39. BÖLÜM
"ATEŞİN ETRAFINDA UÇUŞAN KELEBEK"
Ellas ya no molestan a mi bebé, yazan omzundan öptüm. Öpünce, hafiflettiğimi düşündüğüm acıların izlerini dudaklarıma hapsettim.
Dövmeyi görür görmez gözlerim doluverdi. İlerleyen birkaç dakika boyunca o dövmeye baktım ve sonrasında eğilip dövmenin hemen yanından, omuz çıkıntısından öpüp dolan gözlerimi görmesin diye başımı diğer omzuna yasladım. Ve dakikalarca bu şekilde, sessizce oturduk.
Kimse benim için içinden gelerek, isteyerek, sırf bana deli olduğu için böyle şeyler yapmamıştı. Sevgi görmemiş gözler inanamazdı böyle büyük sevgilere, fazla gelirdi. Bu yüzden inanamıyor, onun için böyle önemli olmanın verdiği duygu silsilesinde bocalıyordum. Hazer beni sevmekle kalmıyor, bu sevgiyi gösterebiliyordu. Bir bakışında, ettiği ufak bir sözde, bana uzanırken titreyen elinde... Omzunda.
"Mila," dedi dakikalardır süregelen sessizliğimizi usulca bölerek.
"Ümitsizlikle geçen hayatım boyunca Tanrı'nın benim için bir bildiği olduğunu düşünmüştüm. Yanılmamışım Hazer, sen varmışsın kaderimde."
Sırtımı okşayan eli duraksadı ve ardından benden uzaklaşarak yüzümü görmeye çalıştı. Hızla dolan gözlerimi temizleyerek yüzümü kaldırdığımda elinin içiyle yanağımı kapladı.
"Teşekkür ederim Hazer, dövme derken bunu yapacağını düşünmemiştim. Hiçbir şeyi kahramanlık olsun diye yapmadığını, içinden geldiği için yaptığını görüyorum. Çok... çok güzel oldu hayatım."
İçini çekerek kaşlarını daha çok çattı ve ıslanmış kirpiklerimi kibarca sildi. "Ben senin için dövme yapıyorum, sen benim için ağlıyorsun. Böyle ödeşme mi olur? Bu ödeşme benim canımı yaktı, başka bir şey yap."
Gülümsedim. "Ben de senin için dövme yaptırırım, ödeşiriz," dedim hevesle.
Aniden kalçama vurdu. "Unut bunu."
"Yaa," diye sızlandım ve henüz devamını getiremeden kapı aralandı. Dövme sanatçısı arkadaşın içeriye girdiğini anladığımda onun bacaklarının arasından çıktım ve iki adım kadar geriledim. Hazer de elini vücudumdan çekerek genç adama döndü.
"Dövmeyi kapatalım, tişörtü üzerine geçirdiğinde canını yakmasın."
Ah, doğru, tişörtü. Vücuduna şöyle bir göz atarken, "Yakmaz," dedi Hazer sakince. "Acırsa manitam bir şeyler yapar." Bana göz kırptı.
Bir şeylerden kastı öpmemdi sanırım.
Genç adam başını sallayarak tekrar masasına ilerlediğinde sandalyeye bıraktığım tişörtü alarak ona yaklaştım ve tişörtü başından geçirdim. Hazer de gözlerime kilitlenip yardımcı olmak için kollarını kaldırdı. Tişört kollarından da geçip vücudunu sardığında yakalarını düzelterek ellerimi yavaşça göğsünden kaydırdım.
"Burada olmaz," dedi Hazer aniden, sesinde edepsiz bir ima vardı.
"Şu yaptığına bak," diyerek gözlerimi kocaman açtım.
"Olmaz diyorum kızım, ısrar etme," diyerek oyununa devam etti.
Ellerimi çekerken bu muzip tavrına hafifçe tebessüm ettim. Yine de ona aynı edepsizlikle karşılık veremeyeceğim için uyarı dolu bir bakış attım ama fayda etmedi. Açıkça sırıttı.
"Ama çok istiyorsan olur da yani..."
Gözlerimi kırpıştırdım ve onu azarlayacak oldum ki, "Bana mı diyorsun?" diyerek aramıza girdi genç arkadaş.
"Yok," dedi Hazer, oturduğu yerden doğrulurken. "Seninle olmaz. O iş yalnızca bir kişiyle olur."
Beni utandırıyordu. Tamam, komikti ama... Gülmekle kızmak arasında kalıp ona kötü kötü baktıktan sonra elimin tersiyle göğsüne bir tane vurdum ve ardından ona arkamı dönüp kapıya yürüdüm. Ardımdan bir gülme sesi gelirken kapıyı açıp dışarıya çıktım ve Hazer’le adamın bir şeyler konuştuğunu duyarken yavaşça merdivenleri inmeye başladım. Tamam, ona kızıp bir anda dışarıya çıkmıştım ama burası karanlıktı ve...
Birkaç basamak indim ve dönüp arkama baktığımda kapı aralandı. Hazer göründü ve göz göze geldiğimiz anda sırıtarak önüme döndüm, koşarak merdivenleri inmeye başladım. Dar merdivenleri inip onu arkamda bırakmaya çalıştım ama birkaç saniyenin ardından Hazer'in elleri belime yerleşti. "Kızım bak ben Angaralıyım, belalıyım diyorum, kaçamazsın benden."
"Yaa Hazer." O beni kendine döndürürken güldüm. "Çok komiksin."
"Sertim kızım ben, ne komiği..."
Beni güldürmek için yapmıyorsa başka şey bilmiyordum. Beni kendine döndürerek serbest bıraktı ve elimden tutup kapıyı açtı. Beraber kapıdan çıktık ve hafifçe yağmurun serpiştirdiğini görüp kafamı gökyüzüne kaldırdım.
"Olur olmadık yerlerde güzel olma kızım, sertim diyorum anlamıyor musun..."
Elimden tutup beni kendine çektiğinde omzuna çarptım ve dönüp ona baktım. Ben kaldırımdayken o aşağıdaydı ve dönmüş bana bakıyordu. Motor bıraktığımız yerde, sokağın karşısında duruyordu ve görünen o ki yağmur damlalarından nasibini alıyordu. Hazer rüzgârın vuruşlarıyla beraber dağılan saçlarımı düzeltirken, "Biraz kalıp yağmuru hissedebilir miyiz?" diye sordum.
Sersem şekilde güldü. "Hım, yağmur yağıyor..."
Aklımdan geçen şeyi savuşturup başımı salladım. Elimden sıkıca tutarak benim gibi sokağı izledi. Bazen elimi öyle tutuyordu ki elim onun için var olmuş gibi hissettiriyordu. Arabaların geçmediği, insanların yürüdüğü, dinamik bir sokaktı. Üzerimize yağmur damlaları düşüyordu, birkaç insan hoşlanmayarak bu yağmurdan kaçıyordu ama bizim hiç acelemiz yoktu. Eskiden yağmurun özel bir anlamı olmazdı, artık vardı. Lunapark nasıl bizim için çok özelse artık bu sokak da öyleydi.
O sırada yakınlardaki mekândan bir müzik girişi duyuldu ve Can Ozan’dan Sar Bu Şehri çalmaya başladı. Aynı anda dönüp hayretle birbirimize baktık.
"Tesadüf olamaz, inanmam," dedim heyecanlı gülümsemeyle.
Hazer gözlerini omzumun üzerine çevirip mekânlara bakındı ve tekrar gözlerini benimle buluşturdu. "İnanma zaten, ben yaptırdım."
"Atma be," dedim aniden ve sonra ne kadar cazgır konuştuğumu fark edip elimi ağzıma örttüm. "Çok affedersin."
Hazer güldü ve başını önüne eğerek beni göğsüne yasladı. Bu ani ve içten gelen sarılma karşısında çok heyecanlanıp göğsüne yaslandım ve tişörtünün yakalarını avuçlarıma aldım. Kollarını etrafıma sarıp bir süre sükût içinde öyle durdu ve beraber çalan şarkıyı dinledik.
"Yağmur hızlandı," dedi Hazer ve ardından beni kendine çektiğini hissettim. Kaldırımdan inerek ellerini dirseklerime koydu ve hırkamın yakalarını omuzlarıma örttü. Kalabalık içinde, sokakta dans etmek gibi bir huyum vardı ve ben dans ederken genelde Hazer gözlerini dört açıp etrafımı kolaçan eder, dans etmem hakkında da ses etmezdi. Beni izlemeyi severdi ama kalabalık içinde olduğumuz için tetikte görünürdü.
Hazer sakin bir adamdı. Fakat beyninde çok şeyi, yaşıyormuş gibi hayal ediyordu. Mesela beni öpmeden önce beni öptüğünü hayal etmişti, benimle uyumadan önce benimle uyumayı, biri sinirini bozduğunda onu dövmeyi...
Artık onu tanıyordum ve gözlemlemeyi seviyordum. Beraber motora ilerlerken yüzüne baktım ve aralık kalan dudaklarından verdiği sıcak nefesin yolunu takip ettim.
Motorun yanına ulaştığımızda bir peçete çıkarıp koltuk kısmını sildi ve binmem için bana yardımcı oldu, ardından kendi de oturdu. Kaskı başıma takmış, saçlarımı düzeltmişti. Geldiğimizde olduğu gibi kollarımı etrafına sardım ama bu kez omzuna kazayla çarpmaktan endişe duyduğum için sırtına yaslanmadım. "Yaslan hadi," dedi Hazer.
"Yaslanmasam daha iyi, kazayla omzuna çarparım."
"Hayatta olmaz," diye karşı çıktıktan sonra omzunun üzerinden döndü. “Yaslanır mısın, derhal."
"Despot," diye söylenip ensesine sokulduğumda Hazer rahatlayıp önüne döndü ve on saniye içinde motor çalıştı. Yağmur çoğalmıştı ve motor atağa kalktığında yerde biriken su etrafa sıçramıştı. Özellikle sol omzundan uzak durmaya çalışarak kokusunu içine çektim ve kollarından sıkıca tuttum. Muhtemelen yağmura yakalanacağımızı bilemediği için üzerine ceket almamıştı ve tişörtünün açıkta bıraktığı kolları üşüyor olmalıydı. Nefesimi açıktaki tenine üfleyip yol boyunca onu ne kadar çok sevdiğimi düşündüm.
Ben bir kelebeğim ve tüm hayatımı kalbinde geçirebilirim.
Motoru sabitleyip durduğunda ellerimi vücudundan çekip doğruldum ve bacağımı yana atarak motordan indim. Hazer anahtarı çıkarıp cebine attıktan sonra indi ve yardımcı olup saçlarımı benimle düzeltti. "Gracias mi amor," diyerek parmak uçlarıma yükseldim ve garajın çıkışına ilerledim.
Sokak kapısına kadar dans ederek geldim ve Hazer de beni hem gözleriyle hem vücuduyla takip ederek arkamdan yaklaştı. Anahtarını çıkarıp sokak kapısını açtığında ıslak şekilde içeriye girdim ve hırkamı çıkarırken mırıldandım. "Senin için havlu getireyim mi hayatım?"
"Havlu ol, beni kurula," dedi aniden.
"Behram, koş yetiş!" Sesini duyduğumuzda kafalarımızı arkaya çevirdik ve Kerem'i tezgâhta gördük. Elini ağzına kapatmış, ayıplarcasına bize bakıyordu. "Bunlar ıslak mıslak beni kurula falan diyor tövbe tövbe..."
"Bir yerden de çıkma be! Allah'ını seviyorsan!" diye isyan etti Hazer, ellerini beline dayayıp.
Islanmış hırkamı koltuğa bırakıp kızaran yüzümü gizlerken, "Kırıldım," dediğini duydum Kerem'in. "Hatta kırıldık, değil mi Fıstık?"
"Daha öpüşmemiştik bile Leyla'm," dedi Fıstık.
"Ne? Lan hayır, bu aramızda kalacaktı!" Fıstık'ı azarlarken gülümsedim. "Safir'in yanında oldu mu bu şimdi Fıstık ha, oldu mu? Tüylerini yolacağım, tüylerini..."
"Oldu, oldu," dedi Hazer kollarını göğsünde kavuşturup sinir bozucu şekilde gülerken. "O senin yengen, bir şey ol... Yani şey, yabancımız değil... Kankan hatta..."
Saçlarımı düzeltme bahanesiyle yüzümü gizlerken, "Doğru doğru," dedi Kerem. Dönüp bana gülümsedikten sonra şu sözleri söyledi: "Bence artık bu işe bir ciddiyet getirelim. Bahar Teyze'me söyleyeyim de Safir'i isteyelim."
Kerem'e azarlayıcı bir bakış attığımda daha çok sırıttı ve Hazer bana baktıktan sonra hemen Kerem'e dönüp konuyu değiştirdi. "Sen neden bu kadar neşelisin? En son ağlıyordun."
"Neşeliyim çünkü Leyla aradı," diyen Kerem'in sesiyle düşüncelerim bölündü. Hazer de mutfağa geçmiş, buzdolabından su çıkarırken Kerem'e bakıyordu. Çok sevindim ve devamını duymak için Hazer gibi Kerem'e baktım. "Sıkı durun! Yarın sizinle Leyla'mı kaçırma operasyonu yapıyoruz!"
Hazer'in elindeki cam sürahi düşüp parçalarına ayrıldı. Kerem kahkahalarla güldü.
🌑
Birkaç saat sonra, gecenin dördü
Yataktaydı ama sanki bir karış yukarıda, sırtından ona batan günahlarının üzerinde yatıyor gibi huzursuzdu. Zihni, uykuyla uyanıklık arasında acı çekerek kıvrandı ve kâbusun hacmi kadar bir karanlık omuzlarından onu sıkıca yatağa bastırdı sanki. Karanlıkta kimseyi göremedi, elini uzattı ve neyi tuttuğunu kavrayamadan karanlığın arasında bir kıvılcım parladı.
Hazer kan ter içinde gözlerini açıp yataktan fırladı.
Yer yön duygusunu kaybetti, gözlerini kocaman açıp ona elini uzatan beyaz kanatlı meleğe dokunmak için çaresiz bir çaba gösterdi ama şimdi her yer tekrar karanlıktı. Dengesini bulup yatağa çöktü ve ayaklarını indirip yere bastı. Gözlerini kapatıp bekledi ve ardından uykusunun bölündüğünü anladığında ellerini indirip yüzüne kapattı. Ellerini yüzünden indirdi. Omzunun üzerinden Mila'ya döndü.
Karanlıkta seçmek birkaç saniyesini aldı. Mila, yatağın diğer kısmında, saten örtünün altında her şeyden habersizce uyuyordu. Ayışığı saçlarına gölge vermişti. Hazer'in omuzları bir rahatlama duygusuyla çöktü ve elini ürkek şekilde ona uzatıp bir tutam saçını parmağına doladı.
Mila gülümsedi, bu onu mutlu etti.
Her şey yolundaydı, Mila yanındaydı. Geceliklerinin içinde, yüzü ona dönük haldeydi. Bu gece, omzundaki dövme sebebiyle sırtüstü değil de yüzüstü yatmıştı ve bu sebepten Mila'ya sarılarak uyuyamamıştı. Kollarında bir ihtiyaç kök saldı ve asi, hırçın duygularını bir kenara bırakarak elini onun saçlarından çekti.
Karıncalanan parmaklarını avcuna gömerek önüne döndü ve dirseklerini dizlerine yaslayıp bir süre karanlığı izledi. Kâbus görüp uyandığı için onu da uyandırmaya hakkı yoktu. Onu göğsüne çekip yüzünü saçlarının arasına gömmeyi istese bile... Terlemişti, tişörtünün altından akan ter damlaları hissedilmeyecek gibi değildi.
Ellerini yüzünden indirirken şakağından akan bir damlayı sildi ve akabinde doğrulup birkaç güçsüz adım attı. Karanlıkta yolunu seçip banyoya girmeden önce omzunun üzerinden yatağında uzanan kadına baktı. Bir melek ya da kelebek, deli olmak ya da deli etmek, aşk ya da sevgi, şehvet ya da yasak, ölüm ya da kalım... En büyük günahlar, en şehvetli duygularla, en masum kişiyle nasıl mı işlenirdi? İşte böyle…
Saçlarından sarkan kurdelesini görünce gülümsedi ve banyo kapısını açıp içeri girdi. Banyonun loş ışıkları açıldı, Hazer uzanıp tişörtünü çıkardı ve kirli sepetine fırlattı. Acele etmeden eşofmanını ve çamaşırını da çıkarıp cam bölmeli kabine ilerledi. Suyu açtı ve ellerinin içini siyah fayanslara yaslayarak başını önüne eğdi. Soğuk su sıcak bedeninden akarken sesin Mila'yı uyandırmamasını ümit etti. O mahmur gözlerini yumruklarıyla ovuşturarak, tatlı tatlı esneyerek uyanmasını izlemek paha biçilemezdi ama gecenin bu saatinde uyanmasını istemezdi.
Gülümsedi ve sol eliyle yüzünden akan suları yavaşça sildi. Evet, soğuk su iyi gelmişti, bu aralar fazlasıyla soğuk duşa giriyordu ve bu, kendine gelmesine yardımcı oluyordu. Elini tekrar fayansa dayarken kafasını geriye atarak inledi. "Kâbusu düşünme, kâbusu düşünme, düşünme..."
Ama işte oradaydı. Küçük kız, elinde pelüş oyuncağıyla, bir canavarın karşısında... Kızın oyuncağının yere düşüşü, elindeki şekeri yerken yüzünü buruşturması, gözlerindeki ürkek bakışı...
Göğsünün üstüne, peş peşe yumruklar inmiş gibi kıvrandı ve alnını fayanslara yaslayıp gözlerini sımsıkı yumdu. Öfke, nefret, tiksinti, geç kalmışlığın verdiği o yoğun keder... O lanet duygu midesine yapıştı ve bir kez daha sert yumruğunu fayanslara geçirdi.
"Ne kadar ileri gidersem kaybetmem seni Mila? Ona neyi ne kadar yaparsam kalırsın benimle? Sana duyduğum aşk, bu cinayetin sus payı olmaz mı?"
Dudaklarını sertçe ağzının içine alırken sırtını fayansa yasladı. Yumruklarını yanında tutarak başını odaya çevirdi, yatağın bir kısmı görünüyordu ve Mila'nın yataktan sarkan uzun, dalgalı saçları gözüne çarpmıştı. Onu yatağında çok kez hayal etmişti ve hâlâ onunla uyuduğuna inanamıyordu. Hazer günahkâr biri değildi, kötü bir adam da değildi ama hâlâ Mila'nın kendisini seçtiğine inanamıyordu.
Ve biliyordu, onu bu dansa kaldırmasa kimseyi kaldırmazdı.
Kafasını arkaya vurarak gözlerini önüne dikti ve akıp giden suyun altında sabit kaldı. Teri soğumuştu ama öfkesi canlı bir mikrop gibi kanında dolaşıyordu. Boynunu kütletirken kendini bir çocuk gibi öfke ve duygusallıktan ağlayacakmış gibi hissetti. Böyle olmazdı, hiçbir şey yapmadan olmazdı.
Suyu kapattı, duştan çıktı ve odaya geçti. Doğrudan dolaba yürüdü, kendine iç çamaşırıyla pantolondan başka bir de tişört seçti ve seri şekilde giyinerek ıslak saçlarını arkaya attı. Kemeri takmakla uğraşmadan akşam geldiklerinde komodine bıraktığı araba anahtarını almak için sessizce adımladı. Cüzdanıyla araba anahtarını cebine atarken kendine engel olamadı, dönüp yataklarındaki Mila'ya baktı.
Hâlâ ıslak olan saçlarından damlalar düşerken eğilip yatağın kenarına çöktü. Mila dönmüş, onun yastığına sarılmış ve yorganı da üzerinden atmıştı. Üzerinde saten, krem renkli pijama takımı vardı. Şortu ve inci düğmeli üstü. Yüzü kendisine dönüktü ve ayışığı şimdi yüzünü gölgeliyordu. Dudaklarını yalarken elini yavaşça bacağına, kalçasının az altına koyarak gülümsedi. "Benim güzel bebeğim."
Uyanmasını istemiyordu, bu yüzden acele etse çok iyi olurdu ama Mila'yı bırakıp gitmek hiç kolay değildi. Kalbinin sesini duyarken yüzünü biraz daha eğdi ve güzel kirpiklerine bakarken yıldız misali duran çillerinin üzerinden öptü. "Mila, Mila, Mila... Dünyada güzel olan her şey sadece senin güzelliğinin gölgeleri olabilir. O bile olamazlar ya... Aklından çıkmasın, seni hiç kimse benim kadar sevemez."
Sesi, genç kadının teninde boğuldu ve yanağına ikinci öpücüğü bırakıp doğruldu. Safir'i ondan habersiz öpmek sevdiği bir şey değildi çünkü onun bu konuda hassas olduğunu biliyordu. Fakat sonradan Mila'ya söylüyordu, masum duygularını incitmek istemezdi.
Tamamen doğrulup siyah yorganı beyazlar içindeki kızın üzerine örttü ve ipeksi, dalgalı saçlarına bakarak arkasını döndü.
Gitmek istedi, gidemedi.
Ona duyduğu aşkın karşısında savunmasız kalıp bir kez daha ona döndü ve tekrar yatağın önünde eğilip yüzüne yaklaştı. Çok güzeldi, asildi, her an huzur vaat ediyordu. Ona uzanırken her defasında titriyordu eli, engel olamıyordu. Önce parmaklarını yumuşak yüzüne koydu, gözlerini kapatıp yüzünün kibar kıvrımlarını okşadı. Mila, Mila, Mila, dedi. Parmakları, eli, vücudu yandı. Gözlerini tekrar açtı ve yüzüne biraz daha eğilip dudaklarını belli belirsiz şekilde altdudağına yerleştirdi. Bu bir öpücük bile sayılmazdı, sadece temastı ama Hazer'in yüreğini fethetmişti. "Ben bu aşkı nereye koyacağım? Kalbimden taşıyor çünkü..."
Dakikalar sonra kalkıp saçlarını düzeltti ve önüne dönerek kapıya yürüdü. Odadan çıktı ve koridorun ışığını açıp derhal merdivenleri indi. Çıkmadan önce Kerem'i, Mila'ya göz kulak olması için uyandıracaktı, dışarıdaki korumaya yeterince güvenemezdi. Basamaklar inerek müştemilata geçti ve Kerem'in odasının kapısını hızla açarak ışığı yaktı.
"Leyla'm... Aç ağzını..."
"La!"
Hazer küçük çaplı bir hiddetle bağırdığında Kerem'in zaten tetikte olan uykusu bölündü ve hızla yerinden doğrulup şaşkınlık içinde kapıya döndü. "Aaa, Hazer..."
Hazer ona dik dik bakarak toparlanmasını izlerken, "Edepsiz rüyanı böldüm, kusura bakma," diye iğneledi.
Kerem hâlâ dengesini bulamamış halde doğrulup ayaklarını yere yasladıktan sonra uykulu halde esnedi. "Aşk olsun Hazer Bey, vallahi sadece kiraz yediriyordum... Saat kaç bu arada? Hayırdır gece gece..."
Hazer Han gözlerini devirdi, öyle olduğu kesindi, yalnızca dalga geçmişti ama Kerem anlamamış görünüyordu. "Ufak bir işim var," dedi detay vermeden. "Mila odamızda, uyuyor. Ses soluk çıkmasın, uyanmasın. Birkaç saate dönerim."
Kerem anlamamış görünüyordu ama Hazer daha fazlasını anlatmak istese anlatırdı, bu yüzden sorgulamadan kafasını salladı. "Çıt çıkarmayız, uyusun Safir kankim..."
Hazer başını sakince salladı ve Kerem tekrar yatağa devrilirken son bir uyarı daha yaptı. "Koruma sakın eve girmesin."
"Tamam Leyla..."
Hazer başını iki yana sallayıp odadan çıktı ve bir dakika içerisinde evden ayrılıp arabasına atladı. Sokaklar ıssız, boş, karanlıktı ve gideceği yere tahmininden erken varacağa benziyordu. Yol boyunca kendini sakin kalmak konusunda teskin etti, haydutça bir duyguyla kaşınan ellerini ovaladı ama öfkesi asla azalmadı.
Arabasıyla hastane otoparkına girerken kükreyen bir duygu göğüskafesinde gerindi. Nefretin kükreyişini duyarken arabayı park ederek indi ve doğrudan, şüphe çekmemeye dikkat ederek hastaneye girdi. Buraya gönderdiği korumalar hastanenin bahçesindeydi, Hüseyin kaçmak isterse peşine düşeceklerdi. Görevli bir kadın vardı, acil kapısından girdiği için kendisini sorgulamadan selam vermişti. Nazikçe görevliyi selamlayarak üst kata çıktı ve hastanenin yoğun bakım katına geçti. Etraf aydınlık ama sessiz ve boştu.
Üçüncü kata çıktı ve şüphe çekmeyen adımlarla yürüyüp koridorun köşesinden dönmeden önce başını uzattı. Onun kaldığı odaya baktı ve beklediği gibi, nöbet tutan bir polis memuru göremeyerek duraksadı. Odasının önünde, şikâyetleri üzerine bir polis memurunu dikerler diye düşünmüştü ama anlaşılan sadece ifadesini alacaklardı. Hazer yüzünü ekşitti, polis memurunun olmaması işine gelse de onun serbest olması ve her an her insana yakın olması kendisini fena halde rahatsız etmişti.
Yumruğunu gevşetip sıktı ve aynı telaşsız, sakin adımlarla köşeyi döndü. Neyse ki etrafta görevli yok gibiydi. Hazer herhangi birinin geçmesinden endişe duyarak hızlı davrandı ve birkaç büyük adımla mesafesini kapatıp kapının önünde durdu. Etrafı kolaçan etti ve kendisini hiçbir zaman onun yüzüne bakmaya hazır hissetmeyeceğini bilerek kapıyı açtı.
Onunla aynı odaya girdiğinde Safir'in ismi gibi safir olan ürkek bakışları aklına düşüverdi. Grimsi, büyülü gözlere ürkek bakışları yakıştırmıyordu, ona neşeli bakışlar yakışıyordu. Safir sabahın beşi gibi huzurlu, sakin, muazzam ve güzeldi. Fakat bir sabah kadar sakin görünen bakışlarının ardında nasıl fırtınalar koptuğuna şahit olmuştu.
Başını çevirip tiksintiyle ona baktı. Hastane yatağında uzanıyordu, bir cihaza bağlıydı ve ağzında oksijen maskesi vardı. Sırtını kapıdan ayırıp küçük odadaki yatağa yaklaştı ve başını sola eğip mide bulantısıyla bu yüze baktı. Ellili yaşlarının ortalarında görünüyordu ve Hazer onu ormanda ilk gördüğünde tanımıştı bu canavarı.
Mila daha altı yaşlarındayken bu adam kırklı yaşındaydı. Kırk.
Nasıl kıyabilmişti, nasıl vicdanı sızlamamıştı, hayret ediyordu. Daha küçücük bir kıza bakarken bir insanın aklından nasıl böyle şeyler geçer, anlamıyordu. Mila'nın dedikleri düştü aklına, bir el kapandıkça kapandı sanki boynuna.
"Senin verdiği acıyı nasıl sileceğim onun gözlerinden." Yavaşça eğildi ve ellerini demir yatağın kenarlarına yaslayarak midesine yapışan o büyük bulantıyla yüzüne bakmaya devam etti. "Biraz... Lan biraz Allah'tan korkun olsaydı da dokunmasaydın ona... Biraz be..."
Göğsü hızla inip kalkarken bir elini yatağın kenarından çekip tiksintiyle onun boynuna uzattı. Kemikli parmaklarını kabloların geçtiği boynuna doladı ve nabzını hissetmek, onu öldürme isteğini tetikledi. Bir an atıyorsa bir an sonra atmayabilirdi. Parmaklarını serinkanlı halde, sıkıca boynunun etrafına sardı.
Onun yaşamasına izin verdiği için kendisinden tiksiniyordu. Mila, ah Mila... Sırf Gazel için yarasına kumaş bastırmıştı. "Sanma ki bu iş Gazel’in yaptığıyla kalacak..."
Boynuna baktı, atan nabzına... Parmaklarını biraz daha sıktı, dişlerini birbirine bastırıp soludu. Şimdi boğsa, nefessizlikten ölse mesela... Kolay bir ölüm olurdu. Mila kaç kez öldüyse Hüseyin de o kadar ölecekti. Her gün, her gece. Tüm gücünü kullanmadı ama buna rağmen yataktaki adam nefessizlikten rahatsız olup kıpırdanmaya başladı. "Geber sikik herif, geber!"
Adam öksürmeye başladı ve bir eli ağzındaki oksijen maskesine giderken gözkapakları yavaşça açıldı. Hazer o gözleri gördüğünde insanların, küçük ya da büyük cehennemleri bu dünyada da yaşayabileceğinden emin oldu. Adamın gözleri korkuyla büyüdü. "Sen," deyiverdi.
"Soluğunu bile duymayacağım," dedi Hazer, boğazını öldürürcesine sıkmaya devam ederek. Adam ani bir refleksle elini boynuna atıp Hazer'in baskısından kurtulmaya çalıştı ama Hazer çok daha güçlüydü. "Bir dakika içinde öldürürüm yoksa seni."
Adamın gözlerini büyüten korkuya soğukça gülüp elinin içini boğazının köprüsüne daha sert bastırdı. Adamdan boğulurcasına bir ses çıktı. "Gazel'den şikâyetçi olmayacaksın," dedi öfkeden deliye dönmüş bir sesle. "Ve bir kızın olduğunu unutacaksın. Sen yalnızca onun utanç duyduğu bir ibnesin, fazlası değil."
"Sen... Mila'nın sev..."
"Sakın!" Kükredi ve onun ağzından Mila'nın adını duyduğunda gözlerine bir perde indi, deliye dönüp haykırdı. "Sakın... bir daha adı sesine, nefesine karışmasın! Doğru, ben Mila'nın sevgilisiyim ve gözlerine bakıp kandırdığın o küçük kız var ya... Hani babana gidelim deyip elinden tut… tuttuğun. Onun her şeyiyim... Biz onunla konuştuk, seni anlattı bana... Ama ağlamadı biliyor musun? Dimdik durdu karşımda... Nasıl güçlü o şimdi, asla pabuç bırakmaz sana!"
"Bı... bırak," dedi adam nefesi yettiğince. Elini boynundan çekmeye çalışıyor, kıvranıyordu. "Sana ne anlattığını bilmiyorum ama..."
"Kes sesini! Ben konuşacağım, sen dinleyeceksin! Bir nefeste değil, her nefeste ah edeceksin!"
"De... Delirmişsin sen..."
"Doğru, delirdim!" Elinin içini, boğazının üzerine daha sert kapatarak tırnaklarını pis etine geçirdi. "Bu vakitten sonra bu deli sana gün yüzü göstermeyecek, bilesin. O geceleri yastığına sarılıp ağladı ya hani... Sen de paçalarıma sarılıp inim inim inleyeceksin.”
"Ne... Nefes ala... mıyorum."
"Bunun için uğraşıyorum!" Adamın öksürükleri çoğaldı ve gözleri arkaya kayıp neredeyse kapanacak oldu. Hazer bir diğer eliyle adamın saçlarını diplerinden, sertçe çekerek gözlerinin kendine dönmesini sağladı. Gözlerinin içine, hayatında daha önce kimseye bakmadığı gibi baktı. "Benim kitabımda senin cezan, ölümden başka şey değil. Ama tek seferde değil, her gün yeniden öleceksin. Kaç kez öldürdün onu? Söyle!"
"Ben... Bir şey yapmadım," diye faydasızca savundu kendini adam.
O zaman Mila'yı kim öldürdü? Babası, annesi, Hüseyin, Serap... Hepsi biraz biraz.
"Söyle!" diye hiddetle suratına bağırdı bir kez daha. Boğazını sıktığı kadar sert şekilde de saçlarını çekerek acı acı inlemesini dinledi. "Kaç kez öldürdün onu?"
"Deli..."
"Söyle!"
"Dört kere," dedi adam.
"Dört kere…" diye yineledi Hazer, hissettiği bu büyük nefret ve kin yüzünden gözleri kararmıştı. "Yalan söyleme! Dört kereden fazla öldürdün! Kaç kez babasına diye o kulübeye gö..."
Sustu, devam edemedi. Dudakları çaresizce titredi.
Boğulan adamın gözlerinden yaşlar döküldü. "Bir şey yapmayacağım o... ona. Bı... Bırak beni..."
"Niye çiçek gönderdin o zaman şerefsiz?”
Adamın gözleri kapanırken dudaklarından boğulduğunu işaret eden sesler döküldü. "Pişman... Pişmanım."
"Sallama!”
Hazer'in göğsünden boğazına alevler yayıldı ve adamın kapanan gözlerine bakarken son kez elinin içini gırtlağına bastırarak onu öğürttü. Ona bakarken dünya o kadar karanlık ve kasvetliydi ki Mila'nın karanlıktan korkmasını şimdi daha iyi anlıyordu. Ateş gibi nefesini ciğerlerine çekerek ellerini bayılmak üzere olan adamdan uzaklaştırdı ve geriye doğru birkaç sersem adım attı.
"Her gün yeniden, onun öldüğünden bile daha fazla öleceksin." Yataktaki adam öksürük tufanına kapılıp irice açtığı korkulu gözleriyle ona bakarken Hazer'in adımları kapıya doğru geriledi. İkisi de soluk soluğa kalmıştı. Birisi acıdan, diğeri nefret ve öldürme arzusundan. Kapıyı açıp çıkmadan önce dudaklarını öfkeyle araladı. "Her ölümü tadacaksın, hepsini göreceksin. Acıdan ufalanıp yok oluncaya kadar. Etlerin lime lime olup çürüyene kadar... Ben diyeyim bin kere, sen de milyon kere... Öleceksin!"
Ve çıktı. En yakındaki tuvalete kendini attı. Suyu açıp ona dokunan ellerini defalarca kez, döver gibi yıkadı. Yıkadı, yıkadı... Yıkadıkça anladı tertemiz olmasına rağmen Mila'nın neden kirli hissettiğini.
🌒
Yatağın hangi tarafında olduğumu bilmiyordum ama yanağımın altındaki sıcak, sert yüzeyi hissetmiştim. Uyku sersemi yumruğumla gözümü ovuştururken diğer elimi yanıma uzattım ve vakit kaybetmeden onu buldum. Dudaklarım kendiliğinden kıvrılırken elimi çekerek gözlerimi açtım ve gördüğüm ilk şey duvar oldu.
Hazer yüzüstü yatıyordu, bense yanağımı sırtına yaslamıştım.
Pozisyonumuzu kavradığımda omzu için kaygılandım ama görünen o ki omzundan uzaktaydım. Güneş odayı epey doldurmuştu, üstelik perdeler kapalı olmasına rağmen. Duvardaki saate baktım ve iş vaktinin geldiğini gördüm. Genelde Hazer benden önce uyanırdı ama bugün her nedense uyuyordu. Kıyamadım, uyandırmak istemeyerek parmağımı beyaz tişörtünün üzerine koydum ve yavaşça sırtının kavisini okşadım. "Buenos días mi amor."
Canım benim, çok mu yorgundu da uyuyordu acaba? Son birkaç gündür olanlar fiziksel ve zihinsel olarak onu elbette yormuştu. "Sana yaslanınca sıcak, güvende, korunaklı hissediyorum. Tıpkı bir dağa yaslanmış gibi, omzunda kar olan bir dağ... Tabii dünden sonra omzunda başka bir şey de var… Ben de mi dövme yaptırsam?"
Bu fikre karşı çıkışını hatırlayıp gülümsedim, beni gerçekten bir bebek sanıyordu ama ekim ayında yirmi iki olacaktım. "İstemezsen yaptırmam ama," dedim gülümseyerek. "Sen uyurken ağzıma geleni söylemek hoşuma gitti, yüzüme bakarken çekiniyorum bazen...Çekinmek çocukça bir huy mu bilmiyorum Hazer ama gerçekten bir yetişkin gibi davranmaya çalışıyorum. Ama sana duyduğum o derin sevgi, bir çocuğun birkaç günde geçecek olan sevgisi değil."
Neden bunları söylediğimi bilmiyordum, sadece içimden geliyordu. Duygularımı anlasın isterdim çünkü benim kalbim tıkabasa bu duygularla doluydu. "Hani bana, senden bir tane daha yapalım demiştin ya... Bazen gün içinde bunu düşünüyorum. Neden düşündüğümü bilmiyorum ama... galiba hoşuma gidiyor. Sonuçta ben dünyadaki tüm güzel hisleri sadece seninle yaşayabilirim ve tüm iyilikler en çok seni bulsun isterim."
Beni duymasından endişelenip sustum ve dudaklarımı uzatıp sırtına uzun bir öpücük bıraktım. "Madem evde kaldın, senin için güzel bir kahvaltı hazırlayayım. Zeytinli krep yapayım mı? Hımm, yap mı diyorsun? Yapayım o zaman."
Alçak sesle gülerek yanağımı sırtından kaldırdım ve esneyerek saçlarımı sırtıma doğru attım. Bağdaş kurarak oturdum ve elimi tişörtünün açık bıraktığı beline koydum. "Her gece bu sıcak vücudunla beri sarmaladığın için çok mutlu oluyorum."
Yüzüne baktım ve hâlâ kıpırtısız olduğunu görüp uyuduğuna emin olduktan sonra yüzümü sırtına yaklaştırdım. Saçlarım belinin etrafını kaplarken tişörtünü az daha sıyırdım ve dudaklarımı uzatıp belinin kenarından öptüm. Teni sıcak, nemliydi ve sanki bir kere öpünce ikinin hatırı kalıyordu. Yanaklarım kızardı ve ikinci kez de aynı yerden öpüp hızla doğruldum.
"Bu aşk beni biraz bozdu, gizli gizli öpüyorum adamı..."
Kendime kızarak kıyafet dolabına yürüdüm ama bir yandan da gülümsüyordum. Sırtım yatağa dönük halde dolabın içinde kıyafet bakındım ve güzel bir etekle bluz seçtim. Parmak uçlarıma yükseldim ve kalçalarımı kıvırarak minik dans hareketlerim sırasında kıyafetleri askıdan çekip aldım. Duş aldıktan sonra alt kata inecektim.
Duşa girmeden önce son kez Hazer'e döndüm ve onu uyanmış, elinde telefonuyla beni çekerken yakalayıp kısa bir şaşkınlık yaşadım.
"Hazer…" diye mırıldanabildim sadece.
"Ya, nasıl oluyormuş öyle habersiz çekmek?" diyerek telefonu biraz daha yukarıya kaydırdı ve sanırım gülmemek için dudaklarını sertçe ısırdı. "Hadi, bir şeyler yap. Gerçi az önceden beri kıvırıp durmanı çektim..."
Besbelli ki bu sabah iyi uyanmıştı. Ne ara uyandığını da anlamamıştım ama böyle muziplikleri hoşuma gidiyordu. Kıyafetleri göğsüme yaslayarak uyku mahmuru yüzüne bakarken heyecanla gülümsedim. Sırtını yatağın arkasına dayamış, kamerayı yüzüme odaklamıştı. Saçı başı dağınıktı, gözleri beklenti ve muziplikle parlıyordu. Gözlerimi telefonunun kamerasına odaklayarak, "Seni seviyorum," dedim tatlı bir şekilde gülerken. "Gerçekten bak, çok fazla hem de."
Sonra odadan çıktım.
Arkamdan, “Mila, Mila, Mila,” dedi.
Neşeyle dolup koridordaki banyoya geçtim ve kısa sürede kendimi yıkayarak havluya sarındım. Dün yaşananlardan sonra şükürler olsun her şey yolundaydı. Hızla odama geçerek beyaz, düz çamaşırlarımı giyindim ve üzerine kıyafetleri geçirdim. Banyo esnasında Hazer gelmiş, banyo kapısına tıklatıp, “Sırtını keseleyebilirim,” diyerek bana takılmıştı. Ben de kendimi yıkayabileceğimi söyleyerek onu kibarca reddetmiştim.
Kurdelemi takıp alt kata indiğimde Hazer'i hazırlanmış halde salonda, ayakta buldum. Elinde televizyon kumandası vardı ve bir haberi izliyordu. Sırtı bana dönüktü, ceketini giymemişti; üstelik bugün siyah bir gömlek giymişti. Arkasından yaklaşıp parmak uçlarıma yükseldim ve yanağına bir öpücük kondurdum.
"İçimde kalmasın, öpeyim seni."
Ani öpücüğümle afallayıp bana döndüğünde tabanıma bastım ve heyecanlı bir gülümsemeyle ona baktım. Gözlerini kırpıştırarak elini yanağına götürdü. "Şey, istersen öbür yanağımdan da öpebilirsin... Hani, içinde kalmasın diye."
Ellerimi arkamda bağlayarak başımı sakince önüme eğdim. "Yarın da öbür yanağından öperim."
Yanakları belli belirsiz kızardı ve başını hızlıca sallarken gözlerini üzerimde dolaştırdı. Eteğimi hevesle düzelttim ve Hazer uzanıp elimden tuttu, beni kendi etrafımda döndürerek aheste aheste süzdü. Gözlerinin rengi, bakışları karardı.
"Eteğin de çok güzelmiş...”
“Gracias mi vida”
Gülümseyip parmak uçlarımda mutfağa geçtim. Hazer beni izlerken ikimiz için de kısa zamanda zeytinli krepler yaptım. Az sonra Kerem elinde sıcak ekmeklerle geldi ve Hazer'e selam verdikten sonra onun arkasının dönük olmasından fırsat bilerek yanağımdan makas aldı. "Günaydın Safirciğim."
Gülümseyip aynı neşeyle onu karşıladım. Ardından Kerem kafesin önüne geçip Fıstık’la oynamaya başladı. Bu akşam Leyla'yı kaçıracağı için çok sevinçliydi. Hatta birlikte yapacağımızı düşünüyordu ama Hazer bunu şiddetle reddetmiş, hayatta olmayacağını söyleyerek konuyu kapatmıştı. İçimden bir ses Kerem'in onu ikna edebileceğini söylüyordu.
Biz Keremle konuşurken Hazer aramıza katıldı ve tezgâha oturarak onun için yaptığım krepleri yemeye başladı. Ben de hayranlıkla onu izleyip sürülebilir çikolata kaşıkladım. Sohbetin bir noktasında Kerem bizimle alay ettiğinde Hazer kravatını alıp onun boynuna dolamaya çalıştı. Kerem boğuluyormuş gibi sesler çıkarırken ben de güldüm.
"Leyla'ma onu çok sevdiğimi söyle Safir," dedi Kerem, ardından bayıldı.
Duraksayarak elimdeki kaşığı ağzımdan çektim ve korkuyla gözlerimi büyüttüm. "Gerçekten boğdun onu, bayıldı!"
"Yok canım," dedi Hazer, kravatı çekerek afallamış bir suratla Kerem'in baygın yüzüne bakarken. "Şaka yapıyordum vallahi... Kerem..." Hazer hızla onun yanağına birkaç kez vurdu. "Ölme la!"
"Şaka yaptım," diye bağırıp aniden gözlerini açtı Kerem ve ikimizin de yüzünü görerek kahkahalara boğuldu.
"Lan!" diye kükredi Hazer ve küfrünü duymamış gibi yapıp onların bu haline gülerken Kerem ürkerek taburesinden kalktı. Rahatlayıp çikolata yemeye devam ettim ve Kerem bana kaş göz yaparak dışarıya çıkarken Hazer, "Tövbe tövbe…” diyerek önüne döndü. "Ay, bu da Behram'dan bulaştı."
Ay mı? Gülmemi tutmaya çalışıp bakışlarımı önüme çektim ve neşeyle çikolatamı yemeye devam ettim. Hazer, Kerem'in arkasından bir süre homurdanıp ardından kravatını tekrar boynuna geçirdi. Kerem ve Hazer hayatımı öyle aydınlatıyordu ki artık karanlıkta bile oturabiliyordum.
Kahvaltımız bittiğinde Hazer'e bir fincan çay daha koydum ve o beni izlerken kalkıp masayı toparladım. Hazer de birkaç şeyi dolaba koydu ve ben bulaşıkları sudan geçirirken tezgâha yaslanıp beni izledi. Bulaşıkların kabasını akıttım ve hepsini tezgâha yığdım. Üstüme sıçramaması için dikkatli davranıyordum. Bulaşıkların hepsini makineye dizdim ve eğilip doğruldukça Hazer'in gözlerinin vücudumda mekik okuduğunu hissettim. İşim bittiğinde ellerimi yıkadım ve mutfak havlusuyla kuruladığım sırada Hazer'in adım sesini duydum. Henüz arkama dönmeye fırsatım olmadan Hazer vücudunu vücuduma yaslayarak bir elini boynuma attı ve saçlarımı sol omzumda topladı. "Mutfağımıza... çok yakışıyorsun." Karşılıklı utandığımızı hissettim ve Hazer birkaç dakikanın ardından ellerini yavaşça vücudumdan çekti. Saçlarımı düzeltti ve ardından, "Güzel kurdele," dedi ve kurdelemi alıp evden ayrıldı.
Üst kata çıkıp kendime başka bir kurdele bulmak zorunda kalmıştım… İşimi halledip dans ederek yeniden alt kara indim ve Kerem'i salonda, maç tekrarı izlerken buldum. Dün Hazer'den korktuğu için izleyemediği Fenerbahçe maçını izliyordu. Yanına gidip onu gıcık ettim ve ardından biraz ders çalıştım.
Sahafa gitme vaktim geldiğinde Kerem’le evden çıktık ve hava güzel olduğu için yürüme kararı aldık. Koluna girdim ve Leyla'yı kaçırma planını dinledim. Evden çıkmadan önce Gazel'i de arayıp konuşmuş, iyi olduğunu öğrenmiştim. Bugün Behram'ın onu sahafa getirebileceğini söylemişti.
Kolunda kalabalık caddeyi yürürken, "Yaa, işte öyle Safirciğim," dedi Kerem neşeli şekilde. "Leyla gece yarısı evin camına çıkacak, kendini benim kollarıma atacak. Hazerciğim de o sırada arabayla bizi bekliyor olacak, Leyla'yı aldığım gibi arabaya getireceğim."
Düşünceli şekilde dudak büktüm. Bunu Leyla istemişti ama neden istediğini anlamamıştım. Yüzümü Kerem'e çevirdim. "Madem seninle kaçmak istiyor, evlilik haberleri neden? Bu kız yakın zamanda evlenmeyecek miydi?"
"Müjgan yılanının başının altından çıkmış," dedi sinirli sinirli. "Bu yılan gidip Leyla'nın ailesine, Leyla bir şoförle birlikte diye ispiyonlamış. Biliyorsun, ailesi oldukça varlıklı. Sana öylesi mi yakışıyor diyerek Leyla için münasip olduğunu düşündükleri bir adamı bulmuşlar işte. Leyla'yı da ikna etmeye çalışmışlar, o da evlilik haberini benim gibi gazetede görmüş zaten. Dün akşam aradı, ağlayarak anlattı. Bana neden anlatmadığını sorduğumda başımın belaya girmesini istemediğini söyledi. Ama bakmış ailesi bu evlilik işinde çok ciddi... Gidip onu kaçırmamı istedi."
Kerem şoförse ne olmuştu Tanrı aşkına? Çok iyi bir adamdı, Leyla'yı ilk gördüğünden beri seviyordu ve ona neşe dolu bir hayat verebilirdi. "Altından bir şeyler çıkacağını anlamıştım," dedim. "İstiyorsa kaçıralım madem."
Kerem gülen gözleriyle gözlerimin içine baktı. "Sen var ya sen... Vallahi ben senden başkasına yenge demem bu saatten sonra Safir."
Yanaklarım pembeleşti ve ona teşekkür ederek, "Hazer'i nasıl ikna edeceğimizi bilmiyorum," dedim. Sahafın olduğu sokağa girdik. "Dün akşam hayatta olmaz dedi."
"Aman bir öpücük verir ikna edersin."
"Kereeeem."
Gülerek, "Affedersin," dedi. "Şimdi Hazer Bey de haklı, başında bunca iş varken kız kaçırmakla falan uğraşmak istemiyor."
Ümitsizlikle ojeli tırnaklarıma baktım. "Si, son zamanlarda çok yoruldu canım benim."
"Maalesef," dedi Kerem, onun da ses tonuna bir hüzün bulaşmıştı. "İşte... son olanlar, babası, şirketin durumu, bir de Nazım Bey'in şantaj için kendisinden istediği üç milyon dolar..."
Yürümeyi kestim. Üç milyon dolar. Durumu kafamın içinde toparlamak için kendime izin verdim. Babası belgede sahtecilik yapmıştı ve bunun kanıtları Nazım'ın elindeydi. Hazer'e vermek içinse ondan üç milyon dolar istiyordu. Ya da benden dans etmemi... Göz göre göre, hiçbir suçu yokken gidip ona günlerce, belki de aylarca çalışıp ter döktüğü parayı mı verecekti?
"Safir?"
Gözlerimi kırpıştırıp Kerem'e döndüm ve o sırada sahafa geldiğimizi anlayarak yüzümdeki ifadeyi silmeye çalıştım. Kerem iyi bir gözlemciydi, bu yüzden yüzümdeki karmaşıklığı hemen anlayarak, "İyi misin?" diye sordu.
"Parayı... Nazım'a verecek mi?"
Kolumdan çıkarak kafasını salladı. " Prestijinin rencide edilmesini istemiyor. Parayı verip belgeleri alacak, zaten artık babasındaki tüm yetkiyi de kendine alacaktır."
Kerem'e döndüm ve bana eşlik ettiği için teşekkür ederek onunla vedalaştıktan sonra içeri girdim. Uzun bir aradan sonra patronumla ve çalışma arkadaşlarımla biraz muhabbet edip işimin başına geçtim. Düşünceli halde müşterilerin masalarda bıraktığı kitapları topladım.
Bu şantaj konusunda hiçbir şey yapmamak canımı yakıyordu. Hazer'in böylesi büyük bir bedel ödeyeceğini düşünmemiştim. Az para değildi, Tanrı bilir kaç aylık emeğiydi. Ve öylece Nazım'a verecekti... Tamam, Hazer'in arkasından iş çevirme fikri midemi bulandırıyordu ama sadece beş dakikalık bir dans onun bu parayı vermesine engel olabilecekken... öylece durmak beni rahatsız ediyordu.
Hazer’e bunu tekrar düşünmemizi teklif etsem ah… asla rıza göstermezdi.
Ama... beş dakikalık bir dansımın üç milyon dolara patlaması...
Elimdeki kitapları raflarına koydum ve toz almaya başlayarak gözyaşlarımı geri itmeye çalıştım. Stres duygusunu hiç sevmiyordum, doğrudan midemi ve kalbimi kasıp içime bir kazık gibi oturuyordu. Ne yapmalıydım ben şimdi? Belki... Nazım’la konuşup onu ikna edebilirdim. Madem benden hoşlanıyordu, benim düşüncelerime önem verebilirdi.
"Safir, arkadaşın geldi."
Çalışma arkadaşımın sesini duyduğumda ona döndüm ve temkinle bana baktığını gördüm. Gazel gelmiş olmalıydı. Kafamı sallayıp, "Teşekkürler," diye mırıldandım ve alt kata yöneldim.
Basamakları inerken etrafıma bakındım ama Gazel'i göremedim. Başımı sahaf kapısına çevirdim. Evet, henüz içeriye girmemişti. Behram'ın da onunla olduğunu gördüğümde selam vermek adına kapıya yürüdüm. Kapıyı açıp kaldırıma çıktığımda Behram’la Gazel'in karşılıklı olarak dikildiğini gördüm. Gazel kaldırımdayken Behram aşağıdaydı ve uzanmış, Gazel'in gömleğinin yakalarını düzeltiyordu.
"Düğmeyi mi kapatıyorsun?" dedi Gazel ona, sesi mutlu gibiydi.
Behram kafasını şiddetle iki yana salladı. "Hayır, sadece düzeltiyorum."
Gazel yüzünü azıcık eğip gömleğinin düğmesine baktı. "Parmakların düğmenin üzerinde."
Behram kısık gözleriyle ona bakarak gömlek yakasıyla uğraşmaya devam etti. "Bu kapattığım anlamına gelmez."
"Behram..." Gazel yumuşak şekilde gülümsedi ve saçlarını kulağının arkasına koyarken heyecanla ona bakmayı sürdürdü. "Baya gömleğimin düğmesini kapatıyorsun."
Behram gerçeği kabullenmiş gibi omuzlarını düşürüp ellerini onun gömleğinden çekti ve bakışlarını kaçırdı. "İnkâr etmeye devam edeceğim."
Gazel'den bir gülme sesi geldi. "İmamlar yalan söylemez."
Behram ellerini beline koyup ona dik dik baktıktan sonra kafasını iki yana salladı ve belindeki elini çekip Gazel'in yüzünü tuttu. Beni farkında olup olmadıklarını bilmiyordum ama onları izlemek hoşuma gidiyordu. Behram avcunun içiyle Gazel'in sol yanağını kapladı. "Dönüşte markete uğrayacağım, özellikle istediğin bir şey var mı?" diye sordu.
"Bir anda aklıma gelmedi bir şey," diyerek telaşlı şekilde konuşup parmak uçlarında yükseldi Gazel. Gerçekten mutlu görünüyordu. "Akşama doğru psikiyatriste mi gideceğiz?"
Omuzlarım çöktü ve Behram da benimle aynı sıkıntıyı paylaşarak mutsuz göründü. "Evet, beraber gideceğiz. Ruhsal durumunu konuşmamız gerekiyor."
"Aslında iyiyim," dedi Gazel, hâlâ gülümsüyordu. Sanırım bugün psikiyatrist Gazel'e hastalığını anlatacaktı, Behram'ın yanında olması çok iyiydi. Gazel elini kaldırıp Behram'ın yüzüne doğru uzanan bileğinden tuttu. "İmamlar yolda öpüşebilir mi?"
Behram'ın suratına oturan şaşkınlıkla ben de kendime engel olamadan bir şaşkınlık mırıltısı çıkarınca ikisi de irkilip bana döndü. Özel anlarını dikizlemekten utanç duydum ve onlar da kızarıp bakışlarını kaçırırken, "Hoş geldiniz," diye mırıldanabildim yalnızca.
"Ho... Hoş bulduk," dedi Behram alçak bir sesle ve hemen sonra elini Gazel'in yüzünden çekti. Çekingen şekilde onlara baktım ve Behram ondan uzaklaşmadan evvel uzanıp aniden Gazel'in yanağından öptü. Gazel nefesini tutup elini yanağına götürürken Behram başını eğip hızla arkasını döndü ve ellerini ceplerine koyup seri adımlarla uzaklaştı.
Arkasından mırıldandım. "Böyle imam bulsalar camiden çıkmayacak kızlar tanıyorum Gazel."
Gazel bana dönerek kızgın bir bakış attı. "Utandırdın çocuğu."
"Ben mi?" dedim gülümseyerek. "Yolun ortasında ne dedin çocuğa…"
Suratını astı ve yanıma yürüdüğünde kollarını açıp bana sarıldı. Ben de onu kucakladım ve içeri girdiğimizde onu üst kata davet ettim. Güzel, mavi çizgili bir gömlekle beyaz pantolon giymiş ve saçlarını sıkı bir atkuyruğu yapmıştı. O geçip masaya otururken ben de rafa yürüyüp kaldığım yerden işime devam ettim. Hüseyin meselesini açmayacaktım, ikimizin de daha fazla hırpalanmasını istemiyordum. "Nasılsın?" diye sordum sesimi enerjik tutmaya çalışarak.
"İyiyim," dedi, elindeki pet şişenin kapağını açıp kana kana su içti. "Çok sıcak Safir!"
Tebessüm ettim. "Evet."
"Hazer gelip almış seni, gecenin bir yarısı uyanınca yanımda seni değil de Behram'ı buldum."
Başımı ona çevirerek kafamı dağıtmak için espri yaptım. "Senin de daha hoşuna gitmiştir tabii."
Kitapların kapaklarına bakarken dudaklarına bir gülümseme oturdu. "Yani... Ay dayanamayacağım Safir, bir şey söylemem lazım."
Bu heyecanını gülümsemeyle karşılayarak rafa yaslandım. "Aklıma bir şey geldi ama..."
Ellerini yüzüne örtüp ufak bir çığlık attıktan sonra indirdi ve sanki o acıları yaşayan kız değilmiş gibi içten bir mutlulukla bana baktı. "Evet evet... Behram’la öpüştük."
Buna epey şaşırdım ve ellerimi ağzıma kapatıp kıkır kıkır güldüm. Böyle yakınlaştıklarına göre araları tahmin ettiğimden de iyi olmalıydı. Buna gülümsedim ve koşup yanına gittim. Gazel hayaller dünyasında gezerek iç çekerken karşısındaki sandalyeyi çektim ve ellerini tutup sevinçle konuştum. "İyi ki sizi yalnız bırakıp gitmişim o zaman."
"Kendime yeni gecelikler mi alsam?" dedi Gazel, gözlerini kocaman açıp bana bakarken.
Kendimi tutamayıp gülmeye başladım ve onun sızlanışları esnasında birkaç dakika boyunca güldüm. Hâlâ inanılmaz gelse de Gazel evli bir kadındı ve eşi için gecelik giymesi... Kendime engel olamayıp gülmeye devam ettim ve en sonunda Gazel beni, sekiz yaşıma kadar altıma işediğimi Hazer'e söylemekle tehdit edince sustum.
Doğru, sekiz yaşıma kadar altıma kaçırıyordum. Gazel'i üzmemek için bir şey demedim ama sanırım o yaşlarda çok korktuğumdan oluyordu.
Birkaç dakika sonra normale döndük ve ben kalkıp işime devam ederken Gazel bana bazı şeyler anlattı. Yanımda ve iyi olmasına sevinerek onu dinledim. Sanırım hastalığıyla alakalı olarak sık duygu değişimleri yaşıyordu, bu yüzden dün çok üzgünken bugün neşeliydi.
Ona cevaplar verirken arka planda hep aynı şeyleri düşünüp durdum. Hazer'i, vereceği üç milyon doları, Nazım'ı... Yapabileceklerimi ya da yapamayacaklarımı. Sözümü çiğneyemezdim, belki onun için dans edemezdim ama en azından onunla konuşur, bana olan duyguları sayesinde ikna edebilirdim. Biliyorum, ne taraftan bakılırsa bakılsın yapacağım şey hiç hoş olmayacaktı ama Hazer'i böyle bir bedel ödemeye mahkûm bırakmak gücüme gidiyordu. Bu yüzden telefonumu çıkarıp Nazım'a bir mesaj attım.
Gönderilen: 05*
Yarın saat on ikide dans merkezinde buluşabiliriz.
🌓
Gün boyunca kafamı oyalamaya çalışsam da kendimi suçlu, hüzünlü hissetmekten alıkoyamamıştım. Gazel benden iki saat kadar önce çıkmıştı, Behram gelip onu almış ve beraber psikiyatriste gitmişlerdi. Aç hissetmeme rağmen iştahım kesildiği için gün içinde hiçbir şey yiyememiştim ve şimdi de sahaftan çıkmış, zayıf adımlarla yürüyordum.
Hazer on dakika kadar önce, “Sahafa geliyorum balerinim,” diye bir mesaj atmıştı. Beni almaya gelmek istemesini anlayışla karşılıyordum, Hüseyin hastanede olsa da benim güvenliğim için endişeleniyordu. Bu mesaj üzerine gülümsemiş, hazırlanıp çıkmıştım ve muhtemelen birazdan yol üstünde karşılaşacaktık. Kollarımı göğsümün üzerinde kavuşturmuş, yolu gözetleyerek usulca yürüyordum. Rüzgâr saçlarımı uçuştururken kısık gözlerimi sokağın köşesine çevirdim ve tam o anda Hazer'in arabasını köşeden girerken gördüm.
Gözlerim doluverdi.
Hızla gözlerimi sildim ve ben yürümeyi bırakırken Hazer'in arabası önümde yavaşladı. Hızla şoför koltuğunun yanındaki koltuğa yaklaşıp kapıyı araladım. Kendimi koltuğa attım ve yüzüne bile bakmaya fırsatım olmadan âdeta onun üzerine atlayarak kollarımı hızla boynuna doladım.
"Hazer, canım benim... Hoş geldin, çok özledim bugün seni..."
Genelde ilk hamleyi yapan kendisi olurdu ve bu yüzden ani sarılmamla bocalamış, ancak cümlem bittiğinde kollarını etrafıma dolayabilmişti. "Hoş buldum," dedi benim gibi heyecanla. Parmaklarım gömleğinin yakasını sıkıca tuttu. "Bilseydim bu kadar özlendiğimi gün içinde görüntülü arardım."
Yanağımı omzuna yasladım ve gözlerimi kapatarak kendine has kokusunu soludum. "Çocukça bir tavır benimkisi, kusura bakma," dedim ve elimi sırtında kaydırdım. "Geldin ya... İyiyim şimdi."
"Safir'im... yakutum..."
Kaskatı kesildim ve gözlerimi açarak, "Ne?" dedim.
"Safir," diye tekrarladı ve gözlerimin önüne babamın hayali düşerken aynı ses tonuyla devam etti. "Hani yakut demek ya..."
Gözümden bir damla yaş kayıp gömleğine düştü. Duygularımda boğulup hıçkırmamak için altdudağımı sımsıkı kavradım ve babamın o mahzun, sevgi dolu yüzüne tutundum. Babacığım... Öyle çok özlemiştim ki... Zaten çok duygulu olduğum bir anda, Hazer'in de dudaklarından babamın sıkça söylediği bu kelimeleri duymak perişan etmişti beni.
"Mila... Yanlış bir şey mi söyledim?"
Kendini suçlu hissetmesine müsaade edersem kahrımdan ölürdüm. Bu yüzden metanetli olmaya çalışarak, "Babam bana hep böyle... derdi," diyerek duygularımı kelimelere döktüm. "Âşık olduğum adamdan da böyle kelimeler duymak beni çok duygulandırdı... Ağlıyorum bir de..."
Alnını kırıştırmış, memnuniyetsiz şekilde ıslak gözlerime bakıyordu. Tebessüm ettiğimde ceketinin yakasındaki siyah ipek mendilini çıkardı ve uzanıp narin hareketlerle gözlerimi kuruladı. "Ağlama... Benim de gözlerim yanmaya başlıyor bak…"
Şefkatle gülümsedim ve Hazer mendilini çekip aynı özenle ceketinin cebine koyduğunda elimi uzatıp dizinin üzerine koydum. "Niyetim seni üzmek değil. Kendimi sana çok yakın hissettiğim için hissettiğim her duyguyu sana açmak istiyorum. Beni anlıyor musun?"
Hazer sıcak şekilde gülümseyip elini çekti ve direksiyona dönüp arabayı çalıştırdı. Önüme döndüm ve Hazer aynı elini dizime koyup dikkatle arabayı kullanmaya başladı. Benim de elim her daim dizindeydi. Yanağımı deri döşemeye koyup ıssız yolları izledim. Yarın Nazım’la buluşacaktım ve bunu Hazer’le paylaşmadığım için birbirinden beter duygular içinde kıvranıyordum.
Bir süre yol aldık ve eve gitmediğimizi fark ettiğimde caddelere daha dikkatli baktım. Hazer bu merakıma gülümseyip göz kırptı ama bir şey söylemedi. Ben de hevesle yerimde doğrulup ona gülücükler attım. Bir süre daha yol aldıktan sonra Hazer elini dizimden çekti ve cebine atıp sabah aldığı kurdelemi kucağıma bıraktı.
"Gözlerine bağlar mısın?"
Kurdeleyi alıp gözlerime örttüm ve başımın arkasında bağlayarak bir düğüm attım. Biraz sonra araba durdu ve kapı açılma sesi duyuldu. Aynı ses bir daha duyulduktan sonra, "İniyoruz," diye uyardı beni. Ardından belimi kavradı. "Evet bebeğim, seni tutuyorum."
İnmeme yardımcı oldu ve birazdan ayaklarımın yere değdiğini hissettim. Hislerim tamamen diğer duyularıma odaklanmıştı. Ayaklarımın altındaki zeminin düz değil de taşlı bir zemin olduğunu fark edip onun yakasına tutundum. Belimden sıkıca kavrayıp yürümem için destek oldu.
"Birkaç adım atacağız."
Ona güvenmesem ürkebilirdim. Durduğumuzda göğsü sırtıma yaslanmıştı. Ayaklarımın altındaki zemin oldukça çıkıntılıydı ve nereye geldiğimiz konusunda beni meraklandırıyordu. Hazer kollarını etrafıma dolayıp ellerini karnımda birleştirdi.
"Rüzgârı hissediyor musun?"
"Sesini de duyuyorum," dedim yumuşakça. Saçlarım arkama doğru uçuşuyordu, aynı şekilde bluzumun da uçuştuğunu tenime çarpan kumaştan anlıyordum. Gece karanlığıydı, kuşların bağırtısının yanında sanki... dalga sesleri de duyuyordum. Fakat yalnız olduğumuza emindim.
Çenesini sol omzuma dayayarak beni daha sıkı kavradı. "Ilık bir rüzgâr mı? Yoksa soğuk mu?"
"Serin," dedim rüzgârı tarif ederek. Dudaklarımı yaladım. "Ben ilkbaharı çok severim, çiçeklerin açmaya başladığı o mevsimi... Ama rüzgârı böyle derinlemesine hissetmek de güzelmiş."
"Mila," dedi etkilenmiş, yürekten bir sesle. Karnımdaki elini aşağı yukarı hareket ettirdi. "Bahçedeki en güzel çiçek de sensin."
Boynuma dudaklarını dokundurup geri çekti ve ardından kurdeleme uzandı. Saniyeler içinde düğümü çözüp kurdelemi çıkardığında gözlerimi birkaç kez kırpıştırıp etrafıma baktım. Vay canına! Ötesi uçurum olan bir yamacın üzerindeydik ve birkaç metre ilerimizde yer bitiyor, uçsuz bucaksız bir boşluk başlıyordu. Dalgalar denizden yükselip kıyıdaki taşlara çarpıyordu. Issız, karanlık ve soğuktu.
"Neden burada olduğumuzu anlamadım."
Ilık elini yanağıma yasladı ve dermanıymışım gibi gözlerime baktı. "İstediğin kadar bağırman, çığlık atman, sesini özgürce çıkarabilmen için buradayız."
Sus, diyen herkese inat daha yüksek sesle konuşmam için buradaydık. Nasıl bu kadar ince düşünceli olup tüm acı hatıraları güzel bir anıya dönüştürüyordu, hayret ediyordum...
"Hep birilerinin kötülüğü yüzünden ağladım, ilk kez bir iyilik sebebiyle ağlamak istiyorum Hazer."
"Hayır bebeğim." Başımı kaldırıp ıslak kirpiklerimi temizledi. "Senin hak ettiğin kadar bile değilim." Yutkunup uçuşan saçlarımı izledi. "O gün bana, ‘Konuşamıyorum, ağzımda başkasının eli var,’ demiştin ya... O gün bugündür çıkmıyor aklımdan. Çok sustun hani sen... İstedim ki özgürce bağır, ne bileyim çığlık atıp hakaret et."
Hep bunu yapmayı, ağzıma geleni bağırıp çağırmayı çok istemiştim. Yersiz yere kıkırdadım ve arkamı dönüp birkaç adım attım. Hazer orada kaldı ve bana özgür olmam için müsaade etti. Saçlarım daha hızlı uçuşurken önce derin ve siyah görünen denize, sonra da tepedeki ayışığına baktım.
Sus. Sus. Sus.
Bağır, konuş, çığlık at.
Omuzlarımı dikleştirdim ve tüm o tehditlere karşı kendimi çok güçlü hissederek, "Ben hiçbir şey yapmadım," dedim içimden geldiği gibi. "Kimseyi hayal kırıklığına uğratmadım, kimsenin masumiyetini, çocukluğunu, onurunu, gülüşünü çalmadım... Kimseyi kandırmadım, kimseye eziyet etmedim."
Ben hiç kötü biri olmadım.
Rüzgâr gözlerimi acıttı ama yılmadım. Omuzlarımı daha da dik tutup ağlamadan konuştum. "Kimseyi kirletmedim ve... aslında hiçbir zaman da kirlenmedim. Bunlar Hüseyin'in, Serap'ın ayıbı, benim değil. Başımı hiçbir zaman önüme eğmeyeceğim, pes de etmeyeceğim... Benim değil, sizlerin yüzü kızaracak. Ben değil, siz gözlerinizi kaçıracaksınız. Korkmuyorum... Sizden korkmuyorum!"
Ve yıllardır atmak istediğim o çığlığı attım. Boğazımın gerisinden yükselen sesle genzimde bir sızı oluştu ama bu sızıya rağmen kendimi ummadığım kadar rahatlamış hissederek gülümsedim. Sanki tüm dünyaya her şeyi haykırmıştım.
"Sizden tiksiniyorum," diye bağırabildiğim en yüksek sesle bağırdım ve sonra tekrar tekrar çığlık attım. Sesim uçurum yamacında kayboldu ve ellerim daha güçlü çığlıklar atmak için boğazıma yapıştı. Ağlarcasına, tüm acı ve sustuklarımı bu çığlıklara gizleyip hepsini dudaklarımdan bıraktım. "Sizden korkmuyorum!"
Çığlık attım en az on defa daha. Son kez, artık kısılan sesimle güçsüz bir çığlık daha atıp sustuğumda başımı arkaya yatırıp yıldızlara baktım. Tanrım, bunu neden daha önce yapmamıştım ki? Genzim gerçek anlamda acıyordu ama o kadar iyi hissediyordum ki... Kahkahalarla gülüp mutlulukla yıldızlara baktım.
Sonra parlayan gözlerimi omzumun üzerinden arkaya çevirip ona baktım. Bana müdahale etmeden orada duruyor ve büyük bir ilgiyle bana bakıyordu. Saçları daha da dağınıktı, elleri iki yanında öylece duruyordu ve sanki bana doğru gelmek için tek hamlemi bekliyordu. Ayışığı ve yıldızların altında aşkla ona baktım.
"Bana verdiğin mutluluğu hiç unutmayacağım."
Tamamen ona döndüm, yanına yürüyüp önünde durdum. Titreyen ellerimi kaldırıp yüzüne koydum ve onun derin bir iç çekişle dokunuşuma dayanamayıp gözlerini yummasını izledim. Tanrım, bu adam lütfen hep benim kalsın. Üç kere de değil, üç bin kere de değil, üç milyon kere de Hazer'im olsun. Aşktan başım döndü ve onun dudaklarından adım dökülürken kanatlarımın üzerinde yükselip titreyen dudaklarımla dudaklarına sokuldum.
İlk kez öpüşmeyi başlatan ben olmuştum.
Hazer ilerleyen dakikalar boyunca eksilmeyen bir istekle beni öpüp vücudumu, tenimi okşadı ve dakikalar sonra durup uzun uzun yüzümü izledi. Sustum ve oradan ayrılana kadar gömleğinin düğmeleriyle oynayıp sakinleşmeye çalıştım. Her kalp atışımda Hazer dedim, her kalp atışında Mila dedi. Ve bu karanlık uçurum yamacında defalarca kez Hazer’le Mila'nın adı yankılandı.
Birazdan benden gülümseyerek ayrıldı ve arabanın kapısını açtı. Beni yerleştirip kemerimi takarken ses edemedim, utandığım için gömleğiyle uğraşıp durdum. O da biraz utanmış göründü ve kendi tarafına geçip arabayı çalıştırdığında sessizce yol aldık.
Mutluyduk.
Tanıdık sokaklara girdiğimizi fark ettiğimde bakışlarımı ön camdan yavaşça çekip onun sağ profiline baktım. Dirseğini camın kenarına yaslamış, sakin şekilde araba sürüyordu. Bakışlarımın farkında olup bana döndüğünde, "Dün eve gittim," dedim yumuşak bir sesle. "Gerçi haberin vardır."
Bakışlarını kaçırdı. Her şeyi Hazer'e haber vermemesi konusunda Kerem’i bir kez daha uyarma ihtiyacı hissettim.
"Evi havalandırıp çiçeklerimi suladım," dedim.
"O herifin çiçeği hâlâ ölmemiş mi?" diye mırıldandı huysuzca.
Nazım'ın aldığı çiçekten bahsediyordu. Bakışlarımı kaçırma ihtiyacıyla doldum. Nazım konusunda Hazer'in tavizi yoktu ve ben... İçimi çektim, böyle söylese bile onun isteyerek bir çiçeği öldürecek bir adam olmadığını biliyordum. "Ölmemiş, açmış," dedim sessizce.
Burnundan nefes alıp verdi. "Benim çiçeklerim daha çok açmıştır."
"Evet aşkım," dedim ani bir heyecanla. Dudaklarım kıvrıldı. "Beyaz beyaz açmışlar, o kadar güzeller ki..."
Göz kırptı. Heyecanımın yatışması için birkaç dakika sükûneti korudum ve ardından, "O ev için kira ödüyorum," dedim anlamasını umarak. "Ama yaşamıyorum, haliyle ödediğim kira da boşa gitmiş gibi geliyor. Hüseyin de... hastanede kaldığına göre güvenliğim konusunda bir sıkıntı yok. Artık evime dönsem daha hoş olur diye düşündüm. Hem Leo'yu da alacağım yanıma, abla kardeş yaşarız."
Bir cevap bekledim ama Hazer ilerleyen dakikalar boyunca ön camdan dışarı bakmaya devam etti. Kendi evimde yaşamam zaten olması gerekendi ama bir süredir onunla yaşamaya alıştığım için bu ikimizi de zorluyordu. Hazer’le yaşamak kolaydı, güzel olandı ama... bir evim olsun diye o kadar didindikten sonra elimin tersiyle kendim için oluşturduğum fırsatları itmek istemiyordum.
"Kardeşini nasıl almayı düşünüyorsun?" dedi, ev konusunu hiç açmamışım gibi yalnızca buna odaklanarak.
"Ben... Biliyorsun ki ablası olduğum için avantajlıyım. Sosyal Hizmetler, kardeşime bakabileceğim bir maddi gelirim olup olmadığını araştıracaktır. Muhtemelen gelip yaşadığımız evi de görmek isteyecektir, bu yüzden o evi sıcak bir yuvaya dönüştürmem lazım." Saçlarımla oynamaya devam ederek anlattım. "Leo'nun daha fazla orada kalmasına müsaade edemem. Tamam, önceden mazeretlerim vardı ama şimdi kendime de ona da bakabilirim.” Geç bile kalmıştım.
Ev konusuyla ilgili herhangi bir şey demesini istiyordum fakat hiç bahsini açmamışım gibi davranıyordu. Gözlerini acele etmeden bana döndürerek mırıldandı. "İlla kendi evinde yaşamak istiyorsan kusura bakma ama ben de gelir orada yaşarım. Kerem de bahçede yaşar, bir kulübe yaparım ona..."
"Hazer," diyerek gülümsedim. "Elbette başımın üzerinde yerin var ama... o zaman da sen evine boşuna kira ödemiş olacaksın hayatım.”
“Büyük paralar kazanıyorum Mila, sorun değil.”
Tabii kazanıyordu ama bu çarçur edeceği anlamına gelmezdi. Sonuçta ileride upuzun bir hayatı vardı, belki çocukları olurdu ve onlar için…
Düşüncelerimle kızaran yanağımı kaşıyarak ondan gizledim ve kendi kendime gülümsedim. Hazer beni en çok gülümseten insandı ve tahtının sallanacağını sanmıyordum. İçimde o kadar derine ulaşmıştı ki aşkın derinliğinden korkmuştum. Saçımı parmağımın etrafına öylece dolarken araba köşeyi dönüp evimizin olduğu sokağa girdi. Doğrulurken bahçe kapısının açık olduğunu, Gazel ve Behram'ın Kerem’le karşılıklı olarak konuştuğunu gördüm.
"Bize geleceklerinden haberim yoktu," dedim Hazer arabayı durdururken. Tekerlek sesiyle başlar bize döndü. Gazel, Behram'ın kolunun altındaydı ve oldukça yorgun, fersiz görünüyordu. Sanırım psikiyatrist sonrası bize uğramışlardı. Hazer’le aynı anda kapıları açıp indiğimizde Kerem'in yüzündeki neşeli gülüşü gördüm.
Tabii, bu gece kız kaçırıyorduk...
Yan yana onların yanına yürüdüğümüzde Hazer elini çoğu zaman yaptığı gibi belime dolayarak bahçe kapısının önünde durdu.
"İmamım, hoş geldin."
Behram göz devirdi. "Hoş buldum Ankara Keçisi."
Kerem’le Behram gülüşürken, "Ne keçiliğimi gördünüz acaba?" diye söylendi Hazer. Çenesini başıma yasladı.
Behram, Kerem'e göz kırpıp Hazer'i gıcık etmeye devam etti. "Telefonumda bile öyle kayıtlısın."
Hazer şaşkınlıkla ağzını açtı ve sırıtan yüzlerine sitemle baktı. "Ben imamım diye kaydedip yanına kalp koymuştum, o kalbi hemen sileceğim..."
Kerem kahkaha atmaya başladığında Behram derin bir iç çekip Hazer'in bu sitemine gülümsedi. Benim adımın yanına bile kalp koymamıştı ama Behram'a koymuştu… Kıskanmalı mıydım? Kıkırdayarak Gazel'e döndüm ve onun da yorgun bakışları benimle buluştu. Hazer de Behram'a sızlanmaya son vererek Gazel'e döndü. "Geçerken uğrayalım dedik," diye konuştu Behram ve gözlerini Gazel'e çevirdi. "Psikiyatristten geliyoruz."
Hazer olayı kavradı ve daha anlayışlı şekilde Gazel'e baktı. Arkadaşım sessizlik içinde, hiç konuşmadan bize bakıyordu ve sanırım hâlâ öğrendiği gerçeğin sarsıcı şokunu yaşıyordu. İçimdeki üzüntü kat kat artarken uzanıp yanında duran elini tuttum. "İyi misin canımın köşesi?"
"Sen de biliyor muydun?" diye sordu perişan bir sesle. Ağlamak üzereydi sanki ve yüzüne uçuşan saçlarını çekecek mecali bile yoktu. "Neden benden sakladınız?"
"Sağlığın için," dedim hızlıca. Elini daha sıkı tutup omuzlarımı çaresizce düşürdüm. "Bu benim sana söyleyebileceğim bir şey değildi, bilirkişi gözetiminde olman gerekiyordu."
Kafası karışmış gibi birkaç kez kırpıştırdı. "Nasıl öğrendin ki?"
Acı şekilde. Bunu onunla paylaşmanın onu nasıl etkileyeceğini bilemedim. Bu yüzden anlatmama kararı aldım. Psikiyatrist ona kişilik bozukluğu hastası olduğunu söylediği gibi diğer karakterini de anlatmış olmalıydı ama Gazel'i daha fazla sarsmak istemiyordum. Ne söyleyeceğimi bilemeyerek kıvranırken, "Endişe etme," dedi Hazer, Gazel'e bakarak. "Kankan olarak hep seninleyim."
Ben belli belirsiz gülümserken Kerem dönüp Hazer'e dargın bakışlar attı. "Kankasıymış, ben de senin için kurşun atıp kurşun yerim..."
"Sen başkasın be oğlum."
Kerem, Gazel'e imalı bakışlar attı.
"Zevzeklik etmeyin," diyerek belki kendi bile farkında olmadan Gazel'in saçlarını yavaşça okşadı Behram. Bu benim gözümden kaçmamıştı, Gazel de hissetmiş olmalıydı ki gözlerini Behram'a çevirerek elini onun göğsüne koydu. Birbirlerine olan samimiyetlerini görüp mutlu olduğumda, "Tamam imamım," dediğini duydum Kerem'in.
"Eee, içeriye geçmiyor musunuz?" dedi Hazer.
"Yok," dedi Behram, davetini reddetmekten ötürü mahcup oldu ve başını eğdi. "Eve gidelim, işlerimiz var."
Hazer bir eliyle belimi kavramaya devam ederken diğer eliyle Behram'ın omzunu sıktı. "Kal işte kardeşim, ne işin olacak akşam akşam..."
"Evet, lütfen kalın," dedim Gazel'e dönüp.
"Kalamazlar işte, anlamıyor musunuz?" diyerek Hazer'e kaş göz yaptı Kerem, sırıtıyordu. "İşleri varmış..."
Hazer, Kerem'in yüzüne bir an baktıktan sonra bir şeyleri kavrayıp sırıttı.
"Mübarek cuma günü," diyerek onlara uyarı dolu, kızgın bakışlar attı Behram. Gazel’le göz göze gelip utandığımızda Behram, Hazer'in omzundaki elini itti. "Gidiyoruz biz. Zaten Kerem de bizi kovdu, üçünüzün bir işi mi ne varmış..."
Kız kaçırma.
Hazer bir çocuk gibi yanaklarını şişirip Kerem'e döndü ve onun sevimli bakışlarına göz devirdi. "Kerem Bey'e kız kaçıracağız," diye sızlandı.
Behram ani şekilde kalbini tuttu. "Söyle bana, hangi kız için üzülüyorum?"
Kerem'in yüzü asılırken Hazer’le Behram beşlik çaktı.
"Üzülme, bence o kız çok şanslı," diye Kerem'i savundu Gazel, havası biraz değişmiş gibiydi.
Behram Gazel'e dönüp tip tip baktığında kıkırdadım.
"Bu arada siz ciddi misiniz?" diyerek tekrar Hazer’le Kerem'e döndü Behram, yüzü şimdi daha ciddi ve sorgulayıcıydı. "Tasvip etmem ben bunu."
"Kaçıracağım işte, kaçıracağım," diyerek Behram'a yükseldi Kerem, inatçı bir tavırla. Behram ona dönüp tövbe çekerken, "Çocuğu da önce ben yapacağım," diyerek bir iddia attı ortaya Kerem.
Behram’la Gazel kızarırken Kerem'in pervasızlığına alışkın olduğum için gülümsedim. Behram ona akıl fikir dilemek için ellerini açarken Gazel de ellerine bakıp Behram gibi açmaya çalıştı ve ben şaşkın bakışlarla onlara baktım. Hazer'inse ağzından, "Niye sona ben kaldım ya?" kelimeleri döküldü.
Hepimiz kafamızı kaldırıp ona baktık ve Behram’la Kerem gülmemek için kendilerini sıkarken bense kızarmamak için çaba sarf ettim. Gazel bana göz kırptı ve Hazer bu sırıtmalar karşısında daha da huysuzlanıp sert adımlarla eve doğru yürüdü.
Bazen yaşından da büyük bir adam, bazen utangaç bir genç... Ve ben hepsine âşığım.
Behram’la Gazel'i uğurladıktan sonra bahçeye geçtik ve Hazer'in sigarasını bitirmesini bekledik. Evet, kız kaçırmaya gidecektik. Kerem sabırsız şekilde yanımda dikilirken kollarımı göğsümde bağlayıp uzun dakikalar boyunca sevdiğim adamı izledim. Bizden biraz uzaktaydı, başını hafifçe kaldırmış gökyüzüne bakıyor ve gözlerini bile kırpmıyordu. Ayışığı öyle güzel uzanıyordu ki yüzüne, ona dokunmak için ellerim yanıp kavrulmaya başlamıştı.
Sana bakarken tut kalbimi göğüskafesimde tutabilirsen...
Sigarasını bitirdiğinde arabaya geçtik. Bu sefer şoför koltuğunda Hazer vardı, ben de yanındaydım. Kerem arkaya oturmuştu çünkü hem arabayı kullanıp hem de Leyla'yı kaçıramazdı. Ciddi ciddi Leyla'yı kaçırmaya gittiğimize inanamıyordum. Doğrusu, bu kız kaçırma sayılmazdı. Leyla reşit bir kadındı ve belli ki ailesi onun isteklerine kulak asmadığı için yardımımızı istemişti. Her şey güzellikle hallolsun isterdim ama bazen olmuyordu işte.
Yol çok uzun sürmedi. Araba gösterişli malikanelerin olduğu bir caddeye girdiğinde Hazer dikkat çekmemek için dörtlüleri kapattı ve arabayı sola çekti. Kerem yol esnasında birkaç kez Leyla’yla konuşmuştu ve Leyla odasının penceresinde onu bekliyordu. Kavga çıkmasını istemiyordum. Kerem onun pencereden inmesine yardım eder, akabinde onu arabaya getirirdi ve daha sonrasında Leyla ailesiyle mantıklı bir konuşma yapardı.
Hazer sokağa göz attı ve ardından Kerem'e döndü. Kerem sokağın sonundaki eve bakıyor, sanırım kafasındaki planı ayarlamaya çalışıyordu.
"Kapının önünde korumaları falan var mı?" diye sordu Hazer.
"Yokmuş, sadece şoförleri varmış," dedi Kerem ciddi bir sesle. "Leyla da biraz önce bir şeyler aldırma bahanesiyle şoförü markete yollamış. Şu an bahçede kimse yok."
"İyi," dedi Hazer, artık şikâyetçi olmaktan çok Kerem'e yardımcı olmak için kollarını sıvamış görünüyordu. "Leyla'nın odası kaçıncı katta, atladığında bir yerlerini kırmasın?"
"İkinci kattaymış ama çok yüksekte değil," diye rapor verdi Kerem, bir an duraksadı. "Ya taşıyamazsam Leyla'yı?"
"Ben de geleyim, beraber taşıyalım istersen," diye homurdandı Hazer.
"Ben başından tutarım, sen de ayaklarından," dedi Kerem, söylediğini ciddiye alarak.
Yanağımı koltuğa yaslayıp kıkır kıkır güldüm. "Yok, ben iki ayağını birden kaldıramam, ağırdır," dedi Hazer, ciddi ciddi onun suratına bakarken. "Safir de gelsin, bir ayağından o tutar."
Kerem neşeli bir gülüşle bana döndü. "Gelsene kız."
"Yok, sen burada kal, biz kaçıralım istersen," diye bağırdı Hazer aniden, sinirleri bozulmuş şekilde. "Sana uyan aklımı si..."
Kerem onun öfkesinden oturduğu yerde sinerken bıyık altı sırıtmayı ihmal etmedi. "N'oldu, devamını söyleyemiyor musun? Sevgilin kızar diye mi korkuyorsun? Hanımcı Hazer..."
Hazer kravatının uçlarını sıkıp kendini boğmaya çalıştı.
"Tamam tamam, iniyorum," dedi Kerem, Hazer'in şakası olmadığını anlayarak. Ardından ikimize de bir bakış atarak indi. Karanlıkta sessizce ilerlemeye başladığında bakışlarımızla onu takip ettik. Düz bir duvarın yanı boyunca ilerleyerek kafasını duvardan içeri uzattı ve bahçeyi gözetledikten sonra bize dönüp yolunda işareti yaptı.
"Kız kaçırmadım da demem…" diye mırıldandı Hazer.
Kerem'in bahçe duvarından tırmanıp atladığını gördüğümde başımı Hazer'e çevirdim. Kollarını direksiyona sarmış, çenesini de kollarının üzerine yaslamış eve bakıyordu. Üzerinde hâlâ siyah gömleği vardı ve yakaları epey kırışmıştı.
"Peki n'olacak şimdi?" diye sordum merakla. "Leyla'nın, ailesiyle bu duruma düşmesine gerçekten üzüldüm ama... nereye kadar böyle devam edebilir ki?"
"Nikâh kıyarlar," dedi Hazer düşünceli bir sesle. Vay canına, bir ay içinde başka bir arkadaşım evlenecekti demek. Kerem ve Leyla birkaç aydır tanışıyorlardı ama görünen o ki bu birkaç ay içinde bu kararı verecek kadar tanımışlardı birbirlerini.
"Düğün yaparlar mı?"
Hazer içini çekip genişçe esnedi. Canım benim, uykusu gelmişti; zaten sabah da zor uyanmıştı. "Tabii, Ankara Havası çaldıracağım hatta..."
Heyecanla yerimde kıpırdandım. Hazer'in Ankara'ya olan sevgisini çok samimi ve tatlı buluyordum. Ona dönerek, "Oynar mısın?" diye sordum.
"Hayır kızım, geçip kıvıramam ben," diye homurdandı alınmış gibi. "Ancak sarhoş olurum, kafam güzel olur, kendimi kaybederim... O zaman geçip insanların ortasında döktürürüm."
Kerem’le bu işi hallederiz sevgilim, merak etme.
Ben de Hazer'in kalabalık içinde oynayacağını zaten düşünmemiştim, o konularda biraz kasıntıydı. Yanağımı koltuğa dayayıp elimi isteyerek ama heyecanla dizinin üzerine yerleştirdim. Parmaklarım dizinin etrafını sararken Han'ın yoğun bakışları bana döndü. Çenesinin bir kısmı kollarına yaslıydı ve altdudağını ağzının içine almış, heyecanlanmış gözlerle bana bakıyordu. "Burada olmaz kızım," dedi, daha önce yaptığı espriye vurgu yaparak.
Kan tekrardan yanaklarıma hücum etti ama bir kez olsun ben de onu dumura uğratmayı istediğim için terli avcumla dizini sıktım. "Neden olmasın?"
Hazer'in gözleri açıldı, dudakları aralandı ama bir şey diyemeden kapandı. İkinci kez bir şey diyecek gibi oldu ki arabanın kapısı aralandı ve rüzgâra eşlik eden Kerem'in sesi kulaklarımızı doldurdu. "Biz geldik!"
Arka koltuğa dönerken elimi hızla çektim. Aralanan kapıdan önce Leyla girdi ve hemen ardından Kerem girip koltuğa yerleşti. Leyla'nın elinde iki çanta vardı ve kendisi de pijamaları içindeydi. İkisinin de gözleri bize döndü ve ilk konuşan Hazer oldu.
"Taşıyabildin mi kızı?"
Ben ona azarlayıcı bir bakış atarken Leyla da dönüp Kerem'e gülerek baktı. "Hayır, atladığımda tutamadı beni, beraber bahçede yuvarlandık."
"Aşk olsun Leyla'm," dedi Kerem, kırgın bakışlarını ona çevirerek.
Leyla omuzlarını silkip tekrar bize döndüğünde Kerem'in de bakışları hayranlığa dönüştü. Çok içten ve tatlı görünüyorlardı. Leyla'nın kahverengi, badem şeklindeki gözleri önce Hazer'e sonra bana döndü ve ikimize de mahcup bakışlar attı. "Kusura bakmayın, sizi de böyle seviyesiz bir durumun içine çekmiş bulunduk. İnanın... ailemin sizi rahatsız etmemesi için uğraşacağım."
"Dert değil," dedi Hazer ve Leyla'nın mahcubiyetinden rahatsız olup önüne döndü. Leyla bir teşekkür mırıldandığında uzanıp gergin şekilde duran elini tuttum. Parmakları buz gibiydi, yaptığı şeyin büyüklüğü onu elbette korkutmuş olmalıydı. Bir gülümsemenin güzel şeyler yapabildiğini bildiğim için ona gülümsedim. "Aramıza hoş geldin Leyla."
"Hoş... buldum," deyip tereddütlü şekilde gülümsedi ve sanırım içinde olduğu durumun karmaşasından utanarak bakışlarını yeniden kaçırdı. Anlayışlı yaklaşıp üstüne düşmedim ve Kerem'e bakma ihtiyacı duydum. Hayranlıkla Leyla'ya bakıyor, gözlerini bile kırpmıyordu. Bu anı bölmek istemeyerek önüme döndüm ve kafamı arkaya yasladım.
"Nikâhınız benden," dedi Hazer ve arabayı çalıştırıp yola koyuldu. Tekerleklerin hareket etmesiyle toz kalktı ve Kerem’le Leyla nikâh mevzusu açıldığı için iyice suspus kesildi. Araba sokağın köşesinden dönüp yokuş aşağı ilerledi ve gözlerim ayışığında takılı kaldı. Bol yıldızlı bir geceydi, uzunca bir grilik önümüzde uzanıyordu. Her şey güzel görünüyordu ama... elimi kalbime yasladığımda huzursuz atışlarını hissediyordum.
🌓
Kaçtığım hayaletleri peşimde sürüklemiştim.
Küçükken bazı zamanlar yatağımın altına bakmadan uyuyamazdım, orada bir canavar ya da hayalet olmadığından emin olursam gözlerimi kapatabilirdim. Dün akşamı bu geceye bağlayan sabah da yatağımızın altında bir hayalet varmış gibi huzursuzca dönüp durmuştum. Hazer birkaç kez uyanmış, bir şeyim olup olmadığını sormuş, sonra da saçlarımı okşayıp daha rahat uyumam için bir şeyler fısıldamıştı.
Hazer gittikten bir süre sonra salondaki koltuğa öylece uzanmış, yaz günü yağan yağmuru hayretle izlemiştim. Kerem ve Leyla gece müştemilatta kalmışlardı. Sabah hep beraber kahvaltı ettikten sonra Kerem onu bahçeye çıkarmış, bir şeyler konuşmuşlardı. Leyla ailesinin onu aradığını ama telefonlara çıkmadığını söylemişti, bu sebepten Kerem onu yalnız bırakma konusunda endişe etmişti. Ben de onları ayırmak istemediğim için yanıma Hazer'in siyah yağmurluğunu alıp evden ayrılmıştım.
Şimdi de sahafa geçmeden önce Nazım’la buluşmak üzere dans merkezine doğru yürüyordum. Hazer'a bahsedemediğim için Kerem'e söylemek istemiştim ama onun Hazer'den hiçbir şey saklamadığını hatırladığımda vazgeçmiştim. Bir yalan söylememiştim, bir ahlaksızlık da yapmıyordum ama doğru olmadığını bildiğim bir şey yaptığımdan ötürü gergindim.
Yalnızca konuşacak, Hazer'e şantaj yapmaması için onu ikna etmeye çalışacaktım. Dans etmeyecektim, bu konuda Hazer'e söz vermiştim ama en azından konuşarak bir şeyleri yoluna sokmaya çalışacaktım. Düşüncelerim kafamda o kadar ağırlık yapmaya başlamıştı ki neredeyse kafa derimi tırnaklayacaktım. Elimdeki şemsiyeyi daha sıkı tuttum ve şemsiyeye düşen yağmur damlalarının sesini dinlerken öylece yürümeye devam ettim.
Çok mu duygusal davranıyordum? Sonuçta hiçbir kabahati olmayan bir durumdan sevgilimi korumak için yapabileceklerimi deniyordum.
Yağmur damlaları pantolonumun paçalarına sıçrarken bu kadar sızlanmayı ve korkaklığı kendime yediremeyip sırtımı dikleştirdim. Başımı kaldırıp binaya baktım. Buraya epeydir gelmiyordum, bu sokakların ve binanın benim için özel bir anlamı vardı. Kalbim Hazer için ilk kez atmaya burada başlamıştı.
Basamakları çıkarken yağmurluğumun yakasını tutup burnuma yaklaştırdım ve sinmiş olan erkeksi kokuyu içime çekerek kendimi rahatlattım. Hemen sonra telefonumu çıkarıp Hazer'in fotoğrafına baktım. Ekrana onun fotoğrafını koymak riskliydi çünkü açıp baktığımda en az beş dakika boyunca ekrana bakakalıyordum. Onunla ekrana hapsoluyordum sanki. Yüzüne bakmaya devam ediyordum ki bir anda ekranda ismi belirdi. Beni arıyordu. Ellerim telefonla beraber titredi ve yüzüm kırıştı. Beni arıyordu, sabahki neşesizliğim yüzünden endişelenmiş olmalıydı. Telefonu sessize aldım ve cebime koyarak sersem birkaç adım attım. Sonra arkamı döndüm, bir anda merdivenleri inip koşmaya başladım. Kaldırıma inip durdum, dönüp tekrar arkamda kalan basamaklara baktım ve ikinci bir düşünme fırsatım olmadan merdivenleri çıkıp binaya girdim.
Gelen asansöre girip yukarı çıkana kadar hareketsiz kaldım. Telefon ikinci aramadan sonra susmuştu. Asansörden indiğimde kafamı kaldırıp koridorun sonuna baktım ve şemsiyemden yağmur damlaları akarken salona yürüdüm. Burası, hep dans edip çalıştığım salondu. Yaklaşırken gerginlikten kalp atışlarım hızlandı ve aynı anda salonun kapısı açıldı, Meliha Hanım dışarıya çıktı.
Kafasını kaldırdığında beni gördü ve onun da adımları benim gibi duraksadı. Nadiren hissettiğim bir öfke hissettim. Numaramı bana sormadan Nazım'a vermesi hiç etik değildi.
"Safir... Merhaba, nasılsın? Müzikalden sonra hiç görüşemedik… Nazım’la mı görüşmeye geldin?"
Nezaketimi çok sık kaybetmezdim ama biri beni üzdüğünde aptal yerine konmayı da sevmezdim. Tek kaşımı kaldırdım. "Gerekseydi bilirdiniz," dedim tavırlı şekilde ve daha fazla bakmadan başımı önüme eğdim. Kendisi bocalarken kapıyı açıp salona girdim.
Seyirci koltuğunda oturuyordu. Kendisine karşı duyduğum saygıyı da yok ettiği için ona bir selam bile vermeden olduğum yerde kaldım. Nazım ayağa kalkıp ceketinin yakalarını düzeltti. Bana dönerek ellerini gergin şekilde ceplerine koyduğunda tanıdığım o yüze bakarak omuzlarımı dik tuttum. Yanına gelmeyeceğimi anlamış olmalı ki kendisi hareketlenip birkaç adım attı. "Hoş geldin."
"Hoş bulmadım," dedim durgun bir sesle ve yüzündeki o heyecanlı gülümsemenin kaybolduğunu gördüm. "Kırıcı olduysam kusura bakmayın ama siz de oldukça kırıcı birisiniz."
Bocalamış göründü, çenesini dikleştirdi. "Ne yapıp da seni kırmış olabilirim ki?"
Bir de soruyor muydu? Hazer'in canını yakan her şey benim kalbimi parçalardı!
"Erkek arkadaşımı tehdit ettiniz. Onun yapmadığını adınız kadar bildiğiniz halde evrakların bedelini ona ödetmek istediniz. Kırıcı olmakla beraber çok da onursuz bir davranış doğrusu."
Dudakları tek çizgi halini aldı ve yüzünde hiçbir yumuşak duygu kalmadı. "Beni azarlamak için mi buluşma teklifimi kabul ettin?" diye sordu, kaşlarını çatmıştı. "Dans edeceğini sanıyordum."
Şemsiyenin kulpunu daha sıkı kavrarken diğer elimle alnımdaki yağmur damlalarını sildim. Çok kaba olursam onu ikna edemezdim, daha ılımlı yaklaşmam gerekiyordu.
"Dans etmem sana en kazandırır ki? Senin için dans ettiğimde eline ne geçecek? İstediğini yaptırdığın için tatmin mi olacaksın? Ya da dans etmem, sana birtakım romantik duygular beslememe mi sebep olacak sanıyorsun?”
"Seninle vakit geçirmek, bir şeyler paylaşmak istediğim için dans teklifini ettim!" diye bağırdı ansızın. Ellerini cebinden çıkarmış, hiddetle sallıyordu. "Anlamıyor musun Mila? Seni seviyorum!"
Yumruk yemişçesine sıçrayıp geriledim. "Bu mümkün değil," dedim hayretler içinde. Buz kesmiştim. "Seninle hiçbir paylaşımımız yok, doğru dürüst konuşmadık bile... Birkaç kez karşılaştık yalnızca, beni sevemezsin."
"Asıl sen Hazer'i sevemezsin!" diye haykırdı, üzerime doğru bir adım daha atarak. Gözlerini ve ağzını kocaman açmış, soluklarını birbiri ardına veriyordu. "Katil o, katil! Kıskançlıktan kardeşini öldüren bir ka..."
"Değil!" diye haykırarak elimdeki şemsiyeyi hızla yere fırlattım ve tüm kibarlığımı, iyi niyetimi bırakıp ona meydan okudum. "Onun hakkında doğru konuş! Aptal, o senin verdiğin çiçeği bile öldüremedi ki nasıl kendi kardeşini öldürecek? Kulaktan duyma, yakışıksız dedikodular yüzünden onu hedef alamazsın! Duyuyor musun beni? Onun kalbi elmastan!"
O kadar çok bağırmıştım ki sanki dünkü gibi çığlık atıyordum. Hazer'i böyle fütursuzca suçlaması, kalbinin iyiliğine hakaret etmesi katlanılamazdı. Kardeşi konusunda nasıl acı çektiğini gözlerimle görmüştüm. Hazer'i böyle tutkuyla savunmam karşısında Nazım'ın gözleri döndü. "Sen buraya niye geldin Mila? Bunları haykırmak için mi?"
"Konuyu bu noktaya getiren sensin," dedim. Onunla yalnız olmaktan, kavga etmekten dolayı son derece gergindim. "Buraya medeni şekilde konuşmaya geldim ama görüyorum ki bu seninle pek mümkün değil!"
"Ha, benim için dans etmeyecektin yani öyle mi?"
Omuzlarımı düşürdüm ve yüzümü sahneye çevirdim. Bir erkekle değil tartışmak, konuşmak bile huyum değildi ama kendimi ifade etmek, bunu yaparken de güçlü olmak istiyordum.
"Etmeyeceğim, buraya da senden şantaja son vermeni rica etmek için geldim. Şu an sahneye çıkıp dans etmem aramızda bir duygu oluşmasını sağlamayacak. Aksine, sırf insan olduğun için duyduğum saygıyı da öfkeye dönüştürmüş olacaksın."
O bana bakmaya devam ederken ben gözlerimi sahneden çekmemiştim. Burada çok anı biriktirmiştim, Hazer burada beni saatlerce izlemişti. Dans ederken ona gülümsemiştim, terlediğimde bana havlu ve su uzatmıştı.
“Ya ısrar etsem?" dedi. "Belgeleri, sadece dans ettiğinde vereceğim konusunda üstelesem?"
"Bendeki saygıyı öfkeye dönüştürmüş olursun."
Salona ilk girdiğimde yüzünde olan kibarlık ve yumuşaklık tamamen kötü duygulara teslim olmuştu. Nefesimi tuttum ama onun beni ürküttüğünü göstermemek için bu hissi yüzüme yansıtmadım. Bana doğru bir adım attı ve elini ceketinin iç cebine sokarak iki evrak çıkardı. Hiç duraksamadan hızla üzerime yürüdü ve ben ürküp gerilerken elindeki evrakları bana uzattı. "Al, evraklar bunlar. Herhangi bir başka kopyası yok, belgede sahtecilik yaptıklarıyla ilgili tek kanıt bu kâğıtlar bunlar ve hepsini sana veriyorum. Alsana hadi!"
Bir anda böyle olumlu bir karar vermesine şaşırıp uzattığı kâğıtlara baktım. Elimi uzatıp kâğıtları aldım ve gerileyerek bakışlarımı kaçırdım.
Yanımdan geçip gitmeden, "Senin gibi bir kadının, hak etmeyen biri için bana meydan okuması beni üzdü,” dedi ve ardından kapıyı açıp bir adım attı. Sersemlemiş halde eğilip şemsiyemi alırken Nazım duraksayıp omzunun üzerinden bana döndü ve eliyle gözünün altını gösterip, "Elmas kalpli olduğunu düşündüğün erkek arkadaşın dün ofisime gelip bana yumruk attı. Mazeretiyse kız arkadaşını rahatsız etmemmiş... Onu sevdiğin için kötülük yapabileceğini düşünmüyorsun ama ben de canavar değilim Mila,” dedi.
Duyduklarımla bir daha sarsılıp gözünün altındaki belli belirsiz morluğa baktım. Nazım bir şey söylememi beklemedi, önüne döndü ve hızlı adımlarla uzaklaşıp gözden kayboldu. Şemsiyemle doğrulup sırtımı duvara dayadım ve cansız bakışlarla seyirci koltuklarına baktım.
Dakikalar sonra oradan ayrılırken elimdeki kâğıtları yırtıp parça pinçik ettim. Bir süre yağmurun altında, şemsiyemi bile açmadan yürüdüm ve sahafa geçtiğimde akşama kadar ıslak kıyafetlerimle çalıştım. Bir kere bile gülmedim, Hazer'i aramadım, mesaj atmadım, kimseyle tek kelime etmedim. Sadece çalışıp kara kara düşündüm. Hazer'in bunu nasıl değerlendireceğini, bu olayı kafasının içinde nereye koyacağını düşünüp durdum.
Akşama doğru bir müşteri geldi, raflarda bir kitap arayıp durdu. Ona yardımcı olup kitabı aramaya koyulduğumda söylenip durdu, rafların çok düzensiz olduğunu söyleyip beni patronuma şikâyet etti. Patronum da beni azarladı, oysaki raflar çok düzenliydi.
Mesai bittiğinde sahaftan ayrıldım ve Kerem'in veya Hazer'in beni almaya gelmemesine şaşırarak tek başıma yürüdüm. Henüz eve gidecek cesaretim olmadığını fark ettiğimdeyse bir parka geçip oturdum ve kızlarını sallayan adamla kadını izledim.
Dizlerimi kendime çekip kollarımı etrafıma doladım ve orada otururken artık neyden korktuğumu düşündüm. Aylar öncesine kadar bu karanlıktan, sesimi yüksek çıkarmaktan, kalabalığa karışmaktan, Hüseyin'den korkuyordum. Şimdi Hüseyin'den korkmuyordum, sesimi çıkarmaktan da. Tamam, karanlıktan hâlâ korkup kalabalıktan biraz ürküyordum ama artık en çok neyden korktuğumu biliyordum.
Ona duyduğum aşktan ve onun beni bir noktada aşksız bırakmasından korkuyordum.
Yağmur tekrar yağmaya başladığında parktan ayrıldım ve şemsiyemi açmadan eve yürümeye başladım. Epey geç olmuştu, yatsı ezanının okunduğunu duymuştum. Eve kadar ağır adımlarla yürüdüm ve evin olduğu sokağa girdiğimde adımlarım daha da durağanlaştı. Şemsiyeyi o kadar sıkmıştım ki elimin için kıpkırmızı olmuştu. Eve doğru birkaç adım daha attım ve açık olan bahçe kapısını iterek içeri adım attım.
Kerem’le Leyla salıncağın oradaydı. İkisi de demir kapının sesini duyarak bana döndüğünde yüzlerinde tedirgin bir ifade olduğunu gördüm. Karşılıklı duruyorlardı ve ikisi de beni gördüğünde rahatlamış gibiydi. Onlara gülümsemeye çalıştığımda Kerem dönüp eve baktı ve ardından koşarak yanıma geldi.
"Saatlerdir neredesin sen?"
Onu çok nadiren böyle ciddi ve sorgulayıcı gördüğüm için bu tepkisine afallayıp ıslak saçlarımı yüzümden çektim. "Bir şey yapmadım ki ben."
Gözleri kısıldı ve beni baştan aşağı süzerek kaygıyla doldu. "Seni almaya geldim, biraz geciktim ama bekleyeceğini sanmıştım. Eve döndüm, hâlâ gelmemişsin."
Bakışlarımı kaçırarak sakinliğimi korumaya çalıştım. "Sahaftan sonra biraz parkta oturdum."
"Biraz mı? Üç saat oldu Mila. Hazer çıldırdı!"
İrkilerek bakışlarımı eve çevirdim. Perdeler kapalıydı, ışık yanmıyordu. "N'apıyor o?"
Kerem omuzlarını düşürdü ve bu kez üzgünce bana bakıp titreyen omzumu sıvazladı. "Sence n'apıyor?"
Dudağımı kanatırcasına ısırdım. "Bir şeyler mi içiyor?"
"Maalesef," dedikten sonra bir kez daha perişan halime bakıp iç geçirdi. "Umarım sızıp kalmıştır da sabah konuşursunuz. Sızıp kaldıysa hiç uyandırma, gidip doğruca uyu. Bu haldeyken maazallah kavga falan edersiniz. Zaten hali bir tuhaftı, işten de erken gelip senin nerede olduğunu falan sordu..."
Bilmediğim bir şey mi olmuştu? Bana ihtiyacı varken yanında olamamış mıydım? Duygularım parçalanmasın diye uğraşmak beni çok yoruyordu. Kerem bu halimin farkına vararak başımı göğsüne bastırdı ve bana sarıldı.
"Sızmıştır o şimdi, sen hiç elleşmeden git uyu. Yarın sabah ikiniz de sağlam kafayla konuşursunuz. Titriyor musun sen?"
"Üşüdüm ya... ondan," dedim ve onun sırtını sıvazlayıp geriledim. Kerem saçlarımı yüzümden çekip anlayışla başını salladı. "Hadi, daha fazla üşüme."
"Teşekkür ederim," dedim sevgi ve minnetle ona bakarak.
Kerem’le vedalaştım ve hâlâ salıncağın orada dikilip bana el sallayan Leyla'ya karşılık vererek eve yürüdüm. Hazer, dediği gibi yedek anahtarını bana vermişti, yanımda taşıyordum.
Kapıyı açtım ve hole bir adım attım. Hiç ışık yanmıyordu. Kapıyı örterek şemsiyeyle çantamı kenara bıraktım ve ellerim iki yanımda titrerken birkaç adım attım. Bakışlarımı önce salona çevirdim ve orada değildi. Sanırım odasındaydı. Yutkunup üst kata çıkmak için merdivenlere döndüm ve basamaklarda gördüğüm karartıyla yerimden sıçradım.
Hazer merdivenin orta basamağında oturuyordu. Karanlıkta onu seçmek birkaç saniyemi aldı ve gözlerim bu karanlığa alıştığında yüzü netleşti. Kilitlenmiş halde bana bakıyordu. Dizlerini dirseklerine yaslamış, elindeki kadehi sallıyor ama bunun dışında tek yaşam belirtisi göstermiyordu. Bir gülümseme, bir hoş bakış bekledim ama yapmadı. Kalbim deli gibi atarken, "Ben," diye fısıldadım ve saatlerdir içimi yiyip bitiren şeyi daha fazla saklayamadan söyledim. "Ben bugün Nazımla buluştum."
Üzerimden bir yük kalktı ve nefesimi tutup bekledim. Hazer'in yüzünde tek mimik oynamadı, yalnızca gözlerini yüzümden indirerek vücudumu yavaşça süzdü.
"Onunla da İspanyolca konuştun mu?"
Göğsüme doğru bir ateş akın etti ve ellerim tekrar iki yanıma düştü. Şaşırmamıştı, yüzünde tek afallama belirtisi yoktu. Tanrım, zaten biliyordu! Bunun için böylesine alkol almıştı, bu yüzden oturmuş beni bekliyordu. Nasıl öğrenmişti ki? Tabii ya, Nazım'ın buluşacağımızı ona söylemeyeceğini nereden çıkarmıştım? Elbette bunu Hazer'e yetiştirmişti. Bakışlarımı mahcubiyet ve utançla kaçırdım.
"Konuşmadım elbette Hazer, ne önemi var şu an onunla İspanyolca konuşmuş olma..."
"Onun için dans ettin mi?" diye aniden bağırdığında cümlem yarıda kesildi ve yerimden sıçrayıp gözlerimi kocaman açtım. Yere sabitlenen bakışlarım dondu ve Hazer aynı gür sesiyle soruyu tekrarladı. "Daha iki gün önce biz bunu konuşmuşken gidip onun için dans mı ettin?"
"Hayır," dedim donmuş bakışlarla yere bakmaya devam ederken.
Nefes alıp verişi durdu ve ardından bir yutkunma sesi geldi. "Sanki çok iyi dans ediyorsun da..."
Kalbim tuzla buz oldu. İçimden bir bıçak geçmiş gibi hissettim ve yer ikinci kez ayaklarımın altından kaydı. Bana bunu söylediğine inanamayarak kocaman açılmış gözlerimi ona çevirdim. Dudakları düz bir çizgi halini almış, burun delikleri genişlemişti. Kulaklarım o kadar uğuldadı ki bir an ellerimle kulaklarıma deli gibi vurmak istedim. Keskin, sitemli bakışları yüreğime fırtına gibi vurup içimdeki dünyayı talan etti. "Ne dedin sen?" diye bağırdım kendimi de şaşırtarak. "Ne dedin?"
Hazer sesimin bu kadar yüksek çıkmasını beklemiyor olmalıydı ki gözlerini kırpıştırdı ve okkalı şekilde yutkundu. Nasıl böyle bir şey söylemeye cüret ederdi? Ona doğru sersem bir adım attığımda Hazer'in dudakları aralandı ve çenesi eşzamanlı olarak seğirdi.
"Senin zaafın ben değilim Mila. Zaafının dans olduğu ortada. Biri ağzını açıp aksi bir şey söylese gözün dönüyor..." Bakışlarını ellerime çevirdi. "Avuçların hırsından yumruk oluyor, tüm kibarlığını kaybedi..."
"Ne alakası var şu an?" diye bağırarak ellerimi iki yana açtım ve her ne kadar sakin olmaya çalışsam da sesimin kontrolünü sağlayamayarak onu bir kez daha şaşkına çevirdim. "Ben senin için oraya gittim, onunla birkaç dakika konuştum ve o aptalca belgeleri alıp oradan ayrıldım. Gelir gelmez de bunları sana itiraf ettim zaten! Onun için dans etmedim diyorum ve sen kalkmış bana hakaret mi ediyorsun?" Yüreğim bir kez daha dağlandı ve konuşurken dudaklarım titredi. "Madem güzel dans edemiyorum... neden beni seçtin?"
Burnundan derin nefesler alıp elindeki kadehi basamağa bıraktı ve ellerini yumruk haline getirip basamağa yasladı. Neden böyle kırıcı davranıyordu ki? Ben durduk yere onun kalbini böylesine kırmazdım.
"Belki sadece seni beğendiğim için seçmişimdir," dedi acımadan. "Senden çok hoşlanmışımdır ve seni tavlamak için seçmi..."
"Yalvarırım böyle söyleme," diye haykırdım ve hıçkırarak ellerimi yüzüme kapattım. Dayanamamıştım, canım bu kadar içten acırken gözyaşlarıma karşı koyamamıştım. Kafamı inkâr ederek iki yana salladım. "Sarhoşsun, ne dediğini bilmiyorsun. Senden gizli hareket ettiğim için öfke ve sitem dolusun. Ondan böyle konuşuyorsun..."
"Hırsından, iyi dans edemediğini söylediğim için ağlıyorsun," dedi, sesinde apaçık bir hayret vardı. Gözyaşlarım avuçlarımı yakarken ayağımı yere vurarak ellerimi saçlarıma götürdüm. Gözlerim açıldığında Hazerle göz göze geldik. Omuzları sarsılıyordu, kendinde olmayan oydu. Gözyaşlarımı silip basamakları tırmandım ve onun önünde durup üzerine doğru eğildim. Ellerimle yüzünü kavradım.
"Kendine gel, kendine gel Hazer! Sırf kırıldığın için beni bu şekilde kırman gücüme gidiyor! Ben oraya senin için gitmiştim ama görüyorum ki... iyiliğim yanlış anlaşılmış!"
"İyilik değil seninkisi, saflık!" diye bağırıp hiddetle basamaktan kalktı ve bir anda kollarımdan tutarak yüzünü benim yüzüme yaklaştırdı. Gömleğinin düğmeleri açıktı, göğsünden buram buram bir sıcaklık yayılıyor ve nefesi de aynı şekilde yüzüme değiyordu. Yüzünde ter damlaları vardı, kızarmıştı. "Senin bir ilişkiyi kaldırabilecek olgunluğun yok!"
Kalbim bu gece bir kez daha kırıldı ve vücudumdan güçlü bir ürperti geçti. Ayazda kalmış gibi titreyerek ürkek şekilde gözlerine bakarken boğazımdan cılız bir inleme döküldü. "Doğrudur, sonuçta... ilişkiler hakkında hiçbir şey bilmiyorum."
Bakışları bir an için durağanlaştı ve kırpıştırdığı gözlerini tüm yüzümde dolaştırarak kolumdaki ellerini gevşetti. Saçları dağınık halde alnına dökülmüştü ve yüzünün rengi bir anda atmıştı. Islak saçlarıma, kıyafetlerime bir kez daha bakarak art arda yutkundu. "Mila..."
Dirseklerimi ellerinden çektim ve onun elleri düşerken acı içinde gözlerine baktım. Hazer kaşlarını çatıp beni tutmak için uzandığındaysa kafamı iki yana sallayarak bana dokunmaması için ellerimi kaldırdım. “Hayır Hazer, dokunma.”
"Sözünde durmadın," dedi. Kırgın bakışlarıma bir an baktı ama katlanamıyormuş gibi aceleyle çekti gözlerini.
"Dans etmedim…" diye tekrarladım bir kez daha, titreyen sesimle.
"Şüpheye düştün," dedi.
"Zaten güzel dans etmiyormuşum," dedim, sol gözümden bir damla kayarken. Kendimi sıkmaktan kemiklerim acıyordu. "Erkek arkadaşım bunu gayet kırıcı bir şekilde dile getirdi. Kendisine teşekkür ederim, bundan sonra sokakta veya evinin içinde gerekli gereksiz şekilde dans edip göz zevkini bozmam."
"Mila," dedi sesi titreyerek. Hem canı acıyor gibi görünüyor hem de dişlerini sıkıyordu. Sanki hem perişandı hem pişman.
"Öfkeni anlayışla karşılayabilirdim, zaaflarımı bana karşı kullanmasaydın," diye fısıldadım dargın şekilde. Titrek bir soluk dudaklarımdan çıktı ve herkesin karşısında güçlü kalabilirken âşık olduğum adamın karşısında usul usul ağladım. "Üzgünüm ama benden intikam alma şeklin çok kırıcı, doğrusu intikam duygunun bu kadar gelişmiş olması da yüreğimi parçaladı. Kalbimi kırmaya devam etmek istiyorsan karşında durayım ama izin verirsen gitmek istiyorum. Bana bunu yapacak en son insan olduğunu düşünen kalbim bocaladı." Ellerimi aşağıya indirerek geriledim. "İzninle!"
Ellerini yanlarına bırakırken Hazer'in gözleri sitem, öfke ve perişanlıkla bakıp yüreğime kadar dokundu. Sol tarafa kayıp başımı önüme çevirdim ve omzuna çarparak yanından geçtim. Gözyaşlarımı gayretle silip basamakları indim ve sokak kapısına yaklaşırken onun da basamakları indiğini duydum. Arkamdan koşmaya başladı.
"Mila...”
“Bizi incitiyorsun Hazer. Gelme peşimden, kırıcısın.”
“Dansı bile benden daha çok seviyorsun!”
Sokak kapısını açarken gözlerim daha çok doldu ve başımı omzumun üzerinden çevirip baktığımda son basamakta olduğunu, çok hızlı şekilde nefes aldığını gördüm. Kendimi, bu manasız kıyaslama için açıklayacak değildim. Daha dün şefkatli, sevgi dolu olan gözlerinin az önce bana kırıcı şeyler söylerken nasıl acımasız olduğunu hatırladım ve daha fazla bakmaya dayanamayarak sokak kapısından dışarı fırladım.
Yağmur yüzüme yüzüme dokunurken yumruklarımı iki yanımda sıkıp bahçe kapısına yürüdüm ve biraz sonra Kerem’in yaklaşıp bir şeyler sorduğunu fark ettim ama ona kulak verip ne dediğini duyamadım. Sersemlemiştim, bana dedikleri kulağımda çınlıyordu. Sadece kafamı iki yana sallayarak evime gitmek istediğimden bahsettim ve hıçkırıklarım çoğalınca ellerimi ağzıma kapatıp başımı önüme eğdim.
Kerem endişeyle bir şeyler söyledi ve beni kaldırımın önünde duran arabaya kadar götürüp oturmama yardım etti. Şoför koltuğuna geçtiğinde ellerimi yüzümden çektim ve aynı esnada bir çarpma sesi duydum. Kafamı Kerem’le aynı anda cama çevirince Hazer’in de bahçe kapısından çıktığını gördüm. Gözlerinde şimdi korku vardı. Gözleri önce dolmuş gözlerime baktı, sonra Kerem’e dönüp kafasını korkuyla, sertçe iki yana salladı. Omuzları ve elleri korkudan titriyordu. Beni götürmesini istemiyordu.
“Safir…” dedi Kerem yutkunarak.
“Gidelim,” dedim ve başımı öne eğerek sevdiğim adamı bakış açımdan çıkardım.
Kerem kararsız kalmış gibi ellerini direksiyonda oynattığında başımı yana eğip ona kendimden emin bir bakış attım ve bununla beraber yutkunup arabayı çalıştırdı. Kollarımı kendime sarıp istemsiz şekilde bir daha cama baktım ve Hazer’in elini saçlarından geçirirken bana yalvararak baktığını gördüm. Söylediği o cümleler kulaklarımda çınlayınca gözlerimi tekrar önüme çevirdim ve araba onun yanından geçerken arabaya yaklaşmama sebebinin ne olduğunu anladım. Beni böyle zorlayamayacağını biliyordu. Bana gitmemem için yaptığı her müdahalenin, kendisi için zerre kadar işe yaramayacağını bilecek kadar tanıyordu beni. Bu yüzden araba onu gerisinde bırakıp evin sokağından ayrıldığında sırtımı arkaya yaslayıp gözlerimi yumdum ve elimi en çok acıyan yere, kalbime götürdüm.
Kalbim acıyor diyorsun ve kalbini tutuyorsun Mila...
Neden bunları söylediğini bilmiyordum. Onu bırakmamı istiyor gibi davranması kalbimi parçalamıştı. Neden bunları söylemişti? Bana öfke duyduğu için acı çekmemi mi istemişti? Hazer’in bile acı çekmemi istediği bir an var olabiliyormuş demek ki… Bunun farkına vardığım an olduğumdan daha sesli, içerleyerek ağlamaya başladım ve Kerem’in tüm endişe dolu sorularına cevap veremeden yağan yağmuru izledim.
Ve yağan yağmurun altında bir gerçeği fark ettim.
Aslında eve gitmiyordum, evimden gidiyordum.
BÖLÜM SONU.
Yorumlar yükleniyor...