0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

SON

Yazı Boyutu
100%

SON

 

“Sokağın köşesindeki o ablaydı sevdiğim kadına bir gül almamı söyleyen. Ve yaptım bunu ama neden… Daha romantik olmasını istediğimden değil, güllerin kırmızılığı hoşuma gittiğinden. Ve Mahşer’e en çok kırmızı yakıştığından...”

DUMAN ALANGUVA.

20 gün sonra.

“Defterlerinizi açın,” dedim, ceketimi çıkarıp sandalyenin sırtına koyarken.

Sınıfta bir homurdanma oluştu. Ardından çanta fermuarlarının ve defterlerin sıraya vurma sesleri kulağıma geldi. Mahşer’in dün gece, kendi isteğiyle ütülediği beyaz gömleğimin kollarını içeriye doğru iki kez kıvırarak başımı çevirdim ve iki haftadır öğrencilerim olan çocuklara baktım.

En arsız olanı hemen gözüme çarptı, bakışları benimle temas etmesine rağmen haylaz sırıtışını saklamaya gerek görmedi. Sandalyemi çekip otururken ona, önüne dönmesini işaret eden bir el hareketi yaptım. Rahat bir tavırla önüne dönüp bu kez yanındaki arkadaşıyla konuşmaya başladı.

“Hocam, geciktiğiniz için bugün gelmeyeceğinizi düşünmüştük, ders boş geçer sandık,” dedi arka sıralarda oturan bir kız öğrencim.

Sınıf defterini önüme çekerken, “Belliydi,” dedim ve hepsine imalı şekilde baktım. “Sınıftan içeriye girdiğimde hepinizin suratında bir hayal kırıklığı oluştu.”

Kimisi utanırken kimisi güldü. Ben başımı sınıf defterine eğerken tekrar konuşmaya başladılar. Öğretmenlik için neden bir liseye başvurmuştum ki belki ilkokul çocuklarıyla daha iyi anlaşabilirdim… Sabırla soluyup yoklamayı almaya başladım ve gelmeyenleri işaretleyip yerimden kalktım. Akıllı beyaz tahtaya yürürken, tahta kaleminin kapağını açıp masaya fırlattım. Birkaç öğrencim buna gülerken, “Okulların kapanmasına az kaldı, ders işlemeyelim bence artık,” dedi bir erkek öğrencim.

“Sana fikrini soran olmadı.” Şakağımı okşayıp son derste nerede kaldığımızı hatırlamakla geçirdim birkaç saniyeyi ve sonra başımı omzumun üzerinden arkaya çevirip bana bunu söyleyen öğrencime baktım. “Okulların kapanmasına henüz bir ay var . Bir ay okula öylesine mi gelmek istiyorsun?”

“Evet.”

Birkaç gülme sesi gelince başımı hızla çevirdim ve sınıfta aniden oluşan sessizlikten sonra sıraların arasına doğru yürümeye başladım. Benimle tartışası varmış gibi davranan öğrencimin sırasında durup eğildim, ellerimi sıraya koyup uzun saniyeler boyunca gözlerinin içine baktım. “Matematik dersini sevmiyor musun?”

Sınıfta sessizlik hâkimken, genç öğrencim gözlerini kaçırmadan omuzlarını silkti. “Kim seviyor ki?”

“Ben,” diyerek onun omzunu sıktım ve o genzini temizlediğinde, sevimsizce gülerek geriye çekildim. “Ve sevdiğim şeyler konusunda hassas olduğum için dersimde bir daha saygısızlık etmemeni isteyeceğim senden.”

“Saygısızlık etmedim,” dedi kızararak.

“Öğretmenlerinle bu seviyede konuşmamalısın,” dedim elimi omzundan çekerken. “Kimse seni hoş karşılamak zorunda değil.”

Çocuk etrafına baktı. Sınıftaki sessizlikten ve herkesin onu izlemesinden rahatsız olmuş gibiydi. Rencide etmek değildi amacım, sadece onu uyarmak istedim.

“Anladım hocam.”

“Sevindim.”

Doğrulup tahtaya geri yürürken sınıftaki sessizlikten memnuniyet duydum. Bunu bağırmadan başardığım için de rahatlamış hissettim. Sınıfımdayken öğrencilerime bağırmak, onlara ceza vermek istemiyordum. Onları ciddiye alıyordum, onların da beni ciddiye almasını istiyordum. Uysal bir karakterim olmadığından sakin kalmak benim için çok çaba gerektiriyordu ama idealist bir eğitimci olma arzum daha baskındı. Onlara öylesine bir öğretmen gibi olmak istemiyordum.

“Öğretmenim ödev vardı.”

Derslerde en çok parmak kaldıran öğrencimin sesini duydum. Akıllı tahtaya yasladığım kalemi çekip arkamı döndüm ve öğrencime gülümsedim. Birkaç kişi bunu bana hatırlattığı için ona kızgınca bakıyordu ama ben zaten unutmamıştım. “Aklımdaydı Leyla, teşekkür ederim.”

Leyla utangaç şekilde başını sallayınca önüme dönüp dersin konusunu yazdım. Sonra elimdeki tahta kalemle beraber sıraların arasında dolanıp ödevi kimin yapıp yapmadığına şöyle bir göz gezdirdim. Bir hafta önce onlara güvendiğim bir test kitabını önermiştim ve dersten sonra da üç testi çözmelerini istemiştim. Sınıfın yarısından çoğu dersini yapmadığı için biraz gerildim ve ellerimi belimin iki yanına koyarak ödevini yapmayanlarla göz teması kurdum. Birçoğu suçlu bakışlarını kaçırırken, “Bu hafta vereceğim ödevi sadece geçen hafta verdiğim ödevi yapmayanlar yapacak,” dedim ve sınıftaki huysuz homurtu çıkaranlara sertçe bakıp sessizliği oluşturdum.

Tahtaya dönüp dersi işlemeye başladığımda öğrencilerin birçoğu ilgisiz kaldı, hatta birkaçı derste uyuma cüretini göstermeye kalkıştı. Onların sırasına gidip omuzlarına vurdum ve irkilerek başlarını sıradan kaldırdıklarında, “Günaydın,” dedim sertçe.

Sınıfta tekrar bir sessizlik oluştu ve kimse bir daha derste uyumaya cesaret etmedi. Tahtaya, polinomlarla ilgili formülleri yazarken not almaları gerektiğinin altını çizdim. Onlar not alırken ben masama yaslanıp kollarımı göğsümde kavuşturdum. Sol ayağımı sağ ayağımın önüne atıp sınıfı süzdüm. Birkaç erkek öğrencinin not almadığını fark edince gidip sıralarının önünde ağzımı bıçak açmadan dikilmeye başladım, bunun üzerine defterlerini çıkarıp not almaya başladıklarında takdir edercesine omuzlarını sıkıp yerime döndüm.

“Hocam parmağınızdaki yüzük yeni mi? Düne kadar yoktu.”

Bunu söyleyen yaramaz kız öğrencimle beraber sınıfta bir curcuna oluştu, fısır fısır konuşmalar başladı. Hadlerini aşmamaları için bu konuyu hemen kapattım. Dönüp sınıfıma bakarken, işaretparmağımı sessiz olmaları için dudağıma bastırdım. “Hepiniz not aldınız mı? Devam ediyoruz.”

“Hocam siz de hiç havadan sudan konuşmuyorsunuz.”

Pantolon cebimden mendil çıkarıp ensemdeki nemi sildim. Onu cebime geri koyduktan sonra tahtaya ilerledim. Yazılanları sildikten sonra, az önceki formülü kullanarak çözecekleri bir problem yazdım.

Sınıfa dönünce de, “Kim çözmek istiyor?” diye sordum.

Birkaç hevesli el kalktı. Soruyu doğru çözebileceğini bildiğim öğrencilere ve bir de gözlerini kaçıranlara bakıp, “Tahtaya çıkma cesareti gösterene ben de yardımcı olacağım,” dedim başımı da sallayarak.

Bunu söylediğimde birkaçı daha parmak kaldırdı, daha az cesur görünenlerden birisini kaldırdım ve tahtaya geldiğinde kalemi ona verdim. İşlemi doğru şekilde yapmaya başladı ama bir noktada karıştırdı, yanına ilerleyip ona formülü hatırlattım ve bir hamlesini yapıp kalemi tekrar ona verdim. Problemin devamını yaptı ve sonuca doğru ulaştı.

Öğrencime göz kırparak yerine oturmasını söyledim. Masaya dönüp kitabımdan yeni bir soru ararken, telefon ekranımın parladığını fark ettim. Dikkatimi onlardan çektiğim için sınıfta hemen bir gürültü oluştu ve bu başımı kaldırıp, “Derhal sessiz olun,” dememe neden oldu.

Uzanıp telefonuma baktım, Mahşer mesaj atmıştı.

Gönderen: Gül Dikeni.

Öğretmenim cetvelinizi burada unutmuşsunuz. Çok üzüldüm.

Mesajına sırıtmamak için kendime sınıfımda olduğumu hatırlattım ve öğrencilerin vaktini çalmamak için çok oyalanmadan hızlıca yanıt yazdım.

Gönderilen: Gül Dikeni.

Unutmadım, evde bıraktım bebeğim.

 

Gönderen: Gül Dikeni.

Sana öğretmenim diyenlere bebeğim mi diyorsun?

Gözlerimi devirerek telefonu geri bıraktım, poker bir yüz ifadesiyle sınıfa dönüp konuşmalarını böldüm. İkinci problemi yazıp bir erkek öğrencimi tahtaya kaldırdım, o soruyu çözerken masaya oturup müfredata uygun kitabıma baktım.

“Doğru oldu mu hocam?”

Öğrencimin sorusunu duyunca başımı kaldırdım ve soruyu doğru çözdüğünü görüp sırıttım, buna karşılık gülümseyip yerine geçince sınıftaki gerginliğin kırıldığını fark ettim. Ensemi kaşıyarak kalan konularımıza baktım, iki haftada halledilirdi.

“Hocam sizin çözemeyeceğiniz matematik sorusu var mı?”

Öğrencimin, muhtemelen dersin kalanını kaynatmak için sorduğu sorudan sonra onunla göz teması kurdum. Dilimi dişlerimin arasında döndürerek, “Elbette,” dedim. “Benim de çözerken zorlandığım matematik soruları oluyor.” Sırıttım. “Ama çok nadiren.”

Sınıfta bir gülüşme oldu. Ardından bir çocuk, “Size sınıfça bir matematik sorusu hazırlasak?” dedi, artık neyine güveniyorsa… “Bakalım çözebilecek misiniz?”

Bu diğerlerini de heyecanlandırınca bunun derse ısınmaları için bir fırsat olacağını düşünerek sırıttım. Arkama doğru yaslanıp kollarımı göğsümde kavuştururken, “Öyle bir soru hazırlayabileceğinize güveniyorsunuz yani?” dedim.

Kararsızca onayladıklarında, “Peki madem,” dedim keyifle gerinerek. Kolumdaki siyah kayışlı saate baktım. “Bana öyle bir soru hazırlayın ki, çözerken soğuk terler dökeyim.”

Bu fikri öne atan öğrenci, “İstediğimiz kaynaktan yararlanabilir miyiz?” diye sordu.

Hınzırlığına sırıttım. “Soru tamamen aynı olmadıkça, evet.”

Öğrencilerim heyecanla birbirine bakmaya başlarken ben de problem kitabındaki sayfalara göz attım, ödev verdiğim sayfaları tahtaya yazdım. O sırada zil çalınca da gözlerimi kapatıp rahat bir nefes verdim, acilen bir sigaraya ihtiyacım vardı.

Son dersime girmeden önce bahçeye inip sigara paketimi çıkardım. Banka oturup içerken Mahşer’i aradım. Telefonu anında açmasına sırıttım ve ona ne yaptığını sordum. Hazırlandığını söyledi, nereye gideceğini sordum, cevap vermeden beni geçiştirdi ve hangi renk kıyafetini giymesini isteyeceğimi sordu.

Gözlerimi devirip sırıtırken “Kırmızı,” dedim.

Şaşırmadığını söyleyip telefonu kapatınca rahatsız şekilde etrafıma baktım. Birkaç öğretmen arkadaşla göz göze gelince rahatsız şekilde gülümsemeye çalıştım. Önüme tekrar dönüp ikinci sigarayı içerken, ayağımın ucundaki taşa vurmaya başladım.

Ağzıma naneli bir şeker atıp öğretmenler odasına girdim. Kendime kahve alırken, yine o tarih öğretmenine yakalanıp içimden küfrettim. Kadın, okula geldiğimiz ilk günden beri her soluğu yanımda alıyor, benimle flörtleşmeye çalışıyordu. Onu birkaç kez geri çevirmeme rağmen yılmamıştı, sanırım anlamazlıktan geliyordu.

“Hocam, kravatınız bozulmuş,” diyerek elini kravatıma götürünce hemen geriye çekilip rahatsız şekilde sert kahvemden bir yudum aldım. “Fark ettim hocam.”

Gülümsemeye devam edip bir tutam saçını parmağına doladı ve başını yanına yatırıp beni açıkça izlemeye başladı. Derhal yanından ayrılmak adına harekete geçtiğimde, “Daha ders zili çalmadı hocam,” dedi. Dolabıma ilerlerken, “Birkaç işim var,” diyerek geçiştirmeyi başardım.

Hoca, içecek tezgâhının orada durup bana bakmaya devam edince rahatsız şekilde dolaptan birkaç gereksiz dosyayı aldım. Sanki onlarla işim varmış gibi öğretmenler odasından çıktım. Kravatımı daha da bozarak koridorda süratle ilerledim. “Mahşer öğrense kadının aklını çıkartır korkudan…”

Son ders de bitince öğrencilerimin çıkmasını, masaya yaslanarak izledim ve sınıfımda kimse kalmayınca, ensemi ovalamaya başlayarak inledim. Bu veletlere sabretmek zordu, keşke üniversitede falan ders başına öğretmenlik yapsaydım; yetişkinlerle anlaşmak daha kolay olurdu. Sanırım…

Bunu bir düşünmeliydim.

Masadaki ceketimi elime alıp çantamı da kavradım. Sınıfımdan çıkarken kravatı tamamen çekip çıkarttım, gömleğimin iki düğmesini açıp yakamı çekiştirdim. Okulda illaki takım elbise giymek zorunda değildim ama ilk birkaç hafta ciddiyetimi yansıtsın diye takım giymeye karar vermiştim. Bunu söylediğimde Mahşer çok fena gülmüştü.

Nedense öğretmenlik yapmam Mahşer’e çok komik geliyordu.

Okul kapısından çıkarken, arkamda topuklu ayakkabı takırtısı duydum. Gözlerimi devirirken, “Hocam,” dedi öğretmenler odasındaki konuşmamızdan sonra, bir daha. “Gidiyor musunuz?”

Arkama dönmeden başımı salladım, zaten Nalan öğretmen yanıma yürüdüğü için de arkama dönmeme gerek kalmamıştı. Benimle yanımda yürürken, “Ne tarafa gidiyordunuz?” diye sordu.

Daha önce üç kez verdiğim cevabı yine vererek, “Galata tarafına hocam,” dedim.

“Hadi ya,” dedi canı sıkılmış gibi. Herhalde bir gün onu evine bırakmamı beklediği için haftada bir falan bu konuşma aramızda geçiyordu. “İyi akşamlar hocam.”

Arkamda kalıp iç geçirerek, “İyi akşamlar,” dedi.

Gözlerimi bir daha devirdim ve arabama yürüyüp bir daha muhatap olmadan direksiyon koltuğuna yerleştim. Arabayı çalıştırmadan önce ne kadar benzinim kaldığına baktım. Yol üzerinde bir benzinciye uğrayıp depoyu doldurdum. Kaldığım yerden arabayı sürerken de Mahşer’i aradım ama telefonlarıma çıkmadı. En son konuştuğumuzda hazırlandığını söylemişti, bir yere mi gidiyordu? Hızlandım ve eve gidene kadar kafamı onun nerede olduğuna taktım.

Arabadan inip eve girerken ceketimi omzuma doğru attım. Ensemle omuzlarım ağrıyordu, hemen uzanmak istiyordum. Dairenin önünde durunca ceketimin iç cebindeki anahtara baktım ama bulamadım, dün gece onu buraya koyduğuma emindim. Belki Mahşer çıkarmış olabilirdi, malum, gıcıklık yapmaya bayılıyordu. Sırıtarak omzumu kirişe yasladım ve kapıyı tıklattım.

Adım sesleri duydum ve Mahşer olduğunu anladım, demek evdeydi. Bundan memnuniyet duyarak başımı kaldırdım ve aynı anda kapı sonuna dek açılınca… Büyük bir şok yaşadım. Kapıyı açan Ada’ydı. Ayaktaydı. Kimseden destek almadan karşımda dikiliyordu. Benim gibi desteksiz duruyordu; yürüyebiliyordu.

“Hoş geldin abiciğim.”

Elimdeki çantanın düştüğünü, yerden kopan gürültüyle fark ettim. Ada gülümsediğindeyse komik derecede şaşkın göründüğümü düşündüm ve o elimden tutup beni içeriye çektiğinde, hareket eden ayaklarını izledim. Sokak kapısını kapatıp tekrar karşıma geçti ve başını yana eğip gülümsedi. “Neden bu kadar şaşkınsın abi, bir şey mi oldu?”

Hah, bir de abisiyle dalga geçiyordu… Elimi saçlarım arasından geçirirken gözlerimi sıkıca kapattım. Açtığımda neredeyse gözlerim dolmuştu. Ada’yı yıllar sonra ayakta görüyordum, ne zaman bunu başardığından haberim yoktu. Elimin tersini dolan gözüme bastırırken, “Bu… ne zaman oldu?” diye sordum ve elimi çekip bir daha Ada’nın yüzüne baktım.

“Bir hafta önce.” Gülümsemesinde çok doğal bir gerçeklik vardı. “İlk kez bir hafta önce kendi başıma yürüyebildim. Ve sana sürpriz yapmak için bekledim.” Yavaş bir adımla öne çıktı. “Eve geldiğinde kapıyı sana ben açmak istedim…”

“Ada ben… İnanamıyorum.” Onu omuzlarından tutup sertçe kendime çektim. Kafası göğsüme yüzündeki bir gülücükle beraber yaslanırken elleri de omzumun altından geçip bana sarıldı. Yüzümü saçlarına gömerek yere basan ayaklarına baktım. Onun başarmış olduğunu bir kez daha fark edince, göğsümün gururla kabardığını hissettim. Küçük kız kardeşimin hayatta verdiği kendi savaşından, sonunda kendine bile meydan okuyarak çıkması hissettiğim her şeyi kifayetsiz kılmıştı. Hislerimin kelimelere ihtiyacı yoktu ama ona, bunun hakkında ne kadar mutlu olduğumu söylemek istiyordum. “Beni çok mutlu ettin Ada, bunu böyle hızlı başarmanla gurur duydum. Senin yürümen hayatımda gördüğüm en güzel şey.”

“Benden bile mi?” diyen huysuz bir ses duydum ve Ada’nın gülüşünü göğsümde hissederken başımı sol tarafa çevirdim. Mahşer odamın kapısı önünde durmuş, kısık gözlerle bize bakıyordu. Onun, Ada’nın yürüdüğünü ilk kez görmediği belliydi, sanırım abisi olmama rağmen son öğrenen ben olmuştum. Kardeşimin saçlarından öperken Mahşer’in esmer tenini saran kırmızı elbisesine, simsiyah saçlarına bakarak yutkundum. Mavi ve yeşil renkteki gözlerini yoğunlaştıracak kadar maskara sürmüştü kirpiklerine, buradan bile fark edebiliyordum.

“Merhaba Gül Dikeni,” dedim göz kırparak.

Cevap vermeden beni süzmeye başlayınca gülerek Ada’nın saçından bir daha öptüm. Mahşer itiraf etmese de beni takım elbiseyle görmeye bayılıyordu ve her gördüğünde de uzun uzun izliyordu. Ada, “Beni boğacaksın,” diyerek geri çekildiğinde, onu serbest bırakarak geriledim ve rahatsızca gözlerimi sildim. “Yürüdüğüne inanamıyorum, çok şaşkınım…”

“Fizik tedaviye gidiyordum ya abi…”

Halime gülüp geri geri yürüdü, bana nasıl yürüdüğünü göstererek kendi etrafında döndü. “Sana diyorum ama ben de inanamıyorum hâlâ abi. Yürümeyi çok özlemişim. Sabahları kendi başıma kalkıyorum uyanır uyanmaz, kimsenin beni kaldırmasını beklemiyorum…” Bir daha yanıma gelip bana sarıldı, yanaklarımdan öptü. “Yürüdüğümü ilk Mahşer ablama söyledim, o da sana sürpriz yapmamızı önerdi.”

“Çok incedir benim sevgilim,” dedim alayla ve Mahşer gözlerini devirerek buraya doğru birkaç adım atınca, Ada’ya bakıp şüpheci şekilde sordum. “Muhammet öğrendi mi?”

Mahşer hemen, “İlk gün onu aradı,” diyerek şikâyet etti Ada’yı.

“Ya Mahşer abla…”

Ada’ya dargın gözlerle bakıp homurdandım. Ceketimle beraber odama yürümeye başladım. İkisi de arkamdan gelmeye başladı ama Ada üzgünken Mahşer ortalığı karıştırmaktan memnundu. Ceketimi yatağa bıraktığımda Ada odadan içeri girdi. “Abi sana da söyleyecektim, Mahşer ablam bekletti, sürpriz yapalım dedi.”

“Ne fark eder?” diyerek kendini savundu Mahşer. “Sonuçta abinden önce sevgilin öğrendi.”

Ada’yla birlikte Mahşer’e dik dik baktığımızda sırıtarak yanıma geldi. Gömleğimin düğmelerini çözmeye başladı. Ada kollarını göğsünde bağlayıp, “Kızdın mı abi?” dedi.

Göz kırpıp “Affedildin,” dedim.

Gelip bir daha bana sarıldığında, kolumu omzuna dolayıp yanağından sertçe öptüm. Yanıma yürüyerek, koşarak gelebildiğine inanamıyordum. Fizik tedaviye dört elle asılmıştı demek ki, Mahşer ve Muhammet de ona yardım etmişti.

“Şu an çok mutluyum Ada, Muhammet bile bu mutluluğumu bozamaz.”

“Ya abi…” Çemkirip üzgünce bana baktı. “Ben Muhammet’e âşığım, sen de onu çok seviyorsun. Ne olur uğraşma onunla. Hem çalışıyor, üniversite sınavına girmem için bana yardımcı da oluyor. İyi bir adam o.”

“Âşığım diyor ya…” Mahşer’in düğmelerini çözdüğü gömleği üstümden çıkarıp yatağa fırlattığımda, Ada yanaklarını şişirerek ofladı. “Abi, ben Mahşer ablayı seviyorum, onunla anlaşıyorum, yani o benimle pek anlaşamıyor ama… Senin de Muhammet’le anlaşmanı istiyorum.”

“Anlaşıyorum ya!”

Mahşer sırıtırken çokbilmiş kız kardeşim konuşmaya devam etti. “Çocuğu sürekli tersliyorsun abi. Sana selamunaleyküm diyor, çocuğa tip tip bakıyorsun, merhaba diyor, yine tip tip bakıyorsun. Çocuk artık sana selam vermeyi bıraktı.”

Dolabıma ilerleyip bir tişört aldım ve giyinirken, “Tamam,” dedim Ada’ya ama Muhammet’le uğraşmaya devam edeceğimi biliyordum.

Ada teşekkür eder gibi gülümseyip odanın çıkışına ilerlerken gözlerimle ister istemez yürüyen ayaklarını takip ettim. Mahşer önüme geçip kollarını boynuma dolayana kadar buna devam ettim. “Artık her gün Muhammet’le dışarı çıkarlar,” dedi beni gıcık etmek için.

“Ya Mahşer, aklın fikrin beni deli etmekte…” İşaretparmağımı alnına bastırıp onu geriye ittim. “Kardeşim yürümeye başladı ya, artık önemi yok Muhammet’e sinir olmamın. Takılabilirler. Yıllarca evden dışarıya çıkmadı, gezsin tabii.”

Sinirlenip geriye çekilirken, “Artık seni sinirlendiremiyorum,” dedi dertlenmiş gibi.

Kızın hayatta en çok zevk aldığı şey beni sinirlendirmek olmalıydı ama cidden artık Mahşer beni kışkırtamıyordu. Bu haline sırıtıp tişörtümün uçlarını aşağıya çektim ve elimi uzatıp ensesini kavradım, sertçe tutup yanağından öptüm. “Bugünkü güzelliğini ve bu kırmızı elbiseni neye borçluyuz?”

“Kırmızıya bayıldığımı biliyorsun,” dedi yatağın ucuna oturarak.

“Evet ama nadiren elbise giyersin.”

“Senin için giydim dememi bekliyorsan daha çok beklersin.”

Gözlerimi devirip oda kapısına ilerledim, Ada’nın Muhammet’le telefonda konuştuğunu duydum. Kapıyı yavaşça kapatıp yatağa döndüm. Kenarına oturup başımı arkaya yaslarken komodindeki cam bardağa baktım. İçinde su ve üç tane gül vardı. Üç kırmızı gül.

“Neden bir vazo almıyorsun?” diye sordum ona.

Siyah saçları dalgalanacak şekilde döndü bana. “Bardakta olmaları hoşuma gidiyor.”

Renkli gözlerine uzun uzun bakarak, “Buraya gel,” dedim ona ama tabii ki gelmedi. Dik dik bakıp, “Sen gel,” dedi. Fakat ben de gitmedim. Yatağın başında ve sonunda oturarak birbirimize baktık, ta ki o, kırmızı elbisesinin içinde dayanılmaz olmayana başlayana kadar.

“O adam…” Mahşer konuşunca gözlerimi gözlerine çıkarttım ve neden bahsettiğini anlamayarak tek kaşımı kaldırdım. “Vurduğum o adamdan hiç bahsetmedin bana… Hayatta değil mi?”

Kıza bak ya, unutmamış mıydı bu olayı? O herif aylar önce, yoğun bakımdan çıktıktan sonra hastaneden ayrılmıştı. “Ölmedi Mahşer, sana demiştim kimseyi öldürmediğini.”

Başını sallayarak düşünceli şekilde bakmaya devam edince soracak başka bir sorusunun daha olduğunu düşündüm. Üstüne gitmeden sormasını bekledim ama bu vakit aldı, ne diyecekse kararsız kaldığı belliydi. Sonra bakışlarını yere dikerek, “Ciğerinde hiç ameliyat izi kalmadı,” dedi bana.

Elimle uzanıp gri tişörtümün ucunu kaldırdım ve ciğer ameliyatımdan kalan belli belirsiz ize bakarak, “Evet,” dedim. “Neredeyse hepsi geç…”

Beynim bir saniye için duraksadı ve şoke olmuş bakışlarımı vücudumdan ayırıp Mahşer’e çevirdim, o düz düz bana bakarken, “Sen,” dedim nefesim boşalmış halde. “Sen… Ameliyat olduğumu biliyorsun.”

Başını aşağıya yukarıya sallarken gözlerinde garip bir duygu açığa çıktı, sanki bu konu hakkında söylemek istediği çok şey vardı ama konuşamıyordu. Ne zamandır biliyordu ciğerimi annesine verdiğimi? Bana bunun hakkında tek kelime etmemişti, anlamadığını sanmıştım. Bu konunun bir daha açılmayacağını düşünmüştüm.

“Mahşer…”

Başını hızla önüne çevirerek, “Teşekkür ederim,” dedi tek nefeste. Sanki hep bunu söylemeyi bekliyormuş gibi. Ve sonra gözlerini yumarak ellerini ovalamaya başladı.

Kendimi hiç bu konuşmanın içinde hayal etmediğim için sersemledim. “Ben bunu isteyerek yaptım Mahşer. Zaten çok zaman geçti üzerinden. Bu hesaplaşmamız, konuşmamız, senin mahcup hissetmen gereken bir durum değil. Ben sağlıklıyım, annen de öyle.”

Hiçbir tepki vermeden oturunca yatakta hareket edip arkasından yaklaştım, parmağımı sırtında dolaştırmaya başladım. Mahşer mahcup veya minnettar hissettiğinde bunu kelimelerle ifade edemiyordu, sıkışmış, arada kalmış gibi yalpalıyordu. Bu beceriksizliği umurumda değildi, kelimelerle izah edemediği her şeyi gözlerinin içinde okuyordum.

“Ne zaman öğrendin?”

Gözlerini açıp ellerine bakmaya başlarken, “Çok oldu,” dedi düz bir sesle. “Ameliyat izini görmüştüm, annemin ameliyat izine benzettim. Üstelik doktor ciğeri verenin abim olduğunu söylemişti ama zerre inanmamıştım, parçaları birleştirince fark ettim. Hatırlıyor musun, bir gece yarısı nefes nefese senin evine gelmiştim, kapıyı açar açmaz seni öpmüştüm. İşte o gece fark etmiştim.”

Hadi ya, gerçekten çok olmuştu. Evime gelip beni öptüğü o gece sahiden de şaşırmıştım ama sebebinin bu olduğu aklımın ucundan bile geçmemişti. O görmese de başımı salladım. Parmağımla bir tutam saçını tutup ensesine nefesimi üfledim. Onun için dayanılmaz olduğum o noktayı merak ettim, bu yüzden nefesim tenine değsin istedim. Saçlarını sol omzunda toplayıp aşağıya bıraktım ve kırmızı elbisesinin askısını kenara çekip dudağımı omuz üstüne sertçe bastırdım. Onun dayanılmazlığı aşikârdı ama bana ne kadar dayanabiliyordu, bir daha görmek istedim. Ve nefesimi tenine üflediğim saniyeler sonrasında başını bana çevirip o yoğun, korkusuz gözleriyle bakmaya başlayınca birisi itmiş gibi ona doğru çekildim ve kırmızıya boyadığı dudaklarından öpmeye başladım.

🥀

MAHŞER ALİZARİN.

 

İnsan olarak geldiğim dünyada sahip olacağım tek duygunun haz almak olduğunu düşündüm, belki de bu yüzden hayatta yaşarken zorlandım. İnsanlığı tek bir duyguya sığdırdım fakat insan olmak bir bütündü, üzülmek, haz almak kadar normal bir duyguydu veya hırslanmak, mutlu olmak, kırılmak...

Yarım kalınca insan olmayı da bütünüyle kabul etmedim ama insan olmak bütündü, gözyaşıyla ve gülümsemeyle.

Hayatın bütün olduğunu kabul etmem onunla hâlâ kavga etmediğim anlamına gelmiyordu. Onunla kavga ediyordum. Hayatla.

Elimde tuttuğum kırmızı gülün dikenine parmak ucumu hafifçe batırırken, çatılı kaşlarımın altındaki gözlerimi kıstım. Bugün Duman, okula gitmeden önce yine komodine kırmızı bir gül bırakmıştı. Bu gülleri, sabah okula gitmeden önce pastaneye uğradığı sırada sokağın sonunda çiçek satan abladan aldığını düşünüyordum. Güller o kadar güzeldi ki kokuları başımı döndürüyordu.

“Mahşer abla, şu soruya yardım eder misin?”

Ada’nın sesine karşın başımı çevirip elinde tuttuğu test kitabına baktım. Sonra gözlerimi çözmeye çalıştığı soruya indirdim. Sabahtan beri test kitabı çözüyordu, yaklaşan üniversite sınavı yüzünden çok gergindi. Soruyu okuyup, “C galiba,” dedim ve o gözlerini devirdi. “C ama nasıl C?”

“Ya, okuduğunu anlamıyor musun Ada? Felsefe sorusu, mantığını konuştur.”

Bana gıcık olmuş şekilde önüne dönüp sayfaları çevirdi, test kitabının arkasından sorunun cevabına baktı ve C şıkkını işaretledi. Önüme dönüp salonun griye boyalı duvarını izlemeye başlarken sıkıntıyla ofladım. Duman yokken, bir iş üzerinde çalışmıyorken, kumpas peşinde değilken hayat çok sıkıcıydı. Duman ancak öğleden sonra eve dönüyordu, bazı günler geç bile kalıyordu. Ben de Ada’ya ders çalıştırarak geçiriyordum günlerimi.

“Sence sınavı kazanacak mıyım Mahşer abla?”

“Evet güzelim.”

Bana gülümseyip bir sonraki sorusuyla devam etti. Aynı koltukta yan yana oturuyorduk, Ada bulduğu her boşlukta, gece gündüz ders çalışıyordu. Zaten yürüyemediği yıllarda da vaktini bir şeyler izlemekle, çalışmakla, okumakla geçirdiği için birikimi vardı. Moda ve tasarım okumayı istediğini söylemişti, nispeten kazanması daha rahat bir bölümdü zaten.

Elimdeki gülü burnuma götürüp ayağa kalktım. Mutfağa geçmek üzereyken kapının tıkladığını duydum, sırıtarak odaya koştum. Elimdeki gülü bardağın içine, diğer güllerin yanına koyup saçlarımı sırtıma attım ve kapıyı açmaya koştum.

“Başım çatlıyor,” diyerek sinirle içeriye giren Duman’a dudak büktüm ve deri çantasını portmantoya fırlatıp ceketini çıkarmaya başlayınca geriye çekildim. Kapıyı sertçe kapatıp odaya doğru yürümeye başladı. Onu bu kadar sinirlendirenin ne olduğunu merak ettim ama aniden arkasını dönüp beni kendine çekince bir şey soramadım. Yüzünü bana doğru eğip sertçe dudağımdan öptü. “Merhaba bebeğim.” Beni bırakıp tekrar önüne döndü ve ben peşinde ilerlerken kravatını çözmeye çalışarak odadan içeriye girdi. “Bu çocuk beni deli ediyor Mahşer. Cidden.”

Kapıyı kapattım ve Duman kravatını yatağa fırlatırken, “Kim?” dedim ona. “Kimden bahsediyorsun be?”

“Öğrencimden!” Ellerini belinin iki yanına koyup öfkeli gözlerini benimle birleştirdi. Sinirliydi ama diğer yandan da çok çaresiz kalmış gibi sıkıntılıydı. “Hiçbir laftan anlamıyor Mahşer, beni deli ediyor! Hayır, kendime sözüm var, bağırmak bile istemiyorum öğrencilerime fakat sinirden tırnaklarımı yemeye başladım…” Ellerini uzatıp gösterdi. “Bak tırnaklarıma!”

Gülmemek için yanaklarımı ısırmaya başladım. Bakışlarıyla bile birisini susturabilecek olan adamın öğrencileri karşısında böyle çaresiz duruma düşmesi çok üzücü… Ne üzücüsü, aşırı komikti. Bayılmıştım buna. “Onlar on beş yaşındalar Duman, gençler ve birçoğu da şımarık. Öğretmenlik yapmayı isteyen sendin. Tahammül edeceksin…”

Bunları söylediğimde daha da çaresiz kaldı, başını elleri arasında tutarak iki yana sallamaya başladı. “Mahşer, anlamıyorsun… Onlara bağıramam, vuramam, iyi bir eğitimci olmam lazım ama çok zor, nasıl tahammül edeceğim…”

İlerledim ve üzerindeki gömleğin düğmelerini çözmeye başlayarak, “Bu çocuk, daha önce bahsettiğin çocuk mu?” diye sordum.

Yanaklarını şişirip ofladı, canı cidden sıkkındı. “O, evet. Derslere katılmıyor, tek sorun bu da değil resmen alay ediyor benimle. Çıldırıyorum, bugün az kalsın sinirden elimdeki tebeşiri yiyecektim…”

Tebeşir yiyen bir Duman, üstelik sinirden… Sırıttığımı, Duman’ın kızmaya başlayan bakışlarından anladım ve buna devam ederek, “Rehber öğretmenine yönlendirsene,” dedim mantıklı olmaya çalışarak.

“Bir kere yönlendirdim, gitti de…” Gömleği omuzlarından indirip kravatının yanına fırlattı ve yatağın ucuna oturup kara kara yere bakmaya başladı. O saniye bu derdini ciddiye almaya başladım. Öğrencisine sinirlenmenin yanında, öğrencisi için endişelendiğini de fark ettim. “Ama rehber öğretmeni ayrıldı, yok şu an okulda. İkinci kez gidemedi, ailesiyle mi görüşsem diyorum ama genç çocuk, gururunu da kırmak istemiyorum…”

“Anlıyorum,” dedim düşünceli şekilde. Odada volta atmaya başlarken, Duman’a yardımcı olmaya çalıştım. Bir insanı iyi etmeyi bilen oydu, bana yapmıştı, o çocuğa da yardımcı olabilirdi. “Özel olarak konuşsan, erkek erkeğe. Tabii, öğretmen öğrenci sınırını aşmadan. Dersi sevmeyebilir ama sana saygısızlık yapamaz, öğretmenisin çünkü.”

“Kızım, ben lisede öğretmenlerime karşı haddimi aşmıştım, muhtemelen sen de… Kendimi böyle bir konuşmanın içinde çok yüzsüz hissederim.” Ellerini saçları arasından hırçınca geçirdi. “Ne ektiysem onu biçiyorum resmen.”

Sabit durup üzgün yüzüne baktım, yavaşça yaklaşıp ellerimi omuzlarına koydum. Ensesine değen kısa saçları kavrarken, “Her mesleğin zorluğu vardır sevgilim,” dedim.

“Evet ama… O çocuğun, yardım almazsa ileride nasıl birisine dönüşeceğini resmen görüyorum Mahşer. Göz göre göre bunun yaşanacak olması canımı sıkıyor.”

Merhamet… Bu duygunun ona yakıştığını fark ettim. “Öğrencine üzülüyorsun sanırım.”

“Henüz gençken… Onu kurtarmak isterdim.”

Vücudumu alçalttım ve dizine doğru oturmaya çalıştım. Duman iç çekerek doğruldu ve ben dizine oturunca kolunu belimin etrafına doladı. Benim umurumda değildi herhangi birisine ne olacağı ama o umursadığı için, ben de bir şeyler yapmak istemiştim. “Ailesiyle görüş. Bahsettiğin kadar endişe vericiyse bir psikologa götürsünler.”

“Ne yapacağımı bilmiyorum…” Kafasını iki yana sallayıp yüzünü göğsüme koydu. Parmaklarım saçlarında dolaşırken zihnimi yoklayan fikrin ışıltısı dikkatimi çekti. Bununla birlikte tüm düşüncelerim, o fikrin etrafında toplanmaya başladı.

“Demek bir rehber öğretmenine ihtiyacınız var okulda?”

“Of evet evet, müdür uğraşsın onunla da… Zaten dönem bitmek üzere, bir dahaki döneme alır.”

Bir şey demeden dizinden kalktım ve Duman kendini yatağa atınca eğilip dudağından sertçe öpüp kalktım. Daha gitmeden elimden tutup beni üstüne çekince de, dağınık halde uzanıp parmaklarımı göğsünde dolaştırmaya başladım. Sabahları erken kalktığı için okuldan geldiği bazı günlerde uyuyor, akşama doğru kalkıyor, yemek yiyip gece yarısına kadar benimle vakit geçiriyordu. Sessizleşmesinden yine öyle olacağını anladım ve uyuması için konuşmadım. Yüzümü yan çevirip cam bardaktaki suyun içinde duran kıpkırmızı güllerimi izlerken, yataktan aşağıya dökülen saçlarımda onun elini hissettim.

🥀

İlk günlerinde Ada ve Muhammet’i, Duman’la ben götürüyorduk üniversiteye.

Bunu başardıkları noktaya kadar yaşananlar, sıkıcı bir yavaşlıkla geçmiş olsa da nihayet beklediğimi yapmam için artık az zamanım kalmıştı. Hayattan almak istediğim herhangi bir şey olduğunda sabırsız bir deliye döndüğüm için geçen haftalar boyunca baygınlık derecesinde sıkılmıştım. Üstelik Duman yaz tatilinin yarısında bile okulla ilgili bazı şeylerle ilgilenmişti, abim çalışmıştı, annemle sadece o beni aradığında görüşmüştüm ve Ada ile Muhammet’in aşkından bıkmıştım.

“Senin dersin benden önce bitiyor. Fakat seni bekleyeceğim Ada, unutma.”

“Aklımda.”

Araba durunca Duman güneş gözlüğünü başına doğru itip arkaya döndü. Ben sıkıntıyla oflarken, Ada ile Muhammet’e doğru bakıp kız kardeşine göz kırptı. Ada aşırı heyecanlıydı, gece boyunca uyumadığını söylemişti. Muhammet nispeten daha rahattı, sigara içip Duman’a sırıtacak kadar.

“Bebeğim, bir sorun olursa beni hemen arıyorsun…”

Duman’ın cümlesindeki bebeğim kelimesini duyunca bir an üstüme alınacak oldum ama Ada ile konuşuyordu. Tırnağımdaki ojeleri izlerken, “Tabii,” dediğini duydum kızın. Arka koltuktan yaklaşıp abisini öptü, aynı esnada kapı sesi geldi. “Görüşürüz, seni seviyorum.”

“Ben de seni Ada,” dedi Duman, kız kardeşine gülümseyerek.

“Beni?” diye sordu Muhammet.

Duman ona dik dik bakınca Muhammet de Ada’nın açtığı kapıdan dışarıya çıkıp toz oldu ve kampüs binasına kadar el ele ilerlediler. Duman her yürüdüğünde Ada’ya uzun uzun bakıyordu, bunu görmeyi çok beklediği için onu anlıyordum. Muhammet kolunu Ada’nın omzuna atınca da Duman gözlerini devirdi ve arabayı çalıştırıp üniversiteden ayrıldı. Ada istediği bölümü kazanmıştı ve elbette Muhammet onunla aynı üniversiteyi yazdığı için okulda da birlikte olacaklardı. Memnuniyetsiz görünse de Duman’ın buna içten içe sevindiğini biliyordum.

“Yedi yirmi dört beraber olacaklar artık,” dedim Duman’ı gıcık etmek için. İstediğim olunca Duman burnundan soluyarak bana baktı. Ona göz kırpıp dudağımı ısırdım. Onu kışkırtmaya çalışmamdan rahatsız olarak bakışlarını kaçırdı. Elimi kolunda gezdirmeye başladım, böylece aklını biraz daha karıştırdım.

“Mahşer,” dedi, ne yaptığımı anlayarak.

“Arabayı müsait bir kenara çeksene,” diye fısıldadım, derin bir sesle.

Dokunmamdan, ona bakmamdan, bu teklifi sunmamdan rahatsız olarak ön cama sabitledi gözlerini. Aklı karışmıştı. “Eve gidiyoruz zaten Mahşer.”

“Arabada olması daha eğlenceli ama…”

Kafasını, beni onaylamıyormuş gibi iki yana doğru salladı ama dudaklarının kenarında bir gülüş saklıydı, büyümeyi isteyen bir gülüşe benziyordu üstelik. Kendi kendime sırıtıp elimi çektim ve başımı arkaya yaslayarak yarın olacakları düşünmeye başladım.

Duman’ın arabayı müsait bir yere çekmesini bekledim ama çekmedi.

Eve geldiğimizde kendimi onun kollarında, sonraysa yatakta buldum. Sıcaktan ısınan teninin altında eriyip yok oldum. Gözlerimi çok sonra açtığımda onun çıplak kolları arasından çıktım ve banyoya girip yıkandım. Çıktığımda Ada’ya baktım ama henüz dönmemişti.

Odaya dönünce saçlarımı kuruladım, bir şortla tişört giyip odadan çıktım. Midem kazındığı için dolaptan bir kırmızı elma aldım, onu yiyerek odaya döndüm. Dolabı açıp kıyafetlerime bakmaya başladım, yarın için en uygun kıyafeti seçmekti isteğim. Daha ciddi, usturuplu bir giysi lazımdı. Duman’ın kıpırdandığını, ardından yatağın sol tarafında beni aradığını fark ettim ve uyanmasını izledim. Gözlerini açıp yataktaki boşluğuma baktı ve endişeyle kafasını kaldırıp beni görünce gülümsedi.

“Ne zaman uyandın?” dedi, camlardan dışarıya, kararan havaya bakarak. “Ve dolabın önünde ne yapıyorsun?”

Omzumu silkip elmamdan kocaman bir ısırık aldım. “Yarın okulun ilk günü, mesain başlıyor. Senin için takım bakıyordum.”

Kaşlarını kaldırıp kolunu başının altına koydu, şimdi beni daha rahat izleyeceği bir pozisyondaydı. Uykulu gözlerini kırpıştırıp “Bu işi nedense sevdin,” dedi ve herhalde salak olduğumu düşündü, anlamam sanıp açıkladı. “Bana kıyafet hazırlama işini? Arada bir gömleklerimi falan da ütülüyorsun?”

“Cinayet unsurlarından uzak durup erkeğimin gömleklerini ütülüyorum,” diyerek reverans yaptım önünde. Onunla alay ettiğimi anlayan Duman bana bakışlarını devirdi.

“Benimle bu kadar sık dalga geçmemelisin Mahşer…”

Göz kırpıp dolaba yeniden baktım. Onun takım elbise giymekteki ısrarından bıkkın şekilde takım seçtim. Beyaz gömlekle simsiyah takımı çıkarıp cam kenarındaki koltuğa bıraktım, ütülenmişlerdi. Yarın giyebilirdi. Dikkat çekmemek için dolabın önünden ayrılmayı düşündüm ama Duman yataktan kalkıp odanın çıkışına ilerlediğinde banyoyu kullanacağını anladım. Sırıtıp onun yokluğunda kendime dolaptan kırmızı bir etek seçtim, boyu falan iyiydi. Üstüne de düz, beyaz bir gömlek aldım ve Duman’ın kravatlarına baktım, kırmızı olanı çekip koltuğa fırlattım. Kendi kıyafetlerimle birlikte, parmak uçlarımda, sessizce Ada’nın odasına geçtim.

Eteğimle gömleğini ütüledim. Geri dönüp kırışmaması için askıya astım ve yarın olacakları düşünerek banyoya ilerlerken, dış kapıdan gelen sesleri duydum. Birkaç tıkırtıydı sanki, Ada cadısı dönmüş olabilirdi. Yürüyüp kapıyı sertçe açtım ve Ada ile Muhammet’i öpüşürken yakalayıp duraksadım, fakat kapı sesini duydukları için hızlıca birbirlerinden uzaklaştılar. Böylelikle onlarla yeterince dalga geçecek malzemem olmadı. Ada dehşetle bana bakarken, Muhammet de Ada’nın yere düşen çantasını aldı ve onun eline tutuşturarak, “Yarın görüşürüz,” diyerek karşıdaki evine yürüdü.

Arkasından konuştum. “Utandın mı sen…”

Muhammet arkası dönük şekilde homurdanırken, Ada panikle içeriye girip kapıyı kapattı ve hole göz atarak kızarık yanaklarıyla bana döndü. Yakalanmaktan duyduğu utanç, onunla alay etme ihtiyacımı daha da dürtüklüyordu. “Abim ne… nerede?”

Alt dudağımı ısırdım. “Sizin öpüştüğünüzü kapı deliğinden görüp odaya geçti, sanırım şu an çok gergin…”

“Ne! Ne?” Dehşetle hareket edip yanımdan geçti, odanın kapısına bakıp ellerini yüzüne kapattı. “Dövecek, Muhammet’i kesin dövecek.”

“Görmese daha iyiydi tabii,” dedim onu teselli ederek saçını okşarken.

“Ben…” Hızla odasına ilerlerken bana yalvaran gözlerle baktı. “Ben odama gireyim, bir süre gözüne gözükmeyeyim. Lütfen sen onu sakinleştir.”

Abartıyordu, Duman bunu görse dahi Ada’ya kızacak değildi. Adil olmak hakkında kendisini epey geliştirmişti. Yine de Ada’nın paniğinden hoşlandığım için gönülsüz görünerek, “İyi madem,” dedim.

“Teşekkür ederim!”

Odasına girdi. Az sonra kapı kilidi döndü, bu neredeyse kahkaha atmama sebep olacaktı. Eğlenerek ardıma döndüm, odaya dönüp yatağa uzanırken omuzlarım sarsılarak gülmeye başladım. Duman birazdan saçlarını kurulayarak döndüğünde tavana bakarak gülüyordum. Bu halimi görünce bir süre yüzümü izledi, sonra deliliğime alışkın şekilde kafasını salladı. “Bebeğim yine aklından neler geçtiğini anlayamadığım şekilde gülüyorsun, en gıcık olduğum hallerinden birisi…”

Karnımı tutarak gülmeye devam ettim, o gıcık olduğu için böyle davranmak daha da hoşuma gitmişti çünkü. Duman homurdanarak giysilerini giyerken, “Ada geldi,” dedim eğlenen bir sesle. “Gidip üniversitedeki ilk gününü sor ona…”

“Yeni mi geldi?” Tişörtü başından aşağıya indirirken komodindeki saate huysuzca baktı. “Çok geç olmuş. Allah’tan Muhammet yanındaydı. Kardeşim kendi başına da idare eder ama ister istemez yanında birisi olsun istiyorum, yıllardır dışarıya çıkmadı, eve hapsetti kendisini… Ee, biraz da saf, kanar her şeye…”

Korkularını haklı bulduğumu bir daha hatırladım ve onun yüzü bir saniye için abimin yüzüyle yer değişti. Duman Enes’in aksine ne iyi bir abiydi. “Anlıyorum Duman. Doğrusu yanlış anlamıyorum. Hadi gidip bak Ada’ya.”

Islak saçlarını karıştırarak odanın çıkışına ilerlerken yatağın yanından geçti ve bu sırada ellerini yastığın iki kenarına koyarak yüzüme doğru eğildi. Gözlerimin içine çok yakından bakarak ruhumu ona teslim etmişim gibi hissettirdi. “Bugünkü gülün dikenlerini ayıklayamadım acelem var diye, özür dilerim.”

Gülleri komodinin üzerine bırakmadan önce hep dikenlerini kesiyordu elime batmasın diye. Bugün ben de fark etmiştim gülün dikenlerini kesmediğini. Kendi içimde bunun bir anlam taşıdığını da düşünmüştüm. Oysa sadece vakti yokmuş. Bunu duyduğuma sevinerek başımı salladım. “Sorun yok Duman. Bu özür dileyeceğin bir şey de değil.”

“Öyle. Dikenleriyle beraber sevdiğim tek gül sensin.” Alnımdan sertçe öpüp doğruldu. Odadan çıkıp beni dört duvarın arasında, onun hayaletiyle yalnız bıraktı. Sesini, ne kadar uzaklaşırsa uzaklaşsın duygularımı keskince acıtacak kadar yakınımda duymaya devam ettim. Kendimi kesmem için bir bıçağa ihtiyacım yokmuş, zaten o varmış gibi.

Yatakta yan dönüp gözkapaklarım aşağıya düşene dek duvardaki gölgeme baktım. Sessizliğin içindeki ilk küçük darbe kulağıma ulaştığında bile gözlerimi kapalı tutmaya devam ettim. Bir sigara kokusu burnuma geldi. Kokunun çıkması için açılan camın sesini duydum. Karnım ağrıyordu, ellerimi götürüp kendime sarıldım ve birkaç dakika sonra bunu benim için o yapmaya başlayınca rahatlayıp sırtımı göğsüne yasladım. Ellerini karnımda birleştirip parmaklarını midemde bile hissedebileceğim denli sıkı sarıldı.

🥀

Bazen telefonlara çıkmayı sevmiyorsun,

Fakat bir şeytanın numarasını arka cebinde taşıyorsun.

Artık kalbinin üzerine yatabilirsin,

Ama beni tutup kalbinin üstüne çekiyorsun,

Kalp atışlarını duyarak uyumamı istiyorsun.

Tıpkı aynanın önüne geçmemi istediğin gibi.

Güllerini vazoya koymamı istediğin gibi.

Yaşamamı istediğin gibi.

Ve ben hepsini yapmayı öğreniyorum.

Çünkü seni seviyorum.

Aynanın önüne geçiyorum,

Yaşamayı istiyorum.

Ama…

O gülleri hâlâ vazoya koymuyorum,

Ve belki de birimiz o cam bardağı kazayla kırana kadar, kırmızı güllerin orada durmasını istiyorum.

Tüm bunlar, onun beni bakmaya cesaretlendirdiği aynanın önündeyken zihnimden geçiyordu. Ütülü beyaz gömleğimin ve kırmızı eteğimin içindeyken, simsiyah saçlarımı tepemde sıkı bir atkuyruğu yaparken. Evden çıkmak için azalan dakikalarım, ellerimin daha aceleci olmasına neden oluyordu. İster istemez Duman dışındaki başka şeyi umursadığımın farkındalığıyla yüzleşiyordum.

Hiç hoşlanmam ama bugün büyük bir sorumluluk alıyordum. Bunun için de gergin hissediyordum. Saçlarımı üçüncü kez toplamaya çalışmamın sebebi de belli ki buydu. Son denemem başarılı olunca ellerimi saçlarımdan çekip dudağımdaki kırmızı ruja, kirpiklerimdeki yoğun maskaraya baktım ve benim gibi Duman’ın da gördüklerinden memnuniyet duyacağını düşünerek sırıttım. Arkamı dönüp banyodan çıktım.

Duman, Ada ile Muhammet’i kampüse bırakmak için erken çıkmıştı. Ardından okula gidecekti. Ah, zavallının bugün yaşayacağı şoktan haberi yoktu. Dudağımdaki ruja dokunarak odaya geçiyordum ki sokak kapısının tıkladığını duydum. Sabahın bu saatinde kimin geldiğini düşünerek kapıyı açtım.

Annemdi.

Birisi durduk yere suratımı tokatlasa herhalde daha az şaşırırdım. Annemin buraya geldiğine inanamadım, besbelli ki bu yüzden onu içeriye davet edemedim. Konuşmam gerektiğini fark edene kadar onu izledim ve sonra, “Anne,” dedim donuk bir sesle. “Burada… Ne yapıyorsun?”

Çekingen şekilde ellerini kaldırınca gördüm bileğinde bir küçük torba olduğunu. Abinden beni senin yanına getirmesini istedim. Getirdi. Kendisinin acelesi vardı, gitti.

İnanamayarak kendimi gösterdim. “Beni… Görmeye mi geldin?”

Başını sallayıp ellerini indirince kalbimin hızlı hızlı attığını fark ettim ve telaşla onun elinden tutup içeriye çektim. “Gel… Gel öyleyse.”

İçeriye geçerken torbayı uzattı. Kahvaltı yaparız diye simit almıştım.

Bana mı? Benimle kahvaltı yapmayı mı istiyordu? Evden çıkmayı bile sevmeyen annem buraya bunun için mi gelmişti? Yutkunarak elinden torbayı aldım ve dudaklarım titrerken ona mutfağı gösterdim. Önüme geçip etrafına rahatsız olmuş gibi bakarak ilerlerken üstüne giydiği yazlık, ince kumaştan elbiseye baktım. Saçlarını taramıştı. Acaba ilaçlarını almış mıydı? O günden beri onu görmeye gitmemiştim ve o… o gelmişti. Belki son görüşmemizde bağırdığım, sitem ettiğim için gelmişti ama sebebi ne olursa olsun ilk kez bana kayıtsız kalamamıştı.

“İlaçlarını alıyor musun?” diye sordum, mutfak masasındaki sandalyeyi oturması için çekerek. Annem sandalyeye otururken başını usulca salladı. Sonra gözlerini üzerimde dolaştırarak parmaklarını kullandı. Bir yere mi gidiyordun?

Tezgâha dönüp anneme Duman’ın gitmeden önce yaptığı çaydan bir bardak koydum. Çayı annemin önüne bırakırken de, “Evet,” dedim. “Ben bugün çalışmaya başlıyorum.”

Annemin ağzı yarım karış açık kaldı desem doğru olur. Nerede?

“Bir okulda rehber öğretmenliği yapacağım.”

Herhalde kafası kırık kızının rehber öğretmeni olmasına ayrı şaşırmıştı, hak veriyordum. Manyağın tekiydim. Fakat hayatımın sonuna kadar da dört duvar arasında kalacak değildim. Peki, nasılsın?

Nasıl olduğumu sorması karşısında bir süre sessizleştim. O gün bana bunları neden sormadığını sormuştum, sırf o yüzden mi şimdi nasıl olduğumla ilgileniyordu? Onun için bile olsa nasıl olduğumu sormasını sevdim.

“Sıradanım. Günlerim uzun zamandır çok aynı geçiyor. Bazen çok sıkılıyorum, Ada’ya sataşıyorum. Biliyorsun, Ada Duman’ın kız kardeşi…  Çoğu zaman da Duman’a sataşıyorum. Sana anlatmadığım bazı şeyler var, belki de hiçbir zaman anlatmak istemeyeceğin gerçekler… O gerçekleri öğrendikten ve herkes ödemesi gereken bedeli ödedikten sonra sıkıcı olmaya başladı hayatım. Yani… benim de ödemem gereken bazı bedeller vardı doğrusu, henüz ödemedim, belki zaman içinde ödeyeceğim…” Sanki hep bunları anlatmayı, annemle konuşmayı istiyormuş gibi durmadan konuşmama hayret edip bir süre sustum. “Şey, böyle işte anne. Hayatım sıkıcı biraz. Ama bugün hareketlendireceğim.”

Annem dinlediklerinden sonra başını sallayıp parmaklarını hareketlendirdi. Sabırsızca söyleyeceklerini bekledim. Yeni bir işe başlayacağın için mi heyecanlısın?

“Hem onun için. Hem de…” Susarak sırıttım ve bileğime taktığım saate göz attım. On dakika içinde evden çıkmalıydım.

Geç mi kaldın? Bilseydim gelmezdim.

“Hayır! İyi ki geldin!” Bunu çok yüksek sesli ve istekli söylediğim için utandım, kendime kızıp hemen bakışlarımı önüme çektim. “Gitmem gerekiyor ama akşam dönerim, daha uzun konuşuruz, yani… Senin merak ettiğin başka şey varsa tabii. Sonra da burada kalmak istersen kalırsın, istemezsen seni evine götürürüm.”

Annem düşünüyormuş gibi önüne bakıp çayını içerken poşetin içinden bir simit çıkarıp ikiye böldüm, yemesi için elinin içine sıkıştırdım. Simitten yiyip çayı içti ve sonra ellerini kaldırdı. Olur ama akşama kadar burada ne yapacağım?

“Evde ne yapıyorsan anne.” Saatime bir daha bakıp bu teklifimi kabul ettiğini varsaydım ve ayağa kalkıp saçlarından öptüm. “Öğleden sonra gelirim ben, o zamana kadar televizyon izleyebilirsin, dolapta yemekler var, onları da yiyebilirsin… Canın ne isterse yani.”

Topuklu ayakkabılarım koridorda takırdarken odadan çantamı aldım ve sokak kapısına yürürken, annemin mutfak kapısında tedirginlikle bana baktığını gördüm. Kapıyı açarken portmantodaki anahtarı alıp parmağıma geçirdim. “Telefonun yanında değil mi?”

Başını salladı.

Takdir edercesine gülümsedim. “Bir şey olursa beni ararsın… Anne.”

Eli kalktı, öylesine bir şey söyleyecek sandım ama bana peki kızım, dedi. Aslında öylesine bir şeydi ama… Kızım kelimesini cümle içinde geçirmişti, çok uzun zaman sonra.

Kalbim sızladı.

Çok uzun vakittir görmediğim birisini görmüşüm gibi.

“Öğleden sonra görüşürüz,” deyip evin kapısını açtım. “Seni… seviyorum.”

Ona güvenmek istedim, bu yüzden kapıyı kilitlemedim. Parmaklarımı çantamın derisine bastırıp daireden uzaklaşırken kalbimin hâlâ delicesine çarptığını fark ettim. Ve gülümsediğimi.

Belki ona sitem ettiğim, yapmadığı şeyleri yüzüne vurduğum için bu sabah buraya gelmişti ama sonuçta gelmişti. Nasıl olduğumu sorup bana, kızım, demişti.

Bugünün Duman için gizemli, benim için eğlenceli geçeceğini sanarak uyanmıştım. O okula gitmek için hazırlanırken yatakta sırıtıp durmuştum. Günümün kalanında da çok eğleneceğimi düşünüp kırmızı eteğimi giyinmiş, bir öğretmen gibi davranmak için kendimi ikaz etmiştim. Fakat bugünün beni duygulandıracağını düşünmemiştim.

Annem resmen beni görmeye gelmişti.

Çantamı elimde çevirerek kaldırım boyunca indim. Köşeden dönerken çiçek tezgâhını gördüm, çiçek satan ablayı da. Tezgâhındaki taze çiçeklerin kokusu burnuma gelmişti ama tezgâhta bugün kırmızı gül yoktu. Belki de o yüzden Duman sabah komodine diğer günlerdeki gibi kırmızı bir gül bırakmamıştı.

Otobüs durağına yürüdüm ama topuklularla yürümek zor olduğu için çeşitli, ufak sinir krizleri geçirdim. Dünyanın en tahammülsüz insanı olmanın verdiği huysuzluğu kendimden çıkararak otobüste ayakta bekledim. Otobüs liseye yaklaşınca indim ve okul bahçesinden içeriye girerken beni gören güvenlik görevlisine, “Yeni öğretmenim,” dedim. O da derhal kenara çekilip bana yol verirken, “Buyurun hocam,” dedi.

Başımı sallayıp okul binasına yürüdüm, ilk ders başladığı için etraf sessizdi. Elimi korkuluklara yaslayıp merdivenleri ağır ağır çıkarken, kafamı çevirdiğim herhangi bir yerde Duman’ı görebileceğim düşüncesiyle heyecanlanıp dudaklarımı ısırdım. Daha önce de geldiğim okulun katlarını çıkıp müdür odasının olduğu koridora girdim, ojeli tırnaklarımla kapıyı tıklattım.

“Girin.”

Resmi bir yüz ifadesiyle kapıyı açıp içeriye girdiğimde, Müdür Bey başını kaldırıp bana baktı ve derhal koltuğundan kalkıp masasının etrafını dolandı. Elini uzatıp benimle tokalaşırken, “Hoş geldiniz hocam,” dedi.

“Hoş buldum,” dedim ciddiyetle ve elimi kendime çekip geriledim. “Sanırım ders başladı.”

“Evet hocam.” Müdür Bey eliyle yürümem için beni teşvik ettiğinde başımı sallayarak hareket ettim ve odasından çıkarken, gergince çantamın askısını sıktım. “Sizi öğretmenler odasına götüreyim, öğretmen arkadaşlarımızla tanışın.”

Yeni insanlarla tanışmaktan gram hoşlanmazdım, iletişim becerilerim gelişmiş değildi. Fakat kendimi bu durumun içine ben sokmuştum, oldukça resmi ve normal bir iletişimde halledecektim bu durumu.

“Buyurun hocam,” dedi Müdür Bey, beni açtığı kapıdan içeriye buyur ederken. Yüzüme bir poker ifadesi yerleştirip içeriye girdim. Başımı çevirince üç öğretmenin kafasını benden tarafa kaldırdığını gördüm. Aralarında bir bakışma yaşandı ve Müdür, “Yeni öğretmen arkadaşımız,” diyerek beni takdim edince hepsi ayağa kalktı.

“Merhaba hocam,” diyerek genç kadın kalktı ve gülerek yanıma geldi, benimle el sıkışıp baştan aşağıya süzdü. “Hoş geldiniz. Branşınız nedir?”

İşte başlıyoruz. “Hoş buldum. Rehberlik öğretmeniyim.”

“Gerçekten bir rehber öğretmenine ihtiyacımız vardı,” dedi tanışmaya gelen bir erkek öğretmen ve benimle el sıkışırken, “Adınız nedir?” diye sordu.

“Mahşer,” dedim ve elimi geriye çekerken vaktimin çoğunun geçeceği öğretmenler odasına şöyle bir baktım.

“Ben sizi öğretmen arkadaşlarımla bırakayım, tanışın,” dedi Müdür Bey ve bizden ayrıldı. “Bir sualiniz olursa öğretmen arkadaşlara danışırsınız, mutlaka yardımcı olurlar size.”

Benimle ilk tanışan öğretmen, “Tabii hocam,” dedi gülerek ve bana döndü. “Benim adım da Yağmur. Memnun oldum.”

Başımı sallayıp çantamı öğretmenler odasındaki geniş masanın etrafına dizilmiş olan sandalyelerden birisine koydum ve yanımdaki sandalyeye otururken diğer öğretmenin bana selam verdiğini görüp başımı önüme eğdim. Gergince ellerimi masanın üzerinde birleştirirken, Yağmur Hanım diğer yanımdaki sandalyeyi çekip oturdu ve neşeli şekilde, “Çok genç görünüyorsun, yeni mi mezun oldun?” diye sordu.

“Sayılır,” dedim konuşmayı kısa kesmek için.

“Hımm.” Konuşmaya hazır hissetmediğimi pek anlamadı. “İlk öğretmenlik deneyimin sanırım, atandın mı?”

“Atanmadım, ücretli öğretmenlik yapacağım.”

Güven veren şekilde gülümsedi. “Anlıyorum… İçecek bir şeyler ister misin?”

“Hayır. Teşekkür ederim.”

“Peki.” Gülümsemeye devam ederek kalktı. “Ben kendime koyayım.”

O kendisine kahve koyarken ben de bileğimdeki saate bakıp gergince yutkundum. Diğer öğretmen arkadaşların sorduğu birkaç soruya da kısa yanıtlar vererek sessiz kaldım. Onlar kendi aralarında, öğretmenlere has dertlerinden yakınırken ellerimi sertçe ovuşturmaya başladım. Zil çaldığında Duman’ın birazdan buraya geleceği farkındalığıyla heyecanlandım, kalp atışlarımı hissedip budala gibi bakışlarımı kapıya çevirdim.

Kapı açıldığında irkildim ama içeriye genç bir erkek öğretmen girdi, Duman değil. Beni görünce yüzünde oluşan soru işaretini gördüm ve kendisine, “Yeni rehber öğretmeniyim,” diyerek resmi bir açıklama yaptım. Benimle el sıkıştı ve acelesi varmış gibi hareket edip dolabına ilerledi. Tekrar kapıya baktım ve yine açıldığında heyecandan kusacak gibi hissettim ama bu kez de yaşlı, emekli olmaya yakın görünen bir hoca içeriye girdi. Ona da kendimi tanıttım ve sabırsızca dudaklarımı ısırmaya başladım.

Teneffüs bitecek olmasına rağmen Duman’ın geleceği yok gibiydi, neredeydi? Bir öğrencisiyle mi ilgileniyordu? Hadi ama beni gördüğündeki yüz ifadesi için ölüyordum. Yanaklarımı sıkıntıyla şişirdiğim sırada kapı bir daha, sertçe açıldı ve başım yukarıya kalktığında gözlerim kalbime onu gösterdi ve atışları durdu.

Duman’ın beni fark ettiği ilk anı izledim. Elini, karıştırdığı saçları arasından çekip ileriye doğru bir adım attı ve aynı zamanda gözleri benimle rastlaştı. Elinin yana doğru düşmesini, gözbebeklerinin tepkisel olarak açılmasını, nefesini tutuşunu izledim. Dudağım sol yana doğru sinsice kıvrılırken hareket edemeden başını öğretmenler odasına çevirdi ve sonra tekrar bana bakarak burada olmama bir anlam arıyormuş gibi kafasını iki yana salladı. Aklına bu çılgınca ihtimalin henüz gelmediğini fark ettim ve ağzı, konuşmak için aralanırken yanaklarının heyecandan kızardığını gördüm.

“Duman Hocam.” O anda, yeni tanıştığım Yağmur öğretmenin sesi, bizi bu birkaç saniyelik eğlenceli, sabırsız andan çekti. Kadın yürüyerek Duman’ın yanına giderken, tek kaşım havaya kalktı. Duman’ın koluna şöyle bir üstünkörü dokunarak beni gösterdi. “Yeni öğretmen arkadaşımızla tanışın. Mahşer Hanım, rehber öğretmenimiz.”

Duman kafasını kadına çevirip duyduğundan emin olamamış gibi baktı. Bana dönerken öğrendiklerini bir hizaya sokmaya çalıştı. Dudaklarımda, dişlerimin bile görüneceği bir sırıtışla elimi uzattığımda, Duman da daha fazla dikkat çekmemesi gerektiğini fark edip aksiyon aldı. Birkaç adım gelip nefes nefese kalmış halde, yüzümü ve üzerimdeki beyaz gömleği izleyerek elini elime doğru uzattı. “Hoş… geldiniz hocam. Ben de Duman, memnun oldum.” Elinin üstünü, fark edilip edilmemesini umursamadan, başparmağımla hafifçe okşadım ve Duman’ın nefesi kesilirken gözleri de karmakarışık bir hal aldı. Elimi ondan yavaşça çekerken, “Ben de çok memnun oldum Duman Hocam,” dedim ve yalancı bir tatlılıkla gülümsedim.

Duman çektiğim elime, giydiğim kıyafetlerime, suratıma bir daha bakıp geriye çıktı. Ne yapacağını bilememiş gibi etrafına bakıp diğer öğretmen arkadaşlarına selam verdi. Bana kaçamak bakışlar atıp dolabına ilerlemeye başlayınca Yağmur öğretmenin ona birkaç soru sorarak arkasından gittiğini gördüm. Duman’a ilgisi olduğunu anlamak çok zamanımı almadı.

Onun için tehlikeli olacak bu tespitten sonra derin bir nefes alıp gözlerimi Duman’a kilitledim ve rahatsızca bana baktığını gördüm. Bir olay çıkarmamdan endişe ettiği açıktı. Yağmur öğretmene kısa, net cevaplar vererek dolabından bir dosya çıkardı. Yağmur öğretmen masaya dönerken Duman da karşımdaki sandalyeyi çekip oturdu. Masadan aldığım kalemi dudağıma vurmaya başlayarak gözlerinin içine doğru dik dik baktım ve o elini yüzünün yanına koyup ağzını kapatacak bir pozisyon aldı. Dudaklarını kıpırdattı. Benimle dalga mı geçiyorsun?

Gözlerinin içine doğru bakmayı kesmeden kalemin başını ısırdım ve Duman elini indirip masanın diğer tarafındaki öğretmenlere baktı, dikkat çekmekten endişe ederek ensesini kaşıdı. Başını eğip dosyanın içini açtı, yerinde kıpırdanarak rahatlamaya çalıştı fakat birkaç saniye sonra kaçamak şekilde yine bana bakıp dudaklarını ısırdı. Göz kırptığımdaysa gözbebeklerini kontrol edemedi, hızla diğer öğretmenlere bakıp başını tekrar eğdi. Sakinleşmesini bekledim ve mendiliyle terleyen alnını sildiğini görünce sırıttım. Ceketini çıkarıp masanın üstüne koydu. Kravatını gevşetip kirpikleri altından tekrar beni süzdü. Bu kez şaşkın değil, daha çok heyecanlı ve beklenti doluydu bakışları. O saniye hoşuna gitmeye başladığını fark ettim ve elimdeki kalemi önüne doğru yavaşça yuvarladım.

Kalemi tuttu ve parmakları arasına alarak başını dudaklarıyla ısırmaya başladı. Gözlerimi önüme çevirdim ve kalp atışlarımın tenimin altındaki canlılığının hissederken ders zilinin çaldığını duydum. İki öğretmen konuşarak ayrıldı, sonra iki öğretmen daha. Dolabını karıştıran Yağmur öğretmene bakıp ardından Duman’a döndüm. Saatine bakarak sandalyesini ittirdi ve o tarafa kaçamak şekilde göz atıp dosyasını eline aldı. Sınıftan çıkarken geriye doğru, gözlerini benden ayırmadan yürüdü ve kapıyı açıp çıkarken hızlı bir öpücük attı.

Öpücüğü tutmuş gibi hissedip heyecanlandım. Yağmur öğretmenin bu tarafa döndüğünü görüp dik dik baktıktan sonra başımı önüme çevirdim. Masanın üzerinden kendisine ait olduğunu düşündüğüm bir kalemi alırken, “Size ihtiyacım var hocam,” dedi ve bununla beraber göz teması kurmak zorunda kaldım. “Bir öğrencimi size yönlendirsem ilgilenilir misiniz? Son sınıf, sınav senesi ve çok stresli, belki konuşursanız iyi hisseder.”

Bunun için hazır olmaktan başka şansım yoktu, üstüme düşenleri yapacaktım. Ters bakışlarımı saklayıp başımı salladım. “Ben odama geçeceğim,” dedim ve kalkıp çantamı aldım. “Yönlendirebilirsiniz.”

“Sağ olun hocam,” dedi ve dersine gitmek için hızlıca çıktı öğretmenler odasından.

Arkasından dik dik bakıp sıkıntılı bir nefes verdim ve daha önceki gelişimde müdürün gösterdiği odaya yol almaya başladım. Rehberlik edeceğim öğrencilerle konuşacağım, küçük ama yeterli, düzenli bir odaydı. Yalnız kalmaktan memnuniyet duyarak ceketimle çantamı misafir koltuğuna bıraktım. Masanın başına geçip otururken Duman’ın beni gördüğü anki yüz ifadesini gözlerimin önüne getirdim. Şu an derse odaklanamadığına emindim, bana sormak için soruları olduğuna da. Yalnız kalmamız için çıldırıyor olmalıydı.

Kapı tıkladığında öğrencinin geldiğini anladım ve ciddi bir ifadeyle, “Girin,” diye seslendim. İçeriye uzun boylu, geniş omuzlu, çekingen bir kız girdi ve kararsızca kapıyı kapattı. Ona koltuğunu göstererek, “Merhaba,” dedim ve peşinden ekledim. “Ben yeni rehber öğretmeninizim. Adın ne?”

Koltuğa oturup ellerini, kareli okul eteğinin üstünde bağlarken, “Ceren,” dedi ve ben elimi çenemin altına koyup onu izlerken, “Hoş geldiniz hocam,” dedi.

Genç, tedirgin bir kız olduğun için okula geldiğimden beri ilk kez ona kayıtsız kalamadım ve gülümsedim. “Hoş buldum.”

Ve ardından onunla konuşmaya başladım, bu geçip kırk kişiye ders anlatmaktan daha iyi ve rahattı. Ada’yı dinlemeye benzedi ama Ada’ya dilediğim karşılığı verebiliyordum, karşımdaki kıza karşı daha anlayışlı ve kullandığım kelimelerde seçici olmalıydım. Resmiyeti bozmadan, onu rahatsız etmeden birkaç soru sordum ve uzun dakikalar boyunca onunla konuştum. İlk gün için fena olmadığımı düşündüm, kızın tavrımdan rahatsız olmadığımı fark edince öğrencilerimle anlaşmanın yolunu bulabileceğimi düşündüm. Zilin çaldığını duydum, tekrar teneffüs olmuştu ama kızın anlatmakta olduğu şeyin yarıda kesilmemesi için onu bölmedim. Anlattıkları bitince hafta içi tekrar gelebileceğini söyleyerek ona çıkmasını söyledim. Yalnız kaldığımda hızlıca kalktım.

Odamdan ayrılıp koridorda seri adımlarla yürürken beni okullarında ilk kez gören öğrencilerin kaçamak bakışlarını da fark ettim. Duman’ı öğretmenler odasında yakalayabileceğimin heyecanlıyla hızla üst kata çıktım, istediğim yere ulaşınca kapıyı açıp öğretmenler odasından içeriye kafamı soktum fakat Duman’ı göremedim. Bunun hüsranıyla içimden küfrederken yine bir öğretmenin ağına yakalandım ve ayaküstü onunla da tanıştım.

Teneffüs bitmek üzere olduğu için sanırım Duman tekrar sınıfına çıkmıştı.

Bezgince koridora çıkıp dik omuzlarımla aşağıya indim, vaktimi geçireceğim odaya dönerken etrafımda onu aradım. Acaba hangi sınıftaydı? Her ders başka sınıfa giriyor olabilirdi. Ah bir bilseydim… Onunla biraz da sınıfında eğlenirdim, öğrencilerinin önündeyken nasıl göründüğünü merak ediyordum. Bunu görebileceğim ilk anın bir an önce gelmesini dileyerek odama ilerledim.

Koridorlarda on beş on altı yaşında, bana o yıllarımı hatırlatan öğrenciler gördüm. Koridordan geçerken ister istemez Duman’la birbirimize âşık olduğumuz zamanları hatırladım. Birbirimizi, birbirimiz fark etmeden ne kadar çok izlemiştik.

Sen okul koridorlarında yere düşerdin, benim dizlerim acırdı Mahşer.

Bunu hatırladım ve lisede okurken düştüğüm okul koridorlarının benzerine bakarak odamın kapısını açtım. İçeriye girerken kafamı kaldırdım ve ağzımdan bir küfür kaçmasını önleyemeden kapıyı kapatıp sırtımı kapıya yasladım. Duman, oturduğu koltukta gerinerek baştan aşağıya beni süzdü, oturduğum sırada bakamadığı kırmızı eteğimi izleyerek dudaklarını yaladı. Heyecanla yutkunup ileriye doğru gittim ve Duman koltuktan kalkıp karşımda durunca bu eğlenceden hoşlanarak, “Odamda ne işiniz var hocam?” diye sordum. Dağılmış kravatını düzeltme isteğimi zorlukla bastırdım. “Yoksa sizin de mi rehberliğe ihtiyacınız var?”

Gözleri parladı, bu oyunu sevdim, der gibi bakıp bir adım daha gelince vücutlarımız birbirine değdi. “Görür görmez sizden çok hoşlandım hocam,” dedi ve elini belimin kenarına koyup yüzümü izledi. “Hem de çok hoşlandım. Bir anda gelişen duygularıma karşı koyamadığım için size de itiraf etmek istedim bunu.”

Kendimi bir anda on altı yaşında hissettim. Duman’ın beni ilk tanıdığı, beğendiği, izlediği o yaşlarda… O da öyleydi, gençti ve sanki benden hoşlandığını itiraf ediyordu. Bunun okulda, bir lisede gerçekleşmesiyse… her şeyi daha uygun hale getiriyordu. Kuruyan dudaklarıma dilimin ucuyla yardım edip, “Ben de,” dedim, eğer o yaşlarda olsam vereceğim şekilde cevap vererek. “Ben de sizden, görür görmez çok hoşlandım.”

Belki de yıllar önceki Duman’ın vereceği bir tepki verdi, sevimli ve şaşırmış gibi gülümsedi. Kalbimi, daha genç yaşlarımdaymış gibi hızla attırdı bu gülümseme. Kendimi pileli eteğimle, beyaz okul gömleğimle onun karşısında hissediyordum. “O zaman buluş benimle,” dedi. Muhtemelen bu da lisedeki Duman’ın diyeceği bir şeydi. “Numaranı ver, seni arayayım.”

“Ah, çok hızlısın.” Çevirdiğimiz oyundan duyduğum hazzı, dudaklarımın kenarındaki gülüşte saklayıp masaya eğildim ve bir kalem alıp doğruldum, numaramı avucuna yazdım. “Numaram bu. Beni istediğin zaman arayabilirsin.”

Avucundaki numaraya bakarak ağır ağır gülümsedi. “Demek benden bu kadar hoşlandın?”

Parmaklarımı, artık tanıştığımız ve daha yakın olduğumuz için kravatına götürdüm ve o yetişkin öğretmenin değil de lisede hoşlandığım çocuğun kravatını düzeltiyor gibi hissettim. “Evet. İnanılmaz hoşlanıyorum senden.”

Genzini temizleyip oyunumuza devam edebilmemiz için geriledi ve ellerim yanıma düşerken, Duman numaramı yazdığım elini kumaş pantolonun cebine koyarak, “Furkan’la çok takılma,” diyerek arkasını dönüp odanın çıkışına ilerledi.

“Ne?”

Önce şaşkın bir mırıltı döküldü dudaklarımdan ama Duman göz kırpıp odamın kapısını, o güzel yüzünü görmemi engelleyerek kapattığında fena halde sırıtmaya başladım. Furkan… Lisedeki şu çocuk… Ah Duman… Demek o da beni okulda görünce gerçekten öyle hissetmişti, şimdiyse lisede açılamadığı gibi açılmıştı bana.

Ah Duman… İs gibi, nefes gibi, günah gibi…

Kalçamla ellerimi masama koydum ve parmağım bir acıyla sızladığı an irkilip arkama baktım. Bir defterin arasındaki gülü ve parmağıma batanın da gül dikeni olduğunu gördüm. Parmağımdaki sızlama incecik bir kanamaya dönüştü ve buna rağmen uzanıp o gülü tuttum, Duman’ın bu sabah alamadığı, ama şimdi alıp dikenlerini ayıklamaya vakti olmadığı kırmızı gülü koklarken, defterin köşesine yazdığı notu okudum.

 

Seni henüz ilk kez gördüm fakat içimden bir ses, kırmızı güller almayı sevdiğini söyledi. Akşam benimle ilk randevuna çıkarsan sana bir gül daha alırım.

Randevumuzda kırmızı bir elbise… Ya da hayır, kırmızı bir bere takmalısın. İçimdeki aynı ses, kırmızı berenin sana çok yakışacağını söylüyor :)

Duman.

 

BÖLÜM SONU.