36. BÖLÜM
"ÖLÜMCÜL GERÇEKLER VE PARÇALANMIŞ KALPLER"
Herkes dünyayı kalbinden baktığı gibi görür ve işte bu, tüm yaşananların meşru bir sebebidir.
Behram dünyaya kendi kalbinden bakmayı bırakmıştı. Çünkü artık kalbindeki o saflığı hissetmiyordu. Gazel'i birçok şey için affedebilirdi, onu anlayıp, bazı yalanların vermiş olduğu acıyı kalbine gömebilirdi. Fakat kalbinde onun için bir şüphe taşımasına sebep olduğu için onu asla affetmezdi.
Sevgisinin ve güveninin değersizleştirildiğini hissediyordu.
Hayatının kontrolünü bir anda kaybetmişti ve hâlâ sağlayabilmiş değildi. Bir değil, iki değil, üç kişinin kendini kandırdığını öğrenmek, hayata duyduğu o derin saflığını kaybetmesini sağlamıştı.
Bir nefes vererek gözlerini aynadan kaçırdı ve yüzünden akan soğuk suyu elinin tersiyle silerek havluya uzandı. Erken bir vakitti, az önce camiden dönmüştü ve genelde camiden döndüğünde uyusa da son zamanlarda gözüne hiç uyku girmiyordu. Havluyu kenara bıraktı ve saçlarını düzelterek banyonun çıkışına ilerledi. O esnada kapının arkasındaki bornozu gördü, karısınındı. Onunla aynı evi, banyoyu, yeri geldiğinde odayı paylaşmak fakat ondan uzak durmak... Neyin bedelini ödediğini gerçekten merak ediyordu.
Galip'in Gazel'i kaçırmasının üzerinden bir süre geçmişti. Bu sürede Gazel’le yaşamaya başlamışlardı ve henüz buna alışamamıştı. Her şey karman çorman olmuştu, mantıklı düşünemiyordu ve daha sakinleşmemişti. Yalanlar, hayal kırıklıkları yetmiyormuş gibi bir de o şerefsizin Gazel'i alıkoyması Behram'ın kalan sakinliğini de kaybetmesini sağlamıştı.
Abisi sandığı Galip'in...
Banyo kapısını açtı ve koridora çıktı. Gazel sabahları onun için kahvaltı hazırlıyordu, üstelik omleti gerçekten güzel yapıyordu. Fakat bunlar hafifletici sebepler değildi, Behram'ın kalbi aynı şiddette yanmaya devam ediyordu. Yumurtanın kokusu burnuna ulaştığında koridorun sonuna ilerleyip kafasını mutfak kapısından soktu. Evet, Gazel telaş içinde bir şeyler hazırlıyordu.
Behram, onu gerçekten sevdiğini, yalanını öğrendiğinde daha net anlamıştı.
Çünkü yapamıyordu, Gazel’den boşanamıyordu.
Bazen kendini aptal yerine konmuş gibi hissediyordu, duygularımı paylaşacağı kimse yoktu ve bu onu üzüyordu. Vakte ihtiyacı vardı. Gazel’le doğru dürüst konuşması gerektiğini biliyordu ama bunun için hazır hissetmiyordu. Evlenmeden önce de bu ev sessizdi, evlendikten sonra da ölümüne suskundu. Sadece Gazel'in geceleri ağladığını duyuyordu ama ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Eğer şartlar böyle olmasaydı, Gazel'i asla ağlatmazdı. Asla.
"Ay sen orada mıydın?"
Gazel'in korktuğunu gördü ve genzini temizleyerek başını salladı. Gazel, onu görmenin şaşkınlığını üzerinden silkerek gülümsemeye çalıştı ve ardından ocaktaki tavayı indirdi. "Kahvaltıyı balkona hazırlamamı ister misin?"
Behram mutfaktan dışarı açılan balkona baktı. Cami lojmanında kalıyordu ve burası kocaman bir yeşilliğin içinde, tek katlı bir evdi. Gazel'in gün içinde çıplak ayaklarla toprakta gezdiğini, bundan mutlu olduğunu görmüştü.
"Fark etmez," dedi düz bir sesle.
Gazel'in gülümsemesi kayboldu ve bardağı tutan eli titredi. "Dışarıdaki masaya hazırlayayım o zaman."
Gazel, tezgâhın üzerindeki tepsiyi alarak çıplak ayaklarıyla açık kapıya yürüdü ve balkona çıktı. Aslında balkondan ziyade bir bahçeydi ama her nedense Gazel oraya balkon diyordu. Gazel kahvaltılıkları masaya dizerken gözlerini bile kırpmadan onu izledi. Beyaz, askılı, çiçekli bir elbise giyinmişti. Gazel'e hiç sarılmamıştı, ona sarılmanın nasıl olabileceğini o kadar merak ediyordu ki...
"Neden bana öyle bakıyorsun? Bir şey mi... diyecektin?"
Gazel'in sorusuyla irkildi ve onu süzerken yakalandığı için yanakları kızardı. Bakışlarını kaçırırken, "Sabah serin olur," dedi. Mutfağa girdi. "Dışarıda kahvaltı yapacaksak üzerine bir şey al."
Gazel gülümsedi. "Alırım."
Behram bahçe kapısına yürürken Gazel de üzerine bir şey almak için mutfaktan çıkmak için hareketlendi. Fakat yan yana geldiklerinde Behram kolunda Gazel'in parmaklarını hissetti ve gözlerini onun mavi gözlerine dikti. Kız ürkek ve temkinli gözlerle ona bakıyor, yutkunuyordu. Behram kaşlarını çatarak onun gibi yutkundu.
"Ne yapıyorsun?"
"Ben... Affedersin." Böyle demesine rağmen elini Behram'ın kolundan çekmedi ve ona daha sıkı tutundu. Genç kadın, hayatının dibinde olduğunu hissediyor ve buna bizzat kendisi sebep olduğu için kimseye isyan edemiyordu. "Günaydın demek istedim sadece."
"Pek aydın değil." Behram kolunu çekti ve Gazel'in eli düşüp birkaç saniye boşlukta kaldı.
Behram bahçe kapısından çıktığında Gazel bir süre orada durup tırnaklarını avuçlarına batırdı. Her defasında reddedilmek, bunun bir sonu olmayacağını düşündürüyor ve onu mutsuz ediyordu. Arkasını dönüp mutfaktan çıktığında Behram masanın yanındaki sandalyeyi çekip oturdu ve elini başına yaslayıp dumanı tüten çaya baktı. Boğazına bir cam parçası oturmuş gibi hissediyordu. Aldığı her solukta nefesi parçalanıyordu. Küçük, parıltısız, sade hayatı yerle bir olmuştu.
Belki de oluru yoktu, Gazel’le boşanması gerekiyordu.
Ama bir yolu olmalıydı çünkü ne yapmış olursa olsun Gazel'e olan duygularını değiştiremiyordu. Kafasını iki yana sallayarak haline gülerken cebindeki telefon titredi. Uzanıp telefonu çıkardığında tam da tahmin ettiği gibi arayanın Hazer olduğunu gördü. Hazer... Dostu bile onu kandırmış, arkasından çevrilen işlere sessiz kalmıştı. Hazer'in aramasını kapatıp telefonu kenara bıraktı ve bir dakika bile geçmeden mesaj düştü.
Gönderen: Ankara Keçisi
Sen namazı ne ara kıldırıp eve döndün la? Camiye geldim, gitmişsin.
Gönderilen: Ankara Keçisi
Namaz kılmaya değil de beni yakalamaya gelirsen öyle olur işte. Arama beni.
Telefonu kenara bırakırken alıştığı o adım seslerini duydu ve ardından Gazel bakış açısına girdi. Karşısındaki sandalyeyi çekip otururken Behram ayaklarının hâlâ çıplak olduğunu gördü; üzerine bir hırka atmıştı. Behram bu kıyafetleri kendisi alıp ona vermişti çünkü Galip'in aldığı hiçbir şeyi giymesini istemiyordu. Bir zamanlar Gazel'in Galip'e ihtiyacı olduğunu, beraber bir hayat yaşadıklarını, Galip'in kuvvetle muhtemel ona verdiği acıyı hatırlamak istemiyordu.
Gazel'in gözlerinde bir ümitsizlik, çaresizlik görüyordu. Gözleri... Onlara dilediği gibi özgürce bakabilirdi ama içinden bakmak gelmiyordu. Bazı şeyler Behram'a çok dokunuyordu.
"Dün annen geldi," dedi Gazel, ikisi de kahvaltılıklara dokunmadan bakarken. "Çok korktum o da bana nefret kusacak diye ama hiçbir şey söylememişsin annene. Çok iyi davrandı bana, senin resmi nikâh için gün alıp almadığını sordu. Bir... bir şey diyemedim tabii. Neden annene gerçekleri anlatmadın?"
Anlattığı takdirde Gazel annesi için bir hayal kırıklığına dönüşür, boşanmalarını isterdi. Yumruğunu gevşetip içinden besmele çekti ve öfkesinin dinmesini bekledikten sonra Gazel’le göz göze geldi. Şöyle bakmasa ne olurdu sanki! Behram'ın onu sarıp sarmalayası gelmese her şey daha kolay olurdu. "Anneme anlatırsam boşanmamızı isterdi," dedi.
Gazel'in kirpikleri titredi. "Yani... biz boşanmayalım diye mi söylemedin?"
"Bazı şeyler eşler arasında kalır."
"Ama... eninde sonunda öğrenecek."
"O zaman boşanmamızı ister Gazel."
"Hayır!" Gazel'in sesi yükseldi ve Behram'ın kaşları çatıldı. Gazel, hatası karşısında ona verilen cezayı çekmeye razıydı, bu hatanın farkındaydı ama konu ne zaman boşanmak olsa avazı çıkana kadar bağırmaya, bu fikri reddetmeye başlıyordu. Gazel'in içinde kaç kişilik olduğunu bilmemek, hiçbiriyle konuşamamak Behram'ın yüreğinde günden güne büyüyen bir yara açıyordu. "Boşanmayı unut! Boşanmayacağız Behram! Unuttun mu ben edepsizin tekiyim? Beni boşasan da bu evden gitmem!"
"Kimse sana edepsizsin demedi Gazel, kendine gel!”
"Demesen ne? Öyle düşündüğünü biliyorum."
Gazel başını önüne eğerek çay bardağını daha sıkı tuttuğunda Behram çaresizce parmaklarını sıktı. Edep... Gazel'in edepsiz olduğunu düşünmüyordu ama yalancı olduğunu düşünüyordu. Bencildi ama ona aksinin öğretilmediğini de biliyordu. Gazel gerçekten kimsesizdi ve Behram etiyle kemiğiyle bu gerçekten mutsuz oluyordu.
"Gazel?"
Kız gözlerini kaldırıp baktı. "Efendim?"
"Kendi duygularını önemsiyorsun," dedi Behram, onun gözlerinin içine bakarken. Kalbi kırılmış hissediyordu. Birine âşık olabileceğini düşünmemişti ama duyguları, onu ilk gördüğü andan beri büyüyerek bir çığa dönüşmüştü. Yalanla birlikte o çığ üstüne yuvarlanmış, onu yerle bir etmişti. "Ya benim duygularım Gazel? Onları neden umursamıyorsun?"
🌒
Babam öldükten sonra hiç kimse gecenin bir yarısı kalkıp üzerimi örtmedi. Bu yüzden galiba, babamdan sonra hep üşüdüm ben.
Ruhum derince sarsıldı ve gözyaşları, bedenimi yıkamaya başladı. Biri gözünüzün önünde ölür ama elinizden bir şey gelmez ya... Tüm mutluluğum, yaşama sevincim bir anda öldürüldü ve elimden hiçbir şey gelmedi.
Bu korkunç cümle, bu karanlık ima... Tanrım, ondan başka kim olabilirdi ki? O... Adını dahi dudaklarıma alamadığım o pislik dönmüş müydü hayatıma? Fakat... beni nereden bulmuş, bu evi nereden öğrenmişti? Olamazdı; yıllar önce arkasında bir enkaz bırakarak hayatımdan çıkmıştı ve dönmesi için hiçbir sebebi yoktu. Fakat ondan başka kimse böyle bir notu yazamazdı çünkü o yetimhane günlerinde beni ne zaman karanlık bir köşeye çekse ışıkları yakmasını isterdim.
Yakmazdı.
Karanlıkta gizlenirdi.
Elimdeki nota bakıyor, anlamaya çalışıyordum ama hepsi faydasızdı. Beni bulmuştu, bu çiçekleri göndermişti ama nasıl olurdu, beni nasıl bulabilirdi? Bir kez daha hayatımı mahvetmesine izin veremezdim. Bu çiçeği Hazer'e kim vermişti? Yoksa kendisi mi? Ya evimin yakınlarındaysa ya beni takip ediyorsa? Hayır, hayır, hayır... Gözlerime oturan yaşların parlaklığından not kâğıdındaki yazılar seçilemez oldu ve aynı anda not kâğıdı elimden çekildi.
"Ne bu titreyen ellerin, kocaman açılan gözlerin? Mila, neler oluyor Mila?" Hazer'in önüme geçip eğildiğini, yüzümü tuttuğunu hissettim ama kendimi o dahil her şeye kapatmış gibi hissediyordum. "Niye ağlıyorsun Mila? Ne oluyor, anlat bana?”
Hazer'in telaş içinde gözyaşlarımı sildiğini hissettim ve görüşüm temizlendiğinde onun gözlerinin derin bir endişeyle büyüdüğünü gördüm. "Beni buldu," diye fısıldadım dehşet içinde. Tırnaklarım dizlerime battı. "İzliyor mudur acaba? Küçükken izliyordu çünkü, hissediyordum..."
"Neyden bahsediyorsun?" Bu kelimeler, Hazer'in dudaklarından en büyük korkusuymuş gibi döküldü ve kafasını iki yana sallayarak yüzümü okşadı. "Dur şimdi, sakinleş ve bana tane tane anlat güzelim. Beni çok korkutuyorsun Mila... Gözlerin ne kadar çaresiz bakıyor..."
Doğru diyordu, sakinleşmeliydim. Onun bana ulaşması, çiçek göndermesi o kadar korkunçtu ki kendimi kaybetmiştim. Hazer'in daha da eğildiğini hissederken derin soluklar aldım. Hazer yanımdaydı, ben artık o savunmasız küçük kız değildim, Kerem bahçeydi ve şu an kimse bana bir şey yapamazdı. Hem belki... yanlış adrese gelmiştir? Yıllar sonra beni nereden bulup peşime düşecekti ki?
"N'olur sil şu bakışlarını gözlerinden, canım yanıyor Mila." Hazer'in âdeta yalvaran sesine kulak vererek gözlerimi tekrardan gözleriyle buluşturdum ve onun da en az benim kadar korktuğuna emin oldum.
"Bir an... kendimi kaybettim," dedim ve ellerimi dizlerimden kaldırarak onun yüzüne koydum. Eğilmiş, dizlerimin önündeydi ve her mimiğimi dikkatle izliyordu. Hazer yumuşakça gözyaşımı sildi. "Kusura bakma, seni de telaşa soktum. Çiçekler... yanlış adrese geldi galiba, solmuş hepsi, çok da yazık olmuş. Bana da böyle davranmıştı, solup gitmiştim öylece..."
"Ne başka adresi Mila, besbelli sana gelmiş! Kimden bahsediyoruz biz şu an? Senin o bakışlarının sebebi kim?" Beni kendime getirmek için yüzümü hafifçe sarstı ve ruhumdaki titreşimler yüzümdeki acıyı hafifçe sildi. Ardından az önceki sarsmanın telafisini yaparcasına yüzümü kıyamıyormuş gibi tuttu. "O çiçekler başkasına gelmiş olsa böyle korkar mıydın? Şaşırırdın ama sen... hıçkırıklara boğuldun. Aşkım, hadi bana anlat, olur mu?"
"Anlatacak bir şey yok," dedim hızlıca, inandırmak ister gibi kafamı salladım ve gülerken gözyaşlarımın yüzümdeki kayboluşunu hissettim. "Yanlış gelmişler işte! Neden anlamıyorsun? Yanlış gelmişler!"
"Yalan söylüyorsun," dedi elleri yüzümü yavaşça bırakırken. Doğruldu ve ellerini iki yanında yumruk yaparak gözlerini yere fırlattığı kâğıda çevirdi. "Notun altına da küçüğüm yazmış? Küçüğüm? Ne demek bu? Ne küçüğümü lan? Sahiplenir gibi, bir şeyler anlatmak ister gibi, imalı şekilde... Küçüğüm ne lan? Kafayı yiyeceğim!"
Gözlerim, o cümleden sonrasını görmediği için bu kelimenin yazıldığını yeni fark ettim ve yerdeki not kâğıdına bakakaldım. Gerçekten altına da küçüğüm yazmıştı. Eskiden, yetimhanedeyken bana “Küçük Safir” ve “Küçüğüm Mila” derdi. Artık emindim, çiçekleri gönderen oydu. Hazer'i duyamaz oldum ve kendi yalnızlığımda boğulmaya başladım. Hayatıma tekrar girip her şeyi mahvedecekti. Belki evin yakınlarındaydı, beni takipteydi. Hıçkırıklarım bir bir dudaklarımdan dökülürken bacaklarımın üzerinde doğruldum ve bacağımın kırık olduğunu unuttuğum için acı içinde yere yapıştım.
"Mila!" Hazer'in ne ara dizlerinin üzerine çöküp kollarımdan tuttuğunu anlamadım ama bir an sonra kafam göğsüne yaslandı ve hemen aradığım sıcaklığı buldum. Derhal bacağımı düzelterek alçımı kontrol ederken, "Beni şüpheden öldürmek senin niyetin," dedi ve alçımda bir sorun olmadığını gördüğünde beni kendine çekti. "Kendini kasma, ağlamak istiyorsan ağla ama n'olur bana bir şeyler de."
"Sana kurabiye yapmıştık," dedim bir şeyler demek için. Yüzümü göğsünden kaldırdım ve ellerimi yere yaslayarak doğrulurken Hazer'in gözlerini kırpıştırdığını gördüm. Koltuğa yaslı olan değneği alarak doğrulduktan sonra ayaklarımın üzerinde durdum ve onun da kalkarak şaşkınlıkla bana bakmasını izledim. Elimle yanağımı temizledim. "O kurabiyelerden ister misin?"
"Dalga geçiyorsun." Hazer elini alnına koydu ve sinir bozukluğuyla bir anda gülmeye başladı. Aniden gülmesi karşısında ne yapacağımı bilemeden geriye doğru birkaç adım attım ve ayaklarım çiçeklere çarptığında bakışlarım o çiçeklere düştü. Hazer istemsiz şekilde, sinirleri bozulduğu için gülerken o çiçekleri ve arasındaki böcekleri görerek müthiş bir korkuyla kapıldım. Böcekler... Ah, bir tanesi ayağıma mı çıkıyordu? Evet, çorabımın üzerindeydi. “Hazer... Şu böceği alır mısın? Şu... Şuradan bir tane daha çıkıyor..."
"Ne?" Hazer aramızdaki mesafeyi kapatarak yanıma geldi ve beni yine tutarak yüzümü yüzüne doğru kaldırdı. Bakışlarım kocaman açılmış, yardım dilenir şekilde ona bakıyordu. O da benim gibi karmakarışıktı, ne hissedeceğini şaşırmıştı. "Mila, şu an kendinde değilsin, tamam mı? Garip tepkiler veriyorsun. Bak, bir şey sormuyorum sana, hiçbir şey… Yeter ki kendine gel, tamam mı?"
"Böcekler," diye sayıkladım aynı korkuyla. "Ayağıma çıkıyorlar, bir şey yapar mısın?"
Eğilerek ayağımdaki böceği elinin tersiyle silkelediğinde kurtulduğum için mutlu oldum ve göğsümdeki acıyı fark ettim. Çiçekleri kenara iterek doğruldu ve sakin şekilde gözlerimin içine baktı. "Hepsini aldım, böcek falan kalmadı tamam mı Mila? Seni odaya çıkarayım mı? Kucağıma alayım mı?"
"Evin etrafında mıdır ki acaba?" diye kendi kendime fısıldadım ve ona arkamı dönerek merdivenlere doğru bir adım attım. Kendisine hiç cevap vermemem onu biraz daha yıkmış gibi Hazer orada kalakaldı ve değneğim sayesinde merdivenleri çıktım. "İzliyor mudur beni? Ne yapacağım ki ben şimdi? Polisi mi arasam acaba? Nasıl buldu beni? Aklım almıyor…”
Güçbela son basamağı da çıktım ve daha fazla dayanamayarak elimle korkuluğa tutunurken bir ağlama nöbetine tutuldum. Kendi hıçkırıklarımın ve korkuyla atan kalbimin sesini işitirken susarak bu çaresizliğin iliklerime kadar sızışını hissettim. Gücüm tükendi ve vücudum duvara dayanırken, "Polise bile güveniyorsun ama bana güvenmiyorsun," diyen sesini duyarak acılı gözlerimi ona çevirdim. Eğilerek çiçek destesini yerden aldı ve elinin tersiyle fırlattı. Düşen çiçeklerin solgunluğuna bakarken kendimi onlardan biri gibi hissetmeden yapamadım.
🌑
Sana deli oldum ve bu beni delirtti.
Sabah uyandığımda kendimi Hazer'in odasında, siyah çarşaflarının arasında bir başıma buldum. Gece, geçirdiği o sinir krizinin ardından durup sakinleşmiş, sonrasında merdivenlere çıkıp beni kucakladığı gibi odasına getirmişti. Yatağa bırakışını, üzerimi örtüşünü hatırlıyordum. Sonrasında yatağın kenarına çöküp dakikalar boyunca karanlığın içinde oturduğunu da hatırlıyordum. Sessizce ağlayarak duvardaki gölgelerimizi izlemiştim ve uyuyakalırken yatağa yerleşip bana sıkıca sarıldığını hissetmiştim. O kadar sıkı sarmıştı ki kalbi sırtıma değmişti sanki.
Uyandığımdaysa onu evde görememiştim, beni Kerem’le bırakıp işe gitmişti. Geceden sabaha kadar aramızın buruk olmasının üzüntüsüyle huzur bir halde uyumuştum. Şimdi de bahçedeki salıncağa yürürken bahçe kapısı önünde duran korumaya göz atıyordum. Arkası bana dönük halde, hiç benden tarafa bakmadan duruyordu. Kerem’in söylediğine göre o korumalar sabah gelmişti, dün akşam yaşanandan sonra tedbir olması için. Salıncağa yerleştim ve bahçenin kalın duvarlarına baktım; dışarısı görünmüyordu. Bu ev gerçekten kale gibiydi, kendimi koruma altında hissediyordum. Değneğimi kenara bırakarak salıncağın zincirine tutundum ve bahçe kapısının açılmasını bekledim.
Saçlarım rüzgâra kapıldı ve hayallerim gibi oradan oraya savruldu. Göğsümün içinde kaşınan bir yara varmış gibi dakikalar boyunca rahatsız hissettim ve araba tekerleklerinin sesini duyana kadar bu mutsuzluk son bulmadı. Onun geldiğini anladığımda göğsümdeki kaşıntı dindi ve yüzüme bir gülümseme kondu. Kulağım ve kalbimle tamamen ona odaklandım. Birkaç saniye sonra şifreyi girdi ve bahçe kapısı yana kayarak açıldığında güzel yüzü bakış açıma girdi.
Hazer, Hazer, Hazer.
Korumaya bir baş selamı vererek içeri girdi ve sokağı kontrol ederek bahçe kapısını örttü. Doğrudan eve geçmek için yürümeye başlamıştı ki dalgın bakışları beni buldu ve bir an yüzündeki gergin ifade yumuşadı. Dudakları aralandı ve derin bir nefes vererek adımlarını bana yönlendirdi. Daha dün gece görmemişim gibi hasretle yüzünü izledim. Yüzünde, her zamanki dinç görünümünden ziyade yorgun, düşünceli bir ifade vardı.
Salıncağın önünde durarak ellerinden biriyle zinciri tuttu ve bakışlarını tepeden tırnağa üzerimde gezdirdi. Ellerimi eteğimden çektim ve onu görmenin verdiği sevinçle gülümsedim. "Sen niye bu kadar güzel oldun ki? Ben sana trip atacaktım..."
Elbiseme baktım. "Müzikalden kazandığım parayla almıştım. Biraz pahalıydı ama çok beğenmiştim."
Hazer'in dudağı belli belirsiz kıvrıldı ve ardından nazikçe, "Vücuduna çok yakışmış," dedi. Sonrasında omzunun üzerinden arkaya dönerek korumaya bakarken gözleri şüpheci bir şekilde kısıldı. Bana tekrar döndüğünde uzanıp eteğimi düzeltti. "Korumaları tanıyorum ama içlerini bilemem. Sen yine de dikkatli ol yanlarında."
Elini bacağıma bastırırken kendimi gözlerinin derinliğine bıraktım. "Senden başkası bakmıyor... Dokunmuyor da."
Hazer'in dudakları aralıklı kalırken sol elimi ensesine yasladım ve teninin o elmas gibi parlaklığıyla mest oldum. Ondan aldığım yardımla kalçamı salıncaktan kaldırdım ve ona yaslanarak kollarımı vücuduna sardım. Parmaklarımı ensesine kıvrakça dolayarak yüzümü omzuna sürttüm ve sarılabildiğim en sıkı şekilde ona sarıldım. Dün gece kalbini kırdıysam çok üzülürdüm. "Bir daha bana veda etmeden hiçbir yere gitme," diye rica ettim, ardından dudaklarımı boynuna bastırdım. "Seni affetmem, görürsün."
Öpücüğümle teninde âdeta bir titreşim oldu ve eli belimin ortasından beni kendine sıkıca bastırdı. Sıkı tutuşuyla ayaklarım tamamen yerden kesildi ve elbisemin etekleri rüzgârda uçuşurken Hazer'in dudaklarından mest dolu bir inilti çıktı.
"Veda etmeden gitmedim ki. Bir öpücük aldım senden ama haberin olmadı tabii."
Yanağımı omzuna yasladım ve gerginliğimiz bittiği için huzurla doldum. Koruma bize baktığında eteğimi örtmesine, bacaklarımı kapatmasına gülümsedim. Hazer gerçekten centilmen bir adamdı ama koruma, sahiplenme gibi alışkanlıkları vardı.
"Neye gülüyorsun?" dedi güldüğümü duyduğunda.
"Alfa erkeği olmana."
Şirin bir şekilde gözlerini devirerek sokak kapısının önünde durdu ve biz daha çalmadan kapı aralandı. "Buyurun," dedi Kerem. "Favori çiftim."
Hazer, Kerem'e tepki bile vermediğinde aslında hâlâ çok üzgün olduğunu düşündüm. Kerem de Hazer'den bir tepki alamadığı için yüzünü astı ve biz içeri girdiğimizde kapıyı örttü. Bana gülümsemişti, bana sarılmıştı ama yüzünü benden başka tarafa çevirdiğinde nasıl öfke dolu, gergin olduğunu görüyordum. Beni taşırken tezgâha baktı ve kahvaltının yenmediğini gördüğünde bana döndü.
"Kahvaltı etmedin mi?"
"Sensiz boğazımdan geçmedi," diye itiraf ettim.
Hazer kafasını iki yana sallayarak beni tezgâhın oraya taşıdı ve nazikçe tabureye bıraktı. Benden ayrılırken ben de tezgâha dönerek Kerem'in doldurduğu portakal suyunu kendime çektim. Hazer ekmek sepetinden birkaç dilim ekmek çıkardı ve önüme koyarken, "Lütfen yemek yemeyi ihmal etme," dedi. "Allah korusun belki bir gün hiç olmam hayatında, yemek yemeyecek misin?"
Bu korkunç ihtimalle ürperdim ve üzerinde durmamaya çalışarak omuzlarımı silktim. "Boğazımdan geçeceğini sanmam."
Elimden tutup gözlerimde bir maceraya çıkarken belimdeki elini yukarı çıkardı ve saçlarımı kibarca okşadı. "Korkuyor musun hâlâ?"
Dün geceki konunun böyle ansızın açılması karşısında ürperdim ve bakışlarımı kaçırarak eteğimi sımsıkı tuttum. "Korku," diye fısıldadım. "Benim korku hissetmediğim bir an bile yok." Hemen düzelttim. "Sen yanımda olmadığın her an korkuyorum. Ama bu küçüklükten beri böyle Hazer. Hep bastırılarak, bir şeylerle korkutularak, susturularak büyüdüm. Bu sebepten sürekli tedirgin, temkinli, korku doluyum."
Hazer, duygularımı böyle açıkça söyleyebileceğim ilk insandı. Bu yüzden sadece, Korkuyorum, diye geçiştirmek istememiştim. Hazer'in saçlarımdaki eli durdu ve yüzünü omzunun üzerinden arkaya çevirerek benden kaçırdı. Canım benim, üzülüyordu. "Benim aşkım seni hiç korkutmaz tamam mı? Benden hiç korkma."
"Korkmuyorum ki aşkım," dedim ve yumruk halini almış eline uzandım. İri eli seğirdi ama parmaklarını çözerken bana ses etmedi. Kemikli parmaklarını çözdüm ve elini ağzıma kaldırarak avuçiçine bir öpücük koydum. Hazer'in kirpikleri bile titredi. Tatlı bir öpücük bırakarak dudaklarımı avcundan çektim ve sonrasında parmaklarını tekrar avcuna kapatarak öpücüğümü yumruğunun içine hapsettim.
Hazer içine derin bir nefes çekerek saçlarımı aşağı doğru okşadı. "Hadi, yemeğini ye."
"Sen?"
"Ben çıkmadan önce atıştırmıştım," dediğinde Kerem'in homurdandığını duydum ama ona dönemedim. Başımı sallayarak kahvaltımı etmek için tezgâha döndüğümde, "Benim yine çıkmam gerekiyor," dedi yumuşak bir ses tonuyla. Kurdelemin uçlarıyla oynadı ama bu sefer çözmedi. "Evden çıkma Safir. Senin için en güvenli ortamı oluşturmaya çalışıyorum, bana yardımcı ol."
İzlenilmekten, onu görmekten korktuğum için evden çıkabileceğimi sanmıyordum. Fakat sırf onun vicdansızlığı yüzünden kendimi eve hapsetmek de çok büyük haksızlık gibi geliyordu. Nasıl özgürlüğümü, yaşam alanımı kısıtlayabilirdi ki? Ama şu korku... Keşke içimdeki kapıdan pencereden kovup defedebilsem şu korkuyu.
"Güvende olmam adına verdiğin çaba için teşekkür ederim," dedim ve ekledim. "Zaten dışarıya çıkmıyorum ama çıkarsam Kerem muhakkak yanımda olur."
Hazer'in bakışları omzumun üzerinden Kerem'i buldu ve aralarında bir bakışma yaşandıktan sonra kafasını salladı. Kerem'e olan güveni beni mutlu ediyordu. Ben de Kerem'e güveniyordum. Bir erkeğe güvenmek güzel şeymiş. Tabii en güzeli, insanın kendisine güvenmesiydi. Hazer saçlarımı arkaya atarak boynumu açarken, "Sen bir arkanı dönsene," dedi Kerem'e.
Kerem'in kıs kıs güldüğünü duydum ama gülüşünde eksik bir şeyler var gibiydi. "Ne yapacaksınız ki arkamı dönüyorum?"
"Tek kale maç yapacağız, oldu mu?"
Kerem gülmeye devam etti. "Adam iyice yoldan çıktı, tövbe tövbe..."
Hazer ona dik dik baktıktan birkaç saniye sonra Kerem arkasını dönmüş olmalıydı ki gözlerini ve yüzünü eğdi. Ağzımdaki lokmayı güçlükle yutarken, Hazer boynumda kalan bir saç telini de çekti ve ardından gözlerimin içine bakarak dudaklarını omzuma doğru bastırdı. Sıcak öpücüğünü çillerimin üzerinde hissettim ve Hazer gözlerini yumarak dudaklarını omzumdan kaydırırken sırtımda müthiş bir ürperti dolaştı. Dudağı omzumun çevresinde, can alıcı şekilde gezindi ve ardından nefesini tenime üfleyerek dudaklarını çekti. Benden uzaklaşıp bakış açımdan yavaşça çıkarken elim omzumu buldu.
Hazer önce bakış açımdan, sonra da bir şey demeden evden ayrıldı. Sokak kapısının yavaşça örtünen sesini duydum ve elimi omzumda gezdirerek önüme döndüm. Duyguların en güzeli ona kavuşmaktı ve henüz tam kavuşmamışken bile böyle güzelse...
"Safirciğim, artık önüme dönebilir miyim?"
"Tabii."
Ona bir bakış attığımda Kerem de bana dönerek sırıttı ama hayret ki dalga geçmedi. Çatalımı bir salata dilimine batırarak ağzıma götürürken Kerem'in salona yöneldiğini gördüm. "Sen yemiyor musun?" diye sordum.
"Pek iştahım yok," dedi.
"Bana o kadar kahvaltı hazırlayacaksın ve ben de senin karşında, senin hazırladığın kahvaltıyı tek başıma mı yiyeceğim?" dedim bariz bir sitemle. "Gel de bana eşlik et."
Kerem kahvaltı masasına şöyle bir göz attıktan sonra gülümseyerek yanıma yürüdü ve karşımdaki tabureyi çekip oturmadan önce kendine bir tabak aldı. İçimden geldiği için onun tabağına kahvaltılıklar koyarken, "Neden iştahın yok?" diye sordum. "Canın bir şeye mi sıkkın?"
Bakışlarını kaçırırken, "Yoo," dedi.
"Neşen de kaybolmuş," dedim. "Çok özel bir şeyse paylaşmamanı anlarım ama paylaşmanı isterim."
Gerçek bir mutsuzluk içinde bocaladığına emin olduğum sırada, "Leyla ile ayrıldık," dedi. "Müjgan'ın söyledikleri doğruymuş aslında. Leyla son zamanlarda telefonuma hiç cevap vermedi, geçen hafta son kez aradığımdaysa onu bir daha aramamamı söyleyerek telefonu suratıma kapattı. Her nedense o da ağlıyordu ama soramadım, tekrar arayınca da hepten ulaşamadım. Terk etti beni, ocak başına götürdüğüm için mi böyle oldu anlamadım ama..." Kerem'in gözlerinin dolduğunu gördüğümde keskin bir bıçak kanatlarımı sökmek için sırtımdan saldırmış gibi hissettim. "Ben onu gerçekten seviyordum Safir. Şakasını yapıyordum falan ama... duygularım gerçekti. Benimleyken mutlu olduğunu hissetmiştim, yanılmışım."
Canım benim, hiç de bahsetmemişti bundan. Aksine gülmeye devam etmişti, bazı insanlar gerçekten böyleydi. Acılarını, gösterişleri yapmıyorlardı. Ne diyeceğimi, hangi kelimeleri bir araya getireceğimi bilemedim.
"Sen tanıdığım en iyi insanlardan birisin. Leyla hakkında, ilişkin hakkında bir şeyler demek bana düşmez ama... Leyla hayatının bir gününde, yarın veya bundan bir yıl sonra seni kaybettiği için pişman olacak. Bir anlığına bile olsa gerçekten pişman olacak."
"Beni aratacak kadar kötü insanların hayatına girmesini istemem," dedi ve o an Kerem'in kalbinin iyiliğinden o kadar emin oldum ki içimden ona sarılmak geldi.
"Kerem?"
"Hımm?"
"Yanıma gelebilir misin?"
"Bir şeye mi ihtiyacın var?" diye sorarken doğruldu ve tezgâhın etrafından yürüyüp yanıma geldiğinde taburemde ona doğru döndüm. Mutlu görünmeye çalışan gözlerine baktım ve ilk kez Hazer’den başka bir erkeğe sarıldım. Kerem'in güldüğünü duydum ve ardından, "Hazer Bey duymasın," diyerek kollarını bana doladı. Ellerim sırtını sıvazlarken Kerem de tokatlar gibi benim sırtımı sıvazladı ve bir abi gibi beni sardı. İlkinde âşık olduğum adama, ikincisinde bir abi gördüğüm adama sarılmıştım ve ikisinde de o güveni hissetmiştim. Hayatımda bir canavar olabilirdi ama o canavardan daha güçlü elmas ve altın kalplere sahiptim.
Kerem’le ayrıldığımızda yerine geri oturdu ve onun için hazırladığım tabaktakileri yemeye başladı. Hâlâ mutlu değildi ama en azından hafiflemiş gibiydi. Acaba ben de sırlarımdan, korkularımdan ve öldürdükleri yaşama sevincimden bahsettiğimde hafifler miydim? Gazel'e bahsettiğimde biraz rahatlamıştım ama yükümün birazını da onun sırtına verdiğim için mutsuz olmuştum. Hazer bir kelebek gibi olduğumu düşünüyordu ama o kadar ağırdım ki dünyanın bütün kelebekleri kadardım.
Kahvaltıdan kalktığımızda Kerem'in yardımıyla banyoya çıkıp dişlerimi fırçaladım ve aynadan yüzüme baktım. Korkuyu görebiliyordum. O yaşlarda da ondan kaçtıktan sonra aynaya baktığımda gözlerimde bu ifade olurdu. Evet, katilimden köşe bucak kaçardım. Yüzüme soğuk su çarptım ve yine Kerem sayesinde alt kata inerek koltuğa oturdum.
"Kerem maaşını keserim."
Fıstık'ın sesini duyduğumuzda ikimiz de başımızı o tarafa çevirdik ve Fıstık'ın kafesinin içinde coşkuyla döndüğünü gördük. Kerem doğrularak kafese ilerledi. Evde olduğu için takım elbise değil, kot pantolonla tişört giyinmişti.
"Bahar gelince Fıstık'ı kafesinde tutmak kolay olmuyor," dedi, kafesinin kapısını açarken. "Dışarı çıkmak, uçmak istiyor."
"Çok haklı," dedim. Fıstık, kanatlarını açıp kafesin kapısından çıkıyordu. Daha önce de Kerem'in onu bahçeye çıkardığına, biraz hava aldırdıktan sonra geri kafesine koyduğuna şahitlik etmiştim. Kerem omzuna vurduğunda Fıstık oraya yerleşti ve beraber bahçenin yolunu tuttular. Fıstık bağırıyordu: "Keşke Mila'yı öpsem. Keşke Mila'yı öpsem. Keşke Mila'yi öpsem."
Sanırım bunu... Hazer'den öğrenmişti.
Kerem sokak kapısını açarken Fıstık'a cevap verdi. "Merak etme, Safirciğimi öpen öptü."
İlahi Kerem.
"Aa Gazel?"
Kerem'in şaşkın sesini duyduğumda kaşlarımı çattım ve Gazel'in geldiğini anlayarak sevince boğuldum. Yerimden kalkıp onu karşılayamayacağım için yanıma gelmesini bekledim. Gazel'in Kerem'e, "Merhaba," dediğini duydum. "İçeriye girebilir miyim?"
"Tabii ki."
Birkaç saniyenin ardından Gazel bakış açıma girdi ve ayakkabılarını çıkarıp elindeki ceketini de bıraktıktan sonra yanıma koştu. Koltuğa çıkıp kollarını sıkıca bana doladığında ben de en az o kadar sıkı şekilde Gazel'i kucakladım. Birkaç gün önce görmüştüm ama çok özlemiştim. Aklım ondaydı, ağlamalarını düşünüyor ve üzülüyordum.
"Hoş geldin," dedim, geriye çekilip yüzünü görmeme izin verdiğinde.
"Hoş buldum. Nasılsın, iyi misin?" Hafifçe uzaklaşıp bacağını kalçasının altına koydu ve cevap isteyen gözlerini yüzümde gezdirdi. Son günlerde gördüğüm gibi bitkin ve yorgun görünüyordu. Sadece... gözlerinin içi daha umutlu, daha bir başka heyecanla bakıyordu sanki. "Bacağın ne durumda? Alçısı yakında çıkacaktı diye hatırlıyorum."
"Randevumuz birkaç gün sonra," diye onayladım. "Ben... iyiyim. Asıl sen nasılsın?"
Ona dün gece olanlardan bahsetmek istiyordum ama zaten çok mutsuzken bir de bunu anlatmak ne kadar doğru olurdu? Zaten tacizimi öğrendikten sonra şok geçirmiş, psikolojisi bozulmuştu. "Aynıyım, değişen pek bir şey yok. Bir ihtiyacın var mı diye sormaya geldim, banyo falan yapmak istersen yardımcı olayım."
"Olur," dedim minnetle. "Teşekkür ederim."
Omuzlarını silkti ve bakışlarını etrafta gezdirerek, "Hazer evde değil, değil mi?" diye sordu.
"Hayır yok," dedim neyden çekindiğini merak ederek. Cevabımla rahatladı ve bakışları tekrar beni buldu. Kararsızlığını yüzünden okuyabiliyordum ama ne için olduğunu anlayamamıştım.
"Behram’la aram hâlâ kötü," dedi ve bu cümle boğazına oturmuş gibi sertçe yutkundu. "Daha dün akşam kavga ettik, birbirimizin kalbini de kırdık. Biz zaten bu kadar kavgalıyken bir de Hazer’le kavgalı olmasına çok üzülüyorum. En azından onları barıştıralım, bir şeyler yapalım."
İnsanların hayatlarına müdahale etmek, duygularını görmezden gelmek benim yapabileceğim bir şey değildi ama masum düşüncelerimizle bir şeyler yapamaz mıydık?
"Aklında ne var?"
Gazel kabul ettiğimi düşünmüş olmalıydı ki bir parça gülümsedi ve akabinde konuşmaya başladı. "Behram çok geç saatlerde, tehlikeliyken dışarıda olmamı pek sevmiyor. Açık açık söylemedi ama eve geç gelince, ‘Bir şey mi oldu, iyi misin?’ falan diye sordu. Bu yüzden akşam eve dönmeyeyim, o da merak etsin istiyorum. Dur dur, hemen karşı çıkma, akşam burada olacağım. Behram aradığında da burada olduğumu söylerim, o da muhtemelen beni almak için buraya gelir. Hazer’le hiç bir araya gelemiyorlar, buraya gelirse konuşurlar belki."
Kötü bir niyetimiz yoktu ama bazen iyi niyetle yapılan şeyler de fiyaskoya dönüşebilirdi. Yine de Gazel'i geri çevirmek istemiyordum, belki ben de bazen sınırların dışına çıkmalıydım.
“Umarım akşam bu evde kıyamet kopmaz.”
Gazel yüzünü üzgünce koluma yaslayarak acı bir şekilde güldü. “Umarım. Araları bir kez daha benim yüzümden kötü olursa beni tokatlarsın olur mu?”
“Kıyamam.”
Halsiz şekilde gülümserken gözlerini yüzümde ilgili bir şekilde dolaştırdı. “Bir şey mi oldu sana? Son geldiğimden daha keyifsizsin sanki?”
Hemen bir bakışımdan anlardı, anlamıştı. “Hiç, bugün biraz bacağım ağrıdı da,” dedim, gerçeklerden bahsedip onu kahretmek istemediğim için.
“Bacağım acıyor diyorsun ama yine kalbini tutuyorsun Safir.”
Elime baktım ve kalbimin üzerinde olduğunu gördüm; göğsüm acıyordu, ne yapayım. Elimi kalbimden çekerek, "Asıl sen anlat," dedim. "Behram'la neler oluyor?"
"Yan yatmış bir kayığın içinde gibiyiz. Birimiz diğer tarafa bassa, birimiz bir gün haddinden fazla sinirlense çok büyük kavga edip içimizde biriken her şeyi dökecek gibiyiz." Huzursuz bir nefes çekerek saçlarımı okşadı. "Bazen bir bakıyorum kıyafetimi ya da lastiğimi bir yere saklamış. Soruyorum, söylemiyor. Evin içinde ararken keyifle beni izliyor. Gıcık bir tarafı varmış, onu keşfettim."
Ah, Behram'ın beyefendi görünümünün altında böyle yaramazlıklar yapan bir çocuk vardı demek ki. "Eşyalarını mı saklıyor?"
Yanaklarını şişirdi. "Evet, sonra da geçip ararken keyifle beni izliyor. Ya da ne bileyim... Omlet yapıyorum, ‘Beğendin mi?’ diyorum. ‘Çok beğendim, bir daha olmasın,’ diyor. Gıcık ediyor beni!"
Bu şekilde tartışmalarına inanamayarak gülümsedim. "Behram'ın öç alma şekli bile masum Gazel."
Dudaklarına yerleşip yüzünü tamamen kaplayan gülümsemeye baktım. "Evet öyle. Ve çok güzel kokuyor biliyor musun? Beraber uyumuyoruz, yatakta ben yatıyorum ama dün gece Behram uzanmak için yatıp yatakta uyuyakalınca ben de yanına kıvrıldım. İlk defa beraber uyumuş olduk ama o uyanmadan önce kalktım."
"İkimiz de hayatımızın aşkını aynı dönemde bulduk," dedim, camdan Fıstık'ın kanatlarını açıp uçmasını izlerken. "Dilerim hiç kaybetmeyiz."
"Kaybetmeyeceğiz," diye güvence verdi bana.
Umarım.
Sonrasında biraz daha havadan sudan konuştuk. Ona dün gece olanları söylemeye birkaç kez yeltendim ama bir sinir krizi daha yaşar diye çok korktum. Bu sebepten kafasını dağıtacak şeylerden konuştuk.
Galip hapis cezasını paraya çevirememişti ve bir aydır içerideydi. Gazel serbest bırakıldığında daha kötü bir şey yapmasından korktuğunu söyledi. Bu sefer kendisine değil, Behram'a yapmasından korkuyordu.
Akşam vakti olurken Gazel'in yardımıyla banyoya geçtim ve temiz bir duş aldım. Daha sonrasında mutfağa geçerek dolaba bakındım. Ben yemek yapmasını pek bilmezdim ama Gazel bilirdi. Bu yüzden bir şeyler yapmayı teklif etti, zaten bacağım yüzünden ayakta duramıyordum. Hazer'in makarnayı çok sevdiğini bildiğim için makarnayı ben yaptım, Gazel de fırında patatesli tavuk yapmıştı. Hazer fırın yemeklerini, eti ve tavuğu da çok seviyordu. Hazer gerçekten yemek yemeği seviyordu.
Fakat Beşiktaş maçının olduğu akşamlar heyecandan yiyemiyordu. Bu geçtiğimiz bir ayda Beşiktaş'ın bir maçı olmuştu ve maalesef o maçta yenilmişti. O anı hatırlıyordum. Hazer'in hemen yanında oturuyordum, o üzerinde Beşiktaş formasıyla heyecanla ekranı takip ediyor, bir kalkıyor, bir oturuyordu. İlk golü karşı takım attığında yerinden kalkıp televizyonun yanına gitmiş, ekrandaki futbolcularla konuşmuştu. Çok sinirlenmişti ama sanırım ben yanında olduğum için hiç küfredememişti. Beşiktaş gol attığındaysa heyecanla beni sarsmış ve şaşkın bakışlarım arasında ekrana yaklaşıp golü atan Beşiktaşlı futbolcunun alnından öpmüştü. Bu olanları hatırlamadığına emindim. Fakat maçın son dakikalarında karşı takım bir gol daha atıp maçı kazandığında Hazer sakince yerinden kalkmış ve üzerindeki Beşiktaş formasını ısırarak odasına çıkmıştı. Artık odasında nasıl bir sinir krizi geçirdiğini bilemiyordum.
Fırın yemeği ve makarna hazır olduğunda saate baktım ve Hazer’in eve dönme vaktinin yaklaştığını görerek Gazel’le sofrayı kurdum. Hava kararmış, bahçedeki lambalar yanmıştı. Korumalar hâlâ etraftaydı, kimse içeri bakmıyordu.
"Behram arıyor."
Hazer'in yolunu gözlerken Gazel'in telefonu açtığını göz ucuyla gördüm. “Efendim?" dedi ve karşı tarafı dinlerken heyecanını yüzünde gördüm. "Sakin olur musun Behram? Safir’leyim, saatin nasıl geçtiğini anlamamışım. Tamam, şimdi çıkıp gelirim."
Kafamı iki yana sallayarak bu numaramız için utanç yaşarken Gazel'in yüzüne bir rahatlama duygusu yerleşti. "Peki madem," dedi, bana göz kırptı. "Sen gel al."
Sanırım Galip olayından sonra Behram ona karşı daha korumacıydı.
Telefonu kapatarak ellerini çırptığında, "Behram gelse ne olacak…" dedim, tekrar dışarı bakarken. "Han hâlâ gelmedi."
"Tüh ulan ya! Çıkmadı mı telefonuna?"
"Hep açarım demişti oysaki. Anlamadım neden böyle oldu..."
Bir saniye... O cani, Hazer'e bir şey yapmış olabilir miydi? Boğulur gibi bir ses çıkararak ellerimi kucağıma düşürdüm. Hazer hep eve gelirdi, beni görmeyi çok isterdi ama şimdi... saat on olmasına rağmen gelmemişti. Telefona da cevap vermemişti.
Hüseyin, hayatımı bu kadar hızlı mahvedebilir miydi?
Ellerimi koltuğun iki yanına yaslayarak doğrulmaya çalışırken Gazel'in bir şeyler dediğini algıladım ama duyamadım. Kerem'e haber vermeli, bir şeyler yapmalıydım. Kalp atışlarım bir anda coşmuş, vücuduma sıcaklık basmıştı. Değneği koltuğumun altına koyarak doğruldum ve sokak kapısına yürürken Gazel de arkamdan geldi. Sokak kapısını açtım ve gözlerimle bahçede Kerem'i ararken onu gördüm.
Hazer oradaydı.
İlk an orada durup sigara içişinin bir hayal ürünüm olduğunu düşündüm ama sahiden oradaydı. Sokak kapısının önünde durmuş, Kerem’le bir şeyler konuşuyor, sigara içerek sokağı gözetliyordu. Profilini gördüğüm için yüz ifadesini anlayamadım ama sigarayı çok hızlı şekilde, ağzında bir şeyler geveleyerek içiyordu. Arabanın sesini nasıl duymamıştım ki? Ya da neden doğrudan eve gelmemişti? Ne zamandır oradaydı?
"Hazer gelmiş ya..."
"Gelmiş," dedim şükrederek.
Ne ara yaşardığını anlayamadığım gözlerimi çabucak temizlerken Hazer sigarasını dudaklarından çekti ve bakışları beni buldu. Bahçede yanan ışıklar sayesinde döndüğünde yüzünü görebilmiştim. Gerginliği yumuşadı ve yürüyüp sigara izmaritini bahçedeki çöp kutusuna attıktan sonra bana doğru yürümeye başladı. Bakışları bir an için Gazel'i bulsa da bir tepki vermedi ve yanıma vardığında sigara kokusuyla beraber gelen alkol kokusunu hissettim. Bu yüzden mi geç kalmıştı?
"Hoş geldin," dedi Gazel'e, kapıdan girerken. Sesi düzdü, bir sitem, kızgınlık veya yumuşaklık yoktu. Ceketini ve ayakkabılarını portmantonun önünde çıkarırken hareketlerinin biraz ağır olduğunu, çakır keyif olduğunu anladım. Beni selamlamamış, sarılmamıştı. Gazel mahcup bakışlarla salona geçerken, "Hoş buldum," dedi. "Sen de hoş geldin."
Hazer gereksiz şekilde kıkırdadı. Ortada hiçbir şey yokken.
"Affedersin," dedi daha sonrasında ve kravatını gömleğinin üzerinden indirirken benimle göz göze geldi. Gazel bakış açımızdan tamamen çıktığında Hazer omuzlarını düşürerek gözlerini bütün yüzümde dolaştırdı. Gülümsemeye çalıştım, her nedense buna ihtiyacı olduğunu düşündüm. Yutkundu ve kravatını elinin etrafına sararken, "Merhaba bebeğim," dedi boğuk bir sesle. Sonra arkasını dönüp merdivenlerin yolunu tuttu.
"Hazer'in bir şeyi mi var?" diye sordu Gazel, o gözden kaybolduğunda. Dönüp titreyen elimle sokak kapısını örterken Kerem'in de bir sigara yaktığını gördüm. Kapıyı kapattım ve salona geçerken, "Benim gibi bir derdi var," dedim. "Daha ne olacak?"
Dün gece yaşananlar yüzünden bu haldeydi. Hayatım ona güzelliklerin yanında acı ve sıkıntı da getirmişti.
"Anlamadım," dedi Gazel, ben yanına otururken.
"Behram ve Hazer'in bu gece yüzleşmesi pek doğru bir fikir gibi gelmiyor artık," dedim. Midemde bir düğüm hissediyordum. "Hazer pek kendinde değil gibi. Tartışırlarsa hoş şeyler söylemeyebilir. Sinirlenince ağzından çıkanı kulağı duymaz onun."
"Öyle mi dersin?" dedi, sesini bir ümitsizlik basmıştı. "Doğru anı nereden bileceğiz?"
"Bu akşam değil Gazel," dedim elbisemin eteklerini sıkarken. Hazer dün benim için koşarak eve gelen, gözleri sevinçle bakan o adam değildi şu an. Bir anda, bir gün içinde sanki yaşama sevinci ölmüştü. Kafasının içinde kurdukları, tahmin ettikleri, o not, benim korkularım...
"Kavga mı ettiniz? Anlatmak ister misin?"
"Kavga etmedik," dedim. Kalbimde, ölü duygularımın mezarlığını taşıyordum. "Ama edeceğiz."
Ellerimi yüzüme kapatırken kapı zilini duyduk ve Gazel’le birbirimize baktık. Behram gelmişti. Gazel saçlarını düzeltip kalktı ve saniyeler içinde kapıyı açtığında birkaç konuşma sesi geldi. Sanırım Behram onu çağırıyordu, bu geceki planlarımız yerle bir olmuştu. Gazel'in portmantoya koyduğu ceketini aldığını görürken biz kez daha göz göze geldik ve aynı sırada merdivendeki adım seslerini duyduk.
"Behram?"
Hazer'in merdivenlerde olduğunu anladığımda bakışlarım hızla onu buldu. Son basamaktaydı, hızlı indiği çok açıktı. Gömleğinin düğmelerini çözmüştü ama sanırım çıkarmaya vakti olmamıştı. Behram'ın arabasını mı görüp gelmişti? Planladığımız karşılaşma gerçekleşmişti ve nefesimi tutmuş, Behram'ın tepki vermesini bekliyordum. Hazer birkaç adım daha attığında bakışlarımı çıplak göğsüne indirdim ve Hazer de o an durumu fark etmiş olmalıydı ki hızlıca birkaç düğmesini ilikleyerek hevesli bir sesle konuştu. "İçeri geçsene."
Behram’la barışmak için ölüyordu, canım benim. "Gazel'i almaya geldim," dedi Behram mesafeli bir sesle. "İçeriye girmemin lüzumu yok."
Hazer, tuttuğu gömleğinin uçlarını avcuna hapsetti ve güçlü şekilde yutkundu. "Buraya kadar geldin Behram," dedi. İkna edici bir ses tonu kullanıyor, ısrarcı davranıyordu. "Gir de konuşalım. Camiden mi çıktın? Açsındır, yemek yeriz hem."
"Evet evet," diyerek hemen Hazer'i destekledi Gazel, yüzünü kapıdan duran Behram'a çevirerek. "Ben epey açım."
Behram'ın sesli soluğunu buradan bile duydum ve onu zorladığımızı düşündüm. Hazer hızlı hızlı kafasını salladı ve umutla içeriye girmesini bekledi. Birkaç saniye sonra hepimiz nefesimizi tutmuşken Behram'ın sesi duyuldu. "Tamam ama yemekten sonra kalkarız."
Hazer bir an heyecanla yumruğunu kaldırdı ve havaya savuracak oldu ki Behram'ın cık cık cık dediğini duyunca hemen elini indirip içtenlikle gülümsedi.
Behram bakış açıma girdi ve ayakkabılarını çıkararak portmantoya koyduktan sonra gözleri beni buldu. Yüzünde herhangi bir gülümseme oluşmadan başını sallayarak selam verdi ve ardından açıp ellerine baktı. "Banyo müsaitse ellerimi yıkayayım?"
Banyoyu ben kullandığım için hızlıca başımı salladım ve Behram ağır ağır merdivenleri çıkarken Hazer gergince alnındaki teri sildi. Gazel de mutlu olmuş, umutlu şekilde bize bakıyordu. Her şeyin iyiye gitmesini ümit ederken Hazer’le göz göze geldim. Saçı başı dağınıktı, alkolün izlerini görmek çok mümkündü. Bana göz kırptı.
"Ben de üzerime bir tişört alıp geleyim."
Arkasını dönüp heyecanla merdivenleri çıkarken onların arkadaşlıkları için sevinerek gülümsedim. Gazel ellerini çırparken bana göz kırptı.
"Safir, kıskanma ama Behram'ı gördüğünde seni gördüğünden daha çok heyecanlandı Hazer."
Kıkırdadım. "Fark ettim."
Gazel yanıma yürüdü ve kalkmama yardımcı olduğunda beraber tezgâha ilerledik. Tabureye oturdum ve Gazel de karşıma oturduğunda tabakları hazırladık. Kendime ve Gazel'e içecek bir şeyler koydum ama ne yemek ne de içmek için iştahım vardı. Eteğimi düzelttim ve elimi çenemin altına dayarken Hazer'in indiğini gördüm. Yanımıza yürüdü ve hemen yanımdaki tabureyi çekip oturduğunda gri bir tişört giydiğini görünce elimde olmadan tebessüm ettim. Elini bacağıma koydu, dizimi yavaşça okşarken yüzünü bana yaklaştırdı. "Sigara kokuyordum," dedi kısık bir sesle. "Geldiğimde öpemedim seni."
Bunu açıklamasına, böyle ince düşünmesine hayranlık duyarak elimi bacağımdaki elinin üzerine koydum. "Şimdi öpebilirsin."
Hazer hızlıca kafasını salladı ve bana yaklaşmak üzereyken Gazel boğazını temizleyerek kendini belli etti.
Hazer tek kaşını kaldırarak ona döndü. "Behram'ın karısı olduğun nasıl belli. Hemen boz işimi."
Gazel tatlı şekilde gülümseyerek bana göz kırptı.
Hazer önüne dönerken nefesinden yayılan alkol kokusunu aldım. Bakışlarını tezgâhta dolaştırarak bir şeyler ararken merdivendeki adım seslerini duyduk. Gazel'in de Hazer'in de bakışları hızla arkaya çevrildi ve benzer duygularla Behram'ı buldu. Behram az sonra bakış açıma girdi ve Gazel'in yanındaki tabureyi çekip otururken bakışlarını tabağına sabitledi.
"Yemek duası edelim," dedi Hazer ve bununla beraber hepimiz ona dönüp hayretle baktık. Hazer ne dercesine kafasını sallayıp gözlerini hepimizin yüzünde dolaştırdı. "Ne? Ben hep yemek duası ederim."
Behram'a yaranmaya mı çalışıyordu?
Gülüşünü saklamak için Gazel’in elini ağzına örttüğünü gördüm. Behram asabı bozulmuş gibi Hazer'e bakıyordu. "Sen içki mi içtin?"
Hazer abartılı şekilde kafasını iki yana sallayıp ellerini masumum dercesine havaya kaldırdı. "Ne Behram'ı alkol."
Behram yumruğunu çenesinin altına yasladı. "Kesinlikle içmişsin."
Hazer bir anda bana döndü ve ağzında biriken tüm nefesi yüzüme boşaltarak, "Alkol kokmuyorum değil mi?" diye sordu. "Öperek bakabilirsin istersen Safir."
Bacağımın üstündeki eline çimdik attım. "Kendine gelsene hayatım."
Yüzünü buruşturdu ve önüne dönüp somurtarak tabağına baktı. Gerçekten çakır keyif olmuştu, aklına eseni söylüyor ve yapıyordu. Behram onun kendini böyle kaybetmesinden duyduğu memnuniyetsizliği belli ederek besmele çekti ve ardından çatalını kavradı. Fırın yemeğinden bir lokma alıyordu ki Hazer onun eline sertçe vurdu.
"Yemek duası edeceğiz! Sen nasıl imamsın yahu?"
Behram önce eline, sonra Hazer'in suratına baktı. "Bir etsene, nasıl edeceksin çok merak ediyorum."
"Şey..." Hazer elini geri çekip ne yapacağını bilememiş gibi bana baktı. "Allah'a, bize verdikleri rızıklar için teşekkür edeceğim işte."
Behram sabit bir yüz ifadesiyle konuştu. "Sana boşuna mı alkol almamanı söylüyorum Hazer? Baksana, kendindeyken asla yapmayacağın şeyler yapıyorsun. Bu söylediğin şükür, yemek duası değil. Kendi içinden şükret.”
Hazer belli belirsiz kızardı. "Tamam."
Bu konuda Behram'a katılıyordum, sanırım ben de alkolü sevmiyordum; en azından kontrollü içilmesi taraflarıydım. Behram lokmasını ağzına alırken Hazer de yemeğini karıştırdı. Uzanıp elimi dizinin üzerine koyduğumda baygın bakışları ağırca yüzüme çıktı ve aramızda nefes kesici bir bakışma yaşandı.
"Karabiber mi var bu yemeğin içinde?" diye sordu Behram, su bardağına uzanırken.
Gazel kafasını hızla iki yana salladı. "Hayır, sen yemiyorsun diye koymadım ben."
Hazer bıyık altı güldü. "Olmuşsunuz siz."
Gülmemek için dudağımı ısırırken Gazel kızardı ve Behram da homurdandı. "Hasbinallah."
Hazer omuzlarını silkti ve tabağından bir lokma alırken ben de çatalımı tabağın içinde dolaştırdım ama bir şey yiyemedim. Hazer'in ruh hali hiç hoşuma gitmiyordu. Behram’la arasını düzeltmek istiyordu ama kendinde olmadığı için doğru şeyler söylemiyordu. Ne olacaktı, bu hali ne kadar sürecekti bilmiyordum.
Gerçekleri öğrendiğinde daha kötü olursa?
Tırnaklarımı dizlerime batırırken su bardağına uzandım ve birkaç yudum aldım. Bu iş uzadıkça daha beter bir şeye dönecekti. Hazer'e söylemem, anlatmam lazımdı. Han'ı artık tanıyordum, adım adım ezberlemiştim. Hazer öç almayı severdi. Gelen çiçeğin izini sürdüğüne emindim. Ne yapacaktı? Hüseyin'e ne yapardı? Beni en çok korkutan sorunun bu olduğunu fark ettim.
Her şeyi anlatsam ve ardından onu hapse attırmak istediğimi söylesem bana gülerdi. Hazer intikam isteyecekti.
"Neden yemiyorsun?"
Gazel'in sesini duyduğumda gözlerimi yüzüne kaldırarak omuzlarımı silktim. İştahım yoktu ama o yiyordu. Onun iyi hissedip yemek yemesine gülümsedim. "Sen ye güzelim, şu an pek aç hissetmiyorum."
Hazer'in bakışları yüzümde oyalandı ama şüphesini görmeyi istemediğim için ona dönmedim. O da yemiyordu, benim gibi tabağını karıştırıyordu. Sert bir nefes aldığını duydum, dizimi okşarken Gazel'e döndü. "Sen baya iştahlı yiyorsun ama? Bilmediğimiz bir şeyler mi var yoksa? Hamile falan..."
Behram'ın çatalını tabağına sertçe bırakmasıyla derin bir sessizlik oluştu. Hazer'in bu yersiz sorusu hepimizin yüzüne şaşkın bir ifade oturtmuştu. Hazer ne söylediğini yeni fark etmiş gibi gözlerini Behram'a çevirdi ama o olayı kavrayana kadar Behram tabureden kalkmıştı. Gazel'e bir bakış atarak, "Gidelim," dedikten sonra Hazer'e döndü ve o daha ağzını açamadan parmağını suratına salladı. "Benimle bir daha konuşmak istersen aklın başında olsun. Ağzına diline mukayyet olamayacaksan konuşma benimle."
"Öyle demek istemedim," diye kendini açıklamaya başladı Hazer, tabureden fırlarken. Gazel ve ben oturup kalmıştık, bu yüzden Behram uzanıp Gazel'i kaldırırken Hazer’e bakmadı. "Biliyorum, konuşmayı sevmezsin böyle şeyleri. Özür dilerim, otur hadi. Daha yemeğin bile bitmedi ki!"
"Ben diyeceğimi dedim Hazer. Konuşalım diyorsun ama ağzından doğru dürüst bir cümle çıkmıyor. Özledim dedim, tamam mantıklı bir şeyler der dedim ama sen kalkmış..." Başka şey demeden sustu ve Gazel'in elinden tutup onu arkasından çekiştirirken sadece elimi kaldırıp Gazel'e sallamakla yetindim. Gazel pişmanlık dolu gözlerle bana bakarken Behram portmantonun kapaklarını açıp içinden alacaklarını aldı. Hazer yumruklarını sıkıp onların arkasından yürüdü, bir şeyler demek için dudaklarını araladı ama Behram kapıyı açıp Gazel’le dışarı çıktığında konuşamadı. Kapı arkasında tok bir ses bırakarak kapandığında Hazer sıçrayarak gözlerini yumdu.
O tok ses...
Evi derin bir sessizlik kapladı ve ikimiz de hiç kıpırdamadan sabit kaldık. Hazer gerçekten bu akşam yersiz konuşuyor, ne diyeceğini kendisi bile kestiremiyordu. Behram'ın daha mantıklı konuşmayı istemesi makuldü ama Hazer'i hiçbir şekilde suçlayamıyordum. Dün akşam dengesini çok bozmuştum, yaşadığım muhtemel olay karşısında sakin kalamamasını anlayabiliyordum.
Onun elmas bir kalbi olduğunu söylemiştim, şimdiyse o kalbi yontuyordum sanki. Parıltılı parçalar avuçlarıma dökülüyordu.
Hazer orada ne kadar kaldı bilmiyorum ama halsiz birkaç adım atarak salona geçip koltuğa oturduğunda söylenmemiş her şeyin altında kaldığımızı hissettim. Kollarını kendine sardı ve başını önüne eğerken omuzları titredi. Başımı başka tarafa çevirerek dudaklarımı ısırdıktan sonra değneği omzumun altına aldım ve birkaç adımda koltuğa yaklaştım. Yanına oturup değneği kenara bıraktığımda dün gece tam burada bana aşkını itiraf ettiğini fark ettim. Gözlerini ileri dikmiş, boşluğa bakıyordu. Salonda sadece abajur ışığı vardı ve fark ettim ki onunlayken bir lambanın ışığını değil, onun ışığını seviyordum. Bu yüzden karanlıkta oturabiliyordum.
"Hazer..."
"Söylemeyeceksin değil mi?" dedi, gözlerini televizyon ekranına sabitleyerek. "Susarak bana işkence etmeye devam edeceksin."
"Ben susarak en çok kendime işkence edi..."
"Böyleydin," dedi ve ansızın yüzünü bana çevirip avcunu ağzıma örttü. Bu beklenmedik hareketiyle gözlerim kocaman açıldı ve kendimi korkunç derecede kötü hissettim. "Şimdi benim de böyle olmamı istiyorsun," diye devam ederek diğer avcunu da kendi ağzının üstüne örttü. İkimiz de susuyoruz.
O Hazer olsa bile, birinin elinin ağzıma böyle sıkıca yapışmasıyla boğulacak gibi oldum ve bileğinden tutup elini iterken konuştum. "İki kez üst üste sözümü kestin, rica ederim bunu bir daha yapma."
Sözümü kestiğinde kapının çıkardığı o tok sesin ona hissettirdiklerini yaşıyordum.
Uzanıp Hazer'in kendi ağzına bastırdığı elini de indirdim ve onun alev alev yanan bakışlarının altında değneğime uzanıp ayağa kalktım. Bacağım iyiydi, üzerine basıp yürüyeceğimi bile düşünüyordum ama riske atmayacaktım. Basamakların yolunu tuttum ve üst kata çıkarak koridorun sonundaki odaya yürüdüm. Alışkanlıktan Hazer'in odasına gelmiştim. Değneğimi kenara bırakarak abajuru yaktım ve yatağın ucuna, siyah nevresimin üzerine oturarak saten yorgan kılıfını avuçlarımın içine aldım.
Haklıydı, konuşmalıydım ama nereden başlayacağımı bilmiyordum.
Geceleri yanıma gelirdi, beni çağırırdı, öperdi mi diyecektim? Ben bunları yıllardır kendime bile diyemiyordum ki. Hiçbir şey anlamazdım Hazer, bana dokunmasına izin verirdim mi diyecektim? Yorganı yumruğumun içinde sıkarken koridoru ezen adım seslerini duydum, ardından kapının açıldığını. Gözyaşlarımı temizlemek için zaman bile bulamadan Hazer içeri girip kapıyı kapattı ve ayakta durup beni izledikten bir an sonra geçip yavaşça arkama oturdu. Çenesini omzuma yaslayarak kolunun birini etrafımdan geçirdi. Sırtıma yaslandığı için göğsünün sıcaklığını hissettim ve mehtaba baktım.
"Lo siento mi angel,[1]" diye fısıldadı kulağıma benden kaptığı birkaç İspanyolca kelimeyi. Sesiyle gevşedim ve sırtımı tamamen göğsüne dayadım. Bu akıl çelici bir sıcaklıktı ve kalbimde, yokuş yukarı koşuyormuş gibi bir telaşa sebep oluyordu. Belli belirsiz gülümsedim ve ayışığında parlayan odayı izledim, kollarının arasında âdeta eridim. "Mi mariposa.[2]"
✨
On gün sonra
Alçım dün çıkmıştı.
Bu on gün içinde güzel şeyler de yaşanmasına rağmen kötü şeyler daha ağır basmıştı. Hazer sürekli gergindi, etrafta her an patlayacak bir bomba gibi geziyor, çok daha fazla alkol içip sakinleştirici alıyordu. Kapıda iki değil, artık dört koruma vardı ve ben sürekli evde Kerem’le oturuyor, neredeyse her anımı diken üstünde geçiriyordum. Hazer yine sabahları işine gidiyor ama akşamları çoğu zaman geç geliyordu Gülümsemeye, iyi olmaya çalışsa da gözü bir noktaya daldığında uzun dakikalarca susabiliyordu. Üzgün, mutsuz, beklenti içindeydi.
Bir şeyler söylemem için gözlerimin içine bakıyordu.
Kerem, Hazer'in o çiçek dükkânını bulduğunu söylemiş ama fazla detay vermemişti. O çiçek dükkânını bulduysa Hüseyin'e yaklaşmış olmalıydı ve o Hüseyin'i bulmadan benim olan biteni anlatmam gerekiyordu.
Bugün yapacaktım.
Doktor kırıklarımın kaynadığını ama dans etmek için henüz erken olduğunu söylemişti. Üzerine basabiliyordum, bir acı hissetmiyordum ama koşmak, hızlı hareket etmek için çok erkendi. Yine de dans etmeyi çok özlediğim için gecenin bir yarısı kalkmış, Hazer uyuyorken dans etmiştim ve neyse ki bir kaza yaşanmamıştı. Kerem, Hazer'in Müjgan'a açtığı maddi ve manevi davayı kazandığını da bana iletmişti. Açıkçası buna mutlu olmuştum. Ailesi yaptığı her şeyi öğrenmişti.
Hazer’le ben... Geçen bu günlerde fark ettiğim şeyler olmuştu. Duygularımız sandığımdan da daha yoğundu. Mesela bu süre içinde birkaç daha tartışmıştık ama ya Hazer ya da ben dayanamamış, barışmak için hemen birbirimizin yanına gitmiştik. Geceleri beraber uyuyorduk, başını çoğu sabah göğsümün üzerinde buluyordum. Hazer uzun boylu, fit vücuda sahip, kalıplı bir adamdı ama bazı geceler yatakta bacaklarını kendine çekip küçülüyordu. Kimi sabah uyandığımda hazırlanmış, bana veda etmek için yatağın başında beklediğini görürdüm. Veda etmeden ayrılmıyorduk.
Şimdiyse Kerem’le sahilde, denize karşı dondurma yiyorduk. Kerem beni asla yalnız bırakmıyordu; bacağım iyileşmişti, ihtiyaçlarımı giderebiliyordum ama hep benimleydi. Bu akşam da çok istediğim için dışarıya çıkmış, buraya gelmiştik. Hazer Han bugün çıkmadan önce akşam bir iş yemeğinde olacağını söylemişti. İşle ilgili yolunda gitmeyen şeyler vardı, bu sıralar çok stresli telefon konuşmaları yapıyor, Kerem’le bir şeylerden konuşuyorlardı.
Bu akşam Hazer’le konuşacaktım. Emindim. Fakat nasıl yapacağımı bilmiyordum, bu yüzden evden çıkmadan önce bir sakinleştirici içmiştim.
Dondurmam bitmişti, denize bakıyordum. Kerem hemen yanımdaydı, eski neşesi hâlâ gelmemişti ve o da en az benim kadar üzgün şekilde denizi izliyordu. Bense kendimi o konuşma için çaresizce hazırlamaya çalışıyordum.
Saat dokuza geliyordu. Arkamızdaki caddeden arabalar ve kaldırımdan insanlar geçiyordu. Hazer'in olduğunu öğrendiğim bir diğer arabasıyla gelmiştik. Beyaz, güzel bir arabaydı. Buradan sonra eve dönüp Hazer'i mi bekler yoksa onun yanına mı gitmek isterdim bilmiyordum.
"Artık eve dönelim mi?" diye sordu Kerem, temkinli gözlerini yüzümde hissediyordum. "Dondurmalarımızı yedik, hava da epey rüzgârlı."
"Acaba şu an beni izliyor mudur?" diye fısıldadım kendi kendime ve sonra etrafıma bakarak ayaklarımın üzerinde yükseldim. Yürüyüp koşabilmek çok güzeldi, bir kez daha anlamıştım. Kerem'in bakışlarına bir şaşkınlık yerleşirken kendi etrafımda dönerek gözlerimi caddede dolaştırdım. "Bazen yattığımız odanın kapı deliğinden izlerdi. Neden yaptığını anlamazdım ama içten içe ürker, yorganı başıma kadar çekerdim. Nefesim bitene kadar o yorganın altında kalırdım."
Kerem de benim gibi etrafa baktı ve ardından gözleri benimle birleştiğinde yüzüne bir öfkenin hücum ettiğini gördüm. "Seni taciz mi ediyordu?"
Bu soruyu bu şekilde, ilk kez duymak kurşun yemişim gibi hissettirdi ve farkında olmadan birkaç adım geriye giderek ona sırtımı döndüm.
Taciz. Karanlık. Yetimhane. Yalnızlık. Müdire. Sus. Sus. Sus.
Anlamıştı, Kerem anladıysa Hazer çoktan anlamıştır. Kerem'in ayağa kalktığını, bana doğru birkaç ürkek adım attığını hissederek geriledim. “Sakin ol," dedi yatıştırıcı bir sesle ama sesi... neredeyse titriyordu. "Hiçbir şey sormuyorum tamam mı? Hadi, gel de seni eve götüreyim Safir."
Bana çok iyi davranıyordu, hep iyi davranmıştı. Kerem'in bir şey yapamadığı için çaresiz hissettiğini biliyordum. Etrafımda döndüm ve karanlık caddede, hızla gözlerimi gezdirdim. Buralarda mıydı? Korkmuyordum, bu sefer yorganın altına saklanmayacaktım. Susup yardım dilenmeyecektim. “Ben gayet güçlü biriyim," dedim. Sesim çatlıyordu. "Sen ve Hazer olmasanız da başımın çaresine bakabilirdim. İyi ki varsınız tabii ama ben ayaklarımın üzerinde durup ona gününü göstereceğim." Elbisem ve saçlarım uçuşarak vücuduma yapışırken nezaketimi kaybederek caddeye doğru bağırdım. "Neredesin bok herif?"
"Safirciğim..." Kerem bana doğru endişeli birkaç adım attı.
Bağrışımla insanların meraklı gözleri üstüme çullanmıştı. Kollarımı kendime sararak denizin üzerindeki siluetime bakarken kaygı dolu adımlarla bana yaklaştı ve sanırım ürkütmemek için hiçbir şey yapmadı. Yumruğunu sıktığını görmüştüm.
Öyle işte Kerem, her erkek sizin kadar iyi değil. Siz benim iyi kimsiniz.
Bu akşam Hazer'in yanına, onu almaya giderim diye güzel bir elbise seçmiştim kendime. Hazer için hazırlanmayı seviyordum, beni güzel bulmasını da. Onun bakışları canavar gibi değil, ateş gibiydi ama sıcaktı. Şimdiyse onun için giydiğim yeşil elbiseyi yumruklarımın içine almış, sıkıyordum.
Hava serindi ama çok üşümüyor, içten içe yanıyordum. Elimi kaldırıp boynuma götürdüm ve Hazer'in verdiği ilham perisi kolyeme dokundum.
"Safir?" diye seslendi Kerem bir kez daha. Yüzünü denize çevirerek derin bir nefes aldı ve ardından tekrar bana döndü. "Senin için ne yapabilirim?"
Kerem benim iyi olmam, iyi hissetmem için âdeta çırpınıyordu. Kalbimden onun için en iyi şeyleri dilerken, "Hazer'in yanına götürebilir misin?" diye rica ettim. "Onu özledim."
"Tabii tabi götürürüm, sen yeter ki iyi ol."
"Teşekkür ederim."
"Safir," dedi. Sesinde öfkenin yanında benim için duyduğu sevginin inceliği vardı. "Korkma."
"Korkmuyorum."
Kerem başını salladıktan sonra ceketini çıkardı ve izin ister gibi bana baktıktan sonra ceketi omuzlarıma bıraktı. Cekete tutundum ve onunla arabaya geçtim. Ön koltuğa oturdum, Kerem de şoför koltuğuna yerleşmeden önce etrafa göz attı. Cekete sarılıp cama yapıştım ve Hazer'e gitmeyi bekledim.
Arabanın yavaşladığını fark ettiğimde gözlerimi açtım ve gördüğüm ilk şey, bir restoranın geniş camları oldu. Birkaç kez gözlerimi kırpıştırdıktan sonra yerimde doğruldum ve o sırada arabada bulup içtiğim alkol şişesini tamamen bitirdiğimi fark ederek ıslık çaldım. Kerem'e dönerek şişeyi salladım. "Baksana Kerem, hepsini bitirmişim."
Kerem'in omuzları düştü ve ellerini direksiyondan çekti. "Ben Hazer Bey'i çağırayım, o toplantı falan dinlemez gelir zaten senin burada olduğunu duyarsa."
"Sürpriz yapacağız," dedim elimdeki şişeyi torpidoya bırakırken. Bakışlarımı restorana çevirdim ve o sırada buranın oldukça tanıdık geldiğini fark ettim. Bir saniye... Burası bizim ilk öpüştüğümüz yerdi, lunapark hemen yanımdaydı. Yine o restoranda iş yemeği yiyordu. Eski olmasına rağmen ışıkları yanan lunaparka baktım. " Hazer’le ilk kez burada öpüştük biliyor musun?" diyerek orayı işaret ettim.
"Safirciğim," dedi Kerem. "İçme dedim sana, biraz çarptı herhalde. Normalde söylemeyeceğin şeyler söylüyorsun."
"Ne söyledim ki?" dedim kapıyı açarken.
"Nereye gidiyorsun Safir?"
Elbisemin eteğini düzelttim ve saçlarımı omuzlarıma attım. Sessiz kaldığımda, "Hazer Bey iş yemeklerini hep burada yer," dedi Kerem. "Sahibiyle hukuku olduğu için."
"Hımm," dedim Kerem’le yürürken. Arabalar sokağın kenarında park halindeydi, Hazer'in arabasını aradım ama bulamadım. "Ben de bir aralar Hazer'e Bey diyordum ama şimdi aşkım diyorum. O benim ikinci aşkım."
Kerem anlamsız, temkinli gözlerle bana bakıyordu. "İlki kim?"
"Babam."
Babamla ilgili olan acılarımı bildiği için hiçbir şey demedi ve restorana ilerlerken endişeli gözlerle beni izledi. Üşüyen kollarımı sıvazlarken beraber restoranın merdivenlerini çıktık. Kerem kapıyı benim için açtı. "Buyur Safirciğim."
"Buyurayım Keremciğim," diyerek gereksiz yere kıkırdadım ve onun açtığı kapıdan içeri girdim. Sıcaklık beni hemen kuşattı ve nazik bir piyano sesi bunu takip etti. Bir karşılama görevlisinin bizi selamladığını görürken bakışlarımı arayış içinde etrafta gezdirdim. Burası oldukça nezih bir mekândı. Loş bir ışığı, sessizliği vardı. Masaların arası epey mesafeliydi ve masalar dikdörtgen şeklinde, genişti. Karşılama görevlisinin bir randevumuz olup olmadığını sorduğunu duyarken ileri birkaç adım attım.
Hazer'i gördüm.
Onu görmek... Bu bir kitap olsaydı altını çizerdim.
Sabah evden ayrılırken giydiği gri takımının içindeydi, sanırım toplantı da olduğu için kravatını henüz çözmemişti. Elinde bir kadeh tutuyor, karşısındaki beyefendiyi dinleyerek başını sallıyordu. Masada dört kişi vardı, bir kadın diğerleri erkekti. Yemek yiyor, ölçülü bir tebessümle muhabbet ediyorlardı.
Gözüm bir anda ondan başkasını görmez oldu. Masasına ilerlerken yanımdan geçen bir garsonun bana baktığını hissettim. Hazer'in masasıyla olan mesafem kapanırken onun karşısında oturan kadınla erkeğin beni gördüğünü fark ettim. Normalde bu kadar fütursuzca davranmazdım ama kendimi daha cesur, kaygısız, rahat hissediyordum. Masalarıyla olan mesafem çabucak kapandığında elim Hazer'in omzuna yerleşti ve Hazer sıçrayarak kafasını bana kaldırdı.
Güzel yüzüne oturan şaşkınlığı izledim ve masada oturan diğer insanların da bana döndüğünü fark ettim. Fakat ben ondan başka hiçbir şey görmüyordum. Dudakları aralıklı kaldı ve ardından sandalyesini ittirip hızla doğrulurken omzumun üzerinden etrafı gözetledi. Parmak uçlarımda hafifçe yükseldim ve kollarımı boynuna doladım. "Merhaba sevgilim."
"Mila..." Adım dudaklarından bir fısıltıyla çıktı ve ellerini üşümüş kollarıma koyarak baştan aşağı beni süzdü. Burada olduğuma, karşısında dikildiğime inanamıyordu. Kollarımın üşüdüğünü gördüğünde canı acımış gibi iç çekerek kollarımı okşadı. "Burada ne yapıyorsun?"
"Rahatsız mı ettim?" diye sordum korkuyla.
"Asla," dedi kafasını iki yana sallarken. "Sadece... şaşırdım burada olmana."
"Kerem'den rica ettim, getirdi beni."
Hazer'in bir eli yüzüme çıktı ve kaşları belli belirsiz çatılırken, "Üşümüşsün," dedi kendi üşümüş gibi. Kolunu belimin etrafına doladı. "Ve... şarap kokuyorsun."
"K9 musun sen ya?" diyerek kıkırdadığımda Hazer'in yüzünde karmakarışık bir ifade oluştu. Espri yapmıştım ama sanırım anlamamıştı. Elimin tersiyle yanağını okşadığımda gözlerini omzumun üzerinden Kerem'e çevirdi ve ona gergin bir bakış attı.
"Hanımefendi, kız arkadaşınız mı?"
Masada oturan kadının sesini duyduğumuzda ikimiz de masaya döndük. Hazer'den büyük olduğunu düşündüğüm, küt saçlı, hoş bir kadındı. Hazer genzini temizleyerek kafasını salladı. "Kız arkadaşım... Safir."
"Çok memnun oldum," dedi kadın, nazik bir gülümsemeyle. Ellerini çenesinin altında birleştirmiş, bize bakıyordu. "Buyursun, kendisi de bize katılsın."
“Teşekkürler ama müsaadenizi isteyeceğim, size iyi akşamlar."
İş arkadaşları onayladı. “Tabii, zaten toplantı bitmişti.”
Hazer ceketini aldı ve tekrar selam vererek bana döndü. O sırada Kerem’in yaklaştığını fark ettim. “Ne ara kayboldun Safir, ilahi ya…”
"Ben ilahi bilmem, Behram eniştem bilir," dedim.
Kerem, Hazer'e döndü. "Uçtu bu ya."
Hazer elini belime bastırarak hızlı adımlarla yürüdü. "Ben seni uçuracağım Kerem, bekle."
Hazer'e yaslandım ve sebepsiz yere gülerken Kerem'in isyan ettiğini duydum. "Vallahi bunun benim başıma patlayacağını biliyordum."
Hazer'in ceketine sarıldım ve onunla dışarı çıkarken Kerem de hemen arkamızdan geldi. Yanağımı omzuna yaslamış, ondan destek alarak yürüyordum. Kollarımı sıvazlıyor, saçıma öpücükler konduruyordu. Soğuk havaya çıktığımızda Hazer Kerem'e döndü. "Sen arabayla git, biz de döneriz."
Kerem başını salladı. "Baş üstüne."
Kerem merdivenlerden inerek beraber geldiğimiz arabaya ilerlerken, "Görüşürüz kanki," dedim arkasından el sallayarak.
"Kanki diyor ya..." Hazer homurdanarak beni omzunun altına çekti ve belime destek vererek yürümeme yardımcı oldu. Ellerim gömleğinin yakasından tutarken arabasını sokağın ucunda gördüm. Yersizce kıkırdadım. "Valeye para vermemek için arabanı kendin mi park ediyorsun? İlahi Hazer..."
Hazer yüzüme baktıktan sonra saçlarımı nazikçe okşadı. Dudakları bu şapşallığıma kıvrılmıştı ama gözleri kaygı doluydu. "Mila, Mila, Mila... Bir şey mi oldu sana?"
Sokağın kenarında, onun göğsünün sol yanında, boynunun altında saklanıp ona bakarken hissettiğim tüm kötü duygular tekrar üzerime yüklendi. Gömleğine sıkı sıkı yapıştım. "Seninle bir yere gidelim mi?" diye sorduğumda sesim titremişti.
Kaşları daha çok çatıldı. "Nereye istersen."
Yüzümü göğsüne yasladım. Dünya yeniden kıtalara bölünse, ben hep onun yanına düşerdim.
"Nereye gitmek istiyorsun?"
"Lunaparka."
Bakışları omzumun üzerinden arkaya, ilk öpüştüğümüz lunaparka kaydı ve dudaklarının kenarından bir gülüş geçti. "Oyuncaklar çalışmıyor Safir."
"Fark etmez," dedim, rüzgârın şiddetiyle gözlerim yanarken. "Orası tek sevdiğim lunapark."
Hazer yürümeye başladığında ben de onun yanında yürüdüm. Sokak sessizdi. Gözlerimi ondan alamıyordum, büyülüyordu beni. Nefes alışı, güzel teni, her yutkunduğunda titreyen âdemelması... Lunaparka girdiğimizde gök gürledi ve rüzgâr âdeta ıslık çaldı. Hazer gökyüzüne baktı. "Yağmur yağacak."
Onun kollarının arasından çıktığımda ceket yere düştü ama Hazer'in ceketi gördüğü yoktu. İleri birkaç adım atarak kendi etrafımda dönerken atlı karıncaların oraya, öpüştüğümüz yere baktım. Orada ilk aşk öpücüğümü almıştım. Gülümsedim ve tekrar Hazer'e döndüğümde merakla beni izlediğini gördüm. Bakışları şaşkınlık ve endişe doluydu.
"Sarhoşsun sen."
"Sarhoş olursam daha kolay olur sanmıştım," diye fısıldayarak kollarımı kendime sardım.
Hazer'in gözleri seğirdi ve bir anda bana arkasını döndü. "Sarhoşsun sen, ne dediğini bilmiyorsun. Hadi, eve gidelim."
Acıyı tanıyor, ondan kaçmak istiyor.
Buruk şekilde gülümsedim ve omuzlarımı tamamen düşürerek ona yaklaştım. Vücudu kasılmıştı, saçını hoyratça karıştırıyordu. Mesafemiz sıfırlandığında ellerim sırtına ve yanağım da ensesine yerleşti. Ellerimi sırtında kaydırarak karnına doğru götürdüm ve ona arkadan sarıldım. Hazer kasıldı ve yenilgiyi kabul etmiş gibi omuzlarını düşürdü.
"Benimle dans eder misin?" diye sordum.
Ellerimi tutarak bana döndü ve tekrar yüz yüze baktığımızda, elleri beni yüzümden sıkıca tuttu. Lunaparkın yanıp sönen ışıklarıyla onun da yüzündeki karanlık yer değiştiriyordu. "Şimdi mi?" diye fısıldadı. "Yağmur yağacak."
Kafamı sol omzuma eğerek kollarımı boynuna doladığımda Hazer belli belirsiz gülümseyerek elini belime yerleştirdi. Dans teklifimi kabul etmişti, beni hiç reddetmezdi. Aşkıma gülümsedim ve dans pozisyonu aldığımda birkaç yağmur damlasının yüzüme düştüğünü hissettim. Hazer de bunu hissetti ama görmezden gelerek elini kaldırdı ve benim elim de bu davete icabet ederek onun eline yerleşti. Ellerimiz nazik bir şekilde havada birleştiğinde omuzlarımız da dikleşmişti.
İkimiz de birbirimizden işaret almış gibi aynı anda hareket ederek adımlarımızı sol tarafa attık ve dansa başladık. Elbisemin eteği rüzgâr yüzünden uçuşarak onun pantolonuna sürtünürken göğüslerimiz de birbirine yaslanmıştı. Kalp atışlarımız hızlı bir ritimde birbirine ayak uydururken elim sol omzunu sıkıca tuttu. Gözlerimin içine bakarak aynı şekilde sağ tarafa bir adım attığında ben de onun ritmine ayak uydurarak sağ tarafa süzüldüm. Yavaşça, hissederek dans ediyorduk. Sağ ellerimiz havadaydı, Hazer'in başparmağı yaramaz bir çocuk gibi elimin üstünü okşuyordu. Kesik kesik nefesler alırken Hazer bana doğru sürtünerek sol tarafa kaydı ve aynı zamanda birleşen ellerimizi kaldırarak beni kendi etrafımda döndürdü. Gözlerimi kapattım ve rüzgârla kendi etrafımda döndükten sonra sertçe onun göğsüne çekildim.
Vücutlarımızın sertçe temas etmesinden sonra Hazer'in gözlerinde bir kıvılcım çaktı. Ritmine devam ederek vücudumu kendi gittiği yöne çekti ve yağmur damlaları arsızlaşmaya başladı. Ayaklarımız, kusursuz bir düzende birbirini takip ederken vücutlarımız da hiçbir çekince duymadan sürtünüyor ve bu danstan daha sıcak bir şeye dönüşüyordu. Hazer beni bir kez daha kendi etrafımda döndürerek sertçe kendine çekti ve vücudumu sağ kolunun üzerine yatırarak kısmen üzerime eğildi. Doğrulduğumda, "Güzel dans ediyorsun. İlk dansını kiminle ettin?" diye sordum.
"Üniversite mezuniyetinde bir kız arkadaşımla," dedi, gözleri aykırı olan tüm duygularla yüzüme dolaşırken.
Başka bir kız arkadaşı olmasını istemiyordum, onu kimseyle paylaşamazdım. Nasıl benim için sadece Hazer varsa Hazer için de sadece ben olmalıydım. Şimdi, üç gün sonra, bir yıl sonra, beş yıl sonra... Vücudum, duygularım yüzünden sarsıldı ve Hazer beni bir kez daha kendi etrafında döndürdüğünde bu sefer başım daha sert şekilde omuzuna yapıştı.
"Altı yaşındaydım," diye fısıldadım.
"Ne?"
"İlk yaptığında altı yaşındaydım."
Hazer'in dudaklarından keskin bir soluk çıktı ve adımları yavaşladı. Fakat hayır, dans etmeye devam edecektik. Bu yüzden sol tarafa kaydığımda sersemlemiş şekilde beni takip etti.
"Gecenin bir yarısıydı, kaldığım odaya geldi. Beni seçmişti çünkü babama götüreceğini söylediğinde koşa koşa peşinden gideceğimi biliyordu. Usulca yatağıma yaklaştı, kulağıma eğilip, ‘Babana gitmek ister misin?’ diye fısıldadı. Mutlu oldum, kalkıp elinden tuttum..." Anlatabildiğim en sade şekilde, kahrolduğumu belli etmeden sadece olanı anlatmaya çalışıyordum. "Beni Müdire Hanım’ın odasına götürdü ve kapıyı kapatıp..."
"Ne yapıyorsun sen?" Hazer, bir çakmakla onu yakıyormuşum gibi can havliyle konuştu ve beni iterek geriledi. Sersemleyerek birkaç adım uzağında kaldım ve tepkilerini izledim. Elini kaldırmış, dur der gibi bana bakıyordu. Amber hareleri kocaman açılmış, yüzüne ateş basmıştı. "Altı diyorsun, çok küçük. Altı dediğin nedir?" diye sayıkladı ve arkasını dönerek saçlarını sertçe çekiştirdi. "Ben kaç yaşındaydım acaba o zaman? On üç mü on dört mü? Neredeydim ki, nerede ne bok yapıyordum? Neden yanında değildim, neden?"
Hıçkırığımı serbest bırakarak gözlerimi sertçe sildim ve yanına ilerleyerek önüne geçtim. Hazer kâbus görmüş gibi korkulu gözlerle bana bakarak geriye doğru birkaç adım attığında, "Sen neredeydin bilmiyorum ama işte ben oradaydım," dedim ve ardından uzanıp eline dokundum. Hazer'in rengi sarıya dönmüştü, bana boğuluyormuş gibi bakıyordu ama ne onu ne de kendimi bu denize ben itmemiştim. "Dans etmeyecek misin benimle?"
Elleri bocaladı, titreyerek iki yanında durdu ve ardından yavaşça belime yerleşti. Buz kesmişti, oysaki az önce sıcacıklardı. Bakışlarını yüzümden çekip omzumdan ileriye odakladı ve göğsü hızlı şekilde yükselip inmeye başladı. Ağlamayacaktım çünkü bunu ağlayarak aşamazdım.
"Duymayı istiyordun, anlatıyorum işte."
"Mi... Mila..." Adımı söylemek ona ilk kez bu kadar güç gelmiş gibi kekeledi ve parmakları belimde titredi. "Duymayı istediğim acı çekmeyeceğim anlamına mı gelir?"
"Bu acıyı sana yaşatmak istemezdim.”
"Duymak için ölüyorum," diye fısıldadı. "Ama... duyunca da ölüyorum."
"Aşkım..." Parmak uçlarımda ona yetiştim ve gözlerine baktım. "Sen daha önce bir kız arkadaşınla dans etmiş olabilirsin ama ben ilk kez seninle dans ediyorum. Hadi, devam edelim."
Yüzünü çevirip yumruğuyla gözlerini ovuşturduktan sonra başını salladı. Hazer en çok acı çektiği anlarda bir çocuğa dönüşüyor, masumiyetini gözüme gözüme sokuyordu. Titreyen elleri belimde gerildi ve sol tarafa bir adım atarken gözlerini gözlerime kilitledi. Hazırım, anlat, der gibi baktığında, "Hiçbir şey anlamıyordum," dedim ondan güç alarak. "O zamanlar kırklı yaşlarındaydı, amca derdim ona. Babama götürme bahanesinin arkasına sığınıp aşağı yukarı her gece odaya gelir, beni yataktan kaldırırdı. Bir şeyleri yapmamı isterdi, ses çıkardığımda ya susmamı söylerdi ya da kendi elini örterdi ağzıma..."
"Kı... Kırk yaşında mı?" Bu cümle Hazer'in dudaklarından şok içerisinde döküldü ve yüzüne baktığımda bembeyaz olduğunu gördüm. Hayalet görmüş gibiydi. Hareket etmeyi kesmişti, beni tuttuğunun bile farkında değildi artık.
Parmağım çenesinin altındaki bir damlayı silerken, "Babamı bekledim, bekledim, bekledim," diye fısıldadım o bekleyişlerimi anımsayarak. "Gelmedi. Gün değil, hafta değil, ay değil... Yıllarca bekledim."
"O yıllar boyunca..." Burnundan ve ağzından nefesler almaya çalışarak korkan bir sesle sordu. "Devam mı etti?"
Bakışlarımı kaçırdım.
Eli belimden düştü ve boşlukta sallandı.
Sessizliğimin bir onay olduğunu fark etti ve başka hiçbir şey dememe gerek kalmadan yıllarca tacize uğradığımı anladı. Tahmin ettiği, kafasının içinde kurduğu her şey acımasız bir şekilde tamamlandı ve kalbinde, sonsuza kadar açık kalacak bir yara açıldı.
Nazik kalbine hayatın en ağır yumruğunu yedi.
"Yıllar boyunca geldi, odanın kapısını açtı, içeri sızıp beni kaldırdı. Kimi zaman müdirenin odasına götürdü, kimi zaman bekçi kulübesine. Amca derdim, sürekli babamı sorardım, o da hep geleceğini söylerdi. Saçlarımı okşardı, vücudumu... ‘Kimseye söyleme, bu bizim sırrımız,’ derdi. Önceleri ona inandığım için söylemedim, sonraları korktuğum için. Öp... öperdi beni, okşardı, benim de onu öpmemi isterdi. Önceleri öptüm, büyüdükçe hiç içimden gelmedi onu öpmek ama zorladı…”
Hazer benden o kadar hızlı uzaklaştı ki bir anda ellerim boşluğa düştüğünde fark edebildim kaçtığını. Arkasını döndü ve ellerini kulaklarına kapatarak sersem adımlarla atlıkarıncaya ilerledi. Tırnaklarımı çıplak bacaklarıma batırdım ve onun yanışını izledim.
"Anladım… Anladım, devam etmene gerek yok.”
Hepsi gerçekti ve daha fazla bir şey demeye gerek yoktu. Kollarımı etrafıma sardım ve kendimden ziyade onun için acı çektim. Konuşmak, anlatmak beni cidden rahatlatmıştı ama ya onu? Mahvetmiş, kahretmişti. Birini ölürken ilk kez izliyordum ama ölmemesi için de bir şey yapamıyordum. Sersemleşmiş, ne yaptığını farkında olmadan yürüyordu. Elimin içindeki kalp parçalanmıştı ve elmaslar, gözyaşlarımın ağırlığınca etrafa dağılmıştı.
"Haz... Hazer..."
"Nasıl yaşanır ki bununla?" diye sayıkladı yürümeyi keserek. Böyle olacağını, elimi ona uzatmadan kalbini parçalarına ayıracağımı en başından beri biliyordum. Atlıkarıncaya bakarken sol profilini görüyordum ve omuzlarının titrediğini. Eli yüzüne gidip karanlıkta hareket ettiğinde gözyaşlarını sildiğini anladım ve kalbim o kadar ağırlaştı ki benim gözyaşlarım da yanaklarımdan süzülmeye başladı.
"Bir kere olmuştur sandım," diye fısıldadığında sesinde ölümcül bir acı vardı ve sesi çatlıyordu. "Bir kere yaşadığını düşündüm ama yıl… yıllar diyorsun Mila. Yıllarca sürdüğünü söylüyorsun sevgilim. El kadarmışsın, küçücük... Fark ettiğinde nasıl yanmıştır canın.”
Yanına ilerlemeye başlayıp atlıkarıncanın basamaklarını çıktım ve arkasında durunca ellerimi ceketinin üzerinden sırtına koydum. Hazer irkilip elini yanağından çekti, verdiği titrek nefesin buharı karanlıkta süzüldü. Bana döndüğünde ve göz göze geldiğimizde yumruklarıyla ıslak gözlerini ovuşturdu. Çenesi, dudakları titriyordu. Elimi uzattım ve gülümseyerek parmak uçlarımla yanaklarını temizledim. "Hazer, ağlama lütfen." Bunu söylerken sesim titremişti.
Gözlerini sımsıkı yumdu ve kirpiklerindeki damlaların düşüşünü görmek, kendimi bir boşluğa atmışım gibi hissettirdi. Yara bere içinde kaldım ve beni kurtaran bu aşk, sonumu da getirdi. "Adı neydi?" derken gözlerine nefes kesici bir karanlık hâkim oldu.
"Ne... ne yapacaksın?"
"Öldüreceğim Mila. Ölmesini istemez misin?"
Bu soru bir süre aramızda asılı kaldı ve kulaklarımda uğuldadı. Gözleri ve dili bunu bağırıyordu. Öldüreceğim. Tamam, şoktaydı, sağlıklı düşünmesini zaten beklemezdim. Ellerim yüzündeki yaşları silerken gözlerindeki yırtıcı ifade kalbimi kastı. Gözleri ısrarla benden bir cevap beklerken, "Hüseyin," dedim ve aynı anda midemin bulandığını hissettim. "Adı... Hüseyin."
"Hüseyin..." diye tekrarladı ve ardından saçlarımı, yüzümü okşayıp ellerini çektikten sonra uzaklaştı. Kendi etrafında dönerek yüzünü sıvazladı. "Öldüreceğim onu," dedi ve ansızın elini midesine götürerek yüzünü buruşturdu. "Öldüreceğim onu! Öldüreceğim... Yeminim olsun öldüreceğim!"
Gerçekleşen hiçbir cinayet bana o günleri geri vermeyecek.
Öpüştüğümüz bu yerde Hazer'e hayatının acısını, hayatının aşkı yaşatmıştı. Değil iki dilde, dünyanın her dilinde Hazer benim aşkımdı ve sevgi acıtsa bile sonsuza kadar onunlaydım.
Yüzünü yağmura kaldırdı ve karanlık, ıssız geceye baktıktan sonra bana döndü. Halsiz, yıkılmış halde yanıma gelip titreyen elini yüzüme uzattı ve kenara çekti. Yeryüzündeki bütün acı ve kederi dünyada tek yere, Hazer'in gözlerine toplamışlardı sanki. Kan çanağıydı gözleri, çaresizdi bakışları, ürkekti elleri... Dünyanın her yerinde aşkım, güneşin etrafındaki ayım, sol yanım...
"Mila, soyadını da verir..."
Hüseyin'i tam şu an, bu delirmiş, acı kusan haliyle öldüreceğini düşündüm ve gözlerim kararır gibi oldu.
"Eve gidelim," diyerek yakasına yapıştım bir solukta. "N'olur eve gidelim..."
Saçlarımı nazikçe okşadı ama dudaklarından çıkanlar acımasızdı. "Öldüreceğim o orospu çocuğunu!"
"N'olur," diye tekrarladım ağladı ağlayacak halde. "Evimize gidelim."
"O yaşarken... bana gün yüzü yok!"
"Eve gidelim," diye bağırarak dehşetle onu sarstım ve bu gece karşısında ilk kez hıçkırıklara boğuldum. "Gitme bir yere, bırakma beni! Sen onu öldürürsen ne olur? Bize, sana ne olur? Ayrılırız! Yok, yok... Eve gidelim, uyuyalım, geçsin tüm bunlar ne olur. Uyuyunca geçer..."
“Ağlama, tamam, dur…”
Kollarım korkuyla boynuna sımsıkı tutundu ve Hazer içini çekerek ilk kez sarıldığımızdan bile daha sıkı bir tutku ve ihtiyaçla bana sarılarak yüzünü ıslak cildime sürttü. Gözyaşları ve yüzündeki damlalar yakıcı şekilde tenime aktı. Gözlerimi kapatıp varlığına, şefkatine ve elmas kalbine kenetlendim.
Orada ne kadar kaldık bilmiyorum ama az sonra ayrıldığımızda durup yağmurun altında, hiçbir duygumuzu saklamadan birbirimizin gözlerine bakıp el ele tutuştuk. Elimi kaldırdı, titreyen ıslak dudaklarını parmak boğumlarıma bastırdı. Sevgi paylaşılabilir, çoğalabilir, bir öpücüğe dökülüp tene dağılabilir.
Yan yana, el ele atlıkarıncadan inerek lunaparkın çıkışına ilerlerken ikimiz de ayaklarımızın ucuna bakıyorduk. Titriyor, iç çekiyor, dönüp birbirimize bakıyor ama hiçbir şey demiyorduk. Arabanın yanına vardığımızda Hazer kapımı açtı ve beni yerleştirip kemerimi taktı. Teşekkür bile edemedim. Kendisi şoför koltuğuna yerleşti ve arabanın tavan lambasını yakarak ellerini direksiyona yerleştirdi. Birkaç saniye bekledi ve ardından motora yüklenip arabayı çalıştırdı.
Yolculuk nasıl geçti, eve ne ara vardık hiç hatırlamıyordum. Yol boyunca ikimiz de sustuk, ağzımızı bıçak açmadı, yüreğimizdeki ağırlık kalkmadı. Yol boyunca sadece varmayı bekledik. Anlatmıştım. Hazer artık yıllarca Hüseyin tarafından tacize uğradığımı biliyordu. Bir kere olduğunu düşünmüştü ama defalarca olmuştu.
Araba evimizin önünde durduğunda Hazer indi ve gelip kapımı açtıktan sonra elimden tutup yavaşça kaldırdı. Öfkeden ölüyor, acı çekiyordu ama bana o kadar nazik davranıyordu ki gözlerim dolmuştu. Bahçeden girdik, ardından sokak kapısından. Kerem neredeydi bilmiyordum ama evin içinde derin sessizlik vardı. Karanlıkta üst katın merdivenlerini çıktık ve koridor sonunda Hazer'in odasına girdik.
Kapıyı sessizce kapattık ve beraberce odanın ortasında dikildik. Konuşmuyor, sessizliğe sığınıyorduk. Hazer beni yatağın kenarına oturttu ve abajuru yaktıktan sonra camın önüne geçip perdeleri çekti. Soğuk çarşafı kavradım ve üzerimden sular akarken acıyan gözlerimi sırtına diktim. Hazer bir dakika kadar orada kaldı ve ardından üzerindeki ceketi çıkardı. Ceket öylece yere düştü ve Hazer onun üzerine basarak odasındaki banyoya ilerledi. Kapıyı açtı, içeri girdi ve hafifçe aralık bırakıp gözden kayboldu.
Fırtına, camlara tırnak gibi geçiyordu.
Başımı yana eğdim ve ıslak kıyafetimin içinde oturarak bu çaresiz resmin bir parçası oldum. Onu paramparça etmekten korktuğum için susmuştum ama er ya da geç korktuğum başıma gelmişti. Elimi uzatıp kurdelemi çıkardım ve ayaklarımı yere basıp doğrulurken banyodan gelen sesi duydum. Kollarımı kendime sararak çekingen şekilde kapıya yaklaştım. "Hayatım... müsait misin?"
Boğaz temizleme sesi geldi. "Ev... evet.”
Sakinliğimi korudum ve müsait olduğunu söylediği için kapıyı ittirdim. Işık yanıyordu, banyonun da loş, sarımsı bir ışığı vardı. Aydınlıkta yeşil elbisemin yukarı çıktığını, askısının düştüğünü gördüm. Askıyı omzuma çekiştirirken bakışlarım banyoyu gezdi. Siyah, sade ve şık bir banyoydu. İleri doğru açılıyordu, kapının tam karşısındaysa duş duruyordu ve duş gizlenmemiş, sadece suyun çok etrafa dağılmaması için cam bir duvar oluşturulmuştu. Hazer duşun altındaydı, ellerini siyah fayanslara yaslamış, başını önüne eğmiş, kıyafetleriyle biraz daha ıslanıyordu.
Kafasını bana çevirdiğinde ona nazik şekilde gülümsedim ve ardından çekingen adımlarla yanına yaklaştım. Yumruklarını duvara daha sert dayadı ve yanına gelmemi bekledi. Ayaklarımı parkede sürüdüm ve yanına vardığımda Hazer elini bana uzattı. Elimi avcuna bıraktığımda beni de duşun altına çekti ve ılık su dört bir tarafıma aktı. Sırtını duvara dayadı ve beni de kollarının arasına çekip elinin tersiyle yüzümü okşadı. "Üşümüşsün, üzülmüşsün."
"Üzmüşler bebeğini," dedim.
"Daha üzemezler bebeğimi," dedi.
Ellerimle gömleğinin yakalarını nazikçe kavradım ve dişlerim birbirine vururken gülümsemeye çalıştım. " Yirmi bir yaşındayım Han."
"Ne fark eder ki?" dedi alnı acıdan kırışırken. Gövdemde onun gövdesini, kıvrımlarını hissediyordum. Artık ona baktığımda bir daha gülümsemeyecek gibi geliyordu, kalbi kararmıştı. "Bebeğimsin işte."
"Çok iyisin... Tüm iyilikler seni bulsun."
Gözlerini yumdu.
Elinin tersi yanağımı kibarca okşarken kafasını arkaya yatırdı ve su damlaları boynundan aktı. Gömleğinin düğmelerini açmış ama üzerinden çıkarmamıştı. Istırabı yüzündeki çizgilere, mimiklere sızmıştı. Elbisemi yumruğunun içine alarak kafasını birkaç kez parkeye vurduğunda parmak uçlarımda yükseldim ve gözkapaklarına birer öpücük bıraktım. "Bu gözler hiç ağlamamalı ama madem benim için ağladı, öpülmeliler o zaman."
Duşun altında, sudan ve aşktan sırılsıklam olduk.
Ben henüz ondan uzaklaşamadan Hazer Han gözlerini açtı. Cayır cayır bakışlarını gözlerime kilitledi ve bana uzaklaşma fırsatı tanımadan eliyle çenemi yakaladı. Belimdeki eli sayesinde beni bir anda kaldırıp döndürdü ve sırtım yavaş şekilde fayansa yaslandığında Hazer çenemi sıkıca tutarak soluğunu soluğuma kattı. Kalplerimiz benzer ritme kavuştu. Hazer acı ve aşktan kör olarak elini çilli yüzümde yavaşça kaydırdı.
"Sana deli oluyorum," diye fısıldadı, ruhunu ruhuma katarak. Gözlerini kapattı ve başını omuz boşluğuma bırakarak yenilgi dolu bir sesle devam etti. "Sana deli oluyorum ve bu beni deli ediyor."
✨
Uyuyunca geçer derler ama geçmedi.
Zaten biz de pek uyumadık. Banyodan çıkıp odaya döndüğümüzde ayrı yerlerde kıyafetlerimizi çıkarıp geceliklerimizi giyinmiş, odaya dönmüştük. Hazer'e sırtından sarılmış ve ilk kez bu şekilde yatmıştık. Yüzü hep pencereye dönüktü, benim yüzüm de onun ensesindeydi. Konuşacak çok şey vardı aslında ama daha fazlasını ikimizin de yüreği kaldırmayacağı için sadece susmuştuk. Ne Hazer uyumuştu ne de ben. Ara ara sıçradığını, irkilerek yüzünü yastığa sürttüğünü görmüştüm. Gün doğumunu beraber karşılamıştık.
Az önceyse uyanmış, bir beyaz kot pantolonla kırmızı askılı bir bluz giymiş, aynaya bakarak kurdelemi takıyordum. Hazer uyanıktı ama hiç kıpırdamıyor, arkası dönük halde, pozisyonunu hiç bozmadan yatıyordu. Kurdelemi bağladıktan sonra saçlarımı omuzlarıma yayarak ellerimi indirdim. Perdeler hâlâ kapalı olsa da gün ışığı odaya yayılıyordu. Perçemlerimi düzelttikten sonra aynanın önünden çekildim ve yatağın etrafını dolandım. Sanırım bugün şirkete gitmeyecekti, ben de dinlenmesini isterdim. Bakış açısına girdiğimde ellerinin hâlâ yumruk olduğunu gördüm. Gözlerine kan oturmuştu, bakışları tek noktaya odaklıydı. Dizlerimi kırarak eğildim ve saçlarım yüzüne dökülürken dudaklarımı yanağına bastırdım.
"Buenos días mi amor."
Hazer bana herhangi bir karşılık vermedi, sadece elini kaldırıp belimi okşadı. Onun için ne yapabileceğimi, nasıl davranacağımı düşünürken kapı zilinin çaldığını duydum. Üst kattan pek duyulmazdı ama ev ıssız olduğu için duymuştum. Hazer yüzünü buruşturarak elini belimden çekerken, "Dur sen," dedi ve yavaşça doğruldu. "Ben bakarım."
Benim için korktuğunu, tetikte olduğunu bildiğim için aksi bir şey demedim. Ayaklarını yere bastı ve gözlerini ovuşturarak doğruldu. Üzerinde beyaz bir tişörtle gri eşofman vardı. Önce pencereye yaklaşıp camdan bakındı ve ardından odanın çıkışına ilerledi. Bana günaydın öpücüğü vermediği için eksiklik hissettim ve onun arkasından odadan çıktım. Merdivenleri indiğimde Hazer'in kapıyı açmak üzere olduğunu gördüm. Kulpu kavradı.
"Kim o?"
"Benim, Gazel."
Bu kadar erken saatte beni ziyarete gelmesinin şaşkınlığını yaşayarak merdivenleri inerken Hazer kapıyı açtı ve Gazel'e bir baş selamı verdikten sonra sırtını dönüp merdivenlere ilerledi. Onun gergin suratına bakıyor, kalbimdeki titreşimleri yok sayamıyordum. Yanımdan geçerken duraksadı ve gözlerini çevirip birkaç saniye boyunca bana baktıktan sonra yaklaşıp dudaklarını yanağıma bastırdı.
"Günaydın hayatım, bugün de çok güzelsin."
Kendimi mutlu hissettim ve gülümseyerek, "Teşekkür ederim," dedim.
Hazer yüzüme dertli dertli baktıktan sonra merdivenlerin yolunu tuttu ve gözden kayboldu. Önüme döndüm, Gazel içeriye girmiş, kaygıyla bana bakıyordu. Yanına koştum ve ona sıkıca sarılarak, "Hoş geldin," dedim.
Gazel de beni kucakladı. "Hoş buldum."
O çantasını ve ince ceketini çıkarıp portmantoya koyarken Hazer'e bir kahvaltı hazırlamak için mutfağın yolunu tuttum. Gazel peşime düştü. Çaydanlığı aldım ve içine su doldurup ocağa koyarken Gazel'e baktım. "Ne iyi ettin de geldin."
Tabureye otururken, "Seninle paylaşmak istediğim bazı şeyler var," dedi heyecan içinde. Dudaklarında kibar bir gülümseme, gözbebeklerinde ışıltı vardı. Onun mutluluğundan sevinç duyarak ellerimi ocaktan çektim. "Kaç zamandır içimde tutuyorum ama sen de öğrenmelisin artık."
Yanına ilerleyip karşısındaki tabureyi çektim ve dün gecenin ıstırabını aklımdan silerek sadece onun mutluluğuna odaklandım. Üzerinde beyaz bir tişörtle kot pantolon vardı ve saçlarını atkuyruğu yapmıştı. Saçları yüzünden çekilince güzeller güzeli suratı daha aydınlık gelmişti gözüme. "Behram’la arayı mı düzelttiniz?"
Omuzları düştü. "O değil, başka bir şey."
Başımı salladığımda omzunun üzerinden merdivenlere baktı. "Hazer... rahatsız mı oldu benden? Suratı sirke satıyordu."
Titreyen ellerimi masanın altına saklarken, dün gecenin çarpıcı anlarını gözlerimin önünden almaya çalıştım. "Canım köşesi... Seninle alakası yok."
Başını sallayarak elini çenesinin altına yerleştirdi ve ışıl ışıl gözleriyle bana baktı. "Erken vakitte dayandım kapıya, kusura bakma. Ama ne yapayım, içimde saklamak istemiyorum artık."
Onu bu derece mutlu edip gözlerine ışık veren sebebi merak ederek, "Beni de heyecanlandırıyorsun," dedim.
"Biliyorsun, bir süredir ailemi arıyordum," dedi masanın üzerindeki elimi tutarak.
"Bir iz mi buldun?"
"İzden daha fazlasını, babamı buldum." Gazel'in ağzından çıkan kelimeler hayreti doğurdu ve içime katıksız mutluluk akın etti. Dostumun en yakındığı şey kimsesiz olmaktı ve belki de artık kimsesiz hissetmiyordu. Ben, zihnimde biriken soruları sormaya fırsat bulamadan Gazel aynı heyecanla konuştu. "İnanamayacaksın kim olduğuna! Aslında hiç terk etmemiş beni, yakınımda durup göz kulak olmuş. O yetimhane yılları boyunca benimleymiş. Babam... Bekçi Hüseyin'miş."
BÖLÜM SONU.
Yorumlar yükleniyor...