0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

37. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

"DARMADUMAN."

Ellerimi sana dokunduramadığım için seni bana hatırlatan bir şeye, sigaraya dokunmaya başlamıştım. Ve şimdi de ellerimi senden çekemediğim için bir sigaraya bile dokunamıyorum.

Ellerimi bir yere uzatıyorum ama bir anda senin üzerinde buluyorum.

Ve tarih, buna yüzyıllardır aşk diyor.

Eğer aşk diye bir kelime olmasaydı da âşık oldum demezdim, Duman oldum derdim. Darmaduman.

Bir âşıktan ziyade darmadumanım ben.

Şehirden uzaklaşmış, otoyolda ilerliyorduk. Hâlâ nereye gittiğimizi bilmiyordum. Önümüzdeki gri yolun üzerine güneş alçalıyordu ve ufukta turuncu, loş ışık vardı. Saçımı parmağımın arasına doladım ve alt dudağımı ısırarak sırtımı cama yasladım. Onu daha iyi izleyebilmek için yan şekilde oturmuştum.

O çok güzeldi ve ben darmadumandım.

Gözlerim, elmacıkkemiğinin üzerinde hareket eden o yüz kasını izlerken, Duman gözlerini bir anlığına yoldan alarak bana çevirdi. "Manzara nasıl?"

Gözlerimi cama çevirerek güneşe baktım. "Güzeeel."

Ofladı. "Kendimi kastetmiştim."

Sırıtarak tekrar ona döndüm. "Biliyorum, gıcıklığına yaptım."

Gözlerini devirdi ama bana gülümsedi. "İflah olmazsın sen," dedi ama beni, olduğum gibi sevdiğini söylediği için bu cümlesine sitem etmedim. "Hadi, bana liseden bahset."

Lise... Bana en güzel zamanları hatırlatan yıllar. Omzumu silktim. "Sen."

"Lise deyince aklına yalnızca ben mi geliyorum?"

"Evet," dedim dürüstçe. Yolda biraz daha ilerlediğimizde akşam güneşi aracın içini kapladı. Duman'ın yüzü kızarmaya başladı. "Yani... Seni ilk seni gördüm ve başımıza o olaylar gelene kadar bir sapık gibi seni takip ettim."

Gözleri yolu kontrol edip yeniden bana döndüğünde dudaklarıma odaklandı. Aramızdaki havanın bir elektriğe dönüşüp her hareketimizde bizi çarptığını hissettim. "Geç kalmış birkaç öpücüğün var bende, biliyorsun değil mi?"

"Alayım o zaman," dedim ve gözlerindeki şaşkınlığın bir yarık gibi genişlediğini görürken ona yaklaştım. Arabanın izin verdiği ölçüde ona sokulup dudaklarımı alt dudağına bastırdım. Duman titredi ve bir çocuk gibi telaşa kapılıp direksiyonu bıraktı. Hızı, aksiyonu severdim. Bu yüzden ellerini tuttum ve araba kendi başına yolun sonuna ilerlerken güldüm.

"Araba sürüyorum Mahşer," dedi.

Çılgınlıksa onunla yapılırdı, günahsa onunla işlenirdi. Bu yüzden hiç çekmeye yeltenmedim dudaklarımı.

"Öleceğiz, aptal."

"Birinin kalbini söküp sana verdiler," dedim dudaklarımı yalayıp endişesinden dolayı geri çekilirken. "Yaşayacaksın sen, belli."

Direksiyon hâkimiyetini sağlaması birkaç saniyesini aldı ve o sırada bir arabanın bize korna çaldığını fark ettim. Yanımızdan geçerken şoför camı yarıya kadar indirerek bir şeyler söylendi ama cam kapalı olduğu için tam duyamadık. Duman kaşlarını çatıp arabayı yavaşlatırken, "Boş ver inme, biz hatalıyız," dedim ve ardından bize muhtemelen söven şoföre dil çıkardım. Adam bocaladı ve Duman gaza basıp onu gerimizde bırakırken sırıtarak kafamı arkaya vurdum.

Duman bana söylenirken gözlerimi devirerek bacaklarımı kalçamın altına kıvırdım. Elimi terleyen enseme attım ve onun kemikli, zayıf yüzüne bakarken arabanın yavaşladığını fark ettim. Bir benzinliğin önündeydik. Duman arabayı durdurdu ve torpidodaki cüzdanını alırken "Bir ihtiyacın var mı?" diye sordu. "Tuvalet falan?"

"Yok sevgilim, sen gir."

İnecekken omzunun üzerinden bana döndü ve yüzüne bir gülümseme yuva yaptı. Dişlerini bile gördüm. "Sevgilim?" dedi tatlı bir sesle.

"Evet, hastanede konuşmuştuk, sevgilimsin demiştim sana." Koltukta kaykılarak yüzümdeki nemi sildim. "Öyle karar verdim."

"Bu ilişkinin odunu sensin," diyerek kapıyı örttü.

Gözden kaybolana kadar kalçasına bakmayı sürdürdüm. Benzinliğe girip gözden kaybolduğunda içtenlikle gülümsedim. Az sonra benzinlik kapısından elinde bir poşetle çıktı. Heyecanlanıp saçlarıma çekidüzen verdim. Tişörtü ve pantolonu içinde, epey zayıflamış olmasına rağmen yakışıklı ve çekici görünüyordu. Arabanın önünü dolaşırken bana göz kırptı ve kapıyı açıp şoför koltuğuna yerleştiğinde poşeti aramıza bıraktı. "İçecek bir şeyler aldım sana."

Poşetin içine bakıp soğuk kolayı gördüm. Elime alıp kapağını dişimle söktüm. "Epey sıcakladım," dedim ve koladan uzun yudumlar alarak kana kana içtim. "Her zaman neye ihtiyacım olduğunu biliyorsun Duman, ben bilmiyorken bile."

"Sen benim ezberimsin çünkü," dedi bana, âşık olduğu kadına. Bir cümlelik zaman kadar susup elini dizime koydu. "Aşkın bir adı olmasaydı Mahşer olurdu bence."

Duman olurdu bence, darmaduman.

Yolun devamında ikimiz de kolalarımızı içerek manzarayı izledik. Uzun bir yolculuktu, sürpriz olması için tabelalara bile bakmamıştım. Araba o şehir trafiğinden de uzaklaşıp dar, ara sokaklara girdiğinde, buraların bana bir yerden tanıdık geldiğini fark ettim. Beyaz evler, mavi panjurlar... Koltuğumda dikleşerek ondan tarafa döndüm. "Bodrum'a mı geldik?"

"Yeni mi fark ettin?” dedi gülerken. "Buraya gelene kadar sayısız tabela vardı."

"Bakmadım. Sen söylemeyince sürprizin bozulmasın istedim."

Araba tamamen durduğunda sokak lambalarının izin verdiği ölçüde etrafıma baktım. İki katlı, beyaz badanalı, mavi kapılı bir evdi. Araba hemen yanında durmuştu ve sokak sessiz görünüyordu. Duman arabanın tavan lambasını söndürdü ve ardından, "İnelim bebeğim," diyerek kapıya davrandı.

Onun ardından ben de kendimi dışarıya attım. Sanırım yaz tam anlamıyla gelmediği için tatilciler buraya akın etmemişti ve o bu evde sığ bir yerde kalıyordu. Sokağı izleyip ardından arabanın önüne yürüdüm. Duman, demir kapıyı açmış, beni bekliyordu. Omzunun altından içeriye sızarken, "Bu ev kimin?" diye sordum.

Duman kapıyı kapattı. Ardından kilitledi.

"Bizim," diye cevapladı. "Küçükken yaz tatillerinde ailecek gelirdik. Ada ile burada güzel anılarımız var. Annemle babam burada bile rahat durmaz kavga ederlerdi ama biz ağaçlara tırmanır, kiraz toplardık." Eliyle az ilerideki ağaçları gösterdi.

Ellerini belimin iki yanına koydu ve yavaşça arkamdan yürüdü. Önümde gri, taşlı bir yol uzanıyordu. O yolu sessizce yürüyüp sol tarafa döndüğümde iki katlı, beyaz badanalı evi gördüm. Önümde bir havuz vardı, havuzun etrafına şezlonglar konulmuştu ve uzun, geniş gövdeli ağaçlar havuzun etrafını süslüyordu. Havuzun hemen bitişiğindeki eve baktım ve Duman'ın enseme koyduğu bir öpücükle beraber eve ilerledim. "Sevdin mi?" dedi, havuzun etrafından dolanırken.

Nedeni bilinmez bir heyecanla dolarak başımı salladım. "Evin içini de görmek istiyorum."

Kolunu omzuma atarak beni evin beyaz, ahşap merdiven basamaklarına yönlendirdi. "Buraya gelmeden önce, Talha abiyi arayıp evi havalandırmasını, biraz alışveriş yapmasını istedim. İnşallah içerisi tozlu değildir."

Talha abi kimdi bilmiyorum, buralarda oturan bir tanıdık olmalıydı. Duman aynı anahtarlık içindeki bir anahtarla sokak kapısını açtığında karanlık önüme serildi. Beni içeriye itti ve kendi de ardımdan gelerek karanlığın içinde hareketlendi. Parmakları duvarda gezindi ve az sonra olduğum yer aydınlandı.

Oldukça geniş oturma odası az eşyayla döşenmişti. Kahverengi tonlarındaki oturma grubuna salonun kenarındaki ahşap masa eşlik ediyordu. Üçlü koltuğun tam karşısında geniş ekranlı bir televizyon vardı. Masanın üzerinde, tozlanmış birkaç dekor ve duvarlarda yıpranmış tablolardan başka bir şey yoktu. Başımı sol tarafa çevirdim ve yukarıya çıkan ahşap basamakları gördüm. Merdiven boşluğunun olduğu yerde mutfak vardı ve içerisi buradan görünüyordu. Sanırım bu katta oturma odasıyla mutfak varken yukarıda yatak odaları vardı. Duman boynuma sokuldu. "Yoruldun, dinlenmek ister misin?"

Ellerimle kollarımı sıvazlayarak merdivenlere yaklaştım. "Bir duş alıp kendimi yatağa bırakmak istiyorum," dedim.

"Hayır hayır, duş alma," dedi. Elini belime koydu ve bilhassa yavaşça kalçama doğru kaydırdı. "Henüz turuncu tişörtün ve kırmızı taytından ayrılmak istemiyorum."

Dönüp üzerime baktım. Sahi, bu kıyafetlerin dolabımda ne işi vardı?

Romantik birisi değilim ama onun için bir jest yapmak istemiş, böyle giyinmiştim. Pişman değildim ama bu halde birine görünmek istemezdim. Alt dudağımı kıvırdım ve bir şey demeden basamakları çıkmaya devam ettim. Koridorun başında durduğumda, buranın da alt kat gibi kare bir tasarımda olduğunu gördüm. Birkaç kapı karşılıklı duruyordu ve duvarlar da kapılar da tamamen beyazdı. Duman arkamdan çıkıp önüme geçti.

"Şu tarafta banyo var," diyerek soldan ikinci kapıyı gösterdi. "Elini falan yıkamak istersen... Zaten banyo yapamazsın, çantan aşağıda, anahtar da bende. Ama illaki banyo yapacağım diyorsan ya çıkardığın kıyafetleri giyersin ya da çıplak gezersin."

Tek kaşımı kaldırıp üzerine yürüdüm. "Evin içinde çıplak gezemeyeceğimi mi düşünüyorsun?"

Siniri bozulmuş şekilde güldü. "Doğru, gezebilirsin. Ben de kimi neyle korkutuyorum işte..."

Parmak uçlarımda yükseldim. Kollarımı boynuna doladığımda Duman'ın kalp atışlarının hemen hızlandığını fark ettim. Kalbi ne kadar değişirse değişsin Duman bana deli olduğu sürece o kalp yanımda hep hastalıklı gibi atacaktı. Kendimi ona bastırarak elimin tersiyle yüzünü okşadım. "Ben elimi yüzümü yıkayıp geleyim, güzel bir uyku çekelim olur mu?"

Bu uysal, ağır başlı halim karşısında afallasa da memnuniyet duymuş olmalı ki ellerimin içine ruhunu bıraktı. "Aç değil misin? Senin için hemen bir şeyler hazırlarım."

"Sıcaktan mayıştım herhalde, hiç aç hissetmiyorum," dedim ve elimi yüzünden çekerek eline götürdüm. "Sabah güzel bir kahvaltı yaparız."

Bir an duraksadı ve ben onu tereddüte düşüren şeyi merak ederken, Duman yüzüme doğru alçalarak dudaklarını çenemin altına bastırdı. Yutkunmamla beraber dudakları daha hissedilir oldu ve sanki beni öpmekle kalmayıp nefesimi ciğerimden çekti.

"Çok bekletme beni, gelip gir kollarımın arasına."

Boynumda nefesinin sıcak esintisini hissederken Duman benden uzaklaştı ve arkasını dönüp sağ taraftaki, beyaz boyalı ahşap kapıyı açıp gözden kayboldu. Parmaklarımı boynuma yasladım ve sersemlemiş halde sırtımı dönüp gösterdiği banyoya ilerledim. İçeriye girdiğimde buranın gayet normal, beyaz renk ağırlıklı döşenmiş bir banyo olduğunu gördüm. Cam kapılı bir duşa kabin dikkatimi çeken ilk şey oldu ama şimdi uyumak, duşu sabah almak istiyordum. Beyaz lavabo tezgâhına yönelip çerçeveli aynanın önünde durdum ve suyu açıp birkaç kez suratıma serin su çarptım. Dağılmış saçlarımı el yordamıyla toplayıp hepsini sol omzuma bıraktım ve turuncu tişörtüme göz devirdim.

Yüzümden akan su damlalarını elimin tersiyle silerken, soğukkanlı ve sert yüz hatlarıma baktım. Tatlı bir yüz ifadem yoktu, hemen hemen her zaman agresif görünüyordum. Belirgin bir çenem, kavisli bir burnum vardı. Dudaklarım, tutkalla yapıştırılmış gibi hep aynı somurtuk ifadeye ev sahipliği yapıyordu. Yüzümde, ruhumdan esintiler vardı.

Banyodan çıktıktan sonra birkaç kısa adımda Duman'ın girdiği odaya girdim. Kapıyı örtüp etrafıma baktım. Burası karanlıktı, gözlerimin alışması için biraz bekledikten sonra etrafı süzdüm. Tam kapının karşısında küçük pencereler vardı ve Duman doğru odayı seçmişti; çünkü bu oda ay ışığını görüyordu. Duvara yaslı bir yatak hemen kapının sol tarafındaydı ve yatağın karşısında küçük bir kıyafet dolabı vardı. Bir çalışma masası da mevcuttu ama bomboştu.

Kapının önünden ayrıldım. Siyah başlıklı yatağa ilerlerken Duman'ı görmezden gelemedim. Kendini sırtüstü yatağa bırakmış, kolunu alnına koymuş, açık gözlerle tavana bakıyordu. Yatak, evdeki yatağı kadar geniş değildi, bu yüzden ayaklarının bir kısmı dışarıya taşmıştı. Dizlerimin üzerinde yatağa tırmandım ve başının yanına kadar giderek ellerimi başının sol tarafına yasladım. Saçlarım yüzüne yavaşça dökülüp bedenine sarıldı. Gözlerini tavandan çekmeden dudaklarını büktü ve içine derin bir nefes çekti. "Mahşer."

"Duman."

"Bir gülsene," dedi ve acele etmeden gözlerini tavandan çekip benim renkli gözlerime sabitledi. Gözlerindeki bakışı seçmek zor oldu ama göremiyor olsam da oradaki yansımamdan emindim. Gözlerinde bir ben gizliydi.

Neden istedi bilmiyorum ama o istediği için gülümsedim. "Güldüm işte, ne oldu?"

"Aşkın iyi yanını gördüm."

Aşkın, gülüşünden başka iyi yanını görmedim, demişti bana yakın geçmişteki bir günde. Ve gülmüş, ona aşkın tek iyi yanını göstermiştim. Saçlarım yüzünü süpürürken, elimi aralıklı dudaklarının üzerine koydum.

"Duman," dedim içimden hep dediğim gibi. "İs gibi, nefes gibi, anlık günah gibi..."

Dudakları, kalbime çıkartma yaparak bir gülümseme giyindi. "İs mi? Nefes mi?"

"Anlamazsın sen," dedim ve yatakta kayarak bacaklarımı ileriye uzattım. Başımı omzuna koyup elimi de göğüs kafesine yasladım. "Onlarla benim aramda."

"Onlar kim Mahşer, ne diyorsun? Cinlerin falan mı var senin?"

Gözlerimi devirerek tişörtünün bir parçasını avucumun içine aldım ve bacaklarımdan birini onun bacaklarının üzerine attım. Kollarımla onu kafes altına alıp uyumak için gözlerimi kapatırken, "Sessiz ol," diye homurdandım. Ardından yanağımı göğsüne sürterek kendimi akışa bıraktım. "Gözlerini kapat, birkaç dakika içinde uykuya dalacaksın."

Dudaklarının saçlarımın üzerinde olduğunu düşündüm, çünkü birkaç saç telim çekiştirilmiş gibi acımıştı. Elini üzerime attı ve beni kaburgalarımdan kendine doğru bastırdı. Bir şekilde, kollarımız ve bacaklarımızla düğüm olduk ama bundan hiç rahatsızlık duymadım. "Bana bir masal anlat, uyuyayım," dedi alçak bir ses tınısıyla.

Tişörtünü avucumun içinde sıkıca kavrayarak gözlerimi tamamen kapattım ve sıcaklığından hoşnut olarak kısık sesimle konuştum. "Bir adam varmış," dedim.

"Devam et," dedi.

"Karşıdan karşıya geçmiş.”

"Bak sen şu adama."

"Yaa," dedim ve ardından saçmalamaya devam ettim. "Elinde kitapları varmış, kaldırımda bir kızla karşılaşmış. Kitapları yere düşmüş, ikisi de eğilip kitapları toplamışlar ve sonrasında kafalarını kaldırıp birbirlerine bakmışlar..."

Duman komik bulmuş gibi etkileyici şekilde güldü. "Âşık mı olmuşlar?"

"Hayır," diyerek onu azarladım ve sonra kendimi uykunun derinliklerine bırakarak konuştum. "Kız ona bakıp dikkat etsene lan, demiş. Çocuk da sen dikkat et lan, demiş. Sonra kitapları birbirlerinin suratlarına fırlatmışlar ve arkalarını dönüp başka yönlere gitmişler. Saçma mıydı? Evet ya, böyle masal mı olur… Ama eğer istersen yarın sana anlatmak için güzel bir masal öğrenebilirim..."

Tamamen uykuya dalmadan önce hissettiğim son şey Duman'ın gülerken titreyen dudaklarının yanağıma kayması oldu. Adeta uykuya değil de cennete düşmüş gibi hissederek uykuya daldım.

🥀

O kadar güzel bir uykuydu ki, bir ara melekler yüzümü okşuyor sanmıştım.

Esnedim. Elimi yorganın içinden çıkarırken gözkapaklarıma yüklenen ışık huzmesini hissettim. Gün aymış, güneş tenime misafir olmuştu. Gözlerimi açmadan parmaklarımı ileriye uzattım ve arayışla çarşafın üzerinde dolaştırdım. Yalnızdım. Gözlerimi açtım ve yatağın boş kısmına baktım. İzini çarşafa bırakmış, bedenini alıp gitmişti. Yumruğumla gözümü ovuşturdum ve ne ara üzerime örttüğünü anlamadığım pikeyi kaldırarak doğruldum.

Ayağa kalktığımda içerideki aydınlık sayesinde odayı daha iyi görebildim ve duvara yapıştırılmış posterlere baktım. Duman'ın gençlik zamanında dinlediği grup ve şarkıcı posterleri vardı. Gülümseyerek saçlarımı kulağımın arkasına koydum ve sanki bu posterler bana tekrar on altı yaşındaymışım gibi hissettirdi. Gülümsemeye devam ederek odadan çıktım ve banyoya girip elimi yüzümü yıkadım. Duş almak istiyordum ama öncesinde Duman'ı bulmalı, arabadan kıyafetlerimi almalıydım.

"Duman?" Ona seslenerek alt kata indim. Salona, mutfağa göz attım ama ondan bir iz bulamadım. Yokluğundan rahatsız olarak kaşlarımı çattım. Bir kez daha adını seslendikten sonra evin kapısından dışarıya fırladım. Fazla aramama gerek kalmadı, Duman burada, havuzdaydı. Onu görür görmez kalbimi anlık olarak avucuna alan o kötü hisler defolup gitti ve bana da onu izlemek kaldı. Bahçeye doğru çıplak adımlarla ilerleyerek havuzun kenarına yaklaştım. Güzel, büyük ve sıcak bir bahçeydi. Ağaç yaprakları hafif hafif dalgalanıyor, rüzgârın sesi ıslık gibi çarpıyordu ağaçların arasına.

"Günaydın," dedim saçlarımı sırtıma doğru atarak. Havuzun içinde kulaç atıyor, sakince yüzüyordu. Su, onun kulaçları ve vücudunun hareketiyle beraber dalgalanıyordu. Duman bu tarafa doğru yüzdü ve başıyla vücudunun bir kısmını denizin içinden çıkararak ellerini nefes nefese mermere yasladı. Bir an nefesim kesildi ve sırılsıklam vücuduna bakarken kelimeleri toplamaya çalıştım. Nefeslerini düzene koyarken, "Günaydın," dedi bana. Ardından elini uzatıp çıplak bileğime doladı ve ayak bileğimi okşarken göz kamaştırıcı şekilde gülümsedi. "Kırmızı taytınla harika görünüyorsun."

Doğru ya hâlâ bu saçma kıyafetlerin içindeydim. Elinin, tenimde bir yara gibi genişleyip büyümesine izin vermeden ayağımı ondan çektim. "Araba anahtarı nerede, kıyafetlerimi alayım," dedim. “Ayrıca sudan çık, kendini çok yoracak şeyler yapma. Yeni yeni toparlıyorsun.”

Elinin biriyle yüzünden akan su damlalarını savurdu. "Girsene biraz havuza."

Alt dudağımı dişleyerek ayağımın birini suyun yüzeyine değdirdim. "Ilık," dedim sessizce.

"Rahatlatıcı," diye karşılık verdi.

Eğilerek havuzun kenarındaki mermer taşa oturdum ve bacaklarımı havuzun içine bıraktım. Duman ellerini bu kez dizlerime yaslayarak iki bacağımın arasına girdi ve yüz yüze geldiğimizde, uzanıp yanağıma sert bir öpücük bıraktı. "Gel yüz, rahatla biraz."

"Yüzmede çok iyi değilim," diye itiraf edip ellerimi ıslak omuzlarına koydum.

"Ben yanındayım," diye güvence verdi ve sanki bu bana yetti. "Üstelik burada boğulmazsın, ayakların yere değer."

Ellerimi omuzlarından aşağıya, ıslak omuzları boyunca kaydırıp onun gözlerinde bir ateş çıkardıktan sonra, "Kucakla beni," dedim, kollarım boynuna dolanmıştı. "Denizler güzelse boğulmak bir lütuf olur zaten."

Gözlerinin içine bakarken hissettiğim gibi karnımda bir şeylerin uçuştuğunu hissettim ve beni suyun içine bırakırken gövdemi ona yasladım.

"Gerçekten," dedi, bacaklarım ılık suyun içinde hareket ederken, "Boğulsam benimle boğulur musun?"

"Ben sende boğulmaktan bahsediyorum," dedim güneşi tenimde hissederken. "Deniz sendin, hep."

Dudaklarını yüzümün kıyı köşesinde gezdirdikten sonra yüzebilmem için beni serbest bıraktı. Dediği gibi, burada yüzmem için çok iyi yüzme bilmem gerekmiyordu. Onun etrafında dönüp arkasında durdum ve aklıma gelen huysuzlukla beraber hiç duraksamadan sırtına zıpladım. Duman bocaladı, vücudu öne doğru sarsılırken, "Kıracaksın belimi," diye homurdandı. "İn, kalbimi acıtıyorsun."

Bir an böyle büyük bir düşüncesizlik ettiğim için utandım ve ardından ateşe değmiş gibi ondan kaçıp gerilerken, "Unuttum," deyiverdim telafi etmek için. "Affedersin!"

Bana doğru dönüp elini koluma uzattı ve tekrar yanına çekerken, "Bir öpücükle bunu affedebilirim," dedi. Eli tişörtümün içinden belimi buldu ve çıplak tenime dokunurken yüzündeki damlalar benim yüzüme düştü. "Sen çok güzel olunca benim seni hep öpesim geliyor."

İstediğini yapmaktan kaçınmadım, ona yaklaştım ve dudaklarımı ıslak yanağına bastırıp büyük bir öpücük bıraktım. "Oldu mu?"

"On dakika yeter bu bana."

Gözlerimi devirip dudaklarımı çektim ve Duman benimle suyun içine girerken çıtımı çıkarmadım. Bacaklarımız suyun içinde yavaşça hareket ederken, ellerimiz de aynı suyun içinde birleşerek sıkı birer yumruk halini aldılar. Nefesimi tuttum ve gözlerimi kapatarak kendimi akışa bıraktım. Suyun altında, güneş tepemizdeyken gülümsedim ve ilerleyen saniyeler boyunca onunla el ele suyun altında kaldım.

Başımı, iki dakika kadar sonra soluk soluğa sudan çıkardığımda, Duman'ı bana bakarken buldum. O, kafasını benden çok önce sudan çıkarmıştı. Elimin birini omzuna koyarken, diğer elimle yüzümden akan suları silmeye çalıştım. Saçlarım yüzüme, omuzlarıma yapışmıştı. Duman, yüzümde durup gözümü de rahatsız eden bir saç tutamını çekip başımın arkasına koyarken, "On dakika çoktan geçti," dedi ve yaklaşıp ansızın yanağımdan öptü.

Gülmemek için dudaklarımı sertçe ısırdıktan sonra başını suya soktum ve çıkmak için havuzun kenarına ilerledim. Duman bir an tişörtümün uçlarından tuttu ama ona bağırdığımda homurdanıp beni bıraktı. Sırıttım ve ellerimi mermer zemine yaslayıp çıkarken, Duman'ın da çıkmak için diğer tarafa yüzdüğünü gördüm. Kendimi yukarıya attım ve ayaklarımın üzerinde durduğumda Duman'ın da doğrulduğunu gördüm. Üzerimdeki tişörtün uçlarını kavrayıp suyu akıtırken Duman mermerin etrafını dolanıp yanıma kadar yürüdü.

Yanıma yürüyüp kolunu omzuma attığında kendimi ona bıraktım ve beraber içeriye girdik. Salonu sevmiştim, iyi güneş alıyordu ve camlardan enfes bahçe manzarası görünüyordu. Kolunu omzumdan çekerken, "Çantan şurada," dedi ve sanırım kendisi de üzerini değiştirmek için merdivenlerin yolunu tuttu. "Ama bana kalırsa üzerini değiştirmene gerek yok, çıplak gezebilirsin."

"Kalbin için üzülüyorum, malum yeni takılmışken bir atak falan geçirir."

Salonun ortasına bıraktığı çantama ilerlerken Duman beni umursamadan çıkmaya devam etti.

Hazırlandıktan sonra çantayı kenara bıraktım. Islak kıyafetlerimi ortadan kaldırmak için üst kata çıktım. Duman'ın ıslattığı basamakları biraz da ben ıslattım ve önceki gece girdiğim banyoya yöneldim. Kapının önüne geldiğimde içeriden su sesini duydum. Duman duştayken ben de kendisine kıyafet hazırlardım fakat öncesinde bu ıslak kıyafetlerimden kurtulmam gerekiyordu. Pencereyi açtım. Temiz hava yüzüme üfledi. İkinci kez düşünmeden taytla tişörtü camdan aşağıya, bahçeye attım. Güneşin altında bir saat içinde kururlardı. Zaten onları Duman için giymiştim, onun için bir daha giyerdim belki ama kendi irademle asla.

Duman'ın yatağa bıraktığı çantadan ona kıyafet çıkardım. Beyaz, V yakalı bir tişörtle dizlerinin üzerinde biten siyah bir şort. Çantanın dibine bakındım, havlusunu aradım ama sanırım şampuanıyla birlikte onu da almıştı. Kıyafetleri güzelce yatağa yerleştirdim ve bir şeyler hazırlamak için mutfağın yolunu tuttum.

Salondan mutfağa geçtiğimde masanın hazır olduğunu görerek afalladım. Duman sabah kalktığında ilk olarak kahvaltı hazırlamış, sonra havuza geçmiş olmalıydı. Masaya yaklaşırken mutfağa şöyle bir göz attım. Çok büyük olmayan, uzun ve dar bir mutfaktı. Kapının karşısında dışarıya açılan balkon vardı ve masa duvara sabitlenmişti. Ahşap dolaplar vardı ve orta boylu bir buzdolabı tezgâhı tamamlıyor, duvara yaslı duruyordu. Duman tezgâhı batırmıştı ama kahvaltı lezzetli görünüyordu.

Madem kahvaltı hazırdı ve yapacak başka şey yoktu... Gidip Duman'ı üstünü giyerken izleyeyim.

Islak saçlarımı sırtıma atarak arkamı döndüm. Ne? Hayır! Duman giyinmiş, mutfağın kapısına doğru yürüyordu bile. Hayal kırıklığına uğradım. O kıyafetlerinin içinde, saçlarını karıştırarak mutfağa girerken ters ters ona baktım. "Sen ne ara çıktın?"

Yanağımdan bir makas aldı ve ben parmaklarının hissini tenime hapsederken masanın altındaki sandalyeyi çekti. "Duş aldım Mahşer, ne kadar sürebilir?”

"Aptal," diyerek çirkinleştim ve onun karşısındaki ahşap, bahçe sandalyesini masanın altından çekerek yavaşça oturdum. O kaşlarını çatmış, anlamsız gözlerle bana bakıyordu.

"Niye aptal oldum şimdi? Oysa ben senin için kahvaltı hazırlamıştım."

Bir an kurduğu cümle göğsümde keskin bir iz bıraktı ve beraberinde onu gerçekten üzmüş olduğumu fark ederek şaşkınlığa düştüm. Durumu toparlamak için, "Öyle değil," dedim ve beni anlaması için olduğu gibi itiraf ettim. "Ben... seni giyinirken izleyecektim ama sen hemen aşağıya indin. Ona sinirlendim biraz."

Aralanan dudaklarını bir şey diyemeden geri kapattı. Yüzünde vay canına der gibi bir ifade oluştu. Tişörtümün uçlarını kavrayarak omuzlarını silktiğimde bir gülüş dudaklarını teğet geçti ve sonra uzanıp bir anda tişörtü başından sıyırdı. Çıplak vücuduyla karşılaştığımda Duman omuzlarını silkti ve hiçbir şey olmamış gibi önündeki çatala uzandı.

Gülmemek için yanaklarımı ısırdım.

Beni hayatta en çok o gülümsetebilir, aynı zamanda en çok o ağlatabilir. Ama hiç bilerek ağlatmaz. Ona hayranlıkla baktım, elimde değildi. İnsan duygularını bile gitmemesi için tutabilirdi ama bakışlarını değil. Yüzünü izleyip o yüzün gerisindeki liseli çocuğu gördüm ve ardından önüme dönüp benim için sıktığı taze portakal suyunu içmeye başladım.

Sessiz, sakin kahvaltıda doyan ilk ben oldum ve dişlerimi fırçalamak için yukarıya çıktım. Ben kalkarken Duman hâlâ yemek yiyordu, benim üç katım kadar yediğine yemin edebilirdim. Çantamdan aldığım fırçayla dişlerimi temizledikten sonra banyodan ayrıldım. Aşağıya indiğimde Duman'ı bu sefer mutfakta göremedim. Tekrar bahçeye çıktığını düşünerek adımlarımı bahçeye yönlendirirken kendimi oldukça iyi hissediyordum. Parmak uçlarımda dışarıya koştum ve geniş bahçede Duman'ı ararken, onun bilhassa benden saklandığını düşündüm.

Ilık çimlerin üzerinde arka tarafa yürüdüm ve Duman'ı bir hamağın üzerinde gördüm. Arka bahçe yeşil, ferah bir alandı. Hamak, iki kalın gövdeli ağaca tutturulmuştu. Ağaçlar çok yaşlı olduklarından olsa gerek dalları aşağıya eğilmiş, yapraklar yerde gölgeler oluşturmuştu. Yürürken Duman gözlerini masmavi gökyüzünden çekerek bana çevirdi. Ben yanına vardığımda yana kayarak hamakta bana yer açtı. Yavaşça yanına yerleştim ve hamak hafifçe sallanırken başımı gökyüzüne kaldırdım. Kuşların sesi kulağıma, rüzgârın sesiyle beraber doluyordu.

"Hep burada kalsak keşke," dedi Duman, elime uzanıp parmaklarımın üzerine dokundu.

"Ada'yı özlersin," dedim.

"Doğru," dedi. "Özlerim Ada'yı."

"Hep burada yaşayamayız ama... hep birlikte olabiliriz."

Gözlerini bana çevirdi ama ben temiz gökyüzünü izlemeyi sürdürdüm. Tek bir bakışla darmaduman olabilirim, bu yüzden ona bakamam. "Beş yıl sonra bile beraber mi olacağız Mahşer?"

"Evet," dedim sükûnet içinde. Güneşin cildimin derinliklerine indiğini hissettim. "Nerede oluruz bilmiyorum ama sen bana katlanabilirsen beş yıl sonra bile beraber oluruz."

Saçlarımı kenara çekip boynumu yalnız bıraktı ve yüzünü oraya saklayarak burnunu sıcak tenimin üzerinde dolaştırdı. Gözlerim sonuna kadar örtüldü ve aşk sanki beni delip edip bir akıl hastası gibi onun göğsüne kapattı. "Burayı sevdin mi? İstersen sık sık kaçamak yapar, buraya geliriz."

"Benim düşüncelerim bu kadar önemli mi? Sırf ben istiyorum diye buraya mı geleceksin?"

"Seninle gitmek, yol almak, bir yere varmak, yan yana olmak..." Konuşurken sesiyle beraber nefesi de tenime hapsoluyor, içimde saklanıyordu. "Yirmi yedi yaşıma gireceğim, hepsi için geç kaldım ve telafi etmek istiyorum. Buradan döndüğümüzde yine ayrı evlere gideceğiz, belki her gün birbirimizi görmeyeceğiz. Sen bir yerde çalışmaya başlayacaksın, ben de. Hayatımız kendi yolunu bulacak ama ben seninle hep yan yana olmak istiyorum. Bu yüzden sık sık buraya kaçarsak birbirimize duyduğumuz hasreti baş başa dindiririz."

Buradan döndüğümüzde her şey akışına girecek, normal hayatlar yaşamaya başlayacaktık. İntikam... Melih Han [u1] ölmüştü ve Duman amcasını babasının öldüreceğini söylemişti. Ama henüz kimse ölmemişti, tam anlamıyla normal bir hayata kavuşmak için onun ölmesi gerekiyordu. Öfkem hâlâ tazeydi, sadece Duman sayesinde onu arka planda bırakmıştım. Gözlerimi kehribar gözlerine çevirdim. "Babana, amcanın yediği haltları ne zaman söyleyeceksin? O herif gebersin, sonrasında tüm bu yaşanılanların üzerine sünger çekip yeni bir sayfa açabilirim."

"Döndüğümüzde söyleyeceğim, babam da muhtemelen yasak bir ilişkileri olduğu için amcamın hayatını kaydıracak. Elimizi sürmeden, cinayet işlemeden çekip çıkacağız bu işin içinden."

"Melih Han da... Nasıl yanıyordur ama şimdi cehennemde..."

"Kıza bak, gülüyor," diye homurdandı Duman ve ardından, "O ceset kokmuştur," diyerek siyah şortunun cebinden telefonu çıkardı. "Allah'tan çevrede yaşayan yok, yoksa boku yemiştik."

"Merak etme, kefaret verirdin, kurtulurduk," dedim pek de umursamayarak.

"Artık param yok Mahşer, normal bir insanım."

Tabii, babasıyla bağları kopmuştu. Kaşlarımı çattım. "Ayrılıyorum o zaman ben."

Duman gözlerini devirirken, doğruldum ve göğsümü onun sırtına yasladım, kollarımı boynuna doladım. Numarayı çevirip telefonu kulağına yasladığında, ensesini ısırarak onu rahatsız ettim.

"Selam Abdulrezzak, n'aber?"

Abdulrezzak Duman'ı selamladığında, "Sana yine bir işim düştü ama verecek param yok," dedi gözlerini devirerek. Onu ısırıp durdum ve Duman beni itmeye çalışırken, "Başım üstüne abi," dedi Abdulrezzak, el pençe bir sesle. "Öl de ölelim."

"Oğlum, niye öl diyeyim," diye homurdandı Duman, kızgın şekilde. "Ya ölüyorsun ya öldürüyorsun sen de."

"Öl de ölelim abi."

Gülmemek için Duman'ın ensesini ısırırken Duman da sinirli şekilde güldü. "Bırak ölümün yakasını şerefsiz."

"Öldür de öldüreyim abi."

Ben kendimi tutmayı bırakıp sesli şekilde gülmeye başladığımda, Duman telefonu indirerek gözlerini yumdu ve sabır dilenerek tekrar telefona döndü.

"Bak koçum, ölme de öldürme de. Sadece şu Melih Han şerefsizinin cesedini bıraktığımız depodan alıp kaybet. Yakar mısın, atar mısın, böler misin orası sana kalmış. İz kalmasın yeter."

"Yap de yapayım abi."

"Lan… Kapat telefonu."

Duman sinirle bir kez daha gülüp telefonu kapattığında ağzımı ensesine yaslayarak sesli gülüşlerimi boğazıma hapsettim. Abdulrezzak biraz tuhaf, garip, sessiz ama tehlikeli birisiydi ve açıkçası Duman’la çok iyi anlaşıyorlardı. Duman homurdanarak telefonu cebine atarken, bana doğru dönerek kaşlarını kaldırdı. "Komik mi kızım?"

"Evet," diyerek dudaklarımı ensesinde kıvırdım.

"Yaa."

Gülerek beni belimden tuttu ve kendini üzerime yıkarak bir anda parmaklarımı karnıma koyup beni gıdıklamaya başladı. Huysuz şekilde bağırarak onu itmeye çalıştım ama beni daha yoğun gıdıklamaya başladığında ona vurmaktan vazgeçerek kafasını tuttum ve onu çekip dudaklarından sertçe öptüm.

Bu, daha iyi bir durdurma yöntemiydi.

Duman durdu ve beni serbest bırakıp gülerek kendini yanımdaki boşluğa bıraktı. Göğsüm, hararetim ve gülüşlerimle birlikte inip kalkarken, gökyüzüne bakıp derin bir iç çektim. Duman’la güzel anlarımız bir elin sayısını geçmezdi ama izin verirsem daha güzel anlarımızın olacağını biliyordum.

Bir saatten uzun süre hamakta uzanıp yavaşça sallandık. Konuşmaya gerek olmadan anı paylaşmak hoşuma gitmişti. Hamaktan ilk kalkan Duman oldu. Bana hazırlanmam gerektiğini, beraber dışarıya çıkıp gezeceğimizi söyledi. Başımı salladım ve o, hamaktan kalkıp giderken poposuna şaplak attım.

Dönüp hayretle bana baktı.

Omzumu silktim ve Duman pes, dercesine bakıp önüne döndüğünde arkasından pis pis güldüm.

Duman gözden uzaklaşınca güneşin tadını biraz daha çıkardım. Kısa sürenin ardından ben de eve girdim. Dışarıya akşamüstü çıkacaktık, o zamana kadar Duman'ın başına bela olabilirdim. Güldüm ve koşarak eve girdiğimde Duman'ın elinde muzla mutfaktan çıktığını gördüm. Yanına koştum ve muzu elinden kapıp yemeye başladığımda, beni ansızın kucaklayıp salona götürdü ve koltuğa fırlatıp muzu elimden geri aldı.

Akşam saatlerine kadar evin içinde bu şekilde birbirimize sataştık, doğrusu daha çok ben Duman'a sataştım. Bir ara koltukta uyuyakaldığında yüzüne bir şeyler çizdim ve Duman uyanıp aynada bunu gördüğünde beni evin içinde kovalayıp havuza atmış, sonra da fotoğraflarımı çekmişti.

Beni havuzdan çıkardığındaysa üstümü değiştirmek için üst kata çıktım. Akşamüzeri olduğunda şık bir şeyler giymiştim. Ben daha üstümü çıkarmadan Duman gelmiş, onu yanımdan kovduğum için çantasını alıp aşağıya inmişti. Bense odada yalnız hazırlanmış, şimdi kendime bakıyordum.

Bir mekâna gideceğimiz için yanıma getirdiğim gri bir şortla üzerime transparan siyah bir gömlek giymiş, içime de bralet geçirmiştim. Burası cıvıl cıvıl bir yerdi ama benim renkli giymeyi sevdiğim pek söylenemezdi. Şifon gömleğin düğmelerini ilikledim ve siyah, düz saçlarımı başımın tepesinde sıkı bir atkuyruğu yaptım. Dudaklarımdaki parlatıcıdan ve kirpiklerimdeki maskaradan başka da makyaj yoktu yüzümde.

Nasıl olduğumu görmek için aynanın karşısına geçtim ve baştan aşağıya kendimi süzdüm. İyi görünüyor, bir gece kulübü için ideal olduğumu düşünüyordum. Son kez şifon gömleği düzelterek telefonumu kot şortumun arkasına koydum ve ardından ışığı söndürüp odadan ayrıldım. Saat sekize geliyordu, gökyüzü bir saat içerisinde iyice kararırdı.

Ahşap basamakları indiğimde Duman'ı koltukta oturmuş, telefonunu karıştırırken gördüm. Üzerine siyah bir tişörtle aynı renkli pantolon giyinmiş, metal küpesini kulağına takmıştı. Son basamağı da inerek genzimi temizlediğimde başını telefonundan kaldırdı ve beni aheste bir tavırla tepeden tırnağa süzerek telefonu cebine attı. Yüzünün aldığı şekli gördüm, dudaklarını dişleyerek birkaç kez yutkundu ve ardından yanıma kadar yürüdü. Aşağıya indim ve karşılıklı durduğumuzda, elimi uzatıp yakasına dokundum. "İkimiz de siyah giymişiz."

"Ama ben kırmızı görmüş boğa gibiyim şu an," dedi ve gözlerini vücuduma indirip beni bir kez daha can alıcı şekilde süzdü. Yüzüne basan sıcaklığı görerek sırıttıktan sonra uzanıp elini tuttum. Onun sersem bakışları eşliğinde elini bacağıma götürdüm. Duman parmağıyla aşağıya doğru yavaş bir çizgi çekerek yüzünü yüzüme hizaladı. Burnunu burnuma sürttü. "Demeden geçemem, çok güzel olmuşsun."

Biraz utandığımı hissediyordum. "Teşekkürler," dedim.

"Seni hiç bu kadar kısa bir şort giyerken görmemiştim," dedi parmak ucuyla bacağımın iç tarafına daireler çizerek. Gözleri dikkatli, keskin bakıyordu. "Bacakların görünenden daha uzunmuş."

"Yazlık bir yerdeyiz, muhtemelen insanlar etrafta mayolarıyla geziyor," dedim ve bacağımdaki elini indirdim. "Yerine göre giyinmesini bilmek önemli tabii."

Elimi göğsüne koyarak onu kenara ittiğimde boğazından ses çıkararak güldü. Ben açılan boşluktan geçerken kolumdan tuttu. Elinin içi aşağıya kaydı ve parmakları parmaklarımın arasından girdi. El ele tutuştuk. Daha sakin vaziyette sokak kapısına yürüdük. Dışarı çıktığımızda iki adam sokağın köşesini dönüyordu. Elektrik tellerinin ardında belli başlı yıldızlar görünüyordu. Duman bahçe kapısını da kilitledikten sonra arabaya bindik.

Bacaklarımı kaldırıp ayaklarımı torpidoya uzattığımda Duman bir an bacaklarıma bakıp ardından direksiyonu çalıştırdı. Bu araba dar sokaklar için biraz büyüktü ama Duman hiç zorlanmadan ilerliyordu. Elimi uzatıp radyodan kanalları gezdim ve bana her zaman onu hatırlatan o şarkıyı duyduğumda elimi radyodan çektim.

I hate you, i love you.

Senden nefret ediyorum. Seni seviyorum.

Duygularımı tarif edecek cümle ancak bu olabilirdi.

"Benim duygularım bu şarkının I love you kısmında," dedi Duman, gözlerini yoldan alıp bir anlığına bana çevirdiğinde. "Senin duyguların I hate you kısmında."

Omuzlarımı silktim. "Üstüne alınma, insanlara karşı genel tavrım bu."

"Ben öylesine biri değilim, Duman'ım."

"Ben de darmaduman," diye fısıldadım gözlerine tutulurken.

Duman'ı mutlu etmek işte bu kadar basitti. Tek kelime, tek sevgi sözcüğü, tek duygusal bir şey... Mutlu olup sırıtarak önüne döndü. Parmaklarıyla direksiyonda ritim tutmaya başlamış, neşelenmişti. Herkesin karşısında bir orman kralı gibi durup kükrerken onun yanında böyle kediye dönmeye alışmıştım.

Çok yol almadık, havanın iyiden iyiye karardığı dakikalarda Duman arabayı daha geniş ve kalabalık bir sokağa çekerek mekânın önünde durdu. Uzanıp radyoyu kapattım ve ilgiyle etrafıma baktım. Önünde beyaz merdivenleri olan, içindeki kalabalığın dikkat çektiği bir mekândı. İki görevli kimlikleri kontrol ederek misafirleri içeriye buyur ediyordu. Duman kapıyı açtığında onu takiben kapıyı açtım ve kendimi dışarıya attım. Mekân sokağın karşısında kalıyordu, bu kalabalığa rağmen park yeri bulmamız bile mucize sayılırdı. Duman kaputun etrafını dolanıp yanıma geldiğinde bu sefer ben elimi ona uzattım.

El ele sokağın karşısına geçtik. Sıranın bize gelmesi için biraz beklememiz gerekiyordu. Etrafımızda, çoğunluğu gençlerden oluşan arkadaş grupları vardı ve aşağı yukarı bizim gibi giyinmişlerdi. Beklerken Duman kolunu omzuma attı ve bu sefer de omzumda duran elini tutarak omzuna yaslandım. Etraftaki herkes sarmaş dolaş sayılırdı.

"Gürültülü bir yer," dedim.

"Eskiden, on dokuz yirmili yaşlarımda buraya gelirdim, Ada da peşime takılmak isterdi ama yaşı tutmazdı."

Dudak büktüm. "Ada'yı Muhammet’le tek bırakmana şaşırdım."

Parmaklarımı sıktı. "Ömer onlara göz kulak olacak."

Sıra bize geldiğinde kimliklerimizi çıkarıp siyah giyimli görevlilere uzattık. Kimliklerimizi geri aldığımızda hiç durmadan kalabalık arasından sıyrılarak içeriye geçtik.

Açık hava bir mekândı. Kapıdan içeriye girdiğimiz an ortama karışmış sayılıyorduk. Renkli, coşkulu bir kalabalık vardı ve güzel şarkılar mekânı inletiyordu. Ortada bir tümsek vardı, dansçılar o tümseğin üzerinde dans ediyordu ve insanlar yuvarlak tümseğin etrafını kaplamış, ıslık çalıyorlardı. Yuvarlak, küçük masalar mekânı doldurmuştu ve kimi insanlar o masaların yanında dans ederken, kimileri kalabalığa karışmış dans ediyordu. Mor, pembe ışıklar gözlerimi rahatsız ettiğinde Duman başımı omzuma bastırdı ve beni yönlendirdi.

"Çok gürültülü," dedim, omzunun altında ilerlerken.

"Sevmediysen daha sakin bir yere gidebiliriz. Eğlenmek istersin diye buraya getirmek istedim."

Sessiz kaldığımda Duman, açık hava mekânın daha tenha yerinde duran loca koltuklarına doğru yaklaştı. Loca bölümü daha kabarık bir hesap çıkarırdı ama şu an parayı umursamıyordum. Siyah, kadife döşemeli bir loca koltuğuna yaklaştık ve Duman nazik davranıp önce beni oturttu. Çıkarıp ceketi kucağıma bıraktı. "Ne içersin, gidip alayım."

Hımm, demek hızlı başlıyorduk. Sırtımı arkaya yaslarken, "Fark etmez," dedim. "Kendine ne alıyorsan bana da ondan al."

Saçlarını alnından geriye ittirerek elimi bıraktı ve etrafıma, kalabalığa bir göz attıktan sonra kararsız göründü. Sanırım beni yalnız bırakmak istemiyordu ama o da kimseye pabuç bırakmayacağımı biliyordu. Sonunda arkasını dönüp kalabalığa karıştı. Koltuğa iyice yerleşerek ceketini kucakladım ve etrafıma göz gezdirdim. Kalabalık buradan net olarak görünüyordu. Tam karşımda, ikinci bir başka tümsekte bir DJ vardı. Konukları epey memnun ediyor gibi görünüyordu. Çoğunluk ayaktaydı, bizim gibi locaya geçen az insan vardı. Gözlerimi ilerideki bar tezgâhına çevirdim ve Duman'ın sırtını gördüm. Dirseklerini tezgâha yaslamış, barmenlerden birine bir şeyler söylüyordu. Aramızda epey mesafe vardı ama omzunun, elinin, parmaklarının her hareketini takip ediyordum. Barmen arkasını döndü ve az sonra iki viski bardağını Duman'a geri uzatırken dostça Duman'ın omzunu sıvazladı.

Yanıma oturunca yaklaşıp başımı göğsüne koydum. İçeceğini içerek kalabalığa göz süzdü. Sadece oturmak istemiyordum, madem buraya gelmiştik dans edebilirdik. Başımı omzundan kaldırdığımda Duman gözlerini bana çevirdi. "Hımm?"

Uzanıp bardağı masaya bırakırken sesimi duyması için ona yaklaştım. "Dans edeceğim."

Beni baştan aşağıya süzdü ve dilini dişlerinin arasında döndürürken rahatsız göründü ama bir şey demedi. Doğruldum ve üzerimi düzeltip saçlarımı sırtıma attıktan sonra ona bakarak geriye doğru yürümeye başladım. Yavaşça kalabalığa karıştım ve onun yüzü gölge oyunlarının arasında kalırken gözlerimi gözlerine kilitledim. Birbirimizi görebileceğimiz mesafede ama oldukça uzaktık.

Müziğin sesine kulak verdim ve rahatlamaya çalışarak bedenimi ritme bıraktım. Ellerimi kaldırdım ve vücudumun, başımın hareketlenmesiyle beraber saçlarımın dalga dalga sırtıma çarptığını hissettim. Zaten ısınmış olan bedenim birkaç dans hamlesi sonrasında tamamen kıvama geldi. Kalçam sağa ve sola doğru sallandı. Duman'ın sırtını kaldırdığını, masaya doğru yüklenip daha dikkatle beni izlediğini gördüm. Önümüzden geçen insanlar bakışmamızı bir anlığına bölüyor olsa da ondan sonraki an tekrar birleşiyordu. Yanımda insanlar dans ediyor, el ve kolları zaman zaman bana çarpıyordu ama umursamadım.

Belimi ve beraberinde kalçamı sallayarak Duman'a bakmaya devam ederken, bir yaramazlık yapmaya karar verdim. Bir şekilde Duman’ın dikkatini çekmek, gözüne batmak için daha çekici dans etmeye başladım. Çünkü yanıma gelmesini, burada olmasını istedim. Zaten çok uğraşmama gerek kalmadı. Duman dans edişimden veya ona bakışımdan anladı yanımda olmasını istediğimi. Saçlarımı omzuma atarken yerinden kalktığını gördüm ve ona yavaşça arkamı döndüm.

Saniyeler içinde ellerini belimde hissettim.

Sırıttım ve kendimi o sıcak ellere, sırtımı göğsüne dayadım. Duman dudaklarını saçlarıma bastırdı ve elinin birini karnıma götürerek beni kendine daha çok bastırırken diğer eli de hareketlerime yön verdi. Bir ritim tutturduk ve birbirimize değerek kalabalığın içinde dans etmeye başladık. "Mahşer?"

Müziğin ve gürültünün arasında sesini seçerek, "Hımm," dedim, sıcak bir sesle.

"Eve gidelim mi?"

Saçlarımı çekip terleyen boynuma sıcak bir öpücük kondurduğunda, "Daha yeni gelmedik mi?" dedim, sesimi duymak için başını bana eğmişti. "Ne bu acelen?"

Parmakları karnıma daireler çizerken, "Oyun mu oynamak istiyorsun?" dedi, boğuk bir sesle. Müziğin bu denli baskın olduğu mekânda nasıl oluyor da onun kalp atışlarını duyuyor gibi hissettiğimi açıklayamam.

"Ne kastediyorsun?"

Sinirleri bozulmuş gibi gülerek elini karnımdan aşağıya kaydırdı ve kendini bana daha da bastırdı. "Bunu."

Yutkundum ve gözlerimi kapatarak sıcaklığının tadını çıkardım.

Nefeslerimiz ağırlaştı ve kalplerimiz aynı hızla atmaya devam ederken, vücudum ondan tarafa döndü. Yüz yüze geldiğimizde kollarımı boynuna doladım ve onunla dans ettim. Duman ellerini aşağı yukarı vücudumda dolaştırıp yüzümdeki kıyı köşelere öpücükler bıraktı.

Dansı bitiren ben oldum. Uzaklaşıp elini tuttum. Duman gözlerini kırpmadan bana bakarken kalktığımız koltuğa ilerledim. Sanırım o tekrardan oturacağımızı düşünmüştü ama sadece eşyalarımızı alacaktık. Ben eğilip eşyalarımızı alırken Duman gideceğimizi fark etti ve heyecanla cebine uzanıp cüzdanını çıkardı. Ben doğrulduğumda, hızlandı ve beni çekiştirerek tezgâha yürüdü. Hesabı ayaküstü, hızlıca ödedi ve para üstünü almadan mekânın çıkışına ilerledi.

Elini okşayarak onunla soğuk, karanlık havaya çıktım.

Duman caddenin karşısına geçti ve benim için arabanın kapısını açtığında koltuğa yerleştim. Heyecanlanmıştı, hareketleri hızlıydı. Kapıyı kapatıp az sonra şoför koltuğuna yerleştiğinde arabayı çalıştırmadan önce bana döndü. Karanlık arabayı dışarıdaki ışıklar aydınlatıyordu. Nefes nefese, baygın gözlerle birbirimize baktıktan sonra işaret almış gibi birbirimize uzandık ve ellerimizi yüzlerimize koyarak öpüşmeye başladık. Duman ayrılmadan önce üst dudağımı küçük küçük öperek fısıldadı. "Seni çok seviyorum."

Tutamadım kendimi. "Ben de seni seviyorum."

Dudağımın üzerindeki dudakları kıvrıldı ve o an dünyanın en güzel cümlesini söylediğimi hissettim.

Beni bıraktı, ellerini yüzümden çekmeden önce dudaklarımı okşadı, saçlarımı düzeltti ve önüne dönerek direksiyonu kavradı. Nefes nefese önüme döndüm ve sabırsızlıkla eve varmayı bekledim.

Çok zaman almadı, zaten yakındı. Araba bahçeli evin önünde durduğunda dönüp birbirimize baktık. Ardından arabadan indik. Birbirimizin elini tutarak bahçeden içeriye yavaşça girdik. Bahçeyi yürüyerek evin kapısının önünde durduk. Duman heyecandan dolayı anahtarları karıştırdı ve bu yüzden kapıyı açmak biraz uzun sürdü. Onunla alay etmedim, ben de heyecanlıydım. Böyle hissettiğim hiç olmamıştı. Kapıyı ardına kadar iterek bana döndü, elimden çekerek kapıdan içeriye soktu. Göğsüm hızla inip kalkıyor, elim şortumu tutuyordu. Beraber evin içine yürüdük ve salonun ortasında el ele, nefes nefese durup birbirimize baktığımız birkaç saniye yaşadık.

"Duman..."

"Gül Dikeni..."

Elimdeki her şey düşüp yerde bir gürültü kopardı ve bir an sonra birbirimize uzanıp öpüşmeye başladık. Işıkları bile yakmamıştık ama sorun değildi. Ellerimiz yüzlerimizde, boyunlarımızda gezinirken vücutlarımız da birbirine yaslandı. "Odaya çıkalım," diyerek ellerini vücudumdan aşağıya indirdi. "Sorun yok değil mi? Yapacağız bunu."

Kollarımı boynuna dolayarak dudaklarımı çenesine bastırdım. Konuşurken sesi titriyordu, gözlerinde arzu ve beklenti vardı. "Evet," dedim, yanağımı omzuna bıraktım. "Seninle olmak istiyorum."

Dudaklarımdan bir daha öperek döndü ve merdivenlerin yolunu tuttu. Koridora çıktı vegençlik zamanlarında kaldığı o odaya yürüyerek kapıyı açtı. Arkasından, elini tutarak yürüyordum. Kapıyı kapatıp yatağa yaklaştı ve oturup beni bekledi. Sabırsızlığına gülümseyip yatağa çıktım ve uzanıp Duman’ın elinden tuttum. Dudaklarını dişledi ve elini yüzümde kaydırarak, "Yastığa yorgana sarılırdım senin hayalini görüp," dedi, sesi duyguluydu. Tekrar yüzüme yaklaştı. "Ama hiçbir şey bu kadar sıcak hissettirmezdi, hayalin de."

Elimi saçlarının arasına kattım ve öpücüğüne karşılık verirken kontrolden de çıktığımı hissettim. Onun, benim gibi bir âşık olması, hayaletlerime sarıldığını söylemesi beni duygulandırmıştı. Ellerimi hızla tişörtünün uçlarına uzattım. Duman saçlarımı okşarken bana izin verdi ve tişörtünü çıkarırken izledi. Tişörtünü kenara bıraktım ve ellerimi göğsüne koyarak alt dudağımı kemirdim. "Ellerimi her yerine koymak istiyorum."

Saçlarımı yumruğunun içine hapsetti ve burnundan sesli soluklar alırken, dudaklarını çenemden aşağıya kaydırdı. Gözlerimi kapattım ve onun dudakları boynumda oyalanırken, ben de ellerimi terli göğsünde dolaştırdım. Kalbi nasıl da atıyordu benim için. Gülümsedim. “Biraz yukarıya kay."

Başımı salladım ve istediği gibi yukarıya kaydığımda, yüzü göğüslerime hizalanmış oldu. Emrivakileri sevmezdim ama şu an fark etmezdi. Sırtımı yataktan kaldırıp kendimi ona bastırdığımda elleri hızla gömleğimin uçlarına asıldı. Düğmeleri vardı, çözmek için uğraşmadan uçlarını başımdan yukarıya çekti. Kollarımı kaldırıp ona gülümsedim. Yüzünü kaldırdı ve gözlerimiz birleşti. Başımı yataktan kaldırdım. Ona yaklaşıp boynundan öpmeye başladım. Kafasını geriye atıp yutkundu ve dudaklarımız aşkla buluşmadan önce karanlık bir sesle konuştu. "Göster bakayım bana aşkın, gülüşünden başka iyi bir yanını."

Ben ona gösterecektim ama dudaklarını boynuma doğru kaydırarak o gösterdi bana aşkın iyi yanını. Ağırlığını çok vermeden üzerime doğru uzandı.

"Seni o kadar uzun süre bekledim ki Mahşer... Kalbimi en çok bu yordu."

Ona daha da yaklaşarak boynuna uzandım. Duman bir daha üzerime yüklenmeden önce çıplak kaldık ve vücutlarımız temas etti. İkimiz de bu temasla birlikte titrediğimizde, "Seni seviyorum" dedi ve uzanıp belimi kavradı. Sırtım yatağa çarptı ve ellerimizi birleştirip yatağın iki yanına yasladı. Vücudumu bıraktım ve onunla göz göze geldim. Işıkları bile yakmamıştık, sokaktan vuran belli belirsiz ışıklarla aydınlanıyordu yüzlerimiz. Bakışlarında şehvetle beraber aşkı da görüyordum. Gözlerinde, bu beden ve ruh için yandığını görmüştüm. Yaklaşıp alnını alnıma koydu ve bir kış günü kapıma gelip izinsizce içeriye girdikten sonra kalbimi çalan o adam dudaklarımdan öptü beni. Dudaklarımız titreyerek birbirine sokulurken, "Aşkın en iyi yanı sana kavuşmak," dedi.

Ve sonra benimleydi.

Kendini, nezaketle bedenime doğru itti ve gözlerimiz birbirine bakarken büyüdü. Belimde, karnımda, ağırlığını hissederek gözlerimi kapattım. Anlık sızlayış yerini sıcak, yoğun, bir duyguya bıraktı ve vücudum onu karşıladı.

Ensesindeki saçları okşadım ve onun hissettiklerini anlamak için gözlerimi açtım. Duygulu ve heyecanlı bakıyordu. Gözlerimiz birbirinde hapis kalırken, "Mahşer…" dedi ve dudaklarımdan, hiç olmadığı kadar yumuşak şekilde öperek hareket etti. "Beni bırakma."

"Hayır hayır," diye karşı çıktım hızla. Çenesinden, yanağından öpücükler çaldım. "Bırakmayacağım, böyle düşünme."

Alınlarımız yaslandı ve ikimizin de gözleri yoğunlukla kısıldı. Vücuduna bu şekilde etki etmek, onu hissetmek, beni sevdiğini tenimle de anlamak garip biçimde beni duygulandırmıştı. Rahatlaması beni de önümde durduğum uçurumdan aşağıya itti ve tırnağımı eline geçirerek sert bir solukla beraber vücudumu serbest bıraktım. Duman nazikçe yüzünü göğsüme bırakıp sakinleşmeye başlarken, "Kalp atışların inanılmaz,” dedi.

Tüm bu yaşananlar sırasında kalbimin atmasıyla da ilgilenmesine gülümseyerek, “Senin de," dedim gözlerimi yumarak.

Ellerimi başına sardım ve o soluklanırken, sakinleşmek için tavanda oyaladım bakışlarımı. Yapmıştık, beraber olmuştuk. İtiraf edeyim, düşündüğümden daha büyülüydü. İyi hissediyordum, arzu ettiğim şeye sonunda sahip olmuştum. Kalplerimiz hâlâ deli bir coşkuyla atıyordu ve her ne kadar kalbi artık iyi olsa da onu merak etmeden duramıyordum.

"İyi misin?" dedim terli ensesini okşayarak.

"Hıhı," dedi yumuşak bir sesle ve ardından başını göğsümden kaldırarak doğruldu. Elini belime koyarak beni de kaldırdığında kollarımı boynuma sararak darmadağınık şekilde ona baktım. Diğer elini yüzüme koydu ve ilgiyle, sanki kalbine defalarca kez bıçak sokmamışım gibi büyük bir aşkla bana baktı. "Çok iyiyim."

Gülümsedim ve bu elimde olmadan gerçekleşti. Kendimi mutlu hissettim ve yeryüzünde böyle hissedebileceğim tek erkeğin Duman olduğuna bir kez daha emin oldum.

O Duman ve ben onu hep içime çekeceğim.

Eğildim, kalbinin üzerinden öptüm.

Ellerini belime kaydırdı ve beni tutup yukarıya çekti. Ona ayak uydurdum ve başımı yastığa bıraktım. Duman da bana dönük halde başımı yastığa bıraktı ve çıplak şekilde karşıma uzandı. Bacaklarımı kendime çekerek gözlerimi gözlerine kilitledim. Hızlı soluklarımız biraz sonra düzene girdi ve kalplerimiz bir ritimde atarken, "Tanrıça gibisin," diyerek iltifat etti bana. Eli elime temas etti. "İnsanın seninle her deliliği yapası geliyor."

Ufacık gülümseyerek ellerimizi dizimin arasına koydum. "Benim gibi bencil birisine âşık oldun," dedim sessizce. Duygularım hâlâ çok yoğundu. "Bundan daha büyük bir deliliğin olamaz."

"Sen de bana âşık oldun," dedi dudağımın kenarını okşayarak. Bakışları adı gibi, dumanlıydı. "Yetmedi, beni bekledin. İnkâr ettin, belki gerçekten bazen aklının ucuna bile gelmedim; çünkü zaman zaman benden nefret ettiğini biliyorum. Ama âşık kaldın, nefret ederken bile. Kendine başka birini bulabilirdin ama bir delilik edip bana âşık oldun ve bu beni, senin hem ilkin hem sonun yaptı."

"Salak," diyerek göğsüne vurdum ve sonra yüzümü öne eğerek ondan saklandım.

"Utandın mı?" dedi hayretler içerisinde. Gülümsedi, sesinin tınısından da belliydi zaten. Islak, sıcak çarşafların arasında bana doğru kaydı ve beni daha da sardı. "Sevişirken utanmayan, aşktan bahsederken utanan biri olman... Eşsizsin ve bu bir iltifat değil, gerçek."

Omzumu silktim, omzumdan öptü ve ardından beni daha sıkı sardı. Üzerimize bir şey örtme gereksinimi duymadı, sere serpe uzanıyorduk. O ateş gibi sıcaklık dağılsa da vücutlarımız hâlâ terliydi. Birkaç dakika konuşmadık, sustuk, sakinleştik. Kaslarımı, vücudumu toparlayamıyordum. Göğsüne doğru sokuldum ve kolları etrafıma dolandığında, "Hadi," dedi, yumuşak bir sesle. "Bana bir masal anlat."

"Hımm," diyerek gülümsedim ve gözlerimi kapattım. Birkaç dakika, yalnızca kalp atışlarımızı duyabileceğimiz bir sessizlik oluştu ve ardından dudaklarım aralandı. "Bir gün bir adam varmış..."

"Mahşer," dedi, gülerek. Gözleri kapalıydı.

Sırıtarak devam ettim. "Yolda gidiyormuş, karşıdan karşıya geçtiğinde bir kızla karşılaşmış, ellerindeki kitaplar düşmüş. İkisi de yavaşça kitapları toplamış, sonra kafalarını kaldırıp birbirlerine bakmışlar ve..."

"Kitapları birbirlerine mi fırlatmışlar?"

"Aa, nereden bildin?"

"Mahşer," dedi ve dudaklarını saçlarımda gezdirerek beni uykunun derinliğine çekti. "Ben sana bir masal anlatayım."

"Olur," dedim parmağımı karnında dolaştırarak.

Bana kalbiyle beraber kalp atışlarını da verdi ve kalbinin benim için attığı her an güzel bir rüya gibi geldi. Gözlerim tamamen kapandı ve bu güzel rüyadan uyanmamayı dilerken, "Mahşer," dedi derin bir sesle.

"Hımm?"

"Mahşer."

"Ne?" dedim kızarak. "Anlatacaksan anlat, adımı ne söylüyorsun?"

"Anlattım," dedi sadece ve o an, Duman'ın kalbimdeki yeri kıpırdandı. Dudaklarımdan bir gülüş geçti. Ben bir masalda olsam o prensese zehirli elmayı veren cadı olurdum. Sorun değildi, aşk kötü çocukları buluyorsa kötü kızları da bulabilirdi. Ona âşıktım, bu belki en iyisi değildi ama en güçlüsüydü. Ellerime bakarsam bu aşkı görebilirdim, aynaya geçip yüzümden okuyabilirdim, kalbimde hissedip ruhumda bulabilirdim. Her aşkın bir ritmi vardı ve bizim aşkımızın ritmi yumuşak değildi. Sert, asi, hırçındı.

O Duman, ben darmaduman; bu da aşk.

BÖLÜM SONU.