0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

45. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

"KIRMIZI KURDELE"

Safir Mila Safkan

Bir Buçuk Ay Sonra

Fizik yasasının açıklayamayacağı bir şey var; onun yanında kalbimin nasıl bu kadar kuvvetli çarptığı...

Ağustos akşamlarında bir şey var, açıklanamaz şekilde beni mutlu eden. Ya da belki de bu ağustosakşamlarını neşeye ve mutluluğa boğan biri olduğu için böyle hissediyordum. Ağustos ayının son günlerini yaşıyorduk, bu günlerde zaman o kadar hızlı akıyordu ki elimi uzatsam hiçbir yerinden yakalayamıyordum sanki. Bu akşam da Bahar Teyze, evde Cüneyt Bey'in olmadığını söyleyerek bizi evlerinde bir akşam yemeğine davet etmişti. Biz de evlilik kararımızı açıklamak için de bu yemeği kabul etmiştik.

Evlerinin arka bahçesinde duran yemek masasında oturuyor, Bahar Anne’min kendi elleriyle yaptığı yemekleri yiyorduk. Haftada birkaç gün gelip kendisine yardımcı olduğunu söylediği emektarı da buradaydı ve serviste ona yardım ediyordu. Bahçede birkaç lamba olduğu için etraf seçilebilir derecede aydınlıktı ve Hazer hemen yanımda, elini dizime koymuş, annesinin yaptığı çorbayı içiyordu.

Bahar Anne beni arayıp ikinci kez yemek davetini hatırlatırken birkaç akrabayı daha çağıracağını, rahatsızlık duyup duymayacağımı sormuştu. Doğrusu gerilmiştim ama evlilik gibi ciddi bir birlikteliğe adım attığımız için onun yakın akrabalarıyla tanışma sorumluluğunu almam gerektiğini fark etmiştim. Bugün de bu yüzden kendime biraz daha fazla özenmiş siyah, omuzları kayık şeklinde olan bir elbise giymiştim. Göğüs kısmında hafif drapeleri olan, dizlerimin üzerine kadar inen, görünürde sade ama şık bir elbiseydi. Saçlarımı da düzleştirmiş, kurdele takmak yerine tamamen salık bırakmıştım.

Hazer bizi almaya geldiğinde beni görünce bir süre hiç kıpırdamadan durmuş, yalnızca bakmıştı. Yanımda oturmuş bacağımı okşarken o bakışlarının sebebini daha iyi anlıyordum. Bahar Anne tam karşımdaydı, Leo’yla Mustafa Kemal de yan yana oturmuş, çorbalarını içiyorlardı. Bahar Anne, Hazer'in kuzenlerinin daha geç geleceğini söyleyerek yemeğe başlamamızı istemişti. Akrabalarıyla tanışacağım için gergindim ve bu yüzden çorbamın yarısını bile içememiştim.

"Safirciğim, çorbayı sevmedin mi yoksa?" Bahar Anne’nin sesini duyduğumda gözlerimi Hazer'in pürüzsüz yüzünden ayırdım ve büyük bir kabahat işlemiş gibi utanarak kendisine döndüm. "Bahar Anne, hiç olur mu öyle şey? Çok lezzetli, ellerine sağlık."

"Bana bakmaktan yiyemiyor," diye takıldı Hazer, annesine göz kırparak.

Bahar Anne kıkırdadı. "Bugün de çok mütevazısın oğlum."

Uzanıp Hazer'in dizini okşadım.

Bahar Anne benim gibi siyah bir elbise giymişti. Çok şık, güzel görünüyordu. Yemek masası da çok şıktı. Birden fazla yemek, meze, salata vardı. Hazer çorbasını bitirdiğinde kendisinden önce uzandım ve onun tabağını alıp ortadaki mantı tabağından biraz mantı koydum.

"Çok tatlısınız, nazar değmesin," dedi Bahar Anne, kulağını çekerek.

Hazer'in kadehine uzandığını gördüm. "Ben nazara inanmam anne. İki insan istiyorsa birlikte olur, başka hiçbir şey buna engel olmaz."

Onun mantı tabağını önüne bırakırken teşekkür niyetine bana göz kırptı. "Rica ederim," diyerek koltuğuma geri yerleşirken Bahar Anne, Hazer'e parmağını salladı. "Öyle deme çocuğum, bazen iki insan birbirine âşık olsa da hayat yüzünden bir araya gelemez."

"Ağzını hayra aç anne," dedi Hazer, tadı kaçmış gibi.

"Bir şey demiyorum, kızma hemen," dedi Bahar Anne. "Eee, siz bana ne söyleyeceksiniz?"

Onun parmağında alyans, benim de parmağımda çok kıymetli bir yüzük vardı, Bahar Anne elbet anlamış olmalıydı, belki de bu yüzden sürekli gülüp duruyordu. Hazer uzanıp heyecandan titreyen elime uzandı ve parmaklarımı kavrayıp bakışlarını annesine çevirdi. "Anladığın gibi anne, biz evlenme kararı aldık."

"Ay çok şükür!"

"Bir de çocuk yapacaklar!"

"Safir’le ben evlenecektim..."

Bahar Anne o kadar coşkulu şekilde koltuktan kalktı ki çocukların tepkisini görmeye fırsatım olmadı. Masanın etrafından dolanıp yanımıza kadar geldiğinde ben de telaşla koltuğumdan doğruldum. “Yüzüklerinizi görünce tahmin ettim tabii ama sizden duyunca daha bir mesut oldum," dedi, sesi sanırım ki mutluluğunun etkisinde olduğu için böyle titriyordu. "Canım kızım benim, bir daha hoş geldin ailemize."

Beni böyle bir yüce gönüllülükle kabul etmesi karşısında gözpınarlarımın dolduğunu hissederek, "Hoş buldum," dedim. "Anneciğim."

Benden ayrılıp Hazer'e yöneldi, onu da kucakladı. "Hayatının en doğru kararını verdin oğlum, kutlarım sizi."

"Teşekkür ederim anne," diyerek annesinin iki yanağından da öptü. "Bu arada, evlenme teklifi Mila'dan geldi..."

Hazer, annesinin omzunun üzerinden bana çekici şekilde göz kırptığında her ne kadar yaptığımla gurur duysam da biraz utanıp Hazer'e kızgınca baktım. Bahar Anne oğlunun kollarının arasından çıkıp hayret dolu yüz ifadesiyle bana döndü. Utancımı gülüşümün altına gömmeye çalışırken, "Cesaretine hayran oldum," dedi. "İzin ver sana bir kez daha sarılayım."

Bunu cesur bulması karşısında neşeyle dolup Hazer'e göz kırptığımda o da dudağının kenarındaki öldürücü bir gülümsemeyle bize baktı. "Kusura bakma, oğlunun soyadını Safkan yapacağım."

Bahar Teyze neşeli bir kahkaha atıp bizden uzaklaştı. Tekrar yerine geçerken, "Bak, evleniyorsunuz diye sakın okulunu, istikbalini ihmal etme," diye tatlı bir uyarı çektiğini duydum ve daha ona cevap vermeden hiçbirimize ait olmayan bir ses duydum.

"Kim evleniyor?"

Hepimiz başımızı aynı anda kaldırıp sese doğru çevirdiğimizde tanıdık bir sima gördüm. Ferhat, koluna girdiği bir kadınla buraya doğru yürüyordu. Kadının bir ara Leo'ya şaşkın şekilde bakıp sonra hemen döndüğünü görmüştüm. Adamıysa görür görmez tanımıştım, Hazer'in, bu gece de aramıza katılmasını beklediğimiz kuzeniydi. Bahar Anne gülümseyerek hızla onlara yürürken, "Gel Nazikeciğim," dedi ve ardından Ferhat'ın yanındaki kadına samimi şekilde sarıldı. "Oğlum ve sevgilisi evlilik kararı almış, onu söylüyorlardı. Siz de tam üstüne geldiniz."

Hazer, ayakta da olduğumuz için kolunu kolayca belime dolayıp beni kendine çekti. Ben de kolumu onun beline sardım ve gerginliğimin geçmesini bekledim. Ferhat, yengesine sarılırken aldığı haberin coşkusuyla bize döndü ve bir ıslık çaldı. "Kuzen, Gelin Hanım... Tebrikler, bu ne acele böyle?"

Ferhat... Görünürde hoş, komik bir adama benziyordu. Espriler, özellikle Hazer'i iğneleyen espriler yapmayı sevdiği açıktı. Kuru bir şekilde gülümseyip tebrikini kabul ederken, "Teşekkürler," dedi Hazer de sahte bir gülümseme göndererek. Ferhat’la aralarında birbirlerini gıcık eden bir iletişim vardı. "Acele ettiğimiz yok. Ciddi bir ilişki içerisindeydik, zamanı gelince de evlenme kararı aldık."

Adının Nazike olduğunu öğrendiğim ve Ferhat'ın annesi olduğunu tahmin ettiğim hanımefendi, kahverengi gözlerini bize çevirip gülümsedi. "Merhaba tatlım, çok memnun oldum." Masanın diğer tarafından bana el uzattığında ben de uzanıp elini sıktım. "Siz evlilik kararı almışsınız, biz daha yeni tanışıyoruz. Hazer'ciğim, getirip müstakbel eşini yengenle hiç tanıştırmıyorsun..."

Yengesi gayet tatlı, güler yüzlü, samimi bir kadındı. Bu yüzden büyük rahatlama yaşayarak, "Memnun oldum," dedim.

Hazer de belimi okşayarak yengesine mahcup bakışlar attı. "Haklısın yenge..." Gerçekten utanmıştı.

"Kutlarım çocuklar," diyerek sandalyesine yerleşirken Ferhat da Leo’yla Mustafa'nın enselerine bir tane vurarak sandalyelerden birini çekti. "Yok yok, siz bayağı acelecisiniz," dedi yerleşirken. Mustafa, Leo'ya, Ferhat'ın kim olduğundan bahsederken, o da aynı sırıtmayla parmağını Hazer'e uzattı. "Doğruyu söyle, yeğen mi geliyor?"

Ben onun münasebetsiz sorusuyla sinirlenip kızarırken annesinin ve Bahar Anne'nin de onu azarladığını duydum. Hazer yanımda sert bir soluk aldı ve koltuğumu çekerek oturmama yardımcı olurken başımın üzerinden de Ferhat'a alev almış gözlerle baktı. "İnsanın fikri neyse zikri de o olurmuş. Demek ki senin evlenmen için ancak partnerinin hamile olması lazım."

Yerime yerleştiğimde Hazer de kendi sandalyesini fazla sertçe çekerek oturdu. "Öyle deme hayatım," dedim Ferhat'a dönüp ellerimi çenemin altında birleştirirken. "Belki Ferhat da çocuk sahibi olmak istiyor ama zamansız yerlerde zamansız şeyler konuşmak gibi bir huyu olduğundan evlilik konusunda sıkıntılar yaşıyordur. Hoş karşılayalım."

Masada birkaç saniye süren sessizlik oldu ve akabinde Bahar Anne’mle Nazike Hanım'ın gülme sesleri sessizliği delip geçti. Ferhat'ın garip şekilde daha da keyiflendiğini görerek başımı sakince önüme çevirdim; sanırım anladığı iletişim şekli buydu. Büyük bir ayıp etmediğimi umut ederek Nazike Hanım'a mahcup bir gülümseme gönderdiğimde, "Kız arkadaşına bayıldım," dedi. Beni utandırmak yerine hakkımda bu şekilde konuşması karşısında ne diyeceğimi bilemedim. "Oğluma ağzının payını veren tek kişi Hazer'di, artık gelinimiz de eklendi."

Ben ensemi kaşırken hiç ummadığım bir şey oldu ve Hazer aniden uzanıp herkesin içinde yanağımı öptü. Gözlerimi kırpıştırarak ona döndüğümde gözlerinin bileklerime ipler bağladığını, ağırlığıma rağmen beni bulutlara çıkardığını hissettim. Bana baktıkça hafifledim, bahsettiği o kelebeklerden biri olup göğsünün arka kapısından içeriye girdim.

Bakışlarının mahşer yeri gibi sıcak olmasına dayanamayarak önüme döndüğümde Bahar Anne’yle Nazike Hanım'ın gülüşmeye devam ettiğini, masanın diğer tarafında oturan Leo ve Mustafa'nın da güldüğünü gördüm ve onlara göz kırptım. İkisi de koltuğunda sevimli sevimli hareketler yapıyordu. Çorbamı bitirdim ve annemin bizim için elleriyle yaptığı mantıdan yedim. Hazer'in eli çok geçmeden dizime yerleşmişti.

"Ee, düğün tarihini kararlaştırdınız mı?" diye sordu Ferhat, bir yandan da tabağını doldurduğu için yengesine teşekkür ediyordu.

"Si," dedim ve hemen, "Evet," diye düzelterek heyecanlı şekilde ekledim. "26 Eylül."

"Çok az kalmış," dedi Bahar Anne, o da bu haberi yeni almıştı. "Nasıl yetiştireceğiz bunca hazırlığı? Hem daha Mila'yı istemedik bile…"

"İstemek mi?"

"La, ben bunu unuttum..."

Bahar Anne, Hazer'le benim tepkilerimize gülerken lokmanın ağzımda büyüdüğünü hissederek gözlerimi önüme çevirdim. Tabii, Türk geleneklerinde böyle bir âdet vardı ama Hazer'in beni isteyebileceği kimse yoktu. Ne annem ne babam... Üzerime bir hüznün çöktüğünü hissettim ama çok şükür ki Bahar Anne bu konuyla alakalı daha başka şey sormadan konu yerini başka şeylere bıraktı.

"Ooo, misafirlerimiz varmış..."

Ben, kendi düşüncelerimin zihnime attığı kesiklere, umutlu tarafımla tampon yaparken tamamen beklemediğim bir ses duydum ve masadaki konuşmalar kesildi. Başımı kaldırmaya gerek kalmadan Cüneyt Bey bakış açımıza girdi. Hazer'in de kaşığını kenara bırakıp koltuğunda dikleştiğini görürken Cüneyt Bey'in hızlı adımlarla ilerlediğini gördüm. "Leo," diye seslenirken sesi az öncekinin aksine neşeliydi. "Sen de mi buradaydın?"

Kimseye değil de ilk önce Leo'ya selam vermesinin şaşkınlığıyla kafamı o tarafa çevirdiğimde masadakilerin de benimle aynı tepkiyi verdiğini gördüm. Cüneyt Bey, daha önce kendisinde hiç görmediğim bir sempatiyle Leo'nun sandalyesinin önünde eğildi ve onun saçlarını okşadı. "Hoş geldin aslan parçası."

Bahar Anne’yle Nazike Hanım'ın bir şeyler fısıldaştığını duyarken beynimin bu sahne için mantıklı bir açıklama getirmesini bekledim. Fakat o an, bu düşündüklerimi arka plana atan başka şey fark ettim. Hazerl’e Mustafa Kemal'in Cüneyt’le Leo'ya attığı iç parçalayan, kıskanç bakışlar... Bağırmaktan başka bir konuşma yolu bilmeyen babalarının, bir başka çocukla böyle sevgi dolu konuştuğunu duymak...

Leo ve Adem benzerliği... Cüneyt Bey'in Adem'e olan sevgisi...

Kafamın içindeki tüm düzensizlik yerine otursa da ben Hazer'in o bakışlarını gördükten sonra rahat bir nefes alamadım. Kardeşim, "İyiyim Cüneyt Amca," diyerek tatlı şekilde güldü. "Bahar Teyze bizi yemeye çağırdı."

"Çok iyi yapmış," dedi Cüneyt Bey, gözlerini ondan ayırmadan. "Hoş geldin. Çorba içiyorsun, afiyet olsun. Ama sadece çorbayla olmaz, sana karnını doyuracak başka şeyler de koyalım."

Masadaki diğer herkes de bir şeyleri az çok anladığı için sessizliğini koruyarak önlerine döndüğünde, "Baba," dedi Mustafa Kemal, kaşığıyla kâsesini gösterdi. "Ben de çorba içiyorum. Leo da çorba içiyor. Leo başka şey yerse ben de yiyeyim mi?"

Cüneyt Bey ona bakmaya lüzum bile görmedi. Mustafa Kemal birkaç saniye bekledi ama babasının cevap vermeyeceğini anladığında önüne dönerek kaşığını kâseye fırlattı. Leo, Mustafa'ya döndü ve gülümseyerek kendi kaşığını ona verdikten sonra kolunu da omzuna attı, bir gariplik olduğunu anlasa da tam olarak bir şeyleri kavrayamamıştı.

"Otursana Cüneyt," dedi Bahar Anne, bu garip ana son vererek.

Cüneyt Bey doğruldu ve ceketinin önünü düzeltip başıyla konuklarına selam verdi. Benim yüzüme bile bakmamıştı, ben de kendimi sırf o bakarsa değerli hissedecek değildim zaten. Bahar Anne’yle boşanma durumlarının nasıl gittiğini bilmiyordum. Hazer'e sorduğumda halletmeye çalıştığını söylemişti.

Cüneyt Bey, Bahar Anne'nin diğer yanındaki koltuğu çekip otururken, "Hoş geldiniz," dedi. Beni yok sayarak sadece yeğeni ve yengesine kibarlık ediyordu. "Hayırdır, davetlisiniz, haberim yok."

Korkularımı arka plana iterek elimi Hazer'in masada duran elinin üzerine koydum ve bunu bekliyormuş gibi yüz hatlarının gevşediğini gördüm. Bana dönüp ufak bir bakış attı ve sanki paylaştığımız duygulardan güç alarak omuzlarını dikleştirdi. Başını, babasının oturduğu yere çevirip, "Biz davet ettik," dedi ve hiç beklemeden konuştu. "Mila’yla aldığımız evlilik kararını akrabalarımla da paylaşmak istedim."

Cüneyt Bey'in elindeki kaşık masaya düştü. "Evlilik kararı?" diye tekrarladı, duyduğuna emin olmak için.

"Evet," dedim Hazer'den daha da önce davranarak. Bu aşk dağ kadar büyüktü, ben de bu dağı arkamı alıyordum. "26 Eylül düğün tarihimiz."

"Senin gibi bir..." Cüneyt Bey'in gözleri alev aldı ama cümlesini tamamlamadan susarak kafasını önüne eğdi. Ben cümlesini nasıl tamamlayacağını biliyordum ama masadaki diğerleri muhtemelen anlamamıştı.

Hazer'in dişlerini gıcırdattığını, "Ağzını topla," diyerek yumruğunu vurduğunu gördüm. "Senden onay almıyoruz, haber veriyoruz!"

Derin bir sessizlik masayı kapladığında bana hakaret etme teşebbüsü gösterdiği için ona ağzının payını vermek istedim ama Hazer'in huzursuzluğunu artırmak istemiyordum. Bu yüzden kendime yapılan saygısızlığı kenara itip Hazer'in elini daha sıkı tutarken Cüneyt Bey’le aralarında imalı, yalnızca kendilerinin anlayabileceği bir bakışma yaşandı. Bunun sonrasında Cüneyt Bey sandalyesini hızla geriye itip doğruldu ve hışımla kalkıp tükürür gibi konuştu. "Ne haliniz varsa görün!”

Arkasını dönüp âdeta yeri döver gibi ilerleyip az sonra gözden kayboldu. Utanmam gereken bir şey olmadığı için omuzları dimdik tutup korkmuş şekilde bize bakan Leo’yla Mustafa’ya gülümsedim. Hazer elimin için okşayıp gözümün önüne gelen saçlarımı çekti. " Hadsizliği için özür dilerim. Sakın üzülme, tamam mı aşkım?"

Ona gülümsedim ve uzanıp etrafta başkalarının da olmasını umursamadan yanağından öptüm. "Sen bir şey yapmadın, özür dileme."

"Siz onun aksiliğine bakmayın," dedi Bahar Anne, gülümseyerek masadaki gerginliği yumuşattı. "İçeceklerinizi tazeleyeyim."

Devamında kimse bu konuyla alakalı bir şey demedi. Hazer kalkıp bir sigara yakarken Ferhat da onun yanına gidip sigara istedi. Uzaktan sevdiğim adamı izlerken çocuklar da masadan kalkıp oyun oynamaya başladı. Bahar Anne’yle Hazer'in yengesine kulak vermeye çalışıp kendimi kederden, hissettiğim sıkıntıdan uzaklaştırmaya çalıştırdım.

Cüneyt Bey'i bir daha görmeden, diğerleriyle vedalaşıp oradan ayrıldığımızda saat on biri geçiyordu. Leo'yu arka koltuğa oturtup Hazer'in yanına geçtim ve araba çalıştığında çantamı kucağıma bırakarak ayağımdaki topuklulara uzandım. Nadiren topuklu ayakkabı giydiğim için ayaklarım birkaç saatte acımıştı. Siyah bilekten bağlamalı ayakkabılarımı çıkarıp kenara bırakırken, "Bileğin mi acıyor?" diye sorduğunu duydum. 

Bileklerimi ovarken, "Biraz," dedim.

"Evimize gelirsen... Bu gece benimle kalırsan bileklerine masaj yapabilirim."

Parmağımı bileğimden çekerek doğrulurken, "Sen de kalmamızı mı istiyorsun?" diye sordum, sesim incelmişti.

Kafasını ağır ağır sallayarak dudaklarını yaladı. "Uzun zamandır sensiz uyuyorum Mila, canıma tak etti artık."

Başımı arkaya çevirip Leo'ya baktım. Cama yaklaşmış, buharlı yüzeye bir şeyler çiziyordu. Onun, açıklamayacağımız bir konuşmamıza denk gelmesini istemiyordum. Başımı tekrar Hazer’e çevirdiğimde önünden geçtiğimiz bir sokak lambasının gölgesi yüzüne düştü ve amber gözler koyu bakır rengine dönüştü. "Tamam ama yaramazlık yapmak yok," dedim parmağımı suratına doğru sallayarak.

Elini dizkapağımın üzerine yerleştirerek elbisemi parmaklarıyla hafifçe kaldırırken, "Üzerinde, Hazer benimle yaramazlık yap, diyen bir elbise var ama," dedi çapkınca.

"Ne kadar da terbiyesiz bir elbiseymiş bu…" dedim, elimi elinin üzerine koyarken. Altdudağını ısırarak gülümsedi.

Araba, bir süredir gelmediğim evin önünde durduğunda kapıyı açıp arka koltukta oturan Leo'ya yöneldim. Hazer, torpido gözünden ehliyetini alırken Leo'ya inmesi için yardımcı olarak bahçe kapısına yürüdük. Gözlerim derhal çiçekleri buldu, beyaz çiçekler çok güzel büyümüştü; benim yokluğumda onları sulamıştı.

Eve girdiğimizde Leo buraya ilk kez geldiği için meraklı şekilde etrafına bakınıp, "Siz evlenince burada mı yaşayacağız?" diye sordu.

"Evet tatlım, sen de bizimle yaşayacaksın. Yukarıda bir misafir odası var, orayı senin için hazırlayacağız."

Ayakkabılarımla çantamı kenara bırakıp doğrulduğumda Leo da salonu gezmeye başladı. Hazer sokak kapısının kilidini döndürdü ve arkamdan gelerek kollarını etrafıma sardı. "Bu ev senin kokunla dolmayı özledi," dedi.

"Ya da parfümümün kokusunu," dedim espri yapmaya çalışarak.

Boynumda iç geçirdi. Yine kötü bir espri olmuştu galiba… Güldüm ve Hazer uzaklaşıp ceketini çıkardığında uzandım ve alıp koltuğun kenarına bıraktım. İlgime gülümsedi ve yanağımdan makas alarak Leo'nun peşine düştü. Onu, pikabın orada yakaladı ve sorduğu birkaç soruya cevap verdi. Parmağımı ısırırken göz kenarlarımı kırıştıran bir tebessümle onlara baktım. Çocuklara karşı merhametli ve şefkatliydis, annesine ve kadınlara karşı da... Evlenmek için çok doğru bir adamdı.

Hazer, Leo'yu yatırmak için onu omuzlarına alıp üst kata çıkarken mutfağa geçtim ve dolabı açıp içine baktım; yemek yoktu. Kahvaltılıklar falan vardı ama ısıtacağı bir yemeği yoktu. Aslında Hazer yemek yapmayı çok iyi bilen biriydi ama eve geç gelince üşeniyor olabilirdi. Hazır buraya gelmişken yarın da yiyebileceği bir çorba yapmak için kolları sıvadım.

Dolaptan domatesleri çıkardım ve rondodan geçirip püre haline getirdikten sonra bir tencere çıkarıp içine yağ ekledim. Tencereyi ocağa koyup yağda biraz un kavurdum ve az sonra püre haline getirdiğim domatesleri tencerenin içine ekledim. Bu domates çorbası tarifini Leo'ya yapmak için geçtiğimiz günlerde öğrenmiştim. Sağlıklı yiyecekler yemeliydi, ben de bunun sorumluluğunu almıştım.

Ben çorbayı pişirene kadar Hazer de Leo da aşağıya inmedi. Çorbaya tuz, salça ve baharat eklemeyi unutmamıştım. Dolabı, rafları karıştırdım ve makinedeki temiz eşyaları yerlerine koydum. Onun için çorba pişirmek bile çok keyifliymiş mesela, asla düşünmezdim.

Bir dolabı açtığımda birkaç çikolatanın arkasında duran cici bebe bisküvisini gördüm ve geçtiğimiz aylarda benim için aldığını hatırlayıp gülümsedim. Paketi ve yanındaki bir çilekli lolipopu alarak bebek bisküvilerini yemeye başladım. Birkaç tane yedim ama daha fazlası tıkadığı için paketi kapatıp yerine koydum. Lolipopun ambalajını açtım ve pişen çorbanın altını kapatıp merdivenlere yol aldım.

Üst kata çıktığımda bir süredir onlardan hiç ses gelmediği için merakla odalara bakındım ve onları misafir odasında buldum. İçeride gece lambası yanıyordu, Leo çarşafın altına uzanmış, dikkatle Hazer'in anlattığı masalı dinliyordu. Hazer'in güzel masal anlattığını bildiğim için şekerimi yerken onlara kulak verdim.

Leo'nun altın sarısı renginde saçlarını okşarken, "O kahraman pelerinini çıkarmış ve içinden çok yakışıklı, genç mi genç bir adam çıkmış," dedi Hazer, sesine epey gizem katmıştı. "Kahraman kıyafetinin önünde de kocaman bir H harfi varmış. Artık bu kahramanının adının ne olduğunu da sen düşün kayınço."

"Aaa." Leo aydınlanmış gibi bir sesi çıkardı. "Masalın başından beri bir sürü şey yapan o kahramanın adı Hazer miydi? Sen miydin enişte?"

Hazer böbürlendi. "Ne sandın la?"

Gülüştüklerini duyduğumda ben de gülümsedim ve Hazer örtüyü omuzlarına kadar çektiğinde Leo da gözlerini kapatarak ona iyi geceler diledi. Ben fark edilmeden şekerimi yediğimi sanıyordum ama Hazer başını bana çevirip üstelik hiçbir şaşkınlık tepkisi göstermeden gözlerimin içine baktığında kalbim üçten geriye doğru bile saymadan hızlandı.

"Bensiz?" dedi elime bakarak. "Lolipop yiyorsun?"

"Dolapta gördüm, benim için sakladığını düşündüm."

Leo'ya bir göz atıp doğruldu ve bana doğru yürümeye başladı. Kardeşimin iyi ve güvende olmasından memnuniyet duyarak kapıdan uzaklaştım ve Hazer yanıma gelip kapıyı arkasından kapattı. Elini bel hizama koyarak benimle odasına yürürken, "Allah'tan burada geceliklerim var," diye düşündüm ve bunu dile getirdim.

"Belki geceliklere ihtiyacın olmaz," diye fısıldadı, burnunu saçlarım üzerinden kulağımın arkasına bastırarak.

Odaya girdiğimizde belimdeki eli kalçama kaydı ve kapıyı arkamızdan kapattı. Onun dokunuşundan kaçmak için elimi kalçamdaki elinin üzerine yerleştirdim ve uzaklaştırdım. Buna güldü ve ben kendisine dönüp ağzımdan çıkardığım şekeri ona uzattığımda dünden razı şekilde şekeri ağzına aldı. "Güzelmiş. Bu limonlu," dedi. 

Kollarımı boynuna doladım ve gülüp çenesinin altından öptüm. "Senin için çorba yaptım, içmek ister misin?"

Konuşmak için şekeri ağzından çıkardı ve tek kaşı kalkmış vaziyette, "Ne ara?" diye sordu, gülümsememek için zor duruyordu sanki. "Ne gereği vardı? Yemekten yeni döndük…”

"Hiç sıcak yemeğin yoktu dolapta. Yaptım ki işten dönünce ısıtıp güzelce iç."

"Tamam anneciğim..."

"Aşk olsun Han," dediğimde elini belimin tam ortasına bastırdı ve vücutlarımızı anlık olarak birleştirdi.

"Yapma Mila, beni kendine daha fazla hayran bırakma. Görmüyor musun kızım, başım çok fena dertte seninle."

Gözlerini kapattı ve hissetmekten ileriye gitmeden, sadece sırtımı okşayarak dudaklarımı küçük küçük öptü. Minicik, kibar öpücüklerdi. Aşk bir uyuşturucu gibiydi ve hepsini de dudaklarından alıyordum.

Şekeri tekrar onun ağzına götürdüm ve Hazer afiyetle yerken banyo yapmak için izin isteyip yanından ayrıldım. Dolaptan bir havlu alırken Hazer de gömleğini sıyırmaya başlamıştı. Islık çalarak saatini çıkardı ve makyaj masasının üzerine bırakıp gömleği de üzerinden sıyırdı. Onun sırtının nemlendiğini ve kemerinden sonra fermuarını indirdiğini gördüğümde daha fazla kalmadan banyoya girdim ama o nemli, pürüzsüz cildi bir süre gözlerimin önünden gitmedi. Kıyafetlerimi çıkarırken suyu açtım ve çamaşırlarımla duşkabine girdim.

"Mila..."

Hazer'in boğuk sesi, beni düşüncelerimin içinden çekip kurtardığında başımı omzumun üzerinden kapıya çevirdim. Saçlarım ve vücudum ıslanmıştı ama henüz sabunlanmamıştım. "Hazer?" dedim karşılık olarak.

"Müsait misin?" diye sorarken sesinde bir çekingenlik vardı.

Banyodaydım, müsait olmadığım açık değil miydi? Yani... O da müsait olmadığımı bildiği halde içeriye mi gelmeyi istiyordu? Benim için bir sakıncası olmadığına kalbim ve mantığım da hak verdiğinde gözlerimi kapatarak ona seslendim. "Müsaidim."

"Oha!" 

Alnım kırıştı ve Hazer şaşkınlık nidasını, bir boğaz temizleme sesiyle toparlayıp, "Şansımı deniyordum," diye fısıldadı. Sesi gittikçe boğuklaşıyordu. "Kendimi evet cevabına hazırlamamıştım, bir saniye..."

Ellerimi kendime sardım ve yüzümden akan ılık suyu hissederken kapının açıldığını duydum. Sırtım ona dönük olduğu için sadece fayansları görüyordum. Ayakları çıplak olmalıydı çünkü banyonun zeminindeki sesi duyabiliyordum. İç çamaşırlarımla önünde olduğumu değil de âşık olduğum adamla bir şeyler paylaştığımı düşünmek daha rahatlatıcıydı.

Birkaç dakika boyunca hiç ses gelmedi, kabine de girmemişti. Kapıyı kapatmış, beni mi izliyordu? Olgun davranmaya çalışarak gözlerimi açtım ve başımı omzumun üzerinden arkaya çevirdim. Banyonun ortasında, üzerinde pantolonuyla dikiliyordu. Vücuduma bakacağını sanıyordum ama bakışları yukarıda, yüzümdeydi. Karşısında çıplak kalarak bir parça da olsa savunmasız olduğumu düşünmüştüm ama her nedense onun bakışları şu an daha savunmasız olduğunu gösteriyordu.

Ne tepki vereceğimi bilemediğim için sadece gülümsedim ve saçlarımı sırtıma atarak şampuana uzandım. Kabine girmedi, elleri iki yanında dururken hareketlerimi takip etmeye devam etti. Şampuanla saçlarımı köpürtürken, hatta başımı yıkayıp durularken de beni izledi. Acımasın diye yumduğum gözlerimi dakikalar sonra tekrar açtığımda hipnoz olmuş gibi gözlerime baktığını gördüm. Bir elim yanıma düşerken diğer elimle de yüzümden akan damlaları sildim ve gözlerindeki o garip bakıştan ürkerek, "Hazer?" dedim. Normal davranmıyordu.

"Hani üç ay sonra geçecekti Mila?" İlk birkaç saniye, kurduğu bu cümleye anlam veremedim ama zamanda geriye gidip başımı onun omzuna koyduğum, bu cümleyi kurduğum günü hatırladım. "Hani tamamen geçmese bile çektiğim acı azalacaktı? Ne geçiyor ne de azalıyor Mila!" 

Bir süre gözlerine bakarken hareketsiz kaldım ve ağustos ayında olmamıza rağmen üşüdüğümü hissedip titrek bir soluk aldım. Beni çıplak gördüğünde aklına uğradığım tacizler mi gelmişti? Vücuduma bakmak bunları mı hatırlatıyordu? Ben o cümleyi, gerçekten inanarak söylemiştim. Onu avutmamış veya kandırmamıştım. Ama geçmediğini söylüyorsa... Başımı önüme çevirdim ve saçlarımı sırtına atarak yüzümden akan suları sildim.

"Üzgünüm, acı çekmeni istemezdim," dedim, kendimi suçlu ve kötü hissetmiştim. "Ben seninleyken tüm bunları unutuyorum. Hatta, kendi vücudumla da senin sayende barıştım ama benim vücudumu görmek sana... talihsiz şeyleri hatırlatıyorsa, evlenmek konusunda bir daha düşünmeni öneririm sevgilim."

Ellerimi kollarıma sardım ve her nedense vücudumu örtme isteği duyarak duvara doğru bir adım daha attım. Hazer'in boğazından bir ses çıktığını duymuştum. Bana, vücuduma dokunduğunda eski kötü hatıralardan hiçbir eser kalmıyordu, farkında değil miydi? Adım seslerini duyarken, "Dışarı çıksan daha iyi olur," dedim, sesim yumuşaktı.

O dışarıya çıkmak yerine kabine girdi. Başımın üzerine akan suyu onunla paylaşıyordum. Ellerinin koluma yerleştiğini ve ellerinin sıcacık olduğunu fark edip titredim. Dokunuşunda hassaslık vardı, anlayış ve empati vardı. Ensemde çok derin bir iç geçirdi. "Çektiğin acıları unutamadığım, aklımdan çıkaramadığım için bana mı kızıyorsun Mila?"

Gözlerim ıslak siyah fayanslara sabitlenirken ellerinin tenime ektiği muazzam hisleri iliklerime kadar hissettim. "Sana kızmıyorum Han, anlıyorum da. Fakat benim ne kabahatim var ki acın geçmediği için bana sitem ediyorsun?"

"Mila, hayır," diye yakındı boynumda, sesi telaş ve itiraz içeriyordu. "Sana sitem eder miyim hiç meleğim? Sadece... Baksana, iç çamaşırlarınla banyo yapıyorsun, bunu görmeye dayanamıyorum. İster istemez nefret ve acı doluyorum, elimde değil."

Onu anlıyordum, ben de babası yüzünden acı çektiğinde çok üzülüyordum. Fakat ben kendi yaşadıklarımın üstesinden gelmeyi başarmıştım, o başaramadığımı mı sanıyordu? Ben iyiydim, onunla mutluydum. Buna ikna olursa daha iyi mi hissederdi?

"Artık iç çamaşırlarımla banyo yapmıyorum ki," dedim, açıklama ihtiyacı hissederek. "Birazdan çıkaracaktım hatta. Dediğim gibi vücudumla barıştım Hazer. Mutluyum, sen de unut bunları, n'olur. O hapiste, arzu ettiğim gibi olmasa da bir şekilde cezasını alıyor. Ben geçmişe saplanıp yaşamak istemiyorum, seninle mutlu yaşamak varken..."

Ondan bahsettiğimde Hazer'in ellerinin kaskatı kesildiğini hissettim ve sanırım bu yüzden de canımı acıtmamak için ellerini kollarımdan çekip iki yanına aldı. Alnını kafama daha çok bastırıp güçlükle yutkundu. "Ben seni tanıdığımdan beri mutlu ve iyi olman için çaba gösteriyorum Mila. Başka gayem yok, hayattan da başka bir şey istemiyorum ben."

"Ben mutluyum ama görünen o ki senin kafan çok karışık." Bir an duraksadım, hâlâ yüzüne bakamıyordum ama onu tanıdıktan sonra ne kadar fazla yol aldığımı kanıtlarsam belki beni daha iyi anlayabilirdi. Elleri bu kez karnıma çıkıp göbek deliğimin üzerinde birleştiğinde tüm bu hüznün arasında fitillenen aşk ateşini hissettim. "Hazer, seninle ilk tanıştığımız o dans salonunda el sıkışmıştık ya hani... Seni üzmesin ama ben daha sonrasında gidip ellerimi yıkamıştım. Kişisel bir şey değil, benim hassasiyetimin korkunç boyutu bu. Ben... sayende bu korkunç hassasiyetlerimden kurtuldum. Etrafıma hâlâ çok güvenmiyorum, tetikteyim ama gün geçtikçe daha iyi oluyorum. O yazarın dediği gibi, sen bana başka bir hayatın da mevcut olduğunu gösterdin."

"Ellerini mi yıkamıştın?" derken sesi hayal kırıklığıyla doluydu ve bana kendimi çok kabahatli hissettirmişti. Tepkisini kontrol edemediği için böyle konuştuğunu biliyordum yoksa beni suçlamak aklından geçmezdi. Elleri bir an gevşedi, beni serbest bıraktı. Başını da ensemden kaldırarak benden uzaklaştığında kendimi inanılmaz üşümüş hissettim.

Bu konu o kadar hassastı ki sanki pamuk ipliğine bağlıydı. Birbirimize söylediğimiz, kurduğumuz birkaç kelime bile her şeyi alaşağı edebilirdi. Ben ona, hayatımı nasıl güzelleştirdiğini göstermek istemiştim ama o ne kadar berbat bir hayat yaşadığım kısmına odaklanmıştı. Başımı çevirip ona baktığımda sırtını çoktan bana döndüğünü gördüm. Sular sırtına çarpıp iniyordu. Dikkatli baktığımda dudaklarının titrediğini, yüzünü itinayla benden sakladığını gördüm. Ağlamak bir insanı neden utandırırdı ki? Sanırım ağlamanın bir güçsüzlük, zavallılık belirtisi olduğunu düşünen zihin yapısıyla alakalıydı. Bu dünyada ağlamak için bile özgür değildik.

Ama birbirimizin yanında özgürdük. Bu yüzden kollarımı kaldırıp onun etrafına doladığımda Hazer yüzünü gizlemek için başını biraz daha yana eğdi ama saklanmasını istemiyordum. Duygusalsa ne olmuştu, ağlamak çok insani bir özellikti. Fark etmiştim, son zamanlarda dalgın ve düşünceliydi. Bir keder bir katran misali kalbine doluyordu. Yanağımı, dövmenin olduğu omzuna yasladım.

"Aşkım, neyin var senin?" Bu soruyu sormamı bekliyormuş gibi gözyaşlarını serbest bıraktı ve bir elini yüzüne kapatırken omuzları iç çekişleriyle sallandı. Hızlı hızlı nefes alıyor, bir çocuk gibi ağlıyordu. "Neden acı çekmediğime inanmıyorsun?" diye sordum, bir çocuğunki gibi titreyen dudaklarına bakarken. "Hangi hüzünle doluyor kalbin böyle? Anlat bana Han."

"Anlatamam," dediğinde içimdeki o sıkıntının büyüyüp içimde balon gibi şiştiğini hissettim. "Anlatamam, anlatamam… Üzemem bebeğimi…"

Hissettiği keder, bir pıhtı gibi kalbimin üzerinde belirginleşiyordu. Dilim, "Hazer," derken, ellerim aşkım diyerek onu tutuyordu. Hazer yüzünü hiç kaldırmadan bana döndü ve elleri pençe gibi sırtıma inip beni kendine çekti. Pençe izlerinden ziyade parmaklarındaki ölümsüz aşkı hissettim. Başını göğsüme gömüp sığınır gibi kalbimin üzerine saklanıp ağlamaya devam ettiğinde kollarımı boynuna sararak kollarımı ensesine sardım. O yapılı omuzlar nasıl oluyor da bir çocuğunki gibi sarsılıyordu? O kadar özel bir adamdı ki...

"Neden anlatmıyorsun bana, neden?"

"Anlatmam bir şeyi değiştirmeyecek çünkü. Mila, lütfen bu konuda bana anlayış göster." Konuşurken sesine karışan hıçkırık, kalbime tam ortasından giren bir hançer gibiydi. "Ama... ne gerekirse yapacağım ne gerekirse..."

Kalbim korku seliyle doldu. Neden bahsettiği hakkında bir fikrim yoktu. Gizliyordu, bir sebebi olmalıydı. Omuzlarını okşarken gözyaşlarını başımızdan akan suya rağmen ayırt edebildiğimi düşündüm; yakıyorlardı.

"Gerekirseden kastın ne Han? Anlamıyorum. Çok anlaşılmaz davranıyorsun. Bir şey seni incittiyse söyle, beraber üstesinden gele..."

"Söyleyemem," dedi bu kez neredeyse bağırmıştı ama ona alınmama engel olan sebep, sesindeki yıkımdı. "Söyleyebilsem böyle ağlamazdım."

Onu böyle ağlatan sebebin düşmanı oldum ve en değerli şeyime, canımdan çok sevdiğim adama sarılarak boynunu öyle bir sıktım ki onu gerçekten kendime zincirlediğim düşünülebilirdi. 

Seni anlıyorum Hazer. Çünkü anlatamadığım için dans ediyordum.

Ne kadar sorarsam sorayım bana cevap vermeyeceği barizdi. Bana sesini hiç yükseltmezdi ama az önce ısrarım yüzünden neredeyse yapmıştı bunu, söylememek için kararlıydı. Alınmıyor, aksine derdini paylaşamadığım için hüzünlü hissediyordum. Birinin bana sesini yükseltmesinden de hoşlanmazdım ama Hazer'in hassas kalbini bilirdim, aklından kötü şey geçmezdi. Kabinin içinde, sıcak suyun altında ilerleyen dakikalar boyunca dikildik. Ne desem fayda ederdi, bilemiyordum. Bu yüzden sadece ellerimle onu sevdim. Ellerim onu sevmeyecekse neden vardı ki zaten?

Omuzlarının sarsılması bittiğinde kendini daha iyi hissettiğini düşünerek rahatladım. Hazer'in beni kuvvetlice kavrayan elinin biri belimden aşağıya kayıp çıplak kalçama tutunduğunda aramızın yumuşaması için fısıldadım. "Duygusallığın çok çabuk bitti bakıyorum da..."

"Yanımda... kendini güvende hissedip neredeyse çıplak kaldığın ilk an. Ben de bunu mahvettim."

İyi insanlar hep kendilerini suçlar.

"Neden bu çıplak kaldığım anı değerlendirmiyorsun?" dedim gülümseyerek.

Gülüşünün sesi göğsüme girip bir orkestra şefi gibi kalbimin ritmini yönlendirdi. Kirpikleri tenime sürtündü ve bu içini gıdıklayan bir his oluşturdu. Yüzü iki göğsümün arasındaydı, yaralarıma denk geliyordu. Göğüs uçlarımın sivrileştiğini hissediyordum, kendisi de farkında olmalıydı. Başını yavaşça göğsümden kaldırdı ve benimle göz teması kurdu. Kaderimi, gözlerinden takip ettim.

"Bakışların çok içten, kıyamıyorum sana." Burnunu burnuma sürttü. "Tamamen çırılçıplak da olsan, bir tarafım sana çılgınca dokunmak isterken diğer tarafım hiç kıyamıyor; sanki yanına uzanıp uyumak bile bana yetiyor."

Gözlerinin beyazına çöken kırmızılığa bakarken bana söylediklerini geç algıladım. Gereksiz ne kadar espri ve pervasızlık varsa yaptığım için bir tane daha yapmakta zarar görmeden dudaklarına doğru fısıldadım. "Ama bana yetmiyor."

Rahatladı ve ellerini sırtıma koyup okşarken dudaklarıma yaklaştı. Benim yaralarımı benden çok düşünmüştü. Nefeslerimiz sakinleştiğinde ve su, tenimizin altında biriken tutkuyu yatıştırdığında, "Çok iyisin," dedi. "Tüm iyilikler seni bulsun."

"Buldu,” dedim ve öpüldüm.

İnsanlar mı aşkı seçer, aşk mı uçar gelir ve yüreğe konar bilmiyordum. Ne kadar yüksekten uçarsam uçayım, aşkın yaktığı kadar yanmayacaktı kanatlarım. Ne kadar aşağıya düşersem de düşeyim, aşkın ittiği kadar inemeyecektim derine.

"Hazer seni Behram ve Kerem'den isteyecek ama sence Behram’la Kerem seni verir mi?"

Gazel'in sorusuna gülerek kendimi karşısında durduğum aynadan izlemeye devam ettim. Aradan geçen birkaç düşünceli günden sonra Bahar Anne ve Hazer beni istemeye geliyordu. Doğrusu buna Behram’la Kerem konuşup karar vermiş, Hazer'e, “Safir'i bizden isteyeceksin,” demişlerdi. Benim için şart olan bir şey değildi ama Behram ve Kerem o kadar eğleniyordu ki beni de buna ikna etmişlerdi.

Ben, Kerem ve Leyla, Gazel’le Behram'ın evindeydik. Onlar içerideydi, ben de Hazer ve Bahar Anne gelmeden önce son kez kendime göz atıyordum. Gazel de hazırlanmış, sanırım eşi kadar eğleniyor ve gülerek beni izliyordu. Üzerime açık, tozpembe bir elbise giymiştim. Önünde elbiseyle renkte, küçük düğmeleri vardı. Boyu, dizimin hemen üstündeydi. Göğsümü ve belimi sarıyor ama belimden aşağısı bollaşarak iniyordu. Tatlı, güzel, bugün için yeterince özenilmiş bir elbiseydi.

Saçlarımı özenle düzeltip Gazel’e döndüm. "Nasıl görünüyorum?"

"Harika," dedi ve yanıma yürüyüp arkama geçtikten sonra benimle aynaya baktı. "Evleneceğini hiç düşünmemiştim."

"Ben de," dedim gözlerimiz birleşirken. O an aynı şeyleri hissettik. Farklı farklı onlarca yaşanmışlık gözlerimizin önünden geçti. Sayısız anı, gülüş, gözyaşı biriktirmiştik.

Yanağımdan öptü. "Sayılı günler kaldı, heyecanlı mısın?"

"Çoook," dedim karnıma giren ağrıyla. "Hazer’le tanışma yıl dönümümüze de az kaldı, inanamıyorum."

"Çok mutlu olacağınıza eminim."

"Hazer'e bir şiir yazdım, biliyor musun?" dedim utanıp başımı önüme eğerken. "Evlendiğimiz gün ona okuyacağım."

Gazel gülmeye başlayarak benden uzaklaştı. "İlahi Mila, şiir mi yazdın? Tabii, düğünden sonra fırsatın olursa okursun..."

İmasına kaş çattım ve ona dirseğimle vurdum. Düğünden sonrası için ben de heyecanlıydım ama bunu rahatça konuşamazdım. Üstelik ona yazdığım şiiri gözlerinin içine bakarak okuyacağım için çok heyecanlıydım. Üstelik şiir yazmak oldukça zordu, çok uzun sürmüştü. Aynaya bakıp bir kez daha elbisemi düzeltirken odanın kapısına vurulduğunu duydum.

" Gelebilir miyim?" dedi Kerem.

"Gel gel," diyerek davet etti onu Gazel.

Kerem kapıyı açıp girdiğinde yanına koştum. "Nasıl olmuşum?"

Kerem beyaz gömlekle, siyah kumaş pantolon giymişti. Kumral saçlarını arkaya doğru özenle taramış, tıraş olmayı da ihmal etmemişti. Kolunu omzuma atarak, "Sana ağız dolusu yenge diyeceğim artık," dedi, göz kırptı. "Çok güzel görünüyorsun, maşallah."

Gazel uzanıp kolumdan çekti ve bana sarılıp gülümsedi. "Kıskanıyorum ama..."

Kerem elini uzatıp Gazel'in özenle yaptığı saçlarını bozdu. "Sen Safir'in esprilerine gülüyor musun? Yoo. Ben gülüyorum, bu bizi daha iyi bir kanka yapar."

Gazel'in yanağından makas aldım. "Haklı."

Gazel elimi itip bize dil çıkardı ve aynı anda sokak kapısı vuruldu. Kalbimin sertçe gümlediğini, ellerimin titrediğini hissettim. Gazel gülümseyip saçlarımı düzeltti ve odadan çıktı. Tam onun arkasından kapıya bakmak için çıkıyordum ki, "Hoop," dedi Kerem, beni durdurup geriye çekerken. "Nereye kız? Bekle sen, nazlı ol azıcık. Biz de tanımadığımız adama kız verecek tip var mı bak bakayım?"

"Tanımadığın adam mı?"

"Tabii," dedi Kerem abartılı bir şekilde. Sokak kapısının açıldığını duymuştum. "İt midir, çapulcu mudur, nedir ne bileyim..."

"Kerem diye bir şoförü var, kovulmayı da hiç istemiyor. Şimdi tanıdık geldi mi?"

Tatsız bir şey yemiş gibi yüzünü buruşturdu ve kolumu bıraktı. "Tamam be, git de bak! Ama çok bakışmayın, daha istemediler seni.."

Gülümseyip kıyafetime son kez baktım ve dışarıya çıktım. Koridorun başında durup başımı çevirdiğimde onların içeriye girdiğini ve ayakkabılarını çıkardıklarını gördüm. Bahar Anne’min üzerinde gece mavisi şık ama sade bir elbise vardı ve Mustafa Kemal de beyaz gömlek, askılı pantolon giymişti. Ayakkabılarını koyarken Hazer'in dönüp Gazel'le konuştuğunu duydum.

"Manitama ne yaptınız? Göstermek için yüz görümlüğü falan mı istiyorsunuz?"

"Yedik," dedi Gazel.

Hazer ona dik dik bakıp başını çevirdi ve arayışla etrafına bakarken onu izlediğimi gördü. Ayağımdaki ev terlikleriyle ileriye doğru birkaç adım atarken tepeden tırnağa beni süzmeyi ihmal etmedi. Kendisi de diğer günlere göre çok daha özenliydi. Simsiyah, üzerine jilet gibi oturan bir ceketle kar kadar beyaz bir gömlek giymişti. Elbisemin eteklerini sıkarak yanlarına ilerledim ve Hazer gözlerini tutulmuş gibi bana dikmişken Bahar Anne'ye yaklaştım.

"Safir, güzel kızım..."

"Hoş geldiniz anneciğim," diyerek eğildim ve ilk kez elinden öpüp başıma koydum. Doğrulup yanaklarından da öperken, "Çok güzel görünüyorsunuz," dedim.

"Ay elimi öptü, yiyeceğim ben bu kızı..."

Uzaklaşıp dizlerimi kırdım Mustafa'nın ilgili bakışlarına gülümseyip papyonunu düzelttim. "Papyonun da senin kadar tatlıymış," dedim.

"Teşekkürler aşkım," dedi Mustafa, yanağını elime yaslayarak. Kıkırdayıp sevgi gösterisine karşılık vermek için yanaklarını okşadım ve doğrulduğumda Hazer'in elindeki çiçek saksısıyla çikolatayı bana uzattığını gördüm. Ah tabii ki dalından kopmuş çiçek getirmemişti, saksıda getirmişti. İnce düşüncesine gülümseyerek hem saksıyı hem çikolatayı aldım.

"Teşekkür ederim hayatım."

"Bir tane öpeyim mi?"

Genzimi temizledim ve uzanıp yanağından saniyelik öpücük aldım. Hazer beni tutamadan uzaklaştım ve Bahar Anne’me dönerek içeriye buyur ettim. Gülerek Mustafa’yla içeriye yöneldiklerinde biz de Hazer’le onların peşine düştük. Gazel hemen yanımızdaydı, bu yüzden Hazer'in bana yeterince yaklaşamadığını hissediyordum. Salona girdiğimizde Leo, Behram'ın yanından fırlayıp Mustafa'ya koştu.

"Kanka, saatlerdir seni bekliyordum..."

Kemal de ona coşkuyla sarıldı. "Annem bir türlü hazırlanamadı kanka ya, bu kadınlar çok zor..."

Onlara gülüşürken Behram da koltuktan kalktı ve Leo'yu taklit ederek hızlıca Hazer'in yanına yaklaştı. "Kanka, saatlerdir seni bekliyordum..."

Onun dalga geçtiğini anladığımızda hepimiz gülüşmeye başladık. Hazer ona sevimsiz bakışlar atarak dirsek geçirdi. "Tabii, keyfin yerinde, acımayacaksın değil mi bana?" Sesi sonlara doğru korkulu çıkmıştı.

Behram yüzündeki sırıtmayla ona baktı. Hazer yanaklarını şişirdi. Behram, Bahar Anne’mle ve Mustafa'yla da selamlaştıktan sonra herkes koltuklara yöneldi. Leyla ve Gazel yan yana, Behram da tekli koltuğa oturmuştu. Hazer'se annesi ve kardeşiyle yan yana oturmuştu. Titreyen ellerimin arasındaki saksıyı ve çikolatayı eğilip sehpaya bırakırken, "Damat da pek çevreciymiş," dedi Behram, takdir dolu bir sesle. Sonra çikolataya bakarak tek kaşını kaldırdı. "Cimri de değil."

Gazel'den bir küçük kıkırdama sesi geldi ama çok çabuk toplayıp sessizliğini korudu. Doğruldum ve Gazel’le Leyla'nın yanına geçerken, "Evimizin tek bekâr kızı da Safir," dedi Behram, hepimizin gülmesine neden olacak kadar ciddi bir sesle. "Çok isteyeni var ama işte, nasip kısmet bu işler..."

Hazer ceketinin düğmesini gergince açtı ve diğerleri gülüşürken ben ona tebessüm etmekle yetindim. "Doğru doğru," dedi o sırada Leyla, Behram'a katılarak. "Çok doktorlar, mühendisler istedi."

Hazer bana döndü. "Gel kaçalım, bunlarla uğraşamayacağım."

Başımı önüme eğdim. "Behram eniştem ne derse o."

Hazer bana sen de mi dercesine bakarak kafasını iki yana salladığında herkes ona çaktırmadan gülüşmeye devam etti. Eteğimi düzeltip ellerimi dizlerimin arasına koyarken Bahar Anne genzini temizledi. "Eee, daha daha nasılsınız?"

Behram, "Sizi gördük, daha iyi olduk," diyerek epey büyük bir adam gibi cevap verirken Kerem'in kapıdan girdiğini gördük. Sırıtıyor, bize kaş göz yapıyordu. "Misafirlerimiz gelmiş," derken Hazer'i uzun uzun süzdü. "Kızımıza talip olan beyefendi siz misiniz?"

Hazer bugün kafayı yemezse daha da yemezdi herhalde. Bahar Anne’ye dönüp homurdandı. "Katil olursam bana kıyafetlerimi sen getir anne, müstakbel karım da karşı safta..."

Gazel ve Leyla'nın ağzından aynı anda bir kahkaha fırlarken, "İlahi çocuğum," diyerek Hazer'in haline annem de güldü. “Kız ev naz evi, o kadar olur."

"Hay çok yaşa Bahar Anne!" dedi Kerem, kolunu Leyla'nın omzuna atarak rahatça gerindi. "Eee, oğlumuz hep böyle asabi midir?"

Hazer sahte bir biçimde güldü. "Bir şoförüm var, agresifliğimi en iyi kendisi bilir."

"Allah o şoförün ayağına taş değdirmesin, size katlanmak zor olmalı," dedi Kerem, kendisinden üçüncü bir kişi gibi bahsederek.

Birbirlerine hırlarlarken çok komik görünüyorlardı.

"Yok, oğlumun hakkını yedirtmem," dedi Bahar Anne, hemen savunmaya geçerek. "Bazen aniden parlar ama çok namuslu, hakikatlidir benim oğlum."

Si, si.

Hazer'in hem yanakları kızardı hem de Kerem'e görüyor musun dercesine baktı.

Kerem, Leyla'ya döndü. "Bu adam benim patrona çok benzemiyor mu sence de Leyla?"

"Kovulacaksın," dedi Leyla fısıltıyla.

"Öyledir muhakkak," dedi Behram, bilge bir kişi gibi konuşarak Bahar Anne'yi onayladı. "Biz de Safir kızımız için namuslu, dürüst, eli ekmek tutan bir beyefendi isteriz."

"Buraya son model BMW ile geldim," dedi Hazer, elinin ekmek tuttuğunu göstermek istercesine.

"Çok para da zarar," dedi Behram, aynı davranarak. "İnsanı yoldan çıkarır Allah muhafaza..."

Hazer daha fazla dayanamayarak, "Çıktım lan yoldan," diye hırladı, ayağıyla Behram'ın ayağına sertçe vurdu. "Sadede geleceksen gel!"

"Allah şaşırtmasın," dedi Behram aynı sakinlikle, Hazer ona hiç kızmamış gibi.

Ben ve Hazer haricindeki herkes çok eğleniyordu. Hazer pes ederek kafasını iki yana salladı. En başından beri aksilik edecekleri belliydi, eğleniyorlardı. Behram ve Kerem birbirine göz kırparken Hazer'in oynayıp durduğu parmaklarına baktım. Kendisi Behram’la çok uğraşıyordu, Behram da bunun intikamını alıyordu.

Bahar Anne genzini temizleyerek dikkatleri üzerine çekti. "Neyse çocuklar... Sebebi ziyaretimiz belli."

"Gel, kahve yapalım..." Gazel gülümseyip beni de beraberinde doğrulttuğunda şaşkınca onu takip ettim. Biz odadan sıvışırken Hazer çaresizce bana bakıyordu.

"Kocan çok acımasız," dedim koridora çıktığımızda.

"Bence çok tatlı," dedi Gazel, hayranlıkla iç geçirip.

Mutfağa girdiğimizde heyecandan elim ayağıma dolaştı. Terleyen alnımı elimin tersiyle silerek üstüme başıma bakarken Gazel de cezve ve kahve çıkardı. Titreyen dizlerimi ovup yanına ilerledim ve kahveyi yapmak üzere ocağın altını yaktım.

Kahveyi fincanlara bölerken, "Tuz mu koysak?" dedi Gazel.

"Lütfen Hazer'i daha fazla huzursuz etmeyelim," dedim ve fincanları tepsiye dizerek nefeslendim. Gazel gülerek başını salladı ve saçlarımı düzelterek heyecanımı yatıştırdı. Tepsiyi ellerimde dengeledim ve kalp atışlarım yavaşladıktan sonra mutfaktan çıktık. Gazel odaya benden önce girdi ve başımı önüme eğip tepsiyi dengede tutmaya çalışırken sesler boğuk şekilde kulağıma döküldü.

"Sözün özü... kızımızı oğlumuza isteyeceğiz."

Kerem güldü. "Hangisine?"

Herkes tekrardan gülerken Leo ve Mustafa Kemal de aşağıda, halının üzerinde kıkırdayıp birbirine sokuldu. Gülmemek için dudaklarımı yerken sırasıyla herkese kahvesini verdim ve en sondakini Hazer'e uzattım. Kafasını kaldırıp bana baktığında gözleri bana ismimi bile unutturdu. "Ben içmeyeceğim," dedi kahveye dik dik bakarak.

"Tuzlu değil," dedim fısıltıyla.

Gülüşümü saklayıp bir daha uzattığımda kahveyi almaktan başka şansı kalmadı. Doğrulup geriye çekilirken gözleri gerdanımla oyalandı, kolyeme gülümsedi. Yerime otururken kahveyi kokladığını, dilinin ucuyla tadına baktığını gördüm.

"Allah'ın emri, peygamberin kavliyle," diye devam etti Bahar Anne. Nefesimi tuttum. "Kızımız Safir Mila'yı oğlumuz Hazer Han'a istiyoruz."

Ortamı derin bir sessizlik kapladı ve devamında Behram kahvesini höpürdeterek içti. "Kızımıza bir sormamız gerek tabii..."

"İsterim, isterim!"

Bir anda heyecanlanıp konuştum ve tüm kafalar bana döndüğünde hızla başımı önüme eğip elbisemi sıktım. Gülüşme sesleri birbirine karıştı ve Hazer böbürlendi. "Görüyorsunuz, konuşmaya gerek yok..."

"Kızımız da pek nazlıymış," dedi Mustafa Kemal, sonra dönüp Leo'yla fısıldaştılar. Leo, Gazel'in yaptığı sarmaları çalmaktan bahsediyordu.

"Madem kızımız da istiyor..." Behram kahvesini bir daha höpürdetti ve dönüp Kerem'e baktı. "Kırmayalım çocukları ahbabım..."

"Öyle öyle," dedi Kerem, ağırbaşlı şekilde. "Verelim gitsin."

Behram kafasını salladı. "Verelim madem. Hayırlı uğurlu olsun."

Bahar Anne coşkuyla yerinden kalktığında Hazer uzanıp elindeki kahveyi sehpaya bıraktı. Annemin bana doğru yürüdüğünü gördüğümde ben de doğruldum ve onun sarılmasına karşılık verdim. Hazer kalkmış, Behram'ın oturduğu koltuğa eğilmiş, onun gömlek yakalarından tutmuştu.

"Hatırlat, bir ara öldüreyim seni..."

"Kerem, al şunu üstümden," dedi Behram, kahvesini höpürdeterek içmeye devam ederken. 

Kerem gülerek Hazer'in üzerine atladı ve onu çekip gülüştüler. Annemden sonra kızlarla da sarıldım ama ne dediğimi ne yaptığımı çok da farkında değildim. Beni tebrik ediyor, bu anı kutluyorlardı. Leo'yla Mustafa ayağıma takılmış, gülüşüyorlardı. Kerem, Hazer'i tebrik ettikten sonra yanıma gelip bana sarıldı.

"Çocuğunuzun adını Kerem koyarsınız artık, kız olursa da Keremiye."

Diğerleri kahkaha attı ve ben Behram’la da tebrikleştikten sonra Gazel, sehpanın üzerindeki tepsiyi alarak bize yaklaştı. Hazer’le karşı karşıya geldik ve kalabalık etrafımıza sararken birbirimizin gözlerine baktık. Gazel aramızda durdu ve kırmızı kurdeleye takılmış yüzükleri bize uzattı. Söz yüzüklerimizdi. Gelenek yerine gelsin istemiştik. Bahar Anne alyansı Hazer'in parmağına, tektaşı da benim parmağıma geçirdi ve gümüş makası eline aldı. Herkes sustu ve yüzlerindeki içten gülümsemelerle bu anımıza şahitlik etti. 

Hazer'in yanakları al al olmuştu, benimkiler gibi. Kırmızı kurdeleyle birbirine bağlı olan ellerimiz, birbirine kavuşmak ister gibi titrerken gözüm ne etrafımı ne de ondan başka bir şeyi görüyordu. Hayatımdaki mutlulukların altında imzası olan adamın gözlerinin en derininde, bir inci kabuğunda saklanıyordum.

Annem makasın bıçaklarını açarak, "Allah mutluluğunuzu daim etsin," dedi ve ellerimizi birbirine bağlayan kırmızı kurdeleyi ortadan ikiye kesti. "Tüm güzellikler sizi bulsun."

İkimiz de aynı anda, "Buldu," diye fısıldadık.

Diğerleri alkışlayıp ıslık çalarken Hazer de ben de başımızı eğip ellerimize baktık. Heyecandan buz kesen, onunla kavuşmak için yaratılan ellerim ve parmaklarım... Hissetmiş gibi yine aynı anda kafamızı kaldırdık ve Hazer bana yaklaşıp elinin tersini yüzüme koydu. Heyecandan gömleğinin uçlarına yapıştım ve bu onun gülümsemesine yol açtı. Gözlerini huzurla kapatıp dudaklarını alnımla kavuştururken, "O melek kanatların hangi çatının altına sığar, bilmiyorum," diye fısıldadı, yalnızca ben duyuyordum. "Ama benim çatımın altımda senin kanatların asla incinmeyecek."

🌓

Mesai saatim bittiği için eşyalarımı alarak sahaftan ayrıldım. Leo ,Gazel'in yanındaydı. Çalıştığım için sahafa gelmeden önce onu Gazel'in yanına bırakıyordum, neyse ki Leo bundan şikâyetçi değildi, Gazel'se dünden razıydı. Tabii, bazı zamanlar yanımda da getiriyordum ama bugün Gazel'in yanındaydı, onu alıp öyle eve geçecektim.

Hazer işe gitmemişti, eve gelen yeni mobilyalar olduğunu söylemişti.

Dans ederek kaldırıma çıktığımda telefonumun çaldığını duydum. Elimi pantolonumun arka cebine atıp çıkarırken Han'ın arıyor olabileceğini düşündüm ama numara yabancıydı. Kuşkuyla dolup aramayı yanıtladım ve kulağıma yasladığımda, "Safir Mila Safkan?" dedi tok bir ses. "Hanımefendi?"

"Evet," dedim durarak. "Kiminle görüşüyorum?"

"Ben emniyetten arıyorum, daha önce de konuşmuştuk," dedi ve kafamdaki sorular aydınlanmaya başladı. "Anneniz için."

"Evet," dedim, karnımda endişe düğümü oluşurken. "Hatırlıyorum."

"Annenizin nerede olduğunu bulduğumuzu söylemiştik ama anneniz olduğu yerde memnun olduğu için ve hastane de raporu hâlâ bize ulaştırmadığı için müdahale edemiyoruz..." Sesinde bıkkınlık vardı, bu işlerle uğraşmaktan bıktığı belliydi. "Sanırım hastane de annenizden çok şikâyetçi."

"Kısacası kimse uğraşmak istemiyor," dedim.

Bir anlık duraksadı ve hemen ardından, "Annenizin durumunu size haber vermek istedim," dedi. Ben de daha bir şey demeden telefonu kapattım. Hastane de polisler de sanırım bir yerde ölüp kalmadıkça annemle ilgilenmeyecekti. Annem beni aradığında gerçekten halinden memnundu, sesinden bile belliydi ama onu için sokaklar bile hastaneden iyiydi zaten.

Notlara girip daha önce kaydettiğim adrese baktım. Polisler annemin bu adresteki pavyonda olduğunu söylemişti. Metroya indim ve evimden ters istikamette olan yere gitmek üzere yola çıktım. Tamam, annemle sevgi bağımız yoktu ama en azından görmeliydim yoksa içim içimi yerdi. Metrodan indikten sonra bir de otobüse binmem gerekti ve uzun bir yolculuktan sonra yabancı bir durakta indim. İndiğimde Hazer’in aradığını gördüm ama ona dönemezdim. Kollarımı vücuduma sararak sokakları takip ettim ve numarayı bulduğumda önünde birkaç kişinin gülerek sohbet ettiği bir mekân olduğunu gördüm.

Ayaklarım yavaşladı ve vücudum gerginlikten taş kesildi. Dışarıdan anladığım üzere burası pek de bana hitap etmeyen, gürültülü ve kalabalık bir mekândı. Annemin, yanında kaldığını söylediği adamın mekânıydı. Annem zaten hayatının çoğunu böyle mekânlarda geçirmişti, kanında vardı sanki onun. Yine burada olduğu için mutluydu. Belki de onu bırakıp gitmeliydim, zaten iyileşmeyi kabul ettiği yoktu.

Fakat buraya kadar gelmişken sırtımı dönüp gidemedim, ağırlaşan bacaklarımla yürüdüm. Başımı önümden kaldırmadan korkuyla koridoru takip ettim. Koridor sonundan döndüğümde kendimi mekânın eşiğinde buldum ve sırtımı duvara yaslayıp kafamı içeriye uzattım. Tanrım, şu filmlerde veya dizilerde görüp ürktüğüm yerlerin tıpatıp aynısıydı. İçeride bir Türk Sanat Müziği çalıyor, insanlar masalarından bu şarkıya eşlik ediyordu. İçerisi bir cümbüş halindeydi; gülüşüyor, eğleniyorlardı.

Gözlerim bu karmaşanın arasında annemi aradı ve onu... bir adamın kolları arasında buldum. Sahnenin önündeki bir masada, kendisi yaşlarındaki bir adamın kolunun altındaydı. Gülüyor, elindeki bardaktan bir şey içiyordu. Kıyafeti abartılıydı. Saçlarını kabarık toplamış, hep istediği gibi dudağına rujunu sürmüştü. Olmayı istediği yerdeydi. Annem hep buydu, böyle biriydi. Her gün başka bir adamın kolunda, başka elbiselerin içinde, sahnede... Hayatta herkesin farklı seçimleri, istekleri olurdu. Âşık olmak istemez, keyif sürmek isterdi. Çocuk yapmak istemez, tek yaşamak isterdi. Bunlar kabul edilebilir seçimlerdi ama... babamın, benim günahımız neydi? Belki babamda da hata vardı, anneme kanmıştı ama annem, seçimleri ne olursa olsun nasıl beni sevmezdi? Anlamıyordum. Belki de zorlamamalıydım onu ve hep olmayı istediği hayatın içinde bırakmalıydım.

O, bir anne olmasına rağmen hayatına hep fahişe olarak devam etmek istedi.

Bir adamın koynu, bebeğine sarılmaktan daha çok ısıttı kalbini.

Bazı acılar dilsiz çünkü bazı insanlar kalpsiz.

Annemin hayatında hiçbir zaman kendime yer açamayacaktım, zorlamanın manası yoktu. Gitmeliydim, kendi hayatım vardı. Hastaneye bir daha haber verir, sonrasında kendi hayatıma bakardım. Çok çabuk dolan gözlerimi temizlerken, "Sanki bir şey olsa da ağlasak diye bekliyorsunuz," diyerek gözlerime kızdım. 

Anneme son bakışımda veda edip oradan ayrıldım. Arkamı dönüp süratle koridoru geri yürürken birinin, “Pişt güzelim,” dediğini duydum ve o kadar korktum ki koşmaya başladım. İlk an arkamdan adım seslerinin beni takip ettiğini düşündüm ama sonra bunun korkularımdan ibaret olduğunu anladım. Mekânın kapısından, birkaç kişiyle temas etme mecburiyetinde kalarak koşup çıktım ve arka sokağa girene kadar koşmaya devam ettim.

Kimsenin beni takip etmediğinden emin olarak durdum ve anneme, kendi içimde ettiğim vedayı gözyaşlarımla kutlarken otobüs durağına yürüdüm. Hazer yine arıyordu ama açsam sesimden işlerin ters gittiğini anlardı. Otobüse bindim ve inene kadar kendime ağlama izni verdim. 

Annene bu kez gerçekten veda ettin Mila. Bugün buna ağlayabilirsin.

Otobüsten sonra metroya bindim ve Gazel’le Behram'ın evinin önündeki durakta indim. Kendime çekidüzen verip gözyaşlarımı temizledim ve evlerinin sokağına girdim. Gazel'i de endişelendirmiş olmalıydım, en azından bir mesaj çekme zahmetine girmem gerekirdi. Kendime kızarak bahçe kapısından girdiğimde sokak kapısının hafifçe aralık olduğunu gördüm. Evleri, geniş bir bahçenin içindeydi, bu yüzden sıcak olduğunda Gazel kapıyı açardı. Zaten aralık olan kapıyı biraz daha ittiğimde, "Kendi evine baktım, benim eve de baktım, yok," dediğini duydum Hazer'in. Sesi... son derece yüksek ve sertti. "Hiç böyle yapmaz ki bu kız! Mesaisi sekizde bitiyor, saat on buçuk!"

Ah, müstakbel kocam yokluğumda kafayı yemiş görünüyordu.

"Sakin ol," dedi Behram. "Kocaman kız, belki iş arkadaşlarıyla falan takılmak istemiştir."

"Bir şey oldu, bir şey oldu," diyerek kendi kendine konuştuğunu duydum Han'ın. Ayakkabılarımı çıkarıp kenara bıraktım. Salonu talan eden fevri adım seslerini duyuyordum. Tamam, bencil davranmıştım ama bu kadar geç kalacağımı düşünmemiştim. Bana kızacaklardı, hakları vardı. Bu yüzden kabahatimin farkında olarak suçlu adımlarla koridoru yürüdüm ve salon kapısının önünde durdum.

"Abla!"

Beni ilk fark edip ismimi seslenen Leo'yu duydum ve Hazer de hışımla bana döndü. Ellerimi sıktım ve diğerleri de beni görüp rahatlarken Hazer neredeyse koşar adımlarla üzerime geldi. Gülümseyip korkusunu hafifletmeye çalışırken Hazer beni kollarımdan tutarak kocaman açılmış gözleriyle baştan aşağıya bedenimi taradı. "İyi misin?" diye sordu can havliyle.

"İyi... İyiyim," dedim telaşını yatıştırmak istercesine. "Bir işim var..."

"Benim aklımı kaçırmak gibi bir işin mi?"

Kollarımı bıraktı ve histerik biçimde inip kalkan göğsü yatışmaya başlarken arkasını dönüp salona geri döndü. Endişesinin çokluğunu hayretle karşılıyordum. Ensesini ovalayarak pencereye yaklaştı ve görebildiğim kadarıyla gözlerini kapattı. Diğerlerine baktım, onlar da Han'ın bu endişesini garip karşılıyor gibiydi. Leo bacağıma sarılmıştı, eğilip onu yanaklarından öperken gülümseyemedim bile.

"Çantamda şeker var, git de al," dedim, onu bu gerginliğin içinde bırakmak istemeyerek.

"Çok merak etmiştim seni." Yanağımdan öptü ve koridorda koştu.

Doğruldum ve Hazer'i birkaç dakika kendi haline bırakmaya karar vererek içeriye girdim. Koltuğun kenarına oturmadan önce Gazel'in yanağından öptüm. Behram da ayaktaydı, Hazer'in omzunu sıkıp kulağına bir şey söyledi ve sonra tekli koltuğa oturarak bize döndü.

"Hoş geldin, nasılsın yenge?"

Beni güldürmek için yenge dediğine emindim. Ellerimi dizlerimin arasında öldüresiye sıkarken, "İyiyim," dedim, kirpiklerim ağladığımdan dolayı hâlâ ıslaktı. "Endişelendirdiysem kusura bakmayın."

"Merak ettik," dedi Gazel, yanımda oturuyordu. "Hem Hazer aradı hem biz aradık ama sen açmayınca... Dünyanın bin bir hali var, korktuk tabii..."

"Epey," dedi Behram, kaşlarıyla Hazer'i işaret ederek.

"Kaşın gözün oynamasın Behram," diye homurdandı Hazer.

Ortam biraz yumuşadığında ben de bakışlarımı Hazer'e çevirdim. Topuklarının üzerinde bana döndü ve sırtını cama yaslayıp kollarını göğsünde birleştirdi. Kabahatimin farkındaydım, üste çıkmaya gerek yoktu. Hazer üzerime çok düşüyordu, bilmeliydim bu kadar endişeleneceğini. Üstelik son günlerde bu kadar sıkıntılı, düşünceli, kaygılıyken... Gözlerimin içine derin derin bakarak yavaşça yanıma ilerledi ve koltuğun boş kısmına oturarak yüzünü yüzüme çevirdi. "Telefonlarımı neden açmadın?"

Altdudağımı suçlu şekilde ısırıp, "Daha sonra konuşalım mı?" diye fısıldadım.

"Behram, gel biz çay koyalım," dedi Gazel aniden.

Behram kafasını iki yana sallayarak cık cıkladı. "Daha nikâhları kıyılmadı, olmaz."

“Biz nişanlıyız,” dedi Hazer, alyansını göstererek.

Gazel güldü ve kalkıp Behram'ın yanına giderken televizyon kumandasını orta sehpadan aldı. Bunu yaparken serçeparmağını vurmuştu, bağırarak ayağını tuttu ve onun aniden bağırmasıyla Behram da yerinden fırladı.

"N'oluyor?"

"Ayağımı vurdum," dedi Gazel, kumandayı ona uzatırken. Diğer tekli koltuğa oturdu ve Behram uzanıp köşedeki terlikleri Gazel'e uzattı. "Çorap bile giymiyorsun Gazel, bizim yerler soğuk kızım."

"Ağustos ayındayız," dedi Gazel ama terlikleri giyerken bir çocuk gibi gülümsedi. "Ama doğru, giymeli, kendime dikkat etmeliyim..."

Behram gülümseyerek onun yanağından makas aldı.

"Beni izle, niye onları izliyorsun?"

Hazer'in sesini duyduğumda ona döndüm ve sırtıma koltuk minderini koyup arkama yaslandım. “Şu an senden daha tatlılar çünkü," dedim yutkunarak.

Bir an gözlerime çok dikkatli baktı. Daha da yaklaşıp gözlerini kocaman açtı. "Kirpiklerin ıslanmış," dedi canı yanmış gibi.

"Ağladım," dedim, gözleri kalbimin atış ibresini tamamen zorlarken. "Ama şimdi iyiyim, sonra anlatacağım."

Kaşlarını sertçe çattı. Bunu canı çok acıdığında yaptığını biliyordum. "Bir... Biri bir şey yapmadı değil mi?"

"Hayır hayır," dedim hemen, ellerimi dizlerimin arasında daha çok sıkarak. "Neden bu kadar endişelendin?"

Uzanıp çekingen şekilde kirpiklerimi temizlerken gözlerinin çok duygulu baktığını gördüm. Hep duyguluydu bu aralar, kalbini ikiye bölüp eline vermişler gibi... Başını eğip boğazımdan aniden, o kadar güzel öptü ki...

"Gördüm," dedi Behram ve Hazer'in kafasına leblebi uçtu.

"Yakalandık," diyerek benden uzaklaştı Hazer.

"Maç başlıyor!"

O sırada Gazel'in sesini duydum ve Hazer'den biraz uzaklaşıp aramıza mesafe koydum. Zaten o da çoktan beni unutmuş, gözlerini kocaman açarak televizyon ekranına çevirmişti. Ah, tabii ki... Beşiktaş maçı vardı ama sanırım endişelendiğin için aklından çıkmıştı. Beşiktaş kolay kolay aklından çıkmazdı ama Hazer beni siyah ve beyazdan bile daha çok seviyordu.

"Susun şimdi," dedi tamamen ekrana konsantre olarak. Dirseklerini dizlerine yasladı ve gözlerini bile kırpmadan maçı izlemeye koyuldu. Marş okunuyordu. Behram ve Gazel’le bakışıp ona çaktırmadan güldük. Beşiktaş'ın Galatasaray’la rekabet edeceği bir maçtı. 

Leo elinde şekeriyle gelerek kucağıma çıktı. "Seni çok seviyorum abla."

Sanırım içinden gelmişti. Ona sımsıkı sarılıp altın sarısı saçlarından öptüm. "Bana o kadar büyük bir güç veriyorsun ki Leo..."

Gülümseyip şekerini yemeye devam ettiğinde başının üzerinden Hazer'e baktım. Marş bitmiş, hakem topu atmıştı. Hazer'in kafasını daha ileriye uzattığını, tamamen maça odaklı olduğunu gördüm. Behram onun bu haline çok eğleniyor, karşılık vermeyeceğini bildiği için kafasına fıstık kabuğu atıyordu.

"Beşiktaş bu maçı kaybederse küme düşebilir, biliyorsun değil mi Hazer?"

"Kümeyi yakarım Behram, dikkatimi dağıtma!"

Güldüm ve sehpaya uzanıp çerez kasesini aldım, Hazer'in önüne bıraktım. "Sen de Behram'a atabilirsin aşkım," dedim.

Hazer gözlerini ekrandan ayırmadan sırıttı. "Sen iyice Ankaralı oldun ha..."

Gülümseyip kâsenin içindeki bademlerden birkaç tane aldım ve onun ağzına uzattım. Gözlerini ekrandan hiç ayırmadan bademleri yedi ve bir ara yanlışlıkla parmağımı ısırdı. Gülerek parmağımı geri çektim. "Salak..."

Hazer beni duymadı bile, ağzının içinde bir futbolcuya sövdü. Hazer'e ters bir bakış atarak Leo'nun duyduğu kelimeyi hafızasından silmeye çalışırken Behram da tövbe çekerek Hazer'e sertçe baktı.

"Ya sen n’apıyorsun?" diyerek aniden yerinden fırladı Hazer ve Gazel’le o kadar korktuk ki ikimiz de elimizdeki kâseyi düşürdük. Behram gözlerini devirip kafasını geriye atarken Leo da şok olmuş gibi Hazer'e baktı. Hazer sertçe televizyona doğru yürüdü ve ellerini çenesinin altına koyarak topu taca atan futbolcuyla konuştu. "Takım için yaptığın tek şey topu taca atmak şerefsiz! Oyna lan, adam gibi oyna! Ekrandan gireceğim, delirtiyorsun beni!"

Hepimiz onun hiddetinden dolayı suspus olarak yutkunurken Leo şekerini ağzından çıkarıp bana döndü. "Eniştemle evlenmek istediğine emin misin ablacığım?"

"Duymuyor musun lan beni?" dedi Hazer, ekrandaki futbolcuya.

"He duyuyor," dedi Behram, gözlerini abartıyla devirerek.

Gazel gülüp orta sehpadaki meyvelere uzanırken başımı tekrar Leo'ya çevirerek kafamı iki yana salladım. "Artık çok geç Leo, kalbim tamamen onun esiri."

"Tüh," dedi Leo, eniştesine tip tip bakarak.

Maç esnasında ne kadar kendini kaybettiğini bildiğim için gülümsemekle yetindim ve o sırada Behram'ın bana döndüğünü gördüm. "Bir sen bir de Beşiktaş olunca bu çocuğun aklı eksiliyor."

"Çok tatlı," dedim bunun karşılığında ve hayranlık dolu bakışlarımı Hazer'e çevirdim. Leo kucağımdan fırladı ve onun yanına giderek Hazer gibi ekrandaki futbolcuyla konuşmaya başladı. Hazer'in üzerinde beyaz bir tişörtle siyah kot pantolon vardı; maç için özel hazırlanmıştı. Kolundaki siyah ve beyaz bilekliklere baktım, baya eskimişlerdi. Bir gün bile o bileklikleri çıkardığını görmemiştim, hep takıyordu.

"Hadi la, hadi!" Hazer'in sesi heyecanla yükseldi ve Leo, Hazer'in sırtına çıkıp onun gibi tezahürat yaparken Hazer de televizyonu iki yanından tutarak kükredi. "Evet, götür o topu kaleye, taca atma sakın!"

"Yatsı namazımı da kılmadım ama bu eğlenceyi bırakıp gidemiyorum," dedi o sırada Behram, tavanı izlerken. Gazel hangi birine güleceğini şaşırmış şekilde kahkahalar atmaya devam ederken meyve tabağından bir çilek alarak yedim.

"Gooool!"

Hazer bağırıp dizlerinin üzerinden kalktığında onun sırtında olan Leo yere düştü ve inleyip kafasını tuttu. Hazer, Leo'nun farkında bile olmadan yumruklarını havada sallarken hızla kalkıp Leo'nun yanına indim. Sert düşmemiş, sırtından kaymıştı.

Onu yerden kaldırırken, "Eniştem beni dövdü," diye ağlamaya başladı.

"Gol oldu lan, gördünüz mü?" Hazer sevincini yaşarken dönüp bize baktı ve ben Leo'yu koltuğa oturturken gelip beni yanaklarımdan öptü. Öpüşü ani, sevinç doluydu. Ben yanaklarımı tutarken Hazer koşarak Behram'ın yanına gitti ve kafasını tutup onu da alnından öptü. "Gördünüz değil mi? Ben konuştum, oraya git, taca atma dedim! Ben attım lan golü, ben!"

"Yok artık," dedi Gazel, o kadar gülüyordu ki karnı ağrıyacaktı. "Yalnız gol bahanesine kocamı da götürüyorsun, gözümden kaçmadı..."

Behram, Hazer'i omuzlarından iterek alnını sildi. "Iyy, ıslak ıslak öptü..."

"Gel beni öp," diyerek Hazer'e gülümsedim.

"Mübarek cuma günü," dedi Behram cık cıklayarak.

Hazer onların kendisiyle dalga geçmesine takmayarak bana döndü ve oturduğum koltuğun yanına kadar gelerek yanağımdan makas aldı. Yanağıma yerleşen parmaklarını tuttum ve avuçiçinden öptüm. Aşk, tenini kesti ve avuçiçi çizgilerine yayıldı. Damarlarına girip kanına karıştı. Zaten sana karışmayan aşk, aşk mıdır?

"Bir sıfır öndesiniz," dedim onun sevincini paylaşarak.

Elini yanağımdan yumuşak bir hamleyle çekerek gülümsedi. "Evet aşkım! Sen de gördün değil mi? Ben adamla konuşup onu yönlendirdim, sayemde gol attı!"

"Harika bir teknik direktörsün," dedim gülümseyerek.

"Ama en çok seni seviyorum," dedi ve saçlarımı kulağımın arkasına koyup tekrardan ekrana döndü. 

Televizyona yaklaşıp kaldığı yerden maçı izlemeye devam ederken Behram'ın telefonunu çıkarıp Hazer'e doğrulttuğunu gördüm. Hazer'in sırtı dönüktü, tamamen maça odaklıydı. Leo, az önce ona kızan kendisi değilmiş gibi Hazer'in kollarının arasına girdi ve dikkatle maçı izledi. Hazer onun başının üzerinden öperek tezahüratına devam etti. Behram'ın ilk an kamerayı neden Hazer'e doğrulttuğunu anlamamıştım ama sonra video çektiğini anladım.

"Kerem'e göndereceğim, güler..."

"Yaa, dalga geçmeyin sevgilimle."

"Çok geç," dedi ve onu kayda almaya devam etti.

Gazel oturduğu koltuktan kalktı ve sehpadaki diğer meyve tabağını alıp yemeye devam etti. Hepsini silip süpürmüştü, yerimden kalktım ve gidip tabağındaki çileklerden alacakken Gazel elime vurdu.

"Çilekleri bu kadar sevdiğini bilmiyordum!"

"Artık seviyorum," dedim ve çilekleri alıp Hazer'in yanına yürüdüm. Eğilip ona bir tane çilek verdikten sonra koltuğuma geri yürüdüm. Hazer çilek yediğinin bile farkında olmadan maçtaki bir başka adama kızarken elimdeki çileği kemirerek onu izlemeye devam ettim. 

"Kerem gülüyor," dedi Behram, sırıtarak telefon ekranını bana gösterirken. Ah videoyu atmıştı, Kerem de bu kayda karşılık olarak gülmüştü.

"Koru kaleyi, koru kaleyi!" Han'ın bağırdığını bir daha duydum ve onun kaleciyi tokatladığını gördüm. Tabii şaşırmadım…

"Çok hızlı tokat atma, nevri dönerse topu göremez," diyerek dalga geçti Behram sevgilimle.

Bir süre daha maçı izledik. Hazer aniden bağırdığı için ara ara bizi korkutmuştu ama bir süre sonra alışmıştık. Maç bitene kadar kâh oturmuş kâh kalkıp zıplamıştı. Bir ara Beşiktaş ikinci golü attığında Leo'yla yerlere yatarak sevinç gösterisi yapmıştılar, biz de buna gülmekle meşgul olmuştuk.

Maç, Beşiktaş'ın iki sıfır üstünlüğüyle bittiğinde Hazer üzüntüsünden yataklara düşmeyeceği için rahatlayıp arkama yaslandım. Hazer yerinden fırlayıp Leo'yu omuzlarına aldı ve ıslık çalıp coşkuyla salonun içinde döndü. Bacağımı kalçamın altına alarak güldüm ve Hazer gelip yanıma oturduğunda ona kola koyup eline verdim. "Terledin, al iç."

"Gracias," diyerek bardağı elimden aldı ve soğuk kolayı kana kana içti. O sakinleşene kadar Gazel’le Behram da fısıldaşarak bir şeyler konuştu. Leo da çok eğlenmiş görünerek aramıza oturduğunda Hazer elindeki bardağı bana uzattı ve ben bardağı alırken bir şey hatırlamış gibi duraksadı. Behram'a dönerek sırıttı.

Hemen sonra sehpaya doğru eğilip Behram'ın önündeki bardağını çekti ve ona kola doldurmaya başladı. Behram, Gazel’le konuştuğu için fark etmemişti. Leo kucağımda bana bir şeylerden bahsederken Hazer genzini temizledi ve çok normal bir şey yapıyormuş gibi bardağını Behram'a uzattı. Behram, Gazel'e bakarken uzandı ve bardağı alıp dudaklarına götürdü.

Hazer yerinden fırladı. "Lades, lades!"

Ah, tabii... Behram’la Gazel kafasını ona çevirdi ve Behram elindeki bardağa bakarken kaşlarını çattı. Evet, ladesleri neredeyse iki ay sürmüştü, hatta bir ara unutup birbirlerinden bir şey aldıkları da olmuştu ama unuttukları için bunun farkında değillerdi.

Hazer sırıtırken Behram bardağı hızla sehpaya bıraktı. "Sayılmaz, lades zaman aşımına uğradı."

Hazer açık açık güldü. "Öyle bir şey yok, kıymetlinden uydurma." Ona katılırcasına başımızı salladık. Behram bir çocuk gibi yüzünü astığında, "Hadi," dedi Hazer, arkasına yaslanarak. Bir ayağını diğer ayağının dizine atarak ellerini ensesinde birleştirdi ve bana göz kırptı. "Bale yap da izleyelim."

"Hayatta olmaz!"

"Söz verdin," diyerek atladım ve hemen sonra kızardım. "Hem ben de bale yapıyorum, ne olmuş yani?"

Gazel sanırım Behram'ın o halini gözlerinin önüne getirerek koltukta katıla katıla gülmeye başladığında Behram asabi bir bakış atarak bana döndü. Hazer o kadar keyiflenmişti ki ağzı kapanmıyordu. "Yani, baleye bir şey dediğim yok," dedi Behram, yanakları kızarmaya başlamıştı. "Hatırlamıyorum ben öyle bir söz verdiğimi!"

"Sarhoş muydun?" diyerek dalga geçmeye devam etti Hazer.

Behram yalandan tükürür gibi yaptı. "Allah korusun."

"Hadi hadi," dedi Hazer, eğlencesine devam ederek. Eliyle kalkması için Behram'ı teşvik etti. Bale yapmak istemediği barizdi ama sonuçta bir oyun oynamışlardı ve Hazer kazanmıştı.

Gazel de sanırım bu anı görmek istiyordu ki hızlı hızlı başını salladı. "Sözünde durmamak da günah hayatım, bence kalkıp yap."

Behram dudaklarını ısırarak Gazel'e döndü. "Günah, değil mi?" Hepimiz başımızı salladık. Behram, Leo'ya döndü. "Benim yerime oynar mısın?"

Hazer araya girerek Leo'yu göğsüne çekti. "Oynayamaz! Hadi, tütü eteğini giy de gel..."

"Hasbin Allah..."

Bir oyun oynamışlardı, onun için üzülsem de yapabileceğim bir şey yoktu. Üstelik dans etmek ve bale çok güzel şeylerdi. Onu teşvik etmek için aniden oturduğum yerden kalktım ve hepsi anlamsız bakışlarını bana çevirdiğinde salonun ortasında dikilip parmak uçlarıma yükseldim. "Gel, benim yaptığım birkaç hareketi tekrarla," dedim kibarca.

Behram yılgınca yerinden kalkarken, "Allah'tan Kerem’le Leyla yok," dedi.

O sırada Hazer kamerasını açıp bize odakladı. "Üzülme Behram, Kerem de görecek."

Behram ona, Seninle nereden arkadaş oldum… der gibi bakıyordu. "Allah seni ıslah etsin. "Behram ve klasik duası...

"Yok ya, iyiyim ben böyle, serserilik de lazım hayata..."

Hâlâ dalga geçiyordu, isteme gününün hıncını aldığına emindim. Behram ona söylenerek yanımda durduğunda Gazel de Hazer de heyecanlanarak bize odaklandı. Leo da ayağa kalkıp gülerken, "Parmak uçlarında yüksel," dedim gülmemek için kendimi tutarak. "Kollarını da başının üzerine kaldır."

Behram ayaklarıma bakarak yanaklarını şişirdi ve kaçışı olmadığını fark ederek benim gibi parmak uçlarında yükseldi. Ben bunu yıllardır yaptığım için dengemi sağlayabiliyordum ama Behram sallanıyordu. Önce Hazer'den sonra da Gazel'den kısık gülme sesleri geldiğinde Behram onlara tip tip baktı.

"Sanata gülünmez!"

Gülmemek için kendimi sıkıp başımı hızla salladım. "Çok haklısın, sen onlara aldırma canım." Behram kollarını da benim yaptığım gibi başının üzerine kaldırarak dengede durmaya çalışırken, "Aynen öyle," diyerek onu teşvik ettim ve kendi etrafımda dönmeye başladım. Behram da beni izleyip kendi etrafında dönerken hafifçe bana çarptı ama dengesini sağladı. Güzel kıvırıyordu bu işi...

"Şu an Mila'ya bile bakamıyorum," dedi Hazer, gülmeyi sonlandırıp ciddi bir şekilde konuşurken. "O kadar iyi yapıyorsun ki gözlerimi senden alamıyorum."

"Ben de," dedi Gazel hemen.

İkinci dönüşümüzü yaparken başımı önüme eğip güldüm. Behram da benim gibi dönüp parmak uçlarında durmaya çalışırken, "Ben imam olmasam sana bir şey derdim," dedi.

Hazer ıslık çaldı. "Titrettin beni sarıııı."

Behram balesini, Hazer'in üzerine uçarak tamamlayabilirdi. Behram'a gülümseyerek öfkesini yatıştırdığımda beni taklit etmeye devam etti. Bir an sonra bunun ona da ilginç geldiğini gördüm, sanki ilgili bir şekilde dönmeye başlamıştı. Leo'nun kahkahaları evi çınlatıyordu. Parmak uçlarına yükseliyor, benim gibi ileriye doğru zıplamaya çalışıyordu. Dansın, sanatın cinsiyeti yoktu, evet ama böyle dans ederken Behram çok komik görünüyordu.

Dansımızı tamamlamak için son bir zıplayış yaptığımızda Behram ayağını sehpaya çarptı ve homurdanarak durdu. Tabanlarıma bastım ve ellerimi iki yana indirirken artık Hazer'in karnını tutarak güldüğünü gördüm. Elimi dudaklarıma koyup gülmemi bastırırken Behram da doğrulup ellerini iki yanına yasladı ve Hazer'e döndü.

"Umarım gönlünüzü hoş edebilmişimdir Hazer Bey! Başka etmemi istediğiniz bir dans var mı? Tonga falan?"

Hazer başını arkaya atıp gülmeye devam ederken o kadar güzel bir ses çıkarıyordu ki sesinden bir dizi öpücük almak istedim. "Onun adı tango, tonga değil..."

"Her neyse!" diyerek onu tersledi Behram ve koltuğuna geçip oturuyordu ki bir an duraksadı. Neden duraksadığını görmek için gözlerimi zorlukla Hazer'den ayırıp onun omzunun üzerinden ileriye baktım. Herkes eğlenip gülerken Gazel ellerini yüzüne kapatmış, hıçkırarak ağlıyordu. Hazer ve Leo derhal gülmeye son verip endişeye kapıldığında Behram kaygıyla ileriye doğru bir adım attı. "Gazel... Yavrum, niye ağlıyorsun?"

"Çocuğum," dedi Gazel, hiçbirimizin beklemediği şekilde. "Babasının ilk balesini izledi... Hamileyim ya ben..."

Hamile ne demekti, çocuk ne demekti, bir artı bir kaçtı, Gazel’le Behram çocuk yapmayı nereden öğrenmişti...

"Onu da mı önce siz yaptınız?" diyen Hazer'in hesap sorar gibi ayağa fırladığını gördüm ama beynim hâlâ bir şeyleri kavramakta güçlük çektiği için gözlerimi bile kırpmadan Gazel'e bakmaya devam ettim. Zihnim, işlevini yerine getirmek için var gücüyle çabalarken önümde bir şeyin yıkıldığını gördüm ve bir an sonra Behram'ın bayıldığını anladım. Bir Behram'ın kapalı gözlerine bir Hazer'in şaşkın yüzüne bir de Gazel'e bakarak, "İmam bayıldı," dedim ve Gazel hıçkırarak ağlamaya devam etti.

BÖLÜM SONU.