0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

42. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

"GEÇMİŞİN DAVASI"

Gazel annesiz olabilirdi, babasız da olabilirdi ama artık sevgisiz değildi.

Hayatı boyunca, başkalarının odasındaki vitrinin en arkasında kalmış, tozlanmış bir cam bebek gibi hissetmişti. Herkesin seçebileceği, melek gibi bir kalbi yoktu, hayranlık uyandıracak kadar güzel değildi, ilgi çeken bir yeteneği de yoktu. O vitrinde kendisinden daha güzel bebekler vardı, bu yüzden kimsenin eli kendisine uzanmamıştı. Gazel hep başkasının vitrinine, evine misafir olmuştu. Ama ilk kez... bir yere ait hissediyordu.

O kadar mutluydu ki kalbi bu kadar mutluluğu tanımadığı için tedirginlik de duymuyor değildi. Günler çoğu zaman rüya gibi geçiyor, Gazel'e de her an bu rüyayı kâbusa çevirme korkusuyla yaşamak kalıyordu. Çünkü yapmıştı, bu rüyayı bozup, Behram'ın kalbine çizik atmıştı. Daha bu sabah onu tanımayarak, kendisini kaybederek neredeyse ona bağırmıştı. Kısa sürede kendine gelmiş olsa da sabah olanlar aklından çıkacak gibi değildi. Psikiyatriste gitmiş, bu gibi sanrıların, yanılsamaların normal olacağını öğrenmişlerdi ama Gazel, Behram'ın içine şüphe düşürdüğü için üzülüyordu.

Derin bir nefes alıp odasında ilerledi, makyaj aynasının önüne geçip küpelerini çıkardı; bu küpeleri geçen hafta Behram hediye etmişti. Gülümseyip küpelerini kutusuna kaldırdı ve ardından kıyafet dolabına yürüyerek kırmızı geceliği raftan aldı. Psikiyatrist dönüşü Behram camiye gitmişti ve yatsı ezanı okunmasına rağmen hâlâ dönmemişti. Kıyafetlerini çıkarıp dizlerinin altına kadar gelen kırmızı saten askılı geceliği üzerine geçirdi. Çıkardığı kıyafetleri kenara kaldırıp yatağa yürüdü ve kenarına oturarak camdan dışarıya baktı.

Kesin sabah yaşadığı ruh değişimi dünkü kadın yüzünden olmuştu. Gece o kadının dediklerini kafasına çok taktığı için sabah böyle uyanmıştı. Dün, Behram'ın yanına, camiye gittiğinde mahalle sakinlerinden birisi bir süre uzaktan onu izlemiş, ardından yanına gelip bir sürü saçma şey söylemişti. Behram bu sırada caminin içinde olduğu için bu olanlardan haberi yoktu ama Gazel hem çok sinirlenmiş hem de üzülmüştü. Kadın ona, İmam eşi böyle giyinmez, demişti. Oysa Gazel camiye gittiği için çok dikkatli davranmış, Behram'ı huzursuz edecek hiçbir şey giyinmemişti. Fakat o kadın buna rağmen kendisini ayıplamış, kendi kızlarının Behram için daha iyi bir eş olacağını söylemişti. Gazel ona ağzının payını vermişti vermesine ama gece boyunca düşünmüş, sabah da o kadın yüzünden travma yaşamıştı.

Derin bir nefes alıp yüzünü aynaya çevirirken sokak kapısının sesini belli belirsiz duydu. Behram gelmişti. Adım sesleri yaklaşırken terli ellerini yatağa yasladı, zaten kapı da o an açılmıştı. Adam içeriye girip makyaj masasına yaklaştı ve bileğinden çıkardığı saati masaya bırakırken gülümseyerek Gazel'e döndü. "Nasılsın güzelim?"

Gazel hâlâ buna alışabilmiş değildi. Kalbinin on misliyle attığını hissetti. "İyi... iyiyim. Tam yatıyordum ben de."

Behram ona göz kırptı. "Bensiz mi?"

Gazel geceliğinin uçlarını kıvırırken heyecanla yutkundu. Behram artık ona daha samimi davranıyor, espriler yapıyor, odaya girdiği zaman o ağırbaşlı halini sanki dışarıda bırakıyordu. Aralarındaki yakınlık arttıkça Gazel bunu farkına varmıştı. O geceden sonra çok şey değişmişti.

Gazel komodin üzerinde duran dudak nemlendiricisine uzandı ve kurumuş dudaklarına iyi gelmesi için sürerken Behram'ın üzerini değiştirmek için dolaba yürüdüğünü gördü. Bir dakika gibi kısa sürede Behram pijamalarını giyinmiş kendisine doğru yürüyordu. "Akşam yemeğini yiyip ilaçlarını içtin mi?"

Gazel gözlerini kırpıştırdı. "Ben yedim ama sen açsındır, bir şeyler hazırlamamı ister misin?"

"Teşekkür ederim, tokum," dedi Behram, Gazel'in ellerinden tutarak. Gazel başını eğip birleşen ellerine, sonra Behram'ın hoş yüzüne baktı. "Bugün yatsı ezanından sonra biraz camide kalıp mahalle sakiniyle sohbet ettik, elimden geldiğince vaaz verdim. Adamın biri var, yirmi yaşındaki kızını elli yaşındaki bir adama vermeyi düşünüyor, inanabiliyor musun? Böyle olaylarla karşılaşınca Hazer'in neden küfrettiğini anlıyorum."

Gazel kaşlarını çattı ve o adama duyduğu öfke kadar üzüntüyü genç kız için duydu. "Babalar artık kızları için kahraman olmayı bıraktı sanırım." Kendi babasını hatırladı, ne lanet bir adamdı.

Behram onun neler düşündüğünü anlayarak karısına biraz daha yaklaştı ve çenesini kaldırarak gözlerine bakması için teşvik etti. "Senin zaten bir kahramana ihtiyacın yok, hayatımda tanıdığım en güçlü insanlardan birisin."

Gazel göğsünün gururla karardığını hissedip heyecanlandı. "Ama sana ihtiyacım var."

"Sana da mı vaaz vereyim?" diye takıldı Behram ona, elini gıdıklamak için Gazel'in karnına götürürken.

"Evet imamım, lütfen söyleyin, kocamın gönlünü nasıl hoş tutabilirim?"

"Başlama sen de Hazer gibi imamım imamım demeye." Behram kızmaya çalışarak kaşlarını çattı. "Bir şey yapmana gerek yok. Sen gülünce kocanın gönlü yeterince hoş oluyor."

Gazel genel olarak utanmayan biri olduğunu düşünüyordu ama Behram kızararak ona iltifat ettiğinde elinde olmadan çekimser kalıyordu. Yüzünü Behram'ın omzuna sakladı ve gıdıklandığı için gülmeye devam etti. Behram onu belimden tutup yatağın başına sürükledi ve kafasını göğsüne yaslayarak başını yastığa bıraktı. Gazel'in kollarının arasında çekimser durduğunu hissettiğinde sabah yaşanan olay yüzünden hâlâ üzgün olduğunu fark edip elini çıplak kolunda gezdirdi. "Unuttum bile ben Gazel." Tamam, Allah affetsin ama biraz yalan söylüyordu, henüz unutmamıştı ancak kalbinin acısı hafiflemişti. "Senin üzülmemen gerek, düşünüp durmanı istemem. Psikiyatrist öyle söyledi, biliyorsun."

Evet, sakin bir duygu ve hayat gidişatına ihtiyacı vardı ama Behram'ın kendisini sevmemesinden o kadar korkuyordu ki sürekli kendini ispat etme ihtiyacı hissediyordu. "Psikiyatristten bahsederken sesin sertleşiyor, farkında mısın?"

"Yok öyle bir şey.”

"Ona sinirli sinirli bakıyorsun. Üstelik adam sana, ‘Anlatabildim mi?’ diye sorduğunda, 'Çok güzel anlattın, bir daha olmasın,’ diye adama çattın."

"Hatırlamıyorum," dedi Behram gözlerini kapatarak. Gazel başını onun omzundan kaldırarak yüzüne dikti ve gözlerini kapattığı için gülümsedi.

Gazel birkaç saniye boyunca onun yüzüne baktı ve ardından uzanıp yanağından öptü. "Beni kıskanıyorsan söyleyebilirsin, dalga geçmem."

Gazel'in ufak öpücüğü kalbinin kapılarını açmıştı. "Ne diye kıskanacakmışım? Bir doktor, seninle ilgilenmesi normal yani."

"Bence de," dedi Gazel. "Çok da kibar biri, bundan önceki randevumuzda çok güzel olduğumdan bahsetmişti."

"Yok artık!" Behram önce sol gözünü, sonra da diğer gözünü açarak sitemli bir şekilde ona baktı. "Bunu söylemesi... pek hoş değil! Sen ne dedin? Bu kadar samimi cümleler kurmaması için onu ikaz etmelisin, ne ayıp ya..."

Gülmemek için kendini sıkmasına rağmen Gazel’in boğazından garip bir ses çıktı ve gözlerinin içinden kahkahaların sesi yükseldi. Behram duraksayıp onun yüzünün aldığı tatlı ifadeye baktıktan sonra gözlerini devirerek karnına çimdik attı. Gazel özgürce kahkaha atabildi, sabahki travmadan sonra yakın zamanda gülebileceğini düşünmemişti ama Behram'ın üzerindeki büyük etkisini unutmuş olmalıydı.

"İmamla dalga geçilmez," dedi Behram, Gazel'i biraz daha yukarıya çekip yüzüne bakmaya başladığında. Başı, paylaştıkları yastığın üzerindeydi ve saçları beyaz yastığa dağılmıştı. "Gazel?"

"Efendim?" dedi kadın, ruhundaki gülümsemeyi dudaklarına da takınarak.

"Sen çok güzelsin ve ben seni çok seviyorum... Tabii, yanlış anlama, güzel olduğun için seviyor değilim. Hani hem güzel olduğunu hem de seni sevdiğimi söylemek istedi..."

Gazel başını kaldırdı ve Behram'ın dudaklarına bir öpücük kondurdu. Adamı sarsan bu öpücük, kadının tüm uzuvlarının titremesini, kalbinin çılgınca atmasını sağladı. Dudakları dudaklarına yaslı olmasına rağmen gözlerini yukarıya çıkardı ve Behram'ın gözlerine bakarken onun da kendini aynı sevgi ve yumuşaklıkla öptüğünü hissederek gözlerini kapattı. İlk değildi ama aynı derecede güzel, şefkatliydi.

Hiçbirimiz vitrinin arkasında değiliz, diye düşündü Gazel. Bazen öyle hissediyoruz; eskidiğimizi, hiçbir yeteneğimizin olmadığını, sevilmeye layık görülmediğimizi düşünüyoruz... Tüm bunları hissediyoruz ama hiçbirimiz öyle değiliz. Yeteneğiniz olmadığını düşündüğünüzde kalbinizi devreye sokun, iyi biri olmaya çalışarak bir yetenek kazanın. Çünkü iyilik artık ender bulunan bir yetenek. Ve iyi biri olduğunuzda o sevgi zaten sizi bulacak. 

Hayat seninleyken gün ışığı, sensizken şafak öncesi karanlığı.

Uyandığımızdan beri Hazer’le birbirimizin gözüne bakamıyorduk.

Hazer’i aşağıda, atölyede bırakıp odaya çıktığım dakikadan beri kendime kıyafet seçmekle oyalanıyordum. Dün gece yaşadıklarımızdan sonra aklım dağınıktı, kendi kendime utanarak gülümsüyordum. Ama sonra gecikmemek için hazırlanmaya koyuldum. Sınava gireceğim için rahat bir pantolonla bluz alarak yatağın kenarına bıraktım ve beyaz iç çamaşırlarını da raftan alarak dolabın kapaklarını kapattım. O sırada Hazer odaya girdiğinde bakışlarımız buluştu ama çok uzun sürmeden ikimiz de gözlerimizi kaçırdık. Kıyafet seçtiğimi görmüş olmalıydı ki, "Banyoyu önce sen kullan," diyerek centilmenlik etti. 

"Diğer banyoyu kullanabilirsin aşkım," dedim ve arkamı dönüp parmak uçlarımda banyoya koşturdum.

"Kolum da ağrıyor biraz," dediğini duydum, kıyafet seçmek için dolaba yürüdü. "Birisi sırtımı mı yıkasa..."

"İşine bak Hazer," diyerek güldüm ve banyoya girip kapıyı kapattım. 

Çamaşırlarımı askıya bırakarak kıyafetlerimi üzerimden çıkardım. Genelde iç çamaşırlarımla banyo yapardım ama bu kez öyle yapmayacaktım. Aynanın karşısına geçtim ve utanarak da olsa vücuduma bakma cesareti gösterdim. Tacize uğradığım ve yanık izleri bana hep o tacizi hatırlattığı için vücuduma bakamaz, kahrolur, utanırdım ama artık utanmıyordum.

Güzel bir yüz ve fizik yeter mi, yaralar ruhtan göçer mi? Hazer sayesinde göçer.

Artık yaralarıma bakabiliyordum çünkü hepsi Hazer’le acı hatıradan güzel bir anıya dönüştü. Artık onlar yara değil, anıydı.

Kabine girip suyu ayarladım ve dün gecenin anları üzerimden akıp giderken dalgalı saçlarımı birkaç kez yıkadım. Lifi sabunlayıp vücudumu kızartana kadar ovaladım, bu sabunun kokusunu seviyordum. Suyun altına girene kadar üzerimde Hazer'in kokusunu taşımıştım ama suyun akmasıyla kokusu da gitmişti.

Suyun altında fazladan birkaç dakika kalarak durulandım ve ardından çıkıp havluya sarındım. Kurulanıp çamaşırlarımı üzerime geçirdikten sonra uzun saçlarımı daha küçük olan bir havluya dolayarak çamaşırlarımla banyonun kapısına yürüdüm. Önce kapıyı açıp odaya baktım ve Hazer'in olmadığını görerek çamaşırlarımla çıktım.

Önce mavi, gömlek tarzı bluzu giydim, ardından da bacaklarıma kot pantolonumu geçirdim. Aynı anlarda da odanın kapısı açıldı. Pantolonumun belini düzeltip düğmesini kapatıyordum ki serin bir çift kol etrafımdan dolandı ve Hazer göğsünü sırtıma yasladı. Tutsak olmasaydık birbirimize, ellerimiz daha yolun ortasında kavuşur muydu böylesine? Becerikli parmaklarıyla düğmemi kapatıp fermuarımı yavaşça çektiğinde parmaklarını izleyerek, "Gracias," dedim heyecanla.                    

"Zevkti," dedi, ıslak yüzünü yanağıma sürterek.

Ona dönerek havluyu saçlarımdan çekerken onu süzdüm. Bir kot pantolonla gri sade bir tişört giymişti. Saçları, yüzü ıslaktı. "Çok yakışıklı olmuşsun," dedim içimden geldiği için.

"Bence de," diyerek bana takıldı ve elimdeki havluyu alarak kendi saçlarını kurulamaya başladı. Makyaj masasının karşısına yürüyüp fırçayı aldım ve saçlarımı taramaya başladım. İşim bittiğinde Hazer elinde, komodinden aldığı bir beyaz kurdeleyle bana yürüdü. Saçlarını bağlaması için ona müsaade ettim.

Nemli saçlarımı, tıpkı benim yaptığım gibi ayırdı ve bir kısmını salık bırakarak diğer kısmını kurdelemle bağladı. Hafifçe saçlarımı çekiştirmişti ama sızlanmadım, neşeyle onu izledim. Mükemmel şekilde bağlamasa da gayet düzgünce bağlayıp kalan saçlarımı kibarca düzeltti. İşi bittiğindeyse gözlerini kaldırıp aynadan bana baktı. Ellerini omuzlarımda kaydırarak, "Bilmeni istediğim bir şey var," dedi. "Biz ne yaparsak yapalım aşkla yapıyoruz. Dün gece olduğu ve... belki ilerideki geceler de olacağı gibi. Ben bir kadın neden ne kadar hoşlanır çok anlamam, bu yüzden kendini ifade edersen, nerede duracağımı daha iyi bilirim."

Benim rahatlığımdan emin olmadan kendisi de rahat olmayacaktı. Bu yüzden gözlerine cesaretle bakarak, "Kaygılarını yatıştır," dedim. "Seninle aramda olması gereken şeyler var ve bunlar oluyor. Çünkü birbirimize âşığız ve dudaklarımız ya da ellerimiz bir şekilde birbiriyle buluşuyor."

Derin bir nefes alıp saçlarıma öpücükler dizdi. "Sadece dudaklarımız ve ellerimiz mi?"

Hazer...

Beraber aşağıya indiğimizde Kerem'i, kahvaltıyı hazırlamış çayları doldururken bulduk. Bizi gördüğünde kıs kıs güldü ve Hazer tezgâha yaklaşırken bir an duraksadı, tezgâhın üzerindeki kafese baktı. Ah tabii, Kerem dün Fıstık’la Fındık'ı saklamıştı, Hazer ilk kez Fındık'ı görüyordu. Gözlerini kırpıştırdı. "Orada iki tane mı Fıstık var yoksa ben mi yanlış görüyorum?"

Kerem'e al işte bakışlarımı attığımda Hazer de sinirle ona döndü. Kerem tatlı tatlı gülümseyerek elini salladı. "Hepimizin manitası var, Fıstık'ın olmasa mıydı yani?"

Hazer doğru duyduğuna inanamıyormuş gibi yüzünü buruşturup bir kez daha Fıstık’la Fındık'a baktı. "Kerem, sen beni delirtmekten zevk mi alıyorsun?"

Kerem hadi be diyerek bana baktı. "O kadar belli ediyor muydum?"

"La oğlum..." 

"Kızma kızma," dedi Kerem, durumu hemen toparlamaya çalışarak. Tatlı tatlı gülümsüyordu.

Kahvaltıyı bitirip evden çıktık ve kısa sürede okula vardık. İkinci oturumda sorular çok daha zordu ama edebi bilgime güvenerek edebiyattan birçok soru çözebilmiştim. Diğer derslerden de biraz yapmıştım ama kesinlikle sözelime güveniyordum.

Stresli geçen sınavdan çıktıktan sonra aşağıya indim ve Hazer'i bahçede, dondurma yerken buldum. Yanlarına vardığımda Kerem'in de dondurma yediğini gördüm. Su şişesini Hazer'in göğsüne bastırıp, "Bana almadınız mı?" diye bozuk attığımdaysa Hazer dondurmasını benimle paylaşarak kalan çilekli dondurmayı elime tutuşturdu.

Arabaya yerleşip yola çıkarken Hazer, Mustafa'yı kreşten alacağını söyleyerek Kerem'e kreşe sürmesini söyledi. Söylediği gibi Kerem arabayı kreşe sürerken dondurmamı yiyerek külahını Hazer'in ağzına soktum. Çocuklaşmama sırıttı ve sadece külahı değil, parmaklarımı da ısırarak hırladı.

Mustafa'nın kreşine vardığımızda Hazer’le arabadan indik, Kerem de bir gidin de kollarım dinlensin diyerek bizi kovmuştu zaten. Buranın Down sendromu gibi özel farklılıkları olan çocuklar için bir kreş olduğunu merdivenleri çıkarken fark etmiştim. Kapıya vardığımızda otuzlu yaşlarında bir hanımefendi kapıyı açıp bizi içeri buyur etti. Neşeli görünen, cıvıl cıvıl bir koridoru yürüyüp soldan döndük ve hanımefendi, çocuk seslerinin inlediği bir kapıyı bizim için açtı. Buranın hem eğitim aldıkları hem de eğlenebildikleri bir ortam olduğunu anlamıştım.

"Çocukları görünce gözlerin parladı ama bazıları maalesef aksi, bu yüzden sakince sev onları."

"Ben çocukların dilinden anlarım," diyerek başımı odaya çevirdiğimde gözüm bir şeye takıldı ve ağzım ayran budalası gibi açık kaldı. Leo'nun burada ne işi vardı ki? Gözlerimi kırpıştırdım ama görüntü aynıydı; Leo, Mustafa'nın karşısında oturuyor, ortalarında duran masanın üzerindeki trenlerle oynuyordu.

"Sabah Kerem'i arayıp Leo'yu almasını, kreşe götürmesini rica ettim. Mustafa'yla oynarlar diye düşündüm ve elbette sana sürpriz yapmak istedi..."

"Sendeki bu elmas kalp neden herkeste yok ki?" diyerek ona döndüm ve boynuna atlayarak sımsıkı sarıldım. Hazer afallayıp bana karşılık veremeden boynuna sımsıcak bir öpücük kondurarak ondan ayrıldım. Hızla arkamı dönüp çocukların yanına ilerlediğimde beni ilk fark eden Mustafa Kemal oldu ve hızla renkli taburesinden kalktı.

"Safir aşkım!"

Mustafa'nın heyecanlı bağrışıyla Leo ve diğer çocuklar da başlarını bu tarafa çevirdi. Leo tıpkı Mustafa gibi yerinden heyecanla kalkarken diğer çocuklar çekingen şekilde bana baktı. Çok minik ve tatlı görünüyorlardı. Mustafa ve Leo dizlerime yapıştığında eğilip onları yanaklarından öptüm.

"Çocuklar, çok özledim sizi."

"Ben de seni aşkım," dedi Mustafa Kemal, sevimli şekilde bana bakarken.

"Ben daha çok," dedi Leo, yanağıma sulu bir öpücük bırakarak.

"Hayır, ben daha çok," dedi Mustafa, kaşlarını çatıp Leo'ya dirsek atarken.

Leo bana yapıştı. "Hayır, ben!"

Hazer'in sesi hemen arkamdan geldi. "Ben hiç özlenmedim galiba?"

Leo ve Mustafa Kemal kafalarını kaldırıp aynı kızgın gözlerle Han'a baktılar ve bir ağızdan konuştular. "Hayır!"

Ben gülerken Hazer, "Uzak durun la manitamdan,” diye homurdandı.

Leo ve Kemal onu hiç umursamadan bana dönerek heyecanla bir şeylerden bahsettiler. Onlara içtenlikle karşılık verirken diğer çocuklara baktım. Odanın içinde dört beş tane yuvarlak geniş masa vardı ve yaşları en fazla yedi ya da sekiz olan çocuklar bu masaların etrafını sarmıştı. Hepsine gülümsedim, onların da kalbini kazanabilirdim.

Hazer, Mustafa Kemal'in öğretmeniyle konuşmaya başladığında ben de Leo ve Mustafa'nın arasına geçip masanın kenarına oturdum. Diğer çocuklar da etrafımı sarmış bana bakarken hepsiyle tanışmaya başladım. Leo ve Mustafa kıskanıp onlarla kavga etmeye başladı ama birkaç dakika içinde orta yolu buldum. Kemal nispet yaparcasına sürekli Hazer'e bakarak bana aşkım diyor, yanaklarımdan öpüyor, Hazer de, Seni aldığımız o camiye geri bırakacağım, diyerek Mustafa'yı kızdırıyordu. Ben gülerken Mustafa kucağımdan kalktı ve kızgın şekilde yanına koşup duvara yaslı duran Hazer'in tişörtünü çekiştirdi.

"Ben camiden alındıysam sen de köpekten korkuyorsun! Ben korkmuyorum, sen korkuyorsun! Korkuyorsun, korkuyor..."

Kaşlarım çatıldığında Hazer'in yüzünün aldığı ifadeyi gördüm. Mustafa Kemal'in ellerini tişörtünden çekmeye çalışırken, "Sus bakayım!" dedi ama Mustafa onu dinlemeden aynı şeyi tekrarladı: "Köpekten korkuyor, köpekten korkuyor, köpekten..."

"Mustafa," diye onu ikaz ettim. Leo ve diğer çocuklar da benim gibi onlara bakarken yerimden doğrulduğum gibi yanlarına gittim ve diz çöküp Mustafa'nın yüzünü kendime çevirdim. "Sakin ol," dedim. "Abin seninle sadece şakalaşıyordu, yanlış anladın."

Mustafa gözlerini çevirdi ve ilk kez bana da sinirli şekilde bakarak yüzünü ellerimin arasından çekti. Tombul bacaklarıyla Leo'nun yanına gidip ona sarıldığında Leo da onu kucaklamıştı. Dizlerimin üzerinden doğrulurken Hazer'e döndüm. Değişmeyen yüz ifadesiyle sertçe Mustafa'ya bakıyordu. Duygularını o kadar dürüst ifade ediyordu ki asla saklayamıyordu. Ellerini ceplerine sokarak başını pencereye çevirdiğinde tişörtünün bozulan uçlarını düzelttim. "Kalbini mi kırdı?”

"Çocuklara ceketlerini giydirir misin?" dedi sorumu yanıtsız bırakarak ve bana pek bir şey deme fırsatı bırakmadan yanımdan yürüyüp geçti. Bir an elinden tutmak, kendime çekmek istedim ama burası konuşmak için uygun bir ortam değildi.

Gözden kaybolduğunda önüme döndüm ve odadaki çocukların hazırlandığını gördüm; sanırım dersleri bitmişti. Askılıktan yazlık ceketlerini aldım ve Leo’yla Mustafa'nın yanına yürüdüm. Gülümsemeye çalışarak her ikisine de ceketlerini giydirdim ve onlarla dışarıya çıktım.

Hazer arabanın önünde sigara içiyordu, Kerem de hava almak için dışarıya çıkmıştı. Leo’yla Mustafa elimi bırakıp Kerem'in yanına koşup ona sarıldılar. Kerem her ikisini de kucaklayarak yanaklarından öptü. "Sizinle de arayı iyi tutuyorum ki ileride zengin olursanız beni de görürsünüz," dedi.

Kerem çocukları arabaya yerleştirip kendisi de şoför koltuğuna geçtiğinde kaputun önünde durup Han'ın sigarasını bitirmesini bekledim. Günde üç dört taneden fazla sigara içmiyordu, genelde hepsi de gerildiği zamanlar da oluyordu. Köpek fobisinin bu kadar çok olduğunu düşünmemiştim çünkü bana göstermemişti. Bilseydim üzerine varmazdım. Bir dakika içinde sigarasını bitirip izmaritini atmak için ilerideki çöp kutusuna yürüdü ve döndüğünde beni görüp duraksadı.

Kaputun etrafından dolaşıp ona yaklaştığımda arabanın arka kapısını benim için açtı. Önünde durdum ve ona bir şey demek için zaman bırakmadan hafifçe yükselip, "Seni çok seviyorum," diye hatırlattım. Ardından çenesinden tutup dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Bu samimiyetim ve öpücüğüm o kadar ani olmuştu ki Hazer'in boğazından minik bir şaşkınlık mırıltısı çıktı ve dudakları bu şaşkınlıktan kıpırdayamadı. Küçük buseden sonra başımı geriye çevirdim ve çenesini okşayıp kapıdan içeriye geçtim.

"Vay canına…" diye sersemce konuştu.

Koltuğa yerleşirken Leo ve Mustafa'nın gözlerini kocaman açmış, bana baktığını görünce bu ufak öpücüğe şahit olduklarını anladım. Hayrete düşmüş görünüyorlardı. Hazer kapımı yavaşça kapatıp öbür kapıdan binmek için arabanın etrafını dolanırken, "Dudaktan öptüler gördün mü?" dedi Leo, Mustafa'ya dönerek. 

Mustafa Kemal bana döndü. "Ben de seni öpebilir miyim?”

"Allah'ım sabır," dedi Hazer, uzanıp Mustafa'nın kulağını çekerken. Mustafa Kemal bağırıp abisinin elini ısırmak için ağzını kocaman açtı. "La bu kız benim sevgilim, sulanma be artık!"

"Su değilim ben!" diye bağırdı Mustafa Kemal.

Leo kahkaha atmaya başladı. "Öyle değil akıllım. Deyim o, deyim."

Bu, Mustafa'nın ilgisini çekmiş görünüyordu. "Deyim ne?"

Leo, kendisinin de tam olarak anlamını bilmediği kelimeyi Kemal'e anlatmaya başladığında koltuğa iyice yaslandım. Kerem arabayı çalıştırmıştı. Yanağımı koltuğa yaslayarak Hazer'e döndüğümde gözlerimiz çocukların kafalarının üzerinden buluştu. Ay ve yıldızlar geceleri bir araya geleceğinden nasıl eminse ben de hep bu gözlerle buluşacağımdan emindim. Madem yüzüme bakıyorsun, elini nasıl bana uzatmadan durabiliyorsun? 

"Elini ver."

Gülümseyip elimi çocukların arkasından ona uzattım ve parmaklarımız yolun ortasında buluştuğunda Hazer ellerimizi birbirine geçirerek beni parmak güreşi oynamaya davet etti. Alçak sesle kıkırdayıp hevesle parmağımı harekete geçirdim ve onunla parmak güreşi yaptım. Yendim de tabii.

Önce Leo'yu yetimhaneye bıraktık ve bu sayede ayaküstü müdireyle konuştuk. Bana, pazartesi günü Sosyal Hizmetlerden geleceklerini, yaşadığım yeri, hayat şartlarımı göreceklerini söylemişti. Yarının pazartesi olduğunu fark ettiğimde heyecana kapıldım. Ondan sonraki birkaç gün içinde de Leo'yu alıp almayacağım kesinleşecekti.

Leo'yla son kez vedalaşıp arabaya döndüğümde bu kez Mustafa'yı bırakmak için Hazer'in aile evine yol aldık. Cüneyt Bey'in evde olmamasını diledim, bir tatsızlık çıkmasını istemiyordum. Araba başka bir semte doğru ilerlerken gergince kıpırdanıp durmuştum, ta ki Hazer yaklaşıp kulağımın altından bir düzine öpücük alana kadar.

Yarım saat kadar sonra araba villaların olduğu semtteki bir sokağa girip saniyeler sonra durdu. Mustafa Kemal evine geldiğini anlayıp arabadan atladı ve Hazer yol boyunca oluşan stresimin farkında olup arabadan inmeden önce yüzümü tutup kendisine çevirdi. "Annemle aranızda bilmediğim bir şey mi oldu? Buraya gelmekten memnun değil gibisin."

Al işte, nasıl denirdi ki bu? Baban bana fahişe dedi, hayatından çıkmamı istedi ama sakin ol hayatım, mı diyecektim? Dudaklarımı yaladım. "Sadece... ailenin evine ilk kez geliyorum, gerildim haliyle."

Gülümsedi ve bu gülümseme kayıtlara, genç bir kadının kalbini çalma suçuyla girdi. "Doğru, seni hep kendi evime atıyorum."

"Kes sapıklığı," diyerek yüzünü ittim ve açık kapıdan çıktım. Hazer de arabadan indiğinde el ele tutuşarak bahçe kapısından geçtik. Burası bir sitenin içinde, birkaç katlı, bakımlı, beyaz badanalı villaydı ve bahçe kapısından girdiğimizde geniş, düz bir yol bizi karşılıyordu. Kerem kaputa yaslanıp sigara tüttürürken Hazer’le evin açık kapısına ilerledik.

Bizi geniş bir hol karşıladı ve Hazer incelik edip sol taraftan içeriye buyur etti. Geniş, aydınlık bir salon bizi karşıladı. Mustafa, televizyon karşısındaki koltuğa tırmanmış, kumandayla uğraşıyordu. İlgiyle etrafıma baktım. Krem renklerinin hâkim olduğu sade bir eve benziyordu. Etrafta birkaç heykel görmüştüm, acaba Hazer mi yapmıştı?

"Anneme selam verelim, çıkarız."

Adım sesi duyarak Hazer’le omzumuzun üzerinden arkaya döndük. Bahar Teyze merdivenlerden iniyordu ve bizi görmüş kollarını çoktan açmıştı. Gülümsüyordu ama teninde bir solgunluk vardı. "Hoş geldiniz," diyerek son basamağı da indi ve yanımıza kadar gelerek bizi öptü. "Sınava girdiğini duydum, çok takdir ettim seni. Nasıl geçti anneciğim?"

Benden hemen sonra Hazer'e sarıldığında, "İlk oturum daha kolaydı," diye itiraf ettim ilgisiyle mutlu olarak. "Biraz stresliydi ama genel olarak iyi geçti, teşekkür ederim anne..."

Bahar Teyze bana gülümserken Hazer annesinin yüzünü tutarak inceledi. "Rahatsız mısın sen?"

"Yok evladım, iyiyim," dedi Bahar Teyze, Hazer'in elini tutup sıkarken. Gerçekten gülümsüyordu ama yüzünde her zamanki neşesi yoktu. "Biraz başım ağrıdı, hava değişimlerinden midir nedir..."

"Yalan söylüyor." Mustafa Kemal'in sesini duyduğumuzda başlarımız ona döndü. Kumandanın düğmesine sertçe basıyor, bize bakmadan konuşuyordu. "Babayla dövüştüler."

Elimi ürpertiyle ağzıma kapatırken Hazer'in başı hızla annesine döndü. Kalbimin buz kestiğini hissettim. Bahar Teyze, Mustafa'ya azarlayıcı bir bakış atarken Hazer annesinin yüzünü tuttu ve başparmağıyla yanağını silmeye çalıştı. Afalladım ve ne yaptığını anlamaya çalışırken Hazer'in dişlerini sıktığını gördüm. Bahar Teyze, Hazer'in elini itmeye çalışsa da o inatçı bir şekilde annesinin yanağını, bir kızarıklık görünene kadar ovdu ve elmacıkkemiğinin altında o kızarıklık göründüğünde eli durdu.

Tokat izini kapatmıştı… Hazer annesinin tokat izini sakladığına emin bir şekilde yüzündeki kapatıcıyı sildiğine göre bu birçok kez yaşanmış demekti.

Bahar Teyze, Hazer'in elini itip bir şey yok gibisinden şeyler dedi ama asıl gördüğümüz şeylerin bahaneye ihtiyacı yoktu. Hazer elini ateşe değmiş gibi annesinin yüzünden çekti ve kaşı gözü seğirerek başını üst kata çevirdi. Yüzüne basan ateşi, yutkunurken oynayan âdemelmasını gördüğümde sakin kalması için elimi ona uzatmaya yeltendim ama, "Odada mı?" diye kükredi ve bir hışımla koşarak merdivenlerin yolunu tuttu.

"Yok," dedi Bahar Teyze, başını Hazer'in çıktığı merdivenlere çevirerek. Ben de Hazer'e yetişmek için adım atmıştım ki duraksadım. Hazer basamağın ortasında durup elinin içini sertçe tırabzana vurdu ve kükreyerek buraya döndü. "Neden hâlâ onun sana vurduğu evdesin? Niye çıkıp bana gelmiyorsun anne? Neden, neden? Kaç kez daha olması gerekiyor bunun anne? Bıçak sırtında yaşamak hoşuna mı gidiyor?"

Derin bir nefes alarak ellerimi Bahar Teyze'nin omuzlarına koydum. “Oturmaz mısın anneciğim?" dedim yumuşak bir ses tonuyla. "Bir bardak su getirelim sana."

Bahar Teyze'nin kızardığını gördüm ama bu onun utanacağı bir durum değildi ki… Başını çevirip Hazer'e baktığında ben de aynı şekilde ona dönerek, "Annen için bir bardak su getirsene," dedim, kaş göz yaparak. Han ağzına gelen her şeyi susarak dudaklarını sıktı ve basamakları aynı asabiyetle inip mutfak olduğunu tahmin ettiğim yere ilerledi. "Kıpkırmızı olmuş," diyerek sertçe söyleniyordu yürürken. "Kıpkırmızı..."

O mutfak kapısını gürültüyle açıp gözden kaybolduğunda Mustafa'nın bu gürültülü sesle yerinden sıçradığını gördüm. Bahar Teyze’yi salona yürümesi için belinden hafifçe ittiğimde gözpınarları dolmuş şekilde, "Gözü dönüyor işte, nasıl söylenir ki bu çocuğa baban bana vurdu diye?" diye konuştu üzüntüsünü saklamadan.

Gözü döner, ben de çok iyi bilirim.

"Gel anneciğim..." Onu koltuğa oturtarak ben de hemen yanına geçtim ve orta sehpada olduğunu gördüğüm peçetelikten bir peçete alarak yüzündeki yaşları yavaşça kuruladım. Gözlerinin dolu dolu bakması içime oturmuştu. "Birkaç dakika sürer onun siniri, sen de biliyorsundur zaten anne. Seni öyle görünce canı yandı. Şimdi gelir, sakince konuşursunuz."

"Keşke demeseydim Mustafa'yı al diye..." dedi, krem renkli koltukta oturan Mustafa’ya bakarak parmağını salladı. "Ben sana demedim mi abine söz etme, bahsetme diye?"

"Hepiniz bana bağırıyorsunuz, ben artık Leo'nun yanında yaşayacağım," dedi Mustafa Kemal ve gözleri dolu dolu koltuktan inerek üst katın yolunu tuttu. Arkasından üzüntü dolu bir iç çekerken beklemediğim bir gürültü cereyan etti ve Bahar Teyze’yle yerimizden sıçradık.

Bardak kırılma sesiydi. Yerimden fırlamamak, gidip Hazer'e bakmamak için beni tutan tek şey Bahar Teyze’nin hıçkırığı oldu. Sinirden bardak mı kırmıştı? "Anne, lütfen ağlama," dedim, dinlendirici bir sesle. "Sen çaresiz değilsin, bizler varız. Hazer senin buna razı gelmene kızıyor yoksa sesini yükseltmezdi, eminim."

"Biliyorum," dedi peçeteyle burnunu silerken. Saçlarını kulağının arkasına koyarken parlak gözleriyle, üzüntü ve minnet dolu bir duygu karışımıyla bana baktı. "Bilmez miyim oğlumu hiç? Ben de razı geliyor değilim ki kızım. İlişkiler, evlilikler ha deyince bitmiyor ki”…"

Mutfak kapısı açıldığında Bahar Teyze susarak kendisine bir başka peçete almak için sehpaya uzandı. Korkuyla Ha’er'e döndüm ve onun elinde bir bardakla yanımıza yürüdüğünü gördüm. Vücudunda ve diğer elinde hasar aradım, şükürler olsun ki herhangi bir şey yoktu. Koltuğa yaklaşıp dizini kırdı ve annesinin önünde eğilip su bardağını ona uzattı.

Sesinin tonu da yüzünün ifadesi de daha yumuşaktı. Bahar Teyze su bardağını alıp birkaç yudum içti. Hazer'le bir an için göz göze geldiğimizde usulca yutkundu ama bir şey demedi. Annesinin elindeki bardağı alıp sehpaya koyduktan sonra uzanıp parmağının ucuyla yanağına dokundu. "Acıyor mu?"

"Yok evladım," dedi Bahar Teyze, zorlama bir gülümseme takındı. "Endişe ediyorsun, ben iyiyim."

"Anne, daha iki gün önce Mila'nın yüzüne merhem sürdüm, yara var diye," dedi bakışlarını dudağıma, sonra da annesinin yanağına dokundurarak. "Bugün sen... Benim de bir kalbim var, tamam mı? Sizi böyle görmeye dayanamıyorum."

Elmastan kalbi.

"Sana ne oldu?" dedi Bahar Teyze, endişeyle bana dönerek. "Yoksa..." Sustu, az kalsın Cüneyt'in yanıma geldiğinden bahsedecekti ama son anda kendini frenleyip konuyu hızlıca değiştirdi. "Aslında... babanla boşanma meselesi yüzünden tartıştık."

Hazer bir an aklı karışmış göründü ve ardından gözleri âdeta parladı. "Boşanmaya mı karar verdin?" Buna sevinmiş görünüyordu.

Bahar Teyze başını salladığında Hazer'in yüzüne yerleşen şaşkınlık dolu gülümsemeyi gördüm. Boşanmaları Bahar Teyze’yi daha mutlu edecekse buna ben de sevinirdim. Fakat neden yıllar önce değil de şimdi almıştı ki bu kararı? Çok üzgündüm ama Cüneyt Bey, Bahar Teyze’yi aldatmış, Hazer'in anlattığı üzere ona çok kırıcı davranmıştı… Neden bu kadar geç almıştı bu kararı?

"Ben hemen şirket avukatını ararım, bize bir boşanma avukatı önerir," dedi Hazer, hızlı hızlı başını sallayarak. "Zaten bildiğim kadarıyla anlaşarak boşanma da tek celsede bitiyor davalar, birer imzaya bakar anne."

"Sen nereden biliyorsun?" dedim onun aniden mutlu olması karşısında ben de mutlu olup.

"Seninle evlenirsek ve sen ileride Allah korusun boşanmak istersen falan nasıl asla boşanmayız diye araştırırken görmüştüm," dedi ve aynı heyecanla, annesine dönerek gülümsedi.

Ne? Gülsem mi ağlasam mı bilemedim. Neler düşünmüş, araştırmıştı böyle. Evlilik sözünü de bu aralar çok açar olmuştu. Altdudağımı dişleyip kızaran yanağımı saçlarımla gizlerken Bahar Teyze'nin gülümsediğini gördüm. Sonra iç çekti. "Sorun da o ya Hazer," dedi kahırla. "Baban anlaşmalı boşanmaya hiç yanaşmıyor, kavgayı da o sebepten ettik."

"Gerekirse zorla imzalatırım o evrakları anne," dedi Hazer sert bir sesle. "Sen kararının arkasında dur, ben gereken her şeyi yaparım."

Bahar Teyze uzanıp Hazer'e sarıldığında sırtını sıvazladım. Ben de hayatını dilediği gibi yaşamasını, tutsak kalmamasını çok isterdim. Hazer annesini derin bir sevgiyle kucaklayarak gözlerini yumduğunda onun kalbinin temizliği ve büyüklüğü beni duygulandırdı. 

Biraz sonra Hazer, Mustafa'nın gönlünü almak için yukarıya çıktığında ben de Bahar Teyze’ye geçen gün neden yüzümde iz oluştuğunu anlattım. Onu üzmek istemezdim ama ısrar etmişti. Hazer aşağıya indiğindeyse Bahar Teyze’yle vedalaşıp evden ayrıldık.

Evden çıktığımızda Hazer arabaya binmeden önce telefonunu çıkardı ve bağırdığını duyana kadar kimi aradığını anlamadım. Sonra hesap sorduğunda babasını aradığını anladım. Bağırarak annesine vurduğu için ona bir dünya şey söyledi, hiç susmadan konuştu. Ses etmedim, hemen ardında durup onu bekledim. Artık babası da Hazer'e aynı şekilde bağırarak karşılık verdiğinde onun da ne dediğini duydum. Havlama, demişti Hazer'e. Bir köpek gibi havlıyorsun, havlama.

Şerefsiz.

Hazer bundan sonra hiçbir şey demedi, telefonu kapatıp cebine koydu ve bir süre yeri izleyip sakinleşmek adına bekledi. Arabaya yerleştiğimizde bu kez eve gideceğimizi sanarak kendi evime gitme fikrini açmak için Hazer’e döndüm. Kapıyı kapatarak tişörtünün ön cebine astığı güneş gözlüğünü çıkarıp kenara bıraktı ve sıcakta terleyen alnını sildi. Bakışlarımın farkındalığıyla bana döndü. "Niye öyle dikkatli bakıyorsun yavrum?"

Elini uzatıp bluzumun açıkta bıraktığı göbeğime dokunurken gülümseyip söyleyeceklerimi hafifletmeye çalıştım. "Müdire Hanım, yarın Sosyal Hizmetlerden geleceklerini söyledi, ben bugün oraya gitmesem zaten kendisi de beni arayıp bunu söyleyecekmiş." Kuruyan dilimi yaladım. "Evime gitmem, çekidüzen vermem gerekiyor. Geçen hafta Leo için aldığımız mobilyalar geldi biliyorsun, Kerem sağ olsun onları yerleştirmiş ama evin hazır olduğundan emin olmam gerekiyor. Ve tabii... artık orada yaşamam."

Her ev konusu açıldığında olduğu gibi Hazer'in gözleri yine buz kesti ve başını önüne eğerek ellerini dizlerinin arasına koydu. Onu üzmeyi hiç istemezdim ama Leo için bazı fedakârlıklar yapmam gerekiyorsa yapardım. Zaten yine gündüzleri hep onunla olurdum, birbirimizi görmeden duramazdık.

"Peki desem... gidişini bir kelimeye mi sığdıracağım şimdi?" dedi, başını kaldırıp gözünün ucuyla bile bana bakmadan.

"Aşkım böyle yapma," diyerek büyük ellerine uzandım. Ellerini ilk tuttuğum zamanlar, Ne büyük, acaba acılarım sığar mı? diye düşünmüştüm. Sığmıştı. "Ayrılıyor değiliz ya."

"Ayrılmak yok, unut şu kelimeyi," diye homurdandı, sakallarını tenime sürterek. "Dudağını ısırırım."

"Hırlasana bir," diye kıkırdadım.

"Hırr," diyerek dişlerini yanağıma sürttüğünde yakınlığımızla heyecanlanıp yüzümü boynuna sakladım.

"Yok miyav," dedi o sırada Kerem, Hazer'in hırlamasına atıfta bulunarak.

Hazer ona azar çekerken kollarımı boynuna dolayarak kokusunu doyumsuz şekilde içime çektim. Tanrım, işte burayı çok seviyordum. Ah, o kadar güzel kokuyordu ki ayrılamıyordum. Burnumu boynuna sürterek inlerken Hazer de kendini merhametime bırakarak tamamen arkaya yaslandı.

Eve girdiğimizde Hazer hiçbir şey demedi, çıt çıkarmadan evin içinde beni takip etti. Mutsuz hissediyordum, bu yüzden mutlu görünmek için bir şey yapmadan üst kata çıktım. Doğrudan misafir odasına geçtim, Han bir adım arkamdan geliyordu. Kıyafetlerimi buraya getirmek için kullandığım o meşhur çantamı dolaptan çıkarıp içine birkaç kıyafet koydum ve sonra yatak odamıza geçtim.

Banyodan kişisel eşyalarımı, dolaptan da birkaç çamaşırımı, kıyafetimi alıp çantanın içine attım. Hazer hepsini almamamı istedi, zaten ben de hepsini almayacaktım. Sonuçta burası hâlâ ikimizin eviydi. Makyaj masasının üzerinde duran makyaj malzemelerimi çantanın ön gözüne koyup son bir kontrolden sonra fermuarını kapattım. O sırada gözüm sabah Hazer'in çıkarıp yatağın kenarına bıraktığı tişörtü seçti, yürüdüm ve tişörtü alıp katladıktan sonra özenle çantama koydum. 

"Benim yerimi tutmaz," diye homurdandı, bir çocuk agresifliğinde. Kapının orada durmayı bırakıp yatağa yürüdü ve yatağın ucuna oturarak ellerini önünde kavuşturdu. Acımasız şekilde ovuşturduğu parmaklarını tutup şefkatle okşadım. "Normal insanlar da ilişkilerini ayrı evlerde yaşıyor hayatım, neden bu kadar üzülüyorsun?"

"Ben sana normal hisler beslemiyorum," dedi, kafasını hışımla kaldırıp kırgınca bana baktı. Onun kırgın gözlerini hemen tanırdım ben; ağlamaya birkaç dakikası kalmış gibi bakan gözlerini de... "Sen niye hiç üzülmüyorsun ya? Hemen üzül, hadi!"

Üzülmez olur muydum, tabii üzülüyordum ama bunu yansıtıp da onun beni kalmaya ikna etmesini istemiyordum. "Üzemezler ya bebeğini," dedim yaklaşıp alnımı alnına yaslarken. Hazer'in anlık siniri uçup gitti ve dudakları arayışla aralandı. "Sana olan duygularımın kuvvetli olduğuna inanmayışın kalbimi kırıyor, böyle yapma. Seni çok seviyorum... Danstan ve diğer her şeyden daha fazla."

Elini yanağıma yerleştirerek üzerime yüklendiğinde vücudumu serbest bıraktım ve sırtım yatakla buluşana kadar alçaldım. Yüzüme doğru eğildi ve siyah çarşafa dağılan kahve renkli saçlarıma hayranlıkla baktı. "Sen, gözlerine bakıp da hıçkırarak ağlamak istediğim tek kadınsın Mila."

"Neden ağlamak istiyorsun ki?" dedim, boğazıma iki parmak kalınlığında bir kesik atmış gibi hissederek.

"Dokunamadığın tek şey gözyaşlarım, onlara da dokun diye."

Parmaklarımı uzatıp gözkapaklarına, gözyaşları aksa muhtemelen ıslanacak gözpınarlarına dokunarak dudaklarımı onun için açtım. Hazer'in nefesleri sıklaştı ve heyecanla dudaklarıma sokuldu. Öpüşürken ve elleri bana dokunurken vücudumun hafifleyip boşlukta, bulutlarda süzüldüğünü hissediyordum. O kadar hafiftim ki kalbimin atışları bile ağır geliyordu.

Elinin bir diğerini sırtımda gezdirerek okşarken, "Kanatlarım yok diyorsun, bu elime gelenler ne?" diye fısıldadı, dudaklarımın üstünde. "Hafif ama değil mi kanatların, sırtında taşırken acıtmıyor canını?" Ve sonra kaldığı yerden ya da hiç bırakamadığı yerden, susuz kalmışçasına öpmeye devam etti. Elini sırtımda, kanatlarımda dolaştırarak, saçlarımı okşayarak, kendini bana bastırmamak için eliyle çarşafı sıkarak saniyeler boyunca beni öptü.

O kadar hafif ki kanatlarım Hazer, aslında yoklar.

Yakınlığımıza son verdikten sonra önce odadan, sonra evden ayrıldık ve artık kalmaya devam edeceğim evin yolunu tuttuk. Bu sefer arabayı kullanan Hazer'di, akşam olduğu için Kerem'i evine yolcu etmişti. Birkaç güne düğünleri vardı ve bu düğünün hızı yüzünden hâlâ kafam soru işaretleriyle doluydu ama Kerem mutlu görünüyorsa benim için sorun yoktu.

Hazer arabayı evimin önüne çektiğinde beraber indik ve bahçe kapısına yürüdük. Hazer kapıdan geçerken durup bir an bahçeye baktı. "Kulübe sığar mı?" diye mırıldandığını duyduğumda gözlerimi devirerek kapıya yürüdüm.

Sokak kapısını açtığımda onu buyur ettim ve ardından ben de içeriye geçerek ellerimi yıkamak için banyonun yolunu tuttum. Hazer de peşimden geldi ve aynı anda benimle ellerini yıkadı. Köpükleri suratıma sıçratmasına gülümseyerek ellerimi duruladım ve kurulayıp onunla dışarıya çıktım. Çantamı bırakmak içim yatak odasına ilerledim ve sonra salona geçtim. "Sana içecek bir şeyler ikram etmemi ister misin?"

Salondaki koltuk takımına yerleşirken dudaklarını yalayarak beni süzdü. "Menüde sen var mısın?"

Tatlı tatlı güldüm. "Yeni bitti."

Gülerek koltuğun gri minderini yüzüne kapattığında tatlılığına iç geçirerek eve döndüm. Geçtiğimiz hafta aldığımız mobilyaları Kerem sağ olsun yerleştirmiş, bunun için Hazer'den ek bir ücret bile almıştı ama son kez evi toparlamam gerekiyordu. Aylar önce Hazer'in bana aldığı gri koltuğa uyumlu olması için beyaz kanepeler ve beyaz bir orta sehpa almıştık. Perdeler gri ve beyazdı, yerdeki halıysa yünlü siyah bir halıydı. Kutu kadar bir odaydı ama sade, temiz görünüyordu. Hazer koltuk minderini başının altına alarak gri koltuğa uzandığında ona göz kırpıp yanından ayrıldım ve Leo'nun kalacağı odaya geçtim.

Burası da küçük, gerçek bir çocuk odasıydı. Onun için bir baza, bir küçük kıyafet dolabıyla çalışma masası almıştık. Gri ve mavi renklerdeki oda uyum içinde görünüyordu. Bu ev ilk kez bu kadar dolu, gerçek bir ev gibi hissettiriyordu. Odadan memnun şekilde ayrılarak kendi odama geçtim ve yanımda getirdiğim kıyafetleri dolaba yerleştirdim. Odam temiz, düzenliydi, bu yüzden işim kısa sürede bitmişti. Odamdan çıkarken sabahtan beri bacaklarımda olan pantolonu çıkarıp yerine bir şort geçirdim ve öyle mutfağa geçtim.

Mutfak biraz karışıktı, gelen eşyaları yerleştirmem gerekiyordu. Kendime Hazer'in bana sık sık söylediği o şarkıyı açarak mutfaktaki işleri hallettim ve ardından gelirken marketten aldığımız yiyecekleri dolaba yerleştirdim. Eve aldığımız bu beyaz eşyalar ve mobilyalar yüzünden bankadaki param suyunu epey çekmişti. Şükürler olsun, artık sıcak bir evim vardı ve çektiğim her zorluk buna değmişti.

Mutfaktaki işim bittiğinde son kez tezgâhı tertemiz sildim ve Hazer'in hiç sesinin çıkmamasına şaşırarak salona yürüdüm. Kapıyı açıp içeriye girdiğimde uyuduğunu gördüm. Canım benim, gün boyu koşuşturmacadan sonra düştüğü yerde uyumuştu. Onu rahatsız etmemesi için ışığı kapatıp kapıyı örttüm ve yavaşça olduğu koltuğa yürüdüm. Koltuğun kenarında, onun başının hizasında durarak güzel kirpiklerine baktım. "Hazer... İyi ki bana âşık oldun. Sen beni sevmeseydin... ben kahrımdan ölürdüm kesin."

Hazer'i sevmek ama onun tarafından sevilmemek... ölüm gibi bir şey olsa gerekti. Ürperip ellerimi göğsüne koydum ve sakince atan kalp atışlarına gülümseyip gözlerimi alınmış kaşlarında gezdirdim. "Bence kaşlarının ortasını alıyorsun," diyerek kıkırdadım ve yanağımı göğsüne dayayıp çenesinden yukarıya baktım. Tanrım burası, tam burası ne güzel bir yerdi, sanki cennetti. Ona çok âşıktım, çok. Huzurla gülümsedim. "Olsun, ben de alıyorum sonuçta."

Ne de romantiktim...

Görünen o ki Hazer bu geceyi burada geçirecekti, ben de o varken gidip yalnız başıma yatağımda yatmazdım. Yanağımı tekrar göğsüne yaslayarak halının üzerinde oturmaya devam ettim. Başım yan olduğu için onu da yan görüyordum. Tıraş olmamıştı, kirli sakallıydı. Parmak uçlarımı kirli sakallarında usulca gezdirerek, "Hazer ne desem de sana olan sevgimi yeterince açıklayamam gibi hissediyorum," dedim içim içime sığmazken. "Ben var ya seni sevmekten hiç hem de hiç vazgeçmem, sen de vazgeçme tamam mı aşkım? Şey... acaba beni çok romantik mi buluyorsun? Sana sürekli böyle kelimeler diyorum ama ne yapayım, sana güzel şeyler söylemek içimden geliyor."

Hazer, Hazer, Hazer'im.

Uyanmasından endişe ederek sesimi alçalttım ve fısıldayarak ona olan aşkımı anlatmaya devam ettim. Göğsü geniş, kalp atışları huzurluydu. Canım benim, güzel bir uyku çekiyor olmalıydı. Hazer'e böyle en savunmasız haliyle bakınca onun neden bana gözlerine bakınca hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyorum dediğini daha iyi anlıyordum. Parmağımın çenesindeki hareketini durdurdum ve yavaşça kaydırıp âdemelmasına yasladığımda yutkunuşunu parmak uçlarımda hissettim. Onu gerçekten çok seviyordum.

🌒

Sonraki gün Gazel’le gri koltuğumda otururken heyecanlı ve gergindim. Sosyal Hizmetlerden gelen görevlilerin gözünde iyi bir izlenim bırakmak için özenle giyinmiştim. Derli toplu görünmek için beyaz işlemeli bir bluzla siyah dizlerime kadar gelen eteğimi seçmiştim. Aynada kendimi beğenmiştim, uygun göründüğümü umuyordum.                    

Gazel yanımda konuşuyor, yaptığım kekin çok lezzetli olduğundan bahsediyordu ama kendimi ona veremiyordum. Sosyal Hizmetlerden gelecek olan sorumlu birazdan burada olurdu. Derin bir nefes verip parmaklarımı saçlarımdan çekerken, "Affedersin…" diyerek yanımda oturan Gazel'e döndüm. "Ne dedin?"

Kek dilimini iştahla yerken, "Muazzez," diye tekrar etti az önce söylediklerini. "Birisiyle görüşüyor galiba."

Bu ne ara olmuştu? Daha geçen gün onun Hazer'e olan duygularını itiraf edeceğini sanmıştım. "Bunu nereden çıkardın?" diye sordum.

"Dün akşam bize geldi," dedi, sonra yüzünü astı. "Yeni evli çiftin evine akşamları ziyaret olmayacağını biri şu kıza söylemeli, resmen görümcelik ediyor bana..." Kalan keki ağzına tıkıştırdı. "Neyse... Dün bizdeyken onu mutfakta, telefonuna gülümserken gördüm. Ağzını yokladım ama yanlış anlama, Muazzez'i seviyorum. Kendisi dedi işte, bir arkadaşıyla konuşuyormuş."

Muazzez'in duygularının başka birinde karşılık bulmasını çok isterdim, tabii Muazzez'in de o kişiyi sevmesini. "Belki sıradan bir arkadaştır," dedim.

"Kızarıyordu," dedi kıkırdayarak.

"Umarım mutlu olur," dedim koltuktan kalkarak. "Muazzez'e sempati besliyorum, karşılıklı bir aşk onun da hakkı."

"Haklısın," dedi benim gibi pencereye bakarak. "Ama akşamları bize gelmese onu daha çok severim."

Kollarımı göğsümde bağlayıp yolu gözetledim. "Böyle dediğine göre akşamları Behram’la romantik bir şeyler yaşıyor olmalısınız."

"Evet, sana yeni geceliklerimin fotoğraflarını attım ya."

Gülerek gözlerimi devirdim. "Leoparlıydı biri, o adam imam Gazel..."

"Yok be, onu yanlışlıkla paketlemişler, iğrençti," dedi yüzünü buruşturarak.

Beraber gülüşürken buraya yaklaşan bir araba olduğunu görerek tülü kenara çektim. Tanrım, galiba gelmişlerdi. Orta sehpaya hazırladığım atıştırmalıklara baktım; kek ve kurabiye koymuştum. Onlar daha kapıyı çalmadan arabadan indiklerini görerek salondan çıktım ve sokak kapısına yürüdüm. Kapıyı açmadan önce Tanrı'dan her şeyin yolunda gitmesini diledim. Adım seslerini duydum ve kapıyı açarak yapabildiğim kadarıyla gülümsedim.

"Hoş geldiniz, ben de sizleri bekliyordum."

Bir hanımefendi ve beyefendi karşımda, nazik gülümsemeleriyle bana bakıyorlardı. İkisinin de üzerinde ciddi kıyafetleri, ellerinde evrak çantaları vardı. "Merhaba. Safir Hanım, değil mi?"

"Evet," dedim ve gerileyip onları içeriye buyur ettim.

Önce hanımefendi, ardından da beyefendi ayakkabılarını çıkararak içeriye girdi ve onlara gösterdiğim yolu yürürken etraflarına dikkatle baktılar. Her iki görevli de Gazel'i görüp onunla da tanışırken, "Arkadaşınız mı?" diye sormayı ihmal etmediler.

"Çok uzun yıllardır," diyerek Gazel'e sevgi dolu gözlerle baktım.

Onları kibarlıkla buyur ettiğim koltuğa otururlarken salonu titizlikle incelediler. Koltuğa, Gazel'in yanına otururken, "Ellerinizi yıkamak isterseniz banyoyu tarif edeyim," dedim heyecanla.

Her ikisi de gülümsedi ama doğrulmak için girişimde bulunmadılar. O yüzden ısrarcı olmadan eteğimi düzeltip orta sehpadaki, üzerini örttüğüm yiyecekleri gösterdim. "İkram etmemi ister misiniz?"

Nazikçe geri çevirdiler ve benimle konuşmaya başladılar. Tam adımdan, evimden, eğitiminden başlayarak beni soru yağmuruna tuttular. İlk dakikalar heyecandan tutuk cevaplar verdim ama daha sonrasında tüm içtenliğimle her şeyi olduğu gibi anlattım. Aldığım eğitimi, iş deneyimlerimi, hobilerimi, hayatımın rutinini, Leo'yu ne kadar çok almayı istediğimi... Bir süre sonra evin diğer odalarını da görmek istediklerinde tüm nezaketim ve güler yüzlülüğümle onlara evi gezdirdim. Leo'nun odasına girdiğimizde beyefendi çok nazik olduğumdan bahsederek bana gülümsedi.

Gazel hemen atlayıp Leo'nun bir de eniştesi olduğundan bahsedip adama imalı imalı gülümsedi. Hayatımda onun kadar sahiplenici bir arkadaşım olmamıştı. Hazer’le ilişkimizi bile sahiplenip bir anne gibi koruyordu.

Görevlilerle beraber tekrar içeriye geçtiğimizde bu sefer çantalarından çıkardığı kâğıtlara bir şeyler karalayıp bana son birkaç soru daha sordular. Uzun dakikalar sonrasında kalkmak için müsaade istediklerinde ikisi de halinden memnun görünüyordu. Onları kapıdan geçirip defalarca kez teşekkür edip uğurladım.

Gazel’le baş başa kaldığımızda salona geçip kısa bir durum değerlendirmesi yaptık. Gazel, onların nezaketimden ve iyi kalbimden etkilendiğini söylemişti ama karar verilene kadar bundan emin olamazdık. Beraber ortalığı topladık ve o Behram'ın yanına, ben de sahafa gitmek üzere evden ayrıldık.

Sahafa vardığımda aklım hâlâ Hazer’de olduğu için kendimi işe tam veremedim. Rafları düzeltirken, kitapların tozunu alırken, hatta yemek yerken bile aklımdan çıkmadı. Şirkete gitmeyi, sürpriz yapmayı düşündüm ama sık gidip onu da rahatsız etmek istemiyordum. Bu yüzden rafın önüne geçip kendi fotoğrafımı çektim ve ona gönderdim. O da bana lolipop emojisi gönderdi.

Bir süre mesaja utanç dolu bakışlar atarak o güzel geceyi anımsadım. Fazla bir şey yapmadım, muzipliği üzerinde olduğuna göre keyifli de olmalıydı. Böyle olmasını diledim ve mesai saatim bittiğinde bu ayki maaşımı alarak sahaftan ayrıldım.

Ilık yaz akşamında eve doğru yürürken Kerem’le görüntülü konuştum. Daha doğrusu Kerem ve Leyla ile. Kerem kendi evindeydi, merak ettiği için görüntülü aramıştı ve üçümüz beraber konuşmuştuk. Mutlu görünüyorlardı, ekranın diğer tarafında olup onlara sarılmak istemiştim.

Eve geldiğimde derhal elimi yüzümü yıkayıp mutfağın yolunu tuttum ve sabah yaptığım kurabiyelerden bir-iki tane ağzıma attım. Sonra da salona geçtim ve koltuğa oturup bacaklarımı ileriye uzattım. Ne yapacaktım? Bu ev çok sessizdi, ister istemez Hazer'i, sesini arıyordum ama kendi evimde yaşamak konusunda ısrarcı davranıp ertesi gün yanıma gelmesini isteyerek dengesiz görünmek istemiyordum. 

Yanağımı koltuğun minderine koyup saçımdaki kurdeleyle oynamaya başlarken aklıma iki gün önce olanlar geldi. Hay aksi, bir de o vardı. Doğrulup sehpaya bıraktığım telefonu aldım ve geçen gün beni arayan yabancı numarayı aradım. Annem beni bu numaradan aramıştı, belki yine çıkardı. Onu öylece bırakamazdım, o beni ölüme bırakmış olsa da.

Telefon bir süre çaldı, bu esnada gerginlikten tırnağımı yiyordum. Birkaç saniyenin ardından yanıt geldi ve bir erkek sesi, "Alo?" dedi.

Annem değildi, öyleyse telefona çıkan kimdi? "Merhaba," dedim mesafeli şekilde. "Ben... aslında annemi aramak istemiştim."

"Annen?" diye tekrarladı aynı ses, düşünceli şekilde. "Maria'nın kızı mısın sen?"

"Evet," dedim kuşkuyla. "Adını bildiğinize göre annem sizinle olmalı. Rica ederim bana adres verir misiniz? Nasıl tanıştınız, size kendisinden nasıl bahsetti bilmiyorum ama annemin psikolojisi bozuk, topluma karışamaz, hastaneye dönmesi..."

"Annen artık benimle, şu anda da sahneye çıkmak için hazırlanıyor," diye sözümü kesti adam. "Halinden oldukça memnun, endişe etmeyin küçük hanım."

Bana herhangi bir şey deme fırsatı vermeden telefonu suratıma kapattığında omuzlarımı düşürüp çaresizce soluklandım. Bu adam da kimdi? Annemi alıkoymuş olabilir miydi? Fakat dün annemin sesi gayet iyiydi, kurtulmak için arayışta değildi. Yine de annemi hiç tanımadığım birinin merhametine bırakamazdım…

Sinirlenip annemin kaldığı hastanenin numarasını çevirdim ve telefona çıkan hanımefendiye hekimle konuşmak istediğimi söyledim. Beni başhekime aktardığındaysa onların sorumsuzluğundan yakınarak sitem ettim. Başhekim annem kaçtığı için durumla artık polisin ilgilendiğini, onların aradığını söyleyerek fazla meşgul olduğunu ekledi ve telefonu kibarca suratıma kapattı.

Ne hoş! Kabahatli olup beni bilgilendirmeyen kendileriyken telefonu suratıma kapatıyordu. Aramaya lüzum bile görmemişlerdi, belki artık onlar da annemden yaka silkmişti.

Polisten haber bekleyecektim, başka ne yapabilirdim ki? Hazer de bu işi halledebilirdi ama zaten onun derdi başından aşkındı, bir de bunlarla yoramazdım. Yapacak pek bir şeyim yoktu; biraz kitap okur, Hazer'in fotoğraflarına bakardım.

Acaba eve gitmiş miydi? Karnını doyurmuş muydu? Uyuyor muydu? Beni özlüyor muydu?

Abartma Mila, daha sabah birlikteydiniz.

Kendime gülüp onun fotoğraflarına bakarken zaman nasıl geçti anlamadım, uykum gelmişti. Esneyip ekrandaki fotoğrafına bir öpücük bıraktım ve iyi geceler mesajı atmak üzereyken sokak kapıma vurulduğunu duydum. Tanrım, elbette Hazer gelmişti! Koltuktan fırlayıp koridoru koşarak geçtim ve sokak kapısını açıp da onu gördüğümde ilk sarıldığımızda hissettiğim bir coşkuyla kollarına atladım.

"Sevgilim, hoş geldin... Çok hoş geldin!"

"Çok hoş buldum bebeğim."

Tek kolunu etrafıma dolayıp ayaklarımı yerden kesti ve benimle eşikten içeriye girdi. Ayakkabılarını çıkarmak için ona izin verip uzaklaştığımda Han eğilip ayakkabılarını çıkardı ve kenara bırakıp doğruldu. Tekrar göz göze geldiğimizde uzanıp yüzüme yığılan saçlarımı düzeltti ve çenemin altını okşadı. "Mutlu görünüyorsun."

"Çünkü sen geldin," dedim heyecanla.

Yüzünde mahcup ve mutlu bir gülümseme yer edindi. Geçmesi için ona müsaade ettiğimde önce banyoya uğradı. Ellerini yıkarken onu izledim, ardından kurulayıp havluyu kenara bıraktı ve banyodan çıktı. Elinden tutup onu mutfağa çekiştirdiğimde, "Tokum güzelim," dedi ama yaptığım kurabiyelerden ona da ikram edecektim.

Onu tezgâha çektiğimde Hazer elini belimde kaydırarak kalçamı yüzeysel olarak okşadı ve omzumun üzerinden tezgâha, kurabiye tabağına baktı. Çikolata parçacıklı kurabiyelerden bir tane alıp ağzına götürdüm. "Hatırım için tadına bak mi amor."

"Senin hatırına Kerem'i bile yerim," dedi.

Kıkırdayıp elimle gömleğinin yakasını düzelttim. "Sen Kerem'i yemek için beni bahane ediyorsun galiba, şu çocuğu salar mısın?"

"O da beni ömrümü yiyor," dedi ağzı doluyken. 

Ona bir bardak su doldurup verdiğimde teşekkür ederek suyu içti. İçimden taşan şefkatle onu izlerken Hazer de bir kalçamı bir belimi okşamaya devam ediyordu. Tekrar elinden tutup onu salona götürürken, "İyi misin?" diye sordum. Salona geçtiğimizde koltuğa oturup gömleğinin kalan düğmelerini de açmaya başladı. "Bugün aklım hep sendeydi."

Parmaklarını beyaz gömleğinin düğmelerinden çekerek koltukta daha rahat bir pozisyon aldığında ben de geçip hemen yanına yerleştim. Elimi dizine koyarak ona döndüğümde Hazer başını koltuğun arkasına bırakarak koltukta duran kurdeleme uzandı. Kırmızı kurdeleyi parmağının ucuyla okşarken derin bir iç çekti. "Seni görmeyeceğim için eve gitmek istemedim bile.”

Elinin üzerini okşadım. "Ben de sıkılıyordum, seni görmek istemiştim.”

Buruk şekilde dudaklarını kıvırıp kurdelemi avcunun içine hapsetti. "Çok iyisin Mila," dedi. Kalbini o müzeden [HT1] kaldırmışım gibi gülümsüyordu. "Tüm iyilikler seni bulsun."

"Bana yeni söz bul, bu benim sözüm," dedim elimi yüzüne götürerek. Onun yüzü karşımdayken benim elim burada, ondan uzakta duramıyordu. "Çok yorgun görünüyorsun Han."

"Dinlenmeye geldim işte," dedi, bana bakarak dinlendiğine inanıyordu çünkü.

Parmağımı yüzünün çizgilerinde kaydırarak, "Sana masaj yapmamı ister misin?" diye sordum, beyaz gömleğinin altındaki omuzlarına bakarak.

Bileğimi tutup nabzımın üzerini okşadı. "Çok isterim hayatım."

Birine hiç masaj yapmamıştım, yalnızca küçükken babamın sırtına çıkıp ayaklarımla ezdiğimi hatırlıyordum. "Arkanı döner misin?" dediğimde Hazer esneyerek bana sırtını döndü ve arkasına geçmem için yer açtı. Bacaklarımı iki yana açıp bacağının iki yanından uzattım ve göğsümü sırtına yaslayarak ellerimi omuzlarına yerleştirdim. Sıcakladığı için gömleği madem açmıştı, ben de çıkarabilirdim.

"Parfüm kokuyorsun," dedim, gömleği omuzlarından indirirken.

Hazer heyecanlanıp başını salladı. "Kerem sabah kıyafetlerimi getirirken parfümümü de getirmişti."

"Biliyor musun…" diyerek kıkırdadım, "…parfümleri senden çok kendisi kullanıyor."

"Geçen sene doğum gününde bana parfüm aldırttı, maaşının yarısı kadar paraya parfüm aldım ona..."

"İsraf," dedim gülerek.

Parmakları bileklerimi okşarken, "Günün nasıldı?" diye sordu, sesi kalınlaşıp boğuklaşmaya başlamıştı. "Sosyal Hizmetlerden gelenlerle görüşmen nasıl geçti?"

"Çok iyiydi," dedim neşeyle. "Benden memnun görünüyorlardı. Onlara çok kibar davrandım, kek ve kurabiye ikram ettim."

Gömleği tamamen sıyırdığımda kollarından çıkarmam için bana yardımcı oldu. Kibarca bileklerinden çıkarıp gömleği kenara koydum ve ojeli tırnaklarımı omuzlarına yasladım. Hazer ciğerlerine doğru derin bir nefes çekerek kendini ellerime bıraktı. Teninin üzerinde hafif ter vardı ama Hazer'in hiçbir şeyi beni rahatsız etmezdi. Ellerini diz kapaklarıma koyarak, "Dizlerinden tutmayı seviyorum," dedi, yumuşak bir sesle. Bunun art niyetsiz bir fısıltı olduğunu anladım, gerçekten dizlerimden tutmayı seviyordu.

Elleri bacaklarımda dolaşırken ben de omuzlarını ovmaya başladım. İşaretparmağını dizimin içine doğru kaydırmaya yelteniyor, benimle oynuyordu. Çünkü o noktadan etkileniyordum. Omzuna vurduğumda güldü.

Hazer'in gevşediğini, huzurlu mırıltılar çıkardığını duyarken italik biçimde kibarca yazılı olan dövmeye yaklaştım. Benden önce nefesim omzunu örttü ve dudaklarım kalan son santimlik alanı da kapatıp dövmenin üzerine dokundu. Hazer'in boynu gerildi ve kafasını tamamen arkaya atarak dudaklarından ıslığa benzer bir nefes döktü. Öpücüğümü bırakıp uzaklaştım ve ellerimi omzundan ön tarafa, göğsüne indirdim. Kalbini bulup ona dokundum ve Hazer'in yüzü bana döndüğünde benim için atan kalbinin ahengi olduğumu anladım.

"Geldim, yine rahat bırakmadım seni," dedi, heyecanla yüzüme yaklaşırken. Ben de ona çekildim ve elimi kalbine daha çok bastırırken çillerini izledim. "Evime gitmem gerekiyordu belki ama yine buradayım, yanında."

Tüm tereddütlerini, korkularını, o mahcubiyetle bakan gözlerini hafifletmek için, "Sus," diye fısıldadım dudaklarımı dudaklarına yavaşça sürtüp. "Sus ve beni öp."

Dudaklarımın minicik temasıyla bile sanki tüm dünya üzerine geliyormuş gibi güçsüzleşip elini başımın arkasına koydu ve dilediğim gibi beni kendine bastırarak dudaklarımı sertçe esir aldı. Tüm vücudum ürperdi ve gözkapaklarım ağırlaşarak kapandı, karanlığın içinde ona tutunup hayatta kaldım. Öpüşmeyi hiç bırakmadan önüne geçip onun dizine yerleştim ve daha rahat pozisyonda, kollarımı boynuna dolayarak onun öpücüklerine istekle karşılık verdim.

"Yüzüne yayılan pembeliği görmek istiyorum ama seni öperken gözlerimi açık tutamıyorum," diyerek öpücüğünü yoğunlaştırdı ve daha ıslak, arzulu şekilde, karnımı ağrıtacak şiddetle öptü beni. Haykırışa geçip göğsümü yumruklayan arsız, utanmaz duygulara rağmen onu en sevgi dolu şekilde öperek ilerleyen dakikalar boyunca kucağında kıvrandım.

İnsanlar neden korkar biliyor musunuz? Dönüşmeyi hiç istemediği biriyle tanışmaktan.

Aradan geçen günlerde hemen hemen her şey aynı şekilde devam etmiş, nihayet Kerem’le Leyla'nın evleneceği gün gelmişti. Dün Leyla’yla konuştuğumda her şeyin hazır olduğunu, sadece ailesi onu görmezden geldiği için buruk hissettiğini ama mutlu olduğunu söylemişti. Düğünleri bu akşam Kerem'in evinin arka bahçesinde, yakın çevrenin katılımıyla yapılacaktı.

Annemden henüz bir haber yoktu, Leo'dan da. Dün Müdire Hanım aramış, birkaç gün içinde kesin kararın çıkacağını söylemişti. Hazer dün gece yanıma gelmemişti, ondan önceki geceler gelip benimle kalmıştı ama dün gecenin yarısını şirkette geçirdiği için gecenin bir yarısı gelip beni uyandırmak istememişti. Belki de olması gereken buydu çünkü artık ayrı evlerde yaşıyorduk... Ama Hazer'siz uyumak, başının altında yastık olmadan uyumak gibiydi, sürekli yatakta bir şey arıyordum.

Sahafın olduğu sokağın köşesini dans ederek döndüm ve kaldırımın köşesine takıldığımda kıkırdayıp kendimi düzelttim. Etrafıma bakındım ve kimsenin görmemesiyle rahatlayıp kaldığım yerden dansıma devam ettim. Kerem'in düğününe hazırlanmak için sahaftan erken ayrılmıştım. Parmak uçlarımda tam bir dönüş yaparken telefonumun melodik sesini duyup cebime uzandım; Hazer arıyor olabilirdi. Telefonu hevesle çıkardım ama ekranda Hazer'in ismini değil, Müdire Hanım'ın adını gördüm.

"Merhaba," dedim hızlıca. Dans etmeyi kesip elimi kalbime yasladım. "Bir... gelişme mi var?"

Müdire Hanım’ın yumuşak gülüşünü duydum. "Merhaba Safir," dedi nazik bir sesle. "Biraz önce elime bir evrak ulaştı. Burada yazılanlara göre... gelip kardeşini temelli olarak almanın zamanı gelmiş görünüyor."

Temelli olarak.

Heyecanla bağırdım ve teşekkür bile edemeden telefonu kapatıp cebime koydum. Mutlulukla yol değiştirip ilk sapaktan saptım ve yetimhaneye koşmaya başladım. İçimde o kadar büyük bir coşku ve neşe vardı ki etrafımdaki insanların bana delirmişim gibi bakmasını umursamadım. Ellerimi çırparak, dans ederek yetimhaneye kadar koştum.

O kadar mutlu olmuştum ki durana kadar yorulduğumun farkına varmadım. Yetimhanenin önünde durduğumda hızlı nefes almaktan boğazım kavruluyordu. Kapıyı ittirdim ve bahçeye girdim, kimse yoktu. Yetimhanenin içine koşup katları tırmandım. En üst kata çıkıp müdirenin odasına doğru yürürken öyle çok gülüyordum ki dişlerim görünüyordu.

Kapıyı tıklattım ve içeriden gelen sesle kapıyı araladım. Önce masasında oturan müdireyi, sonra masanın önündeki koltukta ağlayan Leo'yu gördüm. İkisi de başını bana çevirmişti. Hissettiğim mutluluk Leo'nun ağladığını görünce gölgelendi ve hızla yanına ilerledim. "Leo?"

Koltuktan doğruldu ve gelip dizlerime yapıştı. "Safir, benimle vedalaşmaya mı geldin?" dedi beni şaşırtarak. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.

"Ne vedalaşması Leo?"

"Beni almaya geleceklermiş," dedi, küçük yumruğuyla gözünü ovuşturarak. "Artık hep onlarla yaşayacakmışım, hani beni bırakmayacaktın Safir?"

Başka bir ailenin onu alacağını sanıp kahrolmuştu küçük bebeğim. Müdireye, onun mahcup gülümsemesine, sonra da Leo'nun hazırlanmış çantasına baktıktan sonra küçük yüzünü avuçlarımın içine aldım. "Ağlamana hiç gerek yok tatlım," dedim. "Çünkü seni almaya gelen benim, artık beraber yaşayacağız."

Alnını kırıştırdı, kafası karışmış görünüyordu. "Nasıl? Artık seninle mi yaşayacağım?"

Gözlerime mutluluk gözyaşları akın etti. "Evet!"

"Oha!" Şaşkınlık haykırışıyla kucağıma atladığında neredeyse yere düşüyordum. Onu sıkıca kucakladım ve Tanrı'ya defalarca kez şükrettim. Canım benim, o da benim gibi mutluluktan ağlıyor, yerinde zıplıyordu. Yüzüme öpücükler kondurup saçlarımı okşamaya, çok çok mutlu olduğundan bahsetmeye başladı.

Müdire Hanım’la görüşüp, gerekli evrakları ondan aldıktan sonra o yetimhaneden son kez, bu defa yanımda Leo varken ayrıldım ve onunla metroya bindik. Hâlâ inanamıyordum, hayatımı bu şekilde yoluna koyabildiğim için gözlerim yaşarıp duruyordu.

Leo'nun ayakları yere basmıyordu, sürekli gülücükler saçıyor, bir an susmuyordu. Ben de her sorduğuna cevap veriyordum. Eve vardığımızda ona odasını gösterdim, çığlıklar atarak yatağa koştu. Gülümsedim ve kıyafetlerini dolaba yerleştirirken onu da düğüne götürebilmek için bir gömlekle pantolon seçtim.

Onu banyo yaptırmayı teklif ettiğimde biraz utandı ve çamaşırını çıkarmayacağını söyledi. Bunu kabul ettim ve onu banyoda güzelce yıkadım. İster istemez vücudunda hasar aramıştım ama çok şükür hiçbir şeyi yoktu. Onu bir havluya sarıp dışarıya çıkardığımda hazırladığım kıyafetleri giymesi için yalnız bıraktım.

Ben de banyoya geçip beden temizliğimle ilgilendikten sonra kısa bir duş aldım ve havluya sarınıp odama geçtim. Kimseye söylememiştim, Leo'yu oraya götürüp sürpriz yapacaktım. Hızlıca kurulandım ve kendim için dün geceden seçtiğim elbiseyi giyindim. Saçlarımı taradım, kurdelemi takıp güzel kokan bir parfüm sıktım. Tabii ki ilham perisi kolyemi de ihmal etmedim. Bu elbisemi Gazel’le almıştık, görür görmez âşık olmuştum. Çiçekli beyaz elbiseleri oldum olası sevmiştim zaten. Omuzları hafifçe vatkalı, biraz göğüs dekoltesi olan, boyu dizlerime gelen bir elbiseydi.

Telefonuma baktım, Hazer'e mesaj atıp nerede olduğunu sordum, çantamı yanıma aldım ve odadan çıktım. Leo'nun yanına uğradığımda onun da hazırlandığını, hayranlıkla odasını izlediğini gördüm. Yanına gidip saçlarını taradım ve elini tutup evden ayrıldık.

Hazer'den mesaj gelmişti.

Düğün alanına geçiyorum, seni almamı ister misin güzelim?

Ona gerek olmadığını yazdım çünkü sürpriz yapmak istiyordum. Kerem'in evine ilk kez gideceğim için taksiyle daha kolay gideceğimi düşünüp taksi durağına kadar yürüdük. Hazer bir mesaj daha atıp ısrar etmişti ama onu kibarca reddetmiştim. 

Kerem'in evine, düğün yerine geçtiğimizde ücreti ödeyerek taksiden indik. Ona arkama saklanmasını söyledim ve alçak topuklu ayakkabılarım üzerinde, beyaz boyalı ahşap bir bahçe kapısından girdik. Seslerin arkadan geldiğini anlayarak yolumu oraya çevirdim. 

Bahçenin arkasına çıktığımda etrafın beklediğimden kalabalık olduğunu gördüm. Masalar ve sandalyelerle doluydu bahçe. Etraf, direkten direğe bağlanmış iplerin üzerindeki küçük ampullerin ışığıyla aydınlanıyordu. Bizimkilerin haricinde hiç tanımadığım yüzler de gözüme çarpmıştı, Kerem ve Leyla'nın yakın çevresi çok geniş olmalıydı.

Nikâh masası boştu, içeride olmalıydılar. Gözümü bir ağacın altında kalan masaya çevirdiğimde Hazer'in bana baktığını gördüm. Aynı masada Behram, Gazel vardı; Bahar Teyze’yle, Behram’ın annesi Pamuk Teyze’nin diğer masada oturduğunu fark ettim. Onu görünce terleyen, ateş basan ellerimi elbisemin üzerine sürtüp birkaç adım attığımda, Hazer de doğrularak şık takımının içinde gösteriş yaptı.

Siyah bir takım giymişti, onu her gün takım içinde gördüğüm için şaşırmamıştım tabii ama bu kez daha özenli görünüyordu. Ufak bir kalabalığın arasından birbirimize doğru yürüdük ve Hazer elini belime yerleştirip beni kendine çekene kadar dizlerim titredi. Yanağıma öpücük bırakarak, "Çok hoş geldin," dediğinde ona cevap vermek üzere ağzımı açtım ama Leo benden hızlı davranıp arkamdan çıktı.

"Hoş bulduk!"

Hazer bu coşkulu sesi duyarak yüzünü geriye çekti ve şaşkın gözlerle yanıma bakıp belli belirsiz gülümsedi. Saçlarını taramış, sakal tıraşı olmuştu. Eğilip Leo'nun saçlarını okşadı. "Merhaba ahbap."

"Merhaba enişte," diyerek ona sarıldı Leo, hiç olmadığı kadar mutlu görünerek. Hazer onu kucağına alıp doğrulurken bir defa daha baştan aşağıya beni süzerek elini sırtımda dolaştırdı. "Leo'yu getirmekle çok iyi yapmışsın."

Saçlarım ılık yaz akşamında özgürce uçuşurken, "Karar verildi, Leo bundan sonra hep benimle kalacak!" dedim.

"Siktir!" Ağzından kaçan küfürle anında kızardı ve başını çevirip hevesle kafasını sallayan Leo'ya baktı. "Çok sevindim Safir, çok!"

"Sağ ol ahbap!" Leo bir kez daha Hazer'e sarıldı.

Hazer'in yüzünde derme çatma bir gülümseme oluştu ve Leo'nun saçlarını okşarken aklına Adem'in geldiğine emindim. Boğazında oluşan o yumru kanıtıydı. "Anlaşalım, geceleri ablanla ben uyurum, sen değil!"

"Evlenmeden olmaz," dedi Leo, onun kucağından inmek için ayaklarını pantolonuna vurmaya başladı.

Hazer onu yere bıraktığında buraya doğru koşan Mustafa’yı gördük. Yine birbirlerine coşkuyla sarıldılar ve Leo ona mutlu haberi verdiğinde sevinçten havaya uçtular. Onlar Bahar Teyze'nin olduğu masaya ilerlerken Hazer de elini belime bastırarak beni ileriye yürümem için teşvik etti. Elimi, belimde duran elinin üzerine koyarak ona döndüğümde, "Kanatlarını giyinmiş gelmişsin," diye iltifat etti, saçlarımın arasından kulağıma doğru. "Seni böyle görünce gece için planlarım değişti, çok güzel görünüyorsun."

Başımı önüme eğip gülümsedim. Masaya yaklaştığımızda Behram'ın, Gazel'in uçuşan saçlarını düzelttiğini gördüm. Hazer'in benim için çektiği sandalyeye otururken ikisi de bana döndü. "Hoş geldin," dediler bir ağızdan.

"Hoş buldum," diyerek çantamı kucağıma bıraktım.

Behram bir lacivert gömlekle, kumaş pantolon, Gazel'se ona uyumlu bir lacivert elbise giymişti. Koyu saçlarını ensesinde bağlamıştı. Uzanıp elimden tutarken, "Sevgilin yollarını gözlüyordu," dedi Hazer'e ima yaparak. "Leo'yu da getirmişsin, çok mutlu oldum."

Hazer de sandalyesini yanıma çekip elini hep yaptığı gibi dizkapağımın üzerine koydu, benimle temas içinde olmayı, sıcaklığımı hissedip güvende olmamı seviyordu. "Artık tamamen bizimle," dedim coşku içinde. "Leo'nun koruyucu ailesi seçildim!"

Gazel heyecanla ellerini çırparken Behram, "Çok sevindim," dedi.

"Ben de."

Gözlerimi etrafta dolaştırırken Bahar Teyze'nin bana el salladığını görüp ben de kendisine el salladım. Yanında Pamuk Teyze vardı, onu da ihmal etmedim. Muazzez'se... annesinin hemen yanında, elini çenesine dayamış, ileriyi izliyordu. Çok yalnız ve sessiz görünüyordu. Orada öylece oturması, yalnız görünmesi ağrıma gitti. Bu yüzden gözleri etrafta dolaşıp benimkilerle kesiştiğinde elimi sallayarak onu buraya çağırdım. 

Şaşkınlığını yüzünden okunuyordu. Elini çenesinden çekerek o da bana el salladı ama davetimi, kafasını iki yana sallayarak reddetti. Tamam, belki de bizimle alakası yoktu, annesinin yanında kalmak istiyordu. Başımı anlayışlı şekilde sallayıp tekrar önüme döndüğümde, "Sen gelmeden önce mahkeme gününü konuşuyorduk," dedi Gazel, tadımı kaçırmaktan korkmuş görünüyordu. "Davaya üç gün kalmış."

Hazer davayı öne çekmeyi başarmıştı ve o canavar hâlâ hastanedeydi. Korkmuyordum, o mahkemeye çıkıp her şeyi açıkyüreklilikle söyleyecektim. "Evet, sabırsızlıkla bekliyorum."

Üçü kendi aralarında bakıştıktan sonra Gazel anlayışlı şekilde başını salladı. "Peki... sence Serap Müdire görgü tanığı olmakta hâlâ kararlı mı?"

"En son konuştuğumuzda öyleydi," dedim, hâlâ öyle olmasını ümit ederek. Dertlerim karnımda bir ağrı oluşturdu ama belli etmemeye çalıştım. "Mahkemeden önce onu bir daha arayacağım."

"Biz de konuşabiliriz istersen," diye teklifte bulundu Behram.

"Çok sağ ol ama onu ancak ben ikna edebilirim çünkü vicdanına dokunuyorum."

Behram  başını salladığında Gazel buruk bir şekilde gülümsedi. Şimdiden o günü düşünüp mutsuz olmalarını istemezdim, ben bile bunu düşünmeyi erteliyordum. Üstelik bugün güzel bir gündü. Hazer'e dönerek, "Kerem ve Leyla ne zaman gelecek?" diye sordum.

Omzumun üzerinden bir noktaya bakarak, "Nikâh memuru geldi," dedi. "Onlar da gelir şimdi."

"Leyla'nın ailesinden kimse yok mu?" diye sordum bu duruma üzülerek.

"Birkaç arkadaşı gelmiş yalnızca.”

Önüme döndüğümde Mustafa ve Leo'nun tanıştıkları bir kızla oynadıklarını gördüm. Kız onların yaşında, pembe elbiseli, dünya tatlısıydı. Sorunsa... Mustafa’nın da Leo’nun da ona aynı hayranlıkla bakmasıydı.

O esnada ortamdaki insan sesine karışan müziğin sesini duyarak başımı kaldırdım ve evin köşesini dönen Leyla’yla Kerem'i gördüm. Kalabalık ayağa kalktığında biz de ayağa kalkıp alkışa eşlik ettik. Kerem siyah bir takım giymiş, Leyla da o gün aldığımız duru, abartısız, şık gelinliğine uyumlu bir topuz yaparak başına çiçekli taç takmıştı. Heyecanlılardı, gözlerini kırpıştırarak etraflarına bakıyor, yavaşça nikâh makasına yürüyorlardı. Onlar masaya yerleşene kadar alkış tuttuk ve sonra tekrar yerlerimize oturduk.

Hazer'in, "Duygulandım galiba," dediğini duyarken Kerem de bizim olduğumuz yere bakarak elini kalbine yasladı.

Leyla'nın gözlerini bir umutla kalabalıkta dolaştırdığını gördüğümde üzülmeden edemedim. O da isterdi ailesiyle olmak ama ailesi onun duygularına da düşüncelerine de saygı duymamıştı. Belki bu kadar hızlı bir evlilik ikisinin de kafasında yoktu ama ailesinin bu katı tutumu onları bu noktaya getirmişti.

Kırmızı cübbeli nikâh memurunun mikrofona konuşmasıyla ortalıkta sessizlik oluştu ve nikâh memuru ikisine de dönüp birkaç soru sordu. Hazer'in yanımda derin bir iç çektiğini, bana baktığını, duygusallaştığını hissettim. Konuklar mutlulukla onları izliyordu. Kerem'in bir ailesi yoktu, bu şehirde yalnızdı, sadece birkaç arkadaş ve komşusu gelmişti. Nikâh memuru onların sözlü beyanlarını alırken hepimiz nefeslerimizi tutup izledik ve her evet cevabında alkışladık. Kerem bir bize bakıyor bir Leyla'ya dönüyor, şapşal şapşal gülümsüyordu. İmzaları da attıklarında ellerim kızarana kadar alkışladım. Nikâh memuru defteri Leyla'nın eline tutuşturduğunda, "Ayağına bassana," diye bağırdı Gazel.

Bir an sonra Kerem acıyla bağırdı. Gülüşmeler duyulurken alkışlarımızı bitirerek onların ayağa kalkmasını izledik. Kerem'i ilk kez böyle heyecanlı görüyordum, Leyla'yı alnından öperken titriyordu. Hazer iç çekti. "Ağlamasa bari..." Gülümsedim.

Romantik müzik çalmaya başladığında Kerem’le Leyla ilk danslarını etmek için ortaya çıktı. Çocuklar etrafa doğru kaçışıp dans etmeleri için alan açtığında romantik şarkının sözleri döküldü ve Kerem’le Leyla ilk danslarını etmeye başladı. Kerem birkaç kez Leyla'nın ayağına basmış, mahcubiyetle gülümsemişti.

"Biz de dans edebilir miyiz?"

Gazel'in sesini duyarak göz ucuyla ona baktım. Behram'ın kolunun altındaydı ve hevesle ona dönmüş, gözlerini kırpıştırıyordu. "Ben çekinirim, dans edemem bu kalabalıkta," dedi Behram, onu kırmaktan korkarak konuşuyordu. "Hem çok sevmem böyle kalabalıkta dans etmeyi."

"Peki," dedi Gazel anlayışlı bir sesle. "Evde ederiz ama değil mi?"

"Bakarız," dedi Behram, gülümsediğini görmüştüm.

"Seninle ladese tutuşalım mı?" dedi Hazer aniden. Benimle beraber onların da bakışları yanımda oturan beyefendiyi buldu, Han sinsi gözlerle Behram'a bakıyordu. "Kaybeden kalabalıkta dans eder. Kalabalık dediğime de bakma, biz bize olacağız."

Beni bir gülme tutarken, "Tövbe tövbe," dedi Behram, asabı bozulmuştu. "Ladese, iddiaya girmem ben."

"Kumar gibi düşünme oğlum," dedi Hazer, bir yandan dizkapağımı okşuyordu. "Eğlencesine."

"Ne yani, kaybeden sen olursan geçip dans mı edeceksin, hem de gözümüzün önünde?" dedi Behram, eğlenmeye başlamış görünüyordu.

"Etkilenmekten mi korkuyorsun?" dedi Hazer göz kırparak. "Evlisin sen, biz olamayız."

"Sulanma kocama," diyerek Behram'ın kolunun altından konuştu Gazel.

Behram, Gazel'in saçlarını parmağında kıvırarak, "Kabul," dedi. "Hatta artırıyorum... Ladesi kaybeden bale yapacak!"

"Ne?"

Üçüzümüzün de ağzından aynı haykırış koptuğunda Behram omzunu silkerek Hazer'e güldü. Yok artık, ciddi miydi? Gülmemek için mücadele ettim ama Hazerl’e Behram'ın bale yapan halleri gözümün önüne geldiğinde... kahkahayı bastım.

"Tamam," dedi Hazer, bir an gülüşüme odaklandı ama hemen kendini toparlayıp Behram'a döndü. "Dediğin gibi olsun. Yalnız imamım... sen de çok fena yoldan çıkmışsın, gidip bir kendini okut."

Çocuklaşıyorlardı, onları bale yaparken hayal edemiyordum. Hazer dönüp cık cıklarken masamıza bir gölgenin yaklaştığını fark edip başımı kaldırdım ve Kerem'i gördüm. Biz kendi aramızda konuşurken dansı bitirmiş olmalılardı. Ellerini masaya yaslayarak, "Hoş geldiniz," dedikten sonra Hazer'e gülümsedi. "Düğün hediyesi ne aldın bize? Cumhuriyet altınından aşağısını kabul etmiyorum."

Ben ona göz kırparken Hazer ayıplarcasına söylendi. "Davetliye ne kadar takacağı sorulur mu hiç?"

"Evet, sorulur," dedi Kerem, dişlerini göstererek gülümsedi. "Komşular, arkadaşlarım hep fakir, bir şey takmaz, sadece pasta yiyip meyve suyu içmeye gelmişlerdir." Etrafa bakarak kaşlarını çattıktan sonra tekrar Behram'a döndü. "Sen bana ne aldın?"

"Ben, şey..." Behram hafifçe doğrulup elini kumaş pantolonunun cebine attı ve küçük, kırmızı bir kutu çıkardı. "Bütçemin yettiğince... bir çeyrek aldım, ne aldığın da söylenmez tabii ama..."

"Çeyrekler şimdi bayağı pahalanmış, siz imamlar ne kadar kazanıyorsunuz ya?" Kerem küçük kutuyu alıp ceketinin cebine attı ve düşünceli şekilde konuştu. "Kpss'yle falan giriliyor mu imamlığa?"

"Ben İlahiyat Fakültesi okudum ya Kerem," dedi Behram mahcubiyetle.

"Ben zaten parası için imam olsam öbür tarafta yatacak yerim olmaz," dedi Kerem, ürpererek kendine geldi. "Ben şoför olmaya devam edeyim." Hazer'e döndü ve masanın etrafını dolanarak onun kolundan tuttu. "Kalk, oynayacağız."

"Ne?" dedi, Hazer onun elini itmeye çalışırken. 

"Seninle zeybek oynayacağız, hep hayalimdi..."

Zeybek mi? Bunun geleneksel bir oyun olduğunu biliyordum ama daha önce oynayan kimseyi izlememiştim.

Hazer kafasını iki yana salladı. "Ben anlamam zeybekten falan, çek git şuradan ya..."

"Anlıyorsun, sallama," diyerek Behram'a döndü Kerem. "Hadi, sen de kalk."

"Olmaz," dedi Behram, gömlek yakalarını düzelterek. "İmamım ben, bir ağırlığım var..."

"Tamam işte, buradaki kızlar sizi izleyip güzel bir şey yapmaktan sevap kazanacaklar," dedi Kerem tatlı tatlı gülümseyerek. "Allah sevap kasanları sever."

Kerem, Hazer'i çekiştirdi ve Hazer düğün günü olduğu için onu kırmayarak sandalyesinden doğruldu. Behram da Kerem'in ısrarına dayanamayarak doğrulmuştu. Terleyen ellerimi elbiseme sürterken gösteriş yapan Hazer'i izledim. Ceketinin önünü düzeltip bir düğmesini çözdü ve yanımdan ayrılmadan önce bana göz kırptı.

Üçünün masadan uzaklaşıp bahçenin ortadaki boş alana geçmesini izledim. Leyla nikâh masasına geçmiş, Kerem'i izliyordu, tabii Gazel de Behram'ı. Bir müziğin girdiğini duydum, çocuklar ortalıktan bir daha çekildi ve herkesin dikkati bu üç genç adamda toplandı. İnsanların pürdikkat onları izlediğini anladım, ben de gözümü Hazer'den alamıyordum.

Ilık yaz akşamında salınan rüzgâr saçlarımı arkaya uçuştururken, dirseğimi masaya, çenemi de elime yaslayarak gözlerimi kırpıştırdım. Hazer'in birçok yüzünü görmüştüm. Çocuk ruhunu, kırık kalbini, duygusallığını, elli yaşındaki bir adam kadar yorgun olduğunu, bana dokunurken ne kadar seksi birine dönüştüğünü... Şimdiyse onu bambaşka bir ciddiyet ve karizma içinde görüyordum.

Geleneksel bir şarkının müziğini duydum ve nefesimi tutarken Hazer'in ceketini çıkardığını gördüm; sanırım terleyeceğini öngörmüştü. Ani bir refleksle doğruldum ve topuklu ayakkabılarım üzerinde ona doğru yürürken Hazer de beni fark ederek başını bana çevirdi. Bana doğru yürüdü ve ortada buluştuğumuzda ceketini avuçlarıma doğru uzatarak dudaklarını yaladı.

"İzle beni."

Ceketini göğsüme bastırarak hevesle başımı salladığımda Hazer göz kırparak arkasını döndü ve Behram’la Kerem'in yanına gitti. Bir anlık etrafıma baktım ve yakın masadaki insanların beni izlediğini görüp utandım, heyecanlı adımlarla tekrar masama döndüm.

Cekete sıkıca sarılarak elimi çeneme dayadım ve müziğin yükselmesiyle herkesin sustuğunu fark ettim. Doğrudan Hazer'e bakıyordum, karşısında Behram vardı ve onun omzunun üzerinden beni görebiliyordu. Kerem'se onu çaprazındaydı, bir halka oluşturmuşlardı ve ne hikmetse Hazer kendisini tam benim karşıma ayarlamıştı.

Gözleri üzerimdeyken Behram uzanıp omzuna dokundu ve ona bir şey dedi, Hazer bunun karşılığında karizmatik şekilde gülüp başını salladı ve ilk hareket eden oldu. Beyaz gömlekle sarılı kollarını müziğin ritmine uyumlu şekilde iki yana kaldırarak ileriye bir adım attı. Ardından Behram da Kerem de aynı hareketi tekrarlayarak birbiriyle uyumlu şekilde hareket ettiler.

"Keşke Behram da ceketini çıkarsaydı, terleyecek," dediğini duydum Gazel'in ama ona bir an bile olsun bakamadım, gözlerimi Hazer'den ayıramıyordum. Geleneksel müziğe uygun şekilde, üçü de birbirini takip eden hareketler yaptı ve Hazer'in sırtı bakış açıma girdiğinde dudaklarımı yalayarak üzerine yapışan gömleği, geniş omuzlarından aşağıya inen belirgin kavisleri izledim...

Kendi oluşturdukları halkanın etrafında dolanıp üçü de ilk anki pozisyonlarını aldı ve müziğin hızlanmasıyla Hazer kendi etrafında bir dönüş yapıp ayağını ileriye vururken Behram'ın omzunun üzerinden bana baktı. Keskin bakışlarıyla karşılaştığımda ciğerimdeki hava sıkışıp beni boğmaya başladı. Dudaklarım aralansa da nefesim çıkmadı. Aynı rutini Kerem ve Behram da tekrarlayıp öne ve arkaya doğru hareket ettiler. Hazer'in bir an Kerem'e baktığını, az önceki karizmatik gülüşünden attığını gördüm. Karnıma derinden, tatlı bir sancı girdi.

Tenimi bir sıcaklığın, kızarıklığın kapladığını hissediyordum. Seri nefesler almaya, karnımdaki istek dolu ağrıyı savuşturmaya çalıştım. Behram ayağını ileriye vurarak kollarını aşağıya ve yukarıya kaldırıp Hazer'in yanından geçti ve Hazer'in önünü açıp onu tamamen görmemi sağladı. Üçü de uyumlu şekilde ve müzikle hareket ediyordu. Kerem'in de üzerinde görmediğim bir ciddiyet, karizma vardı.

Müzik yavaşladı ve tekrar hızlandığında Behram ve Kerem de dönüşünü tamamlayıp Hazer'in iki ayrı yanında durdular. Artık üçü de yan yanaydı ama ben yine sadece Hazer'i görüyordum. O da benim gibi herkesi yok sayarak sadece bana bakıyor, ağır ağır hareket ediyordu. Dudaklarım ve ağzımın içi o kadar çabuk kuruyordu ki konuşacak halim kalmıyordu. Öyle ciddi ama aynı zamanda mahcup ve karizmatik görünüyordu ki kollarının ağır hareketi bile aklımı başımdan almıştı.

Elimi karnıma daha sert bastırırken Behram'ın tek dizini kırıp yavaşça yere eğildiğini, önce sol sonra da sağ dizini yere vurup elleriyle de ritim tuttuğunu gördüm. Gazel'in iç çektiğini duymuştum. Aynı hareketi Kerem’le Hazer de yaptı. Keskin, dikkatli gözlerini benden ayırmadan kollarını kaldırdı ve yere eğilip önce sol, sonra da sağ dizini yeşil çimlerine üzerine vurarak eliyle de alnından akan teri sildi. 

Hazer'in vakur şekilde Behram'a döndüğünü, onunla karşılıklı olarak adım atarak güldüklerini gördüm. O güzel yüzünden, kızarmış teninden, dağılan saçlarından koparamıyordum kendimi. Omuzlarını çarpıştırarak birbirlerinin yanından geçtiler ve Hazer bu sefer karşısına Kerem'i alarak onunla karşılıklı şekilde ritim tuttu.

Etraftan birkaç ıslık çalındığını duydum. Ben gözlerimi Hazer'den alamıyordum ama üçü de çok iyi oynuyor, ağızları açık bırakıyordu. Derin bir iç çekerek saçımı parmağımın etrafına doladım ve onun kısık, karizmatik bakışlarının delisi olarak gülümsedim. Hazer’le Kerem birbirinin etrafında, kollarını da yükselterek döndü ve aynı anda dizlerinin üzerinde yere eğilerek ellerinin tersini çimlere vurdular.

Alçaldıkları yavaşlıkta doğrularak arkaya doğru adımlar attılar ve uzaklaştılar. O esnada ikisi de birbirine imalı şekilde gülümsedi. Hazer çok geçmeden bakışlarını yine bana çevirdiğinde bu kez ona göz kırpan ben oldum. Yüzündeki ciddiyet bir an sarsıldı ve ayağını yere koyarken bakışlarını Kerem'e çevirdi.

Müzik sonlanınca dans da bitti ve bir alkış curcunası oluştu. Hazer ve Behram gülümseyerek buraya gelirken Kerem de gelininin yanına yürüdü. Ayağa kalktım ve Hazer’i karşılarken ceketinin yakasından aldığım mendille alnını silmek için harekete geçtim. Nefes nefese bana bakarak ellerini belime yerleştirdi.

“Beğendi mi balerinim?”

Bir de cevabını bilmiyormuş gibi sormaz mı… “Çok.”

Yanıma oturdu ve düğününün kalanını benimle izledi. Ellerimi, gözlerimi ondan çekememiştim. Düğün bir saat kadar sonra sonlandığında olarak evlerimize dağılmak için evden ayrıldık. Tabii Leyla’yla Kerem’i tekrar tekrar tebrik ettik. Bahar Teyze ve Mustafa'yı kendi arabalarına uğurladık, Behram ve Gazel de arabalarına binip evlerinin yolunu tuttular. Hazer de beni ve Leo'yu bırakmak için şoför koltuğuna geçti.

Evin olduğu sokağa girdiğimizde başımı camdan kaldırdım ve dönüp arkaya, Leo'ya baktım. Tatlım, uyuyakalmıştı. Mustafa ve yeni tanıştıkları kız arkadaşlarıyla oynayıp haliyle yorulmuştu. Hazer arabayı kenara çekip yavaşça durdurduğunda esneyerek ona döndüm. Ellerini direksiyondan ayırdı ve benimkilere uzatıp dizimin üzerindeki tombul parmaklarımdan tuttu.

"Bugün o kadar güzeldin ki seni kıskanmaktan ciğerim yandı..."

"Hazer," diyerek başımı önüme eğdim.

"Hayır hayır," dedi elimi kaldırıp dudaklarına götürerek. Elimin üzerine minik bir öpücük bırakarak kalbimi sıkıştırdı. "Güzelliğin kabahatin değil, mahcup olma."

Elim, dudaklarının altında titreyip karıncalandığında Hazer bana merhamet ederek elimi indirdi ve dizimin üzerine bıraktı. “İçeriye gelmiyor musun?" diye sordum hevesle. Düğündeyken gece beraber olacağımızın imasını yapmıştı, neden vedalaşıyor gibi davranıyordu? "Belki... geceyi beraber devam ettiririz."

Gülümsedi ama cevap verirken bakışlarını kaçırdı. "Benim... bir yere gitmem gerekiyor."

Bir işi mi vardı? Ama saat gecenin on biriydi. Sorma hakkımın olduğuna karar vererek, "Ne işin var?" diye sordum.

Nefes alırken burun delikleri genişledi ve gözüme sıkıntılı göründü. Yüzündeki gerginliği neye yoracağımı bilememiştim. "Sana yalan söylemeyeceğim Mila," dedi beni korkutarak. "Hüseyin'in yanına gideceğim."

Kaskatı kesildim. "Ne... neden?" diye kekeledim.

"Bir gece istiyorum Mila," dedi, başını tekrar bana çevirerek. Gözleri soğukkanlı, kendinden emindi. "Mahkemeye iki gün var, o günden önce ona dilediğim her şeyi yapabileceğim bir gece istiyorum. Biliyorum, yasadışı, onu hastaneden bir geceliğine olsa da kaçırmam hoş değil ama... Ben unutamıyorum Mila, aklımdan çıkmıyor. İzin ver de bir gece olsun soğusun içim, bu geceden sonra yine yanmaya devam edecek zaten."

Ona... kızamazdım ki. Kim böyle bir şey için kızardı? Hazer'in geceleri vücudumu nazikçe okşadığını hissediyor, bana dokunmadan önce her defasında ürkmemem için, Benim, Hazer, dediğini duyuyordum. Çok ince davranıyor, aklından yaşadığım şeyleri çıkaramıyordu. Hüseyin'i bir şekilde hastaneden çıkarmıştı ve ona açıkça şiddet uygulamak, öfkesini kusmak istiyordu. Ben şiddet taraftarı değildim ama Hazer'e bir şey demeyecektim. Ellerinin o pisliğe dokunmasını istemezdim ama dediği gibi içi soğuyacaksa... bir gece kuralları ihlal edebilirdi.

"Ama ya mahkemede bu olanları söylerse?" dedim onun zarar görme olasılığından korkarak.

"Merak etme," diye güvence verdi. "Ağzını iyi kapatacağım."

Ellerine baktım, ne güzellerdi, gidip o pisliğe dokunmaya değmeyecek kadar güzel... Ama, bir kere de onun istediği olsun. Başımı salladığımda Hazer bu kadar kolay kabul etmemi beklemediğinden şaşırdı ama rahatlamıştı da. Avuçiçlerimi okşadı, içindeki çizgileri bile aklına kazımak ister gibi. "Güzel bir uyku çek, aklını bununla oyalama. Eve geçtiğimde sana mesaj atarım."

Endişelenmemeye çalışarak başımı sallarken koltuğumda yükselerek ona uzandım. Hazer de bu hareketimi görerek bana doğru uzandığında yüzünü ellerimin arasına alarak gözlerine bakıp iç geçirdim. Bu güzel gözler iç çekilmeyi hak ediyordu. Yanakları parmaklarımın altında kayarken dudaklarına sokularak altdudağımı üstdudağına sürttüm. Hazer'in gözleri karşı koyamayarak anında kapandı ve ihtiyaçla altdudağımı emdi.

"Kendine çok dikkat et," dedim, âdeta yalvarırcasına. "Ellerin çok güzel, çok seviyorum, benimkileri tutmak için varlar sanki... Onlarda iz bırakma."

"Asla," diye yemin etti ve Leo'nun duymaması için inlememeye çalışarak beni kucağına çekti. Kollarımı boynuna sardım ve düğüne gidip de onu gördüğüm ilk andan beri yapmak istediğim şeyi yaparak onu öptüm. Dudaklarımı tutkuyla, kibarlığı elden bırakmamaya çalışarak ama başaramayarak öptü; vücudumu, bacaklarımı okşayıp ağzımın içine o müthiş inleme seslerini çıkardı.

Soluk soluğa ayrıldığımızda dudaklarına bulaşan ruj lekesine bakıp gülümsedim. Hazer ilerleyen birkaç dakika boyunca beni bırakmamak için direndi ama Leo kıpırdandığında pes ederek koltuğa bıraktı. Arabadan beraber indik ve Hazer, Leo'yu odasına kadar taşıdı. Çıkmadan önce beni kapıya yaslayıp bir daha öptü ve vedalaştık.

Ben gecenin ilerleyen saatlerinde yatağımda kıvranıp onun neler yaptığını düşünürken sabaha karşı bana, Eve geldim, her şey yolundadiye bir mesaj attığında ancak o zaman gözlerimi kapatıp uykuya dalabildim.

Fakat ertesi gün beni görmeye gelmediğinde ellerinde yara izi olduğunu anladım.

🌓

Dava günü geldi.

Hazer'in elindeki yaralar geçti ama ben son üç gündür ellerimi o kadar sıktım ki eklemlerimde ağrılar başladı.

Hâlâ ellerimi sıkıyordum, arabanın içinde mahkemeye giderken gerginlikten midem bulanıyordu. Son üç gündür kendimi bugüne hazırlıyor, davada sakin kalmak için kendime öğütler veriyordum ama yarım saat önce evden çıktığımızdan beri soğuk terler döküyor, işlerin ters gitmesinden büyük endişe duyuyordum. 

Hazer’leydik, o da benim kadar gergin bir şekilde yanımda oturuyor, telefonda avukatla konuşuyordu. Birazdan oraya varmış olacaktık ama Hüseyin'i gördüğümde tüm o kahredici günleri tekrar hatırlayıp kendimi kaybetmekten korkuyordum. Avukat her şeyin lehimize olduğunu, Serap Müdire şahitlik edeceği için Hüseyin'in kısa da olsa hapis cezası alacağını söylüyordu. Ama ben ömür boyu bir hücrede çürümesini istiyordum, ömür boyu.

Serap Müdire’yle iki gün önce konuştuğumuzda şahitlik etmekte hâlâ kararlıydı ama son anda fikir değiştirme ihtimalinden kaygılanıyordum.

Ya tutuksuz yargılanırsa? Korkunç olurdu!

Ellerimi ovalamayı bıraktığımda eklemlerimdeki acıyla sızlandım ve camı indirip serin havayı içime çektim. Midem kasılıyordu, bugün kusmazsam daha da kusmazdım galiba. Telefonu kapattığını gördüğümde gözlerimi ona çevirdim. Lacivert bir gömlekle kot pantolon giymişti, telefonunu cebine atarken bana baktı. "İyi misin?" diye sordu, yüzümün halini görerek.

"Kusacak gibi hissediyorum," dedim.

"Arabayı kenara çekelim," dedi endişeyle.

"Gereği yok," dedim, gülümsemeye çalıştım. "Dün geceden beri böyle, tamamen stresten."

Hazer stresimi anlıyordu çünkü kendisi de benden farksız değildi. "Bugün herkes hak ettiğini bulacak."

Umarım sevgilim.

Varana kadar omzuna uzandım ve Kerem arabayı otoparka çektiğinde titreyen dizlerimle arabadan indim. Saçlarımın üzerindeki güneş gözlüğünü gözlerime indirirken Hazer belimden nazikçe tuttu ve Kerem'in arkasından ilerledik. Binaya girip güvenlikten geçerken gözlerim etrafta geziniyordu. Gazel de gelmeyi çok istemişti ama bu ortamın, davanın onun ruh halini değiştirmesinden korktuğum için gelmemesini söylemiştim.

"En üst kattaymış," dedi Hazer. "Asansöre geçelim."

Asansöre bindiğimizde Kerem bana gülümsedi, o da iyi hissetmemi önemsiyordu. Ben de dudaklarımı kıvırdım. Bir dakika içinde asansörden indiğimizde ellerimi yumruk yaparak Hazer'in koluna yaslandım. Parmakları belimi yatıştırıcı bir şekilde okşarken ilerlediğimiz koridorun sol tarafından döndük. "Her şey yolunda girecek, bana güven."

"Te... teşekkür ederim Hazer."

Ona en içten teşekkürlerimden birini ederken başımı kaldırdım ve… onu gördüm. Güneş gözlüklerimin ardına sakladığım gözlerim tiksinti duygusuyla kısıldı ve midemdeki safra biraz yükseldi. Yüzümü buruştururken farkında olmadan yavaşlamıştım. Orada, yanında bir polis memuruyla dikiliyor, bana bakıyordu. Yaşlı, yaralı, yorgun görünüyordu. Göz göze geldiğimizde suratına tükürmek istedim. Bir an ona bakarken birinin eteğinin altına girip saklanan o çocuk gibi ürktüm ama çok sürmedi, kimsenin eteğinin altına girmeyecektim.

Omuzlarımı dikleştirdim ve Hüseyin gözlerini kaçırdığında yüzündeki darp izlerine baktım. Darmadağınıktı. Hazer'in ona ne kadar zarar verdiğini tam olarak bilmiyordum ama yüzünün görünen her yerinde yara izleri vardı, ayrıca elinde bir değnek tutuyordu, ayağı aksıyor olabilirdi. Takım elbise giymişti, iyi hal indirimi alırsa şaşırmazdım…

"Hoş geldiniz."

Avukat Hanım’ın sesini duydum ve bakışlarımı çevirdiğimde bize doğru yürüdüğünü gördüm. Önce Hazer’in, ardından benim elimi sıkarak güven verici şekilde gülümsedi. "Tam vaktinde geldiniz, şimdi bizi çağırırlar," diyerek son durumu aktardı. "Sizin için zor olduğunu biliyorum ama yaşadığınız her şeyi tekrar anlatmanız gerekiyor Safir Hanım."

Elbette anlatmam gerekiyordu ama ağlamadan, çaresiz görünmeden yapabilir miydim? Başımı sakince salladığımda Hazer bana dönerek buz tutmuş yüzümü okşadı. "Ben de içeride olacağım bebeğim."

"Lütfen," dedim.

Bir kapı açılma sesi geldiğinde başımı yakınında olduğumuz salona çevirdim. Üniformalı, elinde bir kâğıt olan adam dışarı çıktı ve bizlere bakarak, "Davacı Safir Mila Safkan," diye seslendi. "Davalı Hüseyin Kanguru.”

Demek zamanı gelmişti, o an bu andı. Parmak eklerimdeki ağrının aynısı tüm vücudumda hissedilmeye başlarken Hazer'in kolundan aldığım destekle birkaç adım attım. Hüseyin, yanında orta yaşlı, cübbesini giyinmiş bir avukat ve polis memuruyla kapıdan girdi. O gözden kaybolurken biz de anbean kapıya yaklaştık. Hazer'in avukatı birkaç şey dedi ama kulaklarım uğuldadığı için duyamadım.

Kapıya yaklaşırken Hazer'in eline sıkıca yapıştım ama birkaç saniye sonra o eli bırakacağımı biliyordum. Kerem de hemen arkamızdan gelip bizimle kapıdan girdi. Mahkeme salonu büyük, gerilim yüklüydü. Avukat Hanım eliyle davacı kürsüsüne yönelmem için beni teşvik ettiğinde Hazer'in gözlerine son kez baktım ve hiç istemesem de elimi ondan ayırdım.

Avukat Hanım’la davacı kürsüsüne geçip yan yana sandalyelere otururken mecburi şekilde gözlüğümü çıkararak önümdeki kürsüye bıraktım. Titreyen ellerimi sakinleştirmeye çalışırken Hazer ve Kerem de izleyici koltuklarına yan yana oturdu. Onlardan ve kendimden aldığım güçle omuzlarımı dikleştirdim ve karşımdaki davalı kürsüsünde oturan Hüseyin'e bir anlık baktım. Yanında kır saçlı avukatıyla oturuyor, onun dediği birkaç şeye kafa sallıyor, düşünceli görünüyordu.

Canavar… Kimbilir aklından neler geçiyordu…

Gözlerimi ondan alarak karşıma çevirdim. Yaşlı, neredeyse altmışında görünen, saçları ağarmış, gözlüklerinin ardından bana bakan hâkimi gördüm. Üzerinde konumunun ağırlığını taşıyan cübbesi vardı ve yüz ifadesi ciddiydi. Yanında, rütbesi kendisinden aşağıda olduğunu düşündüğüm bir yardımcı hâkim de vardı ve o da önündeki birkaç evrakı karıştırıyordu. O sert bakışlardan ürkerek gözlerimi önüme çevirdim ve tuşların sesini duyarak kâtibe baktım. Orta yaşlı bir hanımefendi tuşlara mükemmel bir hızla basıyordu.

Hâkim genzini temizlediğinde buz kesen ellerimi sıktım ve başımı tekrar kaldırdım. Gözlüklerinin ardından avukatlara bakarak, "Beyefendi ve hanımefendi," dedi ciddi ama kibar bir tonda. "Hazırsanız başlayalım."

Her iki avukat da hazır olduklarını bildirdi. Hâkim Bey önündeki evrakları şöyle bir karıştırdıktan sonra gözlerini bana çevirdi. "Davacı Safir Hanım," dedi, tüylerimi diken diken ederek. "Kalkabilirsiniz."

Avukata, sonra da dönüp Hazer'e baktığımda bana yumuşak şekilde gülümsedi ama ellerinin bacaklarının arasında yumruk olduğunu görmüştüm. Dizlerim üzerinden doğrulup omuzlarımı dikleştirdim. "Önümdeki metinde yazılı olarak verdiğiniz dilekçeyi bir de sözlü olarak verir misiniz?"

Kekeleme, sakin ol, yapabilirsin, neler yapmadın ki… Kimseye bakmadan, sadece hâkimin gözlerinin içine bakarak, "Elbette," dedim.

"Hüseyin Kanguru isimli kişinin seni taciz ettiğiyle ilgili bir yazılı dilekçen var ama dava dosyasının içinde hiçbir kanıt mevcut değil." O kadar soğukkanlıydı ki hakkımda neler düşündüğünü anlayamıyordum. "Bu yüzden sözlü dilekçene ihtiyacımız var."

"Anlıyorum," diyerek çok derin bir nefes aldım ve buz kesen ellerimi sıktım. "Ben... beş yaşında, babamın intihar etmesi ve annemin ruh hastalıkları hastanesine yatırılmasından sonra hiçbir yakın akrabam olmadığı için oturduğumuz semtteki yetiştirme yurduna yerleştirildim."

"Evet, kaç yaşındaydın?"

"Beş," dedim o günleri anımsayarak. Babamın intiharıyla başlayan o cehennemin her günü gözlerimin önünden akıp gitmeye başladı. "Hüseyin Kanguru, olduğum yetiştirme yurdunda çalışan bekçiydi ve ben yetiştirme yurdunda kalmaya başladığımdan kısa bir süre sonra... sözlü ve cinsel olarak... beni taciz etmeye başladı."

"Beş yaşındaydın, nasıl hatırlıyorsun?" diye sordu hâkim.

"Sonradan anladım," diye açıkladım hemen, kafamı şiddetle sallayarak. "Beni, o günü takip eden günler, aylar, yıllar boyunca taciz etti." Nefes al, kekeleme, tıpkı daha önce çalıştığın şekilde konuş. "Gece yarıları kaldığım yetimhane odasına gelip babama götürme bahanesiyle beni uyandırır, her gece de... kulübeye götürürdü. Dokunduğunu... hatırlıyorum."

"Babanın öldüğünü söylemiştin?"

"Bana kimse babamın öldüğünü söylemedi," dedim, babamın açık kalan ama ölü olan gözleri, beynimin arkasından bana bakmaya başladı. "Küçüktüm, nerede olduğumu bile doğru dürüst anlamıyordum, babamın gelip beni alacağını sanıyordum."

"Ne kadar zaman sonra iddia ettiğin şekilde taciz edildiğini anladın kızım?"

Bütün vücudumun aynı anda ağrımasına dayanamayarak yüzümü buruştururken kendimi kaynar suyun altında yaktığım o günü hatırladım. "On... on bir yaşlarındaydım."

Kâtip tuşlara sertçe basıp söylediğim her şeyi bir kez daha yazılı olarak kaydederken hâkim gözlüklerini hafifçe öne iterek bir süre sessizce yüzüme baktı. Başını ağır ağır sallayarak diğer sanık kürsüsünde oturan canavara döndü. Acaba bir günde kaç tane bu davalardan görüyordu? Tüm o kadınlar da benim kadar çaresiz miydi? Benim gibi vücutları buz kesiyor, karınlarına ağrılar giriyor, haykırarak acılarını anlatmak istiyorlar mıydı?

Tabii ki istiyorlardı!

"Davacı Safir Hanım'ı duydunuz," dedi hâkim, resmiyetini sürdürerek. "Eklemek, çıkarmak istediğiniz şeyler var mı?"

O tarafa bakıp onun yüzsüzce kendini savunmasını izleyemeyecektim. Bu yüzden dönüp sevgilime baktım, gözlerinden güç alırken onun da pürdikkat yüz ifademi izlediğini gördüm. İyi olduğumu göstermek için dudaklarımı kıvırdım.

"Müvekkilim adına ben konuşmak isterim Hâkim Bey," dedi, avukatı olmalıydı. "Davacı Safir Hanım'ın yazılı ve sözlü olarak da beyan ettiği iddiaların hiçbir kanıtla desteklenmediği çok açık. Müvekkilim Hüseyin Bey'in suçlu olduğunu açıkça gösteren en ufak bir delil bile bulunmamaktadır. Safir Hanım yüz kızartıcı şekilde yalan söyleyip müvekkilim Hüseyin Bey'in kişilik haklarına..."

"Hangi kişilik lan ağzına sıçtığımın piçi?" 

Hazer'in kükremesini duydum ve yalan söyleyen avukata hayret ederken kafamın içinde kurmaya çalıştığım sakinliğin yerle bir olduğunu hissettim. Hazer'in kükreyip yerinden doğrulmasıyla Hâkim Bey sertçe bağırdı. "Resmi makamda, adalet önündesin, ağzından çıkanı kulağın duysun genç adam yoksa bir daha uyarmadan kapı dışarı ederim seni!"

Hazer'e çaresiz, yalvaran gözlerle baktım. Onu anlıyordum, sakin kalmak çok zordu ama buradan atılmasını istemiyordum, bunu hak etmiyordu. Yumruklarını sıkıp gevşetti ve Hüseyin’le avukatına ölümcül gözlerle bakarak yerine oturdu. Gömleğinin yakasını çekiştirerek yumruğunu dizine koyarken Kerem de eğilip ona bir şeyler söyledi. Gözlerinin rengi acı ve öfkeden koyulaşmıştı.

"Şahidi çağırın."

Hâkim Bey’in gür sesiyle ürperdim ve üniformalı görevli Serap Müdire’ye seslenmek için dışarıya çıkarken Hüseyin’le avukatın şaşkınca birbirine baktığını gördüm. Korku gözbebeklerini bürümüştü.

"Şahit mi?" diye tekrarladı avukat.

Hâkim Bey soğukkanlılığını korudu. "Korktuğunuz bir şeyler mi var?"

Avukat hiçbir şey diyemeden tekrar adını aklıma bile almak istemediğim canavara dönerken ben de gözlerimi kapıya kilitleyerek içimden yalvardım. Gelmediyse, beni yarı yolda bıraktıysa kendimi kanıtlayamaz, buradan yere çakılırdım.

"Serap Altuntaş," diye ismini seslendi görevli ve saniyeler işkence içinde geçti, resmen bekleyişin fiziksel acı verdiğini hissettim. Ve şükürler olsun ki, Serap Müdire göründü.

Rahatlayıp kocaman bir nefes bıraktım ve gözlerimi yumup Tanrı'ya şükrettim. Hüseyin'in şaşkın soluğunu, avukatın tıslamasını duymuştum. Hemen yanımda duran benim avukatımsa elini sırtıma koyarak nazikçe duygularımı sakinleştirmeye çalıştı. 

"Buyurun," dedi Hâkim Bey, gözlerimi açtığımda. Serap Müdire bana bir bakış atarak tanık kürsüsüne geçti ve Hüseyin'in ateş gibi gözleri onu takip etti. "Doğru söyleyeceğinize namusunuz, şerefiniz ve kutsal saydığınız tüm değerleriniz üzerine yemin eder misiniz?"

"Yemin ederim," dedi Serap Müdire.

Hâkim Bey tokmağını ahşap kürsüye vurarak onları uyardıktan sonra önündeki evraklara dönüp gözlüklerinin arkasından baktı. "Burada, Hüseyin Bey’in aleyhine verdiğiniz yazılı dilekçeyi aynen onaylar ve tekrar eder misiniz?"

Umutla yüzüne baktım. Yapacaktı, hayatında ilk kez benim için iyi bir şeye imza atacaktı. "Onaylar ve tekrar ederim," dedi Serap, sesinde utanç vardı ve yüz kızartıcı günahı omuzlarına binmiş gibi çökmüştü gövdesi. "Hüseyin Kanguru, Safir Mila Safkan'ı, daha önce de belirttiğim gibi defalarca kez taciz etmiştir. Ben de... bunu öğrendiğim kısa bir süreden sonra kendisini yetimhaneden kovmuştum."

Tanrım, yapmıştı! Elimi ağzıma kapattım ve ağzımdan bir mutlu gülüş çıkmaması için kendimi tuttum. Hâkim Bey soğukkanlılığını devam ettirerek başını önüne eğdi ve dosyadaki kâğıtlara göz attıktan sonra, "Burada, mahkemeye bir kanıt sunduğunuz yazıyor," dedi ve hemen sonra dosyayı çevirdi.

Duraksadım, kanıt mı? Tacizle ilgili, sözden fazla kanıtı mı vardı? Yanımdaki avukatımın da şaşırdığını, dönüp bana gülümsediğini gördüm. Hüseyin ve avukatıysa ellerini çoktan başlarına vurmaya başlamıştı. Serap Müdire başını sallarken Hâkim Bey dosyayı çevirdi ve arka taraftaki şeffaf dosya içinde duran bir cihaz çıkardı. Küçük bir kamera makinesiydi.

"İftira!" diyerek yerinden fırladı canavar.

Hâkim tokmağını bir daha vurdu. "Otur yerine!"

Hüseyin yerine sinip yaralı suratıyla yanındaki avukatına çatmaya başladığında Hâkim Bey şeffaf dosyanın içindeki kamerayı çıkardı. Nefesimi tuttum ve gözlerim yaşardı. O videoda ne vardı? Küçücük bir Safir mi? Beni taciz ederken mi kayda almıştı? Bunu yaşamaya beş yaşındaki kalbim dayanmıştı ama yirmi bir yaşındaki kalbim kaldırır mıydı?

Hâkim Bey oynatma düğmesine bastı ve birkaç saniye sonra kayıt açıldı, kamera bana dönük olmadığı için görüntüleri göremiyor, sadece sesleri duyuyordum. "Bu aramızda kalacak," diyordu Hüseyin, o tiksinti uyandıran sesiyle. "Sen Safir'in anası değil, babası değilsin. Ona yaptıklarımı..." Pişkin pişkin güldü. "...polise ihbar etmek sana bir şey kazandırmaz, malum senin de bir kızın var..."

O gerçekten bir canavar, hem de takım elbisesi olanlardan.

Böyle bir videonun varlığından haberdar değildim, bugüne kadar sadece onun şahitliğine güvenmiştim. Fakat şimdi her şey görüntülü ve sesli olarak kayıt altında, ayan beyan ortadaydı. Elimi ağzımdan düşürdüm ve gülen gözlerle Hazer'e döndüm. Kerem de o da ayağa kalkmış, ağızları açık şekilde olan biteni dinliyordu. Hazer daha mı çok kahrolsun, bir kanıt olduğu için sevinsin mi bilememiş gibiydi. Bakışlarımız çarpıştığında ruhumun verdiği ilk özgür soluğu onun yüzünde gördüm. 

"Avukat Bey, sanırım bundan sonrasında müvekkilinizi savunamayacaksınız," dedi hâkim ve dolu gözlerim bir kez daha ona döndü. Hüseyin ve avukata bakıyordu, avukatın başını önüne eğdiğini görürken Serap Müdire’nin bakışlarını seçip ona baktım. Buruk, pişman, utanç içinde görünüyordu. Sözünde durması takdir edilesiydi ama... kalbim onu hiçbir zaman yeterince affetmeyecekti. Geç gelen vicdan, bazı şeyleri telafi etmeye yetmiyordu.

Gözlerimi ondan koparıp heyecan içinde hâkime çevirdim. Yanındaki, kademeli bir başka hâkimle fısıldaşıyorlardı. İkisi de bir an sonra hemfikir olarak kafalarını salladılar ve birbirlerinden uzaklaştılar. Kalp atışımın kulağımdaki yankısını, beklentiyle kasılan vücudumun ağrısını, tıpkı göğsümde yeşeren umut gibi en derinimde hissediyordum. Keskin, süratli bir sessizlik başladı ve Hâkim Bey el işaretiyle avukatları ayağa kalkmaya davet etti. İki avukat da ayağa kalktı ve hâkim tokmağı iki kez, ahşap kürsüye vurdu.

"Yaz kızım," diyerek o an umutla çarpan kalplerimizin kaderini çizdi. "Davalı Hüseyin Kanguru’nun, 2002 tarihinde çalıştığı yetiştirme yurdunda, o zamanlar henüz fiziksel ve psikolojik gelişimini tamamlamamış olan Safir Mila Safkan'a cinsel tacizde bulunduğu, şahitler ve kanıtlar neticesinde kesinleşmiştir. 5237 sayılı kanunun 103. maddesinin 1 numaralı fıkrası gereği, Hüseyin Kanguru’nun, cinsel taciz suçundan 10 yıl, 11 ay hapsine karar verilmiştir!"

BÖLÜM SONU.