0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

44. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

"MUTLULUK YA ÇOK YAKININDA YA ÇOK UZAĞINDA"

HAZER HAN DALGAKIRAN.

Acılarınız, affederseniz özgür kalırdı. Ama Mila beni severek çektiğim acıları, affetmeme gerek kalmadan özgür kılmıştı.

Bana, benim ona aldığımdan bile daha güzel bir yüzük almıştı neredeyse...

Doğru duyduysam, delirmediysem veyahut bir rüyanın içinde değilsem Mila dizlerinin üzerine çökmüş bana evlenme teklifi ediyordu. Gözleri heyecan ve beklentiyle büyümüş, dudakları aralık kalmıştı.

Kalplerin arkasında kaburgalar vardı, sırtınızı dik tutardı. Göğsümün içinde de melek kanatları vardı, biri koparılsa ömür bana zindandı.

Utangaç şekilde gülümseyerek yüzük kutusunu bana uzattı. Siktir, resmen beni evinin kocası, çocuklarının babası yapmak istiyordu. Bağıra bağıra evet demek istiyordum, onu çekip sarılmak, verdiği inanılmaz mutluluğu coşkuyla yaşamak istiyordum ama hareketsiz kalmıştım. Kalbimde, affedilecek hiçbir acı bırakmamıştı.

İlk tepki olarak genzimi temizledim ve heyecandan buz kesmiş elimi eline doğru uzatıp onun da buz kestiğini fark ettim. "Mila?"

"Evet demen gerekiyordu," dedi gözlerini kırpıştırarak. 

Gülmeye çalıştım çünkü gözleri korkulu, çekingen bakmaya başlamıştı ama mutluluk boğazımı sıkıyordu, konuşamıyordum. "Bana tektaş almışsın," dedim parlayan taşa bakarak.

Dişlerini göstererek gülümsedi. "Evet, beğendin mi?"

"Ben erkeğim."

Gözlerini büyütüp küçülttü. "Gerçekten mi?"

"Bunun farkında olduğunu sanıyordum," dedim, birleşen ellerimiz titrerken. "Çok yakından hissetmiştin."

Güldü ve başını sallayarak beni onayladı. Neyi onayladığını bile bilmiyordu çünkü bana tektaş aldığının hâlâ farkında değildi. Yüzük kutusunu bir kez daha bana uzatırken yüzüğe baktı ve sonra bir şeylerin ters gittiğini kavrayarak gözlerini kocaman açtı. "Siktir!"

Ne?

O küfür mü etmişti? Bu gece daha fazla şaşkınlığı kaldırabileceğimden emin değildim. Ağzımı zorla kapatıp dudaklarımı birbirine bastırırken Mila dizlerinin üzerinden kalktı ve arkasını dönüp ellerini yüzüne kapattı. "Aman Tanrım! Tektaş aldım, sana tektaş aldım! Alyans almalıydım, tektaş aldım."

Arkasından yaklaşıp kollarımı narin vücuduna doladım ve göğsüme çekerek ellerimi karnında birleştirdim. "Neden tektaş Mila? Beş taşı hak etmiyor muydum ben?"

Onu güldürerek rahatlamak istedim ama daha çok utanarak ayağını yere vurdu. "Hazer!"

"Evinin erkeği, çocuklarının babası mı yapacaksın beni?"

Kollarımın arasında bana dönerek yüzünü göğsüme gömdü ve küçük yumruklarını karnıma vurmaya başladı. Bedenini sardım ve ihtiyaç içinde başını göğsümün içindeki kanatlarına yasladım. "Elime yüzüme bulaştırdım," diye yakındı şaşkına dönmüş halde. "Ben kuyumcuya girmiştim, yüzüklere bakıp en güzelini seçmeye çalıştım. Hatta adam bana ölçü falan sorduğunda yanımda duran Kerem'in parmağında denedik! Bak sen... O sana tektaş aldığımı biliyordu, bana alyans almalısın demedi!"

Görüyorum... Kerem'i kovma vaktinin geldiğini görüyorum...

Gerçekten heyecanla, kendini bilemez şekilde hareket etmiş görünüyordu. "Sallama Mila," dedim, dalgalı saçlarının üzerinden öperek. "Parana kıyıp bana alyans alamadın, tektaş aldın ki kendin takabilesin değil mi?"

"Dalga geçmeye devam ediyorsun," diye sızlandı, sesi gittikçe kayboluyordu. Alnıyla göğsümü eşeleyip elleriyle gömleğime tutundu ve utanç dolu bir ses çıkardı. Sakinleşme ihtiyacının farkında olarak herhangi bir şey demedim ve uzanıp yumruğunun arasında tuttuğu yüzük kutusunu aldım. Buna rağmen kafasını kaldırmadı, neredeyse düğmelerini açıp kafasını gömleğimin içine saklayacaktı. Elimle ensesini okşayarak yüzük kutusunu bir daha açtım ve pırlantayı çıkararak elime aldım.

"Safir..."

"Yüzüğün faturası duruyor, kuyumcuya gidip değiştirebiliriz."

"Sen şimdi benim soyadımı Safkan da yapmak istersin."

Ayağını kaldırıp bileğime vurduğunda gülüşüm saçlarının arasında kayboldu. "Şaka yaptım.”

Ay gibi parlak gri gözler kalbinin sahibini bulduğunda eline uzanıp aramıza doğru kaldırdım. "Sen benim soyadımı Safkan yapmak istemiyor olabilirsin ama ben senin soyadının yanına Dalgakıran eklemek istiyorum," diyerek pırlantayı yüzük parmağına geçirdim.

Mila Dalgakıran.

Yüzük tombul parmağından geçtiğinde Mila'nın dudakları bir süre aralık kaldı ve eliyle gömleğimin ucunu sımsıkı kavrayarak üst üste yutkundu. Saçları gözünün önüne gelmişti, onları alırken gülümsedim ve gömleğimin ucunda duran elini tuttum. "Oysa ceketimin ucundan tutmaya başlayarak ilk adımı atmıştın bana, şimdi de gömleğimin ucundan tutuyorsun."

Bu detayı yeni fark etmiş gibi gözlerini indirip gömleğime baktı ve gülümsedi. Konuşamadığını hissettim, bu yüzden zorlama gereği duymadan başını tekrardan göğsüme yasladım. Yüzük elbette parmağına bol gelmişti, her ne kadar Mila'nın parmakları tombul olsa da Kerem'in eli çok daha büyüktü. Yüzük olan elini avcumun içine hapsederek çenemi başına yasladım. Kalbinin büyük olduğunu biliyordum ama bu kadar cesur olduğunu yeni öğreniyordum.

"Kendi tektaşımı kendim almış oldum," dediğini duydum, sesi hâlâ hayret doluydu. Mila bana, bir tektaş alarak evlenme teklifi etmişti. Evlilik... O ve ben... Evlenecek miydik biz yani?

Gözlerim bir daha büyüdü ve pervasız bir tepki vermemek, bağırmamak ya da ne bileyim yumruklarımı havaya kaldırmamak için ona daha sıkı sarıldım. Demek ki onun kafasının içinde de böyle bir hayal, ümit, istek vardı.

"Si," dedim, saçlarını avuçiçime hapsederek.

"Hı?"

"Evet."

Bir dakika içinde neyi onayladığımı anlayarak gülmeye başladığında şakağından öperek kokusunu içime çektim. Cesaretine o kadar hayran kalmıştım ki ne yaparsam yapayım bu kadar cesur olamayacakmışım gibi hissediyordum.

"Ben yarın yıldırım nikâhı için gün almaya gideyim," dedim, ensesine bir öpücük bırakarak.

"Ne?" Yüzünü göğsümden kaldırdı. "O kadar çabuk mu?"

"Bir ya da iki ay içinde evlenelim," dedim kendimden emin, kararlı şekilde. "Yoksa kaçarım sana, benimle evlenmek zorunda kalırsın!"

"Bir ya da iki ay mı?"

"Si," dedim. "Dokuz aydır beni kullandığın yeter, evlen artık benimle kızım!" Yükselerek bağırdım. "Çocuk yapalım çocuk!"

Yanağını kaşıdı ve bir diğer elini yanağıma koyarak yüzüme daha dikkatli baktı. Onu ikna etmek için dudaklarına sert bir öpücük daha kondurarak vücudunu okşadım. "Bebeğim... Dokuz aydır beraberiz, birbirimizi tanıyoruz; bir süre aynı evde de yaşayıp geçinebildiğimizi gördük. Hayatını yoluna koydun, birkaç ay sonra üniversiteye başlayacaksın, çalışıyorsun. Evlenmemiz hiçbir şeye engel olmaz. Çocuğu da... Üniversite bitene kadar erteleyebiliriz, sen daha gencecik..."

Dudaklarının ıslak dokunuşu beni en güzel şekilde susturduğunda gözkapaklarım düştü ve karanlıkta sahip olduğum en parlak ışığa tutunarak dudaklarımı araladım. Elimden gelen en büyük narinlikle ama sertçe onu öperek başından kendime bastırdım ve altdudağına küçük küçük ısırıklar bıraktım. "Tamam, istediğin gibi olsun. Ben zaten sade bir nikâh isterim, bana yeter. Kendi aramızda..."

"Benimle gerçekten evleniyorsun," dedim çilli yanağını okşayarak. İki ay şu an çok uzun geliyordu ama bunun kısa bir süre olduğunu biliyordum. Hayalini kurduğum şeye bu kadar yaklaştığımı bilmek beni hayrete düşürüyordu. "Şu an çok mutluyum Mila, mahcubum. Abuk sabuk tepkiler vermemek için zor duruyorum, bıraksan atlıkarıncanın etrafında beş tur koşarım."

"Han," dedi.

"Senin," dedim.

Ellerimi sırtında birleştirip onu kendime kenetledim. Yüzüm boynunda saklanırken kollarının geniş omuzlarımı sardığını hissettim. Ellerim küçük, yetemem demiyordu, hiç yapmamasına rağmen bir erkeğin nasıl kucaklanmayı sevdiğini sanki biliyordu. "Hayatımı yalnız geçirip, kimsesiz, yaşlı bir kadın olarak evimde öleceğimi düşünüyordum," dedi duygulu bir sesle. "Balerin olacağımı, bir evimin olacağını düşünüyordum ama âşık olacağımı aklıma bile getiremiyordum. Seninle karşılaşmasaydık meğer ne kadar eksik ayrılırmışım bu dünyadan… Senden başka birini sevme ihtimalini aklım almıyor. İfade etmekte yeterince iyi değilim belki ama sana o kadar âşığım ki artık geceleri Hazer çok mutlu olsun diye dua etmeden uyuyamıyorum."

"Mila," dedim, uyuyan bir bebeği ürkütmekten korkar gibi.

"Senin," dedi.

Benim, diye tekrarladım içimden. Baksana, kanatların tam da benim göğsüme göre.

Başının göğsümde durmasını öyle seviyordum ki o kaldırmadan kaldıramadım. Birkaç dakika sessiz kalıp ensemi, kısa saçlarımı okşadı ve sonra uzaklaşıp iki yanağımdan da öptü. Parlatıcısının yanağıma yapıştığını hissediyordum. O da bunu fark edip güldü ve parmak uçlarıyla yanağımı temizledi. "Yanakların kızardığında çok tatlı oluyorsun," dedi.

Bakışlarımı kaçırıp ellerimi belinde kaydırdım. "Kızarmadı, rujun bulaştı."

"Dudağının kenarındaki yara da geçmedi hâlâ," dedi, içine dert oturmuş gibi üzülerek.

"Yaraların kabuğunu soyup iyileşmemesine izin vermeme gibi bir alışkanlığım var, biliyorsun."

Babamın açtığı yaralardan kalma bir alışkanlık.

Mila'nın hassas kalbindeki titreşimi gözlerinde gördüm. Uzanıp dudağımın kenarındaki yaradan nazikçe öptü. "Gitmeden önce oyuncaklara biraz daha bineyim mi?"

"Tabii ki," diyerek yanağını sıktım.

Benden uzaklaşıp ellerini yanaklarına koydu ve etraftaki oyuncaklara baktı. Ben de basamaklara oturdum ve gönül rahatlığıyla bir sigara yakıp onu izledim. Etrafı gezip oyuncakları tarttı ve bazılarıyla konuşmaya başladığında onun gerçekten bir şapşal olduğunu düşündüm. Kurdelesi yeşildi, ilk kez bu renkte bir kurdele takıyordu. Saçları epey uzamıştı ama sanırım uzun kullanmayı seviyordu, onu tanıdığımdan beri hiç kestirmemişti. Beline kadar iniyordu, bu kadar uzun saçın bir gereği olduğunu düşünmezdim ama onun her teli çok kıymetliydi. En son lunaparkı dolanıp balerin oyuncağına doğru ilerledi ve zıplayıp aletteki oturaklardan birine yerleşti. Balerin dönmüyordu ama Mila böyle de eğleniyor gibi görünüyordu. Sigaramın külünü çöp bulamadığım için kenara doğru silkerek sevimliliğine sırıttım.

Bu gece yaşananlara inanmıyordum, hayatımda onun evlilik teklifi kadar şok olduğum başka şey olmamıştı. Tektaş almıştı yahu, tektaş!

Başımı önüme eğip güldüm ve basamaktan kalkarak yanına ilerledim. Ona yaklaştığımdan habersizce koltuğun üzerinde ayaklarının üzerinde yükseldiğinde sırıtarak kollarımı kalçasının az altına sardım. Ufak bir çığlık attığında bir elimi beline çıkararak onu koltuğun üzerinden aldım ve sırtıma attım. Kafası sırtımdan aşağıya düşerken, elleri düşme korkusuyla sırtıma yapışmıştı. Kalçasına bir tane vurarak onu omzumda dengeledim ve lunaparkın çıkışına yöneldim. "Yeter bu kadar, eve gidiyoruz."

"Başım döndü," diyerek bana kızdı ve ellerini sırtıma bastırarak başını doğrultmaya çalıştı. Uzanıp kalçasına bir tane daha vurduğumda pes edip yanağını sırtıma yasladı. "Kalçama vurmaya iyi alıştın Han."

Kızgınmış gibi davranmaya çalışması karşısında sırıtıp bacağını okşadım. "Sen bir de evlenince gör."

Utanarak kaskatı kesildi. Tepkilerini tatlı buluyordum, elimde değildi. Ne anlamıştı bilmiyorum ama bir anda düşünceli hale bürünmüştü. Sanırım bana evlenme teklifi ederken evliliğin seksi barındırdığını unutmuştu. Bana alyans yerine tektaş alan bu kızın, evlilikte seksi unutması beni şaşırtmazdı. Lunaparktan çıkarken gülmemek için genzimi temizledim. Düşünceli şekilde iç çektiğini duydum, ciddi ciddi bunu düşünüyor olabilirdi. 

Arabaya yaklaştığımızda yere eğilip onu indirdim. Her ne kadar rızası olmadan kucaklamış olsam da arabaya taşıdığım için bana teşekkür etti ve sonra kapısını açarak koltuğa yerleşti. Arkamı dönerek yumruklarımı havaya savurdum ve coşkulu bir küfür basıp arabanın etrafını dolandım. Şoför koltuğuna geçerken oldukça sakin davranmaya çalışıyordum. Mila başını eğmiş, yüzüğe bakıyordu. Acaba ne düşünüyordu? 

Arabayı sokaktan çıkarırken oksijenin yardımcı olması için camı indirdim. Havayı içime çekerken, "Titriyorsun," dediğini duydum Safir'in. Elini dizime koyup okşadı. "Dizin titriyor."

Elimin tersiyle yüzümden akan terleri silerek gaza yüklendim. "Uçurayım mı seni?" diye sordum, arabayı hızlı sürmeyi kastederek.

"Olur," dedi neşeyle.

Dönüp emniyet kemerini taktığından emin olduktan sonra gaza yüklenip önümüzdeki düz yolu saniyeler içinde bitirdim. Mila heyecanlı bir ses çıkararak kendini koltuğuna yasladı. Bu hızdan zevk aldığını düşünerek sırıtırken, "Leo hâlâ annemde," dedi Mila. Annem demesi gururumu okşuyordu, annemde sevgiyi görmesine mutlu olmuştum. "Onu alıp öyle geçebilir miyiz?"

"Elbette."

Annemlerin evine gitmek için ilk sapaktan girdim. Leo dünden beri o evdeydi, babamla karşılaşıp karşılaşmadıklarını merak ediyordum. Leo'nun Adem’le bariz bir benzerliği vardı, bunun bir çeşit imtihan olduğunu düşünüyordum. Leo'yu her gördüğümde Âdem gözlerimin önüne geliyordu. Bana gülümseyen, her şeyden habersiz, hepimizden masum yüzü...

Babam ona ne tepki verirdi kestiremiyordum. Adem'e benzediği için Leo'yu suçlayacak kadar psikopat ruhluydu ama onu Âdem yerine koyup sevebilirdi de. Safir bana dokunuyor olmasa gerginlikten ellerimin taşa dönüşeceğini hissettim, neyse ki o vardı. Direksiyonu sağa kırarken dönüp Mila'ya baktım. İşaretparmağını cama yaslamış, bir şeyler yazıyordu. Onu rahatsız etmeden dizini okşadım. "Üzerindeki tişörtte H harfi yazıyor, gözümden kaçmadı."

Dalmıştı sanırım, sesimi duyunca başını bana çevirdi. "Bir yanlışın var hayatım, ben bu tişörtü seni tanımadan önce almıştım."

Öyle kalırsın işte Hazer.

Omzumu silktim. "Benim için aldığını düşünmedim zaten." Evet, düşündüm. "Görünce dikkatimi çekti."

Güldüğünü hissediyordum. "Sen öyle diyorsan..."

Yanaklarımın ısındığını hissettim ve yolun devamında onunla bir daha konuşmadım. Eve yaklaşırken annemi aradım ve babamla yüz göz olmamak için Leo'yu kapıya çıkarmasını söyledim. Mila camdan dışarıya bakıyor, geçen günkü gibi tedirginlik duyuyordu. Annemi seviyordu, buraya da ilk kez gelmiyordu. O halde... babamdan mı çekiniyordu? Dizini okşayarak dikkatini çektim ve bana döndüğünde göz kırptım. "Sen burada bekle, ben Leo'yu alıp hemen geleyim."

Bu teklifim onu rahatlatmış gibi derin bir nefes verdi. "Por favor."

Onu arabada bırakıp dışarıya çıkarken kravatımı suratına fırlattım, kıkır kıkır güldü.

Eve yürürken kapının aralık olduğunu gördüm. Annem bir yanında Mustafa, bir yanında Leo ile beni bekliyordu. Aceleci davranarak onlara yaklaştım ve annemin elini, yanaklarını öptükten sonra çocukların saçlarını karıştırdım. "N’apıyonuz la sıpalar?"

İkisi de bir ağızdan, "Sana ne?" diye bağırdığında gözlerimi devirdim.

İkisi de birbirine sırt dönmüş, kollarını önlerinde bağlamış, suratları sirke satar halde yere bakıyordu. Kavgalı görünüyorlardı, bir şey olduğu belliydi. Yüz yüze gelip Kemal'in yanağından öptüm. "N’abersin abim?"

"Sana ne dedim ya!"

Üzerindeki pantolonun askılarını çekiştirip onu gıcık ettikten sonra doğrulup Leo'nun elinden tuttum. Bana da Mustafa’ya da pas vermiyordu. Yalnızca anneme dönerek onun eteğini çekiştirdi. “Bana çikolata verdiğin için teşekkür ederim Bahar Teyze.”

Annem gülerek eğildi ve Leo’nun altın sarısı saçlarından öptü. “Cebine de koyduk, eve gidince onları da yersin.”

"Çok yersem dişlerim çürür," dedi Leo ve Mustafa Kemal'e sert bir bakış atarak bana döndü. Anneme ne oluyor dercesine baktığımda kafasını iki yana sallayarak güldü. Leo'nun ağzını arayarak öğrenmeye bakacaktım, Mustafa Kemal'in üzerine gidersem ters tepebilirdi. Mustafa annemi, muhtemelen Leo'yla konuştuğu için iterek içeriye koşmaya başladığında, "Ne konuşuyorsun evin içinde lan?" diye bağıran sesi duydum ve kanımın çekildiğini hissetmem saniyelerimi aldı.

Sesine tepkisiz kalamayarak bakışlarımı ona yönlendirdiğimde babam da açık olan kapıyı fark ederek bu tarafa döndü. Beni fark ettiğinde yüzünü astı ve elleri kumaş pantolonun cebinde dururken buraya doğru ilerledi. “Kızıma selam söyle, olur mu?"

"Söylerim," dedim, annemin Mila'yı kastettiğini bilerek.

Babam buraya gelip benimle uğraşmadan önce basıp gitmek istiyordum, bu yüzden Leo'nun elini sıkarak arkamı dönüyordum ki babam Leo'ya gülümseyerek aklıma gelen korkunç şeyi başıma getirdi. Benimle veya annemle hiç ilgilenmeden dizlerinin üzerine çöktü ve Leo'yla aynı hizaya gelerek, bana hiç gülümsemediği şekilde gülümsedi ona. "Gidiyor musun Leo? Yakın zamanda yine gel, olur mu?"

Benimle hiç... bu kadar anlayışlı ve yumuşak bir ses tınısında konuşmamıştı.

Leo babamın yüzündeki iyi bir insan maskesine kanarak gülümsedi. "Gelirim Cüneyt Amca."

Ellerini omuzlarına koyarak içimi parçalayan bir sıcaklıkla Leo'ya sarıldı. "Aslan parçası!"

Köpek.

Aslan Parçası.

Hiçbir tepki veremeden bu kucaklaşmayı izlerken annemin de beni izlediğini hissediyordum. Göğsümde bir boşluk açıldığını sandım. Onların kucaklaşmaları bitene kadar izlemekten başka şey gelmedi elimden.

"Gidelim enişte." Leo bana döndüğünde irkilip başımı salladım. Babam dizlerinin üzerinden doğrulup bana buz gibi bir bakış attı. Arkasını dönüp içeriye yürüdüğünde Leo'nun elini daha sıkı kavrayıp arkamı döndüm ve onunla arabama ilerledim.

"Ablam nerede? Çok özledim onu."

"Çok özlediysen gitmeseydin," dedim, bahçe kapısından çıkarken.

Leo'nun durgunlaştığını hissedene kadar ne dediğimi fark etmedim. Başımı ona eğdiğimde dudaklarının büzüldüğünü gördüm. Kendime sövüp yumruğumu sıktım ve hemen düzeltmeye çalıştım. "Yani... ablan da seni özler. Bırakıp gitme onu."

Kafasını kaldırdı ve çekingen gözlerle bana bakarken dişleri göründü. "Gitmem. Hem zaten ben Mustafa'yla küstüm, bir daha onunla görüşmeyeceğim."

Arka koltuğun kapısını açtım ve onu oturtup kemerini taktıktan sonra, "Açma sakın," diye uyardım.

"Tamam ahbap enişte."

Şoför koltuğuna geçerken Mila'nın çoktan arkasına dönüp kardeşini sevgiyle karşıladığını gördüm. Kemerimi takarak ellerimi direksiyona sabitlediğimde bana döndü. "Bahar Anne nasıldı?"

Konuşmak için zamana ihtiyacım oldu. "İyi," dedim, sesim boğuktu ve çatlamıştı. "Sana selamı var."

"Ayıp olmamıştır inşallah," diye yakındı.

Dudağımın kenarını kıvırarak olmadığını anlatmaya çalıştım. Konuşurken sesim çatlıyordu, sükûnete ihtiyacım vardı. Arabayı çalıştırdığımda Mila bir dakika kadar yüzümü izledi ve sonra arka koltukta oturan kardeşine döndü. "Mustafa Kemal nasıl?"

"Bana Mustafa demeyin!" Leo aniden sesini yükselterek bağırdığında Safir neye uğradığını şaşırdı. "Mustafa Kemal dostluğumuza ihanet etti! Düğündeki kıza o da âşık olmuşmuşmuş! Rüya'yı önce ben gördüm, ben evleneceğim!"

Çocuk aklı ya da çocuk masumiyetiydi işte, gördüğü ilk rüyaya kapıldığını sanıyordu. Düğünde, ikisinin de peşinden koştuğu kız çocuğunu hatırlıyordum, demek afacanlar âşık olduklarını sanıyordu. "Siz çok iyi arkadaş, hatta dostsunuz. Eminim ileride gerçek aşklarınızı bulursunuz, arkadaşlığınızı bir daha görmeyeceğiniz bir kız için neden bitiriyorsunuz?"

"Abla sen saf mısın?" diye yakındı Leo kızgın şekilde. Göz ucuyla Mila'nın yüzüne baktım, bozulmuş ve dudaklarını bükmüştü. Sevimliydi. "Ben Rüya’yla evleneceğim diyorum, sen bir daha görmeyeceksin diyorsun!"

"Rüyanda görürsün," diye geveledim.

Safir Mila önüne döndüğünde dudağımın kenarıyla gülerek dirseğimi camın kenarına yasladım. Mila çok geçmeden her araba yolculuğunda yaptığımız gibi elini dizime koydu. Varlığıyla daha da rahatlayıp babamın oluşturduğu acıyı göğsümden kaldırmaya çalıştım. Mila evine gitmek istiyordu, bana kalsa ikisini de evime götürür, güvenle uyuturdum. Fakat Mila'nın kendi başına hayatını idare etme çabasını görüyordum, bu yüzden teklifte bulunup onu kendi çabası ve bana duyduğu aşk arasında bırakmayacaktım.

Bu akşamın güzelliğini babam bozmayacaktı, bu gece aklımda Mila'nın bana evlenme teklifi ettiği gece olarak kalacaktı. Babamın sevgisini kıskandığım gece olarak değil.

Arabayı evin karşısına çekerek durduğumda Mila bana döndü. Kemerini çözüp bana yaklaştığında elimi beline sarıp yanıma doğru çektim. "Yarın nikâh için gün almaya gidelim," diye fısıldadım dudaklarına doğru. "Seni alırım bebeğim."

Yanağımı şefkatle okşayıp, "Kaçta buluşalım?" diye sordu. 

"Yarın Muazzez’le kahvaltıya gideceğim," dedim, onun baş başa buluşma isteğini aradan çıkarma düşüncesiyle. "Oradan sonra seninle buluşur, beraber gideriz."

Mila tek kaşını kaldırarak yanağımdaki elinin hareketini kesti. "Ben de geleyim kahvaltıya," diye fikir öne sürdü. "Oradan sonra işlerimizi hallederiz hayatım."

"Çok isterdim ama yanımda sen olursan Muazzez’le konuşamam, dikkatim dağılır."

"Ben de bunu isterim," diye geveledi ağzının içinde. 

"Bak sen," diyerek çenesinin altından öptüm. Onu öptüğümde bile gülümsemedi, kafası başka yere gitmiş görünüyordu. "Leo arabada olmasaydı çok pis öperdim seni."

Yanakları pembeleşti ama gözleri hâlâ düşünceliydi. Ona ne olduğunu sormak üzereyken, "Abla," diye sızlandı Leo. "Eve girelim, uykum geldi."

"Dur la, iyi ki bir öpüşeceğiz!" 

"Abla bu eniştem ne diyor ya! Öpüşmek falan!"

Bir küçük kayınbiraderimiz eksikti...

Mila, Leo'ya göz kırparak yüzümü sıkıca tuttu ve gözlerime derin derin baktı. Onu öyle derinimde hissettim ki ben bile içimde bu kadar derinliğin olduğunu bilmiyordum. "Muazzez’le buluştuktan sonra hemen beni ara tamam mı? Bak hemen. Biz de buluşalım. Gidip nikâh günümüzü alalım."

Beni görmek, nikâh günü almak için bu kadar hevesli olması kalbimi sanki gümletti. "Elbette yavrum."

Daha rahatlamış göründü ve kirli sakallarımı elinin tersiyle okşayarak arabadan inmek için hamle yaptı. Leo'yu da arka koltuktan indirip elinden tuttu ve ben ilgiyle onu izlerken kapıyı kapatmadan önce son kez gözlerimin içine baktı. Onun bakışlarında da yıllardır hissettiğim şey vardı: sevgi görme ve gördüğü sevgiyi elinden kaybetmeme isteği. "Han, dünya üzerindeki herhangi bir başka kadın seni asla benim kadar sevemez. Sakın benim sevgimi, başka sevgilerle kıyaslama."

Kapıyı örtüp Leo’yla arkasını döndüğünde çenemi direksiyona yaslayarak eve yürümelerini izledim. Acaba onun sevgisini sürekli başka şeylerle kıyasladığım için mi böyle deme gereği duymuştu yoksa Muazzez'i mi kıskanmıştı? Çünkü Rabia'dan kıskanırken de buna benzer bakışlarını görmüştüm.

Evinin kapısını açarak Leo'yu eşikten geçirdikten sonra arkasına baktı ve yüzük olan elini bana sallayarak içeriye girmek için döndü. Önüne bakmadığı için alnını kapıya çarptı.

Hayranlıkla onu izledim ve gözden kaybolduğunda bir süre ışıkların yanmasını bekledim. Güvende olduklarından emin olarak oradan ayrıldım ve arabayı evime doğru sürerken yumruklarımı havaya salladım. "Kaptın la kızı, kaptın!"

Gülmeye başlayarak kafamı arkaya yatırdım ve camı sonuna kadar açıp gaza yüklendim. Babamı siktir etmiştim, bu gece sadece Mila vardı. Önümde diz çökmüştü ve hayır deme şansım varmış gibi ürkerek bana evlenme teklifi etmişti. Dünyanın en şapşalca evlenme teklifiydi. Yirmi gün demiştim, kabul etmişti. Kıyaslarımın hepsi saçmaydı. Mila beni, benim onu sevdiğimden daha az sevmiyordu. Ürkekti ama kalbi kocaman, cesurdu. Karım olacak, evimi, yatağımı, hayatımı paylaşacaktı. Evimize her döndüğümde onu yatağımızda bulacaktım, kalbim ne zaman kırılsa ona anlatacaktım, geceler boyunca onu ellerimle sevecektim. Gaza gelip yumruğumu torpidoya geçirdim. "Evleneceğiz la evleneceğiz!"

Gönderilen: Benimki

Kızım, sabah sabah bana neden bu kadar güzel fotoğraf atıyorsun?

Mila'dan yanıt beklerken telefonu dizime bıraktım ve kirpiklerimin altından camdan dışarıya baktım. Yağmur yağıyordu ancak haziran ayında olduğumuz için birkaç dakikaya biteceğini düşünüyordum. Mila üşür mü diye düşündüm ama sonra elektrikli sobaları olduğunu hatırladım.

Telefonum kalbimle beraber titredi.

Gönderen: Benimki

Sana fotoğraf göndermedim?

Gülümsememi zapt etmeye çalıştım.

Gönderilen: Benimki

Tamam işte, gönder.

Altdudağımı ısırırken kafenin kapısına diktim gözlerimi. Dün gece eve dönerken Muazzez'e kahvaltıda buluşalım diye mesaj atmıştım, o da kabul etmişti. Onunla konuştuktan sonra Mila'yı alacaktım ve birlikte evlendirme dairesine gidecektik.

Behram’la da mesajlaşmıştık. Piknik yapalım, diye mesaj atmıştı. Seni kıyıda köşede sıkıştırırım, cevabım üzerineyse vazgeçtiğini söylemişti.

Telefonu masaya bırakırken adım seslerini duyup bakışlarımı ileriye çevirdim. Muazzez gelmişti. Onun selamlaşmadığını bildiğim için kalkmaya zahmet etmeden sırtımı sandalyeye yasladım ve karşıma otururken onu izledim. Siyah bir şal, beyaz ceket giymişti. Çantasını kenara bırakıp ellerini nereye koyacağını bilemiyor gibi masanın üzerinde birleştirdi ve başını kaldırıp bana baktı. "Merhaba, çok beklettim mi?"

"Merhaba, hayır yeni geldim sayılır," diyerek çalışan komiye el salladım. "Çok mu erken oldu? Bu saatte buluşalım dedim ama..."

"Yok yok," dedi hemen, sonra bakışlarını kaçırdı. "Zaten ben sabah namazından sonra uyumam."

"Doğru," dedim ve gülümsedim. "Buradan hastaneye mi yoksa okula mı gideceksin?"

Etrafına bakınarak, "Evet," diye dalgınca bir yanıt verince biraz şaşırdım. Nereye gittiğini söylememişti.

Garson yanımıza geldiğinde konuşmamız bölünmüştü. Ben kahvaltı tabağı isterken Muazzez kahve istemişti, yanına en azından çörek almasını önerdim. Kabul edip bir de çörek aldı. Garson yanımızdan ayrılırken sırtımı daha rahat şekilde sandalyeye yaslayıp dirseğimi sandalyenin yanına koydum. "En son Behram’la geldiğinde görüşmüştük, bayadır konuşamıyoruz. Nasılsın, her şey yolunda mı?"

"Her şey aynı rutininde devam ediyor," dedi sakince. "Sadece bazı kararlar vermem gerektiğini fark ettim, aslında biraz da bu yüzden seninle konuşmak istiyordum."

Dudaklarımı dilimin ucuyla yalayarak başımı salladım. "Benimle bu konuda mı konuşmak istiyordun? Ciddi bir karar mı? Fikrimi mi almak istiyorsun?"

Gerginliğini hissediyordum, konu sandığımdan daha mı derindi? Garson içeceklerimizi ve kahvaltı tabağımı bırakıp uzaklaştığında fincana uzanarak kuruyan dudaklarımı ıslattım. "Muazzez, bir şey mi oluyor?"

Bakışları önündeydi, ellerinin titrediğini görüyordum. "Çöreğimi yiyebilir miyim?" dedi, bunun için benden izin alması gerekiyormuş gibi.

"Kızım bir garipsin ha. Ye tabii ki."

Derme çatma gülümseyip çöreğini yerken bana havadan sudan birkaç soru sordu. Konuşurken aklımın bir kısmı telefondaydı, Mila hâlâ bir fotoğraf göndermemişti. Çöreğinin bir kısmını yiyip kalanını tabağına bıraktı ve başını kaldırıp bana baktı.

"Ben," diye başladı. "Aslında... Kendimi hiçbir zaman bu konuşmayı yaparken hayal etmemiştim. Çünkü yerimi de bu işin olmayacağını da biliyordum."

"Senin yerin neresiymiş ki?" dedim, neden bahsettiğini anlamayarak.

Bakışlarını önüne dikip bir dakika kadar ağzını açmadı ama parmakları hep hareket halindeydi, sertçe ovuşturuyordu. Alnının kırıştığını, yüzündeki kızarıklığın arttığını gördüm. "Mila seni sevmese de onu sever miydin Hazer? Yoksa zaten karşılık bulamayacağın bir aşk olduğu için vaz mı geçerdin?"

Mila'ya platonik olsaydım platonik olarak kalmazdı, hislerimi paylaşır, peşinde koşardım. "Mila'dan vazgeçmek kolay değil," dedim.

"Senden de."

Beynim ağır çekimde hareket etmeye başladı.

"Beni, sözlerimi hiç kesmeden dinle olur mu? Bir daha aynı cesareti gösteremem." Neredeyse nefes almadan konuşuyordu. "Daha önce, duygularımın hiçbir şekilde karşılık bulmayacağını bildiğim için ümidimi kesmeyi, yoluma bakmayı denedim. Olmadı, ne duygularıma söz geçirebildim ne de vaktim varken karşına geçip seninle konuşabildim."

Beynim artık daha ağır hareket ediyordu.

"Belki beni ayıplamandan, belki de reddedilmekten korktum." Sesi artık titriyordu ve o bana bakmasa da ben onun gözlerinin dolduğunu görüyordum. "Ne zaman olduğunu anlamadım, belki de ilk an olmuştu. Yanıldığımı düşündüm, reddettim ama büyüdükçe başa çıkamadım. Sana... plansız şekilde, karşılıksız âşık oldum."

Konuşmaya başladığı ilk andan beri reddettiğim her şey son cümleyle inkâr edilemeyecek hale geldi ve âdeta nevrim döndü. Muazzez kafasını kaldırıp bana bakmıyordu, bense devamını dinlememek için kalkıp buradan gitmek istiyordum. Kız kardeşim yerine koyduğum kız...

"Muazzez..."

"Biliyorum, senin için dost, arkadaş, kardeşim." Söylememe gerek olmadan, onun için ne hissediyorsam hepsini biliyordu. Şok etkisinin geçmesini ve ona, duygularını incitmeyecek şeyler söylemeyi istiyordum ama boş boş bakmaktan ilerisine geçemiyordum. "Ama sen benim için abi değilsin Hazer, hiç olmadın. Elimde değil, seni başka türlü seviyorum. Endişe etme, sen bana hiçbir zaman ışık yakmadın. Abim neyse, ben de farksız değilim senin için. Bu benimle alakalı, sevdim işte seni. Bir ilişkin varken bunlardan bahsetmek beni çok utandırıyor ama bu duygu yıllardır içimde, itiraf etmeden yoluma bakamıyorum. Lütfen senden bir şey beklediğimi falan düşünme, sadece anlatıp rahatlamak istedim. Lütfen beni yargılama, kötü bilme, bunları hissetmek benim elimde değil ki…"

Bu aşkın... bende hiçbir zaman karşılığı olmamıştı. Onu kız kardeşim, dostum olarak öyle çok benimsemiştim ki bir gün için bile bana âşık olabileceğini düşünmemiştim. "Muazzez," diyebildim zorlukla yutkunurken. Onu bu karşılıksız aşka düşürdüğüm, acı çekmesine sebep olduğum için suçlulukla dolmuştum. "Lütfen ağlama, çok üzülüyorum."

Gözlerini, yüzünden akan damlaları silerek, "Bu konuşmayı yapmak benim için hiç kolay olmadı," dedi, hâlâ bana bakamıyordu. "Anlaşılmamaktan, seni rahatsız etmekten korktum. Beni suçlarsın diye cesaret edemedim ama artık dayanamıyorum, yoluma bakmak istiyorum. Bunca yıl sustun, yine sussaydın diyebilirsin. Fakat anlatmak, rahatlamak istedim. Senin de bir gün birine a... âşık olacağını unutmuşum, hayatına birini aldığında... bocaladım. Yalan yok, Mila'yı da kıskandım ama yemin ediyorum, şu an hiçbir kötü niyetim yok. Sadece rahatlamak istedim, bu duyguları ayıpmış gibi yaşamak istemedim." Derin nefesler aldı. "Ve şimdi rahatladım."

Oysa ona evleneceğimi söyleyecektim. Omuzlarım çaresizlikle düştü ve başım önüme eğildi. Acı çekiyor olmalıydı, rahatlamak için duygularını açıklamıştı ve dediği gibi gerçekten rahatlamış görünüyordu. Benden bir şey beklediği de yoktu ama ben kendimi kabahatli hissediyordum. Uzanıp masanın üzerinde duran elini yumuşak şekilde tuttum. "Muazzez, seni asla suçlamam, aksine kendi körlüğüme çok kızıyorum. Sana verdiğim acı yüzünden özür dilerim. Çok kalın kafalıyım herhalde, hiç fark etmedim." Elini sıkıp bıraktım ve elimi geri çekip kucağıma koydum. "Sana karşılık veremem."

"Biliyorum, biliyorum." Ellerini tekrar önünde birleştirip titrek bir soluk çekti. Yanaklarında kızarıklıklar vardı. "Sadece söyledim, lütfen bana acıma, arkadaşlığımızı bitirme. Ben... bu aşkı içimde halledeceğim fakat seninle paylaşmadan halledemezdim. Arkadaşlığımızın devam etmesini istiyorum yoksa daha çok üzülürüm."

"Seni hayatımdan çıkaracak değilim." Böyle düşünmemeliydi, hissetmeyi bile istemediği duygular için onu hayatımdan atmazdım. Ben de başımı önümden kaldıramıyordum, bir anda sırtıma yük binmiş gibiydi. "Ama ben... hayatımla ilgili daha ciddi kararlar alıyorum Muazzez, bunlar seni üzebilir."

"Ne... Ne gibi?"

"Biz evlenme kararı aldık."

"Aaa..." Bu şaşırdığı için değil, canı yandığı için verdiği bir tepkiydi ve beklemediği çok açıktı. "Teb... Tebrik ederim."

"Muazzez..."

"Mila da fark etmişti sana olan hislerimi."

Bu o kadar gözle görülebilecek kadar açık mıydı? Benden başka herkes farkında mıydı? Mila bununla ilgili hiçbir ima yapmamıştı. Dün gece... bu yüzden mi kendi sevgisinin kıyaslanamaz olduğunu söylemişti? Muazzez'in bana duygularını itiraf edeceğini biliyordu, buna rağmen buna saygı duymuştu.

"Tebrik ederim," dedi. Biraz geçince fark ettim evlilik için tebrik ettiğini. "İmam nikâhınızı abim kıyar artık."

Bir süre sessizce karşılıklı oturarak önlerimize baktık. Çayım buz oldu. Ne bir yudum içebildim ne de bir lokma yemek yiyebildim. Mila… Acaba o neler hissetmişti? Acaba Muazzez’le buluştuğum için mutsuz muydu?

"Ben kalksam iyi olur. Mila'ya selam söyle olur mu?"

O kalkmak için çantasını diğer koltuktan alırken ağzımı açtım ama tek hece dökemedim. Başımı sallayabildim, aptal gibi davranıyordum. Onunla ayağa kalktığımda, "Zahmet etme," dedi. "Hastane yakında zaten, bir taksiye atlar giderim hemen."

"Gözyaşlarına sebep olduğum için özür dilerim," diyebildim sadece, elimden sadece bunun gelmesi ne acıydı.

Gözden kaybolana kadar onu izledim ve sonra yorulmuş gibi koltuğa çökerek elimi masaya vurdum. Neden bana âşık olmuştu ki? Ne talihsizdi, asla karşılık bulamayacak bir aşktı bu…

Bir süre orada hareketsizce oturdum ve sonra Mila'yı alacağımı hatırlayarak mekândan ayrıldım. Muazzez hesabı giderken ödemişti, kasada öğrenmiştim. Dışarıya çıktım ve derin nefesler verip motoruma ilerledim. Mila, daha önce sevdiği için motorumla çıkmıştım ama yağmuru hesap etmemiştim. Motoruma binip kaskı taktım. Yola çıkmadan önce Mila'ya mesaj atıp parkın orada beni beklemesini ve pantolon giymesini söyledim. Elbiseleri sevdiğini biliyordum ancak motorda rahat edemezdi. O da Leo'yu, bizimle sıkılmaması için Gazel’le Behram'ın yanına bıraktığını söyledi. Doğru, çocuk karmaşa içinde yorulurdu. Acaba Mila sahaftayken Leo'ya kim bakıyordu? Yanında götürüyor, ona kitap okumayı öğretiyor olabilirdi. Okulu açılana kadar bu şekilde idare edecek olmalıydı.

Motoru evinin oradaki küçük parka çevirdim ve kısa sürede varıp motoru park ettim. Parkın merdivenlerini inerken, yağmurun dağıttığı saçlarımı arkaya doğru taradım. Saat erken olduğu için parkta Mila'dan başka kimse yoktu. Ahşap salıncağa yerleşmiş, neyse ki hızlı değil de yavaşça sallanıyordu; neredeyse salıncak oynamıyordu bile. Zaten çocuk salıncağıydı, düşmezdi galiba. Yine de arkasından hızla yaklaştım ve onun gibi eğilip, "Benim," derken dalgalı saçlarının üzerinden öptüm. 

Mila, salıncağın zincirinden tutarak bana döndüğünde yüzündeki harikalık beni gafil avladı. "Senin olduğunu hissediyorum," dedi. "Buenos días mi amor."

"Buenos días mi vida."

Salıncaktan doğrulmak için hamle yaptığında onu tutarak buna izin vermedim, buna tatlı tatlı gülüp ikinci kez hamle yaptı. "Kahvaltıdan mı döndün?"

Mila, Muazzez'in benimle ne konuştuğunu biliyordu, bunu bir de benden duymak istediği açıktı. Bu konuda suçlu, gergin hissediyordum. Üstesinden gelmeye çalışırken Mila'yı da üzmek istemiyordum. Bakışlarımı kaçırırken, "Si," dedim. "Muazzez’le konuştuk."

Elini çeneme koydu ve başımı kendisine çevirerek gözlerine bakmam için ısrar etti. "Sana... ne söyledi?"

Omuzlarım düştü. "Muazzez... bana birtakım duygular besliyormuş."

Daha fazla bir şey söylememe gerek yoktu, Mila zaten biliyordu; sadece onunla da paylaşmamı, dürüst davranmamı istenmişti. Başını önüne eğdi ve dudaklarını ısırarak tişörtümü çekiştirdi. "Peki... bu sana nasıl hissettirdi?"

Onun sevgisini kıyaslamamdan, Muazzez'den etkilenmemden mi korkuyordu?

"Suçlu," dedim derhal, aklına başka hiçbir şeyin gelmemesi için. "Ben onun abisiydim, öyle olduğumu sanıyordum. Onu o kadar kardeşim olarak benimsemişim ki hiç düşünmedim bunu. Sen... Sen de hiç bahsetmedin bundan…"

"Benim ne haddime?" dedi, başı hâlâ önündeyken. Tişörtümü sadece tutmuyor, sertçe sıkıyordu. "Muazzez'in söylemediği şeyi ben nasıl söylerdim? Onu da anlıyorum, sana âşık olmamak elde değil. Ama... ne bileyim, senin hayalini kuran tek kadın ben olmak isterdim."

"Hayalini kurduğum tek kadınsın."

Dudakları büzüldü ve ilerleyen dakikalarda sustu. Kollarını okşarken bir kot pantolonla, köprücükkemiklerini leziz bir şekilde açıkta bırakan beyaz bluz giydiğini gördüm. Koluna bir bileklik takmış, fular bağlamıştı. Kolyesi gerdanını süslüyordu. Altdudağını parmağımla çekiştirirken yüzümü boynuna eğdim ve belirgin köprücükkemiğini öperek dilimin ucuyla yaladım. "Bluzunu çok beğendim, bir daha giyme bence."

"Kıskançlık yapma," dedi boğukça. "Bluzum çok münasip."

"Çok yakışmış, kıskandım," diyerek yaladığım yeri ıslak şekilde öptüm ve teninin kızarmaya başladığını görerek başımı yukarıya kaldırdım. "Tektaşım nerede benim?"

"Han," diyerek gözlerini kapattı ve güldü. Güzel saçlarını okşayıp motora binmek için el ele yürümeye başladık. Heyecanlı ama düşünceliydi, göz kenarları kırışmaya başladığında bir şeyler düşündüğünü anlıyordum. Parkta yürürken, “Bak şu beraber oturduğumuz bank,” dedi eliyle bankları göstererek. Ben de ona, "Ha evet, seni tavlamaya çalıştığım bank,” diye takıldım.

Kaskı Mila'ya taktığım için canımı riske attığımı düşünerek bana biraz kızdı ve arkamdan sarılarak sıkıca tutundu. Yakın zamanda bir kask daha almalıydık. Akşam Behram ve Gazel’le pikniğe gidecektik, ondan öncesinde tüm bu şeyleri halletmeliydik.

Motoru evlendirme dairesi önünde durdurduğumda Mila'yla indik. Onun kaskını çıkarıp saçlarını özenle düzeltirken hayran hayran bana baktı. Sonra ansızın yanağımdan makas aldı. "Çok incesin, teşekkürler."

Kalçasına vurdum ve elini tutarak onunla karşıdan karşıya geçtim. Merdivenleri çıkarken Mila'nın elleri titriyordu. Ona, bundan aylar önce evlilik imasında bulunduğumda belki kabul eder diye bir yüzük almıştım. Kasada duruyordu, onu Mila'ya vermeli, bu yüzüğü de alyansla değişmeliydik. Mila'ya bol geliyordu, hem daha da güzellerini hak ediyordu. Bebeğimin titreyen elini okşayarak içeriye girdim ve görevli çalışanın yönlendirmesiyle işlemleri yapacağımız odaya geçtik. 

Bizden birçok şey istemişlerdi. Bir ara, Mila hamile, biz hemen evlenmeliyiz, diye bağırarak tüm bu prosedürleri atlamayı düşündüm ama sonra kendimi uyardım. Denecek şey değildi, Mila beni yumruklardı.

İşimiz bittiğinde yapmamız gerekenleri aklımıza kazıyıp oradan ayrıldık. Mila'ya kahvaltı yapıp yapmadığını sorduğumda Leo'ya yedirdiğini ama kendisi heyecandan yiyemediğini söylemişti. Ona kızdım ve dans ederek parmak uçlarında motora ilerlemesini izlerken aklımın başımdan uçtuğunu hissettim.

"Akşam ya da yarın Behramlarla pikniğe gideceğiz," dedim, motora binmesine yardımcı olurken.

"Evet aşkım, Leo'yu bırakırken Gazel bahsetti. Behram, onu kıyıda köşede sıkıştırmayacaksan geleceğini söyledi. Ne demek istediğini pek anlamadım, şifreli bir konuşma mı bu?"

"Ben Behram'a yanığım, ondan bahsediyor," diye dalga geçtim. 

"Kuma getir istersen üzerime Hazer."

Mila'yı sahile bakan bir pastaneye götürdüm ve yağmur yağmasına rağmen bankta oturmak istediğinde onun için çay ve birkaç küçük poğaça aldım. Pek yiyesim yoktu, bu yüzden tek başına yedi. Uzağına oturarak bir sigara yaktım ve yağmur damlaları ellerime düşerken Mila'nın bankta bana doğru kaydığını hissettim. Sigara içtiğim için kalkmak istedim ama kolumdan sıkıca tuttu. "Ben bebek değilim Hazer, yanımda sigara içebilirsin."

"Bebeğimsin," diyerek hafifçe uzaklaştım ama banktan kalkmadım.

Oradan ayrıldık ve sahafa geçtik. Şirkete geçmek yerine Mila ile sahafta kalıp onun çalışmasını izledim. İşe erken gittiği için patronu ondan memnun olmuş, bu da Mila'yı mutlu etmişti. Birkaç gün önce sınav tercihlerini yapmıştı, hangi üniversite çıkacağını merakla bekliyordu. Rafların arasında dolaşırken onun çalışmasını, müşterilerle ilgilenmesini izledim. Mila onu tanıdığım ilk günlerden daha cesurdu. Sanırım hayatta iyi erkeklerin de olabileceğini gördüğü için bir erkekle konuşurken çekinse bile çok telaşlanmıyordu.

Bir rafa yaslanıp korkuluklardan aşağıya, ona baktım. Kitapları raflarına koyup saçlarını arkasına atarken çalışma arkadaşlarından biri ona yaklaşıp bir şey dedi. Mila ona cevap verirken gülümsemeyi kesti, kız arkasını dönerken suratını asıp omuzlarını indirdi. Canı sıkılmıştı sanırım. Aşağıya inip inmemeyi düşünürken sahafın kapısının açıldığını gördüm; içeriye genç bir adam girdi. Tekrar Mila'ya döndüm ve müşteriyle ilgilenmesini izledim. Çocuk gençti, Mila'ya sık sık gülümsüyordu. Merdiven korkuluğunu sıktım ve çocuğun yaptığı kurları izledim. Mila yaşında görünüyordu, çapkındı. Mila onun için kitap ararken, "Burada yeni mi çalışmaya başladınız?” diye sordu.

Buradan hangi açıyla atlasam tam üzerine düşerdim acaba? Mila'nın rahatsız olarak çocuktan uzaklaştığını, sessiz kaldığını gördüm. Aksini beklemiyordum zaten. Ellerimi sertçe çekip kot pantolonumun cebine koydum ve çocuğun Mila'ya, “Seni bizim okulda görmüş olabilir miyim?” diye sorduğunu duydum.

Bok gördün.

"Mümkün değil," diyerek soğukça konuştuğunu duydum Mila’nın ve ahşap basamakları hızla inerek ona yaklaştım. Bir kitabı raftan alarak adama döndü. Yaklaştığımda adamın bakışları Mila'nın omzunun üzerinden beni buldu. Kolumu nazikçe beline dolayarak kendimi Mila'ya yasladım. "Müstakbel karım bugün nasıl çalışıyormuş?" diyerek onu ziyarete gelmiş gibi davrandım.

Mila kızarık yanaklarla bana yandan bir bakış atarken adam kitabı alarak, "Teşekkürler," diye bir şeyler mırıldandı. Sonra arkasını dönüp hızla kasaya ilerledi.

Anca gidersin.

"Seninle flörtleşti," dedim tamamen Mila'ya dönerek. O da bana dönüp kaşlarını çattı ve bu onu huzursuz etmiş gibi kafasını iki yana salladı. Alnından bir öpücük aldım ve rafa dönmesini izledim.

Telaş içinde kitapları düzeltirken, "Ben sadece seninle flörtleşiyorum," dedi utanarak.

Omzumu rafa yaslayıp profilinden ona baktım ve dalgalı saçını kulağının arkasına koydum. "Biliyorum ve bu bana büyük mutluluk veriyor. Otuz yaşındaki beni, bir sürü genç adama tercih ediyorsun."

Rafı düzenleyen parmakları durdu ve başını kaldırıp aniden yanmaya başlayan alev alev gözlerle bana baktı. Kelimeler, hesapsızca, sanki bilinç altımdan süzülüp dudaklarımdan istemeden dökülmüştü. Mila bana doğru bir adım atarak elindeki kitabı sertçe göğsüme vurdu. Dudaklarının aralanıp kelimelerinin dökülmesini, yutkunarak izledim. "Ben sana evlenme teklifi ediyorum sen neler diyorsun? Bana bundan bir daha bahsedersen benimle flörtleşen ilk genç erkeğe, bir sevgilim olduğunu unutarak karşılık veririm! Yiyorsa bana bir daha genç olmadığından bahset de göreyim!"

O bir kelebekti, hüznünü kozasında yaşıyordu.

Ertesi gün öğleden sonra pikniğe gitmek üzere yola çıkmıştık. Kerem ve Leyla, Kerem'in kendi arabasında, Behram’la Gazel bizim arabanın arka koltuğundaydı. Mila dünden beri bana bozuk atıyordu, sahaftan çıkıp gittikten sonra ona defalarca mesaj atmıştım ama ne kadar kızgınsa artık, cevap vermemişti. Bu sabah önce Behram’la Gazel'i, sonra Leo’yla sevgilimi almıştım. Yola çıktığımızdan beri Mila, ben ne desem aksini söylüyor, kibar şekilde bana laf sokup duruyordu.

Leo'ysa arka koltukta Gazel’le Behram'ın arasında oturuyor, “Sizin çocuğunuz var mı?” minvalinde meraklı sorular soruyordu. Behram da tövbe çekerek göz deviriyordu. 

Direksiyonu sol tarafa kırarken, "Mustafa'yı neden getirmediniz?" diye sordu Leo, bizim muhabbetimizden sıkılarak. "Aaa, ben Mustafa'ya küstüm, getirmeyin zaten!"

Behram onun başını omzunun altına aldı. "Üç günden fazla küs kalınmaz, günah."

Leo elini açıp parmaklarıyla hesap yaptı. "Zaten bugün ikinci gün, daha üç gün olmadı. Günah yapmadık biz!"

"Bakma sen ona Leocuğum," dedi Gazel, çocuğa dönerek burnunu sıktı. "Behram enişten de bana neredeyse bir ay küsmüştü."

Leo gözlerini kocaman açtı. "Otuz gün mü yani? Ben Mustafa'ya otuz gün küsemem, özlerim bir kere!"

Mila'nın güldüğünü duyduğumda gözlerimi dikiz aynasından alıp yanıma çevirdim. Üzerinde kiraz desenleri olan bir elbise giymişti, altına da mayo giymiş olmalıydı. Saçları nemliydi, duş jelinin kokusunu alıyordum. Kollarını kendine sarmış, camdan dışarıyı izliyordu. Birkaç kez bacaklarını okşamaya çalıştığımda Behram'ın tekmesini koltuğumun arkasında hissetmiştim. Gözleri dalgındı, yüzük parmağında, kolye boynundaydı. Başına bir beyaz şapka takmıştı. Teninin güneşte beyaz beyaz parladığını görmesem çelikten olduğunu ve bizi birbirine çeken mıknatıslar taşıdığımızı düşünecektim.          

Arabayı virajlı yoldan kırarak varacağımız yere çevirdim. Nehir kenarında, yeşillik bir yere gidiyorduk. Gözlerden uzak olmak istemiştim, hem rahatça yüzebilirdik de. Ben ikinci kez gidiyordum ama diğerleri oraya daha önce hiç gitmemişti. Hatta öğrendiğime göre Mila, Gazel ve Leo okul etkinlikleri dışında ilk kez pikniğe gidiyordu.

Araba yavaşladığında, "Geldik mi?" diye sordu Mila.

"Birkaç dakika yürümemiz gerekiyor güzelim," diyerek freni çektim. 

Gazel ve Behram kapıları açıp inerken Leo'ya da inmesi için yardımcı oldular. Kerem arabasını benim arabamın arkasına park etti ve saniyeler içinde Leyla’yla indiler. Bagajı açıp Gazel’le Mila'nın hazırladıkları sepetleri aldığımda, "Birini bana ver," diyerek uzandı Behram.

"Senin, benim kadar kasın yok," diyerek kapıları kilitledim.

Ellerini beline koydu. "Ben spor salonunda geçireceğim vakti camide geçirdim kardeşim, öbür tarafta sana bir el çakarım."

Tadım kaçmış şekilde ona dik dik baktım. "İmamsın sen, hoşgörülü ol biraz."

"Git işine," diyerek bana arkasını döndü ve Gazel’le Safir'in yanına ilerledi. Başımı arkaya çevirdim ve bu tarafa doğru yürüyen Kerem’le Leyla'ya baktım. Kerem bana el kaldırıp ok işareti çaktı, istediğimi yapmıştı. Mustafa Kemal ikisinin arkasına saklanmış, bu tarafa doğru yürüyordu. Leo'nun yalnız kalmasını istememiştim, umarım barışırlardı.

Kerem’le Leyla yanımıza geldiğinde Mustafa onların arkasından çıkarak yanıma koştu. Bu sırada Mila da Mustafa'yı görmüş kocaman gülümsemişti. Mustafa kolunu dizime sararak bana yapışırken Mila, Leo'ya bizi işaret etti. "Bak, Hazer Abi’n Mustafa'yı da getirmiş."

Dün eniştesiydim, bugün abisi olmuştum. Ne hoş.

Leo heyecanla bu tarafa döndü ve yüzüne aydınlık gelirken bir an olduğu yerden Mustafa'ya doğru koşmak için hamle yaptı. Fakat sonra küs olduklarını hatırlayarak ablasına döndü ve umursamazca omuz silkti. "Benim tek arkadaşım sensin ablacığım."

Mila'yı bugün bana bırakmayacaktı. Mustafa Kemal'i boşuna mı getirmiştim ben?

Behram’la Kerem'in kıs kıs güldüğünü duydum ve paçama asılan Mustafa'yla ilerlemeye başladım. Mila kardeşine kırıcı davrandığıyla alakalı birkaç şey söylerken Kemal de suratını astı. Onların peşine düştüğümde Leyla, Kerem'in yanından ayrılıp kızların yanına doğru koştu. "Salak ya, ne güzel koşuyor," diyerek aptal aptal sırıttı Kerem.

Dönüp ona dik dik baktım. Elinde bir sepet, başında şapka vardı. Beyaz tişörtle gri keten pantolon giyinmiş, Leyla'sına hayran hayran bakıyordu. Benim kendisine baktığımı fark ederek bana döndü ve göz kırptı. "Kıskanma ayol."

"Bak oğlum, sen iyice bana yürümeye falan başladın," diyerek dişlerimin arasından tısladım. "Ben Ankaralıyım. Sıfır altı lan benim arabamın plakası! Ankara'dan tanıdık çağırırım, beraber döveriz seni."

Gerçekten ürkmüş görünerek bir adım geriledi. "Şaka yapıyorum ayol." Eliyle ağzına vurarak kafasını iki yana salladı. "Ay ayol da ağzıma yapıştı ayol. Bak, yine dedim." Kendi kendine gülmeye başladı.

"Ankara'daki pavyonlara götüreceğim seni, böyle ayol dersen çok erkek tavlarsın..."

Önüme dönerek yürümeye devam ettiğimde Kerem de homurdanarak peşime takıldı. "Aşk olsun patron, bunu neden evlenmeden önce demedin? Evlenmezdim, Ankara'nın gülü olurdum."

Leyla arkasına dönerek Kerem'e gülümsedi. "Evlilikle ilgili bir şey mi dedin?"

Ben sırıtırken Kerem kısa bir öksürme nöbeti geçirdi. "Neden... daha önce evlenmemişim diyorum."

Leyla gülümsedi. "Çünkü bana rastlamamıştın."

Leyla önüne dönerek Mila'yla konuşmaya devam ederken Kerem sızlandı. Dudaklarımı yalayarak Mila'yı baştan aşağıya süzdüm. Ona güzel bir sürprizim vardı. Kerem bana dirsek atarak havadan sudan, iki gün sonraki Beşiktaş maçından bahsetmeye başladı. Anında Fenerbahçe'nin hiç şansı olmadığını, Beşiktaş'ın kazanacağını söylediğimde gülmeye başladı.

Kısa yokuşu, otları ellerimizle kenara ite ite yürüdük ve şükür nehir görünmeye başladı. Nehrin etrafı yeşillik ve düzdü, bezimizi serebilirdik. Uygun bir yer bulup sepetleri bırakırken Mila'yı gözümün önünden ayıramıyordum. Küçük çantasını bıraktı ve nehrin yanına doğru koşup hayranlıkla maviyle yeşilin karışımına baktı. Masallara inanmayan benim için bile peri gibiydi.                    

Gazel sepeti açıp geniş bir sofra bezi çıkardığında Leyla da ona yardımcı oldu. İkisinin de üzerinde yazlık elbiseler vardı ve iyi görünüyorlardı. Kerem beni bırakıp Behram’la uğraşmaya, elini Behram'ın karnına koyup çocuk yapmakla ilgili takılmaya başlamıştı.

"Allah’ım, bu kulların arasında akıl sağlığımı korumak için sana sığınıyorum," diye el açtığını gördüm Behram'ın. Kerem’le göz göze gelip sırıttık. 

Kerem’le Behram da eşlerine yardım etmeye başladığında kafamı eğip hâlâ bacağıma yapışık duran Mustafa'ya baktım. Dizlerimi kırıp önüne eğildiğimde gözlerinin dolu dolu olduğunu gördüm. İçimin aniden büyük bir gürültüyle parçalandığını hissederek kafasını omzuma yasladım. "Abiciğim benim, niye ağlıyorsun sen?"

"Le... Leo benimle konuşmuyor," diye sesli şekilde ağlamaya başladı.

Hırçın ve agresif olduğu kadar hassastı. Sevilmediğini, reddedildiğini hissettiğinde ya gözü dönüyor ve öfkeleniyor ya da tam zıttı bir tepki vererek gözyaşlarına boğuluyordu. "Top getirdim. Leo'ya oynamayı teklif edersen seninle oynayacaktır. Çok az erkek futbola karşı koyabilir."

"Yaa..." Ağlama sesleri bir an kesildi ama sonra bir şey hatırlayıp hıçkırmaya devam etti. "Peki Rüya hangimizin olacak?"

"Oyuncak değil oğlum o kız, bu nasıl laf?" Gülmeye başlayarak saçlarından öptüm. "Leo mu Rüya mı?"

"Leo! Bin kere Leo!"

"Sen gerçek bir dostsun ahbap!"

Onunla yumruk tokuşturduk ve pantolonunun askısını düzeltip Kerem'e döndüm. Leyla'yı sıkıştırıyordu. "La," diye seslendim sertçe. Kerem başını bana çevirdi. "Arabamdaki topu al gel."

"Yetti Kerem..."

Topu almaya gitti ve birkaç dakika içinde döndü. Mustafa'yı dizimden kaldırdım ve topu eline tutuşturarak onu Leo'nun yanına yolladım. Leo ablasının yanındaydı, beraber nehre bakıyorlardı. Mustafa Kemal yanlarına ilerleyerek Leo'nun tişörtünden çekiştirdi. "Sana top getirdim."

Leo arkasını döndü ve kaşlarını çatıp Mustafa'ya baktıktan sonra kararsız kalmışçasına ablasına dönünce, "Mustafa büyük bir centilmenlik yapıyor, bunu reddetmek bir beyefendiye hiç yakışmaz Leo,” dedi Mila.

"Anlayacağım gibi konuş abla," diyerek kafasını kaşıdı Leo.

Mila nefesini üfleyerek ikisine de kaş çattı. "Geçin de top oynayın işte ya!"

Leo başını salladı ve Mustafa'ya yaklaşıp, “Eniştemle küsünce ablama bir şey oluyor…” dedi. Sonra beraber ileriye koşup top oynamaya başladılar.

Ağacın gölgeliğine kurdukları sofraya doğru ilerlerken Mila da arkamdan geldi. Yan yana oturduğumuzda kısa bir an birbirimize baktık. Yaklaşıp kolumu beline sardım ve heyecanla kulağına yaklaştım. "Bebeğim, artık söyleyelim mi?"

Dudaklarını dişleyip heyecanla dizimi sıktı ve başını sallayarak bana katıldı. Genzimi temizledim ve onunkinin benzeri bir heyecanla çocuklara döndüm. Gazel başını kaldırıp bize gülümserken Leyla da yanımıza geliyordu. Sofra bezinin üzerine, dizlerini kırarak oturdu. Gözlerimi Behram’la Kerem'e dikerek, "Buraya bir baksanıza," dedim. "Bir şey söyleyeceğiz."

Gazel de Leyla da bu tarafa döndü. "Ayrılıyor musunuz?"

Kafamı önüme çevirip onlara dik dik baktığımda gözlerini kaçırıp gülümsediler. Mila, Gazel'e kıkırdadı ve sonra şapkasını sıkarak eteğini düzeltti. Behram’la Kerem kaş göz yaparak yanımıza geldiğinde oturmaları için bekledim. Hepsi birbirine kaş göz yapıp gözlerini nihayet bize çevirdiklerinde uzanıp Mila'nın elini kibarca tuttum.

Behram bir anda gözlerini yumarak elini kalbine götürdü. "Siz... hamile misiniz?"

"He," dedim gözlerimi devirerek. "Hamileyiz!"

Ortamda bir anda sessizlik oluştu ve ardından Kerem’le başlayan bir gülme krizi başladı. Behram'ın kızmasından çekinseler de önce Kerem, sonra Leyla ile Gazel gülmeye başladı. Gazel uzanıp Behram'ın saçlarını karıştırdı. "Hamile misiniz ne aşkım? Hazer hamile olabilir mi sence?"

Behram kızarıp kafasını önüne eğdiğinde Mila da Behram’la aynı tepkiyi vererek sessizleşti. "Karıştırdım işte…" dedi Behram.

Mila'nın elini daha sıkı tutup gözlerinin içine baktım ve bana pusula olup yerimi, yönümü, yuvamı gösteren gözlerinin sevgiyi sadece benden görmüş gibi aşkla dolduğunu görüp yutkundum. Göğsüm şişince kanatlarını nereye sığdıracaktım? Bu yüzden kalbimin atmasından bile korktum. "Biz evlenmeye karar verdik."

Cümlem ortama bomba gibi düşüp ardında bir sessizlik bıraktı ve ilerleyen saniyeler boyunca kimseden çıt çıkmadı. Mila’yla onlara döndük ve hepsinin şaşkınca baktığını gördük. Ne vardı bu kadar şaşıracak? Onlar evlenebilirdi de biz mi evlenemezdik? 

"Yaa çok tatlı," diyerek ilk tepkiyi Gazel verdi ve bana bakarak iç çekti. "Görüyor musun Mila, Hazer seninle evlenmeyi o kadar istiyor ki böyle şakalar yaparak evlenme imasında bulunuyor."

Ne? Elimin içiyle alnıma vururken Kerem de uzanıp omzumu sıktı. "Üzülme be Angaralı, bu dünyada olmazsa diğer dünyada kavuşursunuz."

"İmam nikâhı kıyarız," dedi Behram.

"Herkes evlenecek değil ya…" dedi Leyla.

Evleneceğimizi söylüyordum, kalkmış bana ne diyorlardı… Sinirle soluyup ağzımı açıyordum ki Mila birleşen ellerimizi havaya kaldırdı ve ileriye uzatarak âdeta onların gözüne soktu. "Hazer'e evlenme teklifi ettim," dedi yüzüğünü göstererek. "Şey... Yanlışlıkla tektaş aldığım için şu an ben yüzük takıyorum ama şaka falan değil, sizler gibi evleniyoruz."

"Siktir!" 

"Allah'ın izniyle..."

"Mila ve evlilik teklifi mi?"

"Ayy, önce kim çocuk yapacak acaba?"

Hepsinin birbirinden ayrı verdiği tepkilere göz devirerek başımı salladığımda ortalığı bir cümbüş kapladı ve Gazel kalkıp Mila'nın yanına koştu. Hayretler içerisinde elini benim elimden çekip yüzüğe bakarken diğerleri de tebrik etmeye başladı. Gazel bu evlilik teklifine benden bile daha çok şaşırmış, gözleri dolu dolu olmuştu. "İnanamıyorum! Daha dün Hazer'e Mila evliliğe inanmaz diyordum, şoklardayım..."

"Hazer'e inanıyorum," dedi Mila, başını önüne eğip kibar gülüşünü saklarken. Ne gülüşünü ne sesini ne kahkahasını saklayarak yaşamasını istiyordum.

"Doğru yolu buldunuz mümin kardeşlerim," dedi Behram, uzanıp elimi sıkarken.

"Hem de tektaşla evlenme teklifi etmiş," diye araya girdi Kerem. Evet, sayesinde bana tektaş almıştı. Dönüp ona baktığımda yere yatmış, kahkahalar attığını gördüm. İşin içinde kendi parmağı yokmuş gibi sevgilimle alay ediyordu, alçaklık denirdi buna! Dirseğimi karnına geçirip kükredim. "La kız heyecandan, şaşkınlıktan yüzüğü senin parmağında denemiş de Ne yapıyorsun Mila? dememişsin!"

Kerem doğrulup sızlandı ve ona vurmamam için karısının yanına yaklaştı. "Heyecanlanmasaymış ya, ne yapayım?"

"İnanamıyorum Kerem," dedi Leyla, sitemle eşine dönerek. "Kızı mahcup duruma düşürmüşsün."

"Gelmeyin üzerime," diyerek yükseldi Kerem, darılmış gibi davranarak. "Nehre atlarım!" Diğerleri buna bir süre güldükten sonra Kerem tekrardan araya girip, "Bence ilk çocuğu bunlar yapacak," dedi. Eliyle bizi işaret ediyordu. "Zaten Hazer zor dayanıyor..."

Mila'nın utandığını gördüğümde dirseğimi bir kez daha Kerem'in karnına vurdum. "Seni hoplatırım Kerem, beni deli etme!"

Kerem, Leyla’sına biraz daha yaklaşarak bana ürkek bakışlar atmaya başladığında, “Ağzınızı bozmayın,” diye bizi azarladı Behram. "Ayrıca çocuğu ilk kimin yapacağı belli olmaz."

Hayret içinde başlarımızı Behram'a çevirirken Mila şaşkınlıkla Gazel'e döndü. "Hamile misin?"

Gazel, Behram’a döndü. “Öyle miyim?”

Behram, Kerem'e döndü. "Öyle mi?"

Kerem bana döndü. "İkizleri olacakmış!"

Sırıtan yüzüne bir tane vurarak diğerlerine döndüm. İyi ki bir evleneceğimizi söylemiştik, mesele nerelere gelmişti? Kafamı iki yana sallayarak, "Şu çocuk konusunu kapatın," dedim Behram'a kaş göz yaparak. "Bizi tebrik edin. Behram, evliliğimizi tebrik etmek istiyorsan Beşiktaş maçı için bana bilet alabilirsin."

Behram gözlerini devirdi ve Gazel'i omzumun altına çekerek bakışlarını huzurlu görünen nehre dikti. "Kombinen var ya oğlum senin."

"Hayır, sen alınca daha zevkli oluyor," dedim ciddiyetle. "Senin aldığın biletle Beşiktaş'ın Fenerbahçe'ye atacağı golleri izleyeceğim."

"İmam olmasam sana bir şey derdim Hazer."

Diğerleri de gülmeye başladığında gülümseyerek Mila'yı göğsüme doğru çektim. Parmak uçlarımla Mila'nın kolunu okşarken sevgilim de alışkanlığından ötürü elini dizime koydu. Gazel kocasının göğsünde gülerek başını Mila'ya çevirdi ve içten bir gülümsemeyle konuştu. "Çok mutlu oldum, biliyor musunuz? Daha çok erken ama tarih belirlediniz mi?"

"En geç iki ay," dedim derhal. Sesimdeki aşırı hevesten kızarıp başımı önüme eğdim. "Daha fazla bekleyemem."

Kerem etleri tabaklara çıkarıp getirdiğinde Behram'ın Gazel’le ilgilendiğini gördüğüm için Kerem'in kulağına gizliden, arabanın arkasındaki beyaz şarabı getirmesini söyledim. Sırıtarak kalktı ve saniyeler içinde bir şişe şarapla döndü. Mila ve Leyla etleri tabaklara bölerken bir bardağa şarap koyarak meyve suyuymuş gibi davrandım. Diğerleri anlamış, bıyık altından gülüyordu ama Behram dünyadan habersizdi. Dönüp kısık gözlerimle Mila'ya baktım, o da gülümsüyordu. Birazcık içmemde sorun görmüyordu. 

Güneşten rahatsız olarak gözlüğümü indirdim ve şarabımı içerken Mila'nın benim tabağıma da bir şeyler koymasını izledim. Bu piknik iyi ki Behram'ın aklına gelmişti, herkes çok eğleniyordu. Kerem biraz daha et getirdiğinde hepsi afiyetle yiyip bir şeyler içmeye devam etti. Biraz meyve yemek için tabağa uzandım ve atıştırırken Mila'nın da ağzına tıkıştırdım. Çileğin suları çenesinden akarken gülmemeye çalıştı. Onu öpmek için hamlede bulunmamak dayanılmaz olsa da dayandım ve yalnız kalana kadar ona dokunmadım.

Eğlenerek yemeklerini yiyen Leo ve Mustafa nehre taş atmak için yanımızdan ayrıldı. Yemek faslı bittiğinde ikinci kadehime geçtim ve Gazel'in yaptığı keklerden yedik. Fındıklı, lezzetliydi. Behram çay içmeyi severdi, bu yüzden yanımızda termosla çay getirmiştik. Behram’la konuşmak istiyordum, Muazzez konusunu bilip bilmediğini merak ediyordum. Bunun gizli bir şeye dönüşmesini, Behram'ı bir kez daha hayal kırıklığına uğratmayı istemiyordum. Gazel konusunda kalbi kırılmıştı, tekrarlanmasına müsaade edemezdim.

Mila'nın rüzgârda açılan elbisesini düzelttim ve eğilip saçlarının üzerinden öptüm. Gözlerini kapatmış, yüzünü güneşe dönmüş, gülümsüyordu. Güneşe çıkmak onu mutlu ediyordu ama güneş gözlerindeydi, aynaya baksa yeterdi. Kirpiklerinin sakince oynamasını, dudaklarının kıpırdamasını izledim. Çilleri, güneşin ziyareti sayesinde parlıyordu. Uzanıp çillerini elimin tersiyle okşadım. "Bugün kurdele takmamışsın," dedim, yalnızca onun duyabileceği bir sesle.

"Artık sende benden daha çok kurdele var. Verirsin, takarım."

"Gri mi istersin mavi mi?" dedim takılarak.

Terleyen ensesini okşayarak çimlere doğru yatırmaya çalıştığımda beni iterek güldü. Yalnız olmadığımız için onu serbest bıraktım ve kalkıp kardeşlerimizin yanına gitmesini izledim. O uzaklaşınca bir sigara çıkardım ve tutuşturup derin nefeslerle içmeye başladım. Behram’la Kerem, çocukların futbol maçına katılmıştı. Bunun üzerine dayanamayıp ben de kalktım.

Kerem, Leo ve Mustafa'yla bir takım olurken ben de Behram’la bir takım olmuştum. Behram kaleyi korurken ben de küçük afacanlarla savaştım. Kerem diğer kaleyi koruyordu ama hiç şansı yoktu. Leo'yla Mustafa'yı kolayca ayağımın altından çekip kaleye yaklaştım ve onları gol manyağı yaptım. Topları da hep Kerem'in kafasına attım. Maç bittiğinde yerde sızlanıyordu.

Kan ter içinde kızların yanına döndüğümüzde çok terlediğim için arabaya gidip bagajımdan yedek bir tişört aldım. Sık seyahatlere çıkan biri olduğum için mutlaka bagajda yedek birkaç şey olurdu. Diğerlerinin yanına döndüğümde Kerem'in hâlâ kalenin önünde ağladığını görüp ona abartmamasını söyledim.

Nehrin kenarına, Mila'nın yanına yeniden oturduğumda bana portakal suyu uzattı. Meyve suyuyla aram yoktu, sırf o istediği için içmeye başladım. Sırtımı geniş gövdeli ağaca yasladım ve Mila'nın başını göğsüme koyarak diğerlerine baktım. Burayı sevmişlerdi; Behram’la Gazel gölde balık ararken Kerem’le Leyla havaya attıkları erikleri ağızlarıyla yakalamaya çalışıyordu. Ne olduysa Leo ile Mustafa Kemal yine küsmüştü ve birbirlerine arkalarını dönmüş oturuyorlardı. Mila bana bir çilek uzattığında karşımdaki dudaklarının hayalini kurarak çileği yedim ve yaklaşıp yanağından öptüm. "Bu geceyi... burada baş başa geçirmemizi ister misin?" diye sordum.

Buna, gözlerini kırpıştırarak tepki verdi. "Baş başa mı?"

"Evet," dedim dudaklarına doğru. "Leo bu gece Behramlarda kalır, zaten diğerleri kendi evinde kalacak. Biz de geceyi bu nehrin yanında geçiririz.”

Altdudağını ısırarak hevesle başını salladı. "Ama... ayı falan gelirse n'olacak?"

Burası bir orman değildi, tehlikeli hayvanların geleceğini sanmıyordum. "Senin için kendimi önüne atarım."

Bir an üzülmüş gibi yaptı, ardından gözleri parladı. "Senden sonraki sevgilim kim olur acaba?"

Her ne kadar bana takılsa da bu düşünce beni inanılmaz rahatsız ettiği için kafasını göğsüme bastırarak homurdandım. Gülüş sesleri göğüskafesimi kazıyıp kalbime kadar ulaştı. Bir daha gülmesine duyduğum ihtiyaçla aynı hareketi tekrarladığımda tıpkı arzuladığım gibi güldü.

"Senin yüzün hâlâ geçmemiş," diyerek bizi böldü Behram. Mila başını kaldırıp saçlarını düzeltti ve benden biraz uzaklaştı.

"Geçti sayılır," dedim konuyu değiştirmeye çalışarak.

"Elleri kırılsın," dedi Gazel, çenesini Behram'ın omzuna yaslamış, arkasında duruyordu. "On kişi saldırmışlar!"

Mila elinde çilekle kaldı. "On kişi mi?"

"Üzülme diye sana söylemedi galiba," dedi Behram, anlayışla bakarak. "On kişi birden saldırmış."

"Ama dört kişiydi," dedi Mila, kafası karışmış halde. Behram ve Gazel de diğerleriyle beraber bana bakmaya başladığında içimden küfürler savurdum. "On kişi mi dört kişi mi Hazer?"

Kerem çoktan gülmeye başlayarak sinirimi daha da bozarken durumu kurtarmak için bir şeyler aradım. "Siz üzülmeyin diye gerçeği söylemedim," diye uydurdum sesime ciddiyet ekleyerek. Kerem hâlâ gülüyor, âdeta onu dövmemi istiyordu. "Aslında sayamayacağım kadar çoklar..."

"Ya bir git," dedi Kerem kahkahalarının arasından. Diğerleri de kafası karışmış halde ona döndüğünde Kerem'e ortaparmağımı gösterdim.

Behram, "Gözlerim neler görüyor…" diyerek beni ayıpladı.

O sırada Kerem karizmamı çizmeye devam etti. "Dört kişiymiş, on falan değil ya. Mekân çıkışı yolunu kesmişler, baya da iri yarılar. Gittim bunu pezevenklerin elinden aldım..."

Gülmeye başladıklarında gözlüklerimin altından hepsine ters ters bakarak önüme döndüm ve nehri izlemeye devam ettim. Mila az sonra gülmeye son verip arkamdan yaklaştı ve başını omzuma yaslayarak nehri izledi. Günbatımına kadar orada oturup birbirinden alakasız şeyleri konuştuk, belki de hiç gülmedikleri kadar güldüler. Leo'yla Mustafa bir ara birbirine vurmaya başladığında onları nehre atmakla tehdit ettim, suspus olup bir daha çıt çıkarmadılar. Meyve yerken şişe çevirmeye oynadık ve kimse çıkıp da Mila'yı öp Hazer demediği için oyundan sıkıldım ve bıraktım. 

Günbatımını, elimizde içeceklerle, yanımızda sevdiklerimizle karşıladıktan sonra onları uğurladık. Burada kalmamıza herhangi bir şey demediler. Leo, Gazellerde kalmak istemeseydi Mila da gidecekti ama Leo bunu memnuniyetle karşıladı. Onlar yola koyulduğunda ben de arabadan feneri getirdim ve kararmaya başlayan gökyüzünün altında nehri izlemeye kaldığımız yerden devam ettik. Yine yanımda getirdiğim kadehlere Mila ve kendim için şarap koydum. Ağaca yaslandı ve şarabı tadarken eliyle bacaklarına vurdu. Ne istediğini anlayıp kafamı bacaklarına koydum ve ellerimi güzel bacağında gezdirerek gittikçe batan güneşi izledim.

Güneş kaybolmak üzereyken bize kızıl bir gökyüzü kaldı. Mila şarabını ufak yudumlarla içiyor, saçlarımı okşayarak ileriye bakıyordu. Burayı sevmişti. Çiftliği sevdiğini de hatırlıyordum. Demek ki şehirden uzak sakin yerler ona huzur veriyordu. Belki bir yazlık almalıydım, onu sık sık götürürdüm. Birkaç dakika boyunca onu izledim ve sonrasında başımı kaldırarak doğruldum. Gözlerini bana çevirdiğinde bacaklarını iki yana doğru açtım ve bacaklarının arasına girerek ona yaklaştım. 

"Ne yapıyorsun?" dedi, elindeki kadehi yere bırakarak. Yanaklarındaki pembelik görünmeye başlamıştı. "Eteğim açıldı."

"Tam açılmadı, biraz daha açalım," diyerek eteğini uyluklarına kadar sıyırarak açtım. Bacağı sıcaktı, güneşte ısınmış olmalıydı. "Bana bir sözün vardı."

Kafasını iki yana salladı. "Hatırlamıyorum."

"Poz kesme bana Mila," dedim sırıtarak. Burnumu yanağına, çenesine sürttüm. "Daha iki gün önce ben yatağımda yatarken bir daha yapmak istediğimi söyledim. Sen de önce iyileşmemi söyledin."

Ağzını açarak yalancı bir hayretle bana baktı. "Senin o gün ateşin çıkmış herhalde hayatım, rüyanda görmüşsün bunları."

Dilimi altdudağıma dokundurarak elimi bacağının içine doğru kaydırdım. Kalbindeki kelebeklerin aynı anda kanat çırptığını duyuyordum. "Mila," dedim, yüreğimden kopup gelenlerle birlikte. "Çok özledim seni."

"Hep yanındayım ya," dedi titreyen bir sesle.

Ona, onu ne şekilde özlediğimi göstermek için başımı hafifçe geriye çektim ve gözlerinin içine bakarak nazikçe örtünün üzerine yatırdım. Yiyecekleri topladığımız için örtünün üzerinde kadehlerden başka bir şey yoktu. Mila sırtını yere kavuşturmama müsaade etti ve ellerini enseme dolayarak bana tutundu. Altdudağından öperken, "Seni böyle özledim," dedim ve sonra da titreyerek üstdudağından öptüm. "Böyle özledim." Sonra dudaklarımı çenesinden aşağıya kaydırıp boynunda öptüm, yutkunduğunu dudaklarımda hissetmek inanılmaz haz verdi. "Nefesin kesildiği için Hazer diyemeden Han demeni özledim."

"Han..."

"Mila, Mila, Mila..."

Boynunda gülümsedim ve bahar kokusunu içime çekerek dişlerimi tenine sürttüm. Bedenimin altında sıkışıp baştan aşağıya titredi ve tırnaklarını enseme geçirerek cılız bir ses çıkardı. Dişlerimi geriye çekerek ani gelen haz duygusuyla bacağının içini sıktım ve dilimin ucunu tatlı teninde dolaştırarak gözlerimi kapattım. Yumuşak hatları vücuduma uyum sağlayarak altımda kıpırdanırken kalbimin göğsümden dışarıya fırlayacakmış gibi attığını hissettim. Küçük öpücükler kondurdum ve ellerini sırtında gezdirdim.

"Hazer," dedi. Kanatlarına dokunabileyim diye sırtını okşadım. "Ellerini neden sürekli bir şey arıyormuş gibi sırtımda gezdiriyorsun?"

"Kanatlarını arıyorum," dedim dikkatle ona bakarken. Sırtından sertçe kendime bastırdığımda kalbim arkaya, kaburgalarıma dayandı. "Çok hafifsin Mila, nerede kanatlarının ağırlığı?

🌓

Nefret, hissettiklerimi açıklamak için yeterli değildi.

Nefret, belki de birden fazla kişiye besleyeceğiniz tiksinti dolu bir duyguydu ama ben Hüseyin'e karşı hissettiğim tiksintiyi yalnızca nefretle açıklayamazdım. Nefret herkesin herkese hissedebileceği, dilden dile dolaşan bir histi ama benim ona karşı hissettiğim olumsuz hislerin başka bir adı olmalıydı. Zaman zaman babamdan da nefret ettiğimi düşünmüştüm ama o nefretse bu neydi diye düşünüyordum artık. Yasal olmasına gerek bile yoktu. Mila'yla ilişkimi mahvetmeyecek olsaydı Hüseyin'i çoktan öldürmüştüm.

Onu hapishanede ziyarete gidiyordum. Kendimi buna hazırlamak zor olmuştu ama kahrolduğunu, süründüğünü görmeden içim rahat etmezdi. Az önce Mila'yı evine bırakmış, kendi evime gelip hazırlanmıştım. Şirkete geçmeden önce hapishaneye gidecek, onun bittiğini görecektim. Bir süredir randevu almaya çalışıyordum ve araya birkaç adam sokarak bunu halletmiştim. 

Mila'ya duyduğum aşk kadar nefret besliyordum Hüseyin'e. İkisi de sonsuzdu.

Araba bir saatten daha uzun bir süre sonra ilçedeki cezaevinin önünde durduğunda avukatın da geldiğini gördüm. İçeriye girmemiz için gereken izinler kendisindeydi. Kerem’le arabadan indik ve avukatla el sıkıştıktan sonra izin belgelerimizle cezaevine girdik.

Binaya girip üst kata çıktığımızda avukat bizi yönlendirdi. Bir odaya girdik ve cezaevi müdürüyle el sıkıştık. Az sonra yanımıza bir ceza infaz memuru geldi ve bize eşlik etti. Davacı yakını olduğum için yüz yüze görüşebilmek çok zor olmuştu ama araya tanıdık kişiler sokmuştum. Ceza infaz müdürüyle basık, dar koridorları yürüdük ve ziyaretçi odasının kapısına geldik. 

Avukat kulağıma doğru fısıldadı. "Lütfen sadece konuşun Hazer Bey, şiddete başvurmayın."

Ceketimin önünü düzelttim ve Kerem’le bir an bakıştım. Kerem avukatla burada kalacaktı. Önüme döndüm ve ceza infaz memuruyla, onun açtığı kapıdan içeriye girdim. Bir görüşme odasıydı ve içeride birkaç kişi vardı. Gözlerim tüm görüşme odasını baştan sona taradı ve nihayet odanın köşesinde, masanın arkasında oturan adamı buldu.

Tiksinti duygusu kendini midemde hissettirdi ve yüzüm buruştu. Başı önüne eğikti, ellerini izliyordu, beni henüz görmemişti. Ceza infaz müdürü bana yol verdiğinde tişörtümün yakasını çekiştirerek ağır adımlarla o masaya ilerledim. Görüşeceği kişinin kim olduğunu bilmiyordu, kafasını kaldırıp beni gördüğünde hem nefesinin kesildi hem de gözleri irileşti.

Ağır adımlarla masaya yaklaşıp onun karşısındaki sandalyeyi çektiğimde hâlâ şokta olduğu için tepki vermeden bakışlarıyla beni takip etti. Masaya yerleştim ve arkama yaslanıp yumruklarımı masaya koydum. Şok duygusu korkuya, korku da yerini sakinliğe bıraktı ve ellerini masanın üzerinde birleştirerek gözlerimin içine baktı.

Bu gözler haberi bile olmadan kaç kere değdi Mila'ya? Kaç kez uzanmak istedi onun masumiyetine?

Ellerim daha sert yumruklar halini alırken, "Halimi hatırımı sormaya mı geldin?" diye sordu, tiksinti uyandıran bir sesle. "Ölmedim, gayet iyiyim."

Neden ölmüyorsun, neden? Neden ben o kadar ölüyorum da sen bir kere ölmüyorsun?

Gerçekten de hayalini kurduğum kadar kötü durmuyordu, hatta neredeyse iyiydi. Oysa kahrolduğunu görmek için buraya gelmiştim ama karşısında otururken ben ondan daha çok ölmüş gibiydim. Kaç kere ölmem gerekiyordu onun bir kere ölmesi için, kaç kere?

"İmkânın varken beni öldürecektin," dedi gözlerimin içine bakmaya devam ederek. "Fark ettim ki aslında beni bu hapse tıkarak bir nevi hayatımı kurtardınız. Çünkü görüyordum..." Elini yüzüme doğrulttu. "Senin gözlerinde beni öldürme potansiyelini görüyordum. Buraya girmeseydim muhtemelen er ya da geç beni öldürecektin. Şimdi on bir yıl yatar, beslenir çıkarım."

Seni öfkelendirmek istiyor, diye hatırlattım kendime. Sakin ol. Beni sinirlendirdiğini görmemesi için yumruklarımı ondan sakladım. "Demek keyfin yerinde," dedim çelikten sert bir sesle. "Bir tecavüzcü, tacizci olduğunu henüz öğrenmediler, o yüzden henüz rahatsın."

Bilhassa öğrenmemelerini istemiştim ama bugünden sonra öğrenilecekti. Rahattı, burada iyi şekilde barınabileceğini sanmıştı ama içerideki koğuş arkadaşları bunu öğrendiğinde ona hayatı zindan edeceklerdi. Böyle olmalıydı, içeride rahatça barınacaksa neden hapse girmişti ki?

Hüseyin'in yüzündeki keyifli ifade yerle bir olurken temkinle etrafına bakındı. "Neden beni ziyarete geldin?" dedi, sinirlenmişe benziyordu. "İstediğiniz gibi delikteyim işte! Neyi görmek için geldin?"

"Rezilliğini, mahvolduğunu görmek için..." Çizgilerle dolu, bakımsız, çirkin yüzünü süzdüm. Saçları uzamıştı, çok dağınık görünüyordu. "Sen kahroldukça ben tatmin olacağım."

Etrafına tedbirli şekilde bakarak, "Asla tatmin olamayacaksın," dedi hırslı şekilde. Güldü, boşluğa bakıyordu. "Daha yeni başlıyor."

Böğrüme kürekle vurmuş gibi hissettim ve masaya doğru abanarak tısladım. "Ne diyorsun lan?"

"Evleniyormuşsunuz," dedi aniden, gözlerini tekrar bana çevirdi. Kalbim buz gibi oldu ve gözlerim irileşti. Nereden biliyordu? Dışarıda adamı mı vardı? Elimi geriye çekerken alyansımı hatırladım, sabah gelirken değiştirmiştik. Buradan mı yola çıkmıştı acaba? "Tebrik ederim."

"Ne diyorsun amına koyduğum!"

"Hiç yakışıyor mu senin gibi klas bir beyefendiye…" dedi ve sırıtarak arkasına yaslandı. "Müstakbel, güzeller güzeli..."

"Devam etme sakın orospu çocuğu," diye kükreyerek ona uzanmak için sandalyemi itiyordum ki arkamdaki ceza infaz yetkilisi genzini temizledi. Gözlerimi kapatıp ellerimle sandalyenin kenarını sıktım ve başımı önüme eğdim. "Hayatımızı etkileyecek hiçbir şey yapamadan, bu delikte, hatta karanlık hücrende çürüyüp gideceksin!"

Gözlerime uzun uzun bakarken hâlâ sırıtıyordu. Hayatımda bu kadar pis, çirkin bakabilen birini görmemiştim. Mila ne kadar dayanmıştı bu bakışlara? Kaçmak isteyip de bir yere gidememek çok mu üzmüştü onu? Elini masanın kenarına yaslayarak eğildiğinde üstüne kusabilmeyi diledim. Gözlerimin içine, dünyanın en kirli bakışlarıyla bakarak, "Küçük Mila, ona uyanıkken yaptıklarımı biliyor," dedi fısıltıyla. "Ya o uyuyorken yaptıklarımı biliyor mu?"

Kelimeler beynime ulaştığında zihnimin ağır çekimde hareket etmeye başladığını hissettim. Gözlerimin önüne bir karartı çöktü ve bana hâlâ hayatta olduğumu hissettiren tek şey kalbimdeki acı oldu. Nefes almayı kestiğimi, boğulurken fark ettim. O doğrulup bana bir kez daha sırıttığında Mila'nın masumiyet içindeki, çaresiz bakışları, Beni neden korumuyorsun? diye sitemle bana baktı sanki. O arkasını dönerken kulağımdan çıkan dumanla bir anda yerimden fırladım. "Neyi kastediyorsun?"

Onun üzerine atlamaya yeltendiğimi, arkamdan tutulan kollar sayesinden fark ettim. Haykırarak arkamdaki kolları iterken Hüseyin ellerini cebine koyarak ilerlemeye devam etti. Hararet ve acıdan gözlerimin içi yanarken, "Seni öldürürüm," diye kükredim, ardımdaki kolları iterek. Kapı açıldığında Kerem’le avukatın da içeriye girdiğini anladım. Hüseyin görüşme odasının kapısına doğru ilerlerken boğazımdaki alevlerle bağırdım. "Onu incittiğini, onu bir daha incitmeyi kastediyorsan... Yemin ediyorum, onu kaybetme pahasına bile olsa seni öldürürüm!"

Bir ceza infaz yetkilisinin Hüseyin'in kolundan tutup onu koğuşuna götürmek için harekette bulunduğunu gördüm. Kalbimdeki acı, zehir içmişim gibi hissettiriyordu. Kapı açıldı ve Hüseyin yanındaki görevliyle dışarıya çıkmadan önce son kez omzunun üzerinden bana döndü. Gözlerindeki pis bakışlar, göğsüme ateş açtı ama benden önce göğsümdeki melek kanatları tutuşmaya başladı. "Göreceğiz," dedi çıkıp gitmeden hemen önce. "Kim ağlayacak kim gülecek, göreceğiz."

BÖLÜM SONU.