0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

19. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

"DENİZDEN BOĞULMADAN KURTULMAK."

Masum kalan son yanımı da öldürmüştüm.

Parçalanmış aynayı bir araya getirmeye çalışırken ellerime kesikler açtığımı, avuç içlerimi dolduran bir yığın kan sayesinde anlıyordum sanki. Avuçlarımı kesmesi pahasına tuttuğum o keskin parçaları bir araya getirip aynayı tamamladığımda, kendimi bir arada görmeyi başarmıştım ama ruhum kendi içinde çoktan parçalara ayrılmıştı.

Sessizlik, gürültüden daha çok. Hiçbir şey duyamıyordum. Saatlerden bu yana sadece avuç içlerime bakarak, avuç içi çizgilerimi dolduran kanı izliyordum. Aslında biliyorum, orada kan yok ama görüyorum işte. Gözlerimi her yumduğumda namlunun ucundan çıkan kurşunu ve o kurşunu görüyordum. Parmağım hâlâ tetiğin üzerinde gibiydi, silahın dokusunu hissediyordum.

Birini yaralamış veya öldürmüştüm.

Gözlerimi bir kâbustan sıçrar gibi açtım. Buraya nasıl geldiğimi hatırlamıyordum, çünkü her şey fluydu. Karakolda, koridorda koltuğun üzerinde oturuyordum. Telsiz seslerini, insanların kargaşasını, polislerin bastırılması zor emirlerini duyuyordum ama bunların içinde Duman'ın sesini bulamıyordum. O sesi arıyordum ama yakınımda değil, içeride, emniyet müdürünün odasındaydı. Olay anından sonra Duman'ın etraftaki insanları, sessiz kalmaları konusunda uyardığını, güvenlik kamera kayıtlarını, polisler gelmeden önce hallettiğini, mekânın korumalarıyla uzlaştığını biliyordum. Adam hastaneye kaldırılmıştı. Duman, polisler gelmeden de önce beni arabaya atıp bu karakola gelmişti ama hepsi sanki yıllarca uzakta yaşanmış bir olaydı; derinine inemiyordum.

İçeride olması gereken bendim.

Emniyet müdürüyle neden kendisi konuşuyordu?

"Bunun aramızda hallolacağını biliyordum," diyen bir ses duyduğumda, gözlerimi refleks olarak kaldırarak karşımda açılan kapıya baktım. Duman'ın babası, yavaş adımlarla kapıdan dışarıya çıkarken, emniyet müdürü onu takip ediyordu. "Onca yıllık dostluğumuzu bozacak değildik ya! Kargaşa arasında patlamış bir silah işte, hepsi bu!"

"Orası öyle," deri Emniyet Müdürü, gözlerindeki sıkıntıyı dudaklarındaki gülümsemeyle eksiltmeye çalışıyordu. İkisi de dışarıya çıktığında kapının aralığından Duman'ı gördüm ve o an, saniyeler sonra hissedebildim; yarayı, yarayı vereni. Koltukta, alnını ovalayarak oturuyordu. "Fakat abi biliyorsun ki adam hastanede, bu işin üstünü öylece kapatmak çok zor."

Duman'ın babası elini emniyet müdürüne uzattı ve el sıkışırken, ona kafasını salladı. "Biz seninle nelerin üstünü kapattık hatırlamıyor musun? Birkaç şahit var ve hepsi kargaşa sırasında olduğunu, kurşunun nasıl çıktığını görmediklerini söylüyorlar. Doysa açmaya bile değmez, itin uğursuzun biriymiş, belasını bulmuş."

"Dosyayı açmak şart," dedi Emniyet müdürü, sesi düşünceliydi. Doğrudan, hâlâ Duman'ı izliyordum ama o dönüp bana bakmıyordu. Perdeyi açtım, dönüp baksana camlara. "Ama Duman'ı salarım, bir gece burada kalsın, sabah bırakırım. Dosyayı da kapatırız dert etmesin delikanlı, bilerek yapmamış ya! Dediğin gibi, ne suçları kapattık biz seninle."

İkisi de keyifle gülüşürken, ben dağınık düşüncelerimi toparlamaya çalışıyordum. Neden Duman içerideydi, neden onun hakkında konuşuyorlardı? Üstünün kapatıldığı bu suç benimdi; Duman'ın değil. Ağzımı açmaya, onun bir suçu olmadığını söylemeye çalıştım ve işte tam da o an Duman'ın kehribar renkli gözleri yukarıya kalkarak bana isabetlendi. Bakışlarımda ne gördü bilmiyorum ama kaşlarını hızlı bir şekilde çatarak kafasını sertçe iki yana oynattı.

Susmamı istiyordu.

"Tamam, bu gece kalıp akıllansın biraz." Babası, elini emniyet müdürünün elinden ayırarak başını, kendi düşüncelerini onaylıyormuş gibi salladı. "Büyümeden kapansın da ne olursa olsun! Uzamasın Necdet, ağrımasın başımız."

"Yok abi. Elemanın biri işte, ölse dahi kimse ardına düşmez. Merak etme, kapatırız."

"Hay sen çok yaşa."

Kır saçlı müdür takdir edilmekten hoşnut olarak daha geniş gülümserken, Duman'ın babası önüne döndü ve gözleri bana rast gelerek duraksadı. Hâlâ şokun etkisinde ama ifadesizdim. Bir duvar gibiydim ve gözlerinden fırlattığı o kurşun gibi bakışları sadece duvara saplanıyor, duvarı delemiyordu. Gür kaşları, olumsuz bir yargı taşıdığını belli edercesine çatılmıştı. "Baş belası oldun oğluma! Git şuradan!"

Hissizdim ve incinmezdim. Siliktim ve daha da silikleşiyordum. Sadece ağzımın içinden, göğsümü yakan bir nefes boşalttım ve aynı sıralarda, "Baba," dediğini duydum Duman’ın. Sesinin aksi tonu babasını duyduğuna şüphe bırakmıyordu. "Ses etme ona, dokunma."

Babası tükürür gibi konuştu. "Yakacak oğlum bu kız senin başını, yakacak!"

Duman, sessiz kaldı.

Zaten yaktı baba, demedi.

Babası onaylamaz bakışlar fırlatarak kır düşmüş sakallarını sıvazladı ve emniyet müdürüne kısa bir bakış atarak kapının önünden ayrıldı. Kundura ayakkabılarının üzerinde seri bir şekilde yürüyerek asansöre yaklaştı ve kadrajımdan çıktı.

Elime baktım.

Her yeri kandı.

"Hanımefendi, sizin de şahitliğinize başvurulacak. Olay anında oradaydınız."

"Olayın kendisi, benim."

Emniyet müdürünün asabiyetle çatılan kaşlarına bakarken, Duman'ın oturduğu koltuktan sert bir şekilde kalktığını göz ucuyla görmüştüm. İşaret parmağını dudağına dayadı, susmamı istiyordu. Emniyet müdürüne arkasından seslendi. "Necdet Abi, kız da diğerlerinden başka bir şey demeyecek. Boşver, alma sorguya."

"Oğlum, kız görgü şahidi, olur mu öyle şey!"

Duman kaşlarını çattığında, alnındaki kurumuş kan kırıştı. "Her şey oluyor, bu da olur. Her şeyi hallediyorsun, bunu da halledersin!"

Müdür yakındı. "Yakacaksınız başımı siz benim!"

Adam kapıyı benim suratıma çarparak içeriye girdiğinde Duman'ı göremez olmuştum. Boğazımdaki düğüm büyüdü ve tahammülsüzlüğe dönerek beni boğmaya başladı. Susmayı değil, konuşmayı istiyordum. Ellerime bir kez daha baktım ve avuç içlerimdeki kanı, dizlerime sürttüm. Kanın gideceği yoktu, adeta elime yapışmıştı. "Orada olmadığını bildiğim halde bu kanı nasıl görürüm!"

Birkaç polisin sesini duyarak başımı kaldırdığımda koridorun ucundaki karmaşanın farkına vardım. Bu yüzler tanıdık yüzlerdi. Mekânda, olay sırasında orada olup bu cinayete tanıklık eden insanlardı. Üç kişilerdi, bitkin ve dermansız görünüyorlardı. Sorguları bitmiş, polis memurlarının gözetimi altında asansörlere ilerliyorlardı. Duman, polisler olay yerine gelmeden önce hepsini ağız birliği yapması konusunda uyarmıştı. O yüzler önüne döndü ve yabancı gözler beni gördü. O an aslında yabancı kalmadığımızı hissettim. Ben muhtemelen hayatlarının ilk katili, onlarda ilk cinayetimin şahitleriydi.

Az sonra gözden kayboldular.

Bana bir cani olduğumu bağıran gözlerini aklıma kazımıştım.

Önünde durduğum kapı açıldığında nasıl oldu bilmiyorum ama kendimi yerimden kalkarken buldum ve uyuşuk şekilde açılan kapıya doğru yürüdüm. Önden Duman, arkadan emniyet müdürü çıkıyordu. Birkaç polis Duman'ın yanına yürürken neden ve nasıl yaptığımı bilemeden Duman'a yaklaşarak başımı göğsüne dayadım ve ellerimi gömleğine dayadım. Sert göğsü bir an kasıldı ve şaşkınlığını, yakıcı bir nefesle enseme boşalttı. Kollarının iri kuvveti beni çepeçevre sararken, gözlerimi kapattım. "Mahşer, Gül Dikenim..."

Sesi sanki bir kuş gibi içimde şakıdı. "Duman, elimde ki bu kan neden gitmiyor... Siliyorum, siliyorum eksilmiyor."

Duraksadığını hissettim. Etrafımızda ne olduğunu anlayamıyordum, çünkü gözlerim kapalıydı. Elleri sırtımda birleşti, kaburgalarıma yüklendi. "Ellerinde kan yok Mahşer."

"Benden başkası görmüyor zaten. Yıkamalıyım, belki öyle gider."

Başımı göğsünden kaldırmaya yeltendiğimde, dudaklarını alnıma dayayarak girişimimi savuşturdu. Kulaklarım uğulduyordu. Duman'a sarılıyordum, çünkü bir yere yaslanmalıydım. Aslında sarıldığım söylenemezdi, çünkü kollarım yanımdaydı ve sadece başım göğsüne düşmüştü. Duman alnımı sertçe öptü. "Yıkarız güzelim, sen iste yeter ki."

Duyamadığım birkaç konuşma geçti ve birkaç dakikanın ardından Duman başımı yavaşça göğsünden kaldırdı. Gözlerimi açtım, Duman elini belimden ayırmadan yürümem için beni teşvik ettiğinde hissiyatsız bir şekilde önüne düşerek koridoru yürümeye başladım. Bir polis ardımıza düşmüş, bizi yalnız bırakmamıştı. Kaçacak halimiz yoktu, üstelik Duman bu gece burada kalmaya razı görünüyordu.

Aptal! Nasıl suçumu üstlenebilmişti?

Asansöre bindiğimizde polis memuru önümüzde kalmıştı ve Duman hala belimden tutuyordu. Önümdeki polisin sırtına bakıyor, gözlerimi bir an kıpırdamıyordum. Konuşmamız gereken çok şey vardı.

Bu saklı mı kalacaktı?

"Buradan."

Asansör kapılarının açıldığını polis memurunun sesini duyduğumda anladım ve irkilerek kapıdan dışarıya çıktım. Memur eliyle kadınlar tuvaletinin yerini gösterdiğinde duraksamadan oraya doğru yürüdüm. Kapıyı açıp içeriye girdiğimde örtmeye yeltenmedim, çünkü Duman'ın peşimden içeriye gireceğini biliyordum. Boşluğumdan, şaşkınlığımdan yararlanarak beni buraya sürüklemiş, hakkımda kararlar vermişti; saçmalıktı.

Kapıyı arkamızdan kapattığında yalnız kalmıştık.

Duman üzerime doğru yürüdü. "Ağzını açmayacaksın, bunu ben yaptım tamam mı?"

Beni, kendine doğru çekti ve sırtımı göğsüne dayayarak lavabonun önüne ittirdi. Karnım lavabo tezgâhına çarptığında, Duman omzunun üzerinden tuvaletleri yokladı ve kimsenin olmadığından emin olarak tekrar önüne döndü. Vücudumu, kendisiyle lavabo arasına sıkıştırmıştı ve tamamen bana yaslıydı. Aynadan yüzüne baktım. Gözleri aynanın üzerinde benimle çarpıştığında kontrolümü yitirdim. "Katil oldum ben, katil!"

"Kes sesini!" Kasıklarını kalçama yaslayarak kendini bana bastırdığında, beni bu şekilde susturduğunu anlayarak dişlerimi sıktım. Bunu dillendirmemi istemiyordu. Gergin, öfkeliydi. Çenesi, konuştukça başıma sürtüyordu. "Herif hastanede, henüz ölmedi ve dolayısıyla katil değilsin. Böyle adamları bilirsin, bir yerde ölür kalırlar ve kimse arkasından ağlayıp, zırlayıp olayı didiklemez. Bu olaydan kurtulmak birkaç günüme bakar. Seni sorguya almayacaklar, hemen şimdi gidebilirsin. Ağzını açıp, kimseye tek kelime etmeyeceksin Mahşer. Ben de yarın sabah çıkıp geleceğim, bu olay kapanacak."

Söyledikleri kafa karıştırıcıydı. Ben bir adamı yaralamıştım, bu kadar basit olamazdı. "Neden? Neden üstlendin Duman?"

"Çünkü bana bir şey olmaz Mahşer, babam hallederdi. Senin için kılını kıpırdatmazdı, benim için yapardı. Herkes, ben yaptım bilecek."

Başım dönüyor, kusmuğum boğazımı tırnaklıyordu. Birkaç saat içinde neler olmuştu öyle? Böyle olmasını istememiştim, öylesine birini vurmayı istememiştim ama o silah Duman'ın göğsüne dayandığında, o kurşunu sıkmak kaçınılmaz olmuştu. “Peki sen?" diye sordu ansızın, sesi düşünceleriyle perçinleşmişti. "Neden o adamı vurdun?"

Ellerimdeki kana baktım. Hemen şimdi bu elleri yıkayıp, kanı akıtmalıydım. Bu beni katil olmaktan kurtarır mıydı? Ruhsuzca gözlerimi kıstım. "Ben onu vurmasaydım o senin kalbini delik deşik edecekti."

"Bunu zaten birisi yapıyor. Birisi kalbimi delik deşik ediyor."

Birisi kalbini öldürüyor ve sonra geçip yaşa diyor.

O birisinin kim olduğunu bilmek için kâhin olmak gerekmiyordu. İlk kez bir kalbi delik deşik etmiyordum. Gözlerimi, gözlerinin asılı olduğu aynadan ayırarak lavaboya doğru eğildim. Ellerimi yıkamalıydım. "Suyu açar mısın?"

İç çekerek musluğa uzandı. "Elinde kan olmadığını biliyorsun değil mi Mahşer?"

"Aptal değilim Duman, tabii ki biliyorum. Fakat gözüme bir perde indiğinde bu elleri kanlı görüyorum."

Ellerimi akan suyun altına tutarken, Duman da yaklaştırıp parmaklarımdan tuttu. Ellerim avuç içine hapsolduğunda akan kanın onun parmaklarına da bulaştığını hissettim. Bu düşünce hastalıklıydı. Elleri ılık ve parmaklarının özenli hareketli yavaştı. Dudakları saçlarımın üzerinden kayarak yolunu buldu ve kulak mememin altına sokuldu. "O silahın bana doğrultulduğunu gördüğünde dayanamadın değil mi? Kendi aklının bile almayacağı şeyi yaparak kurşunu sıktın. Bunu sen değil, kalbin yaptı."

"Öleceksin zaten, erkenden ölmeni istemedim sadece."

"Böyle konuştuğunda erkenden ölmeye daha yakın hissediyorum zaten."

Ellerim şimdi temizdi ama kalbimin bu temizlikle alakası yoktu. Ona, suçumu üstlenerek paçamı kurtardığı için minnettar kalmalıydım belki ama bu anda bile yapmıyordum bunu. Sıvı sabunu ellerime sıkarak su ile köpürttüm ve birkaç kez yıkadım. Kan yoktu, etime yapışmış gibi duran o silah dokusu yoktu. Duman yandaki kâğıt havlulardan birkaç tanesini alarak elime tutuşturdu. "Daha iyi misin?"

"Baban mafya mı?"

Sorum üzerine bir an durarak keyifsizce güldü. "O işlerde ayağı var işte. Kara para aklar, kumar oynar. Babam ahlaklı bir iş adamı değil yani."

Aksini duymayı beklemiyordum zaten. "Emniyet müdürünü tanıyordunuz değil mi?"

"Elbette. Babamın sayısız yasa dışı işini halletti. O da babam kadar ahlâksız işte."

Kâğıt havluyla ellerimi sildim. "Sen?"

"Ben ne?"

"Sen de mafyanın veliahtı mısın?"

"Saçmalık," diyerek kestirip attı. "Benim tek kötü amacım Melih Han’dan ve yaptırdılarsa ona bunu yaptıranlardan intikam almak. Onun dışında uğraşmam hiçbir sikimle. Babamın ne bok yediğiyle ilgilenmiyorum."

Duman yalan söylemezdi. Bazı insanlar böyleydi, kendince etik ve ahlak kuralları vardı. Duman için de yalan söylemek büyük yanlıştı. Islanan havlu kağıtlarını çöp kutusuna attığım sırada, "Çok oyalandınız," dedi kapının dışındaki polis memuru. "Başıma iş açmayın da çıkın."

Duman benimle birlikte kadınlar tuvaletine girdiği ve henüz çıkmadığı için polisin şüphelendiğini, başını derde sokmaktan endişe duyduğunu hissettim. At kuyruğumdan firar eden seyrek saç tutamlarımı kulaklarımın arasına vererek soğuk ellerimi yüzüme kapadım; serinlemek istiyordum. Yüzümü serinlettiğimde ellerimi yüzümden çektim ve yüzüm bir an sonra, onun avuç içlerine yerleşti. Yüzümü yakalayarak kendine doğru çektiğinde, ona yetişmek için bilinçsizce hareket ederek parmak uçlarımda yükseldim. Bir eli belime yerleşerek vücudumu vücuduna sabitlediğinde ve gözleri odak noktama girdiğinde, bana söyleyeceği bir şeylerin olduğunu hissederek sessiz kaldım. Bana dokunmak konusunda sakıncaları yoktu.  "Yaptığın şey beni çok mutlu etti," dedi ve konuşmama fırsatı vermeden konuşmasını sürdürdü. "Ölmeme izin vermeyeceğini biliyordum. O namlu göğsüme dayandığında, bir şeyler yapacağını hissediyordum."

"Ben..."

"Kalbimi delik deşik ediyorsun ama sonra geçip o kalbin önünde, bir duvar gibi dikiliyorsun."

💔

Bunun olmaması gerekiyorsa ama oluyorsa, ne yapabilirsin ki?

Ben bir saksı çiçeğini penceremin önüne bırakmıştım ama dönüp bir kere sulamamıştım.

Yorgundum. Bu yorgunluk o kadar ağır geliyordu ki, sanki iki el omuzlarımdan bastırarak vücudumu eziyordu. Uykusuzdum, harap bir gecenin sabahındaydık ve bu sabah, karanlık yığınla geceden daha aydınlık görünmüyordu gözüme. Camdan dışarıya baktığımda insanların yağmur yağmasından endişe ederek kaçıştığını gördüm. Kimse fırtınaya karşı durmuyordu ama benim yıllardır yapmakta olduğum şey buydu; fırtınaya karşı dik durmak.

Öğle vaktine az bir miktar kalmıştı ve ben ortalama olarak on iki saattir burada, karakoldaydım. Evet, elbette buradaydım. O gitmemi istedi diye gidecek değildim. Dün gece onu doğrudan nezarethaneye attıklarında muhtemelen eve gittiğimi düşünmüş olmalıydı ama ben buradaydım.

Önümü pencereye vermekten vazgeçerek sırtımı duvara yasladım ve önümde uzanan koridora baktım. Koridorun sonunda bir kapı, kapının arkasında nezarethaneler vardı ve Duman bunların birisindeydi. Gece boyunca ne yapmış, buna nasıl tahammül etmişti bilmiyordum ama oraya girerken hiç şikâyeti olmamıştı. Telsiz sesleri bir an susmuyordu, gece boyunca buna dayanmış olmam, doğrudan boşlukta olmamla alakalıydı.

"Hanımefendi, size içecek bir şey getireyim mi?"

Üniformalı bir polis memuru kadrajıma girdiğinde ve sorusunu nazikçe doğrulttuğunda ruhsuz bakışlarımı duvara sabitledim. "Alkol var mı?"

"Ne?"

"Viski, bira, şarap, rakı, tekila..."

"Sizin bence sağlam bir kahve içip ayılmaya ihtiyacınız var hanımefendi!"

Bana azarlayıcı bakışlar atarak arkasını döndüğünde ve uzaklaşmaya başladığında, omuzlarım sarsılarak kısa bir kahkaha attım ve sonra kahkahamı bıçak gibi keserek önüme döndüm.

Baktığım koridordaki sesleri duyduğumda başımı sıkkın bir şekilde yukarıya kaldırdım ve önce bir polis memurunu gördüm. Göbeğini ovuşturarak geliyordu ve kilosuyla kapladığı alan geniş olduğu için arkasını göremiyordum. Ama görmeden de anlamıştım, onun omzunun üzerinden görünen saçlar Duman'a aitti. Koyu siyah. Polis memuru önümden yürüyüp geçtiğinde, alan açılmış ve onu yüzüyle beraber görebilmiştim. Gözlerini ovuşturarak ve bir şeyler söylenerek koridordan bu yana, yavaşça geliyordu.

Kafasını kaldırdığında olması gereken oldu ve göz göze geldik.

Onu şaşırtmıştım.

Yüzümde mimik oynamadı. "Selam."

Gözünü ovalayan eli aşağıya doğru düşerken, kaşlarını hafifçe yukarıya kaldırdı ve kalın dudakları bir o şeklinde aralandı. Arkamdaki pencereden vuran aydınlık doğrudan yüzüne düşüyordu. “Sen... geceyi burada mı geçirdin? Benim için?"

Yalan sıktım. "Sabah geldim."

Bakışları tökezledi. "Ah tabii! Burada, başımı beklemezsin ki."

Cevap vermeden sırtımı duvardan ayırdığımda, Duman da olduğu yerde durmaya son vererek iri adımlarla üzerime yürüdü. Mesafe kapandı ve sanki hep yaptığı bir alışkanlığıymış gibi, bir an beklemeden alnımı öptü. "Günaydın güzelim."

Her şey normalmiş gibi davranıyor olmasına sinirlensem de "Günaydın," diyerek karşılık verdim.

Öpücüğünü bırakarak yüzünü yüzümden çektiğinde, bir tel saçımın paltosuna düştüğünü gördüm; yakasındaydı. O saçı almak için uzanırken beni izledi. Saçımı alıp yere attığımda, "Güzel şeyleri ziyan etmeye bayılırsın," dedi, içten bir sesle. Saçlarımı, daha önce hiç yapmadığı şekilde karıştırdı. "Hadi, beni öp de rujunda buluşsun üstüme başıma."

"Beni öpmeyi çok istiyorsun değil mi?"

Çenemi ufak ufak okşadı. "Bu kaçınılmaz, biliyorsun değil mi?"

"Git işine."

Onu göğsünden ittirerek yanından yürüyüp geçtiğimde peşime düştü ve birkaç dakika sonra karakoldan çıktığımızda, Duman şahsi eşyalarını paltosunun ceplerine yerleştirdi. Telefonunu kurcalıyordu, az sonra bir numarayı tuşlamıştı. Onun arabasına doğru yürürken, soğuk havaya meydan okurcasına çıplak duran bacaklarımın sızladığını hissettim. Duman arabanın kapılarını açtı ve aynı anda, aşinalık kazandığım o koltuğa yerleştim. Kendisi de şoför koltuğuna yerleşirken telefonla konuşuyordu. "Ölsün amına koyayım, niye yaşatıyorsunuz herifi?"

Gerildim. O adamdan bahsediyordu. Hâlâ mı ölmemişti? Katil olma fikrine dün geceden beri alışmıştım, onun ölmesi beni ne kadar etkilerdi bilmiyordum. Ellerimi dizlerim arasına koydum. "Herifin ne arayanı ne soranı yok. Ölse kimse üzülmez, ben öldürmesem o beni öldürecekti. Üstelik o piçin hâlâ yaşama şansı var. Beni göğsümden vursaydı o an orada son nefesimi verirdim."

Ellerim yumruk oldu.

"Ölürse ararsın beni, sağlık durumunu sikime takmıyorum."

Telefonu kaba küfrünün ardından kapatarak torpidoya fırlattığında ve ellerini direksiyona geçirerek kafasını öne eğdiğinde, bakışlarımı camdan bir an bile ayırmadım. Gergin, sinirli ve tahammülsüzdü. Yaşadıklarına sabrı kalmamıştı. Yoktan yere başımıza gelenlere karşı öfkeliydi. Ben de öyleydim. Bilinmezlik büyüyordu. O herifi kim, neden beni vurmak için göndermişti ki? Kim benden ne istiyordu? Bildiğim kadarıyla kimseye bir zararım dokunmamıştı. Sanırım artık daha dikkatli olmalıydım.

"Buralardan birkaç gün uzaklaşmak ister misin?"

Bu beklenmedik soruyu duyduğumda kaşlarımı çatarak omzumun üzerinden ona döndüm. "Bu da nereden çıktı Duman?"

Parmakları direksiyonu kuvvetle kavradı. "Baş başa kalırsak kafa dinleriz diye düşündüm."

"Yapmamız gereken şeyler var," diyerek onu ikaz ettim, sabırsızlıkla. "Tamam, dün talihsiz bir olay yaşandı ama hâlâ yapmamız gereken önemli bir şey var. Melih Hanla dünden sonra konuşmadı..."

"Senin kıyafetlerin aynı?"

Bu beklenmedik cümlesi duraksamama sebep oldu. "Neyden bahsediyorsun?"

Bakışları vücudumda uzunca dolaştı. "Eve gittiğini söyledin ama kıyafetlerin aynı?"

"Beni Öğünç aldı, onda kaldım. Bu yüzden değişemedim, anladın mı?"

Gözlerinde, tohumu kötülük olan bir çiçek açtı ve bana öyle bir baktı ki, sanki o çiçeği o topraklara ben ekmişim gibi hissettim. Solurken burun delikleri genişliyordu. "Onun yatağında mı uyudun?"

"Neden olmasın? Senin yatağında uyuyorum."

"Aynı şey olmadığını biliyorsun." Dudakları tek bir çizgi halinde gerilmişti ve yüzü, alnından başlayarak kızarmıştı. Parmakları direksiyona adeta yapışıyordu. "Benden başka birisine sarılıp uyuyamazsın. Nereye ve kime ait olduğunu sen de biliyorsun Mahşer."

"O benim uzun yıllardır arkadaşı..."

"O arkadaşının sağlığını önemsiyorsan aranıza koyduğunuz mesafeye dikkat et."

"Lafımı kesip durma!"

"Sana yaklaşmaya cüret ederse zaten kesilecek olan şey, Dövünç'ün önündeki olacak!"

"İğrençsin!"

"Sana bakarken kalbi hızlanan tek kişi benim ve öyle kalacak. Benden başka birinin kalbini hızlandırmaya ne hakkın var?"

Kehribar gözlerine sabitlendim. "Kalbinin benimle bir alakası yok, hep hızlı atabiliyor."

"İçinde olduğun şeyden nasıl da habersizsin!"

Arabayı gürültülü bir atılmayla beraber çalıştırdığında ufak bir sarsılma yaşayarak torpidoya tutundum ve düşmanca gözlerimi ona doğrulttum. Onun bana baktığı yoktu, ön camı gözetliyordu. Ağzımın içinde tıslayarak sırtımı koltuğa dayadım ve kollarımı göğsümün üzerinde kavuşturarak gözlerimi kapadım. Sakinleşmeye ihtiyacım vardı.

Annemi merak ettim. Gece onu aramıştım ama maalesef konuşamadığı için sadece inlemelerini dinlemiştim. Ona güvende olduğumu, gece eve gelemeyeceğimi ama endişe etmemesi gerekerek ilaçları alması gerektiğini söylemiştim. Umarım almıştır, kendini ihmal ettiği noktada ona daha kalp kırıcı olabilirdim. Bu benim için zor değildi, insanların hislerini önemsemeyen fahişenin tekiydim.

Radyoda çalan şarkıya kulak verdim.

I hate you. I love you.

"Kapat şunu."

Kapatmayarak şarkının sesini biraz daha açtı.

Yanağımı serin cama yaslayarak soluklandım. Kafamın içindeki kalabalıktan kurtulmayı istiyordum. Dudaklarımı dilimle ıslattım. "Silah nerede?"

"Babam komiserden aldı."

Cinayet unsuru ortadan kalkmış mıydı? Her şey bu kadar basit miydi? Babasının gözlerini anımsadım; katran içindeydi. "Silahı ona vermenin polise vermekten farklı olduğunu düşünmüyorum Duman."

"Senin bir şeyi doğru bildiğin yok zaten."

Bana laf dokundurmasından bezmiştim ama ses etmeden sükunetimi korudum. Vücudum artık yorgunluğu taşıyamıyordu, ne kadar süredir bir şey yiyip içmiyordum? Uzun süre olmuştu ve midem bulanıyordu. İçimde rahatsız, tekinsiz, güvensiz bir his vardı. Eve gidip uyuyacak mıydım? Dün gece bir adamın beynini dağıtarak elim kolum rahat mı gezecektim? Kendim için bile olsa fazla adaletsiz değil miydi bu? Üstelik beni kim öldürmek istemişti ki? Saçlarımı diplerinden tutarak hafifçe çekiştirdim ve araba rampadan atlayıp geçtiğinde dengem sarsıldı. "Doğru kullan şu arabayı!"

Bana cevap vermediğinde boşa konuşuyormuş gibi hissediyordum. Benimle konuşmuyorsa gurursuzluk ederek üstüne gidip, ısrarla birkaç kelimesine muhtaçmış gibi davranacak değildim. Tırnaklarımı dizlerime sertçe bastırarak akan arabanın içinde yolumu bulmayı bekledim.

Araba bir vakit sonra sert frenle durduğunda, neredeyse içimin geçmiş olduğunu fark ettim ve irkilerek kendimi toparladım. Gözümü açtığımda Duman'ın yaşadığı apartman kapısını gördüm. Sanırım konuşacaklarımız olduğu için beni kendi evine getirmişti. Evime gitmeyi tercih ederdim ama bir şey demeden kendimi kapıdan dışarıya attım. Duman da benden az sonra, elinde bir poşetle inmişti. Bir pastane poşetiydi ama ne zaman pastaneye uğradığını hatırlamıyordum. İçimin geçtiği sıralarda bir şeyler almış olmalıydı.

Apartman kapısından içeriye girdiğimizde, Duman'ın poşetinden yükselen o pastane kokusunu alarak burnumu kırıştırdım. İştahım açılmıştı. Fazla soğukkanlı mı davranıyordum bilmiyordum ama o herifi umursamadığımı biliyordum. Daire kapısına çıktığımızda Duman kapıyı açtı ve önce beni buyur etti, sonra kendisi peşimden içeriye girdi. "Biraz dinlen, sana çay mı yapayım kahve mi?"

"Şarap, viski, tekila, rakı..."

"Keş."

Beni sırtımdan içeriye ittirdiğinde yanaklarımı şişirerek sıkkınca koridor boyu ilerledim ve salonun beyaz kapısını ittirerek içeriye girdim. Ada koltukta oturuyor ve onda çoğu zaman rastladığım gibi, dizlerine koyduğu laptopun ekranına bakıyordu. Dalmış, tamamen ekrana odaklanmış vaziyetteydi. Dudakları iki yana doğru kıvrılmış, atmadığı kahkahaları gözlerine sabitlenmişti. O bilgisayarda ne vardı bilmiyorum ama Ada'yı mutlu ediyordu. "Merhaba, Ada."

Sesimi duymasıyla beraber telaşa düştü ve bilgisayar kapağını, şüphelerim konusunda haklı olduğumu belli edercesine, hızla kapadı. Gözlerini sayısız kere kırparak oturduğu yerde dikleşti ve eli, oyalanmak için saçlarına gitti. Dümdüz, siyah saçlarını kulaklarının ardına verdi. "Korkuttun beni Mahşer Abla. Nereden çıktın, abimle mi geldiniz? Sahi, Abim gece neredeydi?" Ellerini bilgisayarın üstüne koyarak ilgimi bilgisayardan çekmeye çalıştı. Yanakları hafifçe kızardı. "Geceyi beraber mi geçirdiniz? Sen... biraz yorgun görünüyorsun?"

"Sevgilinle mi konuşuyorsun?"

Kendimi, onun yanındaki tekli koltuğa bıraktığımda bakışları aceleyle odanın kapısına tırmandı. Abisinin bunu duymuş olmasından endişe etmişti. "Mahşer abla sana öyle bir şey olmadığını söylemiştim!"

"Ekrana bakarken gülümsüyordun."

"Mahşer Abla, lütfen buna karışma ve abime böyle şeylerden bahsetme."

Artık emindim, o laptopun içinde tahmin edilenden fazlası vardı. Sürekli komik şeyler izliyor hali yoktu ki gülsün. Basbaya biriyle konuşuyor ama bunu inkâr ediyordu. Korktuğu abisi miydi? Çünkü bildiğim kadarıyla yetişkin bir kızdı ve ölçülü ilişkilerinin olmasının bir zararı yoktu. Sahi, Duman'ı, kardeşini bir başka erkekle paylaşırken düşünebiliyor muydum? Sanırım bundan korkuyordu. "Eğer biriyle konuşuyorsan bunu abine anlatabilirsin. Ya da... bana bahsedebilirsin. Yani ondan, konuştuğun çocuktan."

"O bilmiyor," dedi aniden ve gözlerini yakalamaya çalıştığımda, itinayla benden kaçtığını gördüm. Sesi, utanmış ve yaralanmış gibiydi. "Benim yürüyemediğimi bilmiyor."

Anlamıştım. Konuştuğu çocuğa bundan bahsetmemiş olmalıydı. Çocukla neler konuştuğunu, aralarındaki ilişkinin sebebini bilemezdim ama bunu bilmeyi hak ettiğine inanıyordum. Ne yani? Söylediği takdirde çocuğun kendisiyle irtibatı keseceğini mi düşünüyordu. Yürüyemiyor olmasının birinin onu sevmesine engel olmadığını anlamıyor muydu? "O zaman söyle. Seni, ayakların tutmuyor diye bırakacaksa bilmelisin ki o zaten hiçbir kadın için doğru adam değildir. Korkaklık etme Ada."

Küçük, hokka burnunu havaya kaldırdı. "Sen duygusuz birisin, benim yerimde olsan bunu kolayca yapabilirsin ama benim duygularım var Mahşer Abla. İncinmekten korkuyorum."

Doğru, benim duygularım yok.

Ona kendini iyi hissettirmek için zırvalayacak değildim, bunu yapmazdım. Duygularım olmadığını iddia ediyorsa onu umursamadığımı da biliyor olmalıydı. Önüme döndüm ve ojeli tırnaklarımı süzdüm. Ada bilgisayarını tekrardan açmış, bir şeyler izlemeye başlamıştı. Üzgün olması bana bir şeyler mi hissettirmeliydi? Birkaç dakika sonra Duman mutfaktan seslendiğinde, Rose'un elinde bir çamaşır sepetiyle koridoru yürüdüğünü gördüm. Topuklu ayakkabılarının sesi rahatsız ediciydi. Ada, abisinin sesini duyar duymaz heyecanlandı. Gözleri parlamıştı. "Abi? Abiciğim?"

"Mutfaktayım kız kardeş."

Ada'nın enerjisi bir anda yükselmiş gibiydi. Bana utanç dolu bir bakış attı. "Sandalyemi buraya çekip kalkmama yardım eder misin?"

"Tabi. Benim gibi duygusuz insanlar ne için var ki..."

Dudakları bir çelişkinin içindeymiş gibi usulca aralandı ve gözleri utanç içerisinde benden uzaklaştı. Pişmanlığı kalbini bir an için esir aldı ama sonra geçti. Ayağa kalkarak salonun köşesinde bulunan arabaya yürüdüm ve birkaç saniye sonra uzandığı koltuğun önüne çektim. Doğrulması için yardım ettiğim sürece gözlerime hiç bakamadı.

Arabasını sürerek odadan dışarıya çıkarttığımda, Rose'un Duman'ın odasına girdiğini gördüm. Bacaklarını cömertçe seren eteği ve topuklu ayakkabılarıyla olması gerekenden daha fazla şıktı. O Duman'ın kıyafetlerini odasına bırakırken burnumdan sertçe soluyarak mutfağın kapısına yaklaştım. Ada sandalyeyi döndürmeye başladı ve sırtı bize dönük olan Duman'a arkasından yaklaşarak sarıldı. Ben kapının eşiğinde duraksarken, Duman elindeki demliği ocağa bıraktı. "Yakacaktın beni küçük kardeş."

"Hemen de tanır beni," dedi Ada, mutlu göründüğü ender bir anın içindeydik. Başını abisinin sırtına dayadı. "Neredeydin abiciğim? Seni aradım ama bana hiç dönmedin. Allah korusun, başına bir şey gelecek diye korkuyorum."

Duman önüne doğru döndü ve kardeşinin hizasına eğilip onun küçük ellerini, kendi iri ellerinin içine aldı. Sevgi, onlar paylaştıkça çoğaldı. Ada abisine hayranlıkla bakıyordu. Kimilerinin sahip olmadığı şeye sahiplerdi; birbirine bakarken parlayan gözlere. Duman, Ada'nın parmaklarını yumuşakça sıktı, olduğum yerden ayırt edebiliyordum. "Abiler bazı geceler eve gelmeyerek serserilik yapabilir, küçük kardeşlerin endişelenmesine gerek yok."

Ada kıkırdadığında, Duman'ın yanaklarına kalemle gamzeler çizilmiş gibi hissettim. Gülümsemiyordu ama sırf kardeşi güldüğü için kahkahaları vardı. Ada elini doğrudan Duman'ın kalbine yasladı. "Burası için endişeleniyorum."

"Orası, içindekilere ve kendine çok iyi bakıyor."

Ada uzanarak abisinin yanağına öpücük kondurduğunda, Duman ona o kadar sert sarıldı ki bir an kendi kaburgalarımın ezildiğini hissettim. Kendimi kısacık bir an bu ana fazlalık gibi hissettim ama Duman'ın gözleri tam bu anda açılarak bana baktığında geriye gidemedim. "Aile saadetiniz gözlerimi doldurdu," dedim içeriye doğru ilerlerken. "Abinin kıymetini bil Ada, her abi böyle olmuyor."

Duman doğrularak Ada'nın sandalyesini masaya doğru iterken, "Senin de abin vardı değil mi Mahşer Abla?" diye sordu, Ada.

"Senin ki kadar yakışıklı değildi."

Gülümsememe katıldı. "Sen bu kadar güzelsen abinde bayağı yakışıklı olmalı. Ama evet, abim kadar yakışıklı olmadığına eminim."

Cevap vermeden bir sandalye çekerek oturdum ve Duman'ın hazırladığı masaya baktım. Poğaça ve çöreklerin yanında kahvaltılık birkaç şey çıkarmıştı. Dumanı tüten demli çayıma bakarken, kendisi tam karşıma oturdu ve bir poğaçayı alarak Ada'nın ağzına kaldırdı. "Ye şunu Ada."

Ada abisinin elinden yemeğini yerken, ben de sıcak poğaçalardan birini altım ve iri ısırıklarla yemeye başladım. Bu mutfak sokağa bakıyordu ve cam aralık olduğu için sokağın gürültüsü içeriye taşmıştı. Birkaç domates dilimini ağzıma tıktığımda, Rose'un şarkı söyleyen sesi koridorda duyuldu. Bu kızın rahatlığı öldürücüydü! Çay, ağzımdaki lokmayı yutmama yardımcı olduğunda, masanın diğer ucundaki nutella kavanozunu gördüm ve uzanmak için elimi kaldırdığımda, Duman'ın bakışlarına rast geldim. Bu bakışlar... sinsiydi. Esrarlı bakan kehribar gözler boyun girintimin uzantısı boyunca gezintiye çıkarak kulak mememe kadar beni yavaşça süzdüğünde, kafamın içinde bir ampul yandı. Nutella yediğim sırada boynumu ısırarak kulak mememi emmişti ve hatırladığı şey bu anın ta kendisiydi. Mideme yumruk yemişim gibi irkildiğimde, dilini üst dudağına vurarak nutella kavanozunu önüme doğru sürükledi. "Ye de ağzın tatlansın."

İması edepsizdi. Boş boş bakarak kavanozun kapağını açtım ve içerisinden bir miktar alarak sıcak simide sürdüm. Yutkunarak simidi ağzıma tıktım ve Rose'un söylediği şarkının sinir bozucu nakaratını dinledim.

I hate you. I love you.

Senden nefret ediyorum. Seni seviyorum.

Bu Rus artık çok canımı sıkıyordu. Ağzımın içinde geveleyerek lokmamı bitirdim ve birkaç şey daha aldım. Ada abisine sorular soruyor ve Duman onu geçiştiriyordu. Pedimi değiştirmem gerekiyordu, en son gece yarısı, karakolde bir polis memurundan ped istemiş ve o zaman değiştirmiştim. Duman, Ada'nın masanın altında kalan bacaklarına bakarken, "Fizik tedavin bugündü değil mi?" diye sordu ve Ada, hiç geciktirmeden ona ümitsiz bir cevapla karşılık verdi. "Bir işe yaramıyor işte abi! Neden hâlâ gidiyoruz?"

Duman, gür kaşlarını hoşnutsuzca kaldırdı. Yanağındaki kasın zayıf kıpırdanışı, göz alıcı bir numara gibiydi. "Bacaklarını senden aldılar ama güç hâlâ senin. Ben seni, o bacaklarının üzerinde göreceğim Ada. Ümitsizlik etme, pataklarım seni."

Ada düşen omuzlarıyla çelişki oluşturan bir gülümsemeyle abisini onayladı. Fizik tedavisini hep aksatıyordu. Duman, Ada'nın yürümesini istiyordu ve bunu ilk kez bu kadar net görüyordum. Ondan bacaklarını almışlardı, inancını değil. Onu bacaklarının üzerinde görmeyi isterdim ama onun bunun için çabalayacak gücü yoksa beni ilgilendirmezdi.

Kahvaltıdan sonra masayı kaldırırken Duman'a yardım ettim. Ada dişlerini fırçalamaktan bahsederek lavaboya gitmişti ve Rose gülüşerek ona yardım ediyordu. Masayı beraber toplarken bazen aynı bardağa uzandık ve ellerimiz çarpıştı, bazen aynı tabağa uzandık ve omuzlarımız çarpıştı. Fakat tüm bunlara rağmen birbirimize bakmadık, birbirimizle konuşmadık.

Masayı toparladığımızda ona hiç bakmadan mutfaktan ayrıldım ve portmantoya koyduğum montumun cebinden sigara paketini aldım. Sigarayı siyah çakmağımla yakarak salona geçtiğimde pencereyi açtım ve kalçamı pencerenin kenarına dayayarak sokağı gözetledim. Duman'ın oturduğu semti seviyordum, tarihi ve eskiydi. Sokaklarından gençler geçiyordu, duvarda grafitiler doluydu ve Galata’ya yakındı. Sigaramı dudaklarımın arasına yaslayarak dumanı burnumdan sızdırırken, tok adım seslerinin uğultulu şekilde çoğaldığını duydum. Buna çok aldırmadan sigaramın ucunda biriken külü silktiğimde, bir el belimin etrafını dolanarak karnıma yaslandı. Kalbi, kaburgamın üzerine çıkıntı oluşturmuştu. "Çok zayıfsın Mahşer. Elini karnına yasladığımda doğrudan sırtını hissediyorum sanki."

Sigaramı tekrar dudaklarım arasına yasladığımda omuzlarımı silkerek ona tepki vermiştim. "Karnın ağrıyor mu? Sanırım hâlâ özel günündesin."

"Ağrım yok," diyerek fersizce yanıtladım.

"Galata’yı görüyor musun?" Camdan dışarıya bakarken sorduğu soruyla beraber bir an duraksadım. Yakın olduğu doğruydu ama göründüğünü bilmiyordum. Kafamı iki yana sallayarak göremediğimi belirttiğimde bir diğer elini de belime yaslayarak vücudumu kaldırdı ve kalabalık şehre baktığımda, "Orada," dedi. "Şimdi görüyor olman lazım?"

Evet, şimdi görüyordum. Galata’nın tepesi kalabalık binalar arasında göze çarparak tüm ilgiyi üstünde topluyordu. "Evet, görüyorum."

"Galata’ya kiminle çıkarsan onunla evlenirsin, derler."

Görkemli Galata’ya, tepesine bakarken dudaklarımdan bir tebessüm çıkararak omuzlarımı silktim. "Doğru, öyle derler."

Sigaramın külünü camdan aşağıya silktiğimde Duman arkamda uzun bir sessizlik yaşadı ve bana cevap vermemeyi seçti. Sigara kokuyordum, rahatsız olup uzaklaşması gerekmiyor muydu? Ben bile kendi sigara kokumdan rahatsız oluyordum. Sigaramın izmaritini pencere önündeki mermere bıraktığımda, "Dün gece yaşadığın şoktan sonra şimdi daha iyisin," dedi ve ekledi. "Dün geceyi unut gitsin."

"Dün geceyi umursadığım yok."

"Ellerimde kan var, diyerek avaz avaz bağırıyordun."

İnledim. "Yıkadım ve geçti tamam mı!"

"Duygularını ne yapıyorsun sen?"

Dirseğimle karnına vurarak onu kendimden uzaklaştırdığımda, dişlerini sıkarak ağzının içinde geveledi. Ne vardı da sürekli beni sorguluyordu? Bundan haz etmiyordum. Ona doğru döndüğümde, avuç içiyle yüzünü ovaladığını gördüm. Bazen bana sabırlı davranmakta zorluk çektiğini görüyordum. Sakin kalmasını değil, üstüne gittiğim gibi üzerime gelmesini istiyordum. Saçlarımı omuzlarımdan geriye savurdum. "Buraya Melih Han hakkında konuşacağımızı düşünerek gelmiştim ama senin kumpasla pek ilgilenmediğin belliydi. Ben gideceğim, sen de kalbin için sızlanmaya devam et."

Dudakları tek bir çizgi halinde gerildi. "Doğru konuş."

"Haberin olsun, duygusuz kaltaklar böyle konuşur."

Patlama göğsünde yaşanmıştı ve sanki kelimeleri, suratıma fırlayan şarapnellerdi. "Kendin hakkında böyle konuşmamanı söylemiştim!"

Yanından yürüyüp geçtiğimde bana seslenmedi veya arkamdan gelmedi. Sanırım çıkışlarımdan bıkmıştı, haklıydı. Koridora çıkarak banyoya yöneldim ve kendimi içeriye atarak lavabonun önünde dikildim. Ağzımı çalkalamak, sigaranın tadından kurtulmayı istiyordum. Kullanılmamış bir diş fırçası aradım ve tezgâh üstü dolaplarda, ambalajlı bir diş fırçası buldum. Birkaç dakika dişlerimi fırçalayarak oyalandım ve ferah nane hissine minnet duyarak ağzımı çalkaladım. Yüzüme birkaç kere su çarptıktan sonra eteğimin cebine tıkıştırdığım pedi iç çamaşırıma geçirdim. Kendimi güvene aldığımda ellerimi yıkadım ve havluyla kurulayarak banyodan çıktım.

Evet, gitsem iyi olacaktı.

Portmantoya vardığımda montumu alarak üzerime geçirdim ve çantamı omuzuma takarken, Ada'nın sandalyesiyle buraya doğru ilerlediğini gördüm. Üzerini değiştirmişti ve Rose arkasından geliyordu. Ada'nın bir eşofman takımı giydiğini, saçlarını at kuyruğu yaptığını gördüm. Hazırlanmıştı, bir yere mi gidiyordu? "Sen de mi bizimle geliyorsun Mahşer Abla?"

Rose onun montunu, önünde durduğum portmantodan almak için benden izin istedi. "İzin verir misiniz Mahşer Hanım?"

Kılımı kıpırdatmadan Ada'ya bakmaya devam ettim.

Rose şikâyet etmeden ama rahatsızlığını belli ederek montunu almaya çalışırken, "Nereye gidiyorsun ki?" diye sordum Ada'ya.

"Abimle, fizik tedaviye."

Duman'ın kardeşine ayırdığı merhamet dolu dakikalarının bir parçası olmama gerek yoktu. "Aile saadetinize dahil olmayacağım, evime gideceğim."

Duman siyah bir ceketle odadan dışarıya çıktığında, onu ilk kez kaban dışında bir kıyafetle görmenin kısa şaşkınlığını yaşadım. Siyah ceketinin altına, boğazlı siyah bir badi geçirmişti ve gümüş küpeleri kısa kesim saçlarının altında ilgi odağı oluyordu. Saç kesimi hep aynıydı. Yanlarından kesip önleri daha uzun bırakıyordu ve eli her sıkıldığında saçlarına gidiyordu. Olgun bir adam için daha genç göründüğünü düşünürken, yanımıza vararak dik dik bana baktı. "Geçerken seni de bırakayım."

İtiraz edecek bir sebep bulamadım. Rose güç bela aldığı montu Ada'nın üzerine geçirirken, önümü portmantoya dönerek Duman'ın ayakkabılarını aldım ve kendisine uzattım. "Al."

"Ver!"

Hımm, hâlâ agresifti. Bir an onun sakinliğini bozabildiğim için tatmin oldum ve zaferle gülümseyerek kendi ayakkabılarımı aldım. Kapıyı açarak dışarı çıktığımda, Duman Ada'nın sandalyesini sürerek beni takip etti. Rose kapı ağzından uzanarak Duman'ın omzundaki hayali tozları silkeledi. "Ah, toz vardı da."

Duman ceketinin omuz kısmını elinin tersiyle silerken Rose'u, kafasını sallayarak onayladı. Yanağımın içini sertçe ısırarak topuklu ayakkabılarımı fevrice ayağıma geçirdiğimde, "Abi," dedi Ada, gülümsüyordu. "Biri seni kıskandı."

Duman Ada'nın başına öpücük kondurdu ama kardeşine katılarak benimle dalga geçmedi. Uzun adımlarla asansöre yöneldiğinde, omuzlarımı dikleştirerek sokak kapısının ardında, bedeninin bir kısmı görünen Rose'a baktım. Kollarını, bej rengindeki gömleğinin üstünde kavuşturmuş, dekoltesinin alanını genişletmişti. Çekici yüz hatlarını tamamlayan renkli gözleri çıkarcı bir şekilde parlıyordu. Yanağımda metalik kan tadını hissettim. "Rose, ayağını denk al. Çünkü benim elime düşmek, kaynar bir kazana düşmekle eş değerdir, haberin olsun."

Asansöre, beni bekleyen abi kardeşin yanına gittiğimde asansör kapıları iki yana kayarak kapandı ve biz sarsılarak inmeye başladık. Birkaç dakika içinde arabaya yerleşmiş, seyahate başlamıştık. Ada arka koltukta, gergin bir şekilde oturuyordu. Duman'ın da ondan farkı olduğunu söylemezdim. Tartışmamız onu germişti ve yüzüme baktığı yoktu. Sürekli kendisine bağırmam, onu azarlamamdan bezmiş görünüyordu. Dirseğini, yarısına dek indirdiği cama dayamış, alnını elinin içine yaslamış ve tek eliyle direksiyonu kullanıyordu. Yüzüne ifadesizlik hakimdi ve bunun maske olduğunu, çoğu zaman maskelerle gezdiğim için biliyordum. Ada'nın bacaklarını ovuşturduğunu gördüm. "Hissizler, onları biraz bile hissedemiyorum. Oysa hissetsem acıyı hissetmeye bile vardım."

"Benim bacaklarım var Ada, seni kendini bacaklarının üzerinde yürüyormuş gibi her yere taşırım biliyorsun ki."

Ada camdan dışarıya döndü. "Yürüyemeyeceğim işte!"

Duman da ondan farksız bir şey yapmadı. Kafasını cama çevirdi ve oksijeni ciğerlerine çekti. Direksiyonu sola kırdı ve caddeye çıkarak yolunu buldu. Ojeli tırnaklarımı izleyerek beni bırakmasını bekledim ama arabanın ters istikamette ilerlediğini anladığımda kaşlarımı çattım. Sanırım beni, tedavi dönüşü bırakacaktı. Gergin olduğu ve zaten az evvel tartıştığımız için ona tekrar çıkışmadan ellerime baktım.

Kan yok Mahşer!

Saçmalama.

Dün gece birini vurmuştum ve şimdi bu bileklerde bir kelepçe taşımıyordum. Adam hiç olmamış gibi ortadan kaybolmuştu ve böyle adamların peşine kimse düşmezdi. Fakat o adamı beni öldürmesi için gönderen kimdi? Amacı neydi? Bu kafamı çok karıştırıyordu. Bir an duraksadım ama aklıma gelen fikirle beraber, elimi aralanan dudaklarımın üzerine kapadım. Aman Allah'ım! Hayır. Beni tanıyan annemi de tanıyordur ve annem şimdi yalnızdı. Ya ona... Allah'ım! Hayır. Hayır. Kalbim sanki tam ortadan ikiye ayrıldı ve bir yanı annem oldu, bir yanı harap. Yutkunamadan Duman'a döndüm. "Be... beni eve götür!"

Sesimi duymaya hazırlıksız yakalanarak bir an bocaladı ve omzumun üzerinden asabiyetle bana döndü. "Mahşer, şöyle çıkışlar yapma Allah'ını seversen! Dönüşte bırakacağım işte!"

"Şimdi bırak tamam mı? Hemen şimdi o direksiyonu evime kır."

Sakinleşmek ve direksiyon hakimiyetini kaybetmemek için derince soluklandı. "Kardeşimi fizik tedaviye götürüyorum, bunu ihmal edemem!"

"Kardeşin umurumda değil!"

Araba sert bir frenle durduğunda çıkmaz bir sokağa girdiğimizi gördüm. Arabanın önünde bir duvar vardı. Sanırım benimle tartıştığı sırada arabayı yanlış sokağa çevirmişti. Ada'nın sinerek ama merakla bizi izlediğini hissederken, Duman başını elinin arasına alarak kükredi. "Kimsenin umurunda olmadığını görüyorum ama artık şu şımarıklığına son ver!"

Elimi yumruk yaparak torpidoya indirdim. "Annenin yanına gitmek istiyorum!"

"Benim sana annen kadar ihtiyacım var, anlamıyor musun?"

Kalbimin diğer yarısı harap değil, Duman'mış.

Elime yayılan acı hissi bileğimden yukarıya tırmanırken, gözlerinin içinde, yanlış vagonda duran o treni gördüm. Yanlış yolcu için bekliyordu. "Beni anneme götür! Tehlikede olabilir!”

"Ne tehlikesinden bahsediyorsun Mahşer, dönüşte..."

"Sen götürmüyorsan ben inip gideceğim?"

Vagonda bekleyen o tren, yavaşça kalktı; gelmeyecek bir yolcuyu beklediğini fark etmiş gibi. "Git," dedi, sanki az önce kükreyen kendisi değilmiş gibi, fısıltıyla. "Gitmek istiyorsan in ve git."

Bunu beklemiyordum. Git diyeceğini düşünmemiştim. Ama öyleyse... giderdim tabi! Peşimi bırakmasına sevinirdim, sıkılmıştım zaten. Ada'nın sus pus olmuş vaziyette, hayretle bizi izlemesinden rahatsızlık duyarak elimi torpidodan çektim. Omzumun üzerinden gözlerine baktım. "Gidiyorum?"

Gözlerinde öldürdüğünü, kirpiklerinin ucunda taşıyormuş gibi, zahmetlice kırpıştı koyu renkli kirpikleri. Bir an kararsız göründü gözüme. Sonra bağırdı. "Git ulan!"

"Bir daha da bana kestane alma!"

"Alanı bıçaktan geçirsinler!"

Yere atlayarak bir çığlıkla beraber arabanın kapısını sertçe çarptığımda, boğazımdan adeta dumanlar çıktığını hissettim. Elim ayağım sinirden, hayret ve öfkeden titriyordu. Kendi etrafımda anlamsızca dönerek önümdeki, çıkmaz duvara baktım ve elimi alnıma vurarak ters istikamette ilerlemek için arkamı döndüm. Kimdi ki beni kovabiliyordu? Ondan nefret ediyordum, iliklerime kadar.

Nefreti ve öfkeyi omuzlarıma yüklenerek arabanın girdiği sokağı koşar adımlarla yürümeye başladığımda, kulaklarımın uğuldadığını hissediyordum. O yüzden, adım seslerini duyana ve beni dirseğimden çekene kadar onun arabadan indiğini duymamıştım. Vücudumun kontrolünü ele alarak beni kendisine doğru döndürdüğünde, göğüslerim göğüslerine sertçe yapıştı ve ruhum ruhuna dayandı. Kendimi ansızın onun kollarında bulduğumda öfkem katlandı ve gözlerim, onu yakan meşalelere döndü. "Ne diye peşimden geliyorsun be! Gidiyorum ben, bırak!"

"Ne oldu böyle birdenbire?" diye sorarken bir an gözüme şaşkın gibi geldi ama ifadelerini saklamakta başarılı olduğu için bunu anlayamadım. Ceylanı sürekli kollarına çeken bir kurt, onu nasıl öldürebilirdi? Kollarımı daha sıkı tuttu ve o an onun, kundaktaki bebeği gibi hissettim. "Neye kızdın da parladın? Tamam, ben götüreyim seni eve, geç araba..."

Ellerimi onu itmek için kullanıyordum ama bu bir duvarı itmekten farksızdı. "Bana benim sevgilimmişsin gibi davranmaktan vazgeç Duman!"

"Daha azı mıyız sanki?" Kükreyen sesi azaldığında ve sorusunu dudaklarının arasından, bir fısıltı şeklinde çıkardığında gözlerinin yükünü taşımakla mücadele ediyordum. Yatışmam için olsa gerek dirseğimi yumuşakça okşadı ve alnını tereddütsüzce alnıma dayadı. Bedenimin bir çıkıntısı halini almıştı. Sessiz, ıssız sokağı kalp atışları dolduruyordu. "Seni öptüm, izin verdin. Yatağımda yatmanı istedim, karşı çıkmadın. Elini tuttum, çekmedin. Sarıldım, itmedin. Madem sana sevgilimmiş gibi davranmamı istemedin de neden tüm bunlara izin ver..."

"Sana acıdım." İki kelimelik cümlem dudaklarımın arasından sakince çıktı ve fırlatılan bir roket gibi, düştüğü yeri şaşkına çevirdi. Gözlerindeki şaşkınlık yerini mesafeye bıraktığında, alnını alnımdan uzaklaştırdı. Beni tutan elleri gevşemişti. Kalbini, göğsünün içinde parçalayacağımı bildiğim halde konuşmaktan geriye durmadım ve devam ettim. "Acıdım sana. Ölecektin ve istediğin birkaç öpücük, birkaç sarılmayı geri çeviremezdim. Senin yerinde bir başkası olsa ve o da hayatının son aylarını yaşıyor olsa, onu da öper, onu da kucak..."

"Yeter!" Beni kollarından o kadar hızlı itti ki, dengemi sağlamakta zorlandım ve geriye doğru sağlıksız birkaç adım attım. Bilincini kaybettiğini düşündüm ve bu düşüncemi odaksız bakan gözleriyle destekledi. Bir adım kadar gerileyerek sırtımı arkamdaki duvara verdiğimde, titreyen ellerim iki yanımda küçük yumruklar oldu. Ömrünü, kalbini eksiltiyordum. Benden uzak durması, artık bir gereklilik, yaşaması için zorunluluktu. O bir istisnaydı ama ben kaidesi olamazdım. Günah defterimin kabardığını, onun odaksız gözlerine bakıp da kalbini gördüğümde anladım. Kendi etrafında, ne yaptığımı ne duyduğunu anlamıyormuş gibi döndü. "Sen... şimdi bana acıdığını mı söylüyorsun?"

Konuşurken dilimin ucuyla keskin bir bıçağı tutuyormuşum gibi hissettim. "Acıdığım için yap..."

"Bitti!" Üzerime doğru yürüdü ve bu o kadar hızlı oldu ki, elleri omuzlarımdan tutarak beni duvara yapıştırdığında, gözlerim bilinçsizce büyüdü. Tuttuğum o bıçak, dilimi kesmişti ve kan boğazımda tıkanıyordu. Gözleri... Yemin ederim onları hiç böyle cani görmemiştim. Bu an, gözlerinde kalbini göremediğim ilk andı. Sert yumruğunu, kafamın yanına, duvara indirdi. "Bundan sonra Gül Diken’im değilsin, sadece Mahşer'sin! Bundan sonra boğulduğum değil, görsem girmeye tenezzül etmeyeceğim o denizsin. Bitti Mahşer, neyse ki ben boğulmadan bitti!"

Beni omuzlarımdan bir kez daha, bu sefer çok daha sertçe duvara iterek bana dokunmaya tiksiniyormuş gibi hızlıca benden uzaklaştığında, bacaklarım üzerinde daha fazla duramadım ve duvar dibine düştüm. Avuç içlerim kalçamla beraber gri zemine yaslandığında başım öne eğilmiş ve gözlerim sadece bacaklarını görmeye başlamıştı. Hızlıca, fevrice gidiyordu. Evet, hak ettiğim buydu. Ucuz bir kaltak gibi davranmış, hak ettiğimi almıştım. Sırtımı duvara yasladığımda, yaslandığım o duvarı omuzlarımda taşıyormuş gibi hissederek iki büklüm oldum.

Duman arabasına bindi.

Bundan sonra boğulacağım değil, görsem girmeye tenezzül etmeyeceğim o denizsin.

Arabanın motor sesi kulaklarımı doldurdu ve egzoz kokusu acı şekilde burnumdan içeriye sızıntı yaptı. Arabayı geriye doğru sürerek önümden geçti ve sokaktan çıkarken, boğazımda tarifsiz bir yumru büyüdü. Araba hızlıca gözden kayboldu ve omuzumda taşıdığım duvarın üstüme doğru yıkıldığını hissettim. Gözlerimi sertçe yumdum ve kendime bu yalnızlığı hak ettiğimi hatırlattım. Yüzümde ölümcül bir soğukluk olduğundan şüphe duymayarak gözlerimi daha sıkı yumdum ve bir elimi göğüs kafesime yasladım.

Sen boğulmadan bitti ama ben boğuluyorum Duman.

BÖLÜM SONU.