34. BÖLÜM
"ELMAS KALPLER"
Keşke birini sevsek ama bu ona acı vermese.
Ateşin gölgesi yok derler ama yalanın vardır. Titreyen ellerin vardır, kızaran yüzün, düğümlenen boğazın, kaçan gözlerin, bağıran vicdanın... Hepsi yalanın gölgeleridir ve o yalanın sahibi değil, ortağı da olsanız, bunları hissetmeye mahkûmsunuzdur.
Hazer'in kalbi elimin altında hızlandı, bedeni ise buz kesti. Behram'ın ise kalbinin tıpkı bu şekilde soğuduğunu hissediyordum. Sanki artık göğsünün içinde kalbini değil de kurşun yarası taşıyordu. Ölüm sessizliği ve soğukluğunda kimseden çıt çıkmıyor ve herkes payına düşen şaşkınlığı yaşıyordu.
Onlar... evlenmiş miydi?
Tanrım, nasıl mümkün olurdu? Bir günde nikâh mı kıyılırdı, hangisi bir diğerini bunun için ikna etmişti? Gazel nasıl bu kadar kalpsiz davranırdı? Ben bile bu kadar incinirken... Behram buna nasıl dayanırdı? Onu tanıdığımdan beri birini ilk kez böylesine incittiğini görüyordum, hem de sevdiğini söylediği birini. İnsan sevdiğini bile böyle incitirken, sevmediğini ne kadar incitirdi?
"Evlenmişler," diye bir fısıltı çıktı Hazer'in dudaklarından. "Bunu da mı yaptı kardeşime?"
Gazel'i canım kadar sevsem de bu yaptığı yüzümü biraz daha kızarttı ve dudaklarımın arasından titrek bir soluk çıktı. Hazer boğazından sert bir nefes alıp düşmemem için belimi daha sıkı tutarken gözleriyle Behram'a bakmayı sürdürdü. Behram'ın bakışları odağını kaybetmişti, Gazel'se doğrudan ona odaklanmıştı. Eskiden Behram'ın inançları sebebiyle birbirlerine özgürce bakamıyorlardı, şimdiyse Gazel'in yalanları yüzünden.
"Neden yaptın böyle bir şeyi?" dedi Behram omuzları düşerken. Bakışları yeniden Gazel'in gözlerine hücum etti ve her zaman nazik olan gözleri büyük fırtınalar kopardı. "Senin bu yaptığın... insanlığa sığar mı Gazel?"
Gazel yüzüne düşen saçlarını bir çırpıda geriye iterek Behram'a yaklaştı ama aynı anda Behram şiddetle gerileyip kafasını iki yana salladı. Gazel kahroldu ve durarak gözlerini sertçe yumdu; gözyaşları bir kez daha boşaldı. "Özür dilerim," dedi ama bu duyduğum en faydasız özürdü. "Yemin ediyorum planlı bir şey değildi, elimin kesildiği o gün... Sen de gelmiştin, bir anda abim deyiverdim. Amacım kandırmak değildi, yemin ediyorum ki değildi. Senden... hoşlanmıştım, hem de ilk gördüğüm an! Galip olmadığında seninle ben o kadar güzeldik ki açıklayamadım sana! Biliyorum, inanmıyorsun şimdi bana ama... seni kaybetmek istemedim."
"Galip, senin sevgilin." Behram gözlerini sertçe yumdu ve bir anda arkasını dönerek ellerini yüzüne kapattı, kendi etrafında döndü. "Biz seninle hiç doğru düzgün konuşmadık, bir şeylerden bahsedemedik ama bir şey oldu! Seninle benim aramda bir şey oldu! Bir duygu! Ben masum sandım bu şeyi, benim seninle ilgili bir tane bile kötü düşüncem yoktu ki! Aklımın ucundan geçer mi böyle bir şey? Ah aptal kafam, ah!"
Gazel ona doğru yürüdü, elini kaldırdı ama dokunamayarak ağlamaya devam etti. "Seni kaybetmeyi gö... göze alamadım."
"Bunun için mi evlendin benimle?" Behram bir hışımla ona döndü ve elleriyle kollarından tutarak hayal kırıklığıyla yüzüne baktı. "Anlattığında seni terk edeceğimi düşündüğünden benimle evlendin, bu şekilde seni affedeceğimi sandın! Ama hatırlatırım Gazel, biz imam nikâhlıyız. Boşanmamız hiç zaman almaz!”
Duyduklarımı hazmetmeye çalışırken elim Hazer'in tişörtünü avuçladım ve Gazel'in hıçkırığı yüreğime kor gibi düştü. Kafasını iki yana sallayıp Behram'a yaklaşmaya çalıştı.
"Evlenmeden gözlerimin içine bakmayan, benimle özel bir şeyler konuşmayan sen bu yalanımı öğrendikten sonra nasıl yanımda kalacaktın ki? Mecburdum işte yoksa bir daha benim yanımdan bile geçmezdin! Sana kendimi nasıl açıklardım? Ben seni seviyo..."
"Bana çektirdiğin bu acıların sendeki karşılığı sevgi olamaz!" Behram onun ellerini bıraktı ve gerileyip yağmurun altında onu baştan aşağı süzdü. Sanki karşısındakinin Gazel olduğuna, bu anın gerçek olduğuna inanamıyordu. Omuzları yeniden çaresizce düştü. "Sevgi bu kadar bencilce bir duygu değil…"
"Beni hak ettiğim her şekilde suçla Behram ama böyle değil. Beni, seni sevmemekle suçlama! Sen imkânsızdın, her açıdan. Seni sevmesem neden seni kaybetmemek için çırpınayım? Belki bencilce ama gerçek." Ellerini onun göğsüne dayadı ve başını sallayarak söylediklerini vurgulamaya çalıştı. Behram'ın onu itmeye bile mecali kalmamış gibiydi. "N'olur böyle bakmayın, biriniz anlayın beni ya! Niye kimse anlamıyor? Ben hep terk edildim, hep! Bu sefer böyle olmasını istemedim! Galip umurumda değil, seni seviyorum ben!"
İkisi de o kadar incinmiş ve yıpranmış görünüyordu ki bir şeyler yapma ihtiyacıyla kıvrandım. Behram onu dinliyor ama sanki anlayamıyordu, bakışları hâlâ bulanıktı. Kafasını iki yana salladı ve bu sırada gözleri bizimle rastlaştığında duraksadı. Bana baktı, aramızda süratle akan yağmur damlalarına rağmen kalbindeki yangını görebildim. "Safir?" dedi Behram ürkek bir sesle. "Se... sen de mi?"
Bakışlarım utançla yere indi.
Behram'ın gözleri bir baş mesafesinde yana kaydı ve o an Hazer'in kalp atışları o kadar hızlı attı ki korkuya dokunduğumu hissettim. "Görüyor musun kardeşim?" dedi Behram ve bir an onu hep sesindeki acıyla hatırlayacağımı düşündüm. "Olanlara bak, senin de dilin tutuldu değil mi?"
Hazer'in elleri kaskatı kesildi. "Beh... Behram..."
"Söyle kardeşim; salakmışsın, aptalmışsın de..."
Gazel ıpıslak yüzünü Behram'dan bize çevirdi ve suçlu bakışları Hazer'e odaklandı. Behram da doğrudan Hazer'e bakıyordu ama Hazer tepki veremiyor, soğumuş, buz tutmuş bir kalple Behram'a bakıyordu. Behram'ın bakışları değişti ve ardından, "Sen neden şaşırmıyorsun?" dedi. Sesinin korkuyla titrediğine yemin edebilirdim. "Hazer, sen neden... bakışlarını kaçırıyorsun ki?"
"Ka... kaçırmıyorum."
Bir an sessizlik oldu ve ardından Behram'ın dudaklarından bir kahkaha döküldüğünde benim de Hazer'in de bakışları tekrar onu buldu. Kahkahalar atarak Hazer'e bakıyor, kafasını iki yana sallıyor, yumruklarını sıkıyordu. Bu kahkahaların aslında bir çeşit çığlık, gözyaşı olduğunu hissettiğimde Hazer'in de belimi tutan eli yumruk halini aldı.
"Behram, kardeşim..."
"Demek sen de biliyordun?" Dedi Behram kahkahaları yerini acı dolu bir tebessüme bıraktığında. Geriye doğru sersem bir adım atarak gözlerini kırpmadan Hazer'e baktı. Bu Gazel'e baktığından daha kederli, daha farklı bir hayal kırıklığı barındıran bakıştı. "Sen... Herkes yapardı da sen nasıl yaptın bunu?"
Hazer ileriye bir adım attı ama sonra beni taşıdığını fark ettiğinde durarak yumruklarını daha feci sıktı. Yüzünde öyle büyük bir korku vardı ki Behram için duyduğu sevginin derinliğini ilk kez bu kadar fark ettim.
"Konuşalım tamam mı? Gelip yüzüme de tükürsün haklısın ama konuşalım! Behram bilmiyor musun benim seni her şeyden çok sevdiğimi? Vallahi söylemek istedim ama... ondan duymanın daha doğru olacağını sandım!" Ateş saçan gözleri Gazel'e döndü. "Ne bileyim seni garantiye almak için evleneceğini!"
Gazel yüzüne şamar yemiş gibi geriledi. "Bana ucuz bir insanmışım gibi davranma! Evlendiğim için pişman değilim."
Hayatımın en kötü akşamlarından biriydi ve duyduğum her kırıcı kelimede biraz daha yıpranıyordum. Bu sefer en az hasarı alan bendim ama üçüne de yardımcı olamıyor, ağzımı açıp konuşamıyordum. Behram gözlerini her üçümüzün de üzerinde dolaştırıp başını salladı ve ağzını bıçak açmadan arkasını döndü. Gözlerimden yaşlar aktı. Kalbi kırılmıştı ve buna hepimiz sebep olmuştuk. Gazel katilse bizler de görgü tanığıydık ve ölen Behram'ın kalbiydi. Gazel onun arkasından birkaç adım attığında Behram döndü ve kaşlarını sertçe çatarak Gazel'i püskürttü. "Gelme!"
Gazel omuzlarını silkti. "Ge... geleceğim."
Hazer inanamıyormuş gibi sinirleri bozularak güldü. "Hâlâ çocuğun üzerine varıyor!"
"Beni bırak," dedim ve Hazer'in başı bana doğru döndüğünde harelerindeki acı yükünün bir kısmını kendi kalbime almak istedim. "Behram'ın peşinden gitmek istediğini biliyorum. Git, açıkla kendini."
Sırtımı evin duvarına dayayıp dengemi bulduğumda Hazer’le temasımız sonlandı ve bana temkinli bir bakış atarak geriledi. "Alçın..."
"İyiyim Han."
Hazer gerilerken omzunun üzerinden arkaya döndü ve ben de onun bakışlarının izini sürdüm. Behram hâlâ yürüyor, Gazel'se onu takip ediyordu. Hazer'in ağzından sinirli birkaç söz çıktı ve ardından bahçe kapısından fırlayıp onların peşine düştü. Başımı eğip alçıma baktım, beyaz sargının üzerinde fazlaca yağmur lekesi vardı. Bunu sonra düşünecektim.
"Eve geç."
Hazer'in sesini duyduğumda başımı tekrar kaldırıp baktım ve Hazer'in Gazel'e kızdığını gördüm. Karşı karşıyalardı ve Behram onların ilerisinde yürümeye devam ediyordu. Gazel dönüp Hazer'e baktı, dudaklarından hıçkırık dökülüyordu ve sanırım bu yüzden konuşmak için birkaç kez yutkundu. "Lütfen... Engel olma da ona kendimi anlatayım."
"Şu an olmaz." Hazer yukarıdan, itiraz eden gözlerle ona bakıyordu. "Çok öfkeli, bırak biraz sakinleşsin."
"Karısı değil miyim?" Gazel bağırdı ve Hazer gözlerini sinirle yumarken Behram'ın da adımları kesildi. Bu gerçeği bir kez daha duymak hayatımı sorgulamama sebep oldu. En yakın arkadaşım ani bir evlilik yapmıştı ve aynı zamanda bu evlilik büyük hayal kırıklığının altında ezilmeye mahkûm olmuştu. "Gideceğim, sen neden karışıyorsun ki? Telafi edene kadar yanından ayrılma..."
"Karımsın öyle mi?" Behram'ın ne ara arkasını dönüp onlara yaklaştığını, Gazel'i kollarından tutup kendine çektiğini anlayamadım ama bir an sonra gözleri birbirine kenetlenmişti. Bu görüntü karşısında yüreğim ağzına geldi. "Bu evlilik aniden başladığı gibi aniden bitecek! Hemen şimdi! İmam nikâhlıyız biz, yarın seninle gidip nikâh için gün alabilirdik ama mahvettin bu hayalimi. Hemen şimdi bitecek tamam mı? Boşayacağım se..."
"Hayır!" Gazel avazı çıkana kadar bağırdı ve elleriyle onun kazağına yapışarak kederle baktı. "N'olur ani bir karar verme, yalvarırım!"
Gazel kafasını iki yana sallayıp duruyordu ama Behram'ın dudakları aynı kararlılıkla aralandığında, "Behram," dedi Hazer ve elini uzatıp onun omzuna koydu. "Yapma."
"Sen... Sen hiç yaklaşma bana!" Behram önce Gazel'i bıraktı, sonra elini uzatıp Hazer'in elini bir çırpıda itti. Hazer'in eli çaresizce yanına düşerken Behram ellerini göğsüne koyup onu sertçe itti. "Ben ne dost kazığı yedim ne de aşk kazığı. İkisini de aynı anda yaşattınız ya bana... yazıklar olsun size!"
Hazer ona döndüğü için yüzünün aldığı hali göremiyordum ama hüzünle çarpan kalbinin sesini duyuyordum sanki. "Behram... geç suratıma tükür ama böyle deme."
"Şansım olsaydı ben de, Suratıma tükür ama bana bunu yapma Hazer, derdim sana."
Behram arkasını döndüğünde Hazer'in ruhen yıkıldığını gördüm; her ikisinin de kalpleri parçalarına ayrılmıştı. Behram ikisini de arkasında bırakıp düşmüş omuzlarıyla sokağın köşesini dönüp gözden kaybolduğunda Gazel arkasından bağırarak yere eğildi ve yüzünü dizlerine kapatıp derin bir ağlama nöbetine tutuldu.
"Bitirdim dostluğumuzu." Hazer'in sesi yağmurun gürültüsünde kayboldu. "Ne dese, ne yapsa haklı.”
İkisi o sokağın ucunda, yağmurun altında ne kadar kalıp Behram'ı izledi bilmiyorum ama az sonra Hazer bu tarafa dönüp bakışlarını Gazel'e dikti. Gazel iki büklüm olmuş, kollarıyla kendisini sarmış, titreyip duruyordu. Yanına gitmek, onu eve getirmek istiyordum ama gelmeyeceğini adım kadar biliyordum. Hazer yumruklarını sıkıp uzun saniyeler boyunca Gazel'i izledi.
"Yıllarca emek verdiğim heykellerimi yıktığında bile böyle perişan hissetmemiştim. Sana da bana da... Hepimize yazıklar olsun."
Gazel kafasını bile kaldırmadan, "Özür dilerim," dedi fakat bu özrü de oldukça faydasızdı. "Ben tüm suçu üstleneceğim, sizi buna mecbur ettiğimi söy... söyleyeceğim."
"Gözlerinin içine baka baka sustum, artık sen ne desen faydasız."
Hazer omuzlarını düşürdü ve ağır adımlarla yanıma yürüdü. Gazel o kadar yalnız görünüyordu ki burnumun diğeri sızlamıştı. Hazer bahçe kapısından girdi ve başını kaldırıp bana baktı. Baştan aşağı ıslanmış, sırılsıklam olmuştuk. O güzel gözleri gözlerime kilitlendi ve aynı ağır adımlarla yanıma gelip önümde durdu. Mahcubiyetim ve samimi üzüntümle elimi ona uzattım ve Hazer elimi tutarak aramızdaki o mesafeyi de aştığında elimin içindeki elini kaldırdım. Onun da benim de beklemediğim bir şey yaparak yüzümü eğdim ve dudaklarımı elinin üzerine bastırdım. "Üzülme mi amor."
Beni kollarının arasında, aralık kalan kapıdan taşırken bakışlarım omzunun üzerinden Gazel'i buldu. Yere çökmüş ağlıyordu. Dayanamadım, hatalarına, yalanlarına rağmen onu böyle görünce hıçkırdım ve yüzümü Hazer'in omzuna sakladım. Han bir anlık duraksamadan sonra içeri girdi.
Aynı anda kulağımı neşeli bir ses doldurdu. "Oo gençler işiniz bitti mi..."
İlahi Kerem.
"Kerem," dedi Hazer ciddi bir sesle. Bu ses tonunu biliyordum, Kerem'i de ciddiyete davet ediyordu. "Gazel dışarıda, içeriye girmesine yardımcı olsana."
"Kıza sizi öyle gelince kal geldi demek ki," dedi Kerem, demek öpüştüğümüzü görmüştü. Hazer tepkisiz kaldı ve az sonra Kerem yanımızdan geçip sokak kapısından çıkarken mırıldandı. "Biz de böyle yağmur altında aşna fişne yapabilirdik Leyla’m…"
Hazer beni odama kadar taşıyarak yatağımın üzerine bıraktığında ona sayısız teşekkür ederek yatağın ucuna yerleştim. Hazer önce kendi üzerindeki ceketi çıkardı, kirli olduğu için kapının önüne bıraktı ve ardından tekrar yanıma yaklaşarak hırkama uzandı. "Ben hallederim," diyerek hırkamı çıkardım ve ayaklarımın ucuna bıraktım.
Hazer ellerini beline dayadı. "Bembeyaz bluzu mahvetmişim... Kızma tamam mı?"
"Senin yanında ne önemi var hayatım," dedim tereddütlü bir gülümsemeyle.
Hazer yutkunup bir elini saçlarına attığında kıyafetlerimizin perişanlığına bakarak iç çektim. Elindeki çamur, o sıcak dakikalarda vücudumun büyük kısmına yayılmıştı. Bir duş almalıydık. Ona baktım. "Duş almak ister misin?"
"Birlikte mi?" Gözlerini kırpıştırdı.
“Yalnız…”
Hazer ensesini kaşıdı ve aynı anda sokak kapısının gıcırtısı duyulduğunda Gazel’le Kerem'in eve girdiğini anladım. Yanına gitmek, hatalarına rağmen onu sevdiğimi göstermek istiyordum. Hazer'in gözleri kapıya kaydı ve bana bakarken oluşan sıcaklık yerini âdeta bir kutup soğukluğuna bıraktı. Dudaklarını sıktı. "Ben... gitsem iyi olacak."
Ah, gitmek mi istiyordu? Üstü perişandı, Gazel'e kırgın ve kızgındı. Belli ki gidip evinde kafasını dinlemek istiyordu. İstekleri oldukça makuldü ama ben onu, yüreği bu kadar daralmışken yalnız bırakmak istemiyordum. Dudaklarımdaki saçı geriye çekerken beni öpüşünü hatırladım ve bakışlarım ister istemez dudaklarına yöneldi. Az önceki keder dolu ana rağmen utanmadan nasıl bu öpücüğü düşündüğümü bilmiyordum ama...
"Yapma Mila, bakma bana öyle. Zaten ben de aklımı, kalbimi... orada bıraktım."
O da öpüşmemizde kalmış demek.
Yanaklarım ısındı ve bakışlarım sakince göğsüne düştü. Aldığı derin nefesin göğsünde yaptığı şişkinliği izlerken onun erkek arkadaşım olduğunu ve ondan bir şeyler isteyebileceğimi bildiğim için, "Hazer," dedim yumuşak bir sesle. "Gitmesen?"
"Tamam, çok istiyorsan kalırım," dedi hızlıca ve gözlerini kaçırıp dertli bir iç çekti.
Bu kadar kolay kabul etmesini beklemediğim için bir an bocaladım ve ardından sevinç duyarak elimi yatağın kenarına koydum. "Yanıma otursana, ayakta kaldın."
Gözlerini indirip üzerine baktı. "Kirliyim, ıslağım, yatağını da kirletmeyeyim."
- Moralini düzeltmek için espri yapmaya çalıştım. "Bilmem tanır mısın ama benim bir erkek arkadaşım var ve eşyalarımın mahvolduğu görürse hiç dayanamaz bana yenilerini alır."
Kederle gülümsedi. Elimi yanıma koydum, Hazer bir adım daha atıp yanıma oturduğunda elimi kucağıma çektim ve omzunun omzuma dokunuşunu hissettim. Ellerini önünde birleştirdi ve başını önüne eğip tırnaklarına baktı; aralarına çamur girmişti. Onları gördüğünde utandığından olsa gerek tırnaklarını sakladı ve bu bana o kadar masum geldi ki...
Nasıl yaptığımı anlamadan uzanıp dudaklarımı yanağına bastırdım ve onu öpüp hemen geri kaçtım.
Hazer donup kaldı.
Başımı önüme eğerken Hazer'in bana döndüğünü hissettim ama bir şey deyip beni utandırmadı. Çok içimden gelmişti, aniden öpüvermiştim. Sakalları dudaklarımı gıdıklamıştı. Han'ın sert biçimde yutkunduğunu duydum. "İşte sen böylesin Mila. En üzgün, kederli hissettiğimde bile tatlılığın, nazik kalbinle kalbimi hoplatıp duruyorsun. Ama böyle aniden yapma tamam mı? Çünkü çok heyecanlanıyorum ben..."
"Peki canım."
"Canım," diye mırıldanıp içini çekti ve tekrardan önüne döndü. Kirli ellerimdeki çamuru ovuştururken onun gözlerini camdan dışarıya dikip bir süre yağmuru seyretmesini izledim. Tanrım, ne güzel kaşı, kirpiği...
"Ben Kerem'i yollayayım da bana temiz kıyafetlerimi getirsin. Bu sırada duşa gireyim. Ama öncesinde... sen banyoyu bir kontrol et istersen."
Başımı sallarken yüzünü izlemeye devam ettim. "Tabii ki duş alabilirsin. Sen... iyi misin?"
Başını diğer tarafa çevirip gözlerini ovaladı. "Hı hı," dedi duygulu bir sesle.
Yanağımı omzuna sürttüm. "Canım benim."
Bir süre orada oturduk ve dışarıda kopan fırtınayı izledik. Rüzgâr cama sanki tırnak atıyor, ürpertici davranıyordu. Az sonra kalktım ve Hazer de peşi sıra doğruldu. Beni aynı şekilde tutmuş, ayaklarımı yerden kesmişti. Hazer'in benden çekindiğini sanmıyordum, Gazel’le aynı evi paylaştığımız için banyoyu kontrol etmemi istemişti. Koridora çıktık ve banyonun önünde durduğumuzda kapıyı açıp içeriye göz attım. "Buyur."
"Seni bırakayım, öyle geçeyim."
Başımı sallarken, "Salona bırakır mısın?" dedim çekingen bir sesle.
Hazer ayaklarımı tekrar yerden kesip beni kaldırdı ve nefesini yanağıma doğru üfledi. Nefesi açık bir yaraya dokunur gibi tenime dokundu ve beni salonun kapısına bıraktığında ona teşekkür ettim. Salona hiç bakmadı, Kerem'e seslenip banyoya yürüdü. Kapıyı açıp içeriye girerken Kerem de koltuktan kalkmıştı. Bana sevimli bir bakış atarak kolumdan tuttu ve koltuğa oturmama yardımcı olurken temkinli bir şekilde sordu. "İyi misin Safirciğim?"
"Teşekkür ederim, iyiyim," dedim.
O kapıyı kapatıp gözden kaybolduğunda gözlerim Gazel'i buldu. Elektrikli sobanın önünde dışarıdaki gibi iki büklüm oturuyor, sarsılıyordu. Sobayı açanın Kerem olduğuna emindim. Benden farkı yoktu, baştan aşağı ıslanmıştı ve yüzü kıpkırmızıydı. Ne yaşanırsa yaşansın o benim dostumdu, bu yüzden sormadan edemedim. "Gazel, iyi misin?"
Sesimi duyduğunda gözlerini yumdu ve birikmiş gözyaşları yanaklarına düştü. "Değilim," dedi dürüst davranarak. "Bok gibiyim."
Ah, pekâlâ. Gözlerimi kırpıştırdım ve o asabiyetle yüzündeki yaşları silerken, "Hep senin, Behram'ın iyiliği için konuştum," dedim ona duyduğum sevgi incinirken. "Ama görmezden geldin, kendi bildiğini okudun. Yapma dedim, dinlemedin. Belki daha sert olmalıydım. Seni kırmak istemedim ama keşke daha sert davransaymışım. Gözün mü döndü senin, bir yalanın üzerine nasıl evlilik kurarsın?"
Hıçkırıklarını tutmak için dudaklarını ısırdı ama faydasız kaldı. "Gerçeği söyledikten sonra yanımda bir dakika kalmazdı! Zaten normalde de benimle konuşmayan biri bunu öğrendiğinde konuşur muydu? Biliyorum, çok bencilce ama buna mecburdum."
Kafamı iki yana sallarken, "Çok affedersin ama sen bahaneni bile hazırlamışsın," dedim üzgünce. "Empati yap, ya Muazzez onun kardeşi değil de sevgilisi olsa ve sen bunu bu şekilde öğrensen? Düşüncesinin bile yüreğini daralttığına eminim. Peki Behram'ı nasıl ikna ettin evlenmeye?"
Behram geleneklerine, ailesine düşkün bir adama benziyordu. Böyle habersiz, ani bir evlilik onun tarzı değildi. Beni çok şaşırtmıştı. Gazel bakışlarını yere sabitleyip, "Dün gece Behram'ın yanına gittim," dedi. Ağladığı için gözkapakları şişmişti. "Annesi de oradaymış, Behram zaten beni anlatmış annesine, bu şekilde de tanışmış olduk. Annesinin beklemediği bir tip olduğum çok belliydi ama kadın bana çok iyi davrandı, Muazzez'e benziyordu. Onların hepsi iyi, insana huzurlu hissettiriyor... Ben bunu kaybetmek istemedim."
Gazel'in sevgi eksikliğini biliyordum, küçüklükten beri böyleydi. Ben bir bakıma ondan daha şanslıydım, bir babam vardı ve birbirimizi çok sevmiştik. Gazel ne annesini tanıyordu ne de babasını, doğduğundan beri yetimhanedeydi. Soyadı bile yoktu. Bahsetmezdi, benden daha neşeli dururdu ama içten içe kafasında, kalbinde derin hasarlar oluştuğunu hissediyordum. Belki de bu sevgi eksikliği onun yanlış kararlar almasına sebep oluyordu. Kendimi, onun saçlarını okşamak isterken buldum.
Gazel anlatmaya devam etti. "Sonra işte annesi, 'Madem ciddisiniz abinle tanışalım,’ gibi bir şeyler söyledi. O an her şeyi bağırarak söylemek istedim ama Behram... annesinin tepkisinden mutlu olmuş gibiydi, söyleyemedim. Ben… söylemeden önce bizi birbirimize bağlayacak bir şey olsun istedim ve, 'İmam nikâhı kıyalım,’ dedim. Zaten Behram da böyleyken kendini daha iyi hissederdi. Annesi de o da epey şaşırdı, Galip’le tanışmayı kafaya koymuşlardı. ‘İmam nikâhı kıyalım, sonra tanışabilirsiniz. Abimle aramız zaten çok iyi değildir,’ dedim, Birbirimizi çok sonra bulduğumuzdan bahsettim. Annesi çok şaşırdı, onaylamadığını hissettim. Bilmiyorum, belki annesiyle de arasını bozmuşumdur. Ama o an en mantıklı görünen buydu, bizi birbirimize bağlayacak bir şey olmalıydı."
Sanki söylediği her kelimenin altında derin bir sevgisizlik ve yalnızlık duygusu vardı. Ani alınmış, yanlış bir karardı belki bu evlilik. Bir anda Hazer'in ettiği evlilik teklifini düşündüm; muhtemelen aynı evde, gecemizi gündüzümüzü beraber geçirirdik. Hazer'in sadece Leo'yu almak için evlilik teklifi ettiğini düşünmüyordum, kendi duygularına da kapılmıştı.
"İmam nikâhı kıyıldığında hem Behram rahat edecekti hem de aranızda bir bağ kurulmuş olacaktı," dedim. Saçlarından sular damlıyordu, bir havlu alıp saçlarını kurulamak istiyordum. "Annesi ve Behram bu sırada abinle tanışacaklarını sanıyorlardı muhtemelen. Herkes üzüldü, üzülmeye devam edecek. Neresinden tutsam elimde kalıyor bu konu. Yapamıyorum Gazel, sana hak veremiyorum. Lütfen, Behram boşanmak isterse mâni olma."
"Hayır," dedi başını iki yana sallarken. "Boşamayacak. Sevgime inandıracağım, o da zamanla beni affedecek. Hatta ben burada olmamalıydım, eşimin yanında olmam gerekmez mi? Ben... ben... aniden söyledim o yalanı, planlar kurmadım! Hataydı, kabul ediyorum! Suçsuzum demiyorum ki. Ama hatamı telafi etmek istiyorum. Anlatayım, dinlesin istiyorum. Oturup uzun uzun hiçbir şey konuşmadık ama buna rağmen evlenebilecek kadar bu sevgiye güvendiysek böyle harcayamam bu evliliği."
Elbette ben de bunun telafi edilmesini isterdim ama Behram'ın üzerine gidemezdi. Ellerimden ve sağlam bacağımdan güç alarak dikkatlice yere indim ve kendimi sürükleyerek yanına yaklaştım. Yanlışlarına rağmen o benim dostumdu ve ona sarılmak istiyordum. Kollarımı etrafına doladığımda bunu bekliyormuş gibi derhal beni kucakladı.
"N'olur sen de sırtını çevirme bana Safir, n'olur! Gidecek hiçbir yerim yok! Yalnız kalmak istemiyorum, lütfen..."
"Duygularını incittiysem özür dilerim, sana sadece doğruyu göstermeye çalışıyordum," dedim tüm içtenliğimle. O kadar sıkı sarılıyorduk ki bir an yetimhanedeki yataktaymışız gibi hissettim. "Lütfen bir daha asla yalan söyleme ve Behram’la olmak istiyorsan onun düşüncelerini, kalbini, gururunu önemse. Onu sevdiğini göster ama üzerine çok gitmeden yap."
"Bir daha yalan yok," dedi. Sesi son derece kararlıydı. "Hazer de... beni görmek istemiyordur."
En yakın arkadaşımla erkek arkadaşımın birbirlerine böyle sitemli olması kalbimi kırsa da bunu yalanlayamazdım. "Sana biraz tripli," dedim.
"Hakkı var, ne diyeyim ki. Başının belası oldum resmen, önce heykellerini, sonra dostuyla arasını mahvettim!"
O heykel meselesi hâlâ kafa karıştırıcıydı, Gazel hatırlamadığını söylüyordu ama yapan da oydu. "Doktora gittin mi?" diye sordum. "Biz İspanya'dayken bir randevun vardı."
Bir anlık sessizliğin peşinden, "Gittim," dedi. Sesi çok zayıftı. "Test sonuçları çıkmış. Benim bir... psikiyatriste görünmemi söyledi. İnsanların zaman zaman yaptıklarını hatırlayamadığının normal olduğunu ama benim durumumun ciddi olduğunu söyledi. Çok acı bir şey öğrenmişsem içimdeki duyguları bu şekilde dışavurmuş olabileceğimi söyledi. Fakat bunu heykelleri dağıtmamla bağdaştıramadı. Hâlâ hatırlamıyorum atölyeyi dağıttığımı, bunun için Hazer'e hep mahcup kalacağım."
Öğrendiği acı şey, uğradığım tacizdi.
Onun için çok endişeleniyordum. "Gideriz tabii ki," dedim hızlıca. "Hatta en iyisini buluruz. Biliyorsun, müzikalden kazandığım para var, onu senin için harcamayacağım da ne için harcayacağım."
"Mila..."
"Lafını kesmeyi hiç sevmediğimi bilirsin ama senin biraz despotluğa ihtiyacın var, yani benim despotluğuma... Hadi, üzerini değiştirip biraz uyu."
"Ama..."
"Dediğimi yap, despot olmaya çalışıyorum şurada."
İçini çekip benden ayrıldıktan sonra odadan çıktı ve az sonra temiz kıyafetleriyle yanıma geldi. Onun kıyafetleri de benim dolabımdaydı. Üzerine bir taytla uzun kollu badisini giymişti. Gelip koltuğa çıktı ve bacaklarını kendine çekip ufaldı. Saçlarını ve yüzünü kurulamıştı ama gözleri hâlâ yaşlıydı. Ruhunun sağlıklı olmadığını o bakışlarından bile anlayabiliyordum ama elimden gelen bir şey yoktu. En kısa sürede iyi bir psikiyatrist bulacak, bu iniş çıkışlarına sebep olan şeyi öğrenecektim. O uyuyana kadar başında bekleyip onunla olan sayısız güzel anımı yâd ettim ve sokak kapısının sesi gelince kafamı koridora çevirdim. Kerem salon kapısını açıp içeri girdi.
“Çabuk geldin,” dedim ve o bana göz kırpıp koltuktaki Gazel’e bir bakış attı. “Ne oldu? Ne kaçırdım ben?”
Saklanılacak bir durum olmadığı için, "Behram’la Gazel evlenmiş,” dedim.
"Ahaha, şakacı seni."
Kerem getirdiği torbayı hemen yanı başıma bıraktı ve gözlerini kaldırıp bana bakarken sırıtması kaybolmaya başladı. Ciddi olduğumu anladığında gözlerini irice açtı.
"Ben Hazer Bey'den beklerken Behram saman altından su yürütmüş..."
Dönüp Gazel'e baktı ve sonra şaşkın vaziyette yanıma oturarak kafasını kaşıdı. Yaşadığı şaşkınlığa hak veriyordum çünkü bir saat önce ben de aynısını yaşamıştım. Kafasının içindeki soru işaretlerinin ağırlığını hissedebiliyordum. Başını bana çevirip, "Çok şaşırdım," dedi. "İlk ben evlenmeliydim. Leyla'yı görür görmez âşık olduğumu anladım! Söylesene Safirciğim, benim gibi alfa var mıdır?"
"Kesinlikle yok."
"Ben de Leyla'ma güzel bir yüzük almak için para biriktiriyorum işte..."
Tebessüm ettim. "Siz beraber misiniz?"
"Evet." Dişlerini göstererek sırıttı. "Çok âşık bana. Geçen gün adımı dövme yaptıracaktı, zor durdurdum ya..."
"Biraz abartıyor olabilir misin?"
Kıs kıs güldü. "Senden de hiçbir şey kaçmıyor Safir."
Hüzünle gülüştük ve ben daha ağzımı açıp bir şey diyemeden koridordan taşan sesi duydum. "Hayatım."
Başımı koridora çevirdim. "Hazer seslendi."
"Kıyafetlerini isteyecektir," diyerek kalktı Kerem.
Biraz sonra Hazer giyinmiş şekilde geldiğinde elinde temiz bir havlu olduğunu gördüm, saçlarını kurutuyordu. Kapıyı kapatırken koltukta uyuyan Gazel’e bir bakış attı, ardından bana dönüp burukça gülümsedi. Yüzünden hâlâ damlalar akıyordu, temiz sabun kokusu onunla içeriye girmişti. Bir eşofman takımı giymişti, kalın giyinmesinden memnuniyet duydum.
“Sıhhatler olsun,” dedim kafamı yana eğerken.
“Sağ ol güzelim.”
Yanıma oturduğunda aramızda duran elimi ve sonra onun ileriye odakladığı bakışlarını izledim bir süre. "Çok mu üzgünsün?" diye sordum Behram'ı kastederek. "Tabii ki öylesin… Yüreğinin acısını hissediyorum aslında."
Göğsünü derin bir nefesle şişirip gözlerini omzumun üstünden cama kaydırdı ve beyaz tülün arkasındaki güneşin batışını izledi. "Hata yaptım," dedi, çenesi belirgin şekilde seğirdi. "Susmamalıydım, o zaman bana sırtını çevirip gitmezdi. Şu an takıntılı eski sevgili gibi Behram'ın evine gidip, Affet lan beni! diye bağırmamak için zor duruyorum."
Gülmem için yanlış bir an olsa da benzetmesine gülümsemeden duramadım. "Çok seviyorsun değil mi Behram'ı?" diye sordum. "Onun bu kadar üzülmesi yüreğini dağladı, değil mi?"
Altdudağını dişlerinin arasına alıp ezerken havluyu kenara bıraktı. "Ben Behram'a çok şey borçluyum," dedi yaşanmışlıklarla dolu bir sesle. "O beni ipe sapa gelmez her şeyden korudu, kurtardı; âdeta abim oldu, hem de benden küçük olmasına rağmen. Yapmak zorunda değildi ama yaptı. Ben hayta, baş belası bir kardeştim ama hiç şikâyet etmezdi.”
Gazel'e beslediğim hislerin neredeyse aynısıydı söyledikleri. Behram'ı çok içten seviyordu. Hem aralarındaki ilişkiye hem de ona karşı şefkatle dolarak elimi bileğinden yukarıya kolu boyunca kaydırdım.
"Dostunu bu kadar seven biri…" diye fısıldadım ve ben daha devamını getirmeden Hazer benim cümlemi kendince tamamladı. "…bir kadını ne kadar sevebilir?"
Nefesimi kesti ve dilimin ucundaki harfler eriyip sanki yakıcı bir şeye dönüştükten sonra boğazımdan aktı. Bir kadının kalbi bir adam için ne kadar atabilirse o kadar fazla attı kalbim. Hazer’le hayatıma yeni, bembeyaz bir sayfa açılmıştı ve o sayfada tek lekenin bile oluşmaması için uğraşacaktım. Hazer çok heyecanlandığımı fark ederek merhametle gülümsedi ve tereddütlü şekilde yaklaşıp alnını alnıma koydu. "Gece Yarısı Güneşi’m, Mila..."
“Bu gece de beraber uyuyabilir miyiz?” diye sordum başımı biraz geri çekerken.
Kaşları kalktı ve yüzünü bir gülümsemenin izi okşayıp geçti. “Uyuruz Mila.” Gazel’e bakıp bana döndü. “Seni yatağına götüreyim, uzan. Sonra da çorba ısıtayım, biraz ye olur mu?”
"Kendine de koy lütfen," dedim, onun da saatlerdir bir şey yemediğini düşünüyordum.
Omzunu silkti. "İştahım yok."
Doğrulduğunda kollarımı kaldırdım. Hazer buna keyifsizce gülerek bir kolunu belimden, diğerini bacaklarımın altından geçirdi ve beni odama taşıdı. Kerem’in sesi mutfaktan geliyordu, galiba telefonla konuşuyordu. Hazer uzanmama yardım ettikten sonra odadan çıktı ve az sonra döndüğünde benim için çorba ısıtıp salata yaptığını gördüm; kendisi için bir şey koymamıştı. Gelip önüme oturdu ve tepsiyi dizlerine koyup ısıttığı çorbayı üfleyip bana içirdi. Elbet ben de içebilirdim, sonuçta kolum kırılmış değildi ama ilgisinden nasiplenmek hoşuma gidiyordu; üstelik onun da kafasını dağıtacağını ümit ediyordum. Çorbayı, iki ekmek dilimini ve kâsedeki salatayı yiyip bitirdim. Ekmeğimin son lokmasını uzanıp hızla onun ağzına ittim, Hazer hazırlıksız yakalanmıştı.
"Erkek arkadaşım da doysun," dedim elimi geri çekerken.
Ekmeği ağzında çevirirken dudağı belli belirsiz kıvrıldı. Ben de kafamı yana eğip gülümsediğimde Hazer tepsiyi alıp doğruldu ve odadan çıktı. Döndüğünde elinde bir bardak su vardı, ilaçlarımsa komodinin üzerindeydi. Onları içip merheme uzandığımda Hazer bardağı geri götürmüştü. Kazadan beri yüzüme hiç bakmamıştım ama aynaya bakmak istemiyordum; bu beni daha çok incitirdi. Fakat kollarımdaki, bacaklarımdaki ezikleri görüyordum. Hazer dönene kadar merhemi o eziklerime sürdüm ve katlanılabilir acının dinmesini bekledim.
Merhemle işim bittiğinde ilaçlarımın yanına bıraktım ve şortumun uçlarını dizlerime itip yatağın içinde kaydım. Kendime ve bacağıma acımasız davrandığımın farkındaydım; bacağıma daha nazik olmazsam iyileşmesi zaman alırdı. Ben de daha uzun süre dans edemezdim. Bu gerçekle bir daha yüzleşip yorganı göğüslerime kadar çektim ve ellerimle yorganı tutup tavana baktım; gölgemi gördüm. Gözüm onun da gölgesini aradı. Yatakta Hazer için yer ayırmıştım, ilk seferki gibi.
Hazer'in geldiğini, tavana düşen gölgesinden anladım ve attığı her adımda gölgesinin benim gölgemle birleşmesini izledim. Çekingen şekilde yatağın kenarına yerleşip yorganı kaldırdı ve sakince yatağa yerleşti. Ağır şekilde yutkunup yorganı sıkıca tutarken Hazer de yorganı üzerine çekip gözlerini tavana sabitledi.
Aramızda bir çocuğun sığacağı kadar mesafe vardı. Yine.
"Hazer?"
O da benim yaptığım gibi yorganı kavradı. "Si?"
"Yatak için teşekkür etmek istedim, ayrıca bir daha bana böyle abartılı hediyeler almamanı rica edeceğim."
Boğazından huysuz bir ses çıktı. "Manitama istediğimizi de alamıyoruz la..."
"Ankara'nın keçisi meşhurmuş," dedim gülmemek için dudağımı ısırırken. "O sen misin yoksa?"
Bir anlık sessizlik oldu, kederli olmasa güleceğine emindim. Belki tebessüm etmiştir ama ona bakamadığım için görmedim.
"Kerem’le çok takılıyorsun," dedi. Sesindeki gülümseyişi belli belirsiz hissettim. "Ankara keçileri kıskanç olur."
Hazer, Hazer, Hazer'im...
Bir kelebek olsam ve bir günlük ömrüm olsa ona, ona, hep ona uçardım. Bir gülüşünü, bir sözünü duymak, gözlerini bir kez görmek için. Kibar şekilde tebessüm ederken uyumamız için sessiz kaldım ve gölgelerimizi izledim. O an gölgesi yavaş yavaş bana yaklaşmaya başladı, aramızdaki o çocuk mesafesi kapandı. Tavandaki gölgelerimiz birleşti ve başımı çevirdiğimde Hazer'i burnumun dibinde gördüm. Yaklaşmış, tereddütlü gözlerle bana bakıyordu. Soluğumu hissedecek kadar yakınımda olması beni heyecanlandırmıştı. Elini yavaşça omzuna vurduğunda başımı yastıktan kaldırıp geniş omzuna koydum.
"Omuz çıkıntım," dedim, yanağım tişörtünün üzerinden omzuna, evine yerleşirken.
Hazer'in kolları vakit kaybetmeden beni sardı ve belimde birleşti. Ben de tek kolumu tereddütle ama isteyerek karnına sardım ve âdeta bir ağacın gövdesine sarılan sarmaşıklar gibi duygularımızın etrafına dolandık. Çenesini başımın üzerine bastırdı ve beni kendine yaslayarak, "Benim güneşim, aydınlık gecem, iyi geceler," diye fısıldadı.
✨
Elinden tutup rüyalarıma kadar götürmek istediğim bir adam var.
Duygularımız vücudumuzdaki kemikler gibi sert olsaydı, sanırım doğumumuzdan itibaren sakat yaşar ve sakat ölürdük. Duygularımız vücudumuzu bir arada tutan kemiklerimizden daha hassas olmasına rağmen dışarıdan incinip kırıldıklarının hiç görülmemesi, Tanrı'nın bir bildiğindendi sanırım.
Etrafımdaki herkesin duyguları o kadar incinmişti ki kime yardım edeceğimi bilemediğim bir sabaha uyanmıştım. Gözlerimi açtığımda Hazer'i yanımda bulamamış, erkenden gittiğini anlamıştım. Yüzümde, boynumda, yastığımda kokusunu bırakıp gitmişti. Kalktığımda komodin üzerindeki not kâğıdını görmüştüm.
Behram'ı camide yakalamak için erkenden çıkıyorum, evinden kovsa bile camiden kovamaz sonuçta beni :) Oradan sonra şirkete geçeceğim. Lütfen yat ve dinlen bebeğim.
Notu birkaç kez okuduktan sonra yüzüme bir gülümsemenin konduğunu fark ettim. Doğruldum ve değneğimle kalkıp bu kâğıdı, Hazer'in bana yazdığı diğer notların yanına koydum. Üzerimi kontrol edip odamdan çıktığımda sokak kapısının da açıldığını duyup başımı oraya çevirdim. Gazel hazırlanmış, çıkıyordu. Endişeyle seslendim. "Gazel? Nereye?"
Ayakkabısını giyerken duraksadı ve omzunun üzerinden bana döndü. Üzerine siyah montunu geçirmiş, dalgalı saçlarını bağlamıştı. Gözkapakları ve dudakları şiş, kızarıktı. Doğrulurken, "Mahalleye gideceğim," dedi. Saatlerce ağladığı için boğazı tahriş olmuş gibiydi. "Annemle babamı arayacağım yine."
Omuzlarım çöktü ve vücudumda alçıdan daha ağır bir yük taşıdığımı hissettim. "Şu an... pek sağlıklı düşünmüyorsun. Daha önce gidip bulamamıştın. Bari bu haldeyken kendini yormasan mı? Ya da hazırlanayım da beraber gidelim, senin yanında olurum."
"Hayır," derken sesi kararlıydı. Göz altlarında koyu halkalar oluşmuş, çökmüştü. "Bu haldeyken seni yoramam. Zaten mahalleden sonra Behram'ın yanına geçeceğim. Sonra da sahafa giderim, senin yerine çalışıyorum ya. Sen dinlen tamam mı? Ve beni affet bu zor zamanlarında sana yardımcı olamayıp daha fazla dert açtığım için."
Cevap vermeme müsaade etmeden arkasını döndü ve çıktı. Ailesini bulmayı kafaya takmıştı, aynı şekilde Behram'ı geri kazanmayı da. Çok üzülüyordum, hepsine ayrı ayrı. Değneğime yaslanmış sabit durmaya çalışırken, "Safirciğim," diyen sesi duydum ve gözlerimi mutfak kapısına çevirdim. Kerem tatlı bir gülümsemeyle bana bakıyordu. "Günaydın! Ayakta durma, içeri geç. Ben de kahvaltını hazırlayayım."
"Sen Hazer’le gitmemiş miydin?"
"Herhangi bir ihtiyaç olursa diye evde bulunmamı tercih etti."
Başımı salladığımda Kerem mutfağa döndü. Ben de Gazel'i düşünerek odama döndüm ve dolabımı açıp bakındım. İspanya'ya gitmeden önce yaptığım alışverişte neredeyse dolabımın hepsini değiştirmiş, kendime güzel kıyafetler almıştım. Bacağım kırıktı, etrafımdaki herkes mutsuzdu, kendimi kötü hissediyordum ama daha da dibe batmamak için kendimle ilgilenmek, güzel şeyler giymek istiyordum. O kızın olmamı istediği şey olmayacaktım.
Dolabın içine göz gezdirip lila rengindeki bir elbiseye uzandım. Baharlık, ince kumaşa sahip, üzerinde kırmızı, küçük çiçeklerin olduğu bir elbiseydi. V yakası vardı, kolları kısaydı ve dizlerimin biraz üzerinde bitiyordu. Bacağım kırık olduğundan böyle bir elbise giymek rahatlık olurdu. Hem artık Hazer'den çekinmediğim gibi Kerem'den de çekinmiyordum.
Elbiseyi vücuduma geçirdim ve ev serin olduğundan beyaz salaş hırkamı da giydim. Saçlarımı taradıktan sonra beyaz renkli kurdelemle yarım atkuyruğu yaptım ve değneğime tutunup odadan çıktığımda Kerem'in benim için leziz bir kahvaltı hazırladığını gördüm. Ben salona girerken pencerenin önündeki çiçeklerimi suluyordu. Beni görünce güldü.
"Safirciğim, Nazım'ın verdiği çiçeğe daha az su dökmek istiyorum ama sonra çiçeğin bir suçu olmadığını hatırlıyorum. Bunları suladıktan sonra dün Hazer Bey'in diktiği çiçekleri de sulamamı ister misin?"
Ardından imalı imalı güldüğünde kıkırdadım ve koltuğa yerleşip onu da yanıma çağırdım. Kerem sıkılacağımı düşünmüş olmalı ki telefonundan benim için eğlenceli bir şeyler açıp, "Senin için internetim feda olsun," dedi ve önüne dönüp kahvaltısını yaptı.
Hazırladığı kahvaltıyı sessizce, ara ara konuşarak yaptık. Kahvaltı bittiğinde Kerem sağ olsun sofrayı topladı ve bulaşıkları yıkayıp yanıma döndüğünde benim için bir film açtı. Filmde bir kız çıkıp dans ettiğinde elimde olmadan döktüğüm yaşlara rağmen bunu açtığı için Kerem’e minnettardım.
Film bittiğinde Kerem telefonu alıp Leyla'sıyla bir süre mesajlaştı, ben de oturup camdan dışarıyı izledim. Öğle vaktini geçmişti. Birkaç kez Gazel'i aramıştım ama aramalarıma yanıt almamıştım. Bu da canımı sıktığı için açıp Hazerle olan fotoğraflarımıza, onun bana gönderdiği fotoğraflarına baktım. Birbirimize günaydın mesajının yanında fotoğraflarımızı da gönderiyorduk ve Hazer'in gönderdiği fotoğraflar genelde uyanır uyanmaz çekilmiş oluyordu. Gözleri kısık, uykulu, dudakları hafifçe şiş, yüzüne güneş vurmuş...
Fotoğrafına bakarak içimi çektim ve parmak uçlarımı kaşlarında gezdirirken gülümsemeden edemedim. Fotoğrafını sol göğsümün üzerine, kalp atışlarıma bastırırken, "Kerem?" diye seslendim.
"Çık lan şuradan," dedi Kerem. Telefondan araba yarışı oynuyor, parmakları ekranda geziniyordu. "Efendim Safirciğim?"
"Bana yardım eder misin? Üniversite başvurusu yapmak istiyorum."
Beklemediği açıktı ama günlerdir aklımdaydı ve bu boş kaldığım zamanda üniversite sınavına çalışmak istiyordum. "Yüz lirasına yardım ederim."
Kıkırdadım. "İlahi Kerem..."
Gelip yanıma oturduktan sonra telefonuyla ÖSYM’nin internet sitesine girdi. Heyecanla sayfanın açılmasını bekledim ve başvuru için son günü yakaladığımı fark ettim. Neyse ki şanslıydım ve kaçırmamıştım. Şifremi hatırlamadığım için yeni şifre oluşturup sisteme girdik ve kısa sürede kaydımı yaptık. Kerem siteye yüklenmiş okul fotoğrafıma kahkahalarla güldü. Kahkahadan ziyade, "Ağağağağağ," gibi bir ses çıkarmıştı.
Ona kırılmadım çünkü okul fotoğrafım gerçekten iyi değildi. Kaydı tamamladığımızda kredi kartım olmadığı için Kerem kendisinin ödeyebileceğini söyledi ve ben de borcumu geri ödeyeceğimi söyleyerek kabul ettim. Dakikalar sonra başvurumu tamamlamış, heyecanla dolmuştum.
Bir süre daha evde oturduk ve vakit ikindiye yaklaşırken aklıma gelen fikri Kerem’le paylaştım. Ona, Hazer'in yanına, şirkete gidip gidemeyeceğimi sordum. Dinlenmemin daha iyi olacağını düşünüyordu ancak sonunda ikna edebilmiştim. Sonuçta arabada seyahat edecek, şirkete vardığımda da bir yere oturacaktım. Çok yorulacağımı sanmıyordum, üstelik Kerem bana çok yardımcı oluyordu.
Hazer'e sürpriz yapacağım için heyecanlanarak kalktım ve odama kadar gidip çantamı aldım. Çıkmadan önce çantamın içindeki bir parlatıcıyı dudaklarıma sürmüştüm. Kerem'in yardımlarıyla evden ayrılıp kısa sürede arabaya yerleştik ve trafik saati olmadığı için hızla yol aldık.
Kısa sürede araba, gerçekten büyük bir plazanın önünde durduğunda tereddüde düştüm. Heyecanla çıkıp gelmiştim ama önemli bir işi ya da toplantısı olabilirdi… Sorumsuzca mı davranmıştım? Verdiğim karardan pişmanlık duymamaya çalışıp içimi ferahlattım ve Kerem kapımı açıp inmeme yardım ederken önümde dikilen plazayı izledim.
İki ayrı bina vardı ve ikisi de göğe uzanıyor, görkemli görünüyordu. Araba girişinden girmiştik ve güvenlik görevlileri Kerem'ı tanıdığı için hiç bizi durdurmamıştı. Şirketin üzerinde kocaman şekilde DALGAKIRAN ŞİRKETLER GRUBU yazıyordu. Merdivenleri çıkan birkaç kadın ve erkeğin şirket adabına uygun giyindiklerini gördüm. Kerem sol taraftaki binaya yürümeme yardımcı oldu.
"Hazer Bey bu binada çalışıyor, babası diğer binada. Gün içinde birbirlerini görmek istemiyorlar. Zaten Hazer Bey şirketin başına geçtiğinde bu bina yapıldı, kazandığı o büyük işler, paralar sayesinde."
Hazer'in babasıyla olan iletişimi, hissettiği sevgisizlik yüreğimi daraltıyordu. Şirket kapılarından girdiğimizde turnikelerden geçtik ve ardından asansöre ilerledik. Girişin sağ ve sol tarafında üst katlara çıkan merdivenler vardı ve asansörler ortada duruyordu. Karşılıklı olarak altı tane asansör vardı ve biz ilk gelene binmiştik. Asansöre çok sayıda çalışan insan binmiş, birkaçı Kerem'e selam vermişti. Aralarında beni süzenler olduğunda, "Kendisi Hazer Bey'in kız arkadaşı olur,” demişti sırıtarak.
Ben şaşkınca Kerem'e bakakaldığımda asansördeki insanların birkaç şey mırıldandığını duydum ama şaşkınlıktan onlara kulak veremedim. Katları çıkarken asansördeki insanlar bizden önce indi ve en üst kata çıkana kadar Kerem'e kızıp durdum.
"Kerem, özelimizi insanlarla paylaşma."
"Böyle nazik konuştuğunda kızdığın pek anlaşılmıyor, seni ciddiye alamıyorum Safirciğim..."
Suratımı astım. Kerem bunu gördüğünde şaka yaptığını söyledi. Ona küs kalamayacağımı bildiğimden uzatmadım, barıştık. En üst kata geldiğimizde asansör kapıları açıldı ve Kerem dirseğimden tutup bana yardımcı oldu. Bu kat daha sakin, sessiz ve aydınlıktı. Geniş pencerelerden içeri akşam güneşi düşmüş, etrafta göz kamaştıran bir ışık oluşturmuştu. Olduğumuz yere göz atarken önümüze çıkan koridora ilerledik.
"Karşımızdaki oda ama acaba toplantıda falan olabilir mi? Gerçi toplantıdaysa odasında değildir. Sen git, sürpriz yap. Olmadı odasında beklersin."
Heves içinde başımı salladım. Kerem beni kapının önünde bıraktı. Kolunu çekti ve birkaç adım geri gidip bana gülümsedi. "Ben sizi yalnız bırakayım."
"Teşekkür ederim," diyerek önüme döndüm ve kapıyı açtığımda onu gördüm. İçime akın eden mutlulukla sırtına baktım. Bir masanın üzerine doğru eğilmiş, önündeki bir şeylere bakıyordu ve sanırım geldiğimi fark etmemişti. Üzerinde bembeyaz bir gömlekle gri kumaş pantolon vardı. Ceketi, odadaki bir koltuğun üzerindeydi. Daha dikkatle baktığımda kulağında airpods olduğunu, bu yüzden geldiğimi anlamadığını fark ettim. Dudağımı ısırarak içeri girdim ve kapıyı tamamen kapattım. Camlar o kadar devasaydı ki gökyüzü odaya dolmuş gibiydi.
Ondaki karanlığın gölgesi bile aydınlıktı. Öylesine ışıklar içindeydi.
Şarkı dinliyordu, ne dinlediğini merak edip ilerledim ve tam arkasında durduğumda titreyen ellerimi kaldırıp sırtına koydum. Hazer irkilip başını arkaya savurdu. Ani hareketi sebebiyle ben de ürkmüştüm. Hafifçe arkaya savrulurken tutunma ihtiyacıyla ellerim kollarına uzandı. Hazer'in dudakları şaşkınlıkla açıldı.
"Mila?"
"Hola mi amor."
"Aşkım," dedi şaşkınlıkla. Kafasını iki yana salladı ve ardından burada olduğuma emin olduğunda ellerini belime koyarak dudaklarını kıvırdı. "Beni ziyarete mi geldin sen?"
Hevesle başımı salladım. "Si."
"Hoş geldin, çok hoş geldin..."
Birkaç saniye heyecan, beklenti dolu gözlerle birbirimize baktıktan sonra Hazer ayaklandı ve hızla kollarımızı birbirimize dolayıp sarıldık. Ellerim kolundan sırtına kaymıştı ve Hazer'in de elleri belimde birleştiğinde alnım çenesinin üzerine yerleşmişti. Gömleğinin üzerinden vücudunu, sıcaklığını hissediyor, kalbimi âdeta elmastan yapılmış bir avcun içine bırakıyordum. Burnunu bebek saçlarıma sürterken belimin ortasından beni sertçe kendine çekti ve boğazından huzur dolu bir ses yükseldi.
"Seni görünce neşeleniyorum, aptal gibi gülümsüyorum ve kalbim pır pır ediyor... Hepsi seni görünce."
Gömleğini avcumun içine sıkıca alarak boynumun açıklarına sızan nefesini karşıladım. "Beni görünce neşelendin mi?"
"On yaşındaki bir çocuk kadar," dedi hızlıca.
Kalbim, on yaşındaki bir çocuğun elmastan yapılmış ellerinde.
Çok heyecanlandığım için yüzümü çektim ve Hazer de bu isteğimi nezaketle karşılayıp benden uzaklaştı. Ellerimle sırtını okşarken o da belimi tutuyor ve sıcacık gözlerini yüzümde dinlendiriyordu. Bakışları yüzümden aşağıya, ağırca vücuduma düştü ve elbisemi, kollarımı, bacaklarımı izleyip aynı yavaşlıkta tekrar gözlerime düştü. Gözleri en pahalı pırlantalardan daha, hatta çok daha parlaktı.
"Çok güzel olmuşsun. Kurdeleni de takmışsın... Ya sen hep böyle güzel mi olacaksın?"
"Beni güzel görmen... tamamen seninle alakalı."
Bir eli sırtımdan tırmanıp omzuma uğradı ve ardından tereddütlü şekilde boynuma yerleşip nabzımın üzerinde durdu. Boynumu nazikçe kavrayarak yüzüme yaklaştı.
"Şu an varlığınla beni o kadar mest ettin ki dünyada güzel olan her şey seninle alakalıymış gibi hissediyorum. Sanki etraftaki her şeye güzelliğin yansıyor."
Kıkırdadım. “Formundasın bakıyorum.”
Güldü ve beni kaldırarak ayaklarımı yerden kesti.
Kolum boynuna dolandı ve o beni kendine yaslayarak koltuğa taşırken etrafı izleme vaktim oldu. Epey büyük bir odaydı ve güneşi tamamen alıyordu. Geniş, üzeri kalabalık bir masa camların tam önündeyken deri görünümlü misafir koltukları masanın karşısındaydı. Masa simsiyah, koltuklar beyazdı. Tabii, siyah beyaz uyumu. Misafirler için beyaz renkte bir sehpa vardı ve üzerinde ikramlıklar duruyordu. Büyük televizyon, masanın karşısına, arkamızda kalan duvara monte edilmişti ve bir spiker piyasayla ilgili son durumları anlatıyordu. Beyaz duvarlarda hoş, şık tablolar asılıydı. Hazer'in bakış açısı benimkine benziyordu.
Hazer beni misafir koltuğuna bıraktığında koltuğa yerleştim. Ardından hemen yanıma oturarak bana döndüğünde ellerimle elbisemin eteğini düzelttim. “Sen işine bakabilirsin," dedim, düzenini bozmanın mahcubiyetiyle. "Ben oturur... buradan seni izlerim."
"Biraz dinlenmeye ihtiyacım vardı, seni izleyeyim."
Ne de olsa beni izleyerek dinleniyordu.
Gülümseyerek elbisemin eteklerini parmaklarımın arasına aldım. "Behram’la konuştun mu?"
Hazer'in hüzünle beslenen tebessümü kayboldu ve yerini ümitsiz bakışlara bıraktı.
"Gittim camiye, konuştum ama... duvara konuştum. Söylediklerim bir kulağından girip diğer kulağından çıktı sanki."
"Zamana ihtiyacı var."
"Yapamayacak sanırım, Gazel'den boşanamayacak." Gözlerini kısarak camdan dışarıya baktı. "Ama bunu da Gazel'in yanına bırakmayacak."
Göğsüm bir an daraldı ve elimden hiçbir şey gelmemesinin çaresizliğiyle yüzüm düştü. "Bu evlilik onlara zarar verecek."
"Behram bu evlilik işini bu kadar çabuk kabul ettiyse... Gazel'i tahminimden daha fazla seviyor olmalı."
Ben de böyle düşünüyordum, sonuçta kimse bir anda evlilik kararı alamazdı. Daha fazla üzülmesini istemediğim için Behram’la ilgili başka soru sormadan sessiz kaldım. Ellerimi elbisemden çektim ve çekingen şekilde onun parmaklarına uzandım. Hazer irkilerek camdaki bakışlarını yüzüme diktiğinde, "Senin elmas kadar parlak bir kalbin var," dedim içimden geldiği gibi. "Bir yara aldığında kalbin parçalanıyor belki ama elmaslar parçalandığında bile parıldar, hatta çoğalarak. Senin kalbinin de sürekli parladığını düşünüyorum."
"Mila..." Sertçe yutkunarak işaretparmağımı sıkıca tuttu. "Neden şimdi böyle şeyler dedin? Boğazım düğümlendi sanki benim..."
Önünü ardını düşünmeden, "Sana hayranım çünkü," dedim.
Duyguları bir kavanozun içinde hapsolmuş olsa, tam şu an patlayabilirdi. Bana böylesine derin baktığını birkaç kez daha görmüştüm. O kadar derinime bakıyordu ki kalbimdeki bantları çekip usul usul beni seviyordu sanki. Yaklaşıp alnını alnıma yasladı.
"Sen benden romantik çıktın, Ankaralı ruhum buna başkaldırıyor haberin olsun."
"Biraz uzaklaşır mısın? Kalp krizi geçiriyor olabilirim."
Hazer bir anlık duraksamanın ardından uzaklaştı. "Küçükken geçirdiğin gibi bir kalp krizi mi?"
"Evet, mutluluktan."
Bir şey diyecektim ki bir gürültü duyduk ve başlarımızı kapıya çevirdik. Genç bir adam kapıyı çalmadan içeri girmiş, bizi gördüğünde duraksama yaşamıştı. Ellerimi bacaklarıma koyarken genç adamın yüzünde manidar bir gülümseme oluştu ve ardından Hazer'e döndü. "Misafirin olduğunu bilmiyordum."
Hazer gergin şekilde omuzlarını dikleştirip ayağa kalkmadan önce elbisemin eteklerini kibarca düzeltti. "Defalarca kez kapıyı çalmadan girmemeni söyledim."
"Aman be kuzen, yabancıyız sanki," dedi bize doğru yürüyen genç adam. O an bu cümle içindeki kelimeyi seçtim ve saniyeler içinde bu genç adamın Hazer'in kuzeni olduğunu anladım. Tabii, burası aile şirket grubuydu ama yine de hazırlıksız yakalanmıştım. Genç adam yanımıza kadar gelip eliyle Hazer'in omzunu sıktıktan sonra misafir koltuklarından birine oturarak bana döndü. "Merhaba?"
Hazer sertçe soluklandı. Rahatsız olduğunu fark etsem de hayatımda ilk kez gördüğüm birine kaba davranmayacağım için, "Merhaba," dedim ve karşımdaki adam beni baştan aşağı süzdüğünde huzursuz bakışlarımı Han'a çevirdim.
Hazer birkaç adım atıp kuzenine yaklaştı ve eliyle onun omuzlarına birkaç kez sertçe vurup bakışlarının kendine çevrilmesine sebep oldu. "Ferhat, müsait değilim. Şimdi git, yarın konuşuruz mesele neyse."
Kuzeni, bakışlarını Hazer'e ve bir de Hazer'in omzundaki eline çevirip dudağının kenarını büktü. "Hanımefendi kim?"
"Kız arkadaşım."
Hazer Han'ın vurgulu cümlesi adamın yüzüne şaşkınlık ifadesini yerleştirdi. Hazer elini çekti ve ardından ona samimiyetsiz, imalı şekilde gülerek yanıma yürüdü. Gergince elimi kaşıdım ve Hazer yanıma oturup elini dizime koyduğunda kendimi biraz rahatlamış hissettim. Ferhat şaşkınlık içinde, gözlerini kırpıştırarak bize bakıyordu. Hazer'den birkaç yaş büyük görünüyordu ama oldukça zindeydi ve baştan aşağı düzen içindeydi. Hazer kolunu belimden geçirip koltuğa yaslanırken yapmacık bir gülümsemeyle Ferhat'a bakıyordu. Aralarındaki tatsızlığın farkına vardığım için Hazer'e yaklaştım ve ben de elimi onun dizine koydum.
"Kız arkadaşın?" diye yineledi Ferhat, yüzüme dikkatle bakarken. Bir erkeğin yüzümü bu kadar dikkatle incelemesinden rahatsız olduğum için kaşlarımı çattım ama onun Hazer'in kuzeni olduğunu kendime hatırlatarak rahatlamaya çalıştım. "Bu kızın... sana benzeyen çilleri var."
Hazer kasıldı ve dudaklarındaki yapmacık gülümseme gerçek bir sırıtmaya dönüşürken, "Öyle," dedi imalı bir şekilde. Ferhat bir şeylerden rahatsız olmuş gibi kaşlarını çatmış, kızarmıştı. Hazer'se... bundan mutlu olmuş görünüyordu. "Yine de yüzüne o kadar uzun uzun bakma Ferhat. Çillerine bakma hakkı benim, sonuçta o kadar yıl bekledim değil mi?"
Çillerim neden böyle konuya karışmıştı anlamıyordum ama aralarında başka şeyden bahsediyor gibiydiler. Ferhat eliyle yanağını kaşıdı ve gözleri memnuniyetsiz şekilde kısılırken, "Memnun oldum," dedi. Sesi epey gerilmişti. "Adın neydi?"
"Kız arkadaşımın adı Mila."
Hazer'e dönüp dik dik baktım.
Ferhat eliyle koltuğun kenarını tuttu. "Anladım kuzen, kız arkadaşın. Müsaadenle, kendisiyle tanışmak isterim."
"Safir Mila, memnun oldum," diyerek cevap verdim. Bakışları bir kez daha bana döndü ve baştan aşağı beni süzdüğünde karnıma rahatsız edici bir tekme yemişim gibi hissettim. İnanamıyormuş gibi bakıyordu, özellikle de yüzüme. "Ben... Hazer'i ziyarete gelmiştim."
"Hazer senden bahsetmemişti," dedi Ferhat, üzerinde açık mavi bir gömlek ile kumaş pantolon vardı. Memnuniyetsizliği yerini tekrardan bir sırıtmaya bıraktı. "İlişkiniz yeni sanırım?"
"Ne yapacaksın, nazar boncuğu mu takacaksın?" dedi Hazer.
Ferhat hınzır bir bakış atarak, "Pek huysuzdur bizim oğlan," dedi ama hâlâ içten içe bir şeylerden rahatsız görünüyordu. İş insanı görünümünün yanında sürekli gülümseyen, sırıtan birisine benziyordu sanki. "Umarım huysuzlukları yüzünden ilişkinizde sorun olmaz."
Hazer'in belimdeki eli biraz sıkılaştı. Gerginliğinin farkında olduğum ve tatsızlık yaşanmasını istemediğim için, "Hak edene huysuzluk etmiştir," deyiverdim Han'ı savunma içgüdüsüyle. Bu his o kadar baskın ve ani olmuştu ki karşı koyamamıştım. "Bana ve çevremizdeki insanlara karşı oldukça anlayışlı."
Ferhat uzanıp kravatını gevşetti ve başını sallayıp Hazer'e döndü. "Tekrar memnun oldum Safir Mila," dedi asık bir suratla. Ayağa kalkıp gömleğinin yakalarını düzeltti ve yukarıdan direkt Han'a bakıp gözleriyle sanki bir şeyler söyledi. "Ben sizi rahatsız etmeyeyim, yarın konuşuruz işi."
Hazer beni kendine bastırdı. "Ben de biraz kız arkadaşımın yüzünü izleyeyim, çillerini falan..."
Ferhat her nedense sinirle güldü ve başıyla bana selam verdikten sonra kapıya yöneldi. Saniyeler içinde kapıyı kapatıp bakış açımızdan çıktığında ona karşı aldığım tavrın çok kırıcı olmadığını umdum. Hazer'i rahatsız eden şeyin bir an beni de rahatsız ettiğini hissederek öyle davranmıştım.
Birkaç dakika konuşmadık ve Hazer dizimi okşarken bu duyguya yenilmemeye çalıştım. Güneş tamamen batmıştı, odanın içi daha karanlıktı ve kalp atışlarımız bu karanlıkta dönen bir saatin tik tok sesleri gibiydi. Odanın içini ağır soluklarımız dolduruyor, nabzımız aynı ritimde atıyordu. “Ferhat’la... aranızda gerginlik mi var?"
Sırtını tamamen koltuğun arkasına yasladı. "Küçüklükten beridir gelen bir anlaşamamazlığımız var. Zıt karakterlere sahibiz. Beni gıcık etmeye bayılır ama genelde onu mosmor eden ben olurum. Garip bir ilişkimiz var ama özünde çok da kötü biri değildir. Kırmızı çizgilerimi aşmadığı sürece ona tahammül edebiliyorum."
"Dilerim aranız daha iyi olur.”
"Öyle bir gayem yok," diyerek düz bir sesle yanıt verdiğinde diyecek bir şey bulamayarak sustum. "Bu arada hatırlatıp seni huzursuz etmek istemiyorum ama bugün şirkete geçmeden önce emniyete uğradım: O adamı bulmuşlar, o gece arabayı süreni yani... Onunla konuştum, sağ olsun emniyet müdürü izin verdi. Kendisiyle ikna edici bir konuşma yaşadık, o geri zekâlı kızın kendisiyle anlaşıp para karşılığında bunu yaptırdığını söyleyecek."
Duyduklarım beklenmedikti ve sanki kırık bacağım sızım sızım sızladı. "Gerçekten... Müjgan'ın yaptırdığını söyler mi? Hak ettiği cezayı almasını istiyorum."
"Söyleyecek," dedi kendinden emin sesle.
Müjgan'ın yaptığı yanına kalırsa bunu atlatamaz, izini ruhumdan silemezdim. Başımı sakince sallayıp omuzlarımı dik tuttum ve bana yardımcı olduğu için erkek arkadaşıma minnet doldum.
Hazer kurdelemi alarak parmaklarını saçlarımdan çekti ve bakışlarımız buluştu. Kafamı bir okyanusun içine sokmuş, dibinde onu arıyordum sanki. Bir yansıma gibi geliyordu gözleri, bu yüzden elimi uzatıp tutmaktan korkuyordum ama okyanus ya da ateş fark etmiyordu, hiçbir yerden onu almadan çıkmak istemiyordum. Kurdelemi pantolonunun cebine koydu ve bana göz kırptığında kendimi onun için suyun derinliğine de ateşin içine de bırakacakmışım gibi hissettim. Ellerini tekrar saçlarımın arasına yerleştirdi ve uzun dakikalar boyunca saçlarımı okşadı.
Hazer işlerini tamamlayana kadar benim için getirdikleri meyve suyunu içtim ve biraz ofisini izledim. Hazer masasında bir şeylerle oyalandı ve işleri bittiğinde ofisinden beraber ayrıldık. Kerem bizi aşağıda bekliyordu, dışarıya çıktığımda havanın karardığını gördüm. Arabaya yerleştik ve kısa sürede hareket ettik. Üşüdüğüm için arabada bıraktığım hırkamı omuzlarıma örttüm ve elimi Hazer'in dizine koyarak gözlerimi yumdum.
Arabanın durduğunu hissettiğimde yanağımı omzuna sürterek gözlerimi araladım ve camdan dışarıya baktığımda onun evine geldiğimizi gördüm. Düşen hırkamı omuzlarıma çekerken bu evden son çıktığım anı hatırlayarak üzüldüm ve Hazer'e döndüm. Benimle aynı anıyı hatırlayıp tereddüde düşmüş, çekingen gözlerle bana bakıyordu. "Evime gideceğimizi sanıyordum," dedim duygularımı dışavurarak.
"Zaten evindesin," dedi. "Ben... yeniden heykel yapmaya başladım, senin de görmeni istedim. Bana çok... ilham veriyorsun."
Yeniden heykel yapmasına çok mutlu olmuştum, ona verebildiğim ne varsa vermek isterdim. Sakince başımı salladım ve sevinçle kolyeme uzandım. "İlham perisi kolyem de burada."
Bakışları boynumdan kayarak kısıldı ve kolyemi izledi. "Çıkarma sakın, çok üzülürüm."
"Hiç çıkarmıyorum ki mi amor."
Gülümsedi ve sanki kalbimin içinde olduğu o cam kristal patladı.
Kapıyı açıp bana baktığında elimi avcuna bıraktım ve beni çıkarıp ayaklarımı yerden kesmesine müsaade ettim. Kerem bizim için bahçe kapısını açmıştı. Hazer beni taşırken eve, salıncağa, atölyeye baktım ve Hazer'in de atölyeye yöneldiğini fark ettim. Atölyesinin kilitli kapısını açtı ve uzanıp ışığı yaktığında günler sonra atölyeyi gördüm. O günkü dağınıklıktan eser yoktu. İçeri girdik ve Hazer beni koltuğa bıraktı. Kırmızı kadifeden bir koltuktu ve yeni gelmişti. Daha önce yoktu, Hazer'in çalıştığı alanın tam karşısındaydı ve oturduğum yerden Han'ın çalışmasını izleyebilirdim.
Beni bırakıp doğrulduğunda üzerimdeki hırkaya sığındım ve Hazer kaşlarını çatıp, "Üşüyorsun," dedikten sonra bir çırpıda ceketini çıkarıp omuzlarıma bıraktı.
Kafamı kaldırıp güzel yüzüne baktım. "Han, gereği yoktu, sen üşüyeceksin."
Doğrulup ensesini kaşıdı. "Ben senin yanında hiç üşümüyorum, genelde çok sıcaklıyorum, o yüzden endişe etme."
Tezgâha yürüdüğünde yeni işinin saten bir örtünün altında olduğunu gördüm. Heykele arkadan baktığım için nasıl bir şey olduğunu göremiyordum ama harika olacağına emindim. Hazer gömleğinin kol düğmelerini çıkarıp kenara bıraktı ve kollarını kıvırıp koltuğa oturdu. Tam karşısındaydım, başını kaldırıp beni görebilirdi.
"Bugün üniversite sınav başvurumu yaptım," dedim. Hazer önündeki kil, alçı ve benzeri malzemeleri ayıklıyordu. "Madem dans edemiyorum... Sınava çalışayım."
Göz ucuyla bana baktı. "Seni çalıştırırım."
"En başarılı olduğun ders neydi?"
Dudaklarını araladı ve ardından omzunu silkti. "Hiçbiri."
"O zaman nasıl bir şirketin başındasın, ha?" diye sordum.
"Baba parası yiyorum ben."
"Yalancı," dedim gülümsemeye devam ederek. Onun da dudağının kenarı kıvrılmıştı. "Kerem şirket binalarından birinin senin aldığın işler sayesinde yapıldığını söyledi."
"Gıybetçi Kerem," diye homurdandıktan sonra bana yakıcı bir bakış attı. Gözleri ne zaman bana dönse, kalbimde bir çekmece açılıyor ve içinden çiçekler fırlıyordu. "Evet, senin erkek arkadaşın çok çalışkan ve zeki."
"O zaman bana ders çalıştırırsın," dedim.
Bakışları tepeden tırnağa beni süzerken dilini altdudağında gezdirdi. "Ben sana bakarken bildiklerimi de unuturum ama hadi bakalım..."
Başımı arkaya yatırdım ve saçlarım koltuğun arkasına döküldüğünde Hazer'in gülümsemesi daha içten bir hale döndü. Gözlerimi tavana kaydırdım ve saçlarımla oynarken bir süre sessiz kaldım. Hazer'in elinde, ismini bilmediğim bıçak tarzı kesici bir metal vardı ve önündeki minimal heykeli tıraşlıyor, titizlikle çalışıyordu.
Heykeller onun için bu tutkuydu ve iş üzerindeyken çok gergin, ciddi oluyordu. Gözlerini kısıyor, doğrudan heykele odaklanıyor ve sanki kafasında bir şeyin hesabını yapıyordu. Elimde olmadan gülümsedim, bir şeyi çok sevip onun için kalbini ortaya koymanın ne olduğunu biliyordum. Beyaz gömleği lekelenmişti, farkında olmadan ellerini sürmüştü ve dakikalar içerisinde terlemeye başlamıştı. Çıt çıkarmıyor, tek ritimde atan kalplerimizin sesini dinliyordum.
Şakağından akan ter damlasını gördüğümde sessizce doğruldum ve koltuğun kenarına bıraktığım çantamı açıp içinden peçete çıkardım. Mesafemiz kısa olduğu için değnek kullanmaya lüzum görmeden iki adımda sekerek yanına vardım kalçamı tezgâha yaslayarak peçeteyi alnına değdirdim. Hazer gözlerini bana kaldırdı ama elindeki işi bırakamadı. "Terledin."
Biraz çekinmiş ve yorgun göründü. "Ben... heykel yaparken kaptırıyorum kendimi."
"Terini sileyim," diyerek peçeteyi alnında ve şakaklarında gezdirdim. Hazer dudaklarını araladı ama bir şey demeden sessizce bana baktı. Elindeki kuru kil suyun içinde çözüldüğünde kenardaki havluyu kavrayıp ellerini sildi. Sanırım mola vermişti, ben de dinlenmesini isterdim. Temizlenmiş ellerini belime kaydırdı ve aniden ayaklarımı yerden kesip beni tezgâha oturttu. Heyecan ve şaşkınlık içinde omuzlarına tutunup güldüm. "Elbisem açıldı!"
Bacaklarıma baktı. "Açılsın açılsın..."
Kalçam düzlüğe yerleştiğinde kızardım ve elbisemin eteklerini düzelterek ellerimi dizlerime bıraktım. Hazer koltuğunu tam önüme çekti ve kollarını iki yanıma koyarak aşağıdan bana baktı. Çıplak ayaklarım pantolonuna sürtünüyordu ve ayak parmaklarımla pantolonunu tutmuştum. Hazer Han büyük bir dikkat içinde yüzümü gözetlerken, "Sana bakınca kafamı denizin içine sokmuş gibi hissediyorum," dedi bir fısıltıyla. "Çok anlamlı, manalı bakışların var."
"Manalı baktığımın farkında değildim."
"Seni abarttığımı düşünüyorum bazen. Yüzünün, gözünün, o hokka gibi burnunun aslında çok da güzel olmadığını söylemek istiyorum kendime. Abartma Hazer, diyorum, tamam çok güzel ama abartma... Bugün gördüm, güzellikten başka bir şey var sende. Hani şey gibisin... Bir ressamın bir tablosu vardır, çirkin olsa bile insanlar o tabloyu almak için birbirleriyle yarışır çünkü anlamlıdır. Sen çirkin bir tablo değilsin, güzelsin ama güzelden ziyade çok anlamlısın."
Çenem titredi. "Hazer..."
"Anlamını gören tek kişi olmak istiyorum," dedi gözlerini bile kırpmadan bana bakarak. "Ama değilim. Güzelliğin olmasa bile anlamınla herkesi kendine çekebilirsin. Bir şey yapmana gerek yok, sonuçta o tablo da sadece duvarda durarak herkesi kendine hayran bırakabiliyor. İstemiyorum Mila, sana hayran olan tek kişi kalmak istiyorum..." Yüzünü dizime gömdü ve içten bir şekilde konuştu. "Kimsenin seni o şekilde süzmesini, anlamına erişmesini istemiyorum ama ne yapabilirim ki o anlam sende olduktan sonra..."
Elimi saçlarına koydum ve parmaklarımı dolgun tutamların arasında dolaştırdım. "Hazer... elmas bir kalbin olduğu gibi nazik de bir ruhun var."
Alnını dizime sürttü ve elbisemin eteği yukarıya çıktığında yüzünü kaldırdı. Samimi pozisyonumuz heyecan ve mutluluk vericiydi. Gözlerimiz bir kez daha kenetlendiğinde, "Sana anlatmak istediğim bir şey var," dedi. "Anlatabilir miyim?"
"Ne istersen," dedim.
"Kardeşimi," dedi.
Tek solukta kurduğu bu kelimeyle tüylerim diken diken oldu ve ellerim saçlarında hareketsiz kaldı. Başımı salladım, Adem'e ne olduğunu çok merak ediyordum. Hazer Han hafifçe uzaklaştı ve ellerini kucağına koyarak bakışlarını omzumun üzerinden arkaya, karanlığa dikti. "Adem'in vefatına... ben sebep oldum."
Kalbim buz kesildi ve ellerim kucağıma düşüp çaresizce eteğime yapıştı. Nasıl, ne şekilde...
"Adem'i çok kıskanırdım," dedi duygulu bir sesle. Kaşlarını çatmıştı. "Babamın Adem'e gösterdiği sevgiyi kıskanırdım."
"Hayatım... kardeşlerin birbirini kıskanması çok normal."
"Anlamıyorsun," dedi parmaklarını sıkıp gözlerini yumarken. Anlamak istiyorum. "Sevgiyi kıskanıyordum ben. Sahip olduğu sevgiyi. Ben küçükken geldi, bir anda babamın tüm ilgisi ve sevgisi onun oldu. Tamam, öncesinde de babam benimle çok ilgilenmezdi ama Adem bize geldikten sonra sanki görünmez oldum. Kıskandım, huysuz, asabi bir çocuğa dönüştüm ama... onu ne kadar kıskanırsam kıskanayım isteyerek hiçbir kötülük yapmadım."
Birinin üzüntüsü için duyabileceğiniz üzüntü ne kadardı? İşte ben o kadar üzülüyordum. "Kötülük ettiğini düşünmedim."
"Babam bahçeye bir salıncak kurmuştu, tabii ki Adem için." Salıncak. Şu an baktığı yer. Benim söylediklerimi pek duymuyor, kendine odaklı görünüyordu. "Hep onu çıkarıp sallardı, oturup boş boş onları izlerdim. O anlar Adem'in mutluluğuyla mutlu olamayacak kadar bencildim, sadece kıskanıyordum. Sevgisizlik bende bir çeşit zehre dönüşmeye başlamıştı."
Babasının, sırf âşık olduğu kadından olduğu için Adem'e bu kadar düşkün olup Hazer'i dışlaması... titreyen kirpiklerinin, sesinin, nefesinin sebebiydi.
"Bir gün yine sallanmak istedi ama babam evde değildi. Yanıma geldi, tutturdu salla diye. Babasının sallamasını söyledim, dinlemedi. Ben de onu alıp sinirle çıktım dışarı, sallamaya başladım. Görsen nasıl mutlu oldu, 'Aslan abim!’ diye bağırmaya başladı. O an sinir falan kalmadı..."
"Leo'ya çok benziyor, Leo geldi gözümün önüne."
"Sallarken o kadar mutlu görünüyordu ki daha hızlı sallamaya başladım," dedi Hazer. O anı yaşıyormuş gibi gözlerini kısmış, salıncağı izliyordu. "Ama aptal babam, zincirleri o kadar gevşek bağlamış ki... kopacağını bilemedim. Önce bir gıcırtı geldi, gözlerimin o gıcırtıyı aramak için salıncakta gezindiğini hâlâ hatırlıyorum. Ne olduğunu anlayamadım, Adem sürekli daha hızlı olmam için bağırıyordu ve bir anda zincir gözlerimin önünde koptu. Adem o kadar yüksekten kafasının üzerine düştü ki... o tok ses hâlâ kulağımda."
"Sen..." Tahmin ettiğim bir gerçekti ve gözyaşlarım kontrolüm dışında yüzümden kayıyordu. "O yüzden kapıları sert örtemiyorsun, gıcırtıdan rahatsız oluyorsun. Hatırlıyorum... kapı gıcırtısı veya sesi duyduğunda bakışların değişiyordu. Ne denir, hangi kelime bu acının karşılığı olabilir bilmiyorum ama çok üzüldüm, çok.”
"Kapıyı, pencereyi sert örtemem, o tok sesinden nefret ederim." Gözleri yavaşça beni bulduğunda benimle paylaştığı bu derin acısı için elimi kalbine götürmek isterken buldum kendimi. Ellerini dizlerime yasladı ve gözlerinin içi kızarırken başını salladı. "Beyin kanaması geçirmiş, doktorlar bedeninin kaldıramadığını söylemiş. Yaşasa zaten felçli yaşarmış ama yaşamadı. Babam hep bilerek yaptığımı düşündü, onu kıskandığım için gözümün döndüğünü... Sonra istemedi beni evde, yatılı okula postaladı. Adem'in cenazesine katılmama bile izin vermedi."
Nasıl böyle düşünürlerdi? Zincirin kopması bile ikna edememiş miydi onları? Hazer'in güzel kalbini nasıl göremezlerdi? Bu acı çeken, dolan gözler nasıl yalan olabilirdi ki? Adem'in yaşayamadıkları için çok üzgündüm, Hazer'in yıllardır dışlanmış olmasına da dayanamıyordum. Yıllarca kendisini suçlamış, bir kapı gıcırtısında bile o anı görmüştü. Elimi uzatıp titreyen yüzünü kavradım. "Başın sağ olsun ama bu bir kazaydı, sen babanın düşündüğü değil, benim gördüğüm kişisin."
"Bu acı ömrümü yedi." Benim gibi ellerini uzatıp yüzümü kavradı ve sanki beni denizin altından çıkarıp hayatla buluşturdu. Ölümü çok kez tattım ama yaşamı avuçlarında tanıdım Hazer. "Hadi, sen de söyle bana Mila! Senin ömrünü yiyip bitiren acın ne? Ben söyledim, sıra sende." Yüzümü, camdan bir kristali tutar gibi tutuyordu. Omuzlarım düştü ve gözyaşlarımın parlaklığından onun yüzü soyut bir hal almaya başladı. "Söyle Mila, o yetimhanede neler oldu?"
BÖLÜM SONU.
Yorumlar yükleniyor...