0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

38. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

"ARTIK ÜZEMEZLER BEBEĞİMİ"

Kalbi hep orada, göğüskafesindeydi ama ilk kez varlığını bu kadar hissediyordu.

Sol tarafına dönmek, Behram'a bakmak istiyordu ama çekiniyordu. Elini kalbinden indirdi, içinde oldukları araba durduğunda Gazel nefesini bırakarak Behram'a kaçamak bir bakış attı. Bir saatten uzun süredir arabanın içindelerdi, eve varmaları epey vakitlerini almıştı. Rüya gibi bir gündü ve hâlâ evli olduklarına inanamıyordu. Dizinin üzerinde bir nikâh defteri vardı, Behram'ın ani kararıyla resmi nikâhları da kıyılmıştı ama... daha birbirlerine sarılmıyorlardı.

Adımını dışarı atarken gelinliğinin eteğini topladı ve doğrulup kapıyı örttükten sonra gözlerini Behram'a çevirdi. Arkasını dönmüş, bahçe kapısına yürüyordu. Behram'ın soğukluğuna alışkındı, ilk kez olmuyordu ama artık buna tahammül edemiyordu. Behram kravatını gevşeterek bahçe boyunca yürüdü ve tek katlı, geniş evlerinin kapısını açmak üzere anahtarını cebinden çıkardı.

Gazel bir adım kadar arkasında onu bekledi. Aralarındaki bu adımı istemiyordu. Hemen yanında olmak için her şeyini verirdi.

Behram kapıyı açıp girdiğinde Gazel eğilip topuklu ayakkabılarını çıkardı. Yorulmuştu. Nikâh esnasında çok mutluydu ama Behram yine aynıydı, kendisine bakmıyordu bile. Doğrulurken Behram'ın ceketini ve ayakkabılarını portmantoya koyup yine ona bakmadan banyoya ilerlediğini gördü. Çantasıyla ayakkabılarını portmantoya bıraktı ve kollarını kendine sararak yatak odalarına ilerledi.

Odaya girip ortasında dikildi ve etrafına bakındı. Birkaç saat öncesinde dünyanın en mutlu insanıydı ama şimdi öylesine yorgun ve mutsuz hissediyordu ki... Bu sadece Behram’la ilgili de değildi, içindeki duygu karmaşasında boğuluyordu. Bir ağlamak istiyordu, bir gülmek... Ellerini yüzüne kapattı, derin derin soluklandıktan sonra dolabına ilerledi. Üzerinde Behram'ın ona aldığı gelinlik vardı ama... Behram'ın o gelinliği üzerinden çıkarmayacağını biliyordu. Ağlamamak için dişlerini sıkıp dolaptan kendine pijama takımı çıkardı ve tekrar yatağa ilerledi.

"Belki gelinliğimi çıkarmak onun için önemli bir ayrıntı değildir, belki bedenimin değerli olduğunu bile düşünmüyordur... Ne de olsa defalarca Galip’le birlikte oldum," diye fısıldadı, pijamayı yatağın kenarına bırakıp doğrulurken. Biliyordu, yaşadığı hayat Behram için çok uygunsuzdu. Camdan dışarı bakarken Galip'i hatırlamaktan rahatsızlık duyarak elini gelinliğinin fermuarına uzattı. Tutamadığı birkaç gözyaşı yanaklarına düşerken odada kendine ait olmayan bir başka nefes sesi de duyarak duraksadı.

"Bırak," dedi Behram ve ardından odanın içinde adım sesleri duyuldu. Gazel nefesini tuttu, ilk an neyi bırakması gerektiğini anlayamadı ama sonra fermuardan bahsettiğini düşünerek ellerini indirdi. Genç adam ona yaklaşarak elbisenin fermuarını indirdi ve ellerini çıplak kalan sırtından içeri kaydırdı. "Bir daha Galip'in adını ağzına almanı istemiyorum Gazel."

"Ben..."

Behram karısının, camın üzerine düşen siluetini izledi. "Çok güzel olmuşsun bugün, bir daha olmasın."

Gazel ondan böyle bir içtenlik beklemediği için heyecanlandı. "Eşin olarak sözlerini dinlemeli miyim artık?"

"Evliliklerde eşler birbirinin sözlerine kulak asmalı tabii."

"Yaa," dedi Gazel düşünceli şekilde.

"Gazel... Bedenin hakkında, düşündüğümü sandığın şeyleri düşünmüyorum."

Gözleri bu kez mutluluktan doldu ve acele içinde, "Galip umurumda değil," dedi tüm dürüstlüğüyle. "Ben... hakkımda kötü şeyler düşünmene katlanamıyorum."

"Hakkında ne düşündüğümü bilmiyorsun," dedi Behram ve titreyen ellerini çekingen bir tavırla Gazel'in karnına kaydırarak onu göğsüne yasladı. Gazel kollarının arasında titriyordu ve Behram yanağını onun saçlarına yaslayarak iç çekti. "Mesela... seni o adamdan çok kıskanıyorum, bu yüzden adının geçmesini, onu anmanı istemiyorum."

Gazel, Behram'ın duygularını ilk kez böyle şeffaf şekilde duyduğuna inanamayarak gözlerini açtı ve camdaki yansımalarına bakarak yutkundu. Onun kendisini kıskanacağını hiç düşünmemişti. “Anmayacağım," dedi telaş içinde. "Lütfen artık benimle konuş Behram, yüzüme bak."

Behram elini yavaşça genç kadının karnından çekti ve uzatıp yüzüne dokundu, yaşları sildi. "Bugün ilk kez ve son kez bu konuyu konuşacağız ve bundan sonra asla onun adını anmayacağız." Gazel kollarının arasında bir daha titredi ve Behram tecrübesizlikle elini karnında kıpırdatamadan saçlarına bir öpücük bıraktı. "Bana yetimhaneden ayrıldıktan sonra başına gelen her şeyi anlat."

Gazel şaşırmadan edemedi, Behram kendisinden ilk kez bunu istiyordu. Gerçekleri öğrendiğinden beri onunla çok az şey konuşmuş, neler olduğunu anlatmasını istememişti. Belki konuşarak her şeyi yoluna koyabilirlerdi. Bu sebepten heyecanlanıp, "Anlatacağım," dedi, yeniden mutlu hissediyordu kendini. "Anlattıktan sonra... affedecek misin beni? Artık... koltukta değil, benimle uyuyacaksın değil mi? Her şeyi çözmüş olacağız."

"Abin olduğunu sandığımdan ikinizin fotoğrafını cüzdanımda taşıdım Gazel…” Behram'ın kurduğu bu cümle Gazel'in sırtına binlerce kilo ağırlığında bir yük gibi oturdu ve yüzü kızardı. "Aşamıyorum duygularımı önemsememeni... Ama anlatırsan, seni anlarsam, daha kolay olur."

"Peki."

Behram önüne yürüdüğünde Gazel yüzünü kaldırarak ıslak gözleriyle ona baktı. Behram'ın bir eli sırtında, diğeri yüzündeydi ve yüzünde hafif bir kırmızılık vardı. Gazel, Behram'ın yakınlıklarından utandığını anladı ve elinde olmadan gülümsedi. Dokunuşları titrekti ama... Gazel'i çok heyecanlandırıyordu. Galip’le böyle değildi; onunla, sanki sırf onu memnun etmek için birlikte olurdu ama Behram’la... her anın tadını çıkarıyordu.

"Önce şunu çıkaralım," dedi Behram ve sırtındaki elini omzuna kaydırıp elbisenin sol yakasını indirdi. Gazel, ondan gelen bu beklenmedik atakla nefesini tuttu ve Behram gözlerini gözlerinden ayırmadan elbisenin diğer tarafını da kaydırdı. Elbise göğüslerinden bileklerine kaydı ve ayaklarının ucuna düştüğünde Gazel beyaz çamaşırlarıyla kaldı. Utandığını hissederek kollarını göğüslerinin üzerinde kavuşturduğunda, "Ben de utanıyorum biraz," dedi Behram ve evlendiklerinden beri ilk kez Gazel'e gülümsedi. Gazel o gülümsemenin içinde yaşayabileceğini hissediyordu.

Behram uzanıp yatağın üzerindeki pijamayı alırken başını önüne eğdi. Behram'ın yutkunduğunu duydu ve pijama üstünü başından indirdiğinde Gazel kolaylık sağlamak için kollarını kaldırdı. Pijama kollarını da örtüp vücuduna yerleştiğinde Behram pijama altını alarak dizlerinin üzerinde eğildi ve genzini temizleyerek, "Ayağını kaldır," dedi yumuşak bir sesle.

Gazel dudaklarını dişledi ve nabzı coşup deli bir şekilde atarken önce sağ, sonra da sol ayağını kaldırıp pijama paçalarına soktu. Behram'ın kendisiyle bu şekilde ilgilenmesi karşısında hem şaşkın hem mutluydu. Behram pijamayı yukarı çekip aynı zamanda kendi de doğruldu ve tekrar yüz yüze geldiklerinde ikisinin de yüzü kızardı. Gazel ellerini kaldırdı ve gözlerinin içine bakarak Behram'ın göğsüne yerleştirdi.

"Behram?"

"Hımm?"

"Kaslısın."

"Aaa." Behram bu cümleye ne karşılık vereceğini bilemeyerek duraksadı ve Gazel tüm düğmelerini çözüp gömleği üzerinden çıkardığında ensesini kaşıdı. O ellerin sırtına kaydığını hissettiğinde o da elini Gazel'in sırtına koyarak tekrar gözlerine baktı. "Lise yıllarında bir abimizin yanında inşaat işlerinde çalıştım. Maksat anneme yardımcı olmak, harçlığımı çıkarmaktı. Vücudum... o dönemde biraz gelişti."

Gazel, Behram'ın babasını tanımıyordu, doğrusu yaşayıp yaşamadığını bile bilmiyordu. Aile içinde kimse babasından söz etmiyordu ve araları bozuk olduğu için Gazel de sormaya çekinmişti. Anlayışla başını salladığında Behram onun elini tuttu, yatağa oturttu. Sonra kendi de yanına oturduğunda ellerini kucaklarına koyup yere baktılar.

"Anlatmaya başlayayım mı?"

Behram ona döndü ve bir süre baktıktan sonra uzanıp Gazel'in başını göğsüne koydu. Gazel bunu bekliyormuş gibi hıçkırarak o göğse yerleşti ve kollarını Behram'ın vücuduna dolayarak merhametine sığındı. Behram'ın parmakları saçlarının arasına dolaşırken, "Böyle anlat," dedi Behram yumuşak sesiyle. "Ah Gazel... Sen çok kolay olduğunu sanıyorsun değil mi senden uzak durmanın?"

"Değil mi?"

"Kalpleri birbirine ısındıran Allah'tır. Benim kalbimi sana öyle ısındırdı ki... söylediğin yalan bile buza çevirip o sıcaklığı yok edemedi."

"Birbirimize âşık olmamızı Allah mı istedi yani?"

Behram'ın gülümsediğini hissetti. "Allah'ın muhakkak bir bildiği vardır Gazel."

"Safir de hep böyle derdi biliyor musun? Tanrı'nın benim için bir bildiği vardır der."

Behram güldü. "İnançlı biri."

"Evet, hiç isyan etmez."

"Yetimhanede tanışmıştınız değil mi?" diye sordu Behram ve Gazel'in hayatını anlatmasını ümit etti. Gazel'in parmakları çıplak göğsünde minik minik hareket ederken, "Evet," dedi. "O benden sonra geldi yetimhaneye, orada beraber büyüdük ve birbirimizi o kadar sevdik ki yetimhaneden sonra da ayrılamadık."

Behram ilk öğrendiğinden beri Gazel'in yetimhanede, kimsesiz büyüdüğü gerçeğine üzülüyordu. "Seni yetimhaneye... kim bırakmış?"

Gazel duraksadı, yakın zamanda babasının kim olduğunu öğrenmişti ama henüz bunu Behram’la paylaşmamıştı. Babasının söylediğine göre annesi doğumda ölünce babası ona bakamamış, yetimhaneye bırakmıştı. "Babam," dedi en azından bu konuda dürüst davranarak. "Babam bırakmış."

"Yetimhaneden çıktığında ne yaptın?" diye sordu Behram yumuşak bir sesle. Bu soruyu sorarken korkmuştu çünkü incitilmiş olabilirdi.

"Yetimhaneden ayrılırken Müdire Hanım çalışabileceğim birkaç yer önermişti, oralara bakınıp iş aradım," diye anlattı dalgın bir sesle. Behram, dışarıdan umursamaz görünüp de içinde fırtınalar kopan kimseyi tanımamıştı Gazel'den başka. "Yetimhaneden ilk çıktığımda serseme dönmüştüm, hayata ilk kez karışıyordum. Ne yapmam gerektiğini, kime güvenip kime güvenmeyeceğimi bilemiyordum. Sudan çıkmış balık gibiydim. Müdire Hanım'ın önerdiği işlere bakındım, geçici olarak hepsinde çalıştım ve bu sırada ev aradım, bir kızla iki odalı bir evde aylarca kaldım."

"Ayaklarının üzerinde durabilmişsin," dedi Behram, karısıyla gurur duyduğunu hissetti.

"Duramadım aslında," diye karşılık verdi Gazel, sanki daha da ufalanıp Behram'ın göğsünde küçülüyordu. "Beraber yaşadığımız kız... biraz fazla rahattı, eve sürekli erkek arkadaşlarını getirirdi ve buna çok ses edemiyordum; eve sonradan gelen bendim. Diken üstünde yaşıyordum, geceleri odamın kapısını kilitlemeden uyuyamazdım. Bunlar olurken... bir kafede komi olarak çalışıyordum. Galip’le... o şekilde tanıştık."

Behram'ın gözünün önüne, Galip'in Gazel'e kalkan eli geldi ve kalbine bir karanlık çöktü.

"Benim çalıştığım kafeye müşteri olarak geldi, ilk görüşte herhangi bir müşteriden farksız değildi benim için," diye anlatmaya devam etti Gazel, o günleri anımsayarak. Küçüktü, hayatı ve insanları pek tanımıyordu. "Ama sanırım o beni beğenmişti, kafeye sık sık gelip ilgisini belli etti ve bir süre sonra... teklifini kabul ettim. Görüşmeye, buluşmaya başladık. Onun yaşı... benden epey büyüktü ve benim erkeklerle alakalı hiç tecrübem yoktu. Ona hayatımı anlattım, yaşadığım yeri, kimsesiz olduğumu... Bu onu rahatsız etmişti, o zaman bile hissetmiştim ama beni bırakmadı. Beraber yaşamayı teklif ettiğinde on dokuz yaşındaydım, utanmıştım ama ısrar etti ve bir süre sonra beraber yaşamaya başladık."

Behram beraber yaşadıkları anıları duymayı istemiyordu ama hayatını öğrenmek için bir kısmını duymaya mecburdu. Gazel'in çekindiğini fark ettiğinde, "Devam et," dedi kulağına doğru. "Son kez konuşuyoruz, ne varsa anlat."

Gazel duyduklarından cesaret alarak kafasını salladı. "Galip iyi biri gibiydi, ona alışmamı beklemişti ama sonra sadece aynı evi paylaşmak ona yetmedi. Daha fazla yakınlaşmak... bir şeyler yaşamak istedi. Başlarda korktum, ürktüm ama sonra... tekrar kimsesiz kalıp o eve dönmek istemediğim için dediklerini yaptım. Bilmiyorum, belki ucuz davrandım ama... sadece yirmi yaşındaydım ve korkuyordum."

Behram hiç sokakta yaşamamıştı, hiç ailesiz olup kimsesiz kalmamıştı ve Gazel'i asla onu yargılayabilecek kadar anlayamazdı. Bu yüzden elindeki en iyi şeyi yaptı, Gazel'i kendisine biraz daha çekip ilk kez saçlarının üzerinden öptü. "Sonra biz... Aramızda bir şeyler yaşanmaya başladı," dedi Gazel. "İlk seferde... canımı çok acıtmıştı, özür dilerim bunları duymayı istemezsin belki ama birbirimize karşı şeffaf olalım istiyorum."

"Canını mı acıtmıştı?" diyebildi Behram korkuya kapılarak. Gazel'in böyle pervasız bir hayatın içinde savrulmasına karşı duyduğu acıya bu da eklenmişti.

"Hiçbir şey zorla olmamıştı ama o... hiç nazik değildi. Ben yaşadığım acının normal olduğunu düşündüm, ilk sefere mahsus olduğunu, bir daha olmayacağını sandım. Ama..." Gazel her şeyi bu kadar detayıyla anlatmaktan utanıyordu ama yaşadığı her şeyi ona söylemek, korkularını paylaşmak istiyordu. Behram'ın onu bırakmasından korkarak vücuduna daha sıkı yapıştı. "...her defasında çok kaba, sert davranıyordu. Bana ne zaman yaklaşsa ürkmeye, kasılmaya başlamıştım ama belli etmemeye çalışıyordum."

Behram derin bir nefes aldı ve boğazına oturan yumruyu ittirmeye çalıştı ama faydası olmadı. Galip'in kaba davranışları karşısında Gazel'in hiçbir şey yapamadığını, titrediğini hayal etti ve bu kalbine fazla gelip onu darmadağın etti. "Devam et Gazel, sorun yok."

"Bu şekilde yaşamaya devam ettik," dedi Gazel, Behram'a yaslanıp bunları anlatmak kendini güvende hissettirmişti. "Sonra Safir yetimhaneden çıktı, çok mutlu olmuştum. Onu yanıma alacağımı, tekrardan beraber yaşayacağımızı düşündüm ama... Galip karşı çıktı buna. Kız arkadaşımla aynı evde yaşamak zorunda değildi tabii ama... Safir'i evde misafir etmeme bile izin vermiyordu. O sıra büyük kavgalar etmeye başladık. Madem öyle, ben de Safir’le bir ev tutarım, diye düşünüp bunu ona da söyledim. O an Galip'in gözleri döndü, bana ilk kez... tokat attı."

Behram vücudunun bir acı dalgasıyla uyuştuğunu hissetti ve neredeyse suratı sızladı. "O tokattan sonra ayrılmak istediğimi söyledim," diye devam etti Gazel, anlatmaya. "Galip pişman oldu, aflar diledi ama çok korkuyordum ondan. Birkaç kez gitmek istedim ama bağırıp çağırdı, yine şiddete başvurdu. Safir'e söylemedim, canımın köşesi... çok üzülürdü. Bana, Safir'e bir şey yapar diye kaçamadım, zaten hayattan ümidimi kesmiştim, oluruna bıraktım. Ama sonra..."

"Ben karşına çıktım."

Gazel, yüzünü göğsüne dayayarak nefeslendi. "Ve senin deyiminle kalplerimiz birbirine ısındı."

Behram gülümsemek istedi ama duyduklarından sonra gülümseyemedi. "Peki... bana neden dürüst davranmadın?"

"Planlamamıştım," diye hızlıca savundu Gazel kendini. Yüzünü göğsünden kaldırarak onunla göz göze geldi. "O gün elim kesildiğinde bize gelmiştiniz ya hani, onun kim olduğunu sormuştunuz. Bir anda abim olduğunu söyleyiverdim çünkü erkek arkadaşım olduğunu bilirsen beni ayıplarsın, yüzüme bakmazsın sandım. O an öyle bir delilik ettim, sonra da düzeltemedim. Defalarca karşına geçip söylemek istedim ama açıklama yapmama izin vermeden hayatımdan çıkıp gideceğini düşündüm. Safir’le Hazer çok ısrar etti ama... ben bu sevgiyi kazanmak istedim. Özür dilerim, gerçekten özür dilerim... Çok kabahatli, bencilce davrandım ama sandığın gibi senin duygularını önemsemiyor değilim. Hatta sen beğen diye sürekli daha iyi omlet yapmaya çalışıyorum ama kıvamı bir türlü istediğin gibi olmuyor galiba."

Behram göğsünün orta yerinde genişçe büyüyen bir duygunun artık tüm organlarına istila ettiğini hissediyordu. Aşk hakkında bildiği tek şey Gazel'di. Evet, artık Gazel'i daha iyi anlıyordu. Bastırılmış, incitilmişti ve masum bir sevgi hissettiğinde bunu kaybetmemek için çırpınmıştı. Kendisine umutla bakan gözlere bakarak Gazel'i yavaşça kavradı ve kaldırıp yatağın başına bıraktı. Gazel'in başı yastığa düştü ve gözleri heyecanla açılırken Behram da başını onunla aynı yastığa koyarak yönünü ona döndü. İkisi de birbirine temas etmeden, yan şekilde uzandı ve karanlık odada birbirlerinin gözlerine baktılar.

"Sana rastladığım güne şükrediyorum," dedi Gazel ve utandığından olsa gerek gözlerini kapatıp yorgana uzandı. Onun yorganın altına girmesini, heyecanlı soluklar alıp kızarmasını izlerken Behram'ın kalbi kalıbına sığmadı. Hayal ettiği gibi Gazel'i özgürce, aralarında kimse yokken izleyebiliyor, saçlarının çiçek kokusunu soluyabiliyordu. İlerleyen dakikalar boyunca Gazel'in saçlarını, çehresini izledi ve Gazel'in solukları düzene girdiğinde çekingen şekilde ona yaklaştı. Yanağına bir öpücük kondurdu.

"Yaptığın omletleri seviyorum," diye fısıldayarak geri çekildi ve Gazel onu izliyormuş gibi utanıp gözlerini tavana dikti. Parmaklarını dudaklarına götürdü, ilk kez Gazel'i öpmüştü. Heyecanlandı ve ona kaçamak bir bakış attı; mışıl mışıl uyuyordu.

Günler önce kahrından ölüyordu, şimdiyse... Tamam, Gazel'e hâlâ çok güvenemiyordu ama ona sarılabilecek kadar güveniyordu. Gazel kendisinin tasvip etmediği bir hayat yaşamıştı ama bu aralarındaki sevgiye engel olmamıştı. Kendisi de günahsız değildi nihayetinde, onun da zaafları vardı ve Gazel o zaaflardan biriydi artık. Hem Gazel'e bildiği doğrularla yanlışları göstermekten mutluluk duyardı. Elini dudaklarından çekerken gözlerini kapattı ve aynı anda telefonu titrediğinde pantolon cebine uzatıp telefonu çıkardı.

Gönderen: Ankara Keçisi

N’apıyorsun la?

Behram Hazer'in arsızlığına göz devirdi ve tövbe çekerek bir mesaj yazıyordu ki ikinci bir mesaj geldi.

Gönderen: Ankara Keçisi

Benimki de soru... Evlenmişsin, karını alıp evine gitmişsin, ne olabilir... çocuk yapıyorsunuzdur. Bırak da bari çocuğu önce ben yapayım.

Hazer'in bu münasebetsiz mesajıyla kızardı ve homurdanıp tuşlara sertçe bastı.

Gönderilen: Ankara Keçisi

Senin karın yok, evli de değilsin. Muhtemelen çocuğu da senden önce yaparım. Ama üzülme, arada gelip sevebilirsin :)

Gönderen: Ankara Keçisi

😒

Behram yüzünü yastığa gömüp yüksek sesli gülmemek için direndi ve hızlıca Hazer'e bir mesaj yazdı.

Gönderilen: Ankara Keçisi

🤲🏻

Gönderen: Ankara Keçisi

Bu ne şimdi?

Behram onun asabı bozulmuş şekilde telefona baktığını düşününce güldü ve derhal yanıt yazdı.

Gönderilen: Ankara Keçisi

Allah'tan senin için akıl fikir diledim kardeşim.

Gönderen: Ankara Keçisi

Cuma çıkışı takkeni çalarım, beni sinir etme😊

Behram gülerek telefonunu komodine bıraktı, sondaki tebessüm emojisi Hazer'in bir çeşit uyarısıydı. Yanağını yastığa koydu ve Gazel'in bu kadar çabuk uyumasına hayret duyarak düşünceli şekilde iç çekti. Gazel’le konuşması gereken çok şey vardı. Yorganı omuzlarına çekti ve Gazel'e bakarken dakikalar içinde uykuya daldı.

Gazel, sabaha karşı rahatsız bir duyguyla gözlerini açtığında ilk an telaş içinde etrafına baktı ve Behram'ın yanında uyuduğunu gördü. Ama ses... Kapı çalıyordu. Başındaki ağrıyı hissetti ve Behram'ı uyandırmamaya çalışarak doğruldu. Sabahın bu saatinde kimin geldiğini düşünerek üzerine çekidüzen verdi ve odadan ayrıldı. Deliksiz uyumuş, güzel rüyalar görmüştü ve kapıya baktıktan sonra Behram için bir kahvaltı hazırlayacaktı. Hem belki bu sefer omleti güzel yapardı...

Sokak kapısına yürüdü ve kapı deliğinden baktığında büyük bir şaşkınlık yaşayarak kulpa uzandı. Sabahın bu erken saatinde Müdire Serap'ın burada olmasına bir anlam veremedi ve kapıyı açtığında şaşkınlıktan konuşamadı. Kadın, temiz ve şık kıyafetlerinin içindeydi, çantasını sımsıkı tutmuş, önünde dikiliyordu. Gazel onu yıllardan sonra ilk kez geçen hafta görmüştü. Babasının Hüseyin olduğunu öğrendiğinde haberinin olup olmadığını sormak için Müdire Hanım'ı aramış, onunla görüşüp konuya dair bir bilgisi olup olmadığını sormuştu. Müdire Serap bu olaya şaşırmış, haberinin olmadığını söylemiş, şaşkınlıktan pek de konuşamamıştı. Ve şimdi evinin önündeydi.

"Merhaba Gazel."

Serap Müdire konuştuğunda Gazel şaşkın ifadesinden kurtulmaya çalışarak, "Merhaba," dedi afallamış vaziyette. "Burada ne işiniz var? Yaşadığım yeri nereden biliyorsunuz?"

"Geçen haftaki buluşmamızdan sonra seni takip ettim," dedi Serap Müdire, sesi titriyordu.

Gazel, sabahın bu vaktinde yaşadığı olaya anlam veremeyerek, "İyi ama neden?" diye sordu.

"Gazel…"

Serap Müdire'nin yüzünde pişmanlık, acı ve utanç gördüğüne yemin edebilirdi. Sabahın soğuğu yüzüne çarparken Gazel beklenti içinde karşısındaki kadına baktı. Kendisini takip etmesinin de şu an burada olmasının da nedeni duymak istiyordu. Çok geçmeden Serap Müdire'nin dudaklarından dökülenler onun dünyasını altüst etti.

"Geçen hafta buluştuğumuzda bana... Hüseyin'in baban olduğunu söyledin. Buna o kadar şaşırdım ki bilmen gereken asıl şeyi söylemedim. Doğrusu Safir'in bunu sana neden söylemediğini anlamıyorum ama... ben artık yaşadığımız utanca dayanamıyorum. Hüseyin... sandığın gibi bir adam değil kızım… Yetimhane yıllarında Safir'i yıllarca ta... taciz etti ve ben de buna göz yumdum."

🌘

Onun ölmesini istedim ama Gazel'in katil olması fikrinden nefret ettim.

Ormanın içinde ölümcül bir sessizlik peyda olmuştu. Hiçbirimiz çıt çıkaramıyor, Hüseyin'in vücudundaki bıçağa bakıyor, ağır nefesler alıyorduk. Ağaç yaprakları hışırdıyor, rüzgâr suratıma biniyor, ormanın içindeki bir hayalet halimize gülüyor gibiydi. Olanları hazmedebilmek için birkaç saniye daha kıpırtısız kaldım ve ardından ıslak gözlerimi Gazel'in yüzüne çevirdim.

Hâlâ Hüseyin'in göğsüne geçirdiği bıçağı tutuyordu. Beynimin ortasında bir ışık yanmış ve düşüncelerim aydınlanmış gibi bir çığlık attım. Ardından dehşetle dizlerimin üzerine, Gazel'in yanına oturarak onun kafasını tuttum. Titreyen yüzünü kendime çevirdim ve bu korku dolu anın üstesinden gelmeye çalışarak, "Sakin ol," dedim ama ben de hiç sakin değildim. Gazel'in suratı buz gibi olmuştu, gözlerinden sicimle yaş akıyordu. "Kendine gel Gazel. Şoktasın, birazdan geçecek. Hadi, seni kaldırmama izin ver."

"Çok utanıyorum," diye bir fısıltı döküldü Gazel'in dudaklarından ve gözleri, bu gerçekliğe dayanamıyormuş gibi çaresizlikle örtüldü. "Çok utanıyorum."

"Gazel..." Başını alıp göğsüme yasladım ve kendime düşünmek için bir dakika verdim. Gazel bir şekilde gerçekleri öğrenmiş, buna dayanamadığı için Hüseyin'i bıçaklamıştı. Hüseyin'e ne olacağı zerre umurumda değildi ama Gazel'in katil olmasına göz yumamazdım. Böyle şerefsiz, uğursuz, bir adamın Gazel'in hayatını karartmasına izin veremezdim. Bunu yapacağıma inanamıyordum ama Hüseyin'i hastaneye yetiştirmeliydik. Burada ölürse... Gazel'in hayatı kayardı.

Şu an, en mantıklı görünen kararı vererek başımı Hüseyin'e çevirdim ve onun suratına baktığım an öğürme isteği midemi tekrar tetikledi. Gözleri kapalıydı... Ölmüş bile olabilirdi ama emin olmalıydım. Gazel göğsümde hıçkırıklara boğulurken çaresizlikle başımı Hazer'e çevirdim. Hem kendimden hem de ondan çok zor bir şey isteyecektim. Hazer... kilitlenmiş, Hüseyin'e bakıyordu ve idrak etmeye çalıştığı, korkunç gerçekle yüzleştiği açıktı. Yüzü bembeyaz kesilmişti, ter damlaları akıyordu ve aldığı her nefeste burun delikleri genişliyordu. Benim bakışlarımı fark ederek kocaman açılan gözlerini bana çevirdi ve bana doğru sersem bir adım attı. "Bu o..."

"Hazer..." Hazer'in gözü seğirdi ve yüzünü buruşturarak elini midesine götürdü. Hazırlıksız yakalandığı bu karşılaşma yüzünden dehşet içindeydi. "Hastaneye... Onu hastaneye götürmeliyiz."

"Aklım almıyor, Gazel onu bıçakladı... ama neden şimdi? Bıçakladı... Hastane mi? Bırak, gebersin!" Hazer'in gözleri tekrar Hüseyin'e döndü ve suratında tiksinti dolu bir öfke belirdi. "Bu kadar kolay bir ölüm olmasını istemezdim ama... madem bıçakladı, geberip silinsin dünyadan!"

"Hüseyin, Gazel'in babası," deyiverdim ve Gazel'in boğazından güçlü bir bağrış koptuğunda Hazer'in başı ağır çekimde bana döndü. Dudakları aralık kaldı ve gözyaşlarım yüzümden akıp gitti. "Ben de... yeni öğrendim. Sana söylemek için fırsatını kolluyordum. Gazel... beni kimin ta... taciz ettiğini bilmiyordu, babasının Hüseyin olduğunu da yakın zamanda öğrendi. Tacizi... onun yaptığını söylememiştim ama öğrenmiş. Hazer, yalvarırım bir dakika mantıklı düşün. Gazel katil mi olsun istiyorsun? Olmaz... Gazel, senin sandığından da kötü. Yalvarırım... eğilip nabzına bak ve bir ambulans çağır."

Hazer donmuş gibi ilk birkaç saniye suratıma baktı ve ardından kahkaha atmaya başladı. Ellerini saçlarının arasına sokup sinir bozukluğuyla kahkahalar attı ve bana arkasını dönüp sertçe ilerideki ağacı tekmeledi. Gazel'in başını göğsüme daha sıkı bastırırken onun yaşadığı bu acı ve öfkeyi anlayarak sadece sustum. Öğrendiği gerçek ağır geliyordu ve ölmemesi için Hüseyin'e yardım etmek onu kahrediyordu. Onu ve kendimi böyle bir duruma soktuğum için çok üzgündüm ama Gazel'in katil olmasını izleyemezdim.

"Han..."

"Benden onu kurtarmamı istiyorsun! Seni defalarca öldüren birini!"

Bu ikileme düştüğüm için çok üzgündüm ama yapacak başka şey yoktu. Ben de sindiremiyordum onu kurtarmayı ama mesele Gazel'i kurtarmaktı. "Yapma," dedi Hazer, aynı yalvarır gözlerle bakarak. Bana doğru bir adım atarken çenesi titredi. "Yalvarırım, benden onu kurtarmamı isteme!”

"Gazel katil mi olsun istiyorsun? Behram nasıl kah... kahrolur, düşünsene."

Ona bunu yaşattığım için kendimi affetmeyecektim ama başka mantıklı seçenek gelmiyordu aklıma. Her şeyin hukuki şekilde ilerlemesi en mantıklısıydı. Gözyaşlarımı çabucak sildim ve Hazer ellerini iki yanına indirip tekrar bana döndüğünde, "Özür dilerim," diye fısıldadım ona yaşattığım bu zor şey için. "Özür dilerim aşkım."

Hazer çenesini sıktı, elleriyle yüzünü ovaladı ve ardından Hüseyin'e doğru yürümeye başladı. Ona bakmıyordum, yüzünü bir daha görürsem kusmaktan korkuyordum. Hazer yere eğilmeden önce yumruğunu açıp gevşetti ve onun yanına oturup titreyen elini boynuna uzattığında,yüzünü tiksintiyle buruşturdu.

"Tabii ki yaşıyor..."

Gazel'e daha sıkı sarıldım ve Hazer üzerindeki tişörtü çıkarıp sertçe Hüseyin'in yarasına bastırdığında başımı önüme çevirdim. Bıçağı çıkarıp kenara fırlattığını göz ucuyla gördüm. Hüseyin hâlâ kıpırtısız ve sessizdi. Hazer elindeki tişörtü, olması gerekenden daha sert şekilde onun yarasına bastırıp kanın akış hızını durdururken cebinden telefonunu çıkarıp 112'yi tuşladı. "Alo, Kilyos'ta denize bakan ormanda bir kaza yaşandı. Hızlı şekilde... bir sağlık ekibi gönderirseniz sevinirim."

Gazel'in omuzlarının sert şekilde yükselip indiğini, ağlamaktan konuşmaya dermanı kalmadığını anladım ve saçlarından öptüm. "Evet, telefonun olduğu konumda. Evet, evet... Arabam var ama onu arabama alıp hastaneye falan götürmeyeceğim! Siz gelene kadar yaşarsa yaşar, yaşamazsa da..." Sustu ve tekrar sessizlik oldu. "Bekliyoruz."

Telefonu kapattı ve yumruğunu yaraya bastırırken doğrudan ileri baktı. Tamam, ambulans zamanında gelirse kurtulurdu ve Gazel katil olmazdı. Polise her şeyi anlatacaktım, zaten Hazer'in avukatı da olan biteni biliyordu. Dava açılacaktı ve her şey hukuki yolla çözülecekti.

"Gazel." Adını fısıldadım ve yüzünü kaldırmak istedim ama Gazel itiraz edecek yüzünü göğsüme daha sıkı bastırıp ağlamaya devam etti. Şok devam ediyordu, bu yüzden üstüne varmadım ve bu kez bakışlarımı Hazer'e diktim. Sinirle gerilmiş suratıyla tam karşısına, ormanın derinliğine bakıyor, gözlerini bile kırpmıyordu.

"Hazer..."

"Bunu asla unutmayacağım Mila."

“Benim için de çok zor," dedim anlamasını ümit ederek. "Beni defalarca öldürmüş birini kurtarmak..."

"Bırak, ölsün," diye sayıkladığını duydum Gazel'in, kendini kaybetmiş görünüyordu. "Bırak, ölsün..."

"İlk kez sana katılıyorum Gazel," dedi Hazer, hâlâ aynı şekilde ormanın derinliğine bakarak. "Onun seninle aynı yerde soluk aldığına... onu kendi ellerimle kurtardığıma inanamıyorum Mila. Sen... ya da aşkın bana neler yaptırıyor!"

"Çünkü beni çok seviyorsun," diye fısıldadım.

Yüzümü eğdim ve Gazel'e bakmaya çalıştım. Gözleri kapalıydı, baygın gibiydi ama dudakları titriyordu. Sormak istediklerim vardı ama şu an üzerine varmak istemiyordum. Onu sıkıca sararken, "Daha başka bilmediğim ne var?" diye sordu Hazer, sesi çatlıyordu. "Bu şerefsiz... nasıl onun babası olur?"

"Gazel'e göz kulak olmak için o yetimhanede bekçi olarak çalışmaya başlamış," dedim, bu gerçekle bir daha mahvolarak. "Gazel bir süredir ailesini arıyordu, öğrenmiş babasının Hüseyin olduğunu. Geçen sabah... gelip sevinçle bana anlattı ama ona söylemedim, kendisine bir şey yapmasından korktum. Gazel... senin heykellerini yıkmadan önceki gün benim tacize uğradığımı öğrenmiş, yıkılmıştı ama kimin yaptığını bilmiyordu. Söyleyemedim ona, çok korktum bir delilik yapacak diye... Yaptı da zaten."

"İyi yaptı," dedi Hazer, sesi karmaşa ve perişanlık içindeydi. “Neden söylemedin de babası olarak bilmesine izin verdin Mila? Bunu saklamanın kime ne faydası vardı?"

"Gazel’de kişilik bozukluğu var."

"Sinirlerim bozuldu," diyerek gülmeye başladı Hazer ve bu yeni bilgiyi hazmetmeye çalıştı. Ona hak veriyordum, bir anda çok fazla yıkıcı şey öğrenmişti ve sinirleri büyük oranda bozulmuştu. Elini alnına dayadı ve şakağını ovalarken gözlerini Gazel'e, ardından bana çevirdi. "Hasta olduğu için... kendine bir şey yapmasından mı korktun?"

"Çok korktum Hazer..."

"Behram biliyor mu?" diye fısıldadı yıkılmış bir sesle. "Mahvolacak."

"Gazel'in hastalığı... Sanırım şok edici şeyler öğrendiğinde kendini belli ediyor ve diğer kişiliği devreye giriyor. Onun haricindeki zamanlarda mutlu gibi aslında... Behram... Sahi, onu aramalısın Hazer."

Başını önüne çevirirken, "Ağlama," diye fısıldadı ve ardından tekrar pantolon cebinden telefonunu çıkardı. Fakat hayır, Behram'ı bir türlü arayamadı.

Onu, yaşadığımız çaresizliği kalbimin her atışında hissettim ve sancılı geçen dakikalardan sonra ambulans sirenini duydum. Ondan sonraki her şey hızlı gelişti. Ambulansın varması, ilkyardım ekibinin ormana inmesi, Hüseyin'in kaldırılıp sedyeye konulması, birden fazla çalışan yardımıyla ambulansa taşınması… Hepsi, gözlerimin önünde, ben Gazel'e sarılırken oldu ve sağlık çalışanları ambulansa binip uzaklaşırken bunun bıçak yarası olduğunu söyleyip durumu polise bildirdiklerini söylediler. Ayrıca burada kalmamız gerektiğini de eklediler.

Ambulans uzaklaşıp arkasında tekrar sessizlik bıraktığında hepimiz bir süre oturduğumuz yerde hareketsiz kaldık. Gazel bayılmış gibiydi, onu arabaya taşımak, eve götürmek istiyordum. Hazer ellerini yere yaslayıp doğruldu ve bir numara tuşladı. Elinde, o canavarın kanı olmasına tahammül edemiyordum. Elini yıkamak, temizlemek istiyordum. Telefonu kulağına yasladı ve yumruğunu sıkıp gevşetirken, "Behram," dedi çatlak bir sesle. "Eve geç, konuşmamız gereken şeyler var."

Hazer bir iki şey daha söyleyerek telefonu kapattı ve ardından açıp ellerine baktı. Bir elinde kan varken diğer elinde çamur vardı. Ben onun ellerinin güzelliğini bile ölçemezken o ellerdeki kan ve çamur... Ellerini pantolonuna sürttü ve yerdeki tişörtüne tiksinti dolu bir bakış atarak bize yaklaştı. O yanıma geldiği için heyecanlandım ve Hazer gözlerimin içine bakarak çöktüğünde, "Üzgünüm," dedim tekrar. "Seni incitmek istemedim, benim için de çok zordu Han... Aşkım, lütfen yüzüme bak."

"Şşt, tamam. Buraya gel."

Yüzümü tutmak için ellerini kaldırdı ama kirli olduklarını hatırlayıp indirdi. Elleriyle değil, alnıyla dokundu bana. Alınlarımızı birleştirdi ve dudaklarını burnuma bastırarak gözlerini yumdu. "Polisler buraya gelmeden Gazel'i alıp gidelim."

"Polisler," dedim korkuya kapılıp. "Gazel'i mi alacaklar?"

"Eve gidelim, ne yapmamız gerektiğini konuşalım balerinim."

Yüzümü Gazel'e çevirdim ve Hazer bana izin ister gibi baktığında başımı sallayarak Gazel'i ona bıraktım. Hazer baygın halde yatıp sayıklayan Gazel'i kucakladı ve onunla doğrulduğunda ben de yerden kalktım. Hazer omzunun üzerinden bana dönüp nasıl olduğuma baktığında koluna girerek, "İlaç falan almış olabilir mi?" Diye sordum Gazel'in yüzüne bakarak. Başı Hazer'in koluna yaslanmıştı ve yüzünde hâlâ yaşlar parlıyordu. "Kendinden geçti ama hâlâ sayıklıyor."

"Dediğin gibi hastaysa birtakım ilaçlar alıyordur Safir, ilaçların ve dehşetin etkisi olabilir."

Sakince başımı salladım ve Hazer'e tutunarak yürüdüm. Sakinliğimi koruyordum, Hüseyin'i görmüş olsam da bu durumun üstesinden gelip sevdiklerimi koruyacaktım. Uzanıp acele içinde arabanın arka kapısını açtım ve Hazer Gazel'i sarsmadan koltuğa bırakıp kapıyı kapattı. Ardından ön koltuk kapısını da benim için açtığında doğrudan koltuğa yerleştim ve Hazer de vakit kaybetmeden şoför koltuğuna geçti. Polis gelebilirdi ama onlar gelmeden önce kafa kafaya verip neler yapacağımızı konuşmalıydık. Bu yüzden buradan hızla ayrılıyorduk, ambulans görevlileri bıçak yaralanmasını gördükleri an polise haber vermişlerdi ama yarası ağır olduğu için bekleyememişlerdi. Hazer ellerini direksiyona dayadıktan sonra bana döndü ve kalbimden geçenler dudaklarımdan döküldü. "Teşekkür ederim.”

Arabayı çalıştırıp yola atıldığında omzumun üzerinden Gazel'e döndüm ve iki büklüm olduğunu gördüm. Canımın köşesi, nasıl öğrenmişti acaba. Tekrar önüme döndüğümde torpidonun üzerindeki ıslak mendili görerek uzanıp aldım. İçerisinden bir tane çekip çıkardım ve daha sonra Hazer'in dizinde duran kanlı eline uzandım. İrkildi, elleri buz kesmişti. İçim acıdı, elini silmek için davranırken, "Dur," deyip elini hızla çekti. "Onun... kanına bile dokunmanı istemiyorum."

"Senin elin böyleyken ben durabilir miyim hiç? Dur da temizleyeyim. Ben senin ellerinin güzelliğini bile ölçemiyorken... şu hale bak."

Kurumuş kan lekelerini sildim ve ilerleyen dakikalar boyunca elini tuttum. Hazer bana, beni kendine âşık eden o bakışlarını atarak arabayı kullandı ve bir sürenin ardından şehir kalabalığına karışıp eve ilerledik. Behram bir kere aramış, geldiğini söylemişti. Gazel yol boyunca sayıklamış, beni kaygılandırmıştı.

Hazer arabayı kaldırım kenarına park ettiğinde arkama dönerek elimi Gazel'in omzuna koydum. Birkaç kez gözlerini açmıştı ama şimdi yine uyuyordu. "Canımın köşesi, uyan hadi."

Gözleri yavaşça açıldı ve ıslak bakışları etrafta gezindi. Arabada olduğumuzun, eve geldiğimizin farkındaydı ama hareketleri tutuktu, tepki veremiyordu. O doğrulurken Hazer arabayı park etti ve ikimiz de arabadan indik. "Kendindesin değil mi?"

"Bırakmalıydın, ölmeliydi," dedi Gazel, kıpkırmızı gözlerini gözlerime dikerek. "Kalbine hedef almalıydım!"

"Alfa," dedi Hazer, takdir dolu bakışlarla Gazel'e bakarak.

"Buraya gel Gazel," diye fısıldadım ve arabadan çıkmasına yardımcı oldum. Hazer arabayı kilitledi ve bahçe kapısına yürürken ben de Gazel'in koluna girerek onu sıkıca tuttum. "Behram içeride... Sakin ol tamam mı? Birazdan her şeyden haberi olacak ama sakın endişe etme, seni anlayacaktır."

Gazel korku dolu bakışlarını bana çevirdi ve yüzüme uzun uzun baktıktan sonra tekrar önüne dönerek ellerini silmeye çalıştı. "Anlamasa bile fark etmez. Bir daha olsa bir daha yapardım."

"Gazel," dedim. "Nasıl öğrendin?"

Hazer'in açtığı kapıdan girdiğimizde, başını bir kez daha bana çevirdi. "Serap Müdire geldi, o de... dedi."

Onların görüşmeye devam ettiklerini bile bilmiyordum. Hazer sokak kapısını açarken bahçede üçümüze de ait olmayan adım sesleri duyuldu ve gözlerimi arkaya çevirdiğimde Kerem'in yanımıza yürüdüğünü gördüm. "Bu ne ya?" dedi bizdeki perişanlığı görerek. "Aldatılan benim, acı çeken benim, teselliye ihtiyacı olan benim... Aa, kan mı o?"

Gazel'in elindeki kan lekelerini görüp şaşkınlığa uğradığında Hazer ona ciddi bir bakış attı ve içeri geçti. Kerem suspus oldu ve sırayla, portmantoya bile uğramadan oturma odasına geçtik. Behram'ı kahverengi koltukta, ellerini çenesine dayamış halde bulduk ve o kafasını kaldırıp bize baktığında Gazel kolumun altında titredi.

"Şükürler olsun, Gazel!"

Behram heyecanla koltuktan fırladı ve bize doğru bir adım attı ama sonra Gazel'in elindeki kan lekesini görerek olduğu yerde kaldı. "Elin mi kanıyor senin?"

"Sakin ol imanlı kekim," dedi Kerem.

"Safir, sen Gazel'e banyoya kadar eşlik et, ellerini yıkasın."

Hazer'in kurduğu cümleye karşılık başımı salladım ve Hazer şaşkınca dikilen Behram'ın yanına ilerlerken Gazel'i merdivenlere yönlendirdim. Behram'ın telaşla konuştuğunu duyarken basamakları çıkarak üst kattaki banyoya ulaştık. Bugün burada, hepimiz her şeyi konuşup sorunları halledecektik. Lavaboya yaklaştığımızda suyu açtım ve ellerini tutup akan suyun altına götürdüm. "Canımın köşesi," dedim ellerini nazikçe ovalarken. "Kendim için onu öldürmem ama... biri sana bunu yapsaydı onu öldürmek isterdim. Bu yüzden bugün benim için yaptığın şeyi anlıyorum ve seni çok seviyorum."

"Delirdim Safir," dedi Gazel, yüzünü bana çevirirken. Hıçkırıklar titreyen dudaklarından çıktı ve kafasını iki yana salladı. "Yer kaydı sanki ayaklarımın altından, senin hep bahsettiğin o karanlığı hissettim. Onu öldürmesem yaşayamayacaktım sanki! Neden... Neden kurtardın onu Safir?"

"Onu değil, seni kurtardım ben."

Hali kalmamıştı, babasının beni yıllarca taciz ettiğini öğrenmek haklı olarak onu mahvetmişti.

"Yüzünü yıkayayım canım." Gazel başını omzumdan kaldırdığında ıslak ellerimi yüzüne koydum ve yüzündeki yaş izleriyle kiri temizledim. "İyisin değil mi?"

"Ut... utanıyorum," dedi ve bakışlarını kaçırdı.

"Saçmalama," diyerek onu azarladım ve yüzünü bir kez daha yıkadıktan sonra havluyla sildim. "Ben seninle gurur duyuyorum!"

"Yaa?" dedi gözlerini tekrar bana kaldırırken.

"Yaa tabii."

Havluyu kenara bırakıp kızarmış, acı içindeki yüzünü kavradım. "Doğruyu söyle, Behram'a değil de bana mı âşıksın yoksa?"

"Yaa, salak."

Onu biraz olsun güldürmekten duyduğum anlık mutlulukla omzuna sarıldım ve birlikte banyodan çıktık. Hazer ile Behram yan yana oturmuş, dikkatle bize bakıyordu. Kerem'se... Fıstık'ı kafesinden çıkarmış, "Sana mecburum ama geri dönemem Leyla,” diyordu. Fıstık'sa garip bakışlarla ona bakıyordu.

Hazer ve Behram'ın karşısındaki koltuğa oturduğumuzda etrafı derin bir sessizlik kapladı ve Behram'ın bakışları önce Gazel'in ellerini, ardından yüzünü buldu. Yerinde güçlükle duruyordu, hep an kalkıp buraya gelecek gibiydi. Hazer dirseklerini dizlerine yaslayarak ellerini önünde bağladı ve yorgun bir iç çekerek, "Bugün kimin, birbirimizi etkileyecek bir sırrı, anlatması gereken önemli bir şeyi varsa dökülsün," dedi ve gözlerini bana kaldırdı. "Özellikle sen sevgili kız arkadaşım!"

Genzimi temizledim, Hazer ve Gazel yaşanılanları biliyordu ve Behram ile Kerem'in de öğrenmesinde bir sakınca yoktu.

"Beş yaşında babam öldükten ve annem psikolojik hastalıkları yüzünden hastaneye yattıktan sonra yetimhanede yaşamaya başlamıştım." Gazel'in yüzüne baktım. "Orada... Yetimhanenin bekçisi tarafından uzun yıllar boyunca ta... tacize uğradım."

Tüm nefes sesleri kesildi ve gözlerim yavaşça Hazer'e kaydı. Bana bakmıyordu, yüzünü önüne eğmiş ellerini izliyordu. Ellerini birbirine bağlamıştı ve o kadar sıkıyordu ki parmak boğumları bembeyaz olmuştu. Gazel'in elini yüzünü kapatıp hıçkırdığını gördüm ve devam ettim. "Başlarda taciz ettiğini fark etmemiştim, büyüdüğümde bir şeyleri kavradım. O zamanlar, o yetimhanenin müdiresi olan kadın... bu tacizleri fark etti ama sustu, hatta beni de susturdu. Ben... Ben... sizi üzmek istemiyorum, sadece şu anki olayla ilişkili olduğu için anlatıyorum."

"O yüzden yetimhaneyi yaktın!" Behram'ın dudaklarından dökülen cümle bakışlarımızın Hazer’e dönmesine sebep oldu. "‘Burada bir cinayet işlendi,’ dedin... Kalbini tuttun, canının acıdığını söyledin ve yetimhaneyi küle çevirdin."

"Ne?" dedim hayretler içinde. "Elin orada mı yanmıştı? Sigara külü düştüğünü söylemiştin!"

"Sigara külü düştü," dedi Hazer, kocaman açtığı gözleriyle bana bakarken. "Yemin ederim yalan söylemedim, yemin ederim!"

"Sigara külü düştü," diyerek onayladı Behram.

Dudaklarımı birbirine bastırarak bir yığın cümleyi yuttum ve ümitsizlik içinde Han'a baktım. O yetimhane iki yıl kadar önce boşalmış, kullanılmaz olmuştu ve ben etimle kemiğimle oradan nefret etmiştim. Bir mülkü yakmak benim davranış biçimim olamazdı ama... rahatsız hissetmedim kendimi.

"Ben... geçtiğimiz ay babamı bulmuştum," diyerek yoğun bakışmamızı böldü Gazel ve tüm bakışlar ona döndü. Elime sıkıca yapışmış, sanki benden güç alıyordu.

"Bana söylemedin…" dedi Behram, sesinde hayal kırıklığı vardı. "Üstelik bununla ne alakası var?"

"Üzgünüm, dün geceye kadar doğru dürüst konuşmuyorduk," diyerek kendini savundu Gazel. Başını kaldırıp Behram'a bakamadı, durmadan ağlıyordu. "Babam... Bekçi Hüseyin'miş."

"Ne? Safir... Safir'i taciz eden o mahlukat mı senin..." Behram'ın dudaklarından şaşkınlıkla dökülmüştü bu kelimeler.

"Evet," diyerek hıçkırıklarını serbest bıraktı Gazel. "Safir bana yaşadığı tacizi anlatmıştı ama kimin yaptığını... söylememişti. O yüzden onun babam olduğunu öğrendiğimde hayatıma almakta sorun görmedim. Ben... bir süredir zaten ailemi arıyordum, o şerefsiz de bana... beni gözetlemek için yetimhanede bekçilik yaptığını söyleyince inandım!"

"Sen o tacizci şerefsizle mi görüştün?" dedi Behram, gözleri dönmüş halde. Koltuğundan kalktı ve kendi etrafında çaresizce bir tur attı. "Sana da zarar verebilirdi! Hem babam olduğu ne belli, yalansa?"

"DNA testi pozitif çıkmış," dedim tiksinerek.

Hazer'in omuzları biraz daha çöktü.

Behram bize döndü ve ilk kez gözlerime gerçek anlamda baktı. Ben de gerçekten ilk kez gözlerini, duygularını gördüm. Bakışlarını benden yavaşça çekerek birkaç adımda yanımıza geldi ve Gazel'in diğer tarafına oturarak onun elini tuttu. "O yaşlarda yanınızda olup sizi korumayı çok isterdim," dedi.

Hazer de buna benzer bir şey söylemişti. Buruk bir gülümseme oluştu dudaklarımda.

"O adamı öldürmek istiyorum," dedi Behram ki onun inançları arasında öldürmenin olmadığını düşünüyordum. Ama işte, bazen insanlar inanç ve doğrularınızı bile sarsıyordu.

"O işe karın baktı," dedi Hazer, yüzü hâlâ önüne eğikti.

"Ne?"

Gazel, Behram'a döndü ve ona bakarak, "Evliliğimizi ilk gününden batırdığım için üzgünüm," dedi, nasıl da yıpranmıştı… "Ama pişman değilim, yine olsa yine yapardım!"

"Fıstık, sen duyma bunları," diyerek Fıstık'ın kulaklarını kapattı Kerem.

Hazer kafasını çevirip Kerem’le Fıstık'a bir bakış attı ve ikisi de suspus oldu.

"Sen... ne yaptın Gazel?"

"Hüseyin'i bıçakladım!"

Behram bu bilgiyi sindirdikten sonra gözlerini yumdu ve omuzlarını çaresizlikle düşürdü. "Öldü mü?"

"Ölür mü hiç? Kurtardık! Yarasına kumaş bile bastırdım geberip gitmesin diye!"

Hazer'in çıkışıyla tüm gözler ona döndü ama ben Gazel'in ellerine bakmaya devam ettim. Onu kurtarmamı istediği için bana kırgındı, onu kurtardığı için kendine öfkeliydi, bu ikileme düştüğümüz için sinirinden ölüyordu.

"Niye kurtardınız?" dedi Behram, elini Gazel'in omzuna sardı. "Geberseydi ya!"

"Gazel katil olurdu," dedim, böyle düşündüğüne inanamayarak.

"Benim için katil sayılmazdı. Kısasa kısas yaptığı şey," dedi Behram ve yüzünü çevirip tekrar Gazel'e baktıktan sonra eliyle yüzündeki saçları geriye itti. Gazel nutku tutulmuş gibi ona bakıyordu.

"Adalet için katil sayılırdı ama," dedim, bu gerçeği görenin sadece ben olduğuma inanamıyordum. "Hapse girerdi."

"Girmezdi," dedi Behram ve bir anda sesi duruldu, üzüntü dolu hal aldı. "Kimse onu alamaz, Gazel'in mazeretleri var. Girmezdi işte hapse falan."

Biliyordu. Gazel'in psikolojik hastalığının farkındaydı. Ama nasıl öğrenmişti? Psikiyatrist arayıp onunla konuşmuş olabilirdi. Tabii, Gazel ikinci kimliğinin farkında değilse psikiyatrist Gazel'e göz kulak olması için Behram’la mutlaka konuşmuş olmalıydı. Üzerimden bir yük kalktı ve Behram'ın bunu bildiği gerçeğiyle rahatladım. Hazer de benim fark ettiğimi fark etmiş olmalı ki bir şey sormadı ama Gazel şaşkın vaziyette Behram'a baktı. "Ne mazeretim varmış benim? Neden hapse girmezmişim?"

"Sen de biliyorsun," diye bir fısıltı çıktı dudaklarımdan ve Behram, Gazel'i omzuna yaslarken bana şaşkınca baktı. O da benim bildiğimi fark etti ve bakışlarını çekerek çenesini Gazel'in başına yasladı. Gazel'e hiçbir cevap veremedik, sanırım o da Behram'ın sarılmasıyla bunu unuttu ve odayı yeniden sessizlik kapladı.

"Avukatı çağırdım, birazdan burada olur," dedi Hazer ve sesine duyduğum aşkla bakışlarım onu buldu. Hâlâ utanması gereken bir şey varmış gibi başı önüne eğikti ve bileğindeki siyah beyaz bileklikleri çeviriyordu. “Gazel, Hüseyin'i ormanda bıçaklamış, ambulansı aradığımda durumun ormanda yaşanmış bir kaza olduğunu söyledim ki polislere haber vermesinler. Ama gelip bıçak yarasını gördüklerinde polislere haber verdiler, Hüseyin'in durumu kritik olmasa başımızda da beklerlerdi ama bekleyemediler. Polislere nasıl bir açıklama yapacağımızı düşünmek için vakte ihtiyacımız vardı. Araba plakamdan birazdan ulaşırlar bana."

“Teşekkür ederim," dedi Gazel, o da Hazer gibi önüne bakıyordu. "Onu vurduğum için hiç suçlu hissetmiyorum."

Hazer mırıldandı. "Sana kanka diyebilir miyim?"

Kerem gülerken Gazel de gözyaşlarını silerek buruk şekilde gülümsedi. "Artık beni seviyor musun?"

"Onu bıçakladın ya... daha yakın hissediyorum sana."

"Peki, polislere ne anlatacağız?" diyerek önemli soruyu sordu Behram.

"Doğru olan her şeyi," dedim omuzlarımı dikleştirip kendimden emin şekilde. Korkma, burası sessiz değil ve kimse elini ağzına kapatmıyor. "Polislere... tacizi anlatacağım."

Nefes kesici bir sessizlikten sonra, "İstemiyorsan yapmak zorunda değilsin," dedi Hazer. Bana bakıp bakmadığını bilmiyordum. "Kendini kötü hissedeceksin, biliyorum... Hazır hissedene kadar bekleyebilirsin."

"Hayır, suç duyurusunda bulunacağım," dedim Gazel'in elini sıkarak. Daha fazla susmayacaktım. "Zaten Serap Müdire şahit olacağını söylemişti, olan biteni Gazel'e anlattığına göre sözünün arkasındadır." Gazel’le göz göze geldiğimizde gülümsedim. "Hapse girecek, bir daha çıkamayacak."

"Serap Müdire... O müdire mi?"

"Evet," dedi Gazel, Behram'a döndü. "Yetimhaneden ayrıldıktan sonra onunla bağımı koparmamıştım, böyle kötü biri olduğunu bilmediğimden nadiren de olsa onunla konuşuyorduk. Hüseyin'in babam olup olmadığını kendisine sordum, o da bilmiyormuş. Zaten... bu sabah gerçekleri de kendisi anlattı bana."

"O kadının da Hüseyin'den farkı yok benim için," dedi Hazer tükürür gibi.

Benim için de öyleydi, o da susmamı söyleyip bunlara göz yummuştu. Pişman olması bana çocukluğumu geri verip travmalarımı silmeyecekti. Gazel ve Behram onu onaylayarak başını salladıktan sonra, "Ya ben?" dedi Gazel, sesi biraz daha iyiydi ama hâlâ yaşadıklarının etkisi altındaydı. "Ben... onun kızı olduğumu kimsenin bilmesini istemiyorum, bu utançla yaşayamam. Bir tacizcinin kızı! Zaten bizden başka kimse bilmiyor, polislere söylememize gerek yok."

"DNA testi yaptırmışsın," dedi Behram. "Polisler bunu öğrenir."

"Evet," diye onayladı Hazer, sesi bitkindi. "Bunu polislerden saklayamayız ama başka kimseye de söylemeyiz. Şu an önemli olan senin polislere nasıl bir ifade vereceğin."

"Ben doktorla konuşup rapor çıkarırım, emniyete veririz," dedi Behram. Psikiyatristin vereceği rapordan bahsediyordu.

Gazel huzursuzlandı. "Ne raporu?"

"Anlatacağım Gazel ama şu an değil. Gel, gel de şu darmadağın olmuş saçlarını düzelteyim."

Behram'a duyduğu güvenden dolayı üstelemedi ve başını sallayarak ona döndü. Behram Gazel’le ilgilenmeye devam ederken yerimden kalktım ve sakince Hazer’e ilerledim. Kafasını kaldırıp bana bakmadı ki bu hassas kalbimi üzdü. Yanına yerleşip ellerine uzandım ve tombul parmaklarım iri ellerinin arasına kayarken, "Canın acıdığında kalbini mi tuttun sen?" dedim, Behram'ın dediğini hatırlayarak. Yalnızca onun duyacağı şekilde konuşmuştum. "Ne kadar da bana benziyorsun."

"Elim acımıştı," dedi kısık bir sesle.

"O kadar özel bir adamsın ki," dedim duygu yoğunluğuyla. Beni tutan, okşayan, parmaklarını bu kez de ben okşadım. "Bazen küçücük bir çocuk gibisin, bazen tam yaşında bir adam... Bazen de yaşından büyük, her şeyi görüp geçirmiş, her acıyı tatmış olgun bir adamsın. Ama hepsi olurken o kadar iyi, o kadar incesin ki... Bin kalbim olsa binini de sana veririm."

Dudağının kenarına yorgun ama tatlı bir gülüş saklandı ve ansızın elimi kavrayarak avcuna hapsetti. "Bin kalbin olsa binini de ben alırım zaten, birini bile başka birine vermene izin vermem.”

" Benim için sadece Hazer var, unuttun mu?" Elimi çekmeye çalıştım ama bırakmadı, gülümsedim. "Hazer, Hazer, Hazer..."

"Bayılıyorum şöyle demene," dedi yüzünü bana çevirip burnunu saçlarıma sürterken.

Elinin saçlarıma karıştığını hissettim ve nefesimi toparlamaya çalışırken Hazer gri kurdeleyi çözerek avcunun içine aldı. Benden hafifçe uzaklaştığında iki elimle birden eline yapıştım ve Hazer kurdeleyi kot pantolonunun cebine koyarken ona onaylamaz bakışlar attım. Bu bakışlarımdan etkilenmeden göz kırptı ve ardından ellerimi kaldırıp her ikisinin üzerine de yumuşacık, tatlı öpücükler bıraktı.

O sırada kapı çaldı ve başım sokak kapısına çevrilirken Kerem’le Fıstık'ın bizi izleyip dedikodumuzu yaptığını gördüm. Kerem yakalandığını fark etti ve hızla yerinden kalkıp sokak kapısına koştu. Sokak kapısı bakış açımda değildi, sadece bir kadın sesi duydum. Çok geçmeden o hanımefendi aramıza katıldı ve onun telefonda konuştuğumuz avukat olduğunu anladım. Otuzlu yaşlarının sonunda görünen, ciddi kıyafetleri içinde, nazikçe gülümseyen biriydi. Hepimizle selamlaştıktan sonra oturdu ve olan biten her şeyi baştan tekrar konuştuk.

Daha sonra, polisler bize ulaşmadan emniyete gitmemizin daha iyi olacağını söylediği için evden ayrıldık ve Gazel, Behram'ın arabasına binerken biz de Hazer'in arabasına yerleştik. Yol boyunca kendimi hazırlamaya çalıştım. Güvendiğim insanlara anlatmak kolaydı ama peki tanımadığım insanlara? Yine de konuştukça, anlattıkça hafifliyordum. Hazer gerginliğimin farkında olduğundan yol boyunca kafamı dağıtmak için elimi tuttu ve benimle parmak güreşi yaptı. Keyiflenmiştim çünkü ben kazanmıştım.

Emniyete ulaştığımızda psikiyatristin de burada olduğunu söyledi Behram, üstelik istediğimiz raporla gelmişti. Hazer emniyet müdürüyle konuştu, müdür de önce Gazel'i sorgu odasına almak isteyince Behram da onunla üst kata çıktı. Psikiyatrist de yanlarındaydı ve Gazel onun neden burada olduğunu hâlâ anlamamıştı.

Hazer, emniyet müdürüne benim de şikâyetçi olduğumu söylediğinde şikâyet dilekçesini yazmak için odaya bir polis memuru geldi. Odada ben ve Hazer dışında emniyet müdürüyle polis memuru vardı. Aklım Gazel'deydi, hem ona neler olacağını düşünüyor hem de Hüseyin'e ne olduğunu merak ediyordum. Ölmüş müydü? Ölse Gazel'e ne olurdu?

Hazer hemen yanımdaydı, dizlerimiz birbirine sürtünüyordu ve sıkı sıkı elimi tutuyordu. Konuşmak, her şeyi anlatmak için bekledim ve ardından kendime ve onlara en az acı verici şekilde yaşadıklarımı anlattım. Tacizi, defalarca olduğunu, kandırıldığımı, müdirenin buna göz yumduğunu ama pişmanlık duyduğu için şahit olacağını... Anlattıkça açıldım, hafifledim ama sanki ben hafifledikçe Hazer ağırlaştı, katılaştı, aramızdan kaybolup gitti. Polis, şikâyet dilekçemi yazarken üzgün gözlerle bana baktı, emniyet müdürü sık sık iç çekti ve son cümlemi kurduktan sonra odada derin sessizlik oluştu.

Bir erkeğin ayıbı, bir dünyanın ayıbı oluveriyordu bazen.

Konuşan emniyet müdürü oldu ve bu dilekçeyle dava açılacağını söyledi. Serap Müdire şahitlik edip kanıt sunarsa Hüseyin'in hapse atılabileceğini ama aksi halde yasaların şahitsiz bir şey yapamayacağını söyledi. Kafamı salladım ve tüm kalbimle işlerin yolunda gitmesini diledim. Dilekçeme imzamı attım ve Hazer’le odadan çıktığımızda kendimi özgür ve rahat hissederek ona döndüm.

Ben zincirlerimden ne kadar kurtulup özgür kalıyorsam, o daha çok bağlanıyordu sanki benim geçmişime.

El ele emniyetin koridorunda yürürken ağzımı açacak, bir şey diyecek oldum ama yakınımdan sesler duyarak başımı oraya çevirdim. Gazel koridorun sonundaki koltuklardaydı ve ilgiyle sorgu odasının kapısına bakıyordu. Sorguya alınmıştı ama görünen o ki bitmişti. Behram yoktu, psikiyatrist de. Hazer’le yanına ilerledik ve Gazel fark edip bize döndüğünde yavaşça onun yanındaki koltuğa ilerledim. Hazer’le ellerimiz ayrıldı ve o sırtını duvara yaslayıp karşısındaki duvara bakarken Gazel'e döndüm. "Ne oldu?"

Yüzünde yorgun, karmaşık bir ifade vardı. "Her şeyi anlattım," dedi. "Bittikten sonra psikiyatrist ve Behram polislerle birebir görüşmek istedi. Behram... psikolojimin iyi olmamasının lehimize olabileceğini söyledi. Yani... psikolojik olarak rahatsız olduğum için tedavi görürmüşüm, hapse girmezmişim, psikiyatrist de bunun için konuşuyor ama... Benim, teşhisi konulmuş bir hastalığım yok ki."

Gazel'in psikolojisi çok hassastı, bu durumda tedavi olması gerekecekti ve muhtemelen doktor gözetimi altında serbest kalacaktı. "Doktor ve polisler doğrusunu bilir," dedim ve iyi olması için gülümsedim. "Teşhisi konulmamış olsa bile psikolojin iyi değil, tedavi gerekçesiyle serbest olacaksın."

Kafası çok karışmış görünüyordu, ona hak veriyordum. Başını önüne eğip düşünceli şekilde nefeslendiğinde saçlarını yüzünden çekerek Han'a döndüm. Kollarını göğsünün üzerinde kavuşturmuş, dik dik duvara bakıyordu.

Kapı sesiyle düşüncelerim bölündü ve başım önüme döndü. Behram’la psikiyatristin ardından bir polis memurunun odadan çıktığını gördüm. Gazel heyecanlanıp doğruldu ve Behram ona bir bakış attıktan sonra polis memuruna dönüp el sıkıştı. Psikiyatrist ve polis memuru sessizce konuşurken Behram onlara kulak verdi. Polis memuru konuşmayı bitirip hepimize başıyla selam verdi ve uzaklaştığında Behram’la psikiyatrist bu tarafa doğru yürüdü.

"N'oldu?" dedi Gazel.

"Şimdilik serbestsiniz Gazel Hanım," dedi psikiyatrist. Otuzlu yaşlarında görünen, ciddi bir adamdı.

"Psikiyatristin emniyete durumunla alakalı gelişmeleri bildirecek. Tedavi olman gerektiği için serbest kaldın. O adam... şu an ameliyattaymış, kendine gelene kadar gözetim altında olacaksın. Şikâyetçi olamaz, buna izin vermeyiz, bu yüzden Safir'in anlattıkları ve senin rahatsızlığın doğrultusunda hapse girmeyeceğini düşünüyorum."

Hüseyin’e yardım etmemize rağmen Gazel'i kurtaramazsak... yıkılırdım. Vücudum bir nebze gevşedi ama Gazel benim kadar rahatlamış görünmüyordu. Behram'a dönerek başını kaldırdı ve gözyaşları dökülürken, "Benim neyim var?" diye sordu, isterik şekilde omuzları titremeye başladı. "Neyi gizliyorsunuz? Bir şeyim var, belli! Ne saklıyorsunuz?"

"Sakin ol," dedi Behram yatıştırıcı şekilde ve ellerini onun kollarına koyarak gözlerinin içine baktı. Behram'ın gözlerinde ne gördüğünü bilmiyorum ama uysalca başını salladı. "Daha dün, iyi günde ve kötü günde diye söz verdim. Şu an bilmen gereken tek şey de bu. İyi günde ve kötü günde... yanındayım."

"Korkuyorum, utanıyorum, mahcubum, bir şeylerle boğuşuyorum..." Gazel yüzünü Behram'ın göğsüne yasladığında Behram bize bir bakış attı ve ardından Gazel'in sırtını yavaşça okşadı. Araları daha iyi görünüyordu ama hâlâ mesafeleri vardı. Gazel'in içinde yaşadıklarını bilemezdim ama bu tedavi süreci boyunca hepimiz onun yanında olacaktık.

Hep beraber binadan ayrıldığımızda Kerem'i merdivenlerde sigara içerken buldum ve koşarak yanına gittim. Hazer ellerini cebine koyu bizi izlerken Kerem'in koluna girip ona aptal birkaç espri yaptım.

Hazer yanımızda bittiğinde oturmam için arabanın kapısını açtı. Fakat Gazel’le kalmak istiyordum. Bana ihtiyacı vardı, benim için göze aldığı şeylerden sonra onu yalnız bırakamazdım. Hazer arabaya binmediğim için tek kaşını kaldırarak bana baktığında, "Bu geceyi Gazel’le geçireyim," dedim, onunla konuşurken farkında olmadan inceliyordu sesim. "Kendinde değil, yardımcı olayım ona."

Hazer'in bakışları omzumun üzerinden arkaya, bu tarafa doğru yürüyen Gazel ve Behram'a kaydı. "Behram ona yardımcı olur," dedi. Beni paylaşmak istemiyordu.

"Tabii ki olur," dedim. "Ama bugün yaşanılanlar... en çok Gazel’le beni ilgilendiriyordu. Birbirimizle konuşmaya ihtiyacımız var."

"Merak ediyorum, Gazel değil de onu ben bıçaklasaydım bana aynı merhametle yaklaşır mıydın?"

Bu cümle aramızda bir fırtına kadar gürültü oluşturdu ama ölümcül bir sessizlik dudaklarımızı çoktan esir almıştı. Beni şaşkınlığa uğrattığı ve gözlerimin içine baktığı saniyelerden sonra parmakları çenemi kavradı, yüzümü kaldırdı. "Hoşça kal," dedi sessizce ve elini çekip arkasını döndü.

Koltuğuna yerleşip kapıyı kapattığında bir hayali izler gibi onu izledim ve Gazel’le Behram geldiğinde onlara döndüm. Gazel'e sarılıp evlerine gelmeyi istediğimi söylediğimde çok mutlu oldu. Bunu gözlerinden okuyabiliyordum. Buruk bir şekilde gülümsedim. Ona sarıldım ve birlikte Behram'ın arabasına doğru yürüdük.

Arabada neredeyse hiç konuşmadık. Zaten hepimiz yorgunduk, konuşmaya mecalimiz kalmamıştı. Kısa sürede Behram'ın yaşadığı lojmana ulaştık ve beraber eve geçtik. Caminin de içinde olduğu kocaman bir yeşilliğin ortasındaydı evleri. Tek katlı, büyük ve ferah bir evdi. Behram bir şeye ihtiyacımız olup olmadığını sorduktan sonra bizi yalnız bırakarak bahçeye çıktı ve ben de Gazel'e banyo yapması için yardımcı oldum. Sonra beraber odaya geçtik ve ona, akşam serinliğinde onu üşütmeyecek pijamalar verdim. Onu giydirdikten sonraysa yatmasını söyledim ve yiyecek bir şeyler hazırlamak için mutfağa geçtim.

Hazırladığım tepsiyle odaya döndüğümde Gazel'in sırtını yatağa dayamış, öylece oturduğunu gördüm ve ben de yatağın kenarına oturarak tepsiyi kucağıma koydum. Ona gülümseyerek kaşığı önümdeki kâseye daldırdım. "Mercimek çorbasını kim yaptı bakayım? Sen mi Behram mı?"

"Behram'a yapmıştım, evlenmeden önceki gece."

"Hımm," diyerek kaşığı ağzına yönlendirdim ve Gazel ona çocuk gibi davrandığım için sızlanırken gülümsedim. "Evlenmeden önceki gece çorba içtiniz demek. Peki... evlendiğiniz gece?"

Kaşlarını kaldırdı. "Evlendiğimiz gece çorba içmedik.”

"Onu sormadım," dedim ve kaş göz yaptım. "Hani... evliliklerin ilk gecesinde... birtakım münasebetler olur ya..."

"Keşke olsa," dedi Gazel yanaklarını şişirerek. "Ama tık yok!"

Bu açıksözlülüğüne güldüğümde omzunu silkerek kapıya göz attı. "Aranız iyi görünüyor," dedim mutluluk duyarak. "İtiraf edeyim, Behram'ın senin için anlık bir heves olduğunu düşündüğüm zamanlar olmuştu. Kırılma lütfen ama onun yaşantısını ilgi çekici bulduğun için onunla olmayı istediğini düşünmüştüm. Ancak... sevginin gerçek olduğunu görebiliyorum."

"Kırılmıyorum," dedi, parmaklarıyla üzerine örttüğüm pikeyi kavrayıp. "Ben neye kırılıyorum biliyor musun?"

"Neye?"

Bulutlar yeniden gözlerine toplandı. "Bana gerçekleri anlatmamana. Bir yalana kapılıp sürüklenmeme göz yummana. Ona baba dememe izin verdiğin için arkadaşlığımıza."

Tepsiyi yatağın başındaki komodinin üzerine bırakarak ellerine uzandım ve sımsıkı tuttum çocukluğumu, arkadaşımı, kardeşimi... "Yemin ederim anlatacaktım, sadece doğru anı bekliyordum. Ona bir şey yapmadan korkmuştum ve korktuğum başıma geldi."

"Onu hâlâ öldürmek istiyorum," dedi öfkeyle. "O ölseydi hapiste de yaşardım, merak etme. Sen buna değerdin, dünyadan bir pislik temizlemiş olurdum işte! Defalarca kez ışığını çaldığını söyledin ve ben... bunu yapanın kendi ba... babam olduğunu öğrendim. Bu gerçek beni o kadar yıktı ki hapiste yaşamak koymazdı bana!"

Ona koymazdı ama bana çok koyardı, dayanamazdım. "Kâbus gibi, biliyorum," dedim onunla aynı duyguları paylaşarak. "Nasıl bir kirli tesadüf, nasıl bir kader... Hayal kırıklığını, acını anlıyorum. Aileni arayıp durdun ve bulduğunda... korkunç şeylerle yüzleştin. Hissettiklerini kalbimde hissediyorum ama sana yemin ederim tüm bunlar geçecek. Bu utanç senin değil ve ben seni çok seviyorum."

"Onun kızı olmak… Bu utanç bana yeter de artar."

Tekrar hıçkırıklara boğulduğunda onu kendime çekip sarıldım. Gerçekten anlıyor, kendimi onun yerine koyduğumda resmen boğuluyordum. Babamın, en yakın arkadaşıma böyle bir şey yapması... Yemin ederim tüm bu hıçkırıklarını anlıyordum. Fakat onun ayıbı değildi, bu ayıbı temizlemek için kendini bile gözden çıkarmıştı zaten.

Gazel'e içmesi gereken ilaçlarını içirdim ve bir süre sonra omzumda uyuyakaldığında saçlarını okşayarak Hazer'i düşündüm. Çoktan eve varmış olmalıydı, bugün hiçbir şey yememişti ve bu saatten sonra da yiyeceğini sanmıyordum. Odasına çıkıp yatağına uzanmış ya da bir şeyler içiyor olabilirdi. Sakinleştirici aldığına emindim ve onu bu alışkanlığından vazgeçirmek istiyordum.

Bir süredir onsuz uyumuyordum, bu yüzden bu gece biraz tuhaf hissettim. Kalbim... hızlı atmıyordu. Onu arasam, yemek yemesini söylesem...

Ne zaman uyuyakaldığımı hatırlamıyorum ama vücudumda bir titreme hissederek gözlerimi açtım ve karanlıktan ürkerek doğruldum. Gözlerimi kırpıştırıp bacaklarımı yataktan aşağı bıraktım ve Gazel'e göz attım. Pikenin altında uyuyordu. Esnedim ve vücudumdaki titreme bir daha hissettiğimde bunun telefonum olduğunu anladım. Pantolonumun cebine uzanıp telefonu çıkardım ve bir anda elimde tuttuğum şey, kalbim oluverdi.

Gönderen: Sadece Hazer ♡

Kapının önündeyim.

Şaşkınlığa uğradım ama bir gülümseme çoktan okşamıştı dudaklarımı. Yerimden heyecanla doğrulurken Gazel'in üzerini örttüm ve karanlıktan kurtulmak üzere hemen koridora çıktım. Hazer'in neden içeriye girmediğini anlamamıştım, herkes yorgunken rahatsız etmek istemiyor olabilirdi. Mutfak kapısından kafamı uzatarak bahçeye baktım, Behram'ı seçmek birkaç saniyemi aldı.

"Behram?" diye seslendim.

Başını omzunun üzerinden bana çevirdi ama karanlık olduğu için ne ben onun yüzünü tam görebildim ne de o benim yüzümü. "Safir?"

"Hazer gelmiş," dedim direkt, yüzü biraz daha seçilebilir olduğunda. "Kapının önündeymiş, beni bekliyor. Gazel'e ilacını verdim, mışıl mışıl uyuyor. Yarın yine uğrarım ben tamam mı?"

"Ankaralıya bak, dayanamamış bir gece," diye homurdandı Behram ve ardından görebildiğim kadarıyla başını salladı. "Aklın kalmasın, Gazel’le ilgilenirim. Allah'a emanet olun."

"Sen de. Hoşça kal."

Kapıyı açıp dışarıya çıktığımda ılık bahar akşamı bedenimi kucakladı ve saçlarım rüzgârda dağıldı. Kurdelemi Hazer bugün almıştı başımdan. Bahçe boyu yürürken farlarıyla karanlık sokağı aydınlatan arabadan çekemiyordum gözlerimi. Altdudağımı ısırdım ve titreyen dizlerimle arabaya koştum.

Şoför koltuğunda Hazer'in olduğunu bildiğim için yanındaki koltuğun kapısını açtım ve ona bir an baktıktan sonra yavaşça koltuğa yerleştim. Arabanın tavan lambası yanıyordu, dakikalar sonra ışığa ve dahası ona kavuşmak beni inanılmaz rahatlattı. "Hola," dedim heyecanlı bir sesle.

Gözleri ufak bir an için aralanan dudaklarıma indi ve orada oyalanarak, "Merhaba," dedi.

"Ben... sabah gelecektim aslında, neden zahmet ettin?"

Gözlerini nihayet dudaklarımdan çekti ve tekrar bakışlarıma dikti ama bu kez gözleri daha koyuydu. "Aklım sende kaldı," diye fısıldadı ve önüne döndü.

Motoru çalıştırıp yola koyulduğunda ellerimi dizlerimin üzerine koyarak yanağımı koltuğa yasladım ve gözlerimi kırpmadan onu izledim. İçimdeki imkânsızlıkları gerçekleştiren, erkekler hakkındaki önyargılarımı kırıp bana hayatın başka yönlerini de gösteren aşkım. Aşkım... Bu kelimeyi hep duydum; dışarıda, kalabalıklar arasında ama bir gün en içimden gelerek söyleyeceğimi hiç düşünmemiştim.

Durduramıyordum, içimde bir şeyler süratle ve sürekli ona doğru gidiyordu ama bu kadar süratten... bir kaza çıkmaz mıydı? Ve kazalar ölümle sonuçlanmaz mıydı?

Onu izlemeye o kadar daldım ki dünya ondan ibaret oldu. Farkındaydım, belki bazen saftım ama aptal değildim. Her gün daha da büyüyordu, engel olamıyordum. Gözkapağının kenarındaki iki çizgiyi izledim, o gözlerden dökülen yaşları anımsadığımda kalbim kasıldı ve tam o esnada Hazer'in sesi kulaklarımı doldurdu.

"Çok dikkatli bakıyorsun, bir şey mi diyeceksin?"

"Hislerimi düşünüyorum," dedim, kalbim sesini duyunca kelebeğe dönüverdi. "Sence söylenmemiş kaç tane aşk sözcüğü vardır Hazer? Belki hepsi söylenmiştir, belki aşk üzerine söylenmemiş hiçbir şey kalmamıştır ama kaldıysa... hepsini sana söylemek isterdim."

"Mila." Sesi titredi ve ona duyduğum aşk çığlık çığlığa bağırmaya başladı. Ön camdaki gözleri yavaşça bana döndü ve yüzünde hayranlık dolu bir ifadeyle, çocuksu bir masumiyet gözüktü. "Söylenmemiş aşk kelimelerinin tümü... sensin."

"Hazer..."

"Senin."

Evet, Hazer benim.

Beni duygudan duyguya sürükledi ve sanki kalbine hapsedip üzerine bir kilit vurdu. Gülümsedim ve Hazer elini dizime koyup parmaklarıyla okşarken peş peşe yutkundum.

Araba, bahçenin önünde durduğunda elini yavaşça dizimden çekti ve ikimiz de sakince kapılarımızı açıp dışarıya çıktık. Hazer'in sokak kapısı önünde beni beklediğini görerek parmak uçlarımda yanına ilerlemeye başladım. Bahçede, ikimize ait olmayan adım sesleri duyduğumdaysa başımı çevirdim ve Kerem'in yanımıza yürüdüğünü gördüm. Onu görünce içim neşeyle doldu ve orta yolda buluştuğumuzda Kerem uzanıp beni omzunun altına çekti. "Hoş geldin Safirciğim."

"Hoş buldum Keremciğim."

Hazer ikimize de tip tip baktı. Önüne dönüp sokak kapısından girdiğinde Kerem’le gülüşerek ayrıldık ve ben Hazer’in arkasından giderken o bahçede kaldı. Hazer üzerindekileri çıkarmış, merdivenlere ilerliyordu. Her şeyi o kapının dışında bırakarak onun arkasından parmak uçlarımda koştum. Hazer dönüp omzunun üzerinden bana bir bakış attı. Dudağımı ısırarak gözlerimi kırpıştırdığımda altdudağını yalayarak tekrar önüne döndü. Bir anlık, nereden geldiğini anlayamadığım bir istekle cebime uzanıp telefonu çıkardım ve kameraya girerek Hazer'i videoya almaya başladım. Neden yaptım bilmiyorum, sanırım ara ara açıp izlemek istiyordum.

Hazer birkaç adım önümden koridora çıktığında ışığı yaktı ve etraf aydınlandı. Telefonumla oynuyormuş gibi yapıyor, onu kayda aldığımı çaktırmıyordum. Hazer yatak odasının kapısını açıp içeri girdi ve aynı şekilde odanın da ışığını yaktı. Yatağının ucuna kadar ilerlediğinde ben de içeri girerek arkasından onu çektim ve sırıtarak ekrana baktım.

"N'apıyorsun sen?"

Telefonu acele etmeden, sakin şekilde yüzümün hizasından indirdim ama kayda devam ettim. Omzunun üzerinden bana dönmüş, elimdeki telefona bakıyordu. Bir an inkâr etmeyi düşündüm ama sonra bunun lüzumsuz olduğunu düşünerek, "Seni videoya alıyorum," dedim yumuşak bir sesle. "Hadi, bir şeyler yap."

Dudağının kenarını kıvırdı ve ben telefonu tekrardan kaldırarak onun yüzünü kadraja aldığımda ellerini belinin iki yanına koydu. "Ne yapmamı bekliyorsun bebeğim? Sağa mı kıvırayım sola mı?"

Yanaklarımdaki sıcaklığı hissederken kıkırdadım. "Bilmem. İçinden ne geliyorsa. Hatıra olsun."

Elini saçlarına atıp dalgalı saçlarını düzeltti. "Yakışıklı çıkıyor muyum?"

"Hayır."

Suratını astı. "Çekme o zaman."

Bir kez daha kıkırdadım, sayesinde sesli gülmeye alışmıştım. Kafamı iki yana salladığımda Hazer bak sen dercesine kaşlarını kaldırdı ve üzerime yürümeye başladı. Yakışıklı suratını, gri tişörtle kaplı göğsünü videoya alırken ben de duvara kadar gerileyerek ondan kaçtım. Hazer hiç etkilenmeden, gayet sakin şekilde üzerime gelmeye devam ederken sırtım duvarla bütünleşti ve yüzü kamerayı tamamen kapladı. Gözlerini tam kameraya odakladı ve ben ekrandan ona bakarken, "Seni seviyorum," diye fısıldadı her harfin üzerine basarak. Gözleri aşkla baktı. Sonra ekledi. "Hiç kimseyi sevmediğim kadar."

Ve kalbim patladı.

Kayıt kapandı.

Gözlerim ekrandan yavaşça yüzüne kaydığında Hazer de kameraya eğdiği başını kaldırarak benimle yüz yüze geldi. Bir şiir okurken takılıp kaldığım bize dize gibiydi gözleri. Beni sevdiğini elbette biliyordum ama bunu kelimelerle duymak paha biçilemezdi. Sesi kendinden o kadar emindi ki hiçbir ispata gerek kalmıyordu. "Gece Yarısı Güneşi'm, Mila..."

"Han..."

"Ne zaman yüzüne yaklaşsam Hazer değil de Han diyorsun," diye fısıldadı, nefesi yüzümü bir rüzgâr gibi okşadı. "Nefesin Hazer demeye yetmiyor mu?"

"Han..."

Gülümsedi. Nefes alıp verişlerimiz karşılıklı olarak hızlandı ve elini yavaşça yanağımda kaydırdı. Kendimde güç bulamayarak ellerimle tişörtünün uçlarına tutunduğumda Hazer'in başparmağı dudağımın üstünü okşadı. Kalp atışlarım hızlandı ve dudaklarım beklenti içinde aralandı. Aman Tanrım, bu neden bu kadar iyi hissettiriyordu? Hazer'in dudaklarından bir inleme döküldü ve başparmağı üstdudağımı çok yavaşça okşadı.

Gözlerim tekrar kapandı ve dudaklarımı son kez okşayıp elini yüzümden çekti. Ağzımı açıp bir şey diyemedim, nefesimi tuttum ve Hazer adım adım benden uzaklaştı. Bu duygu yoğunluğu, bu derin ihtiyaç, bunca arzu... vücudumun, benliğimin neresinde gizliydi? Başımı duvara yasladım ve kendime duyduğum hayretle gözlerimi yavaşça açtım. Han dolabın önündeydi ve kendine muhtemelen yeni bir tişört seçiyordu. Sırtımı duvardan ayırdım ve soğuk ellerimi yanaklarıma bastırarak odanın çıkışına ilerledim. Bu duyguları hazmetmem gerekiyordu ama düşündükçe daha da utanıyordum. Yüzümü serinletmek için koridordaki banyoya ilerlerken, "Güzelim?" diye seslendi.

"Geliyorum," diyerek ona bakamadan cevapladım ve banyonun kapısını açarak içeri sızdım. Aynanın önüne geçip kendime bakarken yüzüme birkaç kez su serptim. Elimin tersiyle yüzümden akan suyu silerken telefonum cebimde titredi ve elim cebime uzandı. Ekrana baktım.

Gönderen: 05*

Bana hâlâ bir yanıt vermedin.

Bu da nereden çıkmıştı? Yine Nazım'dı. Mesajı... En son attığı mesajı kastediyordu. Hissettiğim o güzel duyguları tek mesajla bozduğu için sinir olmuştum ve ilk kez ona yanıt yazdım.

Gönderilen: 05*

Ne istiyorsun benden?

Onunla bu şekilde mesajlaşmak bile yanlış bir şey yapıyormuşum gibi hissettiriyordu. Keşke hiç karşılaşmasaydık, bana karşı bir şeyler hissetmeseydi.

Gönderen: 05*

Benim için dans etmeni istiyorum. Eğer bunu kabul edersen Hazer'le ilgili belgeleri sana vereceğim ve ondan hiçbir şey istemeyeceğim. Benim için dans et.

Ekrana bakakaldım. Dans etmek, hem de başka bir erkek için... Bu asla yapacağımı düşündüğüm bir şey olamazdı. Tanrı aşkına, bu işe bulaşmamalıydım. Fakat... sadece birkaç dakika dans edip bu belayı Hazer'in başından da savurmak istemiyor değildim. Ona bir cevap vermeden telefonu cebime koydum ve gözlerimi kapattım. "Doğru olanı yap Mila, doğru olanı."

Banyodan çıktığımda Hazer'in salona indiğini fark ederek basamaklara yöneldim. Salonda sevdiğim o loş ortam vardı. Bacaklarını rahatça açmış, elindeki kadehi sallayarak düşünceli şekilde ileri bakıyordu. Son basamağı da indim ve yavaşça salona geçip ortasında durdum. Gözleri yavaşça yüzüme çıktığında oturuşunu düzeltti. Ellerimi sıkarak, "Nazım," dedim tek solukta. "Nazım bana mesaj attı."

Yüzü, ilerleyen saniyeler boyunca sabit kaldığında nefesimi tuttum. Bardağı tutan parmakları sıkılaşırken, "Ne zaman?" diye sordu, sesi bir anda korkunç derecede katılaşmıştı. "Ne yazdı?"

Tamam, bu konuşmayı sakin şekilde ilerletebilirdik. Genzimi temizleyerek alnımı ovaladım. "Seni aradığı gün... Birkaç dakika sonrasında bana mesaj gelmişti ya, oydu."

"Bu adam senin numaranı nereden biliyor?" Soruyu tüylerimi ürpertecek kadar yavaş şekilde sormuştu ama aramızdaki havanın gerginleştiğini hissediyordum. Ona doğru bir adım attım ve gözleri aniden açıldı. "Ona numaranı sen vermedin değil mi?"

"Meliha Hanım'dan almış sanırım," dedim.

Gözlerini yavaşça benden çekti ve elindeki kadehe dikerek başını salladı. "Sana ne yazdı?"

"Sana şantaj yapıyordu ya," dedim doğru kelimeleri seçmeye çalışarak. Sert şekilde yükselen omuzlarına bakıyordum. "Bunu ikimiz arasında halledebileceğimizi..."

"İkiniz mi?" diyerek bir anda yerinden fırladığında geriye doğru sıçradım. "Cesedimi çiğnemesi gerekir!"

Hiçbir şey demedim, susarak gözlerinin içine baktım, baktım, baktım... Hazer duruldu, bir adım kadar geriledi, gözlerini kırpıştırdı. Sessiz olmaktan başka ne yapacağım öğretilmemişti bana.

"Başka ne dedi Mila?"

Sesinin bir tık olsun daha anlayışlı olduğunu fark edip buna tutundum ve bakışlarımı ellerime indirdim. "Benden onun için dans etmemi istedi," dedim tek solukta ve sanki odada ölümcül bir sessizlik peyda oldu.

Bunun bir tartışmaya dönüşmesini istemiyordum, bu yüzden korkuyordum. Gözlerimi ağır çekimde yukarı kaldırdığımda tam yüzüme bakarken buldum onu. Üzerime bir adım attı ve sinirden kızaran yüzüne daha yakından bakmama sebep oldu. Sakinleşmek için sanırım derin bir nefes aldıktan sonra, "Senin dansın bir şantaj malzemesi değil," dedi her kelimeyi vurgulayarak. "Ve senin şahsi olarak, özel şekilde dans edebileceğin tek erkek de ben olabilirim. Öyle olmasa zaten sevgili olmazdık Mila. Rica ederim, bu meseleyi bana bırak ve o numarayı hemen şimdi engelle."

Bu gerginlik dolu anı en az hasarla atlatmak için itiraz etmeden başımı salladım. Hazer onu onayladığımı gördüğünde bana arkasını dönüp cama ilerledi ve kadehi dudaklarına götürüp kalan içkiyi tek dikişte bitirerek bardağı sertçe koltuğa fırlattı. Kadeh yumuşak koltuktan yavaşça kayıp yere düştü ve parkelerin üzerinde yuvarlanarak ufak sesler çıkardı. Hazer yumruklarını cama yaslayarak bahçeyi izledi.

Ne demem ne yapmam gerektiğini bilemeyerek kollarımı göğsümde kavuşturdum ve sessizce onu izledim. Bahçede bir koruma kalmıştı, Kerem'in sigara içtiğini görebiliyordum, siyah köpek de hemen dizinin dibindeydi. Tamam, bu meseleyi konuşup halletmiştim ama bundan sonrasında ne yapacağını merak ediyordum.

Biraz sonra camın önünden çekilip koltuğa oturduğunda kısa kısa attığım adımlarla yanına yaklaştım ve araladığı bacaklarının arasına girip sol dizine oturdum. İlerideki bakışları bana kaydığında ben de gözlerine bakıp elimi ensesine sardım. Yüzüne alçaldığımda nefesindeki o nane kokusunu duyumsadım, ne zaman sigara içse kokuyu temizlemesi için ağzına naneli şeker atıyordu. Hazer heyecanlanıp yutkunurken, "Dünyada bazı şeyler çok özeldir," dedim ve parmaklarımı dağınık saçlarının arasına karıştırdım. "Sen mesela, çok özelsin. Ben kimse için hissetmeyeceğim şeyleri sana hissediyorum ve yine senin için kimsenin uğruna yapmayacağım şeyleri yapabilirim."

Gözleri hayranlıkla büyüdü. "Birdenbire n’oldu da bana yürüyorsun?"

"Kanatlarım var benim, uçarım ben. Bak kanatlarıma."

Gülmemek için dudaklarını sıkıp başını salladı. "Tabii tabii, hemen omzundalar."

"Hı hı," dedim ve yaklaşıp erkek arkadaşımın şakağına dudaklarımı kondurdum. Hazer'in titrek soluğu boynuma çarptı. "Hazer?"

"Safir Mila?" İki ismimi birlikte çok nadir kullanırdı.

"Benim içimde, hiç farkında olmadığım duygularım varmış," dedim dizinde mayışırken. Dudak hamlelerim tenine değiyordu. Belimi okşuyor, saçlarımı parmağına kıvırıyordu. "İçimdeki her duygunun nazik, yumuşak, sakin olduğunu düşünürdüm. Fakat senden ve özellikle dün geceden sonra... içimde çok hırçın duyguların da olduğunu fark ettim. Seni en nazik, en içten duygularımla seviyorum ama elimi vücuduna koyduğumda... tenimin altında hırçın bir his uyanıyor sanki."

Beni ağır soluklarıyla, sakince dinledikten sonra, "Mila," dedi.

İçimden gelmişti ve ona bir şeyler söylemek istemiştim, güzel bir şeyler... Bu yüzden yüzümü hafifçe geriye çekip onunla göz teması kurduğumda Hazer büyülenmiş gibi başını koltuğun arkasına bırakıp kendini bana teslim etti. Elimi boynundan kaydırdım ve göğsü boyunca indirip dizine yerleştirdim. Hazer sert bir nefes alıp işaretparmağını sırtımda kaydırırken, "Ben sana mecburum bilemezsin," diye fısıldadım gözlerinin içine. "Adını mıh gibi aklımda tutuyorum, büyüdükçe büyüyor gözlerin..."

Gözleri kapandı ve dudaklarımda aşk dolu bir gülümseme çağladı. Elimin tersini yüzünden kaydırdım ve asırlarca onu tanıyormuşum gibi büyük bir güvenle saçlarımdaki eline uzandım. Elini tutup parmaklarımı parmaklarından geçirdim ve dizinden yavaşça kalktım. Hazer kaşlarını kaldırdı ama bir şey demedi. Ayağa kalkıp onu da beraberimde kaldırdım ve yavaşça merdivenlere sürükledim.

Koridora çıktığımızda beraber kaldığımız odanın kapısına kadar gelip aralık kapıdan içeri sızdık. Benim için yapmasını istediğim bir şey vardı, bu yüzden banyoya kadar ilerledik. Banyo kapısını açarken Hazer'in duraksadığını hissettim. "Doğru, bugün çok yorulduk," dedi, eli gevşedi. "Sen duşunu al... Ben aşağıda beklerim.”

"Beni yıkayabilir misin?"

Omzumun üzerinden ona dönüp gülümsediğimde Hazer söylediğime inanamayarak, "Affedersin," dedi. "Doğru mu duydum?"

Evet, doğru duymuştu. Yaralarımı, ona gösterebileceğimi düşünmüştüm. Ona güveniyordum. Tamam, çıplaklık zamanla aşacağım bir şeydi ama nasıl baktığını görüyordum; aptal değildim, bana âşıktı.

"Çok hazırlıksız yakalandım, bir saniye," dedi ve sonra derin nefesler alarak elini bir anda üzerindeki tişörte götürdüğünde şaşkınlıkla bakakaldım.

"Hazer?"

Tişörtü karnına kadar sıyırmışken bana baktı. "Ha?"

"Sen öyle kal," dedim mırıltıyla.

Gözlerini kırpıştırdı ve ardından elini hızla üzerinden çekip bakışlarını kaçırdı. "Haa, tabii, ben... Kafam karıştı heyecandan..."

Bir kez daha gülümsedim ve ardından onu banyo kapısından içeri çektim. Tüylerim ürperdi ve vücudum heyecan dalgasına kapıldı. Bu banyoyu en son paylaştığımızda bana çok özel bir şey söylemişti ve bunun bir söz olduğunu anlamıştım.

Artık üzemezler bebeğimi.

Banyonun loş ışıkları yandı ve cam kabinin önünde durduğumuzda ikimizin de soluğu bir an kesildi. Ona döndüm ve karşı karşıya geldiğimizde kendime bunu yapabileceğimi hatırlattım. İçimden gelmişti, taciz konusuyla alakalı bilmediği başka şeyin kalmasını istemiyordum. Hazer ağır ağır soluklanırken geriye doğru o son adımı da attım ve kabinin içine girdiğimde Hazer de o son adımı atarak kabine girdi. Sırtım siyah fayanslara yaslanana kadar geriledim ve Hazer de aynı şekilde üzerime yürüdüğünde sıcaklığıyla daha iyi hissettim.

Başımı sol tarafıma yatırdım ve o beklenti içinde bana bakarken kendimde o gücü bulmak adına derince nefeslendim. Onun karşısına hiç üstsüz çıkmamıştım, bu yüzden heyecanlıydım ama maksadım yaralarımı göstermekti, farklı şey değil. Hazer bir elini başımın yanından uzatıp fayanslara yasladı ve üzerime eğildi. Elini daha sıkı tutarak parmaklarımı bluzumun önündeki düğmelere götürdüm ve ilk düğmeyi açtım.

"Mila," dedi gözlerini gözlerimden ayırmamaya çalışarak.

"Sana anlatmadığım bir şey kaldı," dedim ve bluzumun bir düğmesini daha açtım.

Gözlerini kırpıştırıp başını salladığında düğmelerin kalanlarını da açtım ve böylelikle bluzun yakaları ayrılmış oldu. Hazer gözlerini gözlerimden ayırmıyordu. Başımı eğip vücuduma baktım ve ardından omuzlarımı geriye atarak bluzu kollarımdan sıyırdım. Bakışları vücuduma inmiyor olsa da soyunduğumun pekâlâ farkındaydı.

Başımı önüme eğdim, göğüslerimde görünen yara ve yanık izlerine baktım. Başımı yeniden kaldırdığımda onun hâlâ yalnızca suratıma baktığını görerek boşa çıkan ellerimi omuzlarına koydum. Kasıldı ve dudaklarını yalayarak, "Anlatacağın şeyin soyunmanla ne alakası var?" diye sordu, şaşırmış görünüyordu.

Kollarımı boynuna sardım ve cesaretle bir adım attığımda göğüslerim onun vücuduna bir yastık gibi yaslandı. Bununla beraber Hazer'in nefesi kesildi, omurgası dimdik oldu. Tişörtü ince olduğu için doğrudan göğsüne temas etmiş gibi hissettim ve Hazer'in bakışları beni yutarken, "Sana son kez kötü bir şeyden bahsedeceğim," diyerek ensesini okşadım. "Dinler misin?"

Kafası karışmış göründü ama başını salladı. Çıplak karnım ve göğüslerim onun sert vücuduna yaslı dururken uzanıp saçlarıma dokundu. O kötü, daima acıyla hatırlayacağım günden bahsetmek üzere dudaklarımı araladım.

"Hani sana, yıllarca taciz edildiğimi fark ettiğimde kendimi kirli hissettiğimi söylemiştim ya..." konuşurken dağıldım ve Hazer dudaklarını bir çocuk gibi büktü. "Ben de temizlenmek için banyo yapmaya karar vermiştim. Çocukça bir düşünceydi ama avutulmaya, teselliye ihtiyacım vardı. Şimdi düşündüğümde kendime zarar vermemin bir gereği olmadığının farkındayım ama o zaman... on üç yaşındayken sadece temiz olmak istiyordum."

"Tertemizsin," dedi kaşlarını çatarak. "Şunu söyleyip durma Allah aşkına!"

"O zaman öyle hissetmiyordum işte," dedim duygusal bir sesle. "Okuldan ağlayarak gelmiş, kendimi banyoya atmıştım. Suyu açtım ve sandım ki... ne kadar sıcak suyla yıkanırsam o kadar çok temiz olurum. Nasıl kandırmışım kendimi... Nasıl avutmaya çalışmışım kalbimi... Keşke öyle olsaydı ama olmadı Hazer. Su sıcacık oldu, kaynayıp vücuduma aktı ama ne yazık ki bana temizlenmiş hissettirmedi. Sadece... tenimi yaktı..."

O kilitlenmiş bana bakarken, "Müsaade et," dedim ve uzanıp saçlarımdaki elini kavradım. Dayanamadım, önce elinin üzerine bir öpücük kondurdum ve sonra elini boynumdan yavaşça göğüslerime kaydırdım. Parmak uçları sutyenimin yukarısında kalan yanık izlerine denk geldiğinde tenimdeki o kabartıyı hissedip irkildi ve gözlerini göğüslerime indirdi.

Bakışlarının beni nasıl da yüreğimden vurduğunu kelimelerle anlatmam mümkün değildi. Tek bakışıyla oturup ağlamak istemiştim.

Parmakları o yaralara ürkekçe dokundu ve o anlatılmaz, izahı edilemez bakışlarıyla göğüslerime baktı. "Yıkanıyorum, yıkanıyorum ama temizlenemiyorum," dedim ve o an, onun bakışıyla verdiği acıyı ben bu cümleyle ona verdim. "Ama sen yıkarsan... çünkü sensin yani, anlatmaya gerek yok bunu... sen yıkarsan tertemiz hissederim."

"Susmanı söylemek istemiyorum ama Mila... Bu kadar acı verici konuşma," dedi. Parçalanmıştı sanki dudakları kelimelerin ağırlığıyla. Parmakları acıtmaktan korkarak göğüslerimin arasına sokuldu ve titreyen altdudağını ağzının içine alıp sertçe ısırdı. Parmaklarının hem tenimi hem de kalbimi tuttuğunu hissettim. "On üç yaşındaki bir kız için çok ağır bu yanıklar Mila," dedi. Mecali kalmamış gibiydi.

Bir elimle gözlerimi silerek göğsümdeki irili ufaklı yanıklara baktım. Sutyenimin altında kalanlar da vardı ama utanıyordum göstermeye. "Öyle ama... Ruhen hissettiğim acı öyle büyüktü ki fiziksel acı bunun üzerine çıkamadı. Çocukça bir delilikti yaptığım ama... fayda etmedi."

Yüzünü göğüslerime indirdi ve titreyen dudakları sağ göğsümün üzerinden başlayarak minik öpücükler bıraktı. Bana acı veren bu yanıkların günün birinde beni mutlu eden bir anıya ortak olacağını hiç düşünmezdim. Dudakları o kadar yumuşak şekilde yanıklara dokundu ki tüyden farksızdı. Boynuma minik öpücükler bırakarak tekrar benimle yüz yüze geldi ve yüzümü avuçlarının arasına aldı.

"Hazer," dedim.

"Söyle bana Mila, nasıl dururum onu öldürmeden?"

Ah hayır, bu değildi konuşmak istediğim. Öfkeden ve nefretten değil, acı ve şifadan konuşmak istiyordum. Fakat bu gözleri, bu yanan bakışları, yüreğinden taşan nefreti tanıyordum.

"Bizim için... Yakın gelecekteki mutluluğumuz için öldürmeyeceksin onu Hazer. Ellerinde kan görmek istemiyorum, bu... kahreder beni! Biliyorum, öç almayı seviyorsun ama mutluluğumuzu alınacak bir öce feda etmeyeceksin değil mi?"

Bakışlarını kaçırdı.

"Han..."

"Dur," dedi sesi titreyerek. "Yıkayayım seni."

Başımı salladım ve tişörtünün yakasını tuttuğumda Hazer arkamda kalan suya uzandı. Birkaç saniye sonra başımdan aşağı sular döküldü ve Hazer gözlerime baktı. Ben... hep onun bıraktığı yerdeydim çünkü benim gözlerimde onun gözlerinden ötesi yoktu.

Hazer üzerindeki tişörtün uçlarına uzandığında hiçbir şey diyemedim. Tişörtü başından çekip çıkardı ve ardından fayansın içindeki gözden duş jelini aldı. Duş jelini tişörtün üzerine sıktı ve suyun da sayesinde jel köpürdü. Meraklı şekilde onu izliyordum. Kafasını kaldırıp gözlerimin peşine düştü ve tişörtünü yavaşça göğsümün üzerine koyup yanıklarımı yıkadı. Sıcak suyun altında gevşedim ve gülümseyerek çıplak gövdesine baktım. Omuzları... başımı yasladığımda hissettiğim gibi genişti ve köprücükkemiklerinde çok güzel görünen çiller vardı. Hayranlıkla dudaklarım kıvrıldı ve Hazer tişörtünü göğüslerimde dolaştırırken bakışlarıyla da vücudumun hakkından geldi. Asla kaba olmayan, çelimsiz de diyemeyeceğim bir vücudu vardı. Kütle kütle kasları yoktu, zarif bir fiziği vardı ve oldukça fit görünüyordu. Dudaklarımı yaladım ve daha aşağı bakmaya çekinip tekrardan köprücükkemiğindeki çilleri izlemeye koyuldum.

"Bu yanıklardan... başka yerinde var mı Mila?" diye sorarken gözleriyle de vücudumu dikkatle incelendi.

Evet, karnımın aşağısında, kasıklarımda da biraz vardı ama onu gösteremezdim. Henüz o kadar değil, utanırdım. "Var," diye kabul ettim ve ekledim. "Karnımın aşağısında."

Yüzü benim yüzümün biraz yukarısında kalıyordu, bu yüzden bana doğru eğilen oydu. Su ve köpükler beyaz cildimin üzerinden akarken, "Bebek gibisin," dedi gerdanıma bakarak. "Sana sürekli güzel şeyler söyleyesim geliyor, ne yapacağım ben böyle?"

"Ben de sana güzel şeyler söylerim," dedim elimi arkamdaki fayanslara yaslayarak. O da tepeden tırnağa ıslanmıştı, su damlaları hışımla göğsünden akıyordu. "Ödeşmiş oluruz."

Elindeki tişörtü omzumdan arkaya kaydırarak ensemi ovaladığında göğüslerimiz tekrar birbirine yaslandı ve bu ikimizin de derin bir nefes çekmesine sebep oldu. "Söyle bakayım bana güzel bir şey," dedi dudaklarını alnıma yaslayarak.

"Üç günlük ömrün kalmış olsa... ben dört gün yaşayamam Hazer."

Beni yıkayan eli durdu ve dudakları titreyerek şakağıma sokuldu. "Mila, Mila, Mila..."

Ona romantik bir şey söylediğim için utanarak yanağımı omzuna yasladım. Hazer kolunu belime sarıp ona yaslanmama müsaade etti ve elini sırtımda kaydırdı. Dakikalar boyunca usul usul beni yıkadı ve su başımızdan akıp beni mayıştırdı. Yorucu bir gündü, uykum gelmişti ama huzurluydum. Esnedim ve Hazer sırtımı da yıkamayı bıraktığında benden hafifçe uzaklaştı. "Sen zaten tertemizsin ama... şimdi daha temiz hissediyor musun?"

Gülümsedim. "Çok!"

Derin bir nefes alıp eğildi ve tişörtü yere bakıp doğrulduktan sonra kollarımdan tuttu. Yüzünü yüzüme yaklaştırarak, "Artık üzemezler bebeğimi," dedi ve başımızdan akan suyun altında bakışları dudaklarıma çekildi.

İkimizin de nefesleri titredi, gözlerimizde aynı duygu büyüdü ve Hazer izin ister gibi bana baktı. Heyecanlandım ve ben de ellerimi onun göğsüne koyduğumda kalp atışları bir gök gürültüsü gibi gümbürdedi. Hevesle başımı salladığımda derin bir nefes çekerek usulca mesafemizi kapattı. Mesafenin usulca kapandığı bu anı her nedense çok seviyordum. Kavuşmamızın heyecanıyla artan kalp atışlarımızı da...

Dudakları bir günün ardından usulca iki dudağımın arasına yerleştiğinde boğazımdan bir iç çekiş koptu. Tanıdık tat ve koku ağzımın içine yayıldı, kalın dudakları yumuşacıktı. Başım döndü, yer ayaklarımın altından kaydı ve Hazer ilk kez sertçe değil, nazikçe dudaklarımdan öptü.

Dudakları, öpücüğü kadar sakince benden uzaklaştığında içimde yarım kalmış bir his oluştu ve ihtiyaçla dudaklarına bakmaya devam ettim. Yutkunduğunda âdemelması titredi ve başımı alıp sakince omzuna yasladı. Kollarımı belinin etrafından geçirip sırtında birleştirdim ve gözlerimi kapattım.

Az sonra Hazer elimden tuttu, beni dışarı çekip banyodan çıkardı. Beraber odaya geçtiğimizde hâlâ sutyenimle olduğum için çekindim ve bakışlarımı yere diktim. Hazer ıslak saçlarımı omuzlarıma atarak, "Çok uzun bir gündü," dedi. "Üzerini giyip gel de uyuyalım."

Tabii, kıyafetlerimin bir kısmı misafir odasındaydı. "Hemen dönerim," diyerek ona arkamı döndüm.

Misafir odasına geçtiğimde ışığı yaktım ve dolaba yürüdüm. Duygu yoğunluğundan dizlerim titriyordu. Dolabın karşısına geçip kapakları açtım ve neredeyse her gece giydiğim son derece kapalı pijama takımına baktım. Hazer'in aldığı beyaz, uzun kollu pijama takımıydı ama havalar ısındığı için beni terletiyordu. Bu yüzden dolabı karıştırdım ve şort, askılı pijama takımına elimi uzattım. Biraz açıktı ama... o da Hazer'di.

Üzerimdekileri çıkarıp önce iç çamaşırı giydim ve bunu yaparken göğsümdeki yaralar ilk kez bana kötü şeyleri hatırlatmadı. Gülerek çamaşırlarımın üzerine beyaz, saten gecelik takımını giydim ve aynanın karşısında kendime baktım. Şort ve kısa kolludan oluşan bir takımdı. Şortumun uçlarını aşağı çekiştirerek parmak uçlarımla odadan çıktım ve koridor boyu koşup aralık kapıdan içeri sızdım. Kapıyı arkamdan kapatıp yatağa ilerlerken Hazer'in çoktan yatağa girdiğini gördüm. Siyah çarşafı beline kadar örtmüştü ve görebildiğim kadarıyla siyah tişörtü vardı. Başını yastığa koymuş, yanına ilerleyişimi izliyordu. Bakışları tepeden tırnağa beni süzdü ve alıştığım gibi bacaklarımda daha fazla oyalandı, kalçamdan aşağısını birkaç kez turladı. Yatağa ulaşıp çarşafı kaldırdım ve yatağın boş kısmına yerleştiğimde nihayet yüzüme baktı. Başımı yastığa bırakırken espri yaptım. "Bir yüzüm olduğunu hatırladın demek."

Yüzü kızardı ve yatakta yan dönüp yanağını yastığa iyice yerleştirdikten sonra, "Erkek arkadaşını utandırmamalısın," dedi.

Uzanıp siyah saten çarşafı omuzlarıma kadar örttükten sonra elinin birini içeri kaydırdı ve kalçamın az altından tutarak beni kendine çekti. Elini bacağımda bu kadar baskın ve sıcak şekilde hissedince başımı önüme eğdim. Hemen heyecanlanmıştı kalbim. "Rahatsız oluyor musun... sana bu şekilde dokunduğumda?"

Zamanla birbirimize alışmıştık, artık böyle dokunuşlar sadece heyecanlanmama sebep oluyordu. "Hayır hayatım... Dedim ya Hazer, sen bana hiç kötü bir şey hatırlatmıyorsun. Bu yüzden daha sorma olur mu beni rahatsız edip etmediğini."

Dayanamayıp bir elimi ensesine doladım. Hazer memnuniyet duyarak bir şeyler mırıldanırken elimin altındaki yarayı hissettim.

"Hazer," dedim, ismi bir ihtiyaçla döküldü dudaklarımdan.

"Mi amor?"

Gülümsedim ve ayışığının dolduğu odamızda ona sarılarak gözlerimi yumdum. Benim yüzüm onun çenesinde, onun yüzüyse benim başımın üzerinde kalıyordu. "Bana bu yaranın nasıl oluştuğundan bahseder misin?" diye rica ettim. "Bak, ben sana gösterdim, anlattım nasıl olduğunu. Belki ben de senin yaranı acı bir hatıradan güzel bir anıya dönüştürebilirim."

"Yaparsın sen," dedi. "Sen bana her şeyi yaparsın."

Bu cümleyle neyi kastettiğini anlamam, düşünmem gerekiyordu. "Babamdan sevgi dilenirken oldu," dedi. Sesi sabitti ama hüznünü hissetmiştim. Gözlerinin nerede olduğunu merak ettim ve ne gördüğünü. "Bir gün babamı kandırdım, ilgisini ve sevgisini görmek için. Küçücük çocuğum daha, aklıma nereden geldi bilmem ama yapıverdim işte. Gidip mutfakta koluma salça sürdüm, babama da kan deyip onu kandırmaya çalıştım. Kocaman salça orada, nasıl görmesin, anladı tabii... Bana bir bakışı vardı, asla unutmam. Sonrasında zaten hiç mi utanmıyorsun diyerek suratıma yapıştırdı bir tane. Nasıl vurduysa, düşüp kafamı basamağa çarpmışım... Cidden, nasıl utanmamışım sevgi istemekten, sevgi istenir mi ki hiç..." Birkaç saniye sustu, alay eder gibi güldü. "İşte bu yara o basamağa savrulduğumda oldu."

Ona susmasını söylemek istemiyordum ama anlattıkları bana acı veriyordu. O daha küçücük bir çocukken nasıl sevgisiz hissediyordu ki bunu yapma ihtiyacı hissetmişti? O anlatıp hafifledi ama benim kalbim ağırlaştı. "Seni çok seviyorum," dedim içtenlikle. "Hiç üzülme olur mu? Babana acıyorum, seni kaybetmiş... Çok affedersin ama düpedüz saçmalık bu! İnsan nasıl kaybeder seni, nasıl?"

Beni sıkıca sarmasına rağmen her dokunuşunda bir tedirginlik vardı ürkerim diye. Onun nazik kalbine sarılmak istedim ve Hazer anlamış gibi bu isteğimin yerine getirerek daha sıkı sarıldı bana. Ve gülümsedi, bu gece bir yarayı ardında bırakarak.

"Ve işte sayende kötü bir hatıra güzel bir anıya dönüştü."

Sayende acı bir zehirden tatlı bir şerbete dönüştü hayat.

🌓

Bugün Kerem’le babamın mezarına gittik, başında durup dua ettik. Babamın toprağının yanına iki çiçek diktik, yağmur ve güneşle büyüyeceğini umut ettim. Babama yaşadıklarımı anlattım ve şunu dedim: Baba, kızın âşıkoldu.

Mezarlıktan ayrılıp eve geldiğimizdeyse yemek yemiştik ve şimdi de Kerem’le kiraz yeme yarışması yapıyorduk. Bahçedeydik, çimenlerin üzerine oturmuştuk ve ikimiz de eşit sayıda bölüştüğümüz kirazları bitirmeye çalışıyorduk. İkimizin de ağzının etrafı kıpkırmızı olmuştu ve ben kıkırdarken Kerem homurdanıyordu.

Hazer işyerindeydi, her zamanki saatinde gitmişti ve bahçedeki iki koruma Kerem'den duyduğuma göre hastanedeydi. Hüseyin'in başında nöbet tutuyorlardı. Babamın mezarına gitmeden önce sahafa da gitmiş, yarın işbaşı yapacağımı konuşmuştuk. Ayrıca evime de uğramıştım, çiçeklerimi sulamış, Hazer'in benim için diktiği çiçeğin büyüdüğünü gördüğümde dans etmiştim. Bacağım kırıldığından beri günlerimi Hazer'in evinde geçiriyordum ama sanırım artık eve dönme vaktim gelmişti.

Kerem hâlâ mutsuzdu, ona Leyla ile konuşabileceğimi söylemiştim ama reddetmişti. Leyla'yı sevse bile ihanetini görmezden gelemeyeceğini söylemişti ama içimden bir ses bu meselenin içinde başka şeylerin olduğunu söylüyordu.

Kirazı yiyerek çekirdeğini ağzımdan çıkardım ve suyun üzerime damlamaması için peçete kullandım. Bugün krem renkli askılı bir bluzla, sütlü kahve renginde bir etek giymiştim ve hava serin olduğu için dışarı çıkmadan önce üzerime ince, salaş bir hırka atmıştım. Eteğim uzun değildi ama kısa da sayılmazdı. Bu sıralar kıyafet konusunda daha özgür ve cesurdum, sanırım bu bir şeyleri aşmam ve çok mutlu olmamla alakalıydı.

Kerem'in önündeki kâseye baktım ve onun daha üç kirazı olduğunu görüp hızla kendi kasemdeki son kirazı aldım. Yiyerek çekirdeğini attıktan sonra yerimden fırlayıp mutlulukla bağırdım. "Ben kazandım, ben kazandım!"

Kerem kirazın çekirdeğini bıraktı ve önüne dönüp mızmızca konuştu. "Aşkta da kaybettim, oyunda da..."

"Yaa Kerem," diyerek omuzlarımı düşürdüm ve yaşadığım abartılı sevinçten utanarak üzgün yüzüne baktım. "Üzülme, bir daha oynayalım istersen."

Omuzlarını silkip yüzünü bana çevirdi. Üzerinde beyaz bir tişörtle keten pantolon vardı. Sıkılmayayım diye Hazer onu hep yanımda bırakıyordu. Gözlerini kısarak, "Üç kere inek gibi mölersen barışım," dedi.

Bir anda gülmeye başladım ve Kerem bana göz kırptığında utandığımı hissettim. Onun gibi bir arkadaşa sahip olduğum için mutluydum. Tam da mölemek için dudaklarımı aralamıştım ki eteğimin arka cebine koyduğum telefonuma mesaj bildirimi düştü ve heyecanla kalbim tekledi.

Gönderen: Sadece Hazer ♡

N'aber?

Gönderilen: Sadece Hazer ♡

Kerem’le oyun oynadık, kazandım. Galibiyetimin haklı sevincini yaşıyorum. Senden n'aber?

Kerem'in telefonunu çıkarıp bakındığını, “Mecburum ama sana dönemem Leyla,” diye mırıldandığını duydum. Bu aralar evden sürekli bu şarkı yankılanıyordu. Yok, en iyisi Leyla’yla konuşmaktı. Ben Hazer'den cevap beklerken Kerem başını kaldırıp bana baktı. "Hazer Bey mesaj attı."

"Aaa." Benden hemen sonra Kerem'e mesaj atmasına şaşırdım ve Kerem o mesajı açarken, "Bana bir şarkı yollamış," diyerek hayretle mırıldandı. Eğilip telefon ekranına baktım ve aynı anda Hazer'in Kerem'e gönderdiği şarkı videosu açıldı. “Ağlama” isimli bir şarkıydı.

Oyunu kaybettiğini bildiği için bunu göndermişti... Kerem şarkıyı açarken ben kahkaha atmaya başladım. Ah, Hazer. Takılıyordu Kerem'e. Başını çevirip bana baktı ve kaşlarını çattı. "Kazandığını hemen yetiştirdin mi? Siz iki sevgili benimle dalga geçmeye utanmıyor musunuz?"

Kafamı iki yana salladım. "Biraz utandım ama eğlendim."

"Görürsünüz siz," dedi gözlerini kısıp, hemen YouTube'a girdi ve ben gülmeye devam ederken Hazer'e “Ankara'nın Bağları” şarkısını yollayarak sırıttı. "Bu şarkı çaldığında Hazer oynamamak için zor duruyor," diye bilgilendirdi beni.

"Ne?" Gülmeye devam ederken doğruldum ve telefonumun titremesiyle heyecan içinde gelen mesaja baktım.

Gönderen: Sadece Hazer ♡

Sinirlendim. Bana fotoğraf gönder.

Kerem'in mesajını alıp sinirlenmiş olmalıydı. Gülümseyerek eve girdim ve salondaki koltuğa otururken kameraya girdim. Madem istiyordu, tabii ki gönderirdim. Gözlerimi kıstım ve tereddütle saçımdaki kurdeleye uzandım. Beyaz kurdeleyi çıkarıp dizime koydum ve kendimi değil, çıplak bacağım üzerindeki kurdeleyi fotoğraflayarak Hazer'e gönderdim. Beklediği bu değildi ama muziplik yapmak istemiştim.

Gönderen: Sadece Hazer ♡

Çok tatlısın :) Geldiğimde seni bir yere götürmek istiyordum, hazır ol.

Heyecanlandım ve koşarak üst kata çıktım. Gelmesine az kalmıştı, şimdiden hazırlanmalıydım. Acaba nereye gidecektik, ne giymeliydim? Eteğimle rahat edemeyeceğimi düşünerek bir pantolon giyindim, üstümü değişmedim. Saçlarımdaki kurdeleyi düzeltip dudaklarıma ruj sürerken kapı sesini duydum, Hazer’in geldiğini anladığımda gözlerimin parladığını aynadan gördüm.

“Mila?” diye seslenerek koridora çıktığında kıkırdayıp kapıya baktım. Çok geçmeden odasının kapısı kapandı, sanırım o da üstünü değişecekti. İşim bittiğinde odadan çıktım, kararsız kalıp odasının kapısına baktıktan sonra alt kata inmeye karar verdim. Koltukta oturup onu beklemeye başladım. Çok beklememe gerek kalmamıştı, adım sesleri koridordan yine duyuldu ve merdivende göründü.

Son basamağı da indiğinde gözlerim aheste bir şekilde üzerinde dolaştı. Gri renkli, yuvarlak yaka bir tişörtle koyu kot pantolon giymişti ve parfümünün kokusu geliyordu. Hazer'in parfümleri ağır değildi; erkeksiydi ve ona yakışıyordu. O evde olmadığında bazen parfümlerini koklardım.

Yanıma gelene kadar onu izledim ve Hazer önümde durduğunda yavaşça doğruldum. Elini yavaşça belime koyup beni kendine çekti ve yüzüme uzun uzun bakarken, “Merhaba,” dedi.

Dudaklarımı kıvırıp tereddütle alnındaki saçlara uzandım ve onları yavaşça arkaya ittim. "Merhaba,” dedim kibar şekilde. "Hazırım, nereye gideceğiz?"

"Görüyorum," dedi. Hazır olduğumu söylediğimde hep verdiği cevaptı bu. Nereye gideceğimizi söylememişti, sanırım bir sürprizdi. Israr etmedim, nereye gittiğimin bir önemi yoktu yol boyunca onu izleyeceksem. Başımı salladığımda saçlarımdaki elimi tutup dudaklarına götürdü ve beni avuçiçimden öptü. O an, Keşke… diye düşündüm. Keşke bu elimi bir yumruk yapıp öpücüğü yıllarca saklasam.

Bunu düşünüp içtenlikle gülümsedim ve elini tutup onunla kapıya yürüdüm. Portmantodan alacağımızı alarak evden ayrıldık ve bahçede bir süre durup Kerem'e baktık, hâlâ telefonla konuşuyordu. Onun için bir şeyler yapma ihtiyacıyla kıvranırken, "Gel," diye mırıldandı Hazer ve ben dışarıya çıkacağımızı düşünürken beni garaja yönlendirdi.

Evin yanındaki garaja yürürken, "Araban dışarıda," dedim şaşırarak. "Garaja neden gidiyoruz?"

"Arabamız," dedi ve sonra garajın kepenklerini kaldırdı. Gözlerimi kırpıştırıp onunla garaja girdiğimde Hazer'in diğer arabasını gördüm; bu arabayı nadiren kullanırdı.

"Burada ne yapıyoruz?"

"Hiç motora bindin mi?"

"Hayır," derken Hazer'in bakışlarını takip ettim ve garajın en dibinde duran, duvara yaslı motora bakakaldım. Bu garaja hiç girmemiştim, üstünkörü bakmıştım ve bu yüzden motoru hiç görmemiştim. Hazer motoruna yaklaşıp cebinden bir anahtar çıkardı ve bana döndü.

"Motorla mı gideceğiz?"

Motorun koltuğunda duran kaskı alıp bana doğru uzanırken, "Bebeğim isterse," dedi yumuşak bir sesle.

Heyecanla zıpladım. "Si si!"

Göz kırptı ve ardından kaskı yavaşça başıma geçirdi. Kaskın ağırlığına alışmaya çalışırken Hazer saçlarımı düzeltti ve ardından motoruna yerleşti. Simsiyah, çok kaba görünmeyen bir motordu ama ufak da sayılmazdı. Gördüğüm kadarıyla bu da arabasıyla aynı markaydı. Hazer koltuğuna iyice yerleşti ve elleriyle motor direksiyonunu tutarak, "Arkama yerleş," dedi. "Ve bana çok sıkı tutun tamam mı?"

Onunla yaşayacağım yeni bir deneyim olduğu için heyecanlanıp motora yaklaştım ve kaldırıp sol bacağımı motorun diğer tarafına atarak arkasına yerleştim. Dediği gibi kollarımı onun beline sararak gövdemi sırtına yasladım ve ellerimi karnında birleştirdim. Başka kask yoktu ve itiraz etsem de kaskı onun takmayacağını biliyordum.

"Hazır mısın?"

"Evet hayatım. Hadi lütfen, heyecanlandım."

Gülümsediğini hayal ettim ve bu hayalle yaşarken motorun sesini duydum. Gözlerimi kapatıp heyecanla atağını bekledim ve saniyeler içinde tekerleklerin döndüğünü hissettim. Motor ileri fırladı ve garajdan çıktı. Gözlerimi açtım ve bahçe kapısından çıkarken Kerem'in bize el salladığını gördüm.

Sokağa çıktık ve Hazer daha da hızlanıp gaza yüklendiğinde yüzüme vuran rüzgârı hissedip hoşnut oldum. Akşam güneşinden ziyade püfür püfür esen bir rüzgâr vardı ve açıklamayacağım kadar iyi hissetmiştim. Çok hızlı kullanmıyordu ama yeterince heyecanlıydı.

Dakikalar sonra Hazer motoru dar bir İstanbul sokağında yavaşlattı ve meraklı gözlerim etrafta dolaştı. Cadde arası, birkaç mekânın olduğu bir sokaktı. Yol boyunca bu deneyimin tadını çıkarmış, her fırsatta ona daha sıkı sarılmıştım. Hazer motoru kenarına çektiğinde, "Nereye geldik?" diye sordum

"Az daha bekle lütfen."

Başımı salladığımda Hazer indi. Ben de onu takiben bacaklarımı sağ tarafa atıp ayaklarımı yere bastım. Yaklaşıp başımdan kaskı yavaşça çıkardı ve motorun üzerine bıraktı. "Harikaydı, teşekkür ederim," dedim.

Kask yüzünden dağılmış saçlarımı kibar şekilde düzelttikten sonra benim kadar heyecanla gülümseyip elimden tuttu. "Senin bana yaşattıklarının yanında hiçbir şey," dedi duygulu sesiyle.

Motoru gerimizde bırakıp sokağın karşısına geçtiğimizde etraftaki karanlıktan ve insanlardan ürkerek ona yaslandım. Gençlerin takıldığı mekânlarla dolu bir sokaktı ve bazılarından canlı müzik sesi geliyordu. Sokağın sonuna kadar ilerleyip birkaç basamak çıktık. Önümüze çıkan siyah kapıyı açtı. Beraber içeri girerken, "Burası çok basık bir yer," dedim kasvetten rahatsızlık duyarak.

"Merak etme, özellikle bizden başka kimsenin olmamasını rica ettim arkadaştan."

Elimi sıktı ve basamağın sonunda düz bir koridora çıktık. Burası da aşağısı gibi basık, kasvetliydi. Birkaç adımda koridor sonundaki kapısı kapalı odaya ilerledi ve kapıyı tıklattıktan sonra yavaşça açtı. Omzunun üzerinden içeri baktım ve buranın daha önce hiç görmediğim tarzda bir yer olduğunu anladım.

Her tarafı dövmelerle kaplı adamın bir dövme sanatçısı olduğunu tahmin ediyordum. Yutkundum. Hazer büyük bir adımla içeri girdiğinde genç adam oturduğu sandalyeden kalkarak Hazer'e yaklaştı.  "Selam."

"Selam."

Hazer'in omzunun arkasında kalıp, onlar birkaç şey konuşurken ilgiyle etrafı izledim. Duvarda geniş, uzun bir ayna vardı ve aynanın tam karşısında muayene yatağını andıran bir yatak duruyordu. Kısık sesli, benim pek tarzım olmayan bir parça çaldığını duydum.

"Safir..." Hazer'in sesini ayırt edebildiğimde başımı önüme çevirdim. Adam epey zayıf, sakallıydı ve yüzünde sayısız hızma vardı; neredeyse görünebilen her yerindeyse dövme. Kendisi de bana başını sallayıp Hazer'in omzunu sıktı.

"Kız arkadaşına mı dövme yapacağız?"

"Hayır," dedi Hazer, kaşlarını çattığını gördüm. "Bana yapacaksın, konuştuk zaten telefonda."

Dövme mi yaptıracaktı? Bunun şaşkınlığını yaşarken Hazer birkaç adım atıp bu uzun, yatsı şeklindeki koltuğa oturdu ve bana dönüp elleriyle belimi sardı. Genç adam arkamızda kalmış, muhtemelen dövme için kullanacağı bir şeylerle ilgileniyordu. Ellerimi onun omuzlarına yaslayıp gözlerine aynı şaşkınlıkla bakmaya devam ettim. "Dövme yaptırmak istediğini bilmiyordum."

Çenesini karnıma yasladı ve düşünceli gözlerle bana baktı. "Dövme pek tarzım olan bir şey değil Mila, daha genç yaşlarımda bile heves etmedim."

Omuzlarını okşayıp, "Sen hâlâ gençsin aşkım," dedim.

"Sen benden çok daha gençsin ama," diye huysuzlandı yanaklarını şişirerek.

"Ve sen de senden daha genç olan bu kızın ilgisini çeken terk erkeksin."

"Mila," dedi sessizce. Alnını karnıma sürttü ve beni utandırmamak adına bu konu hakkında bir şey demeden, "Dövmelere karşı hâlâ bir ilgim yok," diyerek devam etti fısıltıyla. "Fakat aklıma bir şey geldi ve ömrümde bir kez dövme yaptıracaksam bunun bir şekilde sana duyduğum aşkla ilgili olmasını istedim."

Gözlerimi kırpıştırarak, "Dövmeler benim de ilgi alanlarıma girmiyor," dedim. Gözlerinin içine hayranlıkla baktım. "Senin duygularının kanıta ihtiyacı yok. Rica ederim, canını acıtma. İçinden gelmesini anlıyorum ama bu benim mahcup olacağım bir jest."

"Susmanı söylerdim ama sana hiç kıyamıyorum biliyor musun?" diyerek karnımın üzerine bir öpücük kondurdu. "Susmanı söyleyemem ama böyle yersiz yere mahcup olduğunda kızıyorum sana. İçimden geldi Mila, yapacağım."

Madem öyle, yanında olup elini tutardım. "Peki ne yaptıracağını söyler misin?"

Sırıttı. "Bittiğinde görürsün."

"Hey." Kıkırdadım. "Neden sırıtıyorsun?"

"Çok tatlısın, ısırayım mı seni?"

Kızarıp kafasını karnıma yasladım ve içim titreyerek gülümsedim. Az sonra genç arkadaş bize yaklaştığında Hazer hemen yanındaki koltuğa oturmamı rica etti ve ben koltuğa oturup elini tuttuğumda Han da üzerindeki tişörtü çıkarttı.

Genç arkadaş Hazer'i yönlendirdi ve Hazer bunun üzerine muayene koltuğuna benzeyen yere yüzüstü uzanıp tişörtünü dizlerime bıraktı. Tişörtünü özenle katlayıp tekrar elini kavradım. Dövmeyi omzunun hemen arkasına yaptıracaktı ve bitirene kadar görmeyeceğim çok açıktı. Hazer yanağını koltuğa yaslayıp bana döndü ve genç adam dövmeyi yapmak üzere omzuna eğildi.

Dövmeci arkadaş Hazer'e birkaç şey dedikten sonra dövmeyi yapmaya başladığında sanki benim de omzum acımaya başladı. Hazer'in elini daha sıkı tutup sandalyemi biraz daha kendisine çektim ve yüzümü yüzüne yaklaştırdım. Kaşlarını hafifçe çatmıştı ama sızlanmıyordu. Hayatında ilk kez dövme yaptırıyordu, heyecanlı olmalıydı, ben de gergin ve heyecanlıydım. Ne yaptırdığını merak ediyordum ama ne yaptırırsa yaptırsın bunu aşkımızdan ilham alarak yaptırdığını bilecektim.

İlerleyen dakikalar boyunca ikimiz de sessiz kaldık. Bir elimle yüzündeki teri siliyor, diğer elimle elini sıkıca tutuyordum. O da gözlerini benden ayırmıyor, dövmenin bedenine verdiği acıyı sanki bana bakarak azaltıyordu. Dövmeyi yapan genç adam ara ara Hazer'i oyalamak için bir şeyler sordu ve Hazer de kibarca ona cevap verdi.

Şakağından akan sıcak teri silerken yüzümü buruşturarak ona eğildim ve doğruyu söylemesini umut ederek sordum: "Acıyor mu?"

Parmaklarını parmaklarımdan geçirirken, "İğneyi hissediyorum tabii ama acıyor diyemem," dedi, samimi görünüyordu.

"Bitti dostum."

Genç adamın sesini duyduğumda başımı yukarıya çevirdim ve onun cihazı kenara bırakıp Hazer'e gülümsediğini gördüm. Görmek için sabırsızlanıyordum. Hazer yüzünü çevirip ona baktıktan sonra, "Teşekkür ederim," dedi. Minnetle başını salladı. "Doğrulabilir miyim?"

"İyi hissediyorsan tabii ki."

Genç adam ikimize de bir bakış atarak cihazla odanın diğer tarafına gittiğinde Hazer doğrulup bacaklarını sarkıttı ve bana döndü. Bakışlarımı azıcık yana kaydırıp görebilirdim ama sanki ondan izin bekliyordum. Hazer elini saçlarıma uzattı ve bir tutam saçımı parmağına dolayarak parlak gözlerle gülümsedi.

Ve sonra yavaşça omzunu bana çevirdi. Göğsümden tırmanan heyecanlı nefesim gırtlağımda büyüdü ve gözlerim hevesle omzuna kaydı. Aşkın ona ne yaptırdığını oraya baktığımda gördüm ve aslında bana verdiği o sözü yüreğimin onlarca kat altında, ruhumda hissettim. Bu dans başımı döndürüyor ve yalnızca öldüğümde biteceğe benziyordu. Gözlerimden mutluluk yaşları dökülürken omzuna kibar şekilde, italik harflerle yazılmış olan İspanyolca kelimeleri sesli okudum.

"Ellas ya no molestan a mi bebé."

BÖLÜM SONU.