0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

2. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

“KORSAN.”

Gemi ve buradakiler, ikinci bir emre kadar kimsenin değil. Söylemek istediğim buydu.

Bu adamı tanıyan kimsenin olmadığı, masadaki korku ve sessizlikten belliydi. Hiç kimse ona kim olduğunu ve ne yapmak istediğini sormayı istemiyor gibiydi. Herkes kocaman açtıkları gözleriyle onu izliyordu. Kendimi, o tabanca babama döndüğü an ayakta bulmuştum ve o bana, ikinci arzusundan bahsettiğinde sandalyeme geri sinemeyeceğimi biliyordum.

Kimisinin gurur, kimisinin cesaret diyebileceği bir duyguyla ayakta kalmaya devam ettim. Kristalimsi mavi gözler, bu meydan okumamın bir değeri yokmuş gibi alayla parladığında, kendimi utanç içinde hissederek, “Bu geminin sahibi Adam, siz değilsiniz!” dedim bu küstah adama. “Herhalde delisiniz, veyahut haydut! Zaten bir kaptanımız var, bu da size ihtiyacımız olmadığı anlamına geliyor! Lütfen burayı terk edin!”

Masadaki gözler, uzun konuşmamdan sonra bana dönse de ben bir korkaklık belirtisi olmasın diye gözlerimi kaçırmıyordum. Nasıl hissettiğimse bu kendini bilmez adamın hiç umurunda değildi. Gözlerini açık açık yüzümde dolaştırıp, “Hep bu anı mı bekledin?” dedi, sesinin tok bir tonu vardı. “Hep kaçırılmak ve buna karşı çıkmak için beklemiş gibisin.”

Ne alaycı herif ama! Ciddiye alınmamak yanaklarımı kızarttı, gururumu incitti. Masadaki ellerim yumruk halini alırken, “Roza!” dedi babam, endişeli sesiyle. “Yerine oturmanı istiyorum!”

Evet, babam iyiliğim için böyle diyor ama… bu adam kimdi ki benimle böyle konuşuyordu! “Kaçırmak mı? Sen beni kaçırdığını mı söylüyorsun? Suç bu farkında mısın? Herkes duyuyor, görüyor musun? Beyler hanginizin telefonu var? Baba, lütfen polisi arar mı…”

“Gerçekten denizin ortasında polise ulaşacağını mı düşündün?” dedi bu pislik ve beni daha da deli eden bir şey yaptı, söylediklerimi eğlenceli bularak dudaklarını kıvırdı. “Dahası, bu seyahatinizi gizli ve yasak şekilde gerçekleştirirken?”

Bir kez daha ayrılan dudaklarımın arasından yalnızca kuru rüzgâr girdi. Doğruyu söylemesinden ziyade bizim burada olduğumuzu, bu gizli seyahatimizi nasıl bildiği düşüncesiyle sarsıldım. “Sen… sen ne sandın bilmiyorum ama bu bir seyahat ve seni alakadar etmez! Burada ne amaçla bulunuyor…”

“Roza!” diyen bu kez annemin çığlığa benzer sesi oldu. “Sen burada, bu konuşmayı yapacak kişi değilsin. Bu adam kimse baban ve beyler konuşur, rica ederim yerine otur.”

Annem tam da kendi düşünce yapısıyla uyumlu bir cümle kurmuştu. Ona hak vermek aklımın ucundan geçmezdi ama hak versem bile kimse ayağa kalkıp bu yabancıya had bildirmiyordu. Gözlerimi masadaki erkeklerde dolaştırıp, “Beylerin hiçbirisi konuşmuyor!” dedim. “Bir silah çıkardı diye bu adama korkuyla bakıyorlar! Burada kaç kişisiniz, kalkıp şu adama haddini bildirin!”

Elimin kalkıp o adamı işaret ettiğini sonradan fark ettim ve yemek masasındaki adamların gözlerinde utandırıldıkları için bir öfke sezdim. Hepsinin yüzü kızardı ve aralarından birisi şu [SE1] [ET2] adama dönüp, “Sen bir korsan mısın?” diye sordu.

Korsan sözcüğü geceyi gündüzden ayıran ay gibi saf bir parıltıyla zihnime döşendi. Bu varsayımı kafamda birkaç saniye çevirdim ve yabancıya tekrar dönünce, onun konuşan adama ciddiyetsizce baktığını gördüm. Eli masanın üzerindeki silahı hâlâ tuttuğu için tehdit altındaydık. “Doğru,” dedi varsayımı onaylayarak. Masadaki herkes birbirine bakarken kardeşim gözlerini aileme kaydırdı. “Siz beyler, karşıma çıkmamakla iyi yapıyorsunuz. Altını çizmek isterim ki elimdeki silah dolu ve sizlere karşı kullanmaktan çekinmem. Fakat hanımefendilere silahımı doğrultmam…” Sanki bunun için övgü almak istiyor gibi her birimize baktı fakat kimse onu tebrik etmeyince omuzlarını düşürerek ofladı. “Neyse, sadede gelelim. Tekrar edeyim, gemi ikinci bir emrime kadar bana ve yoldaşlarıma ait. Çıkarlarım sağlandığında gemiyi ve sizleri serbest bırakacağım. Bu vakte kadar sizden uyum ve itaat bekliyorum.”

Arzularını, beklentilerini bu kadar arsızca dile getirmesi bende öyle bir hayret bıraktı ki bu pislik gözlerini bana çevirdiğinde halime bir daha dudak kıvırdı. Gözleri gördüğüm en soğuk bakışları saklıyordu, bu yüzden o dudaktaki ince davranış hiç samimi hissettirmiyordu. Sinirden heceleyip, “İkinci bir emir? İtaat? Uyum mu?” dedim. “Bizlere bunu söylemeniz, bizleri bu kadar küçük görmeniz bile hakaret gibi! Terbiyesiz, saldırgan birisiniz!” Masadan geriledim, çizmelerim hırsla yere çarparken üst güverteye kadar ilerleyip aşağıya sarktım. “Hey, beyler! Kaptan ve yardımcıları, buraya bak…”

“Roza!” derken babamın sesi bu kez gür yankılandı ve sandalye devrildi. “Kız kardeşini de alıp odana in, biz bu adamla…”

“Elvis,” dedi korsan, söz keserek. “Adım Elvis, baylar.”

Demek adı Elvis’ti.

Bana itaat etmeyi emreden bu adamın ismi falan umurumda değildi. Dönüp babama konuşacakken merdivene doğru ilerleyen adamı görüp ellerimi çektim. Adam soğuk bakışlarla bana bakıp basamakları hızlıca çıktığında kendimi korumak için geriledim. Babamın yanıma doğru yürüdüğü gözlerime çarparken, “Kollarından sürükleyip götürdüğünüz o adama ne yaptınız?” diye sordum. “O bu geminin sahibi, böyle davranamazsınız!”

Babam yanıma ulaştığında bana tüyler ürperten bir kızgınlıkla bakarak arkasına çekti bedenimi ve önüme geçtiği sırada bir konuk daha masadan kalktı. Babam, buraya çıkan diğer hayduta bakıp, “Beyler, hanımları odalarına gönderelim,” dedi. “Biz bize konuşalım. Eminim anlaşılmayacak hiçbir şey yoktur.”

Başımı çevirirken önce annemin gözleriyle bir araya geldim. Bana, babamın kalktığı yeri gösteriyordu oturmam için. Kız kardeşimse elini ağzına koymuş, korkuyla bakıyordu. Bir sandalye daha çekildikten sonra Elvis, elinde silahıyla ağır ağır yürümeye başladı. “Hanımlar tabii ki odalarına çekilebilir ama öncesinde odalar aranacak, bu sırada hanımlar yemeklerine dönebilir. Beyler, sizler varlıklı adamlarsınız, buraya kadar çıkarmamışsınızdır ama eminim odalarınızda silahlarınız vardır.” onunla beraber olan adama baktı. “Arkadaşlarım odalarınızı arayacak, yeterince savunmasız kaldığınızda sizi odalarınıza uğurlayacağım.”

Masadan kalkan diğer adam, “Odalarımızı ne hakla arayacaksın?” diye sordu bu pisliğe. “Soysuz bir hırsız mısınız siz? Ne kadar istiyorsunuz? Ne kadar para, ne kadar ganimet?”

Adının Elvis olduğunu öğrendiğim adam konuşan konuğa bir vakit bakıp sonra merdiveni çıkmış arkadaşına döndü. “Duydun yoldaşım, adamın odasında para ve ganimetler varmış, onları da alın.”

Konuk hiddetinden konuşamadı, ağzını açıp kapadıktan sonra, “Ne kötücül adamsınız siz!” dedi, tartışmaya hazır şekilde. “Hanımları ve çocukları korkutuyorsunuz, buna bir an önce son vermelisiniz!”

Babam da söz alıp, “Kesinlikle!” diyerek söylenenleri onayladı. “Amacınız konusunda daha açık olun, emin olun uzlaşabiliriz. Hanımlar burada kalsın, biz aşağıya inip konuşalım.”

Korsan, babamın söyledikleri anlamsızmış gibi hızlı hızlı kafa sallayıp, “Bir sürü söz, kafamı ağrıtıyorsunuz,” dedi, azarlarcasına. Tırnaklarım avuçlarıma batana kadar sıktım yumruklarımı. “Çocuklar ve hanımlarla aram her zaman iyi olmuştur, benden korkmalarına gerek yok…” elindeki silahı sallayarak masadaki kadın ve çocuklara baktı. Gülümseyip tekrar babama ve konuğa döndü. “Tabii beyler, sizlerle ne yaparız bilemiyorum. Öncelikli olarak masaya yerleşin, biraz sabır ve itaatle yemeklerinize devam edin. Biz yapmamız gerekenleri tamamlayınca sizleri odalarınıza kadar uğurlayacağım.” Bunları söyledikten sonra da çenesiyle silahı işaret etti.

Babam ve ayaktaki konuk duyduklarından sonra göz göze geldiler. Bu gemideki herkes adına yapılacak en sağlıklı şeyi düşünmeleri için çok az vakitleri oldu ve ardından babam, “Şimdi oturalım,” dedi, yüzünü adama kaldırarak. “Fakat dediğim gibi, hanımlar ve çocuklar güvenli alanlarına dönünce sizlerle konuşalım.”

“Bir düşüneceğim,” dedi korsan ama hiç düşünecekmiş gibi değildi, umursamazca elini savurmuştu.

Göğsümden içeriye rüzgârdan daha hoyrat bir duygu sızdı. Nasılsa hissetmiş gibi, onlara beslediğim öfkeyi görmek için korsanın gözleri bana kaydı ve dudağında alaycı bir gülümseme oluştuğu sırada babam beni masaya doğru çekti. Yumruklarımı sıkarak yerime oturdum ve babam da karşıma yerleşince ayakta kalanlar sadece bu iki korsan oldu. Yanına oturduğum an kız kardeşim elimden tutup korku dolu gözlerle baktı ve fısıldadı. “Sana bir şey yapacak diye korktum! N’apıyorsun?”

“Keşke deneseydi de ona gününü gösterseydim!” dedim düşmanca bakışlarla.

“Hayatımda ilk kez gerçek bir korsan görüyorum, onlar ne zamandan beri Moğala’da yaşıyorlar?”

“Nerede yaşadıklarını bilmiyoruz kardeşim.”

Annem, masaya oturduğunda babamın kolundan tutup kulağına fısıldadı. Masadaki diğer konuklar da kendi aralarında konuşunca, Elvis denen adam rahatsızlık duymuş gibi masaya yaklaştı ve herkesin gözlerinin içine bakınca sessizlik oluşmaya başladı. Sonra ağır ağır başını salladı. “Yemeklerinizi yiyebilirsiniz.”

Kimse bu doğrultuda hareket etmeyince beyefendi (!) kendisine en yakın oturan adamın kaşığını aldı ve kendisine uzattı. Adam, masadaki herkese bir göz atıp kaşığı aldı ve çoktan soğumuş çorbadan içmeye başlarken çok tedirgin göründü. Çünkü hemen diğer tarafında bir silah vardı. Konuklar muhtemelen kaşığı bu adamın elinden almamak için kendileri çorbayı içmeye başlayınca yüzümü buruşturdum. Neden bu pisliğe itaat ediyorduk. Pekâlâ o silah suratıma doğrultulsa korkudan bayılabilirdim, hak vermek lazımdı ama… gururum incinmişti.

Korsan, büyük çoğunluğun yemeğe başladığını görünce iki adım kadar uzaklaştı bizden. Yanındaki diğer pisliğe döndü. “Martin nerede?” diye sordu.

Böylelikle diğer korsanın sesini ilk kez duydum. “Odaları arıyor.”

Aynı yaşlarda görünüyorlardı. Elvis’in saçları koyu ve cildi açıkken, gözleri şeytan gibi mavi mavi parlıyordu. Yoldaşım diye bahsettiği adam da koyu saçlı, koyu tenliydi, yanakları güneşte yanmış gibiydi. Sıcak bölgede yaşadığı belliydi. Boyları hemen hemen aynı uzunluktaydı, geniş omuzlulardı ve her an üstlerinden uçacakmış gibi ince kumaş gömlekler giymişlerdi. Elvis’in diğerlerinden üstün olduğu emir vermesinden belliydi ama yakınlıkları içten görünüyordu.

“Roza!” diyerek fısıltıyla seslendi annem bana ve bakışlarım ona döndü. Kaşlarını çok derinden çatıyordu. “Bu haydutlarla göz göze gelme sakın!”

Annem için göz göze gelebileceğim erkekler sınırlıydı, aynı zamanda beni ve kardeşimi bu soytarılardan korumak istiyorlardı. Babam gergince gömlek düğmesini açarken, başımı öne eğdim ve insanların birbirine gönderdiği tedirgin bakışlar esnasında merdivenden çıkıldığını duydum. Şöyle bir dönüp bakmamla da tanıdık yüzleri görmüş oldum. Bu iki adam da merdivene doğru dönüp gelen arkadaşlarına baktılar.

“Elena, Alvin,” dedim endişeyle. Üçüncü işgalci adam, Elena ve Alvin’i buraya çıkarıyordu.

Ailem de isimlerini duyunca onlara baktı, masadaki konuklar da. Elena oğlunu kucaklamış, göğsüne bastırmış, kolunu tutan adama öfkeyle bakıyordu. Adamsa ifadesiz şekilde arkadaşlarının yanına yürüyordu. Elvis onun yanında kadınla çocuğu görünce, “Yalnız iki kişi mi vardı?” diye sordu.

Adam başını sallayarak cevap verdi ve Elena bir daha kolunu çekip uzaklaşmayı deneyince Elvis başını salladı. Bunun üzerine adam Elena’yı bıraktı ve annem huzursuz olmuş şekilde, “Elena bizim hizmetlimiz,” dedi. “Zararsız, kendi halinde bir kadın. Bir şey yapmayın ona.”

Elvis annemi dinlemeden kadına doğru yaklaşınca, “Çocuk korkacak,” diyerek hırçınca kendimi duyurmaya çalıştım.

Elena geriye kaçmayı deneyince, “Sakin ol,” dedi Elvis ve doğrudan onun kucağında tuttuğu oğluna eğilerek yüzüne yakından baktı. Çocuk meraklı, biraz da korkmuş görünerek burnunu kırıştırınca, Elvis onu ilgiyle inceledi. “Doğru mu? Annen zararsız mıdır? Bize bir şey yapmayı ister mi sence?”

Küçücük çocuğa sorduğu sorulara karşı hayret dolu bir ses çıkardım ve Alvin etrafına bakıp tekrar adama dönerken, “Sen kimsin?” diye sordu.

Elena çocuğuyla birlikte uzaklaşmayı deneyince korsan bozuntusu hiçbir şey demeden onun uzaklaşmasını izledi. Daha çok çocuğa bakıyordu. Elena yanımıza doğru geldiğinde ayağa fırlayıp istemsizce Alvin’e dokundum. “Uykundan mı uyandın canım?”

“Evet efendim,” diyerek oğlu yerine cevap verdi.

Elvis bize karşı olan ilgisini kolayca kaybetmiş gibi arkadaşına döndü. Silahını ona doğru uzattı ve avucuna koyarak, “Masadan kalkan olursa silahı kullan,” dedi. Adam gözünü bile kırpmadan onaylayınca Elvis bizlere döndü. “Dostum emirlere büyük bir sadakatle bağlıdır, bu yüzden masadan kalkmanızı önermem.” Kafasını bana çevirip eliyle sandalyemi gösterdi. “Ayrıcalıksızsın, bu yüzden sen de otur.”

Dişlerimi sıktım ve Elena korkuyla boştaki tek sandalyeye otururken ben de yerime oturdum. Elvis memnuniyetle dudaklarını kıvırdı ve silahı verdiği değil de diğer arkadaşının göğsüne vurdu. “Hadi Ares, inip son kez kontrol edelim.”

Artık üçünün de adını biliyorduk fakat gerçek isimlerini neden yanımızda açıkça söyleyebiliyorlardı, anlamıyordum. Ben olsam, kaçırmakla tehdit ettiğim insanlarla bunu paylaşmazdım. Yalnızca bu da değil, sanki bunu hep yapıyorlarmış gibi zahmetsizce ve organize hareket ediyorlardı. Bu iki haydut merdiveni inip uzaklaşırken kaptan ve yardımcıların, şeflerin nerede olduğunu düşündüm.

Elvis ve diğeri burayı terk edince masadaki insanlar birbirine dönüp fısıldaşmalara başladı fakat kalan tek adam Martin, masaya yaklaşıp silahın ucunu ahşap düzlüğe koydu. Dikkatleri üzerine çektiğinde herkese duygusuz gözlerle bakıp parmağını susmamızı belirtmek için dudaklarına koydu.

Aileme döndüm, masanın kalanı gibi korku ve endişelilerdi. Kız kardeşim ellerimi tekrar tutmuştu, adamın korkusundan benimle konuşmuyordu. Korkudan titrediği için ellerini avucumda sıkıca tutup, “Birazdan odamıza ineceğiz,” dedim en kısık sesimle. “Artık bu gece benimle uyursun sanıyorum kardeşim.”

Yemeğe indiğimiz dakikalarda söylediğim şeyi tekrarlayarak onu biraz rahatlatmak istemiştim ama parmakları titremeye devam etti. Elena’ya baktığımda Alvin’i hâlâ aynı korkuyla göğsüne bastırıyor olduğunu gördüm. Artık kimse yemeye devam etmiyordu, erkeklerin gözü sürekli silaha çevriliyordu. Anlaması zor değildi, bu soytarının bir anlık yanlış zamanlamasını bekliyorlardı. Bu zamanlamayı sağlamak için neler yapabileceğimi düşünürken ne kadar üşüdüğümü hissettim. Dudaklarım nefes almamı hızlandıracak kadar titriyordu. Yalnız ben değil, diğer konuklar da üşüyordu.

Ailem ve çalışanlar dışında on iki kişi vardı. Genç kızları olan üç kişilik bir aile vardı. Anne ile baba kırk yaşlarında görünüyordu. Evli olduklarını tahmin ettiğim genç bir çift de vardı, adam kadının omuzlarını sarmış onu teselli ediyordu. Çocukları olan bir aile de masanın sol tarafında oturuyordu, annesi çocukların her ikisini de sıkıca tutmuştu. [SE3] [ET4] Çocuklar Alvin kadar küçük görünüyordu. Geriye kalan üç kişi ise genç bir erkek çocukları olan aileydi. Herkesin hangi aileye mensup olduğunu, birbiriyle fısıldaştıkları kısacık anlarda fark etmiştim.

Uzun süre sonra sanırım, bu huzursuz duruma tahammülü kalmadığı için erkek çocukları olan o ailenin babası, “Artık aşağıya inmek istiyoruz!” dedi bizimle kalan korsana. “Ailem çok üşüdü, istirahate ihtiyaçları var.”

Masadaki tüm konuklar korsana kaçamak şekilde bakarken, korsan muhatabına dönüp hiç soru almamış gibi kayıtsızca baktı. Verdiği yanıt sessizlik olunca bu kez birbirimize baktık, ciddiye alınmamak masadaki herkesin onurunu incitmiş görünüyordu. Bu yüzden adam korsana, “Bizi duydun mu?” diye sordu.

Korsan en olmadık soruyu ciddiye aldı, duyduğunu ifade etmek için kafasını salladı. “O halde bize bir cevap ver!” diye ses yükseltti ama bir yandan da silahı kontrol ediyordu.

Korsan bu isyana karşı koruduğu sessizlikle adama bakıp silahı tutan parmaklarını açıp kapadı. Bunun bir tehdit olduğunu genç çocuklar bile anlayıp bakışlarını kaçırdı, kız kardeşim bana doğru yaklaştı. Kimse herhangi bir şey demeden önce de yere yaklaştıklarının haberdarı olan sesi duyduk. Diğer iki soytarı buraya çıktı ve her şeyin yolunda olduğunu görüp üçüncü arkadaşlarına döndüler. “Dostum, seni yordular mı?” Elvis denen soytarı bu soruyu oldukça ciddiyetsiz sormuştu.

Yanılmıyorsam adı Martin’di, kafasını iki yana sallamıştı. Elvis bunun üzerine elindeki torbaya döndü, ağır ve dolu görünüyordu. İçinden karanlıkta parlayan bir ganimet çıkararak bu sessiz adama uzattı. “Al bunu. Hakkındır.”

Martin hemen kendisine uzatılan değerli ganimeti aldı ve masadaki sessizlik bozuldu. Kadın hayretle, “O benim broşum!” dedi.

Korsanların üçü de kadına doğru dönünce, kocası hemen gövdesiyle karısını sakladı ve sessiz bir bakışma yaşandıktan sonra, “Özür dileriz hanımefendi,” dedi Elvis. “Gemiden indiğinizde kendinize yeni bir tane alırsınız.” Yüzündeki alaycılık kayboldu. “Size eşlik edeceğiz, artık odalarınıza çekilebilirsiniz.”

Masadaki birkaç misafirden derin nefesler çıktı, rahatlamış omuzları görüldü. Bense kendime engel olamadan, “Kaptan ve diğerlerine ne oldu?” diye sordum.

İşgalcinin bakışları bana çevrildi, buz mavisi gözleri hiçbir açıklama borcu yokmuş gibi durgundu. “Güvendeler.”

Babam bana huzursuz ve sert bakışını göndererek Elvis’e döndü. “Gemiyi kim kullanıyor?”

“Yardımcı kaptanımız kullanıyor, ona söylenen yörüngeye doğru harekete başladı.”

“Kaptanınız?” dedi babam, sorarak.

“Yardımcı kaptanınız bu seyahatte bizler için çalışıyor. Hayatta kalmak için sizlere de bu itaati öneriyorum.” Arkadaşının elinden silahı aldı, parmakları içinde kuvvetle tuttu. “Kalkın, odalarınıza kadar eşlik edelim.”

Aldığımız cevaplar bizi hayal kırıklığına uğrattı, gemide yardım isteyebileceğimiz kimse görünmüyordu. Şef ve yardımcılar, gemi sahibiyle baş kaptan savunmasız olmalıydı ve nerede olduklarını tahmin edemiyordum. Adının Ares olduğunu öğrendiğimiz diğer adam, kimse hareket etmeyince, “Hey!” diye kükredi.

Alvin’in, annesinin göğsünde ürkerek gözlerini açtığını ve masadaki çocukların da korkuyla sindiğini gördüm. Duyulmamış şey değildi bu yaşadığımız fakat içinde olmak gibisi yoktu, öfkelensem mi ağlasam mı seçmesi ne zordu! Ailesi, ürken çocuklarıyla beraber masadan kalkınca babam da derhal doğruldu. Kardeşimle ailemize uyduk, Elena da bize eşlik etti. Konuklarla beraber merdivene ilerlerken gözlerim korsan olduğunu ilan etmiş bu üç adamda dolaştı. Kız kardeşimi sıkıca tutarak basamağa adımımı attım, Elvis o sırada silahını başının yanında dik şekilde tutuyor, dikkatle inişimi izliyordu. Diğer iki arkadaşı da önden giden iki adamı sertçe tutup çekiştiriyordu. Elvis hepimizin arkasından, bir tehdit gibi yürüyordu.

Silahı ellerinden almamız gerekirdi ama… odalarımızda bulunan tüm savunma eşyalarını almışlardı, bize karşı yalnızca yürekleriyle savaşacak görünmüyorlardı.

Bir alt kata inince, “Durun,” diye seslendi Elvis ve konuklar yürümeyi kesti. En arkadan gelip insanları iterek koridora girdi ve elindeki anahtarlara bakıp bize döndü. “Bu katta yaşayanlar, odalarınıza girin.”

Konuklar hiç beklemeden odalarına doğru yürüdü, içeriye girerken rahatlamış göründüler. Elvis, insanların girdiği üç kapının da kapısını kapattı ve kilitleyip anahtarları elindeki bez, büyük torbanın içine attı. Önünü bize, sırtını koridora çevirip hafifçe dudak kıvırdı. Hoşnut görünüyordu.

Süratle buraya yürüdüğünde, annem ve babam önümüze geçtiler ve Elvis bu harekete alaycı bir bakış attı. İnsanların arasından geçip bu kez önümüzden yürümeye başladı ve alt kata inerken yoldaşlarım diye bahsettiği adamlarla bir şeyler konuştu. Şimdi üçünün de arkasından yürüyorduk, kız kardeşim her an bayılacak gibi hareket ediyordu. Ailem konuşmaktan kaçınıyordu, nihai isteklerinin odamıza girip güvene alınmamız olduğunu biliyordum. Odalarımızın olacağı kata inince Elvis başta olmak üzere diğer işgalciler de bize döndü, geçmemiz için yer verirken temkinli davrandılar. Babam hızlıca bizi odasına götürdü ve Ares daha önce odadan çıkarken gördüğüm çifte karşıdaki odaya kadar eşlik etti, onları içeriye sokup kapılarını kilitledi. Anahtarı Elvis’e verdi.

“Benim odamın anahtarı?” diyerek Elvis’e çenesi dik şekilde baktı babam.

Ben ve kardeşim birbirimize sığınırken Elena, Alvin ile odasının kapısına gitmişti. Korsan ağır ağır buraya yürüdü, babamın kaldığı odanın kapısını açarak, “Buyurun,” dedi, aldatıcı bir kibarlıkla.

Babam ona kaşlarının altından, tiksinti dolu gözlerle bakınca Elvis ve diğerlerinin hoşuna gitti bu karşılık. Üçü birbirine bakıp güldü ve babam daha da sinirlenip bizleri hafifçe ittirdi odaya girmemiz için. Fakat ben ve kardeşim daha eşikten geçemeden, “Kızlar kendi odalarına!” dedi Elvis, sertçe.

Babam duraksayıp onlara döndü. Üç adam da babamdan genç, kuvvetli ve acımasız görünüyordu. Üstelik silahları vardı; babam bu şartları değerlendirerek, “Anahtarları aldıktan sonra kızlarımızın odalarına girmeyeceğinizi nasıl bileceğim?” dedi. “Onları incitmeyeceğinizi, siz haydutların… onlara saldırmayacağını?”

“Endişelerinizde çok haklısınız,” dedi Elvis, diğer iki adam hakarete uğramış gibi kızgındı babama. “Fakat bizim tek bir amacımız var, o da güzel kızın… güzel kızlarınız değil. Kadınlara saldırmayız, inanın yapmayız. Doğrusu ithamınız beni üzdü ama üstünde durmayacağım. Sizlerin bir arada olmasını istemem, çünkü bir plan yapıp bize üstün gelme [SE5] [ET6] ihtimalinizi riske atamam. Herkes kendi odasında kalacak.”

Babama bir açıklama yapmadan da istediklerine sahip olabilirlerdi. Babam itirazına devam etse de işe yaramayacağını bildiği için isteksizce kafa salladı. Kız kardeşim, “Baba,” dedi, onun ceketinden tutarak. “Ben de sizinle kalayım.”

Ares, “Bir arada kalmayacaksınız,” dedi, Elvis’ten daha katı halde.

Kız kardeşim ürküp arkama doğru saklanırken, Elvis babama odasını gösterdi ve annemle babam içeriye geçti. Kapı üzerlerine kilitlenirken kız kardeşimi arkama saklamış, nefretle onlara bakıyordum. Elvis bize döndüğünde saçları dağılmış, yorulmuşçasına bir nefes almıştı. “Martin, hanımefendi ve oğlunu odasına geçir.”

Martin kendisine denileni yapmak için anahtarı alıp Elena’ya yaklaştı. Oğlunu göğsüne bastıran kadın geriledi. Adam kapıyı açtı ve Elena bana baktığında, “Korkma,” dedim sessizce. Oğluna sarılarak hızlıca başıyla onayladı.

Açılan odaya girdi ve Martin kapıyı üstüne örtüp kilitledi, anahtarı soytarıya uzattı. Elvis elinde iki anahtarla koridorun karşısına geçti. Kardeşimin kapısını açmak üzere olduğunu anlayınca, çenemi dikleştirerek öne çıktım. “Kardeşim benimle kalacak.”

Elvis, eli kapının üzerindeyken omzu üzerinden bana döndü. Kardeşim başını omzuma saklarken benim gözlerim karşımdaki haydutla savaşmak zorunda kaldı. İki adım ilerimdeydi, kalbimin korkuyla çarpışını duyarsa ve bir de gülerse kahrımdan ölürdüm. “Kaç yaşında kardeşin?”

“Ne önemi var?” dedim, gözlerimi kaçırmamak için tüm gücümle direniyordum.

Sorunun cevabı çok da umurunda değil gibi omuzlarını indirip kaldırdı. “Kız kardeşini çok korkuttuk, üzgünüm.” Başını yana eğip kardeşimi görmeye çalışınca, “Bakma!” diyerek elimi havaya doğru savurdum.

Bir gülme sesi diğer hayduttan geldi, aman ne komikti! Elvis savurduğum elime şaşırmış gibi bakarak gözleriyle kardeşimi aramaktan vazgeçti, bana döndü. “Özür dileyecektim.”

“Dalga mı geçiyorsunuz?” diyerek sorma gereği duydum.

“Tabii ki hayır. Arkadaşlarımın güldüğüne bakma, ben gerçekçiyim.”

Aralık kalan dudaklarımdan, âdeta göğsümdeki boşluktan kaçan öfke sızdı. Yumruğumu suratına vurup ölmemek için kendimi tutarken, havadaki elimle kapımı gösterdim. “Odamı aç.”

Anahtarı parmaklarında çevirdi ve koridora dönüp oda kapımı açtı. Karanlıkta, bu üç adamla daha fazla yalnız kalmamak için derhal kardeşimi odama doğru çektim. Odaya girdiğimiz gibi kapıyı kapatıyordum ki Elvis elini kapımın üzerine hızla indirip beni durdurdu. Bakışlarım açık bir düşmanlık gösterisine soyunurken, “Sakın odama gireyim deme!” diyerek uyardım onu. “Çığlık atarım!”

Dudağının kenarı kıvrıldı. “Sen istemeden asla, denemem bile!”

Utanmazlığı yanaklarımı kızarttı, sinirden heceleri çıkaramadım ve onun gözleri yanaklarıma doğru kayarken, “Terbiyesiz!” dedim. “Çok terbiyesizsin! Git buradan!”

Gözler mi bahseder ruhtan, dudaklar mı? Gülümsemesini biliyor ama gözlerinde hiçbir içtenlik görünmüyor. Acaba hangisi aldatıcı? Kendimi korumam için bilmem gerek. Fakat düşünmeme gerek kalmadı, gözleri üstümde daha fazla durmadı. Elini kapımdan çekip bir adım geri çıktı. “İstersen anahtarı kapının altından atabilirim.”

“Seni… seni soytarı piç!” Kapıyı suratına doğru çarptım.

Anahtar kilit yuvasında dönerken acımasız kahkahalar duydum. Yumruklarımı sıkarak kendimi kapıya yasladım ve karanlık odada kız kardeşimin korkulu gözlerine baktım. Yola çıkarken kıtlık ve susuzluktan korkuyordum fakat yolculuk bana asıl kimden korkmam gerektiğini öğretmeye başlamıştı. Yalancı gözler ve alaycı dudakların sahibi olan soytarıdan.

 BÖLÜM SONU.