? Belki abimi babamın mezarına sürükleyebileceği için dışarıya çıkmayı kabul etmişti. Gergince tırnaklarımdaki ojeleri kazımaya başlayıp “İlaçlarını alıyor musun?” diye sordum.
Başını sallayıp gömleğinin son düğmesini de kapattığında sabırsızlıkla bana bir şeyler sormasını bekledim. En son beş gün önce gelmiştim, üzerinden geçen günlerde nasıl olduğumu, neler yaptığımı hiç mi merak etmiyordu? Her geldiğimde bana beni merak ettiğini ifade eden şeyler sormasını bekliyordum ama hiç sormuyordu.
Ben bir şeyler sormasam öylece susmaya devam edecekti.
Bana döndüğünü görünce göz teması kurduk ve parmaklarını kaldırınca biraz heveslendiğimi hissettim. Seni Duman mı bıraktı?
Hemen başımı salladım. “Evet, onun da bir işi vardı, evden beraber çıktık.”
Komodindeki saç fırçasını alıp başka şey demeden sarı saçlarını taramaya başladı. Tırnaklarımdaki ojeyi daha sert kazıdım ve bunu devam ettiren sadece ben olacağım için “Abim iş bulmuş,” dedim.
Başını salladı.
İşaretparmağımdaki ojeyi kazıyana kadar bir şeyler söylemesini bekledim ama dakikalar geçmesine rağmen parmaklarını hareket ettirmedi. Yatağın ucuna yaklaştım ve o saç fırçasını bırakıp kalktığında yumruğumu sıkıp gevşettim. “Dün kaza geçirdim, az daha bir arabanın altında kalıyordum,” dedim.
Başını kaldırıp baktığında bana bu yalanı söyletenin hangi duygum olduğunu düşünüyordum. Bakışlarını yüzümden sonra vücudumda da dolaştırdığında sıktığım yumruklarımı arkama sakladım. Bir şeyim olmadığından emin olunca arkasını dönüp dolabından bir ceket aldı.
Bunu Duman’a söyleseydim dikkatli olmam gerektiğiyle ilgili bin tane şey söylerdi fakat annem…
Yanımdan geçip odanın kapısına yürüdüğünde, “Bir kez,” diye fısıldadım hissizce. “Bir kez olsun nasıl olduğumu sorsana anne.”
Bu onu, önünde durduğu kapıyı açmaktan alıkoydu ama yine de yüzünü dönmedi bana. “Hiç mi merak etmiyorsun geçtiğimiz günlerde neler yaptığımı, kimlerle olduğumu, ne yiyip içtiğimi…”
Beni sevdiğini fark etmesini sağlamak istedim ama… Artık beni seviyor muydu? Başını omzunun üzerinden bana çevirip sanki hiç bilmediği bir dilde konuşuyormuşum gibi bakınca, kelimelerle kalbi kırılanın sadece ben olduğumu anladım. “Konuşamıyorsun ama parmaklarınla cümleye başladığında bile… Kızım demiyorsun bana. Nasıl bu kadar görmezden gelebiliyorsun beni? Ben kendime kalpsizim deyip duruyorum ama ben bile görmezden gelemiyorum bunu. Sen nasıl yapıyorsun anne?”
Neden söylüyordum bunları? Neden gösteriyordum bu zayıflığı? Benim tarzım değildi birisine benimle neden ilgilenmediğini sormak ama işte… Annemle olan hesabımı kapatmalıydım.
“Kızım, yanlış anlıyorsun bile demiyorsun. Hâlâ duvara doğru konuşuyormuşum gibi bakıyorsun bana.” Kolunu bir hışımla bıraktım. “Abimle neden dışarıya çıkıyorsun? O mu istedi sen mi? Benimle neden çıkmıyorsun dışarıya? Seni sürekli dışarıya çıkarmayı isterdim, gelmezdin. Abimle gidiyorsun. Neden? Onunla vakit mi geçirmek istiyorsun? Çünkü onu özledin, çünkü yıllarca yoktu. Bu onu değerli mi yaptı, tekrar gitmesinden mi korkuyorsun? Ben? Beni kaybetmekten hiç korkmuyorsun değil mi? Çünkü ben zaten hep vardım. Hiç kaybolmadım, hep seni düşündüm. En kötü olduğumda bile iyiliğini düşünmekten vazgeçemedim. Gitmemden hiç korkmadın ki anne. Ama şimdi abimin gitmesinden korkuyorsun. Onu bir kez daha kaybetmemek için ılımlı davranıyorsun. Ben hata mı yaptım kalarak? Gitmeyerek? Gitsem, seni terk etsem daha mı değerli olacaktım?”
Bunları ona söyleyebileceğimi hiç düşünmemiştim ama kelimeler dudaklarımdan öyle bir dökülüyordu ki önünü alamıyordum. “Uzun zamandır aynalara bakamıyorum anne. Hep düşündüm ki, ikiyüzlü birisi olduğum için aynalara bakamıyorum… Fakat öyle olmadığını anladım. Sen benim suratıma bakmadığın için ben aynalara bakamıyorum anne. Sen kafanı çevirip bakmadığın için yüzümde bir şey varmış gibi hissediyordum, bu yüzden aynaların önünden hep çekiliyordum. Biliyor musun, sabahları saçlarımı yaparken bile bakamıyorum aynaya ya da rujumu sürerken…”
Kızın olarak senin hakkında yine yanıldım anne, çünkü söylediklerimi umursayacağını sandım ama hiçbir şey söylemedin. Kendime hissiz derdim ama annem belli ki bana karşı daha hissizdi. İşte o saniye, içimdekileri söylediğim için pişmanlık duydum ama bu kadar söylemişken geri adım da atmadım. Yumruklarımı arkama doğru saklayarak bağırdım.
“Ölsem umurunda bile olmam değil mi? Keşke deneyebilsem, kendimi öldürüp neler hissedeceğini görebilsem! Ve hiçbir şey hissetmediğini görüp tekrar ölebilsem.”
Parmaklarını kaldırmaya çalıştı ama ne söyleyeceğini umursamadan, “Üniversite hayatım boyunca kendime bilerek zarar verdim,” dedim dişlerim arasından konuşarak. Öyle öfkeli nefes veriyordum ki saçlarım uçuşuyordu. “Sen umursa, ne olduğunu sor diye gözüne soktum yaralarımı. Hiçbir şey yapmadın! Hiçbir acım için kaygı duymadın. Bana değersiz olduğumu öyle bir hissettirdin ki birisi benim için bir iyilik yaptığında şaşırıp kalıyorum. Fakat artık benden bu kadar. Hakkımda, sevilmediğime karar verdiysen benden buraya kadar. Ben o gecenin değil, senin eserinim anne.”
Yürüyüp yanından geçtim ve odanın kapısını açıp dışarıya çıktım, başımı yerden kaldırmadan sokak kapısına yürüdüm. Enes önüme çıkacak gibi oldu ama gözlerimi çevirip baktığımda bunun kendi hayatı için pek sağlıklı olmayacağını anladı. Buna rağmen bana yaklaşıp ben kapıyı açarken, “Hemen mi gidiyorsun?” dedi.
“Aile saadetinizi bozmayayım!”
Ayakkabılarımı giyip çıktım, evin bahçesini yürürken peşimden gelmeye çalışmasını umursamadım. Bahçeden çıkana kadar adımı seslendi fakat umursamadım. Eh, abim beni annemden bir tık fazla umursuyor gibiydi. Ne mutlu bana!
Ceketimi unuttuğumu fark etsem de eve geri dönmedim, kollarımı kendime sarıp sokağın köşesine dek nefes almadan yürüdüm. Yumruklarımı sıkarak yaşamaya alışmıştım. Hayata meydan okudum ama onun istediğini yapabildiğini unuttum. Hayatın hep gerisindeydim, bu yüzden hazırlıksızdım. Bin defa da bana bir şey olmaz desem de sevgi söz konusu olduğunda bana bir şeyler oluyordu.
Telefon kılıfımın arkasından yüz liramı çıkarıp eve dönmek için bir taksi aradım. Yüz lira yeterli olacaktı. Caddeye çıkıp trafik lambasının önünde bekledim, elimi sürekli bir taksi çevirmek için kaldırdım. Boş taksi gelince de koltuğa oturup adresi söyledim. Eve gidene kadar da söylediklerimi düşündüm. Kahretsin, zayıf mı davranmıştım? Annemin karşısında hep dik ve sert durmuştum. Şimdi kafasındaki o imajımı yerle bir mi etmiştim?
Eve gelip de kapıyı çaldığımda açılması zaman aldı. Az sonra Muhammet açtığında içeriye girip ayakkabılarımı çıkardım, görmeye ihtiyacım varmış gibi, “Duman geldi mi?” diye sordum.
Beni süzerek, “Hayır,” dedi. “Yeni gittiniz sayılır, neden bu kadar erken döndün?”
“Seni ilgilendirmez.”
Duman’ı hemen göremeyeceğim için sinirlerim biraz daha bozuldu. Lavaboya geçip ellerimi sertçe yıkadım ve kana kana su içmek isteyerek mutfağa geçtim. İçtiğim iki bardak soğuk su dişlerimi sızlattı. Duman’la kaldığımız odaya geçtim ve kapıyı çarparak yatağa yaklaştım, ucuna doğru oturup yumruklarımla kırmızı yatak örtüsünü sıkmaya başladım. Taksiye atlayıp eve geldiğimden beri nefes alışverişim hırıltılıydı, burnumun içi sızlıyordu.
Acı çekiyormuş gibi yatağın ortasına yerleşip bacaklarımı kendime çektim, kıvranmaya başladım.
Neden her dönüşümde böyle hissetmeme rağmen o eve gidip ısrarla annemi görüyordum? Annem olduğu için mi? Ölmesinden korktuğum için mi? Çok derinimdeki bir ses, oldukça kısık bir ses, annem ölse bir daha böyle hissetmeyeceğimi söylüyordu. Sevgisini istediğim son insan da yeryüzünden gittiği için çabalamama gerek olmayacaktı, rahatlayacaktım. Fakat diğer yandan… Onu kaybedeceğim için inanılmaz acı çekecektim.
Annem de benim için, varlığım için bir şeyler hissetsin istiyordum.
Artık istemeyeceğim.
İstemeyeceğim.
Gözlerimin yaşardığına inanamadım. Kirpiklerime sürdüğüm maskarayı hatırladım. Kendimi yenilmez saymıştım, bu yüzden maskaramın gözaltlarıma akacağını hiç düşünmemiştim. Şimdi böyle mi olmuştum? Belki de aynaya bakmazsam görmezdim, böylelikle ağladığımı kabul etmeme de gerek kalmazdı.
Gözlerimi duvara dikip güneş batana kadar kılımı kıpırdatmadım. Duman’ın odasını sevmemin sebeplerinden birisi de güneş battığı zamanlarda odanın sararmasıydı.
Gözlerimi kapatacağım sırada oda kapısının gıcırtısını duydum. Sırtım kapıya çevriliydi ama Ada giremeyeceği için gelen Duman’dı. Kapıyı sessizce kapatınca uyuduğumu düşündüğünü anladım. Yavaşça içeride hareket etti, duvarda uzayan gölgesini seçebiliyordum. Birazdan da omuzlarıma battaniye örttüğünde, gözlerimi kaldırarak ona baktım ve ellerini geriye çekerken uyumadığımı fark etti. Yatağın kenarına yaklaşıp yüzümdeki saçı çekerken, “Seni aradım, neden açmadın?” diye sordu.
“Duymadım galiba.”
Yüzüme doğru eğilip çenesini omzuma yasladı, gözlerime yoğunlaştı. “Galiba?”
“Çalıp çalmadığını hatırlamıyorum,” dedim hissizce ve tekrar duvara döndüm.
Evet, sen haklıydın Duman, gittiğim için pişman oldum. Bunu zaten yüzüme baktığı an o da gördü. Bunu saklamayı beceremiyordum ya da artık Duman’dan bir şey saklamak istemiyordum. Parmaklarımı, üzerime örttüğü battaniyenin altında birkaç kez stresle çıtlattığımda, “Mutsuzsun,” dedi düşünceli sesle.
Bir anda, onu da hazırlıksız yakalayarak yataktan doğruldum ve kendimi Duman’ın kollarına doğru atıp hıçkırarak ağlamaya başladım. Şoke olduğunu, elleri bana sarılmadığında anladım. Tişörtünün yakalarını yumruklarım arasında sıkarken ağlayışımı kendi kulaklarımda duydum. Annemin sevgisi geri gelmeyecekti, ölmüştü, kalbinde küçücük dahi bir yerim yokmuş gibi hissediyordum.
“Gül Dikenim,” dedi ama ağlamamam için bir şeyler düşünüyormuş gibi birkaç saniye sustu. “Gözlerinin içi kıpkırmızı olacak, gül kadar kırmızı… Sadece bir iki kez ağlarken gördüm seni, gözbebeklerinin etrafındaki o kırmızılığı hatırlıyorum. Şimdi yine öyle görünecek gözlerin.”
Gözyaşlarımın tişörtünü ıslattığını hissediyordum, o kadar mı çok gözyaşı döküyordum? Bunu Duman’ın yanından başka hiçbir yerde yapmazdım, kimsenin göğsüne kapanıp ağlamazdım. Güvende hissedince bunu yapmıştım. “En son ağlayan sendin,” dedim boğazımdaki yumruyla. Babasının kaybından üç gün sonra onu balkonda ağlarken görmüştüm ama o gördüğümü bilmiyordu. Bu yüzden beni tutan kolları şaşkınlıkla kasıldı. “Ağlamak iyi gelmişti,” dedi ne hissettiğini hatırlamaya çalışarak.
“Eve gittiğimde…” Titreyen dudaklarımı ısırıp iç çektim. “… anneme bağırdım, kavga ettim onunla. Aslında bana hiçbir karşılık vermedi, sadece ben konuştum onunla. Çünkü… Bana hiçbir şey sormadı, günler sonra eve gittim, nasılsın bile demedi. Sanki duvarla konuşuyormuş gibiydim, tepkisizliğine tahammül edemedim. Ağzıma ne gelirse söyledim, şimdi hatırlamıyorum bile neler söylediğimi… Bunca zamandır yapmamıştım bunu, şimdi neden yaptığımı bilmiyorum.”
Parmakları simsiyah saçlarımın arasında dolaşırken ağlamamı destekler gibi sakindi. “İnsan insanı çıldırtır Mahşer. Sen de çıldırdın sonunda.”
“Ama ağlıyorum,” dedim kendime sinirlenerek.
“Ağladın diye ne oldu sanıyorsun Mahşer? Herkes işini gücünü bırakıp Mahşer ağladı diye mi düşünecek, seninle dalga mı geçecek? Bir kez olsun ağladığında sadece bununla ilgilen, ağlamanın seni zayıf düşürdüğü saçmalığıyla değil.”
Haklı olduğu için sinir bozucu bir ses çıkardım, homurdanmak istedim ama ciddiyetle konuştuğu için çocukluk etmek istemedim. “Ben böyle biriyim Duman. Nasıl biri olduğum hakkında sürekli tartışmak istemiyorum.”
Göğsü başımın altında hareket edince derin bir nefes aldığını anladım. “Ben böyle biriyim diyerek içinden çıkamayacağın durumlar vardır Mahşer, sevgilim.” Son kelimeyi tekrarlamasını istedim. “Ama hadi, bu kez de çıktın sayalım… Abinle ne oldu? Onunla kavga ettin mi?”
Islak yanaklarımı tişörtüne doğru sürttüm ki yanağım kurusun. “Hayır, birkaç cümle, o kadar. İş bulduğunu söyledi, demek ki burada kalmaya kararlı. Bir ara sevgilisini bırakıp geldiğini söylemişti, o kıza ne olacak bilmiyorum. Ben çıkarken arkamdan geldi ama çok öfkeli olduğum için konuşamadı.”
“Anlıyorum abini, öfkeliyken sana yaklaşmak çok zor.”
Hah… Deneyimlemesem inanacağım. “O yüzden mi birçok kavganın sonunda beni öpüyorsun? Bana yaklaşamadığın için mi? Ne komik.”
Oyuncu bir tavırla saçlarımı çekti. “O farklı bir ateşli durum.”
Kafamı az geriye çektim ama yüzümü kaldırmadım, tişörtüne baktığımda maskaranın bulaştığını gördüm. Parmağımla silmeye çalıştığımda ne yaptığıma bakıp elimi durdurdu. “Çıkaracaktım zaten.”
Yüzümü kaldırıp ellerimle bu kez gözlerimi silmeye çalıştım. “Gözlerimin altına da akmış mı?”
Dikkatle yüzüme bakıp, “Biraz,” dedi. Yaklaşıp dudaklarını ıslanmış dudağımın ortasına sertçe bastırıp geriye çekildi. Dudaklarım ıslandığı için rujum dağılıp yumuşamıştı, kolayca onun dudaklarına iz bırakmıştı. “Aynadan baksana.”
Yatakta gerileyip arkamı döndüm. Çarşafı düzeltmeye başladım. Duman arkamda sert bir soluk verdi.
“Ne yapıyorsun?” Omuzlarımı silkip yastığımızı da düzelttim. Kolumdan tutup beni kaldırana kadar buna devam ettim ve odadan çıkardığında kaşlarımı çattım. Sert yürüyüşüyle koridorda ilerledi.
“Ne yapıyorsun Duman ya?”
“Geç,” diyerek banyonun kapısını açtı ve ben içeriye çekerken, Ada ile Muhammet’in gülüşmelerini salondan duydum. Işığı yaktığında neler çevirdiğini anlamayıp çıkmayı denedim ama belimden tutup beni aynanın önünde sabitledi, arkama geçip musluğu açtı. “Yüzünü yıka.”
Gözlerimi devirip avucuma su doldurdum, yüzümü birkaç kez yıkadım. Elime siyahlık bulaşmıştı, sinir olup kafamı kaldırdım ve o esnada Duman çenemi, kafamı hareket ettiremeyeceğim şekilde sabit tuttu. Böylelikle yüzüm tamamen aynanın hizasındaydı, bakışlarımın odağında da yalnızca ayna vardı ve aynanın üzerindeki kehribar renkli gözleri.
“Bak aynaya,” dedi ama zaten hareket edemediğim için istemesem de aynaya bakıyordum. Beni zorladığı şeye sinirlensem de aynadaki yansımamı izledim. Gözlerimin etrafı siyahlaşmıştı, rujum da dudağımdan yanağıma doğru kaymıştı. Gözlerim bahsettiği gibi kızarmıştı, gül kadar kırmızı olmuştu. “Ne kadar güzelsin, baksana.”
Kendimi ağlamış, zayıflamış şekilde gördüğüm için, “Duman,” diyerek çekilmeye ve başımı eğmeye çalıştım. Çenemden tuttuğu için kolayca önledi bu hamlemi ve kafamı arkaya doğru yatırdı. “Aynaya baktığında ne görüyorsun da bakmak istemiyorsun Mahşer?”
“Aynaya bakmak var olduğumu kabul etmek oluyor sanki. Nasıl biri olduğumu, nasıl biri olamadığımı… Yaptıklarımı, yapamadıklarımı. Aynaya baktığımda kendimi, olmayı istemediğim halimle görüyorum. Ve kendim hakkında bilinçlenmek istemiyorum.” Parmak uçlarımla gözaltıma bulaşan maskarayı sildim. “Üstelik annem bile bakmıyor bu yüze, kafasını şöyle bir çevirip süzüyor beni sadece. Sonra önüne dönüyor.”
“Sana, senin aynalara davrandığın gibi davranıyor.”
Aynanın önünden çekilmek için bir daha hareket ettim ama kendisini bana, beni de tezgâha yaslayıp dudaklarını saçlarımın üstüne bastırdı ve aynadaki gözlerimle kesişti bakışları. Hikâyemizde onu hep bir avcıya benzetmiştim, o da beni ceylana. Ok hiç kalbime saplanmamıştı ama hep onun elindeydi. “Aynaya bak Mahşer, aynaya bak ve güzel olduğunu söyle.”
Mesele hiçbir zaman ne kadar güzel göründüğüm olmamıştı; mesele ruhumda bir güzelliğin kalmamış olmasıydı. Yapmak istemeyerek başımı önüme eğmeye çalıştım ama kulağıma bir kez daha, “Güzel olduğunu söyle,” diyerek kolumu okşadı. “Gözlerini kaçırmadan bak kendine. Sana her zaman dürüst oldum Mahşer. Her zaman. Eğer aynaya bakamayacağın kadar utanacağın bir yüzün olsaydı bunu da söylerdim sana.”
O insanları öldürmeyi istediğimi öğrendiğinde verdiği tepkiyi hatırladım, gerçekten sakınmadan söylemişti ağzına gelenleri. Bu konuda da dürüst mü davranıyordu? “Kimler neler neler yapıp bakıyor aynaya Mahşer. Sen mi bakamayacaksın?”
Gözlerim aynaya döndü ama kendimi değil, onu izledim. “Hep ben kötü bir insanım diyorsun ama yaptığın ne var senin? Söyle bana. Tamam, dilinin kemiği yok, empati yeteneğin gelişmemiş, çok hoşgörülü değilsin ama yaptığın kötü bir eylem yok. Hırsızlık yapmıyorsun, adam yaralamıyorsun, yalan söylemiyorsun, iftira atmıyorsun, aldatmıyorsun, ihanet etmiyorsun. Daha sayabileceğim bir sürü kötülük var fakat sen hiçbirini yapmıyorsun ki.” Gözlerimiz nihayet tekrardan birleşti. “Bu yüzden aynaya bakabilirsin.”
Beni düşündürmeye başladığı için sinirlendim. Evet, saydığı kötülükleri yapmıyordum ama gıcık, sinirleri bozan bir insandım, bunu inkâr edemezdi. Fakat dediği gibi sadece böyle olduğum için aynaya bakmamalı mıydım?
“Ama gerektiğinde saydığın kötülükleri yaparım Duman, biliyorsun.”
Başını salladı biliyorum dercesine. “Fakat yapmadın, eyleme dökmedin. Bu yüzden aynadaki aksinden utanç duymamalısın.”
Ellerimi tezgâha koyup aynaya biraz daha yaklaştım ve omuzlarıma dökülmüş saçlarıma, kapalı dudaklarıma, esmer tenime baktım. Gözlerimin renkli oluşu parlıyordu tenimde. Kirpiklerim kısa ama yoğundu. Düşünceli halim bakışlarıma da yansımıştı ve Duman’ın arkamda oluşu beni tamamlıyordu.
“Güzel olduğunu söyle,” dedi bir daha, buyurgan bir sesle.
Elimi yanağıma koydum, tenim sıcaktı ama elim soğuk. Omuzlarımın dimdik duruşunu izlerken, “Güzelim,” diye mırıldandım ama o istediği için mi söyledim, kendimi öyle gördüğüm için mi bilmiyordum.
Gülümseyişi aynaya yansıdı, yanağımdaki elimi kibarca tuttu. “Çok güzelim, de.”
“Çok güzelim.”
Takdir eden bakışlarını gördüm ama ondan daha çok kendi bakışlarımla ilgilendim. Çok uzun zamandır aynanın önüne geçip bakışlarımı izlememiştim, demek düşünceliyken böyle görünüyordum. Duman saçlarımı düzeltip beni serbest bırakmadan önce kafamdan öptü, iç çektim. “Ben de her gün bu yüze bakarak iç çekiyorum işte.”
“Aynaya böyle dikkatle bakınca fark ettim… Sanki dudaklarıma dolgu gerekiyor.”
“Ne?” dedi ağzı bir karış açık kalırken.
Sırıtarak göz kırptım. Aynadaki yansımama bakmaya devam ettiğimde alnını kaşıyarak güldü. Esprilerimi geç anladığı zamanlarda çok tatlı görünüyordu, gülerken de. Onun bu haline gülerken dişlerimden birkaçının göründüğünü fark ettim, öndeki iki dişim. Tavşana benzetmiştim kendimi.
“Abi?” Ada’nın sesini duyunca Duman’la aynı anda tepki verip başımızı kapıya çevirdik. “Telefonun çalıyor iki seferdir, bakar mısın?”
“Bir yerden arama bekliyordum,” diyerek yanağımdan makas aldı. Ben onu aynada izlerken, Duman kapıyı açıp çıktı. Hızlı adımlarla koridoru yürüyünce kimden arama beklediğini merak ettim, kendime son kez bakıp banyodan çıktım. Duman’ın söylediklerini düşünerek odaya yürüdüm ve kapının önünde durup sırtını izledim. Telefonu açmış, konuşmuyor, sadece dinliyordu. Saçlarımı parmağıma dolayıp sertçe çekiştirmeye başladım. “Evet tabii,” diyordu, bense verdiği cevapları dinliyordum. “Anlıyorum. Evet, hemen başlayabilirim.” Nereye başlıyordu? “Hı hı. Tamamdır, görüşürüz o halde.”
Konuşmayı bitirip bir süre hareket etmedi, sonra arkasını dönerek telefonu yatağa fırlattı. Suratında biraz tedirgin bir ifade görünce, merakla “Kimdendi o arama?” diye sordum. Duman kıyafet dolabına yürüdü ve dolabın sol tarafında tuttuğu gömleklere bakarken, “Ütü yapmayı biliyorsan benim için bir tanesini ütüler misin?” diye sorup siyah olanı seçti. Askıdan çıkarıp seçtiği gömleği yatağa atarken, gözlerini benim gözlerime sabitledi. “Hafta başı öğretmenliğe başlıyorum.”
BÖLÜM SONU.
Yorumlar yükleniyor...