0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

30. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

"MÜZİKAL"

Ve işte bu gece, sevdiğim tüm şarkıları senin sesinden dinlemek istiyorum.

Ayın gelişi güneşten bellidir, benim ateşim senin elindendir. Tanrı'nın kızdığı ne varsa sendendir, senden gelen her şey başım üstündedir; ateş de, günah da. Sense... Haydutların yorduğu bu kalbimdesin. Karanlıkta yürüyemeyen bir kıza gözlerini kapattıran bir adamsın ve biliyorum ki karanlıkta karşıma çıkan her haydutla benim için dövüşürsün.

Kollarımın ne ara onun boynuna dolandığını hatırlamıyordum. Çünkü kendimi bu öpüşmeye kaptırmış, onun yaptıklarını yapmaya çalışıyordum. Hayatımda böylesine öpüleceğimi, bunun bu kadar uzun süreceğini düşünmemiştim. Artık tamamıyla nefessiz kaldığımı hissederek bu rüyadan uyanmaya çalıştım ve dudaklarımı çektim.

Fakat Hazer beni bırakmadı.

Ben ne kadar geriye gittiysem o da o kadar geldi. Son saniyelerimizin bilincinde olarak soluksuz bir hızda üstdudağımı öptü ve ardından öpücüğü yavaşlayarak bitme kıvamına geldi. Öpücüğü azar azar bitirdi ve dudaklarını yavaşça dudaklarımdan çekerek çeneme yasladığında gözlerimi nefes nefese açtım.

Gözlerimin gördüğü ilk şey parlak ay oldu ve bakışlarım yavaşça inerek anbean onu kadrajıma aldı. Yüzünden yağmur damlaları akıyordu, gözleri sonuna kadar açılmıştı, dudakları az önce paylaştığımız an yüzünden kızarık görünüyordu. Onun kadar şaşkın göründüğüme emindim. Gözlerinin beni düşmemem için tuttuğuna yemin edebilirdim. Parmaklarım ensesinde hafifçe kıpırdandı ve Hazer hayretle konuştu. "Bu neydi böyle…"

Tuttuğum tüm nefesleri dudaklarımdan serbest bıraktım ve her ne kadar paylaştığımız bu güzel şeyi olgunlukla karşılamam gerekse de çok utandığım için başımı önüme eğerek bir pervasızlıktan kaçındım. Hazer saçlarımı serbest bırakarak ellerini nazikçe çeneme kaydırdı. Paylaştığımız bu güzel ana karşı koymayarak elinin hareketine uydum ve başımı kaldırdığında tekrar onunla göz göze geldim. Alnını ıslak alnıma koyarak çenemi kışkırtıcı şekilde okşadı.

"Mila, Mila, Mila... Teşekkür ederim, teşekkür ederim! Söyle bana, hak ettiğin kadar nazik davrandım mı sana?"

Ensesindeki parmaklarımı ceketinin yakalarına indirerek, "Nezaketini aramadım," diye fısıldadım, bunu konuştuğumuza inanamayarak. "Rüyalarımdan bile daha güzeldi.”

Alnını alnıma sürterek gülümsedi. Evet, gülümsedi ve bunu ilk kez gizlemeden, kısa tutmadan, çekinmeden yaptı. Parmaklarımı çekinerek dudağının kenarındaki kıvrıma dokundurduğumda afalladı. Gülümsemesini okşayarak itirafta bulundum. "Bunu birkaç kez yapmayı istemiştim. Rahatsız etmiyorum değil mi Hazer?"

"Hayır," diye hızlıca cevap verdikten sonra bir eliyle ağırlaşan saçlarımı omuzlarımdan geriye atarak bana hiç görmediğim bir şefkatle yaklaştı. "Öyle incesin ki sana layık olmaya çalışıyorum. Tutamadım kendimi, çıldırıyorum senin için!"

"Hazer..."

"Utandırmak istemem ama seni öpmek çok güzeldi."

"Hazer," dedim bir kez daha.

"Mila?"

"İzin ver ben de söyleyeyim senin için çıl... çıldırdığımı..."

"Böyle şeyler söyleyeceksen ben hiç konuşmam, dinlerim seni."

Çok tatlıydı, tabii bunu söyleyemezdim ama düşünebilirdim. Hazer'in tatlı ve şirin olmaktan pek hoşlanacağını da zannetmiyordum. "Bana biraz zaman verebilir misin?" dedim heyecanlı heyecanlı. "Susabilir miyiz?"

"Şu rüyalarından bahsedebilirdin aslında..."

"Han..."

“Sustum.”

Dudaklarım hafifçe kıvrıldı ve gözlerim, her ne kadar utanç içinde olsam da tekrar onunkileri buldu. Yemin ederim gözlerinin daha önce hiç bu kadar parladığını görmemiştim. Beni bulutlara çıkardın ve orada da ellerimden tutuyorsun. Bana ince davrandığı için, "Teşekkür ederim," dedim ve bir anda başımı göğsüne yasladım.

Ellerini kollarımdan kaydırarak belime yerleştirdi ve beni eskisinden daha sıkı tuttu. Eskiden de belimden tutar, ellerini sırtıma koyardı ama çekingen davranır, mesafeyi aşmazdı. Şimdi farklıydı, bunu parmaklarının kıvrılışından, belimde daha fazla yere ulaşmasından bile anlıyordum. Bu öpücükten sonra artık bence biz... birlikteydik.

"Arabamıza gidelim mi?"

"Artık bir arabam da var öyle mi? Harika!"

Espri yapmış, yaşadığım utancı azaltmaya çalışmıştım ve neyse ki Hazer buna gülümsemişti. Başımı, kalp atışlarını duyabildiğim göğsünden kaldırdım ve ondan uzaklaştım. Hazer de aynı şekilde ellerini vücudumdan uzaklaştırarak benden ayrıldı ve genzini temizleyerek başını önüne eğdi. Ne yapacağımı bilemeyerek bakışlarımı lunaparkta gezdirirken Hazer'in parmağını serçeparmağımda hissettim.

"Tutsam mı artık elinden?"

"Olur.”

Zarifçe birleşen ellerimize bakarak onunla yürümeye başladım. Yağmur aynı süratle devam ediyordu ve ilk kez üşütmekten korkmuştum; yarın büyük bir gündü. Atlı karıncadan indik ve sessizce, kalp atışlarımızın eşliğinde lunaparkın çıkışına ilerledik.

Artık benim için çok önemli olan bu lunaparktan çıkmadan önce dönüp son kez atlı karıncaların olduğu yere baktım. Artık en sevdiğim yerdi. Tanrım, ne kadar kızarsın bilemiyorum ama zaten paylaştığımız o öpücük de başıma gelmiş en güzel şeylerden biriydi. Artık ne zaman mutsuz, kızgın hissetsem bu lunaparkta olmak isteyecektim.

Parmaklarımızı birbirine sürterek restoranın aksi yönüne yürüdük. Araba sokağın başındaydı, valeye vermemek için burada bıraktığını söylemişti. Buraya gelirken nasıl görmediğimi anlamamıştım. Arabaya yaklaştığımızda Hazer bir centilmenlik yaptı ve öncelikle benim kapımı açtı. "Buyur."

"Gracias.”

Koltuğa yerleştiğimde kapımı örttü ve geriye çekilip arabanın etrafından dolaştı. Bir an kaputun önünde durduğunu, başını gökyüzüne kaldırdığını ve gözlerini sımsıkı kapatarak gülümsediğini gördüm.

Kapısını açıp koltuğa yerleştiğinde ben hâlâ o gülümsemedeydim ve başımı önüme çevirerek heyecanlı şekilde yutkundum. Hazer freni çekerek ellerini direksiyona yasladı ve bir an sanki bir şey diyecekmiş gibi sessiz kaldı. Fakat bir şey demedi, sanırım hâlâ sessizliğe ihtiyacım olduğunu düşünüyordu. Arabayı çalıştırdı ve tekerleklerin dönmesiyle yavaşça sokaktan ayrıldık. Silecekler hararetle çalışıyor, yağmur bir baskın düzenler gibi süratle yağıyordu. Vücudum heyecanla titrerken elimi saçlarıma götürdüm ve uçlarından sular aktığını gördüm. Telaş içinde, hepsini sol omzuma toplarken, "Kâğıt havlu olacaktı," dedi Hazer boğuk, neredeyse çekingen bir sesle. "Faydası dokunur mu bilemem ama..."

"Arabanı kirletmeyeyim," dedim nazikçe. "Eve kadar bekleyebilirim."

"Üşürsün ama…"

"Ben... oldukça sıcağım."

Onu rahatsız etmemek, dikkatini dağıtmamak için konuşmadan, küçük bir gülümsemeyle önüme döndüm ve saçlarım sol tarafıma perde gibi inerken parmak uçlarımla dudaklarıma dokundum.

Yanağımı deri koltuğa yasladım ve uzanıp camın üzerindeki buharı sildim. Sessiz, sakin bir caddeden geçiyorduk. Uzun, yeşil yapraklı ağaçlar karanlığın içinde oldukça gizemli görünüyordu. Parmağımı uzattım ve cama beni utandıran ama aynı derecede mutlu eden şeyi yazdım:

Hazer, Mila'yı öptü.

Ve Mila artık karanlıkta yürüyebilir çünkü onun için canavarlarla dövüşecek birini tanıyor.

Öpüşmek mahrem bir şeydi, iki kişi arasında kalmalıydı ama ben bunu bağırarak söylemek istiyordum. Aynaya bakmadan da gözlerimin parladığına yemin edebilirdim, üstelik Hazer de benim kadar heyecanlı görünüyordu. Bu öpücük onun içinde öylesine bir öpücük değildi, bunu hal ve hareketlerinden anlıyordum. Araba kırmızı ışığa takıldığında bakışlarımı ön cama çevirdim ve bunun Hazer'in evine giderken karşılaştığımız ışık olduğunu anladım.

"Hazer," diyerek başımı ona doğru çevirdiğimde gözlerini bana çevirdi ve anında avuçlarıma ter bastı.  "Evime bırakman daha uygun olmaz mıydı?"

“Olmaz. Benimle kal.”

Kabullenerek önüme döndüm ve Hazer arabayı kullanmaya devam ederken kalbimi âdeta ellerimde tuttum. Gözlerimi yumdum ve tekrar açtığımda araba evin sokağına girdi, kaldırımın kenarında yavaşlayarak durdu.

Koltukta kıpırdandığımda Hazer genzini temizledi ve ardından kapıyı açıp dışarıya çıktı. Bu eve, onunla böyle bir samimiyet halinde gireceğimi hiç düşünmezdim. Hazer arabanın etrafını dolanarak yanıma kadar yürüdü ve eli nazikçe belime yerleşirken başı başıma doğru alçaldı.

"Sana evin yedek anahtarını vermeliyim bence, gelmek istediğinde kapıyı açıp girersin."

Bu... Bana bu kadar güveniyor muydu? Evini emanet edecek kadar? Üstelik bu aramızdaki ilişkiyi ilerleten bir adımdı.

"Ben de sana evimin yedek anahtarını vermek isterim."

Beraber bahçenin kapısından girdik. Hazer kapıyı kilitlerken ben de etrafıma bakındım ve Kerem'in bahçedeki çiçeklerle ilgilendiğini gördüm. Gereksiz yere telaşlandım, kızardım ve başımı önüme eğerken Kerem de bizi fark etti.

"Oo çifte kumrular..."

Bu ithamı karşısında biraz daha kızararak Hazer'e döndüğümde elini sırtıma koydu ve başımın üzerinden Kerem'e baktı.

"Kerem, n’aber la?"

"Aa, kızmadınız." Kerem'in sesi şaşırmış gibiydi. Bahçedeki adım seslerini duyuyordum. "Üstelik halimi hatırımı mı soruyorsunuz?"

"Evet, keyfim yerinde," derken beni kendine biraz daha çekti. "Hatta ben sana bir maaş ikramiye mi versem? Son zamanlarda çok çalışıp yoruldun. Evet ya, ben sana bu ay bir maaş ikramiye vereyim..."

"Çok garip şeyler oluyor." Kerem'in hayretle Hazer'e baktığını gördüm. Neredeyse gülecek oldum çünkü epey şaşırmış görünüyordu. "Şimdi maaş dokuz bin lira... Bir dokuz bin lira daha ne yapar ki? Heyecandan sayıları unuttum, bir saniye...”

Kerem yumruklarını havaya vurarak bağırdığında güldüm. Kerem'e değer veriyordum ve mutlu olmasını izlemek keyif vericiydi. Hazer sokak kapısını açtığında Kerem'e son kez baktım ve onun, “Leyla'ma güzel bir hediye almalıyım… Acaba yüzük mü alsam?” dediğini duyarken eve girdim.

Sokak kapısını arkamızdan örttük ve kapı ağzında karşılıklı bir şekilde durarak birbirimize baktık. Hazer benim aksime yüzümü uzun uzun izleme cesareti göstererek ensesini kaşırken bakışlarımı kaçırarak montumu çıkardım ve portmantonun içine astım. Hazer de benim gibi üzerindeki fazlalıkları çıkarıp askıya astı ve beraber, yan yana salona geçip bir süre etrafımıza baktık.

"Bunlar da koltuklarım işte," dedi Hazer eliyle koltuklarını göstererek.

Gülme Safir, gülüp onu utandırma. "Ya, öyle mi?"

"Ne diyorsun oğlum?" Kendini azarladığını görünce içimin şefkatle dolmasına engel olamadım. "Aç mısın? Dolapta yemeğim vardı, hemen ısıtayım..."

Onu durdurmak için çekingen şekilde uzanıp eline dokundum. "Aç değilim," dedim. Elim titriyordu. " Yanına gelmeden önce Gazel’leydim, bir şeyler atıştırmıştık."

Bakışları derinleşti. "Beni basmadan önce demek istedin galiba?"

Parmaklarımı hızla elinden çektim ve utandığımdan dolayı başımı önüme eğerek, "Ne kabasın…" diyerek onu azarladım. Ardından yanından ayrıldım ve kaçar gibi merdivenlerin yolunu tuttum.

Hazer peşime düştüğünde merdivenleri çıkarken gölgelerimizin duvarda birbirine yaslandığını gördüm. Koridoru dönüp misafir odasına ilerledim ve kapıyı açıp içeriye girerken vedalaşmak üzere ona döndüm.

Döner dönmez dudaklarıma bakmaya başladı.

Bunun verdiği heyecan ve telaş içinde, "Üstümü değiştireyim," dedim ve dönüp kapıdan geçtim. "Vedamın telaşı için kusura bakma, iyi geceler..."

Kapıyı kapatırken, "Üstünü değiştir, seni odada bekliyorum," dedi. Sesi nazik ama kendinden emindi. "Gelmezsen ben gelirim."

Ağzım açık kaldı ve Hazer arkasını dönüp odasına ilerlerken heybetli görünümüne baktım. İki elini ensesine koymuş, saçlarını ve ensesini sıvazlıyordu. Kapıyı, ufak bir aralık kalana dek örttüm ve Hazer kapıyı tamamen örttüğümü düşünmüş olmalıydı ki omzunun üzerinden dönüp baktı. Beni göremiyordu ama ben onu görebiliyordum. Sırıttığını gördüm ve ardından önüne dönerek havaya bir yumruk savurduğunda gülmemek için dilimi ısırdım.

Odasına girdi.

Kapıyı kapattım ve ışığı açarak dolaba ilerledim. Parmaklarım yine dudaklarıma yaslandı ve öpücüğü zihnimde canlandı. Bir elimle dolabın kapısını açtığımda torbadaki tüm kıyafetlerin dolaba asıldığını gördüm. Hazer yapmış olmalıydı, âdeta benim için kendi evinde bir giyinme dolabı hazırlamıştı.

Birbirinden farklı ve renklerdeki kıyafetlere bakarak saten gecelik takımıma uzandım. Aslında bir duş alsam iyi olurdu çünkü yarın müzikal günüydü ve temiz olmalıydım. Hazer'in henüz odadan çıkacağını düşünmediğim için geceliklerimi yanıma aldım ve odadan ayrıldım.

Misafir banyosuna geçtiğimde kıyafetlerimi çıkardım ve küvete yöneldim. Suyu açarak küvetin içine girdiğimde sabuna uzandım ve yarının nasıl olacağını hayal ettim. Güzel bir gün olacaktı, birinci olacaktım, herkes kalkıp beni alkışlayacaktı.

Tenimi, kızaracak kadar keseledim ve saçlarımı birkaç kez yıkadım. Suyun sesi duyuluyor olmalıydı. Hazer muhakkak anlamıştır banyoda olduğumu. Banyosunu izinsiz kullanmaktan mahcup oldum ve daha fazla oyalanmadan durulanıp çıktım.

Çamaşırlarım olmadığı için kurulandıktan sonra geceliklerimi giyindim ve saçlarımı da kurulayıp temiz fırçayla taradım. Kahverengi saçlarım genelde dalgalıdır ama daha yeni duştan çıktığım için düzdü. Omuzlarımı dikleştirdim ve koridora çıkarak çıplak ayaklarımla Hazer'in odasına koşturdum. Ayaklarım üşümüştü. Kapıya vurarak içeriye seslendim. "Hazer, müsait misin?”

Cevap gelmedi ki bu beklediğim bir şey değildi. Normalde derhal kapıyı açar, beni buyur ederdi. "Mi vida?"

Odama mı dönmeliydim? Üşüdüğümü hissettim ve çekinerek kapıyı açtım. Abajurun ışığını sanki benim için açmıştı. Bakışlarımı içeriye yönelttim ve onu tekli siyah koltuğunda, iki büklüm halde otururken buldum. Hatta... uyurken. Canım benim, uyuyakalmıştı. Kapıyı sessizce örttüm ve parmak uçlarımda yanına yürüdüm. Elinde telefon vardı, dayanamayıp uyuduğu çok belliydi. Üzerini değiştirmişti ama örtmemişti. Dizimin üzerine çöktüm ve çenemi onun dizine yaslayarak aşağıdan onu izledim. Başı önüne düşmüştü, burada rahatsız uyuması kalbimi kırıyordu.

"Seni beklettiğim için kusuruma bakma," dedim mahcubiyetle. "Yarın güzel görünmek istediğim için biraz hazırlık yapayım dedim."

Elini nazikçe kaldırarak dudaklarıma yaklaştırdım ve yumuşacık bir öpücük bıraktım. "Biliyorum Hazer, benden itinayla gizlediğin huyların var," diye fısıldadım. Elini yine nazikçe bıraktım. "Öfkelisin ama bunu göstermemeye çalışıyorsun, belki başkalarına gösteriyorsun ama merak etme, doğrusunu bildiğim şeyleri sana anlatacağım. Birini incitmemeyi öğretirim, biriyle kavga ettiğinde seni yatıştırırım çünkü bu geceden sonra birbirimize faydamız, mutluluğumuz dokunsun istiyorum. Ve bilmeni isterim ki gidebildiği yere kadar seninle kalırım. Tabii ben sonsuza kadar gitmesini isterim."

Yünlü battaniyeyi gördüm ve yatağın ucundan alarak kendisine yaklaştım. Battaniyeyi üzerine örterek başının arkasına bir yastık koydum ve rahata ermiş gibi bir şeyler mırıldandığında bakışlarımı dudaklarına indirdim. Verdiği hissi hâlâ hatırlayabiliyordum; hâlâ canlıydı.

Ona iyi geceler dileyerek arkamı döndüğümde yatağı benim için hazırladığını, açtığını görerek sevinç duydum. Kendisi o rahatsız yerde yatarken benim burada yatmam vicdanımı rahatsız ediyordu ama uyandırsam da beni yalnız bırakmayacağını hissediyordum. Yumuşak yatağa yerleştim ve yorganı omuzlarıma çekerek bakışlarımı ona diktim. Kirpikleri, burnu, kalp şeklindeki dudakları, pürüzsüz cildi... Hepsi çok güzeldi.  Gülümsedim ve gözlerim uyku rehavetiyle kapanana kadar onu izleyip öpücüğünün ne muhteşem olduğunu düşündüm.

Birtakım sesler duyuyordum ama yatak öyle yumuşaktı ki kalkmak istemiyordum. Hâlâ Hazer'in yatağında yatıyordum ve güneşin tenimde doğuşunu hissediyordum. Kollarımı yorganın altından çıkararak gerindim ve aynı esnada Hazer'in mırıldanmalarını duydum.

Oğlum Hazer, gerdek gecesinden de uyu istersen, gibi bir şeyler mırıldanıyordu.

Akabinde birkaç kısık sesli şeyin daha serzenişinde bulunduğunda çoktan uyandığını anlayarak gözlerimi açtım. Sol tarafıma doğru yatmıştım ve gözlerimi açtığımda gördüğüm ilk şey sırtı olmuştu. Ayakta, aynalı şifonyerin karşısındaydı ve bileğine bir saat takıyordu. Üzerinde bembeyaz, ütülü bir gömlekle koyu gri kumaş pantolonu vardı. Saçlarını taramıştı, tarak izlerini bile neredeyse görüyordum. Saate söylendi ve inleyerek başını kaldırdığında benimle göz göze geldi.

Nefesimi tutup onun tepki vermesini beklerken Hazer de bir an nefessiz kaldı ve ardından kollarını iki yanına indirerek aceleyle gömleğinin yakalarını düzeltti.

"Gü... günaydın."

"Buenos días.[1]" 

Pozisyonumun uygunsuzluğundan rahatsız olarak derhal doğruldum. Ayağa kalkarak ellerimle dağılmış saçlarımı taradım ve yatağı düzeltmeye çalıştım. Hazer'in hiç kıpırdamadan orada durduğunu görüyordum, muhtemelen o da ne tavır takınacağını şaşırmıştı. Hızla yorganı yatağa örttüm ve siyah saten örtüsünü yorganın üzerine çekerek yatağı düzelttim. Tamam, şimdi giyip üzerimi giyinmeliydim. Nefesimi bir daha tuttum ve titreyen bacaklarımla birkaç adım attığımda Hazer'in üzerime yürüdüğünü fark ettim. Bir an sonra yatağın önünde, odanın ortasında karşı karşıya geldik ve birbirimize baktık.

"Mila..." Parmakları dirseğime yerleşti ve onun çekmesine gerek kalmadan vücudum bir şekilde ona yaklaştı. Nazik bir gülümsemeyle ona bakmam Han'ı da rahatlattı. "Rahat uyudun mu güzelim?"

"Çok teşekkür ederim, elbette rahat uyudum. Ama sen... iki büklüm yatmışsın orada."

"Bir de uyuyakalmışım!" Ses tonundan kendine kızdığını anlayabiliyordum. "Ne büyük ahmaklık!"

"Hiç öyle olduğunu düşünmedim," diyerek kafamı iki yana salladım. "Yorgundun, beklettim seni."

Parmakları ritmik hareketlerle dirseğimde dolaştı. "Birkaç gecedir uyuyamadım da..."

Gözlerimi kaçırdım. "Ben de uyuyamadım."

"Vallahi ben senin yüzünden uyuyamadım!"

Mırıldandım. "Ben sensizlikten uyuyamadım."

"Yaa..."

Hazer başını biraz daha eğip alnını alnıma yasladı ve hiçbir şey demeden gözlerini kapattı. Öyle bir an oldu ki yemin ederim bir şey söylemesine gerek bile kalmamıştı. Benim de gözlerim huzurla kapandı ve ilerleyen saniyeler boyunca hiç kıpırdamadan kaldık.

Biraz sonra ayrıldığımızda Hazer son kez bakıp arkasını döndü ve tekrar şifonyerin oraya ilerleyip aynadan kendisine baktı. Saçlarını düzelterek ıslık çalmaya başladığında parmak uçlarımda arkasına ilerledim ve içimden geleni yaptım. Elimi uzattım ve itinayla düzelttiği saçlarını karıştırarak arkamı döndüğüm gibi kapıya koşmaya başladım. Hazer arkamdan hayretle konuştu. "Kur yaptın bana!"

Misafir odasına geçtiğimde kapıyı arkamdan kapattım. İçimden gelivermişti, onunla artık daha samimi olduğumuza inanarak böyle davranıyordum. Çok sevdiğim bir şarkıyı söyleyerek parmak uçlarımda dolaba yürüdüm ve o sırada duvardaki saate baktım. Öğlene geliyordu ve akşam müzikal vardı! Heyecanla dolabın kapaklarını açtım ve kıyafetlere baktım. Hardal sarısı renginde saten bir bluz görerek ona uzandım. Mütevazı bir göğüs dekoltesi vardı; kolları, bileklerinde büzüşmüştü. Göğüs dekoltesinin bittiği yerde yuvarlak, küçük düğmeler vardı ve beli tamamıyla saracağı çok belliydi. Onun altına giymek için beyaz bir pantolon aldım ve dün yıkayıp kuruması için banyoya bıraktığım çamaşırları almak için odadan ayrıldım.

Çamaşırlarımı alıp odaya döndüm ve giyindim. Bluz da pantolon da vücuduma tam oturmuştu, fiziğimden bu kadar haberdar olması düşündürücüydü. Dün yanımdaki kurdeleyi saçlarımın bir kısmına bağladım ve üzerimi düzeltip odadan ayrıldım.

Aynı şarkıyı mırıldanarak merdiveni indim ve son basamakta durarak etrafıma baktım. Hazer salonda değil, mutfaktaydı ve Fıstık’la konuşuyordu. Omuzlarımı dikleştirerek basamağı indim ve mutfak tezgâhına yaklaştım. Hazer arkası bana dönük oturuyor, Fıstık'a cevap veriyordu. Parmağını Fıstık'a sallayarak, "Bunlar aramızda kalsın," dediğini duydum. "Safir'in kulağına gitmesin, tüylerini yolarım."

Tek kaşımı kaldırarak Hazer'in arkasındaki yerimi aldım ve elimi masaya yaslayarak yandan ona baktım. Hazer irkildi ve dudakları öylece kaldı. Gülümsedim. "Benden mi bahsediyordunuz?"

Bakışlarını kaçırdı. "Yoo."

"Hımm," diyerek elimi masadan çektim ve doğrularak onun karşısındaki masaya ilerledim. "Tabii öyledir."

Karşısındaki sandalyeye oturdum ve Hazer rahatsızca kıpırdandığında çaktırmadan gülümsedim. Kimi zaman cesur, kimi zaman utangaç olmasını seviyordum. Bana benziyordu. Masadaki yiyeceklere uzandım ve tabağıma alırken, "Teşekkür ederim," dedim. "Ben de sana yardım etmek isterdim ama giyinmem biraz uzun sürdü."

“Sorun değil balerinim.”

Önümüze dönüp tabaklarımızdakileri yedik. Sağ olsun Hazer birçok çeşit şey koymuştu ve bugün dinç olmam gerektiği için bol yemeliydim. Hazer'in çayı bittiğinde jest olmasını istedim ve ondan önce davranıp demliğe uzandım, çayını tazeledim.

Biraz sonra o kendi odasına ben de banyoya geçtim ve daha önce kullandığım diş fırçasıyla ağzımı temizledim. Eve gitmeli, kıyafetimi almalıydım. Akşama daha saatler olmasına rağmen yerimde duramıyordum. Ağzımı kurulayıp banyodan çıktığımda Hazer de odasından çıktı ve koridorun iki ayrı ucunda durup birbirimize baktık.

Baştan aşağı beni süzdü.

Dizlerimi kırıp ona tatlı bir selam verdim ve merdivenlerden indim. Hazer bu gece müzikale gelecekti ama ondan öncesinde şirkete gitmesi gerekiyor muydu bilmiyordum. İndiğimde sokak kapısının açık olduğunu gördüm, Kerem kapının önünde bir kediyle konuşuyordu. Yanlarına gittim ve ben de eğilip kapının önündeki kediye uzandım. "Merhaba tatlım."

"Günaydın Safirciğim," diyerek beni temiz gülümsemesiyle selamladı Kerem. "Bu akşam için heyecanlı mısınız?"

"Çok," dedim içimden geldiği gibi. "Sen de orada olacaksın değil mi?"

"Evet." Kerem minnet dolu gözlerle bana baktı. "Hazer Bey benim için ayrı davetiye bile verdi! Çok sevindim, yani benim için davetiye olmasına."

Şefkatle ona baktım, aksini düşünmezdim ki. Hazer'in çalışanı olabilirdi ama Kerem benim arkadaşımdı.

"İstersen Leyla'yı da davet et, dün akşam arayıp davet edecektim aslında ama aklımdan çıkmış! Benim kabalığımı sen telafi eder misin?"

Kerem heyecanla yerinden doğruldu. "Ben onu davet etmiştim bile."

Gülümsedim ve Kerem arkasını dönüp ısıtmak için arabaya ilerlerken, "Kerem," diye seslendim ve o bana döndüğünde içimden geleni dudaklarımdan bıraktım. "Hazer’le aranızda iş hukuku olabilir ama biz arkadaşız, tamam mı?"

Yüzüme şaşkınlıkla baktıktan sonra kafasını salladı. "Sen... çok iyi bir arkadaşsın Safir."

Arkasını dönüp arabaya gittiğinde başımı önüme eğerek güzel kediye baktım. Bahçede birkaç kez daha görmüştüm, sanırım Kerem onu besliyordu. Hazer'in portmantodan kabanını aldığını görürken eğilip kediye bir öpücük verdim. "Senin bir adın var mı?"

Kedi ellerimin arasından kaçıp Kerem'in yanına gittiğinde ben de doğruldum. Hazer giyinmiş, beni bekliyordu. Saçlarım montumun içinde kaldığında onları çıkarmak istedim ama Hazer benden önce davranarak, "İzninle," dedi ve saçlarımı çıkararak montumun üzerine bıraktı.

Eğilip ayakkabılarımı aldım. "Hazer, bu kurdelemi yeni aldım, beğendin mi?"

"Evet, çok şirin."

Gülümsedim ve ayakkabılarımı giyip doğrulduktan sonra dışarıya çıktım. Hazer evin kapısını kilitledi ve arkamdan geldi. Benim için kapıyı açtı ve az sonra kendi de koltuğa yerleşti. Kerem, biz arabaya bindikten hemen sonra arabayı çalıştırdı ve kısa sürede caddeden ayrıldı.

"Sen şirkete mi geçeceksin?" diye sordum dışarıdaki havayı izlerken.

"Hayır, müzikalin yapılacağı yere geçip hazırlıklara bakacağım," dedi Hazer. Hemen yanımda oturuyor, bakışlarıyla beni gözetliyordu. "Seni eve mi bırakayım?"

"Hazırlanmam lazım."

Hemen yanımdan fısıldadı. "Çok heyecanlı mısın?"

"Çok." Bir anda ona döndüm ve heyecan içinde eline uzandım. Hazer daha ne olup bittiğini anlayamadan elini bluzumun üzerinden kalbime bastırdım. Birkaç parmağı bluzumun dekoltesinden çıplak tenime değdiğinde Hazer şaşkınca kalbime baktı. "Kalp ritmimden ne kadar heyecanlı olduğumu anlayabilirsin belki!"

Hazer'in dudakları aralandı ve bunu bir yutkunuş takip etti. Onun da kalbinin hızlandığına yemin edebilirdim. "Anladım," dedi Hazer, elini kalbime daha sıkıca bastırırken. Gözlerini yavaşça kapattı ve eli bir süre orada kaldı. "Bunu daha sık yapabilir miyiz? Kalp ritmini bu kadar yakından hissetmek... çok heyecan verici."

Elimi elinin üzerinden yavaşça çektim. "Por supuesto.[2]" [HT1] [ET2] 

Elini yavaşça vücudumdan kaydırarak benden uzaklaştırdı. Elinin içi göğsümden aşağıya, karnıma sürtünerek geçmiş ve en sonunda teması kesmişti. Başımı cama çevirdim ve çılgınca atan kalbimi sakinleştirmeye çalıştım.

Yolun devamında sessiz kaldık ve ben bir şarkı mırıldanırken Hazer gözlerini kapatıp beni dinledi.

Evin olduğu sokağa girdiğimizde araba durdu. Bahçemde bir çiçek vardı, yeni ayın gelmesiyle birkaç çiçek açmıştı. Vedalaşmak üzere Hazer'e döndüğümde zaman kadar hızlı bir duygu içime oturdu. Ayrılacak olmamızın buruk hissiyle uzanıp yanağına dokundum. "Akşam görüşürüz mi vida."

Yanağını avcuma yaslayarak gözlerini yüzümün aşağısına indirdiğinde nefesim keskin şekilde boşaldı. Dudaklarıma bakıyordu. "Söylemeyecek misin?" diye fısıldadı, bakışlarını ağzımdan ayırmadan. "Sana verdiğim söz yüzünden bakamıyorum."

Telaşa kapılsam da bu bakışlarını sakin karşılamaya çalışarak yanağını yumuşak şekilde okşadım. "Dudaklarıma bakma."

Kesilen nefesiyle gözlerini kapattı ve aniden elimi ısıracakmış gibi ağzını kocaman açtığında kıkırdayıp arabanın kapısını açtım. Hazer'in yakalamak için harekette bulunduğunu gördüm ama yetişemedi. Kapıyı arkamdan örterek parmak uçlarımda, dans eder gibi eve koştum ve kapımı açmadan önce dönüp ona el salladım.

İçeriye girdiğimde evin sessizliği beni karşıladı. Sevinç dolu bir şarkı söyleyerek koridoru yürüdüm ve salona girdiğimde Gazel'in dalgın dalgın elinde tuttuğu bir elbiseye baktığını gördüm. Geldiğimi fark etmemişti.

"Gazel?"

Yaklaşıp kolundan tutmama rağmen beni farkında olmadığında ve sesimi duymadığında nasıl davranmam gerektiğini bilemeyerek onu sarstım. "Gazel!"

Aniden sıçradı ve elbise avuçlarından düştüğünde harelerini kocaman açıp beni görmenin şaşkınlığını yaşadı. Durup etrafına baktı ve ardından elini kalbine bastırarak, "Gelmişsin," dedi beceriksiz bir gülümsemeyle. "Dalmışım! Na... Nasılsın?"

"Geldim," dedim buz kesen yüzüne bakarak. "Çok şükür iyiyim de... Sen iyi değilsin sanki."

"Dalmışım sadece," diyerek eğildi ve elbiseyi yerden aldı. Kırmızı, şık bir elbiseydi. "Sen ben bırak da neler karıştırdığını söyle istersen!"

Dün gece ona bir kısa mesaj çekmiştim ama Hazer’le aramızda geçenleri anlatmamıştım. Gazel doğrulup elbiseyi üzerine tutarken montumu çıkarıp kenara bıraktım ve gri koltuğumuza oturarak bacaklarımı yukarıya çıkardım. Çiçeklerim pencerenin önünde güneşleniyordu. "Çiçekleri suladın mı?"

"Biraz önce hem de," dedi Gazel ve ardından hemen yanıma oturarak dikkatle bana baktı. "Bırak beni oyalamayı da neler olduğunu anlat!"

Ellerimi ovalayarak dün geceyi düşündüm. "Gazel, Hazer’le yaşadığımız şeyler çok özel, ne kadarını anlatabilirim bilmiyorum!"

"Safir, ben aranızdaki yakınlıktan mutlu olduğum için soruyorum sana bunları," dedi ve gergince ovuşturduğum ellerimi tuttu. "Senin bir erkekle mutlu olmanı izlemek benim için çok çok önemli, hem de artık her şeyi bilirken... Erkeklerin hepsinden kaçtın, arkana bile bakmadan. Ama Hazer'e koşuyorsun ve bunu gördükçe bir ilişkiniz olma..."

"Öpüştük."

Bu tek kelime havada asılı kaldı ve itirafımla yanaklarım kıpkırmızı oldu. Bunu ilk kez sesli söylemek dilimde tatlı bir sancının dolaşmasına sebep oldu. Gazel'in dudaklarından bir bağırış koptu. Elbette buna hazırlıklı olduğum için şaşırmadım ve tüm sorgularından kaçmak için koltuktan fırladım. Gazel arkamdan bağırsa da aldırmadan içerideki odaya kaçıp kapıyı arkamdan kapattım.

"İnanamıyorum! Önümüzdeki yüz yıl boyunca bu kelimeyi duyacağımı sanmıyordum!"

İçeri girememesi için kapıyı kilitledim ve odada ilerleyerek geçen gün eskiciden aldığım dolaba baktım. İyice temizlemiş, kıyafetlerim yerleştirilmişti. Dolabı açarken Gazel kapının önünden konuşmaya devam etti. "İlk öpücüğündü, bari nasıl hissettirdiğini söyle."

Dolabın içinden çamaşır çıkarırken duraksadım ve o öpücüğü dudaklarımda hissettim. "Gazel, onu alıp kendime saklamak istedim. Bu duyguyu... hayatının kalanında sadece benimle paylaşmasını istedim."

Gazel hiçbir karşılık vermedi ama beni anladığına emindim. Çamaşırlarımı değiştirmeliydim ama gösteri kıyafetimi orada giyecektim. İç çamaşırlar... Onları vücudumdan hiç çıkarmazdım, yıllardır kendimi çıplak gördüğüm bile olmamıştı. Çünkü gerçek anlamda yaralarımı görmek, onlarla yüzleşmek beni o güne götürüyordu. O... her şeyin farkına varıp kendimi temizlemek için çabaladığım keder dolu güne...

 

YILLAR ÖNCE.

Mila on üç yaşındayken.

Yüreğini artık hiçbir kuvvet bir arada tutamazdı. Parçalarının her birinin ruhunu ve kalbini en derinden acıttığını hissediyordu. Tanrı'nın ona verdiği bu aklı doğru şekilde kullanmayı öğrendiği o günden beri kabul edilemez duran her gerçeği bir bir kabul etmişti ve Mila artık, başına gelen her şeyi anlıyordu.

Tacize uğramıştı.

Yıllarca.

Midesine baskı yapan duyguyu hissetti ve öğürerek iki büklüm oldu. Başı dönüyor, ayaklarının üzerinde durmakta zorlanıyordu. Artık her şeyin farkındaydı ama bununla nasıl yaşayacağını bilmiyordu. O adam... Bir amcası, abisi, kurtarıcısı olarak gördüğü adam onu kandırmış, bununla yetinmeyip bir de taciz etmişti! Mila son yıllarda bir şeylerin yolunda gitmediğini, Bekçi Hüseyin'in iyi niyetli olmadığını farkına varmıştı ama tüm bunların taciz olduğunu yeni kavramıştı.

Kendinden, büyüyen bedeninden, etrafından, yetimhaneden, her şeyden nefret ediyordu. Oysa nefret kadar kötü bir duyguyu besleyeceğini hiç düşünmezdi. Bekçi Hüseyin geçen yıl bu yetimhaneden ayrılmıştı ama Safir o gittiğinden beri kendisine yaptıklarını unutamamıştı. Artık onu görmeyecekti ama bu neyi telafi ederdi ki?

Yetimhanenin banyo kabininde, küçük alanda, sıcak suyun altındaydı. Kendini yıkamak, onun ellerinin verdiği histen kurtulmak, temizlenmek istiyordu. Uzun, dalgalı saçları ağırlaşmıştı ama kendi yaşamı o kadar ağırdı ki saçlarınınki neredeyse hissedilmiyordu. Zayıf omuzları hıçkırıklarıyla sarsılırken babasının ne kadar kahrolacağını düşündü. Ölmekten bile pişman olmuştur! Annesini düşündü, yaşadıklarının ne kadar umurunda olacağını... Yılda birkaç kez gelip onu görürdü. Annesine yaşadıklarını anlatırsa kendisini belki buradan alırdı.

Ama... annesi sırtına yük almak istemezdi.

Mila ise onun için ağır bir yüktü.

Boğuluyormuş gibi sertçe nefeslendi ve kendini o kadar kirli hissetti ki saatlerce yıkanmak istedi. Ellerini vücuduna götürdü ve onun dokunduğunu hatırladığı her yerini sertçe keseledi. Onun yüzünden erkeklerle arkadaş bile olamıyordu; son yıllarda erkeklerden hep ürküyor, bir başka erkek de hemen onu öpecekmiş gibi hissettiğinden tetikte bekliyordu. Zaten bu yüzden onlarla oturamıyor, öğretmen bir erkeği yanına oturttuğunda kendisine dokunacağını düşünüp ağlıyordu.

Travma yaşıyordu.

Kendini keseledi ama sanki üzerindeki kiri çıkaramıyor, temizlenemiyordu. Daha sert olmalıydı, bu yüzden her yerini âdeta kızarttı. Belki de suyun sıcaklığını artırmalıydı, sonuçta kir sıcak suda çıkardı. Uzanıp suyu ısıttı, ısıttı ve ısınan suyun tenine ilk nüfus edişiyle nefesi acıyla ciğerinden çekildi. İlk an hissettiği acıyı inkâr edemezdi, su sanki kaynamıştı ama Mila temizlenmeyi o kadar istiyordu ki.

Sıcak su göğüslerinin arasından aktı ve karnından akıp kasıklarını yakarak geçti. Fayansa yasladığı elleri yumruk halini aldı ve çektiği iki türlü acı onu anbean bitirmeye başladı. Göğüslerindeki, kasıklarındaki, omuzlarındaki yanmayı hissetti ve kese yumruk halindeki elinden kayıp gittiğinde Mila'nın dudaklarından bir inilti kaçtı. Bu kaynar su bedenini temizlemiş miydi bilmiyordu ama sadece kendi vücudunun değil, onun da yanmasını istiyordu. Buhardan etrafını göremez oldu ve son bir güçle uzanıp suyu kapattıktan sonra sırtını fayansta kaydırıp yere oturdu.

Çektiği acı onu tahammülsüz birine çevirmişti ve hiç hissetmediği kabalıkta duygular hissediyordu. Kollarını kendine sardı ve göğüslerindeki, kasıklarındaki yanma hissiyle gözlerini yumdu. Söyleyemediği, anlatamadığı her şey için gözyaşı döküyordu ve kalbinde bir yığın cam kırığıyla yaşamaya alışması gerektiğini biliyordu. O andan itibaren sesi soluğu çıkmadı ve gözyaşları usul usul akarken dudaklarının arasından şunlar döküldü:

"Yıkanıyorum yıkanıyorum ama temizlenemiyorum..."

Hatırlamak bana bir kez daha acı verdi ve kalbim bir anda yüz yıl yaşlandı.

Düşüncelerimden kopmak zaman aldı ve kendime geldiğimde kirpiklerimin ıslanmış olduğunu fark ettim. Tanrım, bize acı veren hatıraları mutluluk verenlerden daha çok hatırlamamızın bir sebebi olmalı. Kirpiklerimi temizleyerek doğruldum ve parmağımı uzatıp bluzumun yakasını çekiştirdim. Göğsüm çıplak kaldığında o gün oluşan yanıklara, yaralara baktım ve hâlâ belirgin olduklarını gördüm. Göğüslerim ve bacaklarımın arası vücudumun en hassas yeri olduğu için daha çok yanmıştı, üstelik oraya hiç merhem sürmemiş, kendi halinde iyileşmeye bırakmıştım. Omuzlarıma, karnıma, bacaklarıma merhem sürdüğüm için izler neredeyse hiç kalmamıştı ama göğüslerimin etrafında ve bacaklarımın arasındaki yaralar duruyordu.

Göğsümü örttüm ve üzerimi çıkarıp daha temiz olan çamaşırlarımı giydikten sonra çıkardığım kıyafetlerimi giydim. Pek makyaj malzemem yoktu ama Gazel bana yardımcı olurdu. Çıkardığım çamaşırları götürüp banyodaki torbaya koydum, kirlilerimiz burada birikiyordu. Ellerimi yıkayarak çıktım ve salona döndüğümde Gazel bana baktı. "Gel, gel utanma."

Koltuğa yöneliyordum ki kapı zilinin çaldığını duydum. Gazel’le göz göze geldiğimizde ikimiz de aynı şeyi düşündük. Galip. Arkamı dönüp kapıya yürürken Gazel de hemen arkamdan doğruldu. Bluzumun yakasını düzelttim ve uzanıp kapıyı açtığımda yabancı bir yüz gördüm.

Kargocu, elinde bir demet çiçekle bana bakıyordu.

"Safir Hanım?"

Afalladım. "Buyurun?"

"Bu çiçekler size." Bir demet çiçeği kucağıma yığdı ve ardından geldiği kadar ani şekilde arkasını dönüp hayatımda bir saniye daha kalmadan çekip gitti. Şaşkınca arkasından baktım ve sonra aynı bakışları kucağımdaki çiçeklere diktim. Birbirinden farklı çiçeklerdi, rengârenklerdi. Oldukça özenli hazırlanmış bir demetti ama kim bana çiçek gönderirdi ki?

Sokak kapısını kapattım ve koridoru yürürken çiçeklere nazik davranarak içerisinde bir not aradım. Beyaz bir zarf gözüme çarptı. Aldım ve içerisine baktım.

Güzeller güzeli Safirciğim, senin kadar güzel olan bu çiçeklerimi kabul et ve sizi barıştırmak için söylediğim yalanlar için Bahar Teyze’ni affet. Dualarım ve iyi dileklerim seninle, akşam görüşürüz.

El yazısıyla yazdığı bu notu tam üç kez okudum ve sonunda gülerek salona girdim. Ev adresimi Hazer'den almış olmalıydı ve bu yaptığı çok tatlıydı. Dün çevirdiği oyun için kendisine biraz küs kalmayı düşünmüştüm ama Bahar Teyze bana o kadar iyi davranıyordu ki buna imkân kalmıyordu.

"Çiçekler Hazer'den mi?"

"Hayır, Bahar Teyze'den."

Gri koltuğa yerleştim ve çiçekleri kaldırıp kokladım. "O kim?"

"Hazer'in annesi."

"Ciddi misin?" Gazel apaçık bir hayretle suratımı izledi. "Hazer'in annesi sana çiçek mi göndermiş? Safir, bu efsane iyi bir şey! Hazer için doğru kişi olduğunu düşünüyor demek ki!"

Elimdeki çiçek buketini kenara bırakarak Gazel'e döndüm. "Saçımı ve makyajımı yapmama yardım eder misin?"

"Elbette, hepsini hazırladım bile!"

O içeri koşup bir çanta makyaj malzemesiyle geri geldiğinde ben de Bahar Teyze’ye teşekkürlerimi ilettiğim bir mesaj yazmıştım. Gazel gelip arkama oturdu ve ben camdan dışarıyı izlerken saçlarımı acıtmadan taramaya başladı. Saçlarım epey dalgalıydı ve her zaman açık bıraksam da bugün balerin topuzu yapacaktım. Gazel saçlarımı tepemde sımsıkı bağlayarak saçlarımı doladı ve şık bir topuz yaparak inci görünümlü tokayla topuzu tutturdu. Sımsıkı, şık bir topuz olmuştu.

Saçlarım bittiğinde geçen gün ucuz bir dükkândan aldığımız aynayı getirip elime tutuşturdu. Ben aynadan kendimi izlerken o makyaj malzemelerini çıkardı ve yüzümü nemlendirip ardından tenime kapatıcı sürdü. Ondan görsel bir makyaj yapmasını istemiştim ve yapacağından yana şüphem yoktu.

Aşağı yukarı yarım saat sonra makyajımı bitirdiğinde aynadaki görüntüme hayranlık ve şaşkınlıkla baktım. Değişik, biraz abartılı ama güzel görünüyordum. Gazel gözlerime dumanlı bir makyaj yapmış, göz kalemi çekmiş, maskara sürmüştü ve gözlerimin rengi ön plana çıkmıştı. Elmacıkkemiğinin üzerine bir çiçek çizmiş, her yaprağını farklı renkte boyamıştı, çok çok güzel duruyordu. Yüzüme her ne sıktıysa oldukça aydınlık, parlak görünüyordu. Dudaklarıma dudak renginde bir ruj ve en sonunda tırnaklarıma parlatıcı sürmüştü. Gerçekten parlıyordum.

"Gazel, ellerine sağlık."

Aynayı elimden bırakarak sevinç dolu gözlerle ona baktığımda, "Ben de bu pek lüzumlu olmayan işlere yarıyorum işte," dedi ve omuzlarını silkerek ilgiyle beni süzdü. "Çok güzel oldun."

"Resmen yüzüme resim çizmişsin, ne demek lüzumsuz? Kendine bir daha haksızlık edersen sana çok kızarım Gazel."

Yanağına bir öpücük kondurdum, kendini işe yaramaz biri olarak görmesine yüreğim dayanmazdı. Başını salladı ve kendi saçını makyajını yapmak üzere koltuğa oturdu. Telefonumdan saate baktım, sadece birkaç saat kalmıştı ve dakikalar aktıkça kalp atışlarım hızlanıyordu.

Saçlarını benim gibi topladı ve tabii ki benimkinden daha mütevazı bir makyaj yaptı. Üzerine, eve girdiğimde elinde tuttuğu elbiseyi geçirmişti ve bu elbise de normal şartlarda giydiği elbiselerden daha ölçülüydü. Kırmızı, dizlerinin altına dek uzanan düz bir elbiseydi ve kolları yarım kol şeklindeydi. Elbisesinin eteğini düzelttim.

"Çok güzel oldun."

"Sade, mütevazı görünüyorum değil mi?"

"Evet," dedim bu sorusuna biraz şaşırarak. "Göz kamaştıran bir güzelliğin oldu."

Tamamen hazır olduğumuzda kıyafetlerimi yanıma aldım ve kabanlarımızı giyinip evden çıktık. Gösteri merkezine gitmeden önce kiliseye gitmek istediğim için yürüyerek yerini bildiğim o kiliseye gittik. Annemle bir kız çocuğunun geçirmesi gereken vakitten çok az daha vakit geçirmiştim ve annem tüm bu vakitler içinde dua etmek istediğimde kiliseye girmem gerektiğini söylemişti. Hatta beni tam dört kere kiliseye götürmüş, yanımda ellerini açıp ağlayarak dualar etmişti. Annemi tam olarak o kilisede gerçekten görmüştüm. Ağlarken, iyi olmak için yalvarırken, gerçek gözyaşlarını akıtıp tüm duygularını şeffaflıkla ortaya koyarken... Ahlaksız biriydi ama tuhaf bir inancı vardı.

Annemle bu sırada otururduk, o başına siyah bir örtü örterek ağlar ve Tanrı'ya sitem ederdi. Ben de hemen yanında oturur, etrafta Tanrı'yı arardım çünkü Tanrı'nın görülebilir olduğunu sanıyordum. Fakat görünemiyor, hissediliyormuşŞimdi burada otururken sanki annem de yanımda oturuyor, ağlayarak başına gelenler için üzülüyordu.

Duamızı ettik ve kiliseden ayrıldık. Gazel bir taksiye binmemizi istedi ama bunun için yeterli paramız yoktu, bu yüzden metroya bindik. Bu sırada Gazel bana internet üzerinde bulduğu bir işten bahsetti. Çevirmenlik işiymiş, Gazel yabancı dilim sayesinde bunu yapabileceğimi söylemişti ve açıkçası ben de mutlu olmuştum. Kendisi de bir serada iş ilanı bulduğundan bahsetti, yakın zamanda gidip konuşacaktı.

Metrodan indiğimizde havanın karardığını gördüm ve yolun ortasında durup heyecan içinde caddeye baktım. Performans sanatları merkeziydi ve içerisinin gösterişli olacağını tahmin ediyordum. Sokağa park edilmiş şık arabaları, davetlilerin o arabalardan dışarıya çıkıp kol kola gösteri merkezine ilerlemelerini izledim.

"Öncesinde Hazer’le görüşecek misin?"

"Umarım.”

Hazer'in ismini duymak bacaklarımı tekrar çalıştırdı ve caddenin sonuna ilerleyip merdivenleri çıkarken ikimiz de davetiyelerimizi çıkardık. Gazel'e yedek bir davetiye daha vermiştim ve aslında benim davetiyem dansçı olduğumu gösteren bir karttı. Sıraya girdik ve üşüyerek montuma sarılırken ayağımın altındaki kırmızı halıya baktım. Kırmızı halılarda yürüyeceğimi hiç düşünmemiştim.

Davetiyelerimizi gösterip döner kapıdan geçtiğimizde beni kocaman, görkemli bir alan karşıladı. Başımı döndüren bir kalabalık etrafımda oradan oraya koşuşturuyordu. Herkes ve her şey çok pahalı görünüyordu. Bir opera müziği çalıyor, insanlar ilerideki salona yürüyordu.

"Safir, donup kaldın."

Başımı çevirip gülümseyen Gazel'e baktım. "Çok kalabalık!"

"Bu güzel bir şey," dedi Gazel, telaşımı görmüş gibi. "Daha fazla insan seni izleyip harika bir balerin olduğunu görecek."

Bu beni rahatlatmalıydı ama rahatlatmadı. Önüme döndüm ve benim gibi dans edecek balerinlerin aileleriyle konuştuğunu gördüm. Balerin topuzlarından onları tanıyabiliyordum. Aileleri yanlarındaydı, ellerinden tutuyorlardı. Dönüp her iki tarafıma da baktım, ne annem vardı ne de babam.

"Safirciğim!"

Çok yakınımdan tatlı bir ses duydum ve Gazel’le aynı anda başımızı arkamıza çevirdik. Bahar Teyze, yanında Mustafa Kemal’le yanıma yürüyordu. Üzerinde siyah, kolları transparan olan, boyu dizlerinin altına kadar uzanan asil bir elbise vardı ve saçlarını maşalamış, omuzlarına bırakmıştı. Mustafa Kemal'se bir smokin giymişti ve o şirin papyonuyla aşırı tatlı görünüyordu.

Yanıma geldiğinde beklemediğim şekilde uzanıp beni kollarının arasına çekti. "Bu ne güzellik kız? Ay kem gözlerden uzak dur ha..."

"Siz çok daha güzel görünüyorsunuz," diyerek içtenlikle konuştum ve sonra Gazel'e döndüm. "Dostum, Gazel."

Bahar Teyze, Gazel'i baştan aşağıya süzerken, "Arkadaşın da senin kadar güzelmiş," dedi ve onlar tanışırken ben de eğilip Mustafa’yla yüz yüze geldim. Annesinin arkasına saklanmıştı ve ürkek gözlerle etrafına bakıyordu. Onun kalabalıktan korkmasını o kadar iyi anlıyordum ki... Uzanıp tombul elinden tuttum. "Merhaba aşkım."

Gözleri bana döndü ve birkaç saniye boyunca yüzümü izledikten sonra utanmış şekilde gülümseyerek elimi sıktı. Mustafa'yı görünce Leo'nun da burada olup beni izlediğini düşündüm ama bunu düşünmek için çok geç kalmıştım. Ben bu eksiklik hissiyle boğuşurken, "Çok güzel olmuşsun," dedi Mustafa ve çekingen şekilde bana yaklaşıp yanağıma bir öpücük kondurdu. "Leo da burada mı? Onu özledim."

Tanrı aşkına, bunu nasıl düşünmemiştim? Kendimi bunun için affetmeyecektim! Leo da bu özel günümde yanımda olmalıydı ama ben son günlerde yaşadığım şeyler yüzünden bu detayı unutmuştum. Mustafa üzüldüğümü görmüş olmalıydı ki yanağıma bir öpücük daha kondurdu. "Üzülme aşkım. Abime söylerim, o Leo'yu getirir."

Bebeğim benim, çok masumdu. Uzanıp ben de onu öptüm ve sonrasında hazırlanmam gerektiğini hatırlayarak doğruldum. Bahar Teyze’yi ve Gazel'i yanlarında Mustafa’yla izleyici salonuna uğurlayarak perde arkasına ilerledim.

Hazırlanacağım yeri ararken tatlı bir kadınla karşılaştım. Şirket asistanlarından biri olduğunu ve bana yardımcı olacağını söyledi. Bu şirket işi olduğu için oldukça normal karşıladım ve o telefon açıp içeriyle görüşürken elimdeki torbayla onun peşine düştüm. Fakat öncesinde görmem gereken birisi, gitmem gereken bir yer vardı. Telefonumu çıkardım ve önümdeki hanımefendinin ardından bir koridora girdiğimizde saçımı düzelterek başımı kaldırdım.

Onu gördüm.

Koridorun diğer ucunda, kırmızı halının üzerindeydi ve yan şekilde duruyor, gri smokini içinde dikkat dağıtıyordu. Bu sabah giydiği kıyafet değildi; bunu nasıl yaptığını bilmiyordum ama çok daha şık duruyordu. Saçlarını özenle taramıştı, bir eli cebindeydi ve tepeden tırnağa sanat gibi duruyordu. Onu görünce elim kalbimi buldu, bu yüzden karşısında duran Muazzezle konuştuğunu geç fark ettim. Evet, Muazzez simsiyah, tek parça elbisesiyle Hazer'in karşısındaydı ve sanırım bir sorun vardı. Çünkü ağlıyordu.

Sessizce birkaç daha adım attım ve önümdeki asistanı takip ederken Muazzez'in, "İyiyim," diyerek gözyaşlarını kuruladığını gördüm. Başında elbisesiyle aynı renkte şalı vardı ve gerçekten güzel görünüyordu. Aralarında mesafe vardı. Hazer, Muazzez için kaygılanmış görünüyordu ve tabii ki bunu anlayışla karşılıyordum. "Lütfen içeri dön, birazdan gelirim."

"Olur mu öyle şey?" Hazer ceketinin cebindeki mendili çıkardı ve Muazzez'e uzattı. "Gözyaşlarını sil de beraber dönelim. Üstelik ne olduğunu hâlâ söylemedin. Neden geçmiş bir köşede ağlıyorsun ki?"

Muazzez mendili almadığında Hazer bir süre daha mendili havada tuttu ve sonrasında mendilini cebine sokarak bakışlarını kaçırdı, sanırım utanmıştı. Muazzez omuzlarını dikleştirdi ve başını kaldırıp koyu renk gözleriyle Hazer'e baktı. "Neden ağladığımı duymak istemezsin Hazer."

Bu cevap Hazer'i olduğu gibi beni de hazırlıksız yakaladı ve vücudum buz kesti. Hazer hiçbir şeye anlam veremiyormuş gibi yüzünü buruşturarak, "Ne demek istiyorsun?" diye sordu.

Muazzez bakışlarını çevirdi ve tesadüf eseri beni gördüğünde donup kaldı. Güzel, makyajlı gözleriyle bu şekilde karşılaşmak ikimizi de ürpertti ve aramızda, bizden başka kimsenin anlayamayacağı bir bakışma yaşandı. Bana mutluluk veren duygular ona acıdan başka şey vermiyordu. Hazer de bakışlarını bu tarafa çevirdi ve benimle karşılaştığında yüzündeki anlamsızlık çözüldü. Sanki beni görünce her şey onun için anlam buluyordu.

"Hay aksi, seni kapıda bekliyordum aslında. Ufak bir işim çıktığı için içeri girmiştim..." Hazer her şeyden habersizce yakınıp yanıma ilerlemeye başladığında kendime geldim ve asistanın çoktan gözden kaybolduğunu fark ettim. Burada durup onları izlerken onu kaybetmiştim. Muazzez’le göz göze gelmediğim gibi Hazer'den de bakışlarımı çekerek, "İzninle," dedim ve hızla sol taraftaki koridora girip arkama bakmadan ilerledim.

"Mila?"

Hazer arkamdan sadece bunu söyleyebilmişti. Koridorun sonuna ilerleyip sağ tarafa döndüğümde doğru yere geldiğimi anladım. Bana yardımcı olan kadın ileride durmuş etrafına bakınıyor, muhtemelen beni arıyordu. Mahcubiyetle yanına ilerlediğimde beni kaybetmiş olmaktan yakındı ve ardından kapıyı benim için açarak içeri buyur etti.

Büyük bir salondu ve içerisi tamamen curcunaydı. Kalabalık ve yaklaşan dakikalar beni o kadar heyecanlandırmıştı ki Hazer'i orada bıraktığım için duyduğum üzüntüyü bile yaşamadan kendimi bu akışa bırakmıştım. Asistan, son çıkacağım balerin olduğumu, o vakte kadar hazırlanmamı, ara ara yanıma geleceğini söyleyerek kapıdan çıkmıştı.

Titreyen bacaklarımla ilerledim ve torbayı sıkıca tutarak karmaşayı izledim. Benimle sekiz kişi vardı ve hepsi aşağı yukarı benim yaşlarımdaydı. Koşuşturuyor, giyiniyor, birbirleriyle tanışıyorlardı. Hepsi benim kadar heyecanlıydı; gülüşüyor, şakalaşıyor, koreografideki bazı hareketleri son kez tekrarlıyorlardı. Hepsi ışıl ışıl, çok güzel görünüyordu. Başım dönüyor, midem daha fazla bulanıyordu. Nasıl sakin kalacaktım? Nasıl yürüyecektim?

"Merhaba, sen de geldiğine göre tamamız." Yanımdan geçen bir kız aniden durarak bana gülümsedi ve parmağıyla omzumun üzerinden arkamı gösterdi. "Şurası senin dolabın."

"Te... Teşekkür ederim."

Kız zarif gülümsemesiyle yanımdan geçti ve aynanın önündeki koltuğa oturarak aynadan kendini süzdü. İyiliğe rastlayınca mutlu oluyordum, bu yüzden biraz rahatlayarak arkamı döndüm ve kapaklı dolaplara ilerledim. Her dolapta kime ait olduğu yazıyordu. İsmimi buldum ve dolabı, üzerindeki anahtarla açtığımda beni hiç beklemediğim bir şey karşıladı.

Bir balerin kıyafetinin etekleri yüzüme döküldü.

Şaşkınca geriledim ve gözlerimi büyüterek askısındaki beyaz renkli kıyafete baktım. Bir şey düşünmeme gerek yoktu, ne olduğu çok açıktı. Bembeyaz, üzerinde işlemeleri olan, kolları ve eteği kabarık bir balerin kıyafetiydi. Oldukça şık ve zarifti. Parmaklarım elbisenin eteklerini yüzümden çekerken dişlerimi gösterecek kadar gülümsedim ve uzanıp dolabın içindeki notu aldım. Güzel el yazısı Hazer'e aitti.

Balerinime.

Tek kelimelik bir nottu ve uzun hikâyelerin hissettirebileceği her şeyi hissettirmişti. Notu kaldırdım ve dudaklarıma götürüp bir öpücük bıraktım. Rujumun lekesi kâğıtta iz bıraktı ve ellerim bir kez daha askıdaki kıyafeti kavradı. 

Torbayı dolabın içine koyarak kıyafeti indirdim ve gördüğüm kabine ilerledim. Sanırım boştu, kızlar burada da giyiniyordu. İçeri girdim ve üzerimdeki kıyafetleri çıkarıp bu güzeller güzeli kıyafeti giyindim. Bu kıyafetlerin kumaşı ince olduğu için hassas davranıyordum.

Kıyafeti, saçımı ve makyajımı bozmadan giydim ve kıyafetlerimi de alarak dışarı çıktım. Kıyafetleri dolaba bıraktım ve torbadan pointlerimi alarak makyaj masasının önündeki koltuklara ilerledim. Geçip koltuğun birine oturduktan sonra pointlerimi giydim ve bağlarını güzelce bağlayarak aynadan kendime baktım.

Çok güzel görüyordum ve ilk kez bir balerin kadar şıktım.

Gözlerim doldu ve kendimi uzun uzun izledim. Gerçekten parlıyordum ve yıllarca azmedip, çabalayıp şimdi burada olmak beni mutlu ediyordu. Çok hayal etmiştim, hayallerim olmasa o dipsiz karanlıkta kaybolurdum ama ben o karanlıkta pes etmeden dolaşıp ışığın yerini aramıştım.

Ellerimi çenemin altında birleştirdim ve baktığımda kızların hepsinin hazırlandığını gördüm. Baştan aşağı hazırlardı ve yan yana dizilmiş, isimlerinin seslenmelerini bekliyorlardı. Hepimiz hazırdık, rakiptik ve açıkçası herkes birbirinden ışıltılı, birbirinden güzel görünüyordu.

Ayağa kalktım ve sıranın sonuna yürüyerek ellerimi mideme bastırdım. Aynı anda kapı açıldı ve içeri kırklı yaşlarında, şık bir elbisesi bulunan bir kadın girdi. Kulaklarım uğuldadığı için bir şeyleri duyamıyordum ama sahneyi açan kadının sesi buraya kadar geliyordu. Kapıyı açan hanımefendi hepimizi baştan aşağı süzdü ve hazır olduğumuzu görerek ilk sıradaki kıza döndü. "Ecrin'di değil mi? Son on saniye."

Ecrin gözlerini kapatarak kapıdan dışarı bir adım attı. "Hazırım."

Hanımefendi, adının Ecrin olduğunu öğrendiğim kızı yanında alıp götürdü ve kapı bir daha kapandı. Sırtımı arkamdaki duvara yasladım ve kızlar kendi aralarında konuşurken sadece dua ettim. Buradan bir hayal kırıklığıyla ayrılmak istemiyordum çünkü benim daha fazla canım kalmamıştı.

Birinci kız gidip geldikten sonra ikinci kız, sonrasında üç, dört, beş derken zaman su gibi akıp gitti ve son iki kız kaldık. Ara ara alkışları, anonsları duyuyordum. Midem her geçen dakika daha çok bulanmış, ellerime ters basmıştı. Bale veya dans en sevdiğim şeydi, bu kadar stres olmamalıydım. Bu düşünceler içinde boğulurken son kalan balerin de gösterisi için dışarı çıktı ve kapı üzerime kapandı.

Yalnız kalmıştım.

"Ah, sakin ol, üstesinden geleceksin!"

Kendimi azarladım ve odanın içinde dört dönerek son kez kendime, görünümüme baktım. Tamam, hâlâ çok güzel ve parlak görünüyordum. Aynadaki aksime gülümsedim ve derin nefesler alarak kapıya döndüm. Ellerimi kalbimin üzerinde birleştirirken gözlerimi kapatıyordum ki kadın tekrar göründü. “Sıra senin,” dedi.

Şimdi o perdenin arkasındayım ve önüne geçtiğimde hayatımın en büyük şovunu yapmak zorundaydım. Kendimden emin adımlarla ilerleyerek sağ tarafa döndüm ve uzun koridoru geçip kırmızı perdeyi kenara çekerek salona adım attım. Seyirciyle aramdaki kırmızı perde az sonra açılacaktı. Kendimi ortaladım ve vücudumu rahat bırakarak çenemi dikleştirdim.

Tanıdık müziğin sesi salonda yavaşça yayıldı ve aynı esnada kırmızı perdeler iki tarafa doğru kayarak açıldı. Evet, sıra bendeydi. Gözlerimi açtım ve müziğin girişini beklerken gözlerimi ileriye diktim. Nasıl oldu ya da bu neyle açıklanırdı bilmiyordum ama gözlerimle ilk Hazer’i bulduğuma yemin edebilirdim. İlk sıradaydı ve bu açıdan tam karşımdaydı. Nefesini tutmuş, hayranlıkla bana bakıyordu.

Gözlerim yanında oturan kişiye kaydığında ufak çaplı bir şok yaşadım. Leo, bir smokin takımı giymiş, Hazer'in yanında oturuyordu ve mutlulukla bana bakıyordu.

Mustafa Kemal'se Hazer'in diğer yanındaydı.

Leo'yu getirmiş olduğunu kavradığımda bocalamamak için bacağıma çimdik attım ve kafamın dağılmaması için bakışlarımı önüme çektim. Aynı sırada müziğin o yeri de girdi ve başım aynı ritimle sol omzuma doğru yattı. Mağdur görünmem gereken bir müzik olduğu için oldukça kederli bir yüz ifadesine bürünerek sol elimi yavaşça yukarıya kaydırdım.

Bakışlarım da dansımla uyumlu olmalıydı. Bacağımı ileriye açarken bakışlarım bir kez daha kalabalığa döndü ve herkesin ilgiyle beni izlediğini gördüm. Gazel, Behram ve Muazzez yan yana oturuyordu. Bahar Teyze’yse biraz daha arkadaydı, yanında Hazer'in babası oturuyordu. Babasının suratında yine o soğuk ciddiyet vardı. Bacağımı tamamen açtım ve vücudumu bacağımla indirerek yere alçaldım. Bu sırada Meliha Hanım'ı heyecanla beni izlerken görmüştüm. Kerem, Hazer'in arkasındaki sırada Leyla’yla oturuyordu.

Parla.

Kalçam yere yavaşça yerleşti ve sırtım öne kıvrıldığında ellerimle ayaklarımı kavrayarak tamamen yere yattım. Koreografiyi biliyordum, müziğin ritmine ayak uyduruyordum ama bazı hareketleri koreografide olduğundan daha değişik yaparak bir risk almak istiyordum. Bunun çok büyük bir risk olduğunu biliyordum ama herkesin yaptığından daha şık bir şeye ihtiyacım vardı. Muhtemelen Meliha Hanım'ın yüreği ağzına gelecekti, bana fırça atacaktı ama risk almalıydım.

Yerde döndüm ve müziğin ritmiyle karnımı sahnenin zeminine yaslayarak ellerimi açtım ve bacaklarımı arkada, yavaşça kaldırarak ayaklarımı başımın üzerine yerleştirdim. Başım arkaya yattığı için terli, çıplak boynum daha fazla açıldı ve yere basan ellerim titredi. Bu koreografide olmayan, bütün vücudu sıkan ve zor bir hareketti ama işte yapmıştım! Vücudum yanmaya başladı ve jürilerin kendi aralarında fısıldaştığını duyarken heyecanlı bakışlarım ona döndü. Hazer kravatını gevşetiyordu.

Alkış seslerini duyduğumda doğru bir şey yaptığımı fark ettim ve gözlerimi tekrar önüme çevirerek vücudumu gevşettim. Risk almıştım ve değmişti. Yerde kıvrılarak doğruldum ve tekrar ayağa kalkarak parmak uçlarımda yükseldikten sonra koreografide kalan hareketleri yaptım.

Bana ayrılan sürede o koreografiyi tamamladım ve bir kuğu gibi ışıkların altında, müziğe uygun bir kederle dans ederken insanların bana nasıl ilgiyle baktığını gördüm. Terledim, ısındım, beni izleyen yüzlere baktım, beğenilerini gördüm, vücudumu esnekçe hareket ettirdim. Müziğin son ritimleriyle yavaşlayarak eğildim ve reveransımı yaparak dansımı bitirdim.

Ve sonra beni alkışladılar, ıslık çaldılar, kimisi yerinden bile kalktı, kimisi video çekmeye devam etti.

Perdeler kapandı.

Perdeler kapandığı an dizlerimin üzerinde yere yıkıldım.

Yapmıştım, dansımı hata yapmadan bitirmiştim ve şimdi tıpkı hayallerimdeki gibi beni alkışlıyorlardı. Mutluluk gözyaşları kirpiklerimden ayrıldı, makyajlı yüzüm boyunca aktı ve parmaklarım önümdeki perdeye uzandı. İki perdenin arasından mutlulukla oraya, doğrudan Hazer'e baktım. Yemin ederim verdiği sözü tutuyor, kocaman salonda, yüzlerce kişinin arasında beni en çok o alkışlıyordu.

Gözyaşlarımı silerek doğruldum ve mutluluğuma hayret ederek yan taraftaki merdivenleri indim. Hâlâ alkışlıyorlardı ve ben sahneye çıkıp bir daha dans etmemek için direniyordum. Merdivenleri inerek perdenin arkasından çıkarken insanların bakışlarını üzerimde hissettim ama ben bakışlarımı ön sıradaki yakışıklılara diktim. Leo ve Mustafa'ya birer öpücük göndererek bakışlarımı Hazer'e çevirdiğimde onu dudaklarıma bakarken buldum ve uygunsuz hareket yapmamak için bakışlarımı çektim. Derhal sahnenin etrafında dolanıp alkışlar arasında gözden kayboldum ve diğer balerin arkadaşlarımın yanına, koridora çıktım.

Heyecanla sırtımı koridorun duvarına yasladım ve sabırsızca sonuçların açıklanmasını bekleyen kızlara baktım. Yerinde duramıyorlardı; kimisi dua ederken kimisi de benim gibi sessizce bekliyordu. Kulaklarım çınlıyor, sırtımdan aşağıya ter taneleri akıyor, dizlerim fena halde titriyordu. Hazer’den hayatımın öpücüğünü alırken de böyle titremişti dizlerim. Duvara yaslanıp mutluluk gözyaşları dökmeye devam ettim ve dakikalar sonra salonda yankı yapan sesleri duydum.

"Evet hanımlar ve beyler, jüri üyelerimiz birinciliğin kime ait olduğu konusunda hemfikir olduklarına karar verdiler." Mutlu kadın sesi salonda yankılandı ve akabinde sessizlik etrafı tamamen kapladı. Başımı çevirip koridorun sonuna baktım ve gözlerimi kapattım. İşte o an gelmişti. Ya güneş kadar parlak olacaktım ya da karanlıkta ümitsiz bir âşık gibi kaybolup gidecektim. Tanrım, ellerimi gecelerce bunun için açtım, n'olur! Nefesimi tuttum ve uğuldayan kulaklarımla o sesi dinledim. "Sevgili konuklarımız, değerli jüri üyelerimiz bu gece sizlere, dans etmenin her şeyden önce bir cesaret örneği olduğunu ve risk almanın da cesaretin bir parçası olduğunu söylememi istediler. Ve buna dayanarak kazanan ismin de büyük risk alarak bu gece en büyük alkışı toplayan balerinimiz olduğuna karar verdiler. Sevgili Safir Mila, yeniden büyük alkışlarla seni sahneye davet ediyoruz!"

Burada hayal kırıklığının sesini duydum, içeridense alkışların sesini. İnanamadım, aptal aptal etrafıma baktım, hayretle kendimi gösterdim, deli gibi soluklandım ve sonra beni davet eden sese yürümeye başladım. İşte başarmıştım, birinci olmuştum!

Sahnenin merdivenlerini ikinci kez tırmanırken bir hanımefendi şık elbisesi içinde gelip elimden tuttu ve beni sahnenin ortasına çekti. Bana bir şey dediler ama sanki bir bomba patlamış da kulaklarımı sağır etmişti, hiçbir şey duyamıyordum. Elime bir buket çiçek tutuşturdular, sevdiğim tüm insanlar ayağa kalkıp beni alkışladı. Gazel ağlıyordu; Behram ve Muazzez ilgiyle bana bakıyordu; Bahar Teyze bana öpücükler atıyordu ve Leo ile Mustafa yerlerinde zıplıyordu.

"Ve bu gece zaferinde bu güzel balerinimizle eşlik eden Dalgakıran Şirketler Grubu yöneticisi Hazer Bey'i de sahneye davet etmek isterim."

Gözlerim mutlulukla onu buldu ve Hazer üzerindeki takımın yakasını düzelterek sahne merdivenlerini çıktı. Gri smokini içinde kusursuz, yürek hoplatacak kadar cömert görünüyordu. Alev alev bakışlarını benden çekmeden kendisine plaket uzatan hanımefendiye teşekkür etti ve tebrikleri alarak yanıma kadar yürüdü. Elimdeki çiçek buketini göğsüme bastırırken Hazer Han soluğu yanımda aldı ve yüzlerce insanın bakışı altında uzanıp plaketi elime bırakırken nefes kesici şekilde parmaklarımı okşadı. Dudakları yalnızca benim görebileceğim şekilde kıpırdandı. Koridorun sonundaki oda.

Gözlerimi açıp kapattım ve Hazer mesajını aldığımı anladığında ellerimi elinden çekip sahneye döndü. Teşekkürlerini iletip gururlu şekilde, vakur adımlarla yerines geçtiğinde arkasından baktım ve önüme dönerken ayakta dikilen Nazım'ı gördüm. Sert bir surat, kilitli çene, kızgın bakışlar... Ah tabii! Bugün kendi şirketi de yarışmıştı ama kaybetmişti!

"Ablacığım!" Leo'nun yerinden kalktığını, bana doğru koştuğunu gördüğümde sahnede eğildim ve onu kollarımın arasına aldım. Smokini içinde çok güzel ve sevimli görünüyordu. Yüzüme öpücükler kondururken Mustafa'nın da yerinden kalkıp merdivenleri koştuğunu gördüm. "Hazer abim beni buraya getirdiği için o kadar mutlu oldum ki!"

"İyi ki geldin Leo, seni gördüğüme ben de mutlu oldum."

Mustafa da gelip bana sarıldığında salondakilerin ayaklandığını gördüm ve Leo ile Mustafa'yı öperek kalktım. Telaşla, mutluluk ve heyecanla eğilip reveransımı yaptıktan sonra arkamı dönüp sahneyi terk ettim.

Hazer beni bekliyordu.

Koridora çıktım ve kızları görünce hayal kırıklıkları için üzüntü duydum. Kimisi ağlıyor, birkaçı imrenerek elimdeki buket ve plakete bakıyordu. Onlara teşekkür ettim ve koridoru yürüyerek koridorun ucundaki ayrıma baktım. Sol taraftaki koridorda hazırlandığımız oda vardı ama Hazer orada değil, sağ taraftaki koridorda bulunan odadaydı.

Issız koridoru telaşlı halde, soluk soluğa yürüdükten sonra kapının önünde durdum ve ben daha vurmadan kapı sessizce aralandı. İçerinin karanlığını gördüm ama buna rağmen titreyerek eşikten geçtim. Kapı aynı sessizlikle kapandı ve hemen ardından iki sıcak kol belimin iki yanından beni tutarak kendine çekti. Sırtım sertçe onun göğsüne yerleşti ve elimdekiler düştüğünde Hazer'in kolu beni karnımdan kendine bastırdı.

"Ne yaptın sen?" dedi inler gibi. Soluk soluğa kalmıştı. Çenesi sol omzuma yerleşti ve bu yakınlık tüm hücrelerimi alarma geçirmiş olmasına rağmen kalbimi mutlulukla doldurdu. "Aklımı aldın! Düşünemez, hareket edemez oldum! Başımı döndürdün, çok güzel dans ettin Mila.”

"Hazer..."

"Mila, Mila, Mila..."

Ayın güneşe çarpışı o kadar ani olmuştu ki güneş ışığını dünyaya verememişti sanki. Karşı karşıya geldiğimizde bu sefer elleri yolunu bulup dirseklerime yerleşti ve benim de titreyen, ateş gibi ellerim göğsüne yaslandı.

"Bugün risk alabildim çünkü sana olan hislerim ve beni öpüşün bana ilham verdi. Teşekkür ederim bakışına, öpüşüne..." Elimi dirseğimdeki eline götürdüm ve okşadım. "Beni alkışlayan ellerine."

Elini açtığımda avcundaki kâğıt parçalarını gördüm ve Hazer'in gülümsediğini görürken, "O ne?" diye sordum nazikçe. Hazer kafasını iki yana sallayarak sessizliğini koruduğunda parmak uçlarımla elindeki kâğıtları aldım ve içlerinde neler olduğunu görebilmek için açıp havaya kaldırdım. Hazer Han, yanağını yanağıma yasladı ve bu temas ikimizin de soluğunu keserken gözlerim kâğıtta yazanları okudu.

Hazer ve benim için kesilmiş İspanya biletleriydi. İspanya... Annemin ülkesi, hep gidip görmek istediğim yerler, dünyayı gezmek... Yaşlar gözlerime dolarken sevinçle bedenimi Hazer'e yasladım ve inanamayarak kafamı iki yana salladım.

 Belki birinin hayali de senin hayallerini gerçekleştirmek olur, demişti ve olmuştu. Onun hayali, benim hayallerimi gerçekleştirmekti. 

Elim Hazer'in ensesine dolandı ve parmaklarım saçlarının arasına girerken, "Güneşin başka ülkeleri de ziyaret etmesi gerekir," diyerek esprili şekilde fısıldadı. Dokunuşum altında sesli soluklar alarak vücutlarımızı tamamen birbirine yasladı. "Değil mi mi amor."

BÖLÜM SONU.