0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

31. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

"BİR ŞEHİR BİN GÜLÜŞ"

O çok sevdiğim sevinç dolu şarkıyı mırıldanıyor, son kez valizimi kontrol ediyordum. Hazer’le bugün İspanya'ya uçacaktık ve muhtemelen birazdan gelip beni alacaktı. Dün sahafa gitmiş, üç günlük izin istemiştim ve patronum bunun mümkün olmadığını söylediğinde Gazel benim yerine çalışmayı teklif ederek patronumu ikna etmişti. Sahaftan ayrıldıktan sonraysa mezarlığa, babamın yanına gitmiştik. Babama uzun uzun olup bitenleri anlatmış, ona kazandığımdan bahsetmiştim. Benimle gurur duyduğunu biliyordum ve bununla mutlu oluyordum. Üstelik babama Hazer'den de bahsetmiştim. Mezarlıktan ayrıldıktan sonraysa yolumuzun üzerindeki bir mağazadan valiz ve İspanya'da giyebilmek için güzel kıyafetler almıştım. İlk kez para kaygım olmamıştı çünkü yarışmayı kazanmak bana maddi gelir de sağlamıştı. Yarışmanın üzerinden geçen ikinci gündü ve dün Hazer'in mesajda söylediğine göre pasaportumla ilgili tüm şeyleri son bir ayda halletmişti.

Valizime baktım ve her şeyin tamam olduğundan emin olup fermuarını çektim. Gazel yanıma oturmuş, beni izleyip gülümsüyordu. Onu yalnız bırakacağım için huzursuzdum, hatta bu konuda bir şeyler yapabilir miyiz diye Hazer'e soracaktım ama Hazer ve Gazel arasındaki o soğukluk yüzünden soramamıştım. Başımı kaldırdım ve Gazel'e gülümsediğimde, "Şu mini elbiseyi koydun değil mi?" diye sordu parlak bir gülümsemeyle. "Oraya kadar gidiyorsunuz, muhakkak bir akşam yemeğine çıkarsınız. En azından kalacağınız otelde yersiniz, o elbise bunun için ideal."

"Si, yanıma aldım."

"Acaba aynı odada mı kalacaksınız?"

Hayır, öyle olacak değildi ama kocaman bir otelde, yalnız başıma bir odada kalma fikri de ürkütücüydü açıkçası. Omuzlarımı silktiğimde Gazel ellerini ovuşturarak bir şeyler düşündüğünü gösteren yüz ifadesine büründü.

"Sahafta çok yorulmazsın," dedim, duvara yerleştirdiğimiz küçük aynanın karşısına geçerken. "Sana biraz para bırakayım, nakit param vardı."

"Gerek yok canımın köşesi, para sana lazım olur, yabancı ülkeye gidiyorsun."

Doğru, para bana lazım olacaktı ama Gazel henüz iş bulamadığı için elbet ona para bırakacaktım. Aynanın karşısında saçlarımı düzelttim ve kurdelemi daha sıkı bağladım. Bugün beyaz kurdelemi takmış, uçakta rahat edebilmek için siyah bir pantolonla saten gömlek giymiş, Hazer'in benden ilham alarak yaptırdığı balerin kolyesini takmıştım. Uzanıp koltuğun üzerindeki kırmızı ruju alırken Gazel'in bana kıs kıs güldüğünü duyarak kızardım.

"Ruju verip sürmeni söylediğimde, ‘Yok canım, ne gereği var,’ demiştin! Şimdi kendin sürüyorsun."

Bu gerçeği dillendirmesi karşısında utançla gülümsedim ve ne yapayım dercesine omzumu silktim. Hoş bir kırmızıydı ve taşırmadan sürebilmiştim. Ruju çaktırmadan koltuktaki çantamın içine atarken Gazel heyecanla konuştu. "Hazer için aldığın doğum günü hediyesini de valize koydun mu?"

"Koymaz olur muyum? ilk onu koydum, Hazer önce gelir..."

İki gün sonra Hazer'in doğum günüydü ve bunu bana dün Behram söylemişti. Bana, Hayırlı günler, diye bir mesaj atmış ve aynı mesajda, Perşembe günü Hazer'in doğum günü, biliyor musun? demişti. O an şaşırıp kalmış ama Behram'a çok minnettar hissederek teşekkür etmiştim. Hazer doğum günü olduğunu hayatta söylemezdi ve ben muhtemelen bunu bilmez, o güzel günü geçerdim. Fakat Behram sayesinde öğrenmiş, hediyemi almıştım.

Gazel kıkırdadığında kızarık yanağımı okşadım ve aynı esnada araba kornası duydum. Aynanın önünden çekildim ve pencereye koşup tülü kenara çektiğimde Hazer'in siyah arabasını gördüm. Bahçe kapımın tam önündeydi ve kapısını açıp arabadan indiğini görebiliyordum. Parmaklarımı kaldırıp ona el salladığımda dudaklarını ısırarak ellerini arabanın üzerinde birleştirdi. Ardından bana göz kırptı.

Dudaklarımı kıpırdattım: Hemen geliyorum.

Gözleri dudaklarımda oyalandı ve ne dediğimi anlamış olmalıydı ki başını salladı. Tülü çekip arkamı dönmem gerekiyordu ama o müzikalden sonra onu ilk kez görüyordum ve yüzünü uzun uzun izlemek istiyordum. Sakal tıraşı olmamıştı ve üzerinde deri ceketi, boynunda atkısı vardı. Yutkundum ve Hazer içeriye giremediğimi fark etmiş gibi ensesini kaşıyarak güldüğünde kendime gelerek tülü çektim.

"Geldi mi seninki?"

"Si si!"

Kapının yanına ilerledim ve valizimi peşimde sürüklerken Gazel de bana yardımcı oldu. Kimliğim Hazer'deydi ve pasaport işlemlerinden dolayı kimliğimi çaldığı için o gece benden özür dilemişti. Peluş montumu üzerime geçirerek saçlarımı düzelttikten sonra uzanıp Gazel’e sımsıkı sarıldım.

"Kendine çok dikkat et Gazel. Kapıyı kilitlemeden de uyuma! Aklım hep sende, dün kontör yükledim seni sık sık arayabilmek için!"

"Ne diye bu kadar endişe ediyorsun, sakin ol." Kucaklaşmamız bittiğinde uzaklaştı ve gerçekten mutluymuş gibi gülümsedi. "Senin adına çoook mutluyum, birkaç günlük yalnızlıktan hiçbir şey olmaz."

Birbirimizden ayrıldığımızda kalbimden onun için sayısız iyi şey geçirerek kapıyı açtım ve kışın serin havası yüzüme çarparken valizimi çıkarmaya çalıştım. Fakat Hazer'in bahçe kapısından girdiğini gördüğümde neredeyse valizimi düşürecek oldum. Yanıma ilerledi ve eğilip valizimi tutarken parmaklarını parmaklarıma temas ettirdi.

"Merhaba şampiyon."

"Hola, mi vida." 

"Mi vida mı?" Gazel bir ıslık çaldı. "Demek birbirinize haya..."

Dirseğimi karnına geçirerek uyarı dolu bakışlar attığımda sustu ve gözlerini kaçırdı. Hazer valizimi tutarak doğruldu ve şüpheci gözlerle bizi süzdükten sonra valizimi tarttı.

"Ben gelmeseydim bunu tek mi taşıyacaktın? Allah Allah… Yani ben kız arkadaşıma da yardım etmeyeceksem ne işe yarıyorum?"

Söylene söylene arkasını döndüğünde parmaklarım ağrıyı savuşturmak için karnıma ilerledi. Kız arkadaşım demişti, ağzından kaçırmış olmalıydı ama herhangi bir kız arkadaştan değil, gerçek bir kız arkadaştan bahsetmişti değil mi? Kalbim...

"Kız arkadaşım mı? İlişkiye isim de koymuşuz…”

Ona bir kez daha sarılırken elimdeki parayı hırkasının cebine koydum. Sarılmamızın duygu yoğunluğu sırasında bunu fark etmemesini umarak ondan ayrıldığımda, "Seni seviyorum," dedim.

Gülümsedi ve dudakları bana bir cevap vermek için aralanırken arkamızda bir başka araba kornası duyarak irkildik. Başlarımızı çevirip sokağa baktığımızda bunun Behram'ın arabası olduğunu gördüm, kapılar açıldı ve Behram’la Muazzez dışarı çıktı. Hazer valizimi bagaja koyup doğrulduktan sonra Behram'ın yanına ilerledi ve onlar el sıkışırken Muazzez gülümsedi.

"Behram'ın burada ne işi var?"

Gazel'in heyecanlı sesini duyup bilmiyorum dercesine omuzlarımı silktiğimde ayakkabılarımızı giyip onlara ilerledik. Ben çantamı omzuma asarken Gazel bir adım kadar gerimde durdu ve Behram başını bizden tarafa çevirdi.

"Hayırlı sabahlar."

"Sana da." Gazel yumuşak bir şekilde ona karşılık verdiğinde Behram gözlerini kaçırarak onun selamını aldı ve ardından rahatsız biçimde kıpırdandı.

"Çok davetsiz geldim, kusura bakmayın."

"Ne kusuru?" dedim nazikçe. "Dünkü kıyağından sonra yaptığın hiçbir şeyi kusur olarak düşünemem."

Hazer elini belime yerleştirdi. "Kıyak derken?"

Behram’la gülüştüğümüzde Hazer homurdandı ve o esnada Muazzez'in bakışlarını kaçıracak yer aradığını görerek yakınlığımızı onun yanında sürdürmenin lüzumsuz olduğunu düşündüm. Behram genzini temizledi ve Gazel'e kısa bir an baktı.

"Safir yurtdışına çıktığı için ben... Yani biz, evde yalnız kalmana gerek yok diye düşündük. Ben lojmanda kalıyorum, istersen Muazzez ve annemle evde kalabilirsin. Ya da Muazzez seninle burada kalabilir. İtiraz etme, o gün neler olduğunu hepimiz gördük. İyi değilsin.”

Gazel ne derdi bilmiyorum ama ben bu fikre bayılmıştım. Zaten ben de onu yalnız bırakmaktan yana huzursuzdum ve Muazzez’le kalmasını tercih ederdim. Behram onu düşündüğü için duygulanan Gazel bana kararsızca baktığında Muazzez onun kararsızlığını görüp elinden tuttu.

"Böyle sakin göründüğüme bakma, çok eğlenceliyimdir. Benimleyken sıkılmazsın, üstelik sana kimsenin bilmediği sırlarımı da anlatırım."

“Peki madem.”

Ben Gazel'e el sallayıp arka koltuğa yerleşirken Hazer de Behram’la el sıkışıp Muazzez’le vedalaştı. Muazzez'in Behram'ın omzu altına girerek bakışlarını yerde dolaştırdığını görürken, "Kederimden ne yapacağımı bilmiyorum," dediğini duydum Kerem'in. Şoför koltuğunda oturuyor, omzunun üzerinden bana bakıyordu. "Hazer Bey öyle mutlu ki hiçbir şekilde onun sinirini bozamıyorum! Ne desem gülümsüyor, ıslık çalıyor… Ben bunlara alışkın değilim Safir Hanım! Hazer Bey'e ne yapıyorsanız vazgeçin, çok kötü durumdayım..."

Abartılı üzüntüsüne kıkırdadım. "Çok mu mutlu? Ben olmayınca nasıl davranıyor?"

"Tavana, duvara falan bakıp sırıtıyor. Yeşil zeytin almayı unutmuşum, sabah kahvaltıda baktı bulamayınca beni azarlayacak sandım ama, Olur öyle şeyler Keremciğim, dedi. İnanılır gibi değil!"

Bir daha kıkırdadım ve koltuğuma yaslanıp araba kapısını açan Hazer'e baktım. Hazer koltuğa yerleşip kapıyı kapattığında Kerem ilgisini bizden çekti. Hazer bana döndüğünde ben de kendisine döndüm ve amber renkli gözlerine misafir oldum. Bir elimi tutup dizinin üzerine yerleştirerek eliyle üzerini kapladı. Parmaklarım kot pantolonunun üzerinden dizini yavaşça okşarken Hazer de parmaklarını parmaklarıma sürterek uzun uzun bana baktı.

Araba sokaktan ayrıldığında Gazel, Muazzez ve Behram'ın hâlâ konuştuğunu görmüştüm. Hazer elimin üstünü okşadığında nefesim kesildi ve avcum karnıma yaslandı. Sakin ol Mila. Ama çok güzel Mila. 

"Dün görüşemedik, neler yaptın?" diye sordu, kulağıma fısıldayarak. "Behram’la mı görüştün sen?"

"Sahafa gidip patronumla konuştum," dedim yumuşak bir sesle. "Sonra alışverişe çıkıp kendime bir şeyler aldım." Sana da aldım. Hediyem aklıma geldiğinde gülümsedim. "Behram’la bir konu hakkında mesajlaştık."

Han başparmağımdan işaretparmağıma geçerek orayı okşarken, "Anlaşabilmenize sevindim," dedi. "Ama en iyi biz anlaşıyoruz değil mi? Ben en çok seninle anlaşıyorum, sen de en çok benimle anlaş tamam mı?"

Masumiyetin bir erkekte mevcut olduğunu bilmezdim. Masumiyetin bir erkek ruhuna girebileceğini de düşünmezdim. Erkeklerin, meleklerin canını bile acıtan haydutlar olduğunu düşünürdüm ama bazı istinaslar varmış ve bu istisnalardan birinin adı da Hazer'miş. Ona, kemikli parmaklarını sıkarak cevap verdiğimde Hazer diğer elini attı ve onun için açık bıraktığım saçlarıma dokundu.

Yolun devamında hiç konuşmadık ve kısa bir süre sonra havaalanının girişindeydik. Burası, Hazer'i uğurladığım havaalanıydı ve şimdi buradan beraber gidecektik. Araba müsait bir yerde durduğunda Hazer ellerini saçlarımdan çekti ve bana da elimi dizinden ayırmak düştü. Birbirimizden uzaklaşırken gülümsedim ve aynı anda Hazer derin bir iç çekti.

"Sen böyle bir anda gülümseyince... eksik bir şeyim varmış da sen gülümsediğinde tamamlanmış gibi hissettim."

"Yaa..."

"Yaa..."

Kerem iç çekti. "Yaa..."

Hazer ona dönerek dik dik baktıktan sonra uzanıp arabanın kapısını açtı ve kendisi indikten sonra elimden tutup benim de inmeme yardımcı oldu. Ben kaldırıma çıkarken Hazer bagaja yönelip valizleri çıkardı ve bu sırada Kerem de ona yardımcı oldu. Valizleri sürükleyerek yanıma geldikten sonra Hazer boştaki eliyle uzanıp beni tuttu ve beraber kapılardan girdik.

Kerem arkamızdan gelirken konuştu. "Bir şey diyeceğim, artık Safirciğime yenge diyebilir miyim? Hayır yani o duruma geldiysek bileyim..."

Hazer gözlerini devirdi. "Fıstık'a yemini suyunu vermeyi sakın unutma, tamam mı?"

Kerem onu onaylayan birkaç şey söyledi ve sonra bizimle vedalaştı. Ben de bundan önce söylediklerini duymamış gibi Hazer'in yanında ilerlemeye devam ettim. Bir müddet sıra bekledikten sonra cihazlardan geçtik ve büyük havaalanında kapımıza ilerledik. Uçağa bineceğimiz yeri bulduğumuzda kapının açıldığını ve insanların biniş kartlarını göstererek içeriye girdiğini gördük. Hazer telefonunu çıkarırken ben de kimliğimi çıkardım ve heyecanla uçağa giden alana baktım.Valizlerimizi bagaja vermiştik ve yanımda sadece çantam vardı. Hazer beni sıkıca tutuyordu ve ben de çok heyecanlandığım için onun elini tutuyordum. Uçağın içine girdiğimizde etrafıma baktım ve Hazer beni yerimize yönlendirdi.

"Burası hayatım." Cam kenarındaki koltuğa yerleştim. Hazer de hemen yanıma. "Korkuyor musun?"

Kafamı salladım. "Biraz."

"Elimi tutarsan geçer.”

İki elimle birden Hazer'in eline yapıştım. Uçağın kapıları kapandı ve pilotun uyarıları kulağımı doldu. Hazer yanımızdan geçen bir hostesten su istedikten sonra uzanıp kemerimi taktı. Teşekkürler niyetinde ona gülümsedim. Kendi kemerini de taktı ve hostes suyu getirdiğinde avuçlarıma bıraktı. "Teşekkür ederim," diyerek suyu kana kana içtikten sonra kalanını ona uzattım. "İçmek ister misin?"

"Evet."

Suyun kalanını içti ve bana dönüp göz kırptı. O sırada pilot kalkış için hazır olduklarını söyledi ve önüme dönerek heyecanla soludum. Hazer'in elini tutmaya devam ettim ve parmaklarıma özel, kimsenin yapamayacağı şekilde dokunurken uçak dakikalar içinde kalkışa geçti.

"Hazer?"

"Si?

"Elini tutunca geçti."

Gülümseyişi hayal gibiydi ve bu hayalin içinde sonsuza kadar yaşayabilirdim. Uçak tamamen havalandı ve o kalkışın her anını hissederek heyecanla camdan dışarıya baktım. Başım hafifçe dönmüş, kulaklarım tıkanmıştı. Bulutlara yükseldiğimizde dudaklarımın arasından inanamaz bir inilti koptu ve ellerim cama yapıştı.

"Bulutların arasından geçiyoruz!"

"Evet ama benim manzaram hâlâ değişmedi."

"Hazer..." Ellerimi indirerek gülümsedim ve yanağımı yaslayarak bulutları izledim. Çok güzeldi, biraz sis vardı ama bulutları net şekilde görüyordum. Uçakta seyahat etmek, uçak kalkışı tamamladıktan sonra tıpkı bir arabada seyahat etmek gibiydi; çok aksiyonlu değildi ama bulutlara oturmuş güneşi görüp, gökyüzüne bu kadar yakından bakmak harikaydı.

Ben dışarıyı izlerken parmakları omzumdaki dalgalı saçlarımla oynadı. Dokunuşları mest ediciydi. Bulutları takip ettim ve az sonra hostes bizim için yiyecek şeyler getirdiğinde kendisine teşekkür ettim. Hazer sert bir kahve ve kek almıştı, bense dopdolu bir sandviç. Onları yerken bile gözlerimi bulutlardan çekmedim.

Bir ara uyuyakalmıştım çünkü uçuş uzun sürmüştü ve gece heyecandan uyuyamamıştım. Nasıl uyuyakaldığımı hatırlamıyordum ama uyandığımda başım geniş, rahat bir yere yaslıydı. Gözlerimi açtım ve gördüğüm ilk şey bir çene oldu. Hazer’le olan bu yakınlığımıza hazırlıksız yakalanarak gözlerimi büyüttüm ve beni omzuna yatırdığını fark ettim. Kolları etrafıma sıkıca dolanmıştı ve sanırım o da uyuyordu. Başımı omzundan kaldırırken yoğun kokusu burnuma doldu ve o an uzaklaşmak çok zor oldu. Gayretle yutkunup ondan uzaklaştığımda kolları gevşedi ama beni bırakmadı, elleri sırtımda birleşmişti.

Bir hostes yanımıza yaklaştı. "İnişe geçiyoruz, arkadaşınızı uyandırır mısınız?"

"Elbette."

Hostes uzaklaştığında omzuna baktım, başım ceketinde iz yapmıştı. "Han?"

Kıpırdandı. Omzunu okşadım. "Hazer?"

"Bir daha söylesene..."

Kaşlarımı çattım. "Uyandın da benimle mi oynuyorsun?"

Bir gözünü açıp bana baktı ve ardından hemen kapattı. "Hayır, uyuyorum ben."

Uzanıp az önce açtığı gözünü gözkapağından yukarıya çekiştirdiğimde bu samimi hareketimle dudakları kıvrıldı. İnadı bırakıp gözlerini açtığında elimi çektim ve Hazer de belimde birleştirdiği ellerini ayırarak esnedi. Uyandığında gerçekten tatlı görünüyordu.

Uçak inişe geçerken epey sallandı ve bu yüzden elim endişeyle onun elini aradı. Hazer neyi aradığımı bildiğinden elimi tuttu ve iniş tamamlanana kadar bırakmadı. Sevgiye inanırdım ama birinin elini tutup ondan güç alabileceğimi düşünmezdim. Hazer elimi tutuyordu ve iki ayrı denize akan nehri birleştiriyordu sanki. Eline baktım ve korkular azalıp biterken uçağın yere inişini hissettim.

Bir müddet sonra uçaktan indiğimizde Hazer beni tuttu ve beraber havaalanının içinde yürüdük. Bir telefon konuşması yapıyor, İngilizce bir şeyler diyordu. Etrafımdaki insan kalabalığına, yabancı yüzlere bakarken yerimde duramıyordum. Madrid'e inmiştik.

"Buradan."

Han'a kulak verdiğimde valizlerimizi aldığını gördüm. İki valizi de çekebileceğini söylediğinde omuzlarımı düşürmekten başka çarem kalmadı. Kapılardan çıktığımızda Hazer sokağın karşısına geçip bir arabaya yaklaştı ve ben de ona eşlik ettim. Kapının hemen yanında bir adam vardı ve gülümseyerek Hazer'e bakıyordu. Hazer arabanın yanında durduğunda valizleri kenara bıraktı ve doğrulup adama elini uzattı.

"Görüşmeyeli epey zaman olmuştu."

"Öyle." Adam gülümseyerek Hazer’le el sıkıştı. "Hangi rüzgâr attı seni buraya?"

Hazer bana döndüğünde yabancı bir erkeğin yanında rahatsız hissettiğim için kıpırdandım. Adamın da bakışları haklı olarak bana döndüğünde gergince soluklanıp ellerimi arkama sakladım. Hazer elini beline koyarken, "Safir Mila," diye konuştu. "Kız arkadaşım."

"Hadi canım? Çok memnun oldum."

Adam bizi tebrik ederken ben sadece önüme bakıyor, başımı sallıyor, bir pervasızlık yapmamak için kendimi sıkıyordum. Bugün ikinci kez, üstelik beni bir arkadaşıyla tanıştırırken kız arkadaşı olduğumu söylemişti ve bunu aşamıyordum. Bana müzikal gecesinde başka bir dilde de olsa aşkım demişti ve elbette bu birlikteliğimizi gösterirdi ama... İlk kez bir erkek arkadaşım oluyordu, alışmaya çalışıyordum.

"İşin bittiğinde arabayı alırım, hiç sıkıntı değil." Adam bir kez daha Hazer’le el sıkıştı ve ben hayranlıkla Han'a bakarken bana da selam verip arkasını döndü. Adamla doğru dürüst konuşamadığım için mahcup hissediyordum ama öyle heyecanlanmıştım ki ne yaptığımın farkında değildim. Hazer bana döndüğünde bakışlarımız çarpıştı ve eliyle arabayı gösterdi. "Bu da yeni arabamız işte..."

Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. "Arkadaşından ödünç aldın galiba."

"Hı hı."

Bagaja yönelip valizlerimizi pek de zorlanmadan yerleştirdi. Bu sırada kapıyı açmış, koltuğa yerleşmiştim. Hazer de işi bittiğinde geldi ve şoför koltuğuna yerleşerek arabanın içine göz attı.

"Güzel araba,” dedim.

Gözlerini kıstı. "Bizim arabamız daha güzel."

Saçlarımı kulağımın arkasına koyarak camdan dışarıya döndüm ve gülümsedim. Hazer navigasyonu açıp arabayı çalıştırdığında ilk kez geldiğim bu ülkeye, şehre olan bağlılığımı hissettim.

"Buraya ilk kez mi geldin Hazer?"

"Evet," diye cevapladı. Havaalanından tamamen çıkmıştık. "Görkem’le Türkiye'de tanıştık, bir iş sırasında. Kendisi İspanya'da yaşıyor, ona araba kiralayabileceğim bir yer olup olmadığını sorduğumda az kullandığı bir arabasını verebileceğini söyledi. Sağ olsun, iyi çocuktur."

Parmaklarımı camda dolaştırdım. "Evet, iyi birine benziyor."

Hazer mırıldandı. "Ben de iyi biriyimdir."

Gülmemek için yanağımı ısırdım, bunu sık sık yapıyordu. Birinde beğendiğim ne varsa Hazer kendinde de olduğunu söyleyerek kendini hemen öne atıyordu. Neyi neyden kıskanıyordu bilmiyorum ama bu huyunu görebiliyordum.

Annem İspanya'yı çok severdi, sık sık burada olmak isterdi ve ben de yıllarca burayı merak etmiştim. Çoğu şey tarihiydi, müzeler fazlaydı, kış mevsimi olmasına rağmen halk sokaktaydı. Yanından geçtiğimiz bir kuleye hayranlıkla bakarak ıslık çaldığımda Hazer bana döndü. "Islık çalabiliyorsun demek…"

"Küçükken babam öğretmişti," deyip kederle iç çektikten sonra Hazer'in yüzünün asıldığını gördüm ve acılarımın onu huzursuz etmemesi için yüzüne karşı bir ıslık daha çalarak onu gülümsettim.

Bir müddet sonra araba bir otelin önünde durduğunda indik ve vale yaklaşıp valizleri indirmeye yardımcı oldu. Kollarımı kendime sararak otelin girişine bakarken Hazer'in bu kadar masraf yapmasına mahcup oldum. Bu kadar büyük bir yer olmasına gerek yoktu, sonuçta Hazer'in olduğu her yer kendiliğinden güzelleşiyordu.

Yanıma geldiğinde döner kapılardan girdik ve vale arkamızdan gelirken resepsiyona yürüdük. Ben hayretle otelin şıklığına bakarken Hazer resepsiyondaki işini bitirerek elimi tuttu.

"Hadi, odamıza çıkalım."

Asansöre yöneldik ve valizlerimiz bizimle çıkarken gergince yutkundum. Hazer hemen yanımda durup eliyle belimde ritim tutuyordu. Heyecandan karnıma ağrılar girdi ve ağzımın içi kurudu. Asansör üst katların birinde durduğunda ve görevli valizleri kapımıza kadar taşıdığında Hazer kendisine bahşiş vererek teşekkür etti. Evet, ikimiz de aynı odanın kapısındaydık ve birbirimize değil, kapıya bakıyorduk. Hazer kartla kapıyı açarak beni içeriye buyur ettiğinde yürüdüm. O da valizleri sürükleyerek peşimden geldi, kapıyı arkamızdan kapattı.

Bizim için sadece bir oda tutmuştu.

Hazer valizleri kenara bıraktı ve genzini temizleyerek odada birkaç adım attı. Kapının ağzında durarak odayı süzdüm. Epey büyük, geniş bir odaydı. Ferahtı ve güneş, pencerelerden doğrudan odamıza misafir oluyordu. Karşımdaki camlar yerden tavana kadardı ve odanın duvarları kadar genişti. Kırmızı ve beyaz perdeler göze çarpıyordu, odanın zemininde bir halı vardı ve yataklar... Ah, iki yatak vardı, iki ayrı yatak ve ikisi de oldukça rahat görünüyordu.

Rahatlayarak omuzlarımı serbest bıraktığımda bu Hazer'in gözünden kaçmamış olmalıydı ki bana uzun uzun bakarak önüne döndü. Kollarımı etrafımdan çözdüm ve Hazer ceketini çıkarıp camın önündeki koltuğa bıraktığında ben de montumu çıkararak koltuklara ilerledim. Vay canına, şehir tüm ışıltısıyla ayaklarımızın altındaydı. Akşam vakti neredeyse gelmişti, güneş batmış ve sokak lambaları yanmıştı. Montumu koltuğa bıraktığımda Hazer aynalı masanın yanındaki içecek dolabına ilerledi ve açıp kurcaladı.

"Bir şeyler içer misin?"

Nazik bir gülümseme gönderdim. "Olur."

Kendisi için alkol olduğunu düşündüğüm bir şey çıkarırken benim için de meyve suyu çıkardı. Ellerimi yıkamam gerektiğini düşünerek odaya bakındım ve başka bir kapı görerek ilerledim. Hazer'in baştan aşağı beni süzdüğünü hissederken kapıyı açıp girdim ve ona bakamadan kapattım. Önüme döndüğümde buranın da oda kadar görkemli bir banyo olduğunu gördüm. Büyüktü, ileride bir küvet vardı ve altın renkler ön plandaydı. Aynanın karşısına geçip suyu açtım ve ellerimi çeşit çeşit sabunlardan biriyle yıkarken çok fazla kızardığımı gördüm. Çillerim belirginleşmiş, saçlarım yüzüme düşmüştü. Yüzümü de yıkayıp ferahladıktan sonra banyodan çıktım ve Hazer'i camın önünde buldum.

Yüzünde temkinli, heyecanlı bir ifade vardı. Beyaz tişört ile kot pantolonu üzerindeyken olduğundan daha genç görünüyordu. Saçları dağılmıştı ve elinde bir kadeh vardı. Parmak uçlarımda heyecanla yanına yürüdüm. "Hazer..."

"Seninle ayrı odalarda kalmak istemedim," dedi Hazer aniden, konuşmaya benden önce başlayarak. Benim adımlarım dururken onun adımları önüme çıktı ve boştaki eliyle dirseğimden tutup beni kendine çekti. "Seni buraya getirip başka bir odada yalnız başına bırakamam." Burnumun dibine kadar girerek dudaklarıma doğru fısıldadı. "Sorun olur mu?”

"Sorun yok,” diye fısıldadım kısık bir sesle. "Seninle aynı odada da kalırım, yani sonuçta sen benim... erkek arkadaşımsın.”

Rahatlayıp gülümserken biraz geri çekildi. "Acıktın mı?" diye sordu.

"Çok değil," dedim dağınık saçlarına gülümseyerek. "Sen aç mısın?"

"Çok değil."

"Tamam o zaman."

"Tamam."

Bakıştıktan sonra önümüze döndük. Yemeğe ne zaman inerdik bilemiyorum ama valizlerimizi yerleştirmemiz gerekiyordu. Valizlerin yanına geçebilmek için izin istedim ama Hazer aksine, önümü daha çok keserek geçmeme mâni oldu. Başımı önüme eğip güldüm ve bir kez daha izin istediğimde Hazer de gülümseyerek geçmem için izin verdi.

Valizlerin oraya geçtiğimde içerisi epey karanlık olduğu için Hazer perdeleri çekti ve ışıkları açtı. İçeriyi loş ışık kapladığında valizi tutup dolabın yanına çektim.

"Senin kıyafetlerini de yerleştireyim mi Hazer?"

Koltuğa oturdu. "Olur."

Valizimi açtım ve neredeyse bir duvarı kaplayan dolabın içine baktım. Çok sayıda askı vardı. Kıyafetlerimi çıkarıp yatağa bıraktım ve Hazer kadehinin üzerinden beni izlerken kıyafetlerimi askılara asıp dolaba yerleştirdim. Hazer'in hediyesi bir poşetin içindeydi, onu olduğu gibi dolaba koydum ve dikkat çekmemesini umdum. Han bir an poşete baktı ama üzerinde çok durmadı. Kendi kıyafetlerimi yerleştirdikten sonra valizine yürüdüm ve onu da çekip içini açtım. Çoğu siyah ve griden oluşan kıyafetlerine baktım.

"İçinde özel bir şeyin varsa... dokunmayayım."

Dudağının kenarı kıvrıldı. "İç çamaşırlarım var."

Elimi yanmış gibi valizden çektim. "Peki, o zaman sen hallediver."

Oturduğu yerde keyifle gerinirken valizinin başından kalktım ve dolabın kapaklarını kapatarak yatağa ilerledim. İki ayrı yatak vardı ve aralarında beyaz bir komodin duruyordu. Cam kenarındaki yatağa otururken, "Bu tarafta ben yatabilir miyim?" diye sordum.

"Demek yatağın sağ tarafında yatmayı seviyorsun," dedi parmaklarını kadehinin etrafında gezdirerek. "Olur, ben sol tarafta yatarım."

"Zaten oradasın," diye fısıldadım, hiçbir acı ve hüznün yakışmayacağı güzel yüzüne bakarak.

"Ne kastettin?"

"Hiiiç."

Kadehini masaya bıraktı ve sırtını koltuğa yaslayarak bir elini çenesinde dolaştırdı. Çok güzel bir odaydı ama burada kalmak değil, dışarı çıkıp sokaklarını gezmek istiyordum. Hazer gözlerini bile kırpmadan yüzümü incelerken, "Neden o kadar dikkatli bakıyorsun?" diye sordum gülümseyerek ve Hazer anında cevap verdi. "Dinleniyorum."

Ellerimi dizlerimin arasına koydum. "Beni izleyerek mi?"

"Evet," dedi ve gözlerini gözlerime kilitledi. "Sende dinleniyorum, sende gülümseyebiliyorum, sende uyuyabiliyorum..."

Kadehini masaya bırakıp yerinden doğrulduğunda hafifçe ürperdim. Alkol aldığında Hazer daha gizemli, daha derin birine düşünüyordu ve o zamanlar ne yapacağını kestiremiyordum. Yatağın ucuna kadar yürüdü ve çenemi tutarak yüzümü kaldırdı. Bakışlarım karnından yukarıya, yüzüne ve en sonunda gözlerine tutunduğunda parmaklarıyla elektrik çarpmışa döndüm. Ondan bir kadının bir erkekten etkilenebileceği şekilde etkileniyordum ve Hazer bunun farkındaydı. Çenemin altını okşadı. "Artık yalnız uyumuyorum Safir, yatağın diğer tarafında senin hayalin yatıyor."

"Hazer..."

Ellerimle yatağın kenarlarına sıkıca tutunurken Hazer eğilerek yüzüme doğru alçaldı ve saçlarımın arasından kulağıma yaklaştı. "Seninle yemek yiyip şehri gezelim mi?"

"Ben de senden bunu rica edecektim."

"Başım üstüne."

Saçlarımı kulağımın arkasına koyup doğruldu ve bana yakıcı bir bakış atarak valizine ilerledi. Ellerimi yataktan çekip terli içlerini pantolonuma sürterken Hazer valizini açıp içerisinden bir gömlek çıkardı. Yemeğe çıkacağımız için üzerini değiştirecekti, ben de bluzumun altına etek giyebilirdim. Gömleğini alıp bana gülümsedi ve üzerini değiştirmek için banyoya geçti. O gözden kaybolduğunda kalkıp dolaba ilerledim ve az önce koyduğum kıyafetler arasından siyah eteği aldım. Hava soğuk olduğu için yanımda getirdiğim çorabı da giyecektim.

Banyoya doğru seslendim. "Hazer, birkaç dakika orada kalabilir misin?"

"Kapı deliğinden gözetleyebilir miyim?"

Kıkırdadım. "Hazer."

Bir daha ses gelmedi ama orada kalacağına emindim. Bu yüzden pantolonumu çıkardım ve çamaşırımın üzerine siyah kilotlu çorabı giyindikten sonra eteği belime çektim. Bu Hazer'in bana aldığı etekti, hoşuma gidiyordu. Bluzumun uçlarını belimden içeri sokarak saçlarımdaki kurdeleyi düzelttim. Çıkardığım kıyafetleri boşalan valizime koydum ve fermuarı çekerek doğruldum. "Gelebilirsin."

Kapı açıldığında Hazer'in lacivert bir gömlek giydiğini gördüm, altında hâlâ kot pantolonu vardı. Saçlarını düzeltirken kapının ağzında durdu ve beni tepeden tırnağa aheste aheste süzerek derin bir nefesle içini doldurdu. "Geldim."

Karşısından çekildim ve koltuğun üzerindeki montumu aldım. Hazer de beni takiben koltuğun üzerindeki ceketini aldı. Çantamı omzuma asarak ona döndüğümde kendisi de ceketinin yakalarını düzeltti ve bana doğru döndü. Elimi avcuna bıraktım ve parmaklarımız birbirine dolandığında avuçiçlerimiz de kalplerimiz gibi birbirine uyum sağladı.

El ele odamızdan ayrılırken ikimiz de bakışlarımızı kaçıracak yer arıyorduk.

Otelden ayrıldığımızda arabaya binmek yerine yürümeyi tercih ettik ve bu sırada restoranları gözetledik. Heyecandan konuşamıyordum ve Hazer de benden farksızdı. Canım benim, o da heyecanlıydı. Biraz yürüdükten sonra otelin civarındaki, ışıltılı caddelerden birine girdik ve Hazer beni gözüne kestirdiği restorana sürükledi.

Kapıdan girdiğimizde buranın sessiz sakin bir yer olması beni rahatlattı. İnsanlar vardı ama kısıkça, birbirlerini rahatsız etmeden konuşuyorlardı. İspanyolca sözler kulağıma çalındı ve yanından geçtiğimiz bir masadaki adam karşısındaki kadına, “…mi vida,” dediğinde Hazer duraksadı. Ben de onunla duraksadım ve Hazer kafasını yanına çevirip masadaki adama dik dik baktığında gülmemek için yanağımı ısırdım.  "Allah Allah..."

Ben gülüşümü bastırırken Hazer homurdandı ama bana bir şey demedi. Cam kenarındaki, sokağı gören yuvarlak masalardan birine karşılıklı olarak oturduk ve böylelikle ellerimiz ayrılmış oldu. İçerisinin loş, neredeyse karanlığa yakın bir ışığı vardı ama hiç rahatsız etmiyordu. İspanyolca bir şarkı çalıyor, insanlar fısıldaşıyordu. Atmosferini çok sevmiştim. Üzerimdekini çıkarırken Hazer menüyü bana uzattı. "Hadi bakalım, yemekleri sen seç."

"O halde yemekler benden," dedim sıcak bir gülümsemeyle.

Mırıldandı. "Ankaralı ruhum buna başkaldırıyor."

Kıkırdadığımda Hazer ceketini çıkarıp sandalyesinin arkasına bıraktı ve aramızda yanan mumun gerisindeki gözlerimiz birleşti. Bir elimi enseme taşıyıp diğeriyle menüyü açtım ve içerisindekilere göz attım. İspanyol olabilirdim ama yemeklerini çok bilmezdim. Menüde domates çorbası gördüm ve Hazer'in de damak tadına hitap edeceğini düşündüm. Yanında tortilla patates seçtim ve menüyü kapatıp gözlerimi Hazer'e çevirdim. "Umarım damak tadına hitap edebilirim."

"Ediyorsun."

Bakışlarımı kaçırdığımda Hazer bir garsonu yanımıza çağırdı. Garson gülümseyerek yaklaştı ve İspanyolca bildiğim için neler istediğimizi ben söyledim. Garson not aldı ve aramızda birkaç konuşma geçerken Hazer bizi izledi.

Yemeklerimiz geldiğinde ilk önce çorbalarımızı içtik ki gerçekten çok lezzetliydi. Sıcak çorbalarımızdan sonra tortilla patateslerimizi yedik ve bu sırada da hiç konuşmadık. Ara ara bakışlarımız, masanın ortasında yanan mumun üzerinde kesişiyor ve bir an sonra ayrılıyordu. Yemeklerimi silip süpürdüğümde Hazer garsonu bir kez daha çağırdı ve bu sefer İngilizce bir şeyler söyledi. Garson biraz sonra ikimize de içecek getirdiğinde alkolsüz olduklarını fark ettim.

Yemeklerimiz bittiğinde masadan kalktık ve maalesef yanıma dolar almayı akıl edemediğim için ücreti Hazer ödedi. Kapıdan çıkar çıkmaz uzanıp elimi tuttu ve parmaklarımız yine sıkıca birbirine kenetlendi. Bu kış gününde sıcacık avcuna duyduğum ihtiyaçla kaldırıma çıktım ve ellerimizi izleyerek ışıkların altında yürüdük.

Bir başka caddeye girdik ve buranın merkez olduğunu fark ettim. Geniş bir meydan vardı ve meydanın ortasında bir kule duruyordu. Mağazalar, gösterişli müzeler, sokak sanatçıları, şehrin çatısındaki ışıklar... İleride bir sokak sanatçısının saksafon çaldığını gördüğümde Hazer'in elimden tutup oraya doğru koştum. Bir grup insan adamın etrafında çember oluşturmuştu; kimisi alkış tutarken kimisi para bırakıyordu. Kalabalığın arasında durduğumda Hazer hemen arkamda yerini alarak göğsünü sırtıma yasladı. "Müzik aletlerine de mi ilgin var?" diye sordu, beni kalabalıktan sakınırken.

"Müziği duyunca..." Parmak uçlarımda çoktan yükselmiştim bile. "Bedenim harekete geçiyor."

Elimi bıraktı. "Çok istiyorsan dans etsene."

Parmak uçlarımda ona dönerken ayağımın altındaki yaralar acıdı ve bu yüzden tabanlarıma basmak zorunda kaldım. "Burada mı? Herkes beni izler!"

"Onu da izliyorlar," dedi saksafon çalan adamdan bahsederek.

Evet, öyleydi ve herkes onu mutlulukla izliyordu. Nasıl olduğunu bilmiyordum ama cesaretlendirilmeye ihtiyaç duyduğum her an Hazer bunu yapıyordu. Ondan uzaklaşarak gerilediğimde ellerini ceketinin ceplerine sokarak keskin bakışlarıyla beni takip etti. Utanmamaya gayret gösterdim, sonuçta dans benim ruhumdu. Saksafon çalan adamın yanına yaklaştığımda insanlar da beni fark etti ve ben gözlerimi kapatıp kendimi müziğin ritmine bıraktığımda ıslıklar yükseldi.

Gözlerimi ne kadar sonra açtım bilmiyorum ama parmak uçlarımdaki acıyı hissederek tabanlarıma bastığımda insanların birkaç dakikalık performansım için bana alkış tuttuğunu gördüm. Gözlerim parladı ve İspanyolca tebrik kelimeleri havada uçuşurken saksafonu çalan adam da beni alkışlayarak kendisine eşlik ettiğim için teşekkür etti. Hazer hem beni hem de beni alkışlayan insanları izliyordu. Beni sakındığını, etrafımda bir kalkan oluşturduğunu biliyordum. Bunca alkış, tebrikle hem gurur duydum hem de utandığım için parmak uçlarımda koşarak Hazer'in yanına vardım ve göğsümü onun ceketinin içine sakladım. Hazer de gülümseyerek kollarını etrafıma dolandı. "Mila... Gece Yarısı Güneşi'm."

Gözlerimi açmaktan korktuğum o karanlıktan beni elimden tutup çıkardı ve arkamıza bakmadan bir yere doğru koşmaya başladık. Bana koşmayı öğretti çünkü sonunda bir mutluluk olduğunu bildiğinde insan o sona koşmaya başlıyordu. Ben Hazer’le koşmayı öğrenmiştim ve bir daha yürümek istemiyordum.

Otele döndüğümüzde ikimiz de sırasıyla duş almış, banyoda giyinmiştik ve ben pijamalarım içinde koltuğa oturup ona bir şeyler anlatırken uyuyakalmıştım. Fakat gözlerimi açtığımda uyuyakaldığım koltukta değil, yataktaydım ve odadaki karanlığı abajur yumuşatıyordu. Gözlerimi kırpıştırarak tavana baktım ve daha gecenin yarısı olduğunu kavradığımda beni uyandıran şeyin ne olduğunu düşündüm.

O sırada nefes sesini duydum.

Kaşlarımı çatarak başımı sağ tarafa doğru çevirdiğimde ne olduğunu görmek için gözlerimin karanlığa alışması gerekti. Karanlığın içini görebildiğimde Hazer'in yataktan kalktığını, ayaklarını yere basarak yatağın ucuna oturduğunu gördüm. Başını ellerinin arasına almış, sert soluklar alıp veriyordu ve omuzları ileriye geriye sallanıyordu. Kaygı hissi içimden taştı ve üzerimdeki yorganı kenara çektim. Yataktan doğrulup ayaklarımı yere bastım ve Hazer'in yatağına yaklaşarak kenarına oturdum. Kalçam yumuşak yüzeyle buluştu ve elim endişe içinde onun sırtına yerleşti. Hazer dokunuşumun da yakınlığımın da farkına varmadan sallanmaya devam ederken kendisine biraz daha yaklaşarak korkuyla sordum. "Mi amor?" 

"Onu seviyordum," dedi Hazer aniden ve gözlerini de aynı hızla açtığında o amber gözlerine hazırlıksız yakalanarak nefesimi tuttum. Acıyı görmüştüm. Zaten düşmanınızı hemen tanırdınız. Hazer'e bu kadar işkence eden bu acıdan ölesiye nefret ettiğimi hissettim. "Kimseye inandıramadım ama onu çok seviyordum. On yaşındaki bir çocuğun kalbi ne kadardır Safir? Avuç kadar mı? Onu tüm kalbimle seviyordum.”

Kardeşinden bahsettiğini düşündüm ama bıçağı yaranın üzerine daha fazla itmek istemediğim için soramadım. "Elbette seviyordun, Mustafa'yı da seviyorsun, hatta benim kardeşimi de seviyorsun. Sen... kardeşlerini seviyorsun Hazer."

"Elimi tutup, ‘Beni sevdiğini biliyorum,’ dedi Safir!" Geçmişiyle savaşıyordu ama geleceği hemen arkasından ona sarılıyordu; bunu görüyor muydu? Sarılıyorum sana, ben senin geleceğinim. Katlanamadığı her şey için gözlerini yumdu. "O inanıyordu onu sevdiğime. Neyden korktuysa gelip arkama saklanırdı ama ilk kez onu bir şeyden koruyamadım... Kendimden."

Ellerini tutup yumruklarını çözdüğümde sol avcunun içinde tuttuğu şeyin bir fotoğraf olduğunu gördüm. Ah, kardeşinin fotoğrafıydı. Özleminden fotoğrafına bakmış olmalıydı. Fotoğrafı alıp düzelttim ve tekrardan avcuna bırakırken birbirimize baktık.

"Sen onu yumruk kadar kalbinle seviyordun ve Adem bunu biliyordu. Şu an huzur içinde ve abisinin ona duyduğu sevgiden emin." Parmaklarımız birbirine dolandı ve içimdeki tüm ışıklar yandı. "Başka kimin ne düşündüğünün ne önemi var Hazer?"

Âdemelması teninde kavislendi ve gözlerini tekrardan yumduğunda elimi başının üzerine koyup başını da yavaşça omzuma yatırdım. Parmaklarım ensesine çıktı ve pijamasının içine girdi. Ne kadar terlediğini anlamaya çalışıyordum. Ona yeni bir tişört getirmeyi düşünürken, "Uyuyamadığım gecelerde babamın fotoğrafını kalbime bastırırdım," diye fısıldadım, parmaklarımı yavaşça çekerken. "Sonra bir gün... o fotoğraf yırtıldı ve her şeyimi kaybettiğimi düşündüm. Ama babama duyduğum sevgi kalbimdeydi, nasıl her şeyimi kaybettiğimi düşünürdüm ki? Senin de Adem'e duyduğun sevgi kalbinde ve onu kaybetmedin."

"Mila?"

"Si?"

"Çok üzüldüm babanın fotoğrafının yırtılmasına."

Gözyaşları içinde gülümsedim ve Hazer'in başı omzuma yerleşirken, ben de onun omuz çıkıntısı olmaya razı geldim. Başımı çevirip camdan dışarıya baktım ve gün doğumunu gördüm. Gece mavisi ışık odamızı ve dağınık yataklarımızı yorgan gibi örterken parmak uçlarım kısa aralıklarla parmak uçlarını okşadı. Ve ay çekilirken kenara, güneşin doğuşu için yapabilecek hiçbir şeyi kalmadığında, "On yaşındaki bir çocuğun avuç kadar kalbiyle," diye fısıldadı. "Seviyorum."

Biliyorum Hazer.

Gün ağarana kadar omuz omuza seninle gölgelerimizi izledik ve bu bana dans etmek kadar mutluluk verdi.

Sabah olduğunda gece vakti Hazer'in başına gelen acı deneyimi hiç konuşmadık. Ayrı ayrı hazırlanıp beraber kahvaltıya indik ve bir şeyler yedikten sonra Madrid sokaklarında el ele yürüdük. Hazer geceki gibi değildi, dün gündüz davrandığı gibiydi. Sakindi, elimi tutuyordu, beni kendine çekiyordu, sakin bir sokağa girdiğimizde beni bir duvara yaslıyor, saçlarımı kulağımın arkasına koyuyor, uzun uzun yüzümü izliyordu.

Ama beni öpmüyordu.

O sokaktan ayrılıp bir başka caddeye girdik ve gördüğüm bir müzeye girmek istediğimde Hazer beni kırmadı. Beraber bilet alıp müzeye girdiğimizde burada çeşit çeşit tablonun, yaşanmışlığın olduğunu görerek hayranlıkla müzeyi gezdim. Hazer de bana eşlik etti, tabloları benimle izledi.

Müzeden çıkıp biraz daha gezdikten sonra akşam vakti otele döndük ve Hazer yemeğe hazırlanmam için beni yalnız bıraktı. Geçen gün çarşıdan aldığım beyaz, kısa elbiseyi giymiş, saçlarıma siyah kurdele takmıştım. Elbisenin kolları kısa, yakaları dikti. Etekleri hafifçe kalkıktı ve üst bölgesinde kupürler vardı. Hazer'in karşısına çıkacağım için heyecanlanıyordum.

Üstelik bu gece Hazer'in doğum günüydü.

Aynanın önünden çekildim ve arkamı dönerek odamıza baktım. Kalp atışlarım hızlandı ve adımlarım yatağıma ilerledi. Çantamı alarak doğrulduktan sonra topuklu ayakkabılarımla kapıya yürüdüm. Bilekten bağlamalı ayakkabıların üzerinde sandığım kadar zorlanmıyordum. Elbisemden hayali tozları silkeleyerek odamızdan çıktım. Omuzlarıma düşen saçlarımı geriye atarak doğrulduğumda bakışlarım dünyanın en güzel tesadüfünü yaşadı.

Onunla buluştu.

Ve ay güneşe tutuldu.

Hazer olduğu yerde dikilip nefessiz kalmış gibi bana bakarken sırtımı dikleştirdim. Koridor duvarına yaslanmıştı ve elleri cebinde, öylece bana bakıyordu. Üzerinde koyu gri bir kazakla, kaşe ceket vardı ve kıyafetlerine uygun bir pantolon giyinmişti. Saçları yine dağınıktı. Aramızdaki mesafeye rağmen kalbinin atışını duyuyordum.

Sırtını duvardan ayırıp yanıma yürümeye başladı. Ben de kapıdan uzaklaştım ve topuklu ayakkabılarım üzerinde, dik bir şekilde ona yürüdüm. Koridorda, kırmızı halının ortasında buluştuk ve Hazer elimi istemeden, ben elimi ona uzattım.

"Beyaz gerçekten senin rengin," diye fısıldadı.

Sağ elimle çantamı tutarken sol elimi ona verdim ve beraber asansöre yöneldik. Koridorda birkaç insan daha vardı ama gözlerimi Han'dan ayırana kadar onları görememiştim. Asansöre bindik ve inene kadar asansörün aynasından birbirimizi izledik. Kıkırdadım. "Beşiktaş gibiyiz Hazer. Sen siyah giydin, ben beyaz."

Asansörden çıkarken gülümsediğini gördüm. "Beşiktaş’tan bile fazla..."

"Ne fazla?”

"Gel, şuraya geçelim."

Otelin, dışarıyı gören cam kenarına ilerledik ve yuvarlak masaya karşılıklı olarak oturduk. Kahvaltıda tabaklarımızı kendimiz dolduruyorduk ama akşam yemeğiyle garsonlar ilgileniyordu. Çantamı kenara bırakıp sırtımı dikleştirdiğimde Hazer ceketini çıkarıp sandalyesinin arkasına bıraktı ve ellerini çenesinin altında birleştirdi. "Seç bakalım."

Elimi enseme yerleştirdim. "Bu sefer ben senin damak tadını öğreneyim."

Başını sallayıp menüyü açtı ve içini karıştırıp az sonra garsonu çağırdı. Yine et sipariş ettiğinde Hazer’in eti çok sevdiğini kesinleştirmiştim. Gülümseyerek garsonla konuşmasını izledim ve o an Hazer'i kaybetmekten ne kadar korktuğumu fark ettim. Neyse ki bakışları bana döndüğünde sakinleştim ve garson yemeklerimizi getirene kadar bakışlarımı ondan alamadım. Bana müzikali izlemeye gelen birkaç jürinin beni çok beğendiğinden, görüşmek istediklerinden bahsetti. Adamlardan birini gözü hiç tutmamış çünkü gereksiz yerde Hazer'e benim güzel olduğumu söylemiş ve Hazer'e göre de bunu söylemesi çok lüzumsuzmuş. O yüzden o adamın numarasını bile almamış. Anlattı da anlattı... Ve ben ilk kez o an dansla değil, sadece karşımdaki adamla ilgilendim.

“Çok yakışıklısın."

Ağzımdan çıkan cümleyle Hazer'in dudakları aralıklı kaldı ve diyecek hiçbir şeyi kalmamış gibi bana bakakaldı. Hazer'i çok beğeniyordum ve bu sadece, tablo gibi yüzüyle alakalı değildi. Ruhunu, kalbini beğeniyordum mesela... Bir bütün olarak, her şeyiyle. Yüzüne bakarken içimden geçeni söylemiştim ve Hazer'in ısınan bakışları altında nefesim kesilmişti. Elini uzatıp masanın üzerindeki elimi ansızın tuttu ve kaldırarak yavaşça yanağına götürdü. "Bu şey her gün biraz daha büyüyor Mila. Seni o gün bahçede, o bankın üzerinde gördüğümde hissettiğim şey... sanki bir kar tanesiydi, büyüyüp kocaman bir çığa dönüştü."

O günü anımsıyordum. Hayatımın, kaderimin değiştiği gün. Eli elimin üzerinde durup sıcaklığını benimle paylaşırken, "Pointlerimin iş görmeyeceğini söylemiştin," dedim ona ve kızarmasını izledim. Gözlerini kaçırdı. "Fakat bak, karşındayım."

Dudağının kenarı kıvrıldı. "Ben bu kızı tavlarım, diye düşünerek seni seçtim zaten."

Ayakkabımın topuğuyla ayakkabısının burnuna vurdum. "Küstah!"

Sızlanarak ayağını geri çektiğinde hâlâ gülüyordu ve ben de gülmemek için yanaklarımı ısırmak zorunda kalmıştım. Bakışlarımı kaçırdım ve garsonun geldiğini gördüğümde yüzüme nazik bir gülümseme yerleştirdim.

Önce çorbalarımızı içtik ki bu çorbaya bayılmıştım. Bir kâse daha istediğimde Hazer gülümsedi ve ben de onun gülümsemesinden duyduğum mutlulukla çorbamı içtim. Daha sonra etimi yedim ve Hazer şarap içerken ben de kola içtim. Gerçekten doymuştum, hepsi çok lezzetliydi ve Hazer’le olduğumda iştahım daha da açılıyordu. Bir ara izin alıp uzandı ve yanağımdaki kırıntıları peçeteyle sildi.

Yemeklerimiz bittikten sonra Hazer kendine bir şarap daha istedi. Onun bu kadar alkol almasından rahatsız olsam da bir şey demedim. Yukarı çıkmam, hediyemi hazırlamam gerekiyordu. Bu sebepten ötürü elimdeki mendili masaya bırakarak saçlarımı şöyle bir düzelttikten sonra genzimi temizledim. Hazer gözlerini bana çevirdi.

"Odaya kadar çıkmam lazım," dedim stabil bir sesle. "Hemen inerim."

Doğruldu. "Bir sorun mu var?"

"Hayır," dedim kaygılarını yatıştırmak isteyerek. "Lütfen, sen devam et."

Rahatsız göründü ama başını salladı. Sandalyeden kalktım ve elbisemin eteğini çekiştirirken Hazer'in beni baştan aşağı süzdüğünü gördüm. Bakış açısından çıkıp restoranın mutfağına doğru yol alırken çok heyecanlı, beklenti doluydum. Sabah kahvaltıdan sonra mutfağa uğramış, onlardan çikolatalı pasta istemiştim. Beni geri çevirmemiş, halledebileceklerini söylemişlerdi. Şimdi de pastamı alacak, doğrudan odamıza çıkacaktım. Hazer'e döneceğimi söylemiştim ama inmeyecektim ve muhtemelen Hazer de beni merak edip odaya çıkacaktı.

Mutfaktan pastamı aldım ve teşekkür ederek asansöre yöneldim. Odamızın olduğu katta inerek koridoru telaşla yürüdüm ve kapının önüne gelip açtım. Işığı açtım ve kapıyı arkamdan kapatıp doğrudan ileri yürüdüm. Elimdeki kutuyu iki koltuğun arasındaki sehpaya bıraktım ve nefes nefese doğrulup pastayı kutusundan çıkardım. Gazel'den başka ilk kez birinin doğum gününü kutlayacaktım, çok heyecanlıydım. Pastaya baktım ve oldukça ağız sulandırıcı olduğunu fark ettim. Umarım Hazer çikolatalı seviyordur, diye geçirdim içimden.

Sıra hediyedeydi. Hazer'in her an gelebileceğini düşündüğümden hızlı hareket ediyordum. Otel odamızda, her ihtimale karşı bulundurdukları çakmakla, pastanın yanındaki mumları yaktım ve dolaba koştum. Sakladığım hediyeyi dolaptan alıp poşetinden çıkardığımda kalbimin atışı tüm odayı doldurdu.

Hediyemi hazırladım ve pastanın üzerindeki mumlar yanmaya devam ederken yaklaşıp ışıkları söndürdüm. Odayı karanlık kapladı ve mum ışıkları dalgalandı. Sırtımı kapının hemen yanına yasladım ve ellerimi kalbimde birleştirerek Hazer'in gelmesini bekledim. Mumlar sönmeden önce gelmesini istiyordum, sürprizimden bir şeyler eksilirse üzülürdüm. Pasta sehpanın üzerindeydi ve pastanın etrafında, küçük yaştan bu yaşa kadar çekildiğim tüm fotoğraflarım vardı. O gün, sabah kahvaltımızda bana o günlere ait bir fotoğrafım olup olmadığını sormuştu ve ben tüm fotoğraflarımı ona hediye edecektim. Dört yaşında, sekiz yaşında, on beş yaşında, on sekiz yaşında... Hayatımın dönemlerine ait fotoğraflar vardı ve temennim Hazer'in mutlu olmasıydı.

Nefesimi alırken kapının ardındaki sesi duydum. Birkaç saniye sonra kapı gıcırdayarak aralandı. Kapının tamamen arkasında kalmış, görünmez olmuştum. Kendimi duvara yapıştırdım ve Hazer'in içeri girdiğini hissettim. Adım sesleri duyuldu ve ardından Hazer'in duraksadığını hissettim.

"Mila?"

Mila derken yumuşayan sesini seviyorum.

Başımı kapının arkasından çıkardığımda odanın ortasında dikildiğini gördüm. Ardından elindeki çantamı yatağa bıraktı ve sehpaya ilerledi. Gözlerimi duvara kaldırıp saate baktım ve Türkiye sınırları içinde gece yarısı olmasına saniyeler kaldığını gördüm. Hazer sehpanın yanında durdu, etrafına baktı ve şaşkınca eğilip pastanın kenarlarındaki fotoğraflara uzandı. Fotoğrafları kavrayıp ayışığına doğru kaldırdı ve hepsini izledikten sonra ismim dudaklarından bir iç çekişle beraber yükseldi. "Mila... Mila, Mila.”

Saat gece yarısını bulduğunda kapıyı kapattım ve bir adım attığımda Hazer'ın sırtı gerildi. Başını omzunun üzerinden bana çevirdiğinde beni tamamen görebileceği şekilde yaklaştım ve Hazer'in gözlerini kocaman açmasını izledim. Elbette şaşıracaktı çünkü üzerimde bir Beşiktaş forması vardı.

Ben kıkır kıkır gülerken Hazer gözlerini kırpıştırdı ve yumruğuyla gözünü ovuşturup beni bir daha süzdü. Üzerimde, bana biraz büyük gelen bir Beşiktaş forması vardı. O gün Hazer'e Fenerbahçeli olduğum konusunda şaka yapmıştım, takım tutmuyordum ama onun için Beşiktaşlı olurdum. Hazer'in tepkisine gülerken kendisi doğruldu ve bir anda bağırdı. "Siyah?"

Kıkırdamaya devam ettim. "Beyaz!"

Kahkahalara boğuldu. Ellerini yüzüne kapatıp kahkahalar attığında parmak uçlarımda yanına koştum ve bu sesi daha yakından duymanın tadını çıkardım. Hazer geçip yatağının ucuna oturdu ve omuzları sarsılmaya devam etti. Utandım ve onu bu kadar mutlu etmekten duygulanarak sabaha kadar dans etmek istedim. Ellerimi çenemin altında birleştirdiğimde Hazer ellerini yüzünden çekti ve dudağındaki yarım gülümsemeyle uzanıp beni bileğimden tuttu. Hızla kendine çekti ve kalçam yanına, onun yatağına yerleştiğinde, yüzlerimiz birbirine yakınlaştı. Hayranlıkla, kocaman açtığı gözlerle bana bakarken telaşa kapılarak ellerimi dizlerime koydum. Hazer de elini benim dizime koyduğunda, "Hediyelerimi saçma bulduysan söyleyebilirsin," dedim heyecan dolu bir gülümsemeyle. "Alınmam."

"Asıl başkaları alınmasın..." Dizimi sıktı ve heyecan içinde konuştu. "Çünkü bu hayatım boyunca aldığım en güzel doğum günü hediyesi."

Yatağın ucundan kalktığımda Hazer bir an beni tutacak oldu ama özgür bırakmayı seçti. Sehpaya yaklaştım ve pastayı alıp tekrar yanına döndüm. Yatakta, hemen yanına oturarak yüzlerimizi karşı karşıya getirdiğimde pastayı avuçlarımda biraz yukarıya kaldırdım ve mum ışıklarının ardındaki gözlerimiz çarpıştı. "Sana duyduğum bağlılığımın sana da mutluluk vermesini istediğim için tüm bunlar. İyi ki doğdun Hazer Han. Mutlu oldun mu gerçekten?”

Yaklaştı, üfleyerek mumları söndürdü ve odanın içerisi karanlık olsa da sokaktaki ışıklar sayesinde birbirimizi görebildik. "Yirmi dokuz yaşındaki adamın kalbini, on yaşındaki bir çocuğun heyecanlı kalbine çevirdin. Öyle çok mutlu ettin.”

Ona karşı duygularım öyle temiz ve gerçekti ki bu duygularla yaşamaya alışmakta zorlansam da bunu başarmıştım. Onun da dediği gibi önce bir kar tanesiydi, şimdi büyüyüp çığ olmuştu. Hazer yüzüme uzun uzun baktı ve yemin ederim o an beni öpmeyi düşündü. Fakat öpmedi.

Önüne döndüğünde doğruldum ve pastayı sehpaya bıraktıktan sonra tekrar yanına oturdum. Elindeki fotoğraflara bakıyordu. Ön sırada, on beş yaşındaki o fotoğrafım vardı. Bunu Gazel çekmişti, yıllarca para biriktirip aldığı makineyle. Üzerimde okul formam vardı: pileli bir etekle beyaz gömlek. Gömleğin uçlarını eteğimin içine sokmuş, ellerimi birleştirmiş, kameraya gülümsemeye çalışmıştım. Saçlarım omuzlarımdaydı, dalgalılardı ve birkaç tutamı yüzüme uçuşmuştu. Hazer fotoğraftaki yüzümü parmak ucuyla okşadı.

"Lisede peşinden çok koşmuşturlar," diye fısıldadı, parmakları dudaklarıma kayarken.

"Erkeklere karşı çok soğuktum," diye fısıldadım. "Onlara bana yaklaşma cesareti vermiyordum."

Hazer başını omzunun üzerinden bana çevirdi ve gözlerimiz, ruhlarımızın gizemlerini araştırır oldu. "Ben de bunu merak ediyorum. Güzel, aklı başında, yaşını almış biri neden erkeklere karşı soğuk olsun? Şimdi bile erkeklerle konuşmuyorsun, el sıkışmaktan hazzetmiyorsun. Bu Behram gibi inancınla alakalı değil, o zaman neyle alakalı?"

Erkeklerle arama koyduğum mesafenin farkındaydı ve sebebini merak ediyor, ilk kez bu kadar açık soruyordu. Bu güzel geceyi mahvetmek istemiyordum, bunları da konuşacaktık elbet ama zamanı değildi. Konudan uzaklaşmak amacıyla, "İnançla alakalı olamaz zaten," dedim ve gözlerinin derinlerinde kendi yansımalarımı görürken devam ettim. "Ben... müslüman değilim."

Hazer'in yüzü bir süre aynı ifadeyle kaldı ve ardından dudakları aralandı. Bunun bir şaşkınlık tepkisi olduğunu biliyordum ve elbette hak veriyordum. "Benimle hiç paylaşmamıştın," diye konuştu. "Paylaşmanı isterdim."

"Hakkımdaki... düşünce ve duyguların değişir miydi?"

"Saçmalama, ben sana..." Ani şekilde sustu ve başını önüne çevirip fotoğrafıma bakmaya devam etti. "Yani... sadece senin için de değil, ben birinin hayatına karışmam. Ben neyim, seçimlerim, tarafım ne; bunlarla ilgileniyorum. Sadece sen... benim için öyle mühimsin ki hakkındaki her şeyi bilmek istiyorum."

Zaten ben de onun, hakkımda olumsuz düşünmeyeceğini biliyordum ama sadece bir an korkmuştum. Ellerimi dizlerimin arasından çıkardım ve ürkek şekilde onun koluna koydum.

"Aslında Hristiyan da değilim. Tanrı'ya inanıyorum, seviyorum ama dinleri konusunda çok düşünüyorum, doğru olanın hangisi olduğunu bulamadım henüz."

Önüne dönüp tekrar fotoğraflara bakmaya devam ettiğinde ben de bir süre fotoğraflarımı izledim. Küçüklük fotoğrafıma gülümsedi, diğerlerine dikkatli dikkatli baktı. Hepsinde biraz daha büyümüş, olgunlaşmış, değişmiştim. Hazer sırasıyla, defalarca kez tüm fotoğrafları izledi ve bir an sonra fotoğrafları tutan kemikli parmakları kasıldı. "Büyüdükçe... daha az gülümsemeye başlamışsın."

Gerçeklerin, acıların farkına vardım ve yalancı gülümsemeleri yarabandı diye kullanmaya başladım.

Boğazıma ağır bir yumru oturdu ve göz göze gelmemek için, "İzninle," dedim yanından kalkarak.

"Mila..."

"İzninle geceliklerimi giyeyim."

İç çekti. "Giy tabi."

Dolaba yürüyüp açtığımda kıyafetlerimizin karışmış olduğunu gördüm. Uzandım ve raftaki, katlanmış geceliğimi alıp kapıları kapattım. Hazer'e bir bakış attığımda dikkatle beni izlediğini gördüm ve ona tatlı şekilde gülümseyerek banyoya yürüdüm. Gülümsemem onu rahatlattı ama düşünceli ifadesini değiştirmedi.

Banyoya girdiğimde aynanın karşısına geçip üzgün yüzüme baktım. Heyecanlı, kızarmış görünüyordum. Bir gün Hazer’le her şeyi konuşacaktım ve o günden çok korkuyordum.

Önce Beşiktaş formasını çıkardım ve ardından altındaki elbiseyi. Çamaşırlarımla kaldığımda derhal Beşiktaş formasını giydim ve yanıma aldığım saten pijamayı bacaklarıma geçirdim. Suyu açtım ve elimi yüzümü temizleyip dişlerimi fırçaladım.

Banyoda işim bittiğinde kıyafetlerimi alarak çıktım ve Hazer'in yatağa uzanmış, fotoğrafları kalbine yaslamış olduğunu görerek kapının ağzında duraksadım. Başını yastığa bırakmış, gözlerini yummuş, tüm fotoğraflarımı kalbine bastırıyordu. Tıpkı gece Adem'in fotoğrafını yaptığı gibi, benim babamın fotoğraflarını alıp kalbime koymam gibi...

Yatağa yürüyerek elimdekileri kenarına bıraktım. Gözleri kapalıydı ama bu kadar kısa sürede uyuyacağını düşünmüyordum. Yatağımın ucuna oturdum ve huzurlu görünen çehresine baktım. Saat işliyor ama onu izlerken nasıl oluyorsa zaman duruyordu. Bir tutam saçımı parmağımın arasına dolarken Hazer gözlerini yavaşça açtı ve tavandaki bakışlarını bana doğru kaydırdı. İzlemek diye bir şey var, bana hep yaptığı. Çok güzel, utandırıcı ama... kalbim nasıl atıyor var ya...Elini kalbinden çekti ve doğrularak sırtını yatak başlığına yasladı. İçimi çekip yatak çarşafın uzandım ve kaldırdım. Uyku gözümden akıyordu ve yüzümü Hazer'e dönüp onu izleyerek uykuya dalmak harikaydı. Yorganı da kaldırıp yatağın içine girmeyi düşünürken, "Mila," diye seslendi Hazer. "Gelir misin?"

Karşımda bulunan yatağına yürüyerek kenarına oturduğumda Hazer gözlerini saçlarımda dolaştırdı ve parmaklarını uzatıp kurdelemi çözdü. Bu haline gülümseyerek başımı önüme eğdiğimde kurdeleyi yatağın kenarına bıraktı ve tekrardan saçlarıma uzandı.

"Hazer?"

"Tamamen arkanı dön."

Dediği gibi yaptım ve sırtımı dönerek yatağında bağdaş kurduğumda bakışlarım camdan dışarıya yöneldi. Sokak ışıklar içindeydi ve beni çok mutlu ediyordu. Hazer'in ne yapmaya çalıştığını anladım ve çok geçmeden uzun dalgalı saçlarımı üçe ayırdı. Şefkatle gülümsedim ve Hazer'in kemikli parmakları saçlarımı örmeye başladığında Beşiktaş formamın uçlarıyla oynadım. "Saçlarını çok çekersem söyle tamam mı?"

"Çok naziksin mi vida."

"Mila?"

"Hımm?"

"Hani sen Fenerbahçeliydin?"

"Takım tutmuyordum," dedim kızararak. "O an seninle şakalaşmak için öyle demiştim. Sonra sen Beşiktaşlı olmamı istediğin için ben de Beşiktaşlı olmaya karar verdim."

"Mila..." Saçlarımı örmeye devam ederken ismimi yürekten söyledi. "Siyah?"

Kıkırdadım. "Beyaz!"

Görmesem de gülümsediğini hissettim ve saçlarımı örmeye devam ederken gözlerimi kapatıp bunun tadını çıkardım. Parmakları bilhassa yavaş davranıyor, âdeta saçlarımı okşuyordu. Örmeyi bitirip kurdelemi uçlarına bağladığında çocuk sevinciyle ona döndüm. "Teşekkür ederim mi amor," diye fısıldadım ve yataktan kalkıp kendi yatağıma koştum.

"Aşkım dedin..."

Hızla yatağımın içine, sıcak çarşafların arasına girdim ve yorganı başıma kadar çekip gözlerimi yumdum. Bu çok romantik, özel bir kelimeydi ve resmen söylemiştim. Nefesimi tuttum ve gülümserken Hazer'in derince iç çektiğini duydum. Ardından çarşafların hışırtısını duydum, sanırım o da yatağına yerleşmişti. Utandığım için kafamı kaldırıp bakamadım ve ilerleyen dakikalar boyunca odanın içinde kalplerimizden, soluklarımızdan başka ses duyulmadı. Gecenin karanlığı ve onun verdiği huzur bir yorgan gibi üzerime örtülürken, "İyi geceler," diye fısıldadı Hazer, kendi yatağının içinden. Gülümsediği sesinden belli oluyordu. "Mi amor."

İstanbul'a dönmüştük. Zaten her hikâyenin kahramanları da hikâyenin başladığı yere döner. Sabah erken kalkmış, uçağımıza binmiş, İstanbul'a inmiştik ve Kerem bizi havaalanından almıştı. Uçakta uyumuş, zaman zaman Hazer’le konuşmuş, yemek yemiştim. Kerem bizi büyük bir sevinçle karşılamış, koşarak Hazer'e sarılmış, bizi çok özlediğinden bahsetmişti.

Hazer önce beni evime bırakacaktı, Gazel'i sabah aradığımda Muazzez'in hâlâ evde olduğunu, beni beklediklerini söylemişti. Artık evime dönme vaktiydi, Hazer'e kalsa bu gece onunla kalmalıydım ama hayatıma çekidüzen vermem gerekiyordu.

Hava karanlıktı ve şehrin içinde yoğun sisle rüzgâr vardı. Sokak lambaları yanıyor, insanlar evlerine varmak için paltolarını yakalarına siper ederek kaldırımlarda süratle yürüyordu. Hazer’le yan yanaydık, eli dizimin üzerindeydi ve parmakları ara ara dizkapağımı okşuyordu. Gözlerinin kapalı olduğunu biliyordum, başını koltuğun arkasına yaslamış, kendini dinlendiriyordu. Bense yıldızları izliyor, ara ara Kerem’le konuşuyordum.

Araba evimin olduğu sokağa girdiğinde kendime gelmeye çalışarak başımı kaldırdım. Camdan dışarıya baktım ve evimin ışıklarının yandığını gördüm. Hazer de doğrularak evime baktı ve sıkıntılı bir iç çekti. Son üç günümde yaşadığım mutluluk için, "Her şey için minnettarım," dedim duygulu şekilde ona bakarak. "Sabrın, davranışların, iyiliğin için teşekkür ederim."

Hazer gülümsedi ve ben bunun, dünyanın başına gelmiş iyi bir iyilik olduğunu düşündüm. "Her şeyin hak ettiğin güzellikte olmasını sağladım," dedi ve kaygısızca omzunu silkti. "Hepsi bu."

Bak, kalbime neler yapıyorsun… demek istedim ona.

Arabanın kapısını açtığımda Hazer de kendi tarafındaki kapıyı açtı. Kerem’le vedalaşarak kapıyı kapattım ve Hazer bagaja ilerleyip valizimi alırken ıssız sokağa baktım. Bagajı kapattığında valizimi yanıma kadar sürükledi. Sokağı kontrol edip karşıya geçtik ve bahçe kapımın önünde duraksadık. Hazer valizimi bırakarak doğrulduğunda yüz yüze geldik ve veda kapımızı çaldı. "Mümkünse yarın işe gitme," diye ricada bulundum. "Çok yoruldun, dinlen."

Hazer böyle bir şey dememi beklemiyor olmalıydı ki bir süre aynı şaşkınlıkla yüzüme baktı. Onun iyiliğini elbette düşünürdüm, şaşırmasının lüzumu yoktu. "Sen de dinlen," dedi fısıltıyla. "Uçak yolculuğu seni sarstı."

"Tamam."

"Tamam."

Hazer arabasına baktı. "Ben... gideyim o zaman."

"Dinlenirken seni düşüneceğim..." Dudağımın kenarını ısırdım. "Sen de beni düşün olur mu?"

Başını hafifçe arkaya atarken genişçe gülümsedi. "Mila, Mila, Mila..."

Bahçemin kapısını açıp girdim ve valizimi çekiştirirken Hazer'e el salladım. Yüzüme uzun süre bakarak geriledi ve sırtını arabasına yasladı. Anahtarımı çıkarıp kapıyı açtım ve valizimi içeriye sokarken gözlerimi ondan alamadım. Valizimi eşiğin içine bırakıp doğrulduktan sonra onun da gözlerini benden ayırmadığını gördüm. Tanrı aşkına, neden ona sarılmamıştım ki?

Ona gülümsedim ve bir anda olduğum yerden ileriye atıldım. Hazer gözlerini kırpmadan beni izlediği için bunu gördü ve sırtını arabadan kaldırdı. Saçlarım rüzgârda uçuşurken gözlerim ondan başka hiçbir şeyi görmüyordu.

Hazer'in kaşlarını çattığını gördüm.

Bahçe kapısından koşarak fırladım ve yüzümdeki gülümseme büyürken bir fren sesinin kulaklarımı doldurduğunu hissettim. Ondan sonra mı? Ondan sonra her şey saniyeler içinde gerçekleşti. Ben fütursuzca ona doğru koşarken Hazer'in yüzündeki ifadenin anbean değiştiğine şahit oldum. Bacaklarım yavaşladı ve Hazer'in gözleri kocaman açılırken bizim için yapılacak hiçbir şey kalmadı.

Hemen yanımda frenin gürültülü sesi duyuldu ve başımı çevirip bakmama fırsat kalmadan bir şeyin sertçe vücuduma çarptığını hissettim. Hazer'in bana koştuğunu görürken dudaklarımın arasından bir çığlık fırladı ve vücuduma sertçe çarpan araba yüzünden ayaklarım yerden kesildi. Bedenim havada döndü ve zihnim bulanırken her şey ağır çekimde oluyormuş gibi hissettim. Bedenim belki saniyeler sonra savrulmanın hızıyla gri zemine yapıştı ve gözlerim kapanırken tüm dünya büyük bir karanlığa gömüldü.

Işıkları göremiyorum.

Kurdelem saçımdan düşüp rüzgâra kapılırken ağzımdan sadece bir kelime çıkıverdi: "Bacak... larım."

BÖLÜM SONU.