0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

47. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

KUZEY IŞIKLARI.

Melek Yakut, kızımıza vermek istediği isim buydu. 

Kanatlarım kırılıp rüzgâra teslim oldu. Fırtına şiddetliydi, sis vardı, önümü açmak zordu. Kırıldıklarını hissettim ama nereye uçtuklarını takip edemedim. Kalbimin arkasındaki acıdan anladım kanatlarımın yokluğunu. Hazer'e sorsanız sırtımın hafifliğinden anlamam gerekir kanatlarımın yokluğunu. Fakat ben hafif hissetmiyorum, aksine dünyanın en ağır insanı olduğumu hissediyorum. Sanki gözyaşlarım içimde donup bir buz kütlesine dönüştü, kalbimdeki mutluluk şatosu ayaklarımın önüne yıkıldı. 

Evlilik gecemin böyle biteceğini düşünmemiştim. Bitmeyecek, upuzun bir gece olacağını biliyordum ama hayatın benim için böylesi bir gece hazırladığını aklımın ucuna getirmemiştim. Gerçekten kanatlarım olsa ve biri gelip hırçınca koparsa bile bu kadar yanmazdı canım. İçimde, onun giderken bıraktığı bir dağınıklık vardı; kalbimi toplayamıyordum. 

Parçalar kafamın içinde yavaş yavaş birleşmeye başlamıştı ama hâlâ kendime gelememiştim. Öyle ki emniyete ne zaman geldiğimi, sorgu odasına ne ara alındığımı hatırlamıyordum. Büzülmüş, küçülmüştüm. Gözlerimin önünde bir buğulu cam, kelimelerin önünde sis vardı. Bir sandalyenin üstündeydim, karşımdaysa, ellerini masaya yaslayarak bana doğru eğilmiş bir polis memuru vardı. Dudakları sürekli kıpırdıyordu ama söyledikleri kulaklarıma ulaşmıyordu. 

Sarılabildiğim tek şey, nikâh defterimizdi. 

Polis memurunun elini masaya vurmasını uzaktan izliyor gibi izledim. Oda etrafımda dönüyor, duvarlar üzerime yürüyordu. Diğerleri koridordaydı ama Han'ın en son konuştuğu kişi olduğum için beni sorguya almışlardı. Tam diyorum bir nefes alacağım, Hazer düşüyor aklıma, boğulurcasına nefes vermeye başlıyorum. Ağzımı açıyorum ama sadece... 

"Hazer..." 

"Eşiniz nerede?" 

Soru sormaya devam ediyordu ama ona ne cevap vereceğimi bilmiyordum. Kerem'in dışarıda bağırırcasına konuştuğunu duyuyordum; beni yalnız bırakmamak için içeriye girmek istemişti ama almamışlardı. Hazer'in nereye gittiğini bana söylediklerini sanıyorlardı galiba ama bilmiyordum eşimin nerede olduğunu.

Elimi dudaklarıma götürdüm, son busenin izini okşadım. 

"Hanımefendi, lütfen bizimle eşinizin size ne söylediğini paylaşır mısınız? İnanın saklamanız size bir şey kazandırmaz, söyleyin biz de suçlunun o olup olmadığını anlayalım." 

"Hazer... Çok masumdur." 

"Bu gece değil hanımefendi." 

"Üzerindeki... suçlamaları kabul etmiyorum," diyebildim gelinliğimin eteğine bakarak. 

Hazer'i sonuna kadar savunmalıydım. O bana suçluyum demedikçe ben bu suçlamaları kabul etmeyecektim! O suçluyum dediğinde de onu sonuna kadar dinleyecektim.

"Eşiniz kaçarak suçlamaları kabul etmiş oluyor Safir Hanım." 

Tamam, yalnız kaldığımda deli gibi ağlayacaktım ama şimdi dik durma zamanıydı. Aşkıma, ona sahip çıkma zamanıydı. Belki Hazer yapmaması gereken bir şey yapmıştı ama önce onu dinleyecektim. Bu yüzden eğik başımı yavaşça kaldırdım, sol yanağımdaki gözyaşları temizlerken omuzlarımı dikleştirdim. "Avukatım gelene kadar konuşma... yacağım!" 

Yapamam, bir kez daha onun katil olmakla suçlanmasına izin veremezdim. Onun itibarını da kalbini de koruyacaktım. Eşi olarak, o gerçekleri anlatana kadar bunu yapacaktım. 

Herkesle bir olup onu suçlayamam, canımı alsalar yapamam. 

Tamam, çok üzülmüş, gecemizi böyle devam ettirdiği için gücenmiştim ama her şeyin telafisi olurdu; o yeter ki üşümesin. 

"Hazer Bey'in yakalanması çok uzun sürmeyecektir. Anlıyorum, eşiniz ama siz de yardım ve yataklıktan..." 

"Ne yardım ve yataklığından bahsediyorsunuz! Haz... Hazer kimseye zarar veremez! Üstelik bunu böyle so... soğukkanlı şekilde planlamaz. Elinizde ne var bilmiyorum, kaçması size ne düşündürür onu da bilmiyorum ama... lütfen bize anlayış gösterin. Çocuk gibidir o bazen, lütfen..." 

"Hanımefendi, Hüseyin Boduroğlu öldü!" 

Canavar, şeytan, ya da Hüseyin. Hepsi aynıydı işte. Bir an dünyam sarsılmadı değil, sarsıldı. Ölmüştü, dünya onun gibi bir insan müsveddesinden arınmıştı. O polis memurlarını gördüğümden beri aklıma gelen bu ihtimal gerçekse... Biliyordum, bunu hiç hazmedememişti ama bugün yapmazdı, düğün günümüzde yapmazdı.

"Onun ölümü... dünya için büyük iyilik," deyiverdim. Küçüklüğümün bir yerden beni izlediğini hissederek etrafıma bakındım.

"Bu dediğiniz kayıtlara geçiyor hanımefendi. Ölümünden memnuniyet duymanız..." 

"O bir canavardı," diye bağırdım önüme dönüp, titreyen dudaklarımla. O çok kötü birisiydi, duygularımı harap etmişti. Ben de insandım, ölmesinden memnuniyet duymak hakkımdı. "Kusura bakmayın, niyetim saygısızlık etmek de... değil. Onun neden hapiste olduğunu zaten biliyorsunuzdur, bildiğiniz halde niçin ölmesinden duyduğum memnuniyeti yargılıyorsunuz ki?" 

"Safir Hanım..." bir an yüzünün kızardığını görür gibi oldum ama bu bir yanılma da olabilirdi. Başımı yana çevirip gözyaşlarımı temizledim. Polis memuru ellerini masadan kaldırırken, sorgu odasının kapısı tıklatıldı ve adım sesi duyuldu. "Merhaba, ben Safir Hanım ve Hazer Bey'in avukatı." 

"Merhaba, hoş geldiniz." 

Başımı umutla kaldırdım ve içeriye giren hanımefendiye baktım. Şükürler olsun, bir süredir tanıdığım avukat nihayet gelmişti. Burnumu yavaşça çekip nikâh defterimi daha sıkı tutarken, avukatımız bana gergin şekilde gülümseyip polis memuruna döndü. "Safir Hanımla yalnız kalabilir miyim?" 

"Yalnız, sorgudaydım..." 

"Beyefendi, müvekkilimi zorla konuşturamazsınız, susma hakkına sahip." Avukat Hanım bana döndüğünde Hazer'e yardım edebilecek birine sahip olmanın verdiği mutlulukla dudaklarımı kıvırdım. "Safir Hanım, beyefendiye söylemek istediğiniz bir şey var mı?" 

"Yok," dedim derhal. Zaten bir şey de bilmiyordum, buradan çıkıp evime gitmeliydim, Hazer sabaha karşı dönecekti. "Sa... Saat kaç?" 

Avukatın bu soruma şaşırdığını görür gibi olurken, "Neden ki?" Dedi polis memuru, onun bu şüpheci tavrı beni daha da kahrediyordu. "Saatin önemi var mı şu an?" 

Kendisine cevap vermek istemediğim için çenemi kaldırıp, beni buradan çıkarın, der gibi avukatımıza döndüm. "Bittiyse Safir Hanım'ı çıkaralım, görüldüğü üzere kendisi de bir şeyin farkında değil. Aksine günün mağduru o, lütfen anlayışlı olalım." 

Polis memurunun bakışlarını hissetsem de kendisine bakmadım.

"Peki, çıkabilirsiniz." 

Bunu duyduğum an sandalyeden kalktım ve nikâh defterimizi sıkıca tutarak kapıya davrandım. Avukatımız polis memuruyla konuşurken, kapıyı açıp hızla dışarıya çıktım. Ben daha adımımı atar atmaz Gazel'in bana doğru koşmaya başladığını, onu Kerem'in takip ettiğini gördüm. Behram bir polisle konuşuyorken dönüp bana baktı. 

"Safir!" Gazel yanımda bitti ve diğer tarafımda Kerem belirdi. Etraf dönüyordu, çıkış neredeydi? Evimize gitmeliydim, Hazer gelecekti. Gazel'in yüzümü tuttuğunu, Kerem'in başımı göğsüne doğru yasladığını hissettim; kolları etrafımdaydı. "İyi misin canımın köşesi? Çok istedik ama içeriye almadılar bizi, ben de çok korktum sen korkuyorsun diye? Ayakta duracak halin yok, gel de otur..." 

"Saat," dedim, tek diyebildiğim buymuş gibi. "Sabah olmadı değil mi daha?" 

"Yok," dedi Gazel. "Daha on iki ya da bir, bakmadım, bilmiyorum. Sen... neden bunu soruyorsun canımın içi, gel de otur şöyle. Ya da yok, gidelim, sen buraya layık değilsin." 

Kimseye bir şey söyleyemezdim, sadece başımı salladım. Gazel telaşla arkasını dönüp Behram'ın yanına giderken, "Koşma," deyiverdim. Bebeğe bir şey olur muydu? 

"Safir..." Kerem'in fısıltısını duydum ve beni hafifçe çekip sorgu odasının kapısından ayırdığında ona ayak uydurdum. Bahar Annem ve çocuklar neredeydi, üzüntüden kahrolmuşlardı onlar da. Üstelik Leyla da yoktu. Kerem beni bıraktı ve Hazer'in ceketini omuzlarıma bıraktı. Etrafını kolaçan ederek bana döndü ve fısıldayarak konuştu. "Bir şey söylemedin değil mi?" 

"Bir... bir şey bilmiyorum ki," dedim çaresizce. "Eğer bir şey biliyorsan yalvarırım söyle Kerem, n'olursun!" 

Elinin tekini omzuma koydu ve diğerini yanağıma götürdü. İlk kez Hazer'den başka bir erkek gözyaşlarımı sildi. "Ben de çok şaşkınım Safir, neler olduğunu anlamıyorum! Arıyorum ulaşamıyorum, deliye döndüm! Senden fazla şey bilmiyorum, yemin ederim!" 

Omuzlarım küçük küçük sarsılmaya başladı. "Hüse... O pislik ölmüş!" 

"Gebersin piç!" Dedi ama sonra bu ölümü gerçekleştirmiş olabilecek şüpheli, ikimizin de çok sevdiği o kişi olduğu için sıkıntıyla yanağımı okşadı. "Dur dur, ağlama sakın. Ben de duydum olanları, birkaç polis memuruyla konuştuk. Eve gidelim, neler olduğunu oturup konuşalım. Gelinliğin de kirlendi, kıyamam ki ben sana..." 

Evimize gitmek, kocamı beklemek istiyordum. Hazer'i çok seviyordum, onu hep savunacaktım. Bir şey olduysa ve bunu yaptıysa bile... Onu hep sevip bekleyecektim. "N'olur Kerem, eve gidelim. Burada olmak, herkesin Hazer'i bir suçlu gibi aramasını görmek canımı çok yakıyor!”

"Gideceğiz güzelim, sen... buraya hiç yakışmıyorsun." 

Omuzlarımı aşağıya yukarıya okşadığında, yalnız olmadığımızı hissettiğim için bir nebze olsun rahatladım. Hazer sabaha karşı gelecekti ve konuşup neler olduğunu anladıktan sonra bu suçlamalardan kurtulacaktık. Ama değil saatler, bir dakika bile bekleyemiyordum onu; görmediğim her an acı çekiyordum. 

"Bahar Anneyle çocukları revirden alalım." 

Behram'ın sesini, yaklaşan adım seslerini, avukatın sesini duydum ama o kadar ağlıyordum ki, utandığım için başımı Kerem'in göğsünden kaldıramadım. Polis memurları bir şey bilmediğimize ikna olmuş olmalı ki, bizi daha fazla tutmuyorlardı. Kerem ne kadar güçsüz hissettiğimi farkına varmış olmalı ki, başımı göğsünde tuttu ve yürümeme yardımcı olurken korkma, diye fısıldadı. 

Biz Hazerle artık bir aileydik. Bu aileyi bir arada tutmak için güçlü kalmalıydım. 

Kerem beni doğrudan arabaya yönlendirdi, diğerlerinin arkamızdan gelip gelmediğini bilmiyordum. Az sonra arabanın önünde durduğumuzda elimi uzatıp kapıyı açtım ve şoför koltuğunun yanındaki koltuğa yerleştiğimde, titreyen ellerimle uzanıp gelinliğimin eteklerini topladım. Kırışmasından korkarak güzelce kucağıma koyduğumda, Kerem de bana yardımcı olup gelinliğimi düzeltti. "Merak etme Safir, ben de Keremsem senin için en güzel düğünü yapacağım." 

"Düğün umurumda değil, Hazer'i isti... istiyorum." 

"Her şey yoluna girecek güzelim." 

Gözyaşlarımı bir daha silerek arkasını döndüğünde kafamı arkaya yaslayıp yanıma baktım; Hazer'in çoğu zaman oturduğu koltuğa. Boşluğu canımı yaktı ve elim kalbimi tuttu. Masumiyetinin böyle suçlamalarla karalanması yüreğime adeta eziyet ediyordu. 

Onun elmas kalbinin... 

Başımı diğer tarafa çevirdiğimde Bahar Annemin Behram ve Gazel'in kolları arasında olduğunu, yorgun şekilde bu tarafa yürüdüklerini gördüm. Özel şoförleri buradaydı, Cüneyt Bey gelmemişti; gereği de yoktu. Leyla Leo ve Mustafa Kemal'in elinden tutmuş, buraya doğru getiriyordu. Canlarım benim, her şeyden habersiz o kadar masum ve ürkmüş görünüyorlardı ki. Yüreğimdeki acı ne kadar büyük olursa olsun onlara sahip çıkma dürtüsü ağır bastı ve ayaklarımı arabadan dışarıya attım. 

"Abla!" Leo bana doğru koşup gelinliğime yapıştığında, titreyen ellerimi omuzlarına götürerek onu yatıştırmaya çalıştım. "Tatlım, ağlama lütfen." 

"Ama... Herkes ağlıyor abla." 

Altın rengindeki saçlarını okşayıp gözlerimi Mustafa Kemal'e çevirdim. Gözünden yaşlar akıyor, hıçkırıyordu. Kerem ona doğru bir adım atacak olduğunda Leyla'nın elini bıraktı ve koşarak annesine gitti. Bahar Annemin arkasına saklanıp öfkeli şekilde bana baktı. "Senin... yüzünden oldu!" 

Say Safir say, kaç kurşun oldu, say. 

Yüreğime, bir başka yükün ağırlığı oturdu ve gözlerim ona bakarken yaşlarla ışıldadı. "Ablam bir şey yapmadı," dediğini duydum Leo'nun. Hırçınca bağırıyordu. "Çok korktu bir kere o, baksana, ağlıyor!" 

Bir Leo'ya baktım, bir Mustafa'nın sakladığı yüzüne. Bahar Teyze'nin önce Mustafa'yla ardından üzgün bir şekilde benimle konuştuğunu gördüm ama kelimeleri duyamadım. Kerem belimden tuttu, sanırım düşecek gibi hissettiğimi anladı. Leo'yu serbest bıraktım ve çıplak ayaklarımla ileriye doğru birkaç adım attım. Gözyaşlarımı elimin tersiyle silip annemin karşısında durdum ve uzanıp ellerinden tuttum. "Hazer masum anne, sa... sakın kızma ona." 

Perişan görünüyordu, kendini harap etmişti. Gazel annemin kolundan çıkıp bana sarılırken, Behram da bunları duymaya dayanamıyormuş gibi kafasını öteki tarafa çevirdi. "Biliyorum anneciğim," dedi, o da ellerimi sıktı. "Her şeyin mutlaka bir açıklaması vardır. Sen o güzel yüreğini sıkma, kalbin güzellikleri hak ediyor. Evimize gidelim, dinlen." 

Gazel gözyaşlarımı sildiğinde ona minnet dolu bakışlar attım ve Bahar annemi arabasına götürdüm. Avukat az ötede sabırla bizi bekliyordu. Bahar annem koltuğa oturduğunda dönüp Mustafa'ya baktım ama o bana bakmadan Behram'ın elini tutuyordu. Eğilip onu öpmek istedim ama başını Behram'ın arkasına saklayıp, "Abimi istiyorum," diye bağırdı. 

Ben de abini istiyorum. 

Onu anlayışla karşılamaya çalışsam da kalbim çok kırıldı ve dudaklarım aşağıya doğru büküldü. Behram içini çekip bana kahır dolu bir şekilde baktı ve Mustafa'yı arabaya bindirdi. Gazel bir daha koluma girerek omuzlarımı okşadı. "Küçük o daha, özel sebeplerden ötürü hırçın da. Sakın bir de buna üzülme." 

Ben kendime haksızlık etmeyi hiç sevmem, çünkü bu yaşanılanları ben de hak etmedim. Ama... içimdeki ufak bir parça kendimi suçluyordu. 

Behram Bahar Annemle Mustafa'yı uğurladığında Gazel ve Leyla ile tekrardan arabaya doğru yürüdük. Kalktığım yere oturdum ve Leo'yu kucağıma çektim. Kollarımı etrafına sıkıca dolayıp çenemi başıma yasladığımda, Gazel Behram ve Leyla derhal arka koltuğa geçtiler. Avukat Hanım elimi sıktı ve arkamızdan eve kadar takip ediyorum, diyerek kendi arabasına geçti. 

O gözden kaybolduğunda Kerem de sıkıntılı biçimde arabayı çalıştırdı ve Behram'ın dua ettiğini kısık bir şekilde duydum. Leo kucağımda bana doğru döndü ve çenemin altına saklandı. Nikâh defterimi kalbime bastırarak hıçkırıklarımı tutmaya çalıştım. "Ablacığım, Mustafa saçma saçma konuşuyor, eniştem duysa ona çok kızardı. Ben de çok kızdım, seni üzdü çünkü! İstersen bir daha konuşmam onunla." 

Kaşının üstünden öptüm. "Bana duyduğun bu sevgiyle çok mutlu oldum ama... Mustafa'ya sakın küsme." 

O sırada Gazel, "Leo," dedi, sesini neşeli çıkarmaya çalışıyordu. "Kucağıma gelmek ister misin tatlım?" 

"Ablamın bana ihtiyacı var." 

O ağırlık yapmazdı bende, olsa olsa kalbimi hafifletirdi. 

"Hazer böyle bir delilik yapmış olamaz," dedi Behram, sesi ıstırap doluydu. Ah vah ettiğini duydum. "Durup durup düğün gününde niye böyle bir şey yapsın, deli mi bu adam! O pislik ölsün, kimin umurunda! Ama benim kardeşim... Mila, sakın sırt çevirme ona, kahrolur! Dinlemeden yargılama tamam mı? Oturup konuşalım?" 

Hararet içinde kafamı salladım. "Tabii ki onu dinleyeceğim Behram, ne derse ona inanacağım!”

"Sana neler dedi?" Diye sordu Gazel, kaygı dolu bir sesle. "Onunla en son sen konuştun canımın içi?" 

O an, yaşananlar, söyledikleri, veda eder gibi öpüşleri... "Üşü... Üşüyorum, korkuyorum dedi. Ben yapmadım, o... hak etti dedi." 

Yolun devamında konuşacak hal bulamadım kendimde, onlar da bunun farkında olup yalnızca beni teselli ettiler. Yalnızca benim değil, hepimizin teselliye ihtiyacı vardı; çünkü hepimiz Hazer'i çok seviyorduk. 

Yol boyunca saati takip ettim. 

Araba evin önünde durduğunda gözyaşlarımı kurulayıp kapıyı açtım ve önce Leo'yu indirip sonra kendim arabadan çıktım. Gazelle Behram derhal yanıma gelip beni omuzlarının altına aldılar ve Kerem Leyla'sını arabadan indirip elinden tuttu.

"Aman Allah'ım, sen ne zamandan beri ayakkabısızsın!" 

Gazel'in sesini duydum ama dönüp cevap veremedim, Kerem'in açtığı bahçe kapısından içeriye koşarak girdim. Nikâh defterimizi elimin içinde sımsıkı kavrayıp kendi etrafımda dönerken gözlerim merak ve hevesle etrafı dolaşıyordu. Saçlarımın dalgaları suratıma çarparken başımı kaldırıp bir de eve baktım ama hiçbir ışık yanmıyordu. 

"Gel Safir, gel canımın köşesi." 

Gelseydi, burada olsaydı ışıkları yakardı; çünkü karanlıktan korktuğumu bilirdi.

Avukat ve diğerleri de arkamızdan gelirken, bu akşam onun kollarında girmeyi hayal ettiğim eve Gazelle birlikte girdim. Hazer mobilyaları ve halıları değiştirmişti, bu yüzden yeni bir eve giriyormuş gibi hissederek etrafıma bakındım.

En son beraber dinlediğimiz pikabın önüne yürüyüp parmaklarımı üzerine dolaştırırken, diğerlerinin endişeli bakışlarını hissettim. Keremle Leyla avukatı buyur edip koltuğa otururlarken, Behram da Gazelle fısıldaştı. Leo'nun ürkek bir şekilde koltuğa çıktığını görürken, gözyaşlarımı saklayarak başımı önüme eğdim. 

"Safir Hanım," dedi, avukat hanımefendi. "Ne olduğunu Hazer Bey'den sonra en iyi bilen sizmişsiniz. Bir şeyler anlatıp bize yardımcı olabilir misiniz?" 

Hazer, Hazer, Hazer... 

"Ben de size yardımcı olmayı çok isterim ama ne yazık ki bir şey bilmiyorum," dedim, Hazer'in bu pikapı dinlerken ve bana sarılırken ne kadar huzurlu olduğunu anımsayarak. "Çok üşüyor..." üzerimdeki ceketine sarıldım. "Tek bildiğim bu. Bir... Bir de korktuğu." 

"Kaçması hiç iyi olmadı," dedi avukat, sesi düşünceli ve kaygılıydı. "Telefonu üzerindeyse ve birini ararsa muhtemelen hemen bulunur. Kamera kayıtlarını ben de izledim, polis memurlarının dediği gibi odadan koşar gibi çıkmış. Oklar ne yazık ki onu gösteriyor ama Hazer Bey'i dinlememiz, mutlaka ulaşmamız lazım." 

"Bu adam bunu yapacak birisi değil, üstelik düğün günü." Behram oturamıyormuş gibi ayağa fırladı, göz ucuyla görmüştüm. "Peki ölüm sebebi... Yani... Neymiş ölüm sebebi?" 

Kerem nefesini üfledi. "Ya bu adam hapishanede ağır dayak yemiş, hastaneye kaldırılmış." Kerem bu hastane konusuna açıklık getirdi ve gözlerim merakla ona döndü. "Hazer zaten bu adamı sürekli takipteydi, eziyet çekmesinden memnuniyet duyuyordu. Hastanede olduğunu da biliyordu demek ki. Hüseyin'in bağlı olduğu... makinenin fişi çekilmiş, o makine olmayınca uzun süre nefes alamayıp ölmüş." 

Titreyen çenemle birlikte önüme döndüğümde, "Başka birisi de çekmiş olabilir o fişi," dedi Gazel, hemencecik. "Öyle bir pisliğin eminim ki birden fazla düşmanı vardır. Sonuçta ben de denemiştim, onu öldürmek... harika olurdu!" 

Gazel... Böyle bir adamın kızı olmanın ağırlığında hâlâ eziliyordu. 

"Ben bizzat araştıracağım, o gün Hüseyin'i başka birisi ziyaret etmiş mi öğreneceğim." Avukatın gözlerini yüzümde hissettim. "Hazer Bey şu an şüpheli, suçlu değil. İtibarını korumak için bunu magazinden uzak tutacağım, endişeniz olmanız. Sizden ricam Safir Hanım... Hazer Bey sizi ararsa bana dönüş yapın." 

Ararsa... Keşke arasa, bir an bile olsa sesini duysam.

Cevap vermedim, avukat hanım bir daha aynı soruyu sormadı. Üzüntüme duyduğu saygıya minnettar kaldım. Uzanıp başımdaki ağırlık yapan tacı aldım ve pikabın üzerine bırakarak hıçkırıklarımı dudaklarımla ezdim. Dışarıya çıkmalı, Hazer'i beklemeliydim. Sokak kapısına yürüdüm. 

"Safir!" Gazel'in yerinden fırladığını gördüm. 

"Hava alacağım Hazer, lütfen..." 

"Hazer değil... Gazel..." 

Sokak kapısını açtığım gibi kendimi rüzgârlı eylül gecesine teslim ettim ve kapıyı çekiyordum ki, koşan adım seslerini duydum. Dönüp tam Gazel'e gelmemesini söyleyecektim ki, onun eğilip ayaklarımın önüne bir çift ayakkabı koyduğunu gördüm. "Bunları giy, öyle çık." 

Başımı salladım ve sandaletleri ayağıma geçirip ona arkamı döndüm. Beni yalnız bırakmakta çekince duyduğunu hissettim ama ısrar etmedi. Evin içerisinden beni gözetleyeceğine emindim. Ceketine sarılıp ihtiyaçla kokladım ve geçip salıncağa oturdum. "Salıncaktan düşersem gelir misin acaba?"

Salıncağa binmeme ne kadar da kırılıyordu. 

O geldiğinde beni salıncakta görürse üzülebilirdi, bu yüzden salıncaktan kalkıp benim için diktiği çiçeğin yanına oturdum. Bağdaş kurup gelinliğimi düzelttikten sonra saçlarımı ceketin üzerine attım ve en sonunda cekete sarılıp çiçeğimize baktım. O çiçek capcanlı ve beyazdı, tıpkı umutlarımız gibi. 

Başımı kaldırıp aya baktım. 

N'olursun kaç kurtar kendini bu diyardan yâr, 

Güneşi ararken peşini bırakmaz ay. 

Bana söylemeyi en sevdiği şarkı bu olabilirdi, öyle ki şarkının o meşhur sözü bile Hazer'e aitmiş gibi hissetmeye başlamıştım. Ben ki her şeyi soğukkanlılıkla karşılayıp mantıklı düşünen biriydim ama şimdi, yüreğim alevlerin ortasında o kadar yanıyordu ki düşünemiyordum. 

Nikâh defterini açıp içindeki fotoğraflarımıza, isimlerimize, imzalarımıza baktım. 

Safir Mila Dalgakıran. 

Pes etmeyecektim, Hazer'i bekleyecek, her şeyin açıklığa çıkması için uğraşacak, hayatımın kahramanı olacaktım. 

"Yemin ederim Hazer, sen ve ben çok mutlu olacağız." 

Gri gözlerimi bahçe kapısına çevirirken alt dudağım titredi. Yolunu gözledim, sokaktaki adım seslerini dinledim. 

Bana doğru koşan adım sesleri yoktu. 

Şimdi nerede olduğunu, ne yaptığını düşünüyorum da... Sokağa fırlayıp onu arayasım, bir delilik yapmamak için kendimi tutasım geliyordu. Tanrım... O ormanda ne yaptı, nereye kayboldu? Ya karşısına kötü niyetli birisi çıkarsa, onu incitirse? Ya... ya bir köpekle karşılaşırsa!

"Sabaha kadar nasıl bekleyeceğim ben..." 

Kerem'in avukatı uğurladığını görürken iç çektim. Telefonum neredeydi? Belki beni aramak isterdi! Ama onun telefonu yanında mıydı? Uzanıp ceketin ceplerine baktım ve telefonu görünce hayal kırıklığına uğradım. Telefonu buradaydı, beni arayamazdı. O zaman ne yapacak, kime ulaşacaktı. 

O bir şeyler düşünmüştür, diyerek kendimi teselli etmeye çalıştım. Öyle olmasa sabaha karşı geleceğim demezdi. 

Telefonu elime alıp çıkardım ve burnumu çekip ekranı aydınlattım. Beni siyah bir ekran karşıladı. Kilidi açtığımdaysa kendi fotoğrafım. Elimi alnıma vurup iç geçirdim ve mesajlara girip son konuşmalarımıza tebessüm ettim.

En son bana Gece Yarısı Güneşim, diye bir mesaj atmıştı. Başka bir şey dememişti, içinden gelmişti galiba. 

Saat ikiyi bulana kadar oturdum, bir ara Gazel'in gelip üzerime battaniye örttüğünü, sonra geçip salıncağa oturduğunu gördüm. Videoyu hiç kapatmadım, seslerimize gülümsedim. 

Saat üçü buldu, artık neredeyse sabaha karşıydı. 

Bu yüzden mutlu oldum, heyecanla yerimden fırladım ve Gazel'i arkamda şaşkınca bırakıp sokak kapısına koştum. Normalde ne kadar da korkardım böyle karanlıktan ama şimdi yalnızca sevinçle doluydu içim. Uzanıp sokak kapısını açtım ve kendimi dışarıya atıp kaldırıma çıktım. Ceketine sıkıca sarıldım, geldiğinde ona verirdim, giyerse daha az üşürdü. 

Saat dördü buldu, gün ağarmaya başladı. 

Cekete daha çok sarılıp gözlerimi sokağın bir sağ tarafına, bir sol tarafına çevirdim. Sokağın aşağısından bir köpek havlayarak geçtiğinde yalnızca Hazer'in yalnızlığını düşündüm. Kimden yardım istemişti, ne yapmıştı, bu durumla nasıl baş etmişti çok merak ediyordum. 

Saat beş oldu, artık sabahtı. 

Altı oldu, karanlık belli belirsiz ışıkla dağıldı. 

Gözlerim sokağın ucuna bakarken, rüzgârın havada bıraktığı o sisin içinde Hazer'in kokusunu aradım. 

"Mila..." 

Gazel... 

"Safir, hadi kuzum, içeriye girelim artık..." 

Bir gözyaşım kirpimden düştü. 

"Bittin, tükendin, gel de bir sıcak duş al, dinlen." 

Hıçkırığımı tuttum.

"Safir, eğer Hazer'i bekliyorsan... gelemez." 

"Gelecek," dedim, onu savunma iç güdüsüyle. Hazer geleceğim demişti, o sözlerini hep tutardı. Birazdan gelecekti, o cesurdu, söz verdiyse ne pahasına olursa olsun gelirdi. "Saat daha üç, sabaha var..." 

"Safir..." omzumda elini hissettim. "Saat üç değil, yediye geliyor." 

"Üç dedim gazel, üç! Bu gecenin üçünde... Söz verdi çünkü, bu gecenin üçünde yanımda olacaktı... O dönene kadar üç!" 

"Yapma böyle, n'olursun." Kolları beni etraflıca sardı ama kendimi hiç ısınmış hissetmiyordum, donacak kadar üşüyordum. "Elbet dönecek, her şey yoluna girecek, suçsuzluğu ortaya çıktığında o huzurlu hayatınıza devam edeceksiniz." 

"Ama... şimdi dönsün Gazel, onun ne yaptığını, nasıl hissettiğini düşünmekten kafayı yiyeceğim sanki." Gün ışığıyla yanan gözlerimi kapatıp açtım. "Hayatımda ilk kez güneşin doğması, sabah olması bana acı verdi. N'olur Gazel, biriniz, birisi bir şey yapsın..." başımı önüme eğdim. "Uzun zaman sonra... ilk kez söndü sanki o ışıklar." 

"Kendine gel!" Gazel'in kıpırdadığını, bir an sonra önümde durup dirseklerimden tuttuğunu hissettim. Beni yavaşça sarstı ve saçlarım yüzüme düştü. "Saatlerdir ayakta, gelmeyeceği halde onu bekliyorsun! Görmüyor musun, evin etrafında polisler var Safir! Görmüyorsun tabi... Ben de isterim gelsin ama gelemez. O gelemedi diye böyle burada bekleyecek misin? Bunun ona ne yardımı olacak? Ona yardımcı olmak istiyorsan eve girip kendine çekidüzen ver ve mantıklı düşün!”

"Hazer..." 

"Allah'ım ben ne diyorum, o ne diyor..." 

Bu kez yüzümden tuttu, saçlarımı önümden çekip yüzümü kendisine çevirdi. "Yapma," diyerek başımı çekti ve göğsüne yasladı. Elbisesinin yakalarını yumruğumun içine aldım. "Bak, yeğenin de çok üzülüyor bu halini görünce, hissediyorum. Teyzeciğim ağlama diyor." 

"Özür dilerim..." 

"Hadi, üzme bizi de evine gir, yuvana..." 

Hıçkırırken boğazımdan kesik kesik sesler çıktı. "Ama Hazer..." 

"Hazer de gelecek tabii ki canımın köşesi, sadece biraz zaman alacak." 

"Şimdi... Norveç'e uçuyor olacaktık..." 

"Hazer epey zengin, yine uçarsınız. Hem aşk olsun, Norveç'ten hiç bahsetmedin..." 

Beni kendisiyle beraber eve çekmeye başladığında ayaklarım gitmemek için diretti ve başımı kaldırıp iki yana salladım. "Hadi, hadi..." 

Saçlarımın dalgasını yüzümden çektim, bahçe kapısından girene kadar sokağın girişine baktım ve bahçeye girerken, geleceğine dair umutlarımı kaybederek gözyaşlarımı serbest bıraktım. Gazel kolumdan yumuşak şekilde tutup kapıya kadar bana eşlik etti ve kapıyı Behram açıp derhal bizi içeriye buyur etti. "Sizin için süt ısıttım, geçin de için. Saatlerdir ayakta aç susuzsunuz..." 

Biz içeriye girdiğimizde Gazel'in Behram'a bir şeyler fısıldadığını duydum ve eğilip ayakkabılarımı çıkardım. Kenara koyup doğruldum ve ceketi omuzlarımdan çıkarıp göğsüme bastırdım. Kimseye bakmadan doğrudan merdivenlerin yolunu tuttuğumda, Behramla Gazel'in kederli kederli fısıldaştığını duydum. 

Ellerinden bir şey gelmediği için çok üzgünlerdi, anlıyordum. 

Kendimi, gelinliğimin eteklerini tutarak koridora attığımda banyodan çıkan Leyla'yı gördüm ve ikimiz de aynı anda duraksadık. Yüzü üzüntüyle gölgelenmişti. Onun yanından geçerken, "Üstünü çıkarmana yardım edelim mi?" Diye sordu kibarca. "İstersen senin için duşu da ayarlayabiliriz güzelim. Ayrıca Leo'yu merak etme, uyuduğunda Kerem odasına taşıdı." 

"Teşekkür ederim," diye mırıldanabildim yalnızca ve koridor bitimindeki odanın kapısını yavaşça açtım. Beni, sabah ışıklarıyla belli belirsiz aydınlanan oda karşıladı ve kapıyı arkamdan usulca kapattım. Leyla'nın adım sesleri az sonra kayboldu ve beni, ikimizin seslerinin karıştığı bu odaya hapis bıraktı. Acıyan, kirli tabanlarımla beraber yatağımıza ilerledim ve kendimi ucuna bırakarak etrafıma baktım. Oda eski halinden çok daha beyaz, ferah, klas görünüyordu. Stor perdeler kapalıydı, bu yüzden oda yeterince aydınlanmamıştı. 

Şimdi ne yapacaktım? 

"Gazel ne kadar da haklı, şimdi ağlamam onunla bana ne acı ki hiçbir fayda sağlamaz! Ona yardımcı olmak için ne yapabilirim ki Tanrım, bir işaret gönder bana, lütfen..." 

Yüzümü ovuşturarak yatakta geriledim ve başımı yastığa koyup ceketine sarıldım. Gelinliğimin eteği yataktan aşağıya süzülüyordu, bacaklarım birbirine değdiğinde buz kestiğini hissederek gözlerimi yumdum. Ama üşümek iyi hissettirdi, onu anlamaya biraz daha yaklaştığımı hissettirdi. 

Sabaha kadar ne yaptığını düşünürken o kadar nefessiz kaldım ki, kapı tıkladığında nefes alabildim. 

"Girebilir miyim canım?" Diye soran Kerem'di. 

Endişelerini yatıştırmam gerektiğini düşünerek, "Gel Kerem," dediğimde kapı yavaşça açıldı. 

Ardından kapandı ve Kerem biraz sonra bakış açıma girdi. Yanağımdan kayan gözyaşım cekete doğru düştüğünde, Kerem de yavaşça yatağın ucuna oturdu. Uzanıp yatak örtüsünü üstüme örttü. "Hazer gelsin de bir şikâyet edeyim seni, sabaha kadar dışarıda kaldı diyeyim..." 

Omzumu silktiğimde battaniyeyi ayaklarıma doğru da çekip kafasını iki yana salladı. "Buz gibi olmuşsun." 

"Üşümek iyi geldi, Hazer'e daha... yakınmış gibi hissettim." 

"Çok üzgünsün, biliyorum ama kendini bırakma." Elleriyle yüzünü ovaladı, yıllardır sahip olduğu dostunun kaybı ve belirsizliği onu da hüsrana boğuyordu. "Hazer bensiz iş yapmaz, bir şey yapacaksa bana söyler, her şeyini benimle paylaşır. Düşün, sana âşık olduğunu bile ilk bana söyledi... O bir şey yapmayı kafasına koymuşsa, bu kötü bir şey de olsa bana söylerdi. Ortada planlı, soğukkanlı bir cinayet falan yok Safir!" 

"Biliyorum," dedim derhal, öyle olduğunu bir an bile düşünmemiştim. Hepimiz yanılıyor olamazdık. "Fakat... bize onu savunacak hiçbir şey vermedi. Neden kaçtığını anlamıyorum, öldürmeyecekse neden hastaneye gittiğini... Düşünüyorum, düşünüyorum..." 

"Bırak, ben senin yerine düşüneyim Safir." Ses tonu yumuşaktı, her zaman ki eğlenceli sesinin yerinde yeller asması olduğumuz durumun vehametini öne sürdür. "Sen sadece dinlen, kendini sağlıklı tut, dua et. Avukatla irtibattayız zaten, Hazer'e ulaşmanın yollarını arıyorum. Senin kendini kahretmen, düşünüp durman eziyet olur yalnızca. " 

Eziyet... Belki de şimdi hissettiğim duyguların tek açıklaması buydu. Titreyen alt dudağımı ısırıp başımı komodine çevirdim, evlilik öncesi çekildiğimiz fotoğraflara baktım. Ben beyaz bir elbise giymiştim, Hazer de gri bir takım. Özel olarak çekildiğimiz bir fotoğraftı ve çerçeveletip komodine koymuştuk. 

"Safir, cevap ver bana. Senin kalbinin, beyninin sağlığından emin olayım, daha iyi hissedeceğim. Birazdan çıkıp gideceğim, sorup soruşturacağım... Aklım sende kalmasın." 

"Benim de... seninle gelebilme şansım..." 

"Safir, olmaz." Sesi kararlı, bakışları netti. Alt dudağımı bırakıp gücenmiş bakışlarımı duvara diktim. "Telefonun açık olsun, bir şey öğrenir öğrenmez seni arayacağım ama benimle gelip o belirsizlikte harap olmana göz yumamam. Bir şeyler ye, iç, aklını toparla." 

"Kolaymış gibi konuşuyorsun." 

"Kolay olmadığını biliyorum ama seni de biliyorum Safir. Aklı başında oluşunu, mantıklı oluşunu, sakinliğinle her şeyi halledebildiğini... Ben o kızı tanıyorum, sen de silkelenip kendine gel." 

Kendim uzaklarda, onunla bir yerlerde. 

Burnumu çekerek başımı bir daha salladığımda, oturduğu yerden kalkıp yukarıdan bana baktı. "Hazer için yapabileceğin en iyi şey ne, biliyor musun?" 

Umutla gözlerimi kırpıştırdım. "Söyle lütfen." 

"Kendine iyi bakman." 

Yapabilsem yaparım ama yapamıyordum. Kendim burada bile değildi, onunlaydı. Nasıl davrandığımın pek farkında olmayışını görmüyorlar mıydı? "Acı verici de olsa döndüğünde bana dürüst olacaksın tamam mı Kerem? Ne öğrendiysen söyleyeceksin." 

Alnı kırıştı ve bana doğru eğilip omzumu okşadı. "Uyu da rüyanda kocanı gör." 

"İlahi Kerem..." 

Battaniyeyi omuzlarıma daha çok çekti ve kapıdan çıkana kadar dönüp dönüp bana baktı. Nereye gideceğini bilmiyordum, çünkü o da bilmiyordu. Hazer kimseye bir şey söylememiş, gidişinin ardın da acıdan başka şey bırakmamıştı. Kamera kayıtlar olduğunu söylemişlerdi, o kayıtları izlemeye yüreğim yetecek miydi? O ormanlığın içinde nereye kaybolmuş olabilirdi, kiminle, yürüyerek ne kadar yol kat ederdi ki... 

"Tanrım bir işaret, iyi olduğuna dair bir işaret..." 

Gözlerimi kapattım ve dişlerimi birbirine bastırarak düşüncelerimin düzgün bir yola girmesini bekledim. Ben nasıl sakin kalıyordum, unutmuş gibiydim. Ceketi avuçlarında sıktım. Tamam, bir şey olmuş değildi, bu talihsiz tesadüfler ve acılar silsilesi Hazer ortaya çıkar çıkmaz bitecekti. Demek ki halletmesi gereken bir işi vardı, halleder halletmez dönecekti. 

"Mutluluk çok yakınında, uzağında olduğunu düşünme, uzağına gider Safir. Mutluluk yakınında..." 

Mutluluk yakınımda, yolda, bir yerde ama bir şekilde bana doğru geliyordu. Belki yavaş, belki zor bir şekilde ama geliyordu, emindim. Uzağımda değil, yakınımda. 

Ne kadar zaman geçti, saymayı, takip etmeyi bıraktım. Leyla telefonumu getirip yanıma bıraktıktan sonra kulaklarımı dikip birilerinin aramasını bekledim. Uyumadım ama sanki uykudaymış gibi bir bilinçsizlik halindeydim. Leyla'dan sonra Gazel de geldi, elinde bir süt ve kek dilimleri vardı. Yemem için o kadar ısrar etti ki doğrulup bir parça yedim. O gittiğindeyse banyoya zor yetiştim, kusup elimi yüzümü ağlayarak yıkadım. 

Yatağa geri döndüm ve battaniyenin altına girip kendimi tekrardan o bilinçsizliğe bıraktım. Zamanı takip etmiyordum, yalnızca anılarımızı, hatıralarımızı, hayallerimizi düşünüyordum. Sanki uzun bir yolculuğa çıkmıştım, trende, cam kenarında oturuyor, yalnızca oraya varana kadar hayallerimi düşünüyordum. 

Zamanın dışında boşluğun içinde... 

Akşam mı oldu sabah mı bilemeden vaktimi geçirdim. Odaya girip çıkanlar, konuşanlar, söylenenler, çalmayan telefon, bağrışlar, Leo'nun ağlayışları... Sanki hepsi başka bir dünyada oluyordu, benim olmadığım bir dünyada. 

Uyuyakaldığım bir zaman dilimi hatırlıyordum ama ne kadar sürdüğünü bilmiyordum. Gözlerimi o uykudan nefes nefese açıp yataktan fırladığımda yine kendimi banyoda buldum ve elimi yüzümü yıkayıp geriye döndüğümde ilerleyen dakikalar boyunca yatağa oturup ağladım. 

Gazel geldi, 

Leyla geldi, 

Behram geldi. 

Bir gün oldu, iki gün oldu, gece oldu, sabah oldu, süt içtim, tuvalete gittim, hepsinde dönüp ağlamaya devam ettim. Leo yanıma geldi, yatağa çıkıp saçlarımı okşadı. Zaman bir şekilde geçti, Hazer'siz... ama geçti. 

Kerem'i, getireceği bir haberi bekledim ama gelmedi. Dakikalar, saatler, günler geçti ama kapımdan içeriye bir o gelmedi. 

Sonra Eylül bitti, Ekim geldi. 

O gece, yatağın içinde dönüp kıvrandığım gece nasıl oldu, neden oldu bilmiyorum ama bulanık uykumdan bir bağrışla uyandığımda, odanın içerisi tamamen karanlıktı. Sırtımı fırlar gibi yataktan kaldırıp boğazımı sıkarken, ne olduğunu anlayamadan ışıkların yandığını ve çocukların bağrışımla beraber koşup geldiklerini anladım. Kapıyı açmış, şaşkınca, nefes nefese bana bakıyorlardı. 

"Hazer..." 

Çocukların benimkine benzer kederle iç çektiklerini, Gazel'in koşarak yanıma geldiğini, Leo'nun Behram'ın arkasına saklanarak ağladığını duydum. Gazel yatağa çıkıp bana sarıldığında, kollarımı ona dolayıp başımı boynuna bastırdım ve hıçkırıklarımı onunla paylaştım. Diğerlerinin kapıda durup üzgünce bize baktığını hissederken, Gazel'in tişörtünü yumruklarımın içine alıp, "Çok kötüydü," dedim, kâbusu anımsayarak. "Çok kötüydü Gazel." 

"Az kaldı canımın köşesi, geçecek..." 

Ona sımsıkı sarıldım, Hazer'e ne kadar sarılmak istiyorsam o kadar sarıldım Gazel'e. Omuzlarım ileriye geriye sallanırken, Gazel'in ellerini sırtımda hissettim. Gelinliğimin üzerinden sırtımı okşayıp kulağıma sürekli fısıldadı. "Geçecek, yemin ederim geçecek. Bak, Kerem eve girmiyor, çocuk günlerdir izini sürüyor olayların. Geçecek bebeğim, n'olur dirayetli ol..." 

"Özür dilerim, özür dilerim... Sizi de bu halimle perişan ediyorum..." kelimeler sayıklar gibi çıkıyordu dudaklarımdan. 

"Saçmalama," diyen Behram'ın sesini duydum ve bize yaklaştığını anladım. "Bizim canımızda can gidiyor aslında siz böylesiniz diye. Hadi Safir, biraz kalk da bize karış, açıl, toparlan..." 

"Biliyorum, hiç mantıklı davranmıyorum ama... sağa dönüyorum o, sola dönüyorum o... Yokken bile o... Gözüm hiçbir şeyi görmüyor." 

"Biliyorum." Gazel ellerini sırtımdan çektiğinde kendimi yine boşlukta hissedip daha sıkıu sarıldım ama çenemi tutup yüzümü geriye çektiğinde gözlerinin içine bakmak zorunda kaldım. "Fakat böyle devam edemezsin, ayağa kalkmalısın." 

"Nasıl yapacağım?" 

Behram'ın elini omzumda hissettim, sanırım bana ilk kez bu kadar yakındı. Gerçekten abim omzumu sıvazlamış gibi hissedip dönüp ona bakarken, "İlk kez bu gelinliği çıkarmakla başlayalım," dedi Gazel. Hızla kafamı ona çevirip gelinliğimi tuttum. "Ama... Hazer, ben çıkaracağım demişti..." 

"Daha sonra giyersin, yine çıkarır," dedi Gazel, sesi benim kısık sesime oranla keskin, kendinden emindi. "Duşunu alıp temiz kıyafetlerini giyiyorsun, ardından bir şeyler yiyeceksin." 

Geri çekilip omuzlarımı silktim ve gelinliğimin eteklerini düzeltip duvardaki saate baktım. Üçtü, sabaha karşıydı. Belki bu gece gelirdi, çünkü sabaha karşı geleceğim demişti, hangi sabah olduğunu söylememişti. "Bu gece de bekleyeceğim," dedim boğazımdaki yanmayla. "Bu gece de..." 

"Safir, sen böyle korkak bir kız değilsin." Behram'ın sesini duymamla beraber gücenik bakışlarımı ona çevirdim. "Gerçeklerle yüzleşmek istemediğin için yorganın altına saklanan bir kız olduğunu hiç düşünmemiştim." 

Ellerimle gelinliğimi sıkarken seğiren çenemi dikleştirdim. "Ben korkak birisi değilim." 

"Neden günlerdir yorganın altına saklanıyorsun o zaman? Acı çektiğin için mi? Gözlerini açıp yanında onu görmek istiyorsun, göz açıp kapayıncaya kadar her şeyin bitmesini istiyorsun." Kelimeleri kulağımda bir kereden fazla çınladı. "Her sorun bitsin, ben yalnızca yorganın altında kalayım istiyorsun. Mücadeleci bir ruhun olduğunu düşünmüştüm, yanıldığıma üzüldüm doğrusu." 

Yorganın altına saklanmak küçükken hep yaptığım bir şey aslında ama şimdi... Şimdi de öyle mi yapıyordum, saklanıyor muydum? Onların önünde gözyaşlarımı dökmeye devam etmek istemediğim için arkamı dönüp sessiz kaldım. 

"Tamam, biraz daha yalnız kalsın," dedi Leyla, yumuşak bir sesle. 

Behram'ın iç çektiğini, arkasını döndüğünü görürken, yataktaki ağırlığında hafiflediğini hissettim. Gazel kalkmıştı, kalmadan önce saçlarımı öptüğünü anladım. Kollarımı ovuşturarak gardıroba bakarken, Leyla'nın ardından çıktıklarını gördüm; gece vaktiydi ama onlar da uyumamış, sürekli tetikte bekliyorlardı. Gerçekten öyle miydi? Kalkıp hiçbir şeyle yüzleşmiyor muydum? 

"Abla... Ben kalabilir miyim?" 

Leo'nun sesini duyduğumda, dolu dolu bakan gözlerimi yavaşça kapıya çevirdim. Kapının ağzında, ürkek şekilde bana bakıyordu. Pijamalarının içindeydi, uykusundan uyanmıştı. Saçları dağınık, masum bakışlara sahip gözleri kızarıktı. "Gel tatlım." 

Dudağının kenarında küçük bir gülüş belirdi ve kapıyı kapatıp yanıma yürüdü. Yatağa tırmanıp yanıma oturduğunda elimi kaldırıp başına koydum. “Uykundan uyandırdığım için... çok üzgünüm." 

"Bir şey oldu sandım sana, çok korktum." Sanırım ona uzaklığımdan olsa gerek başını omzuma yaslarken çekingen davrandı ve bu vicdanımı büyük ölçüde huzursuz etti. Ona gülümsedim ki iyi hissetsin. "Seninle uyuyabilir miyim? Belki aynı rüyayı görürsek rüyada korurum seni." 

"Siz erkekler bayılıyorsunuz değil mi birilerini korumaya..." eğilip saçlarının üzerinden öptüm. "Çok centilmensin, teşekkür ederim." 

"Centilmen ne demek, eniştem de öyle olmamı söyleyip duruyor. Ona tamam diyorum ama aslında ne dediğini anlamıyorum." 

Hazer'in Leo'yu iyi şekilde eğitme çabasının farkındaydım. Duygulanıp onu yanıma biraz daha çektim. "Enişten de bu kelimenin anlamını bilmediğini biliyordur tatlım ama bu şekilde öğrenmen için sana bunu söylüyordur." 

"Anlamadım." 

"Çok tatlısın, seni yalnız bıraktığım için... güceniyor musun bana?" 

"Hayır ablacığım, yalnız değilim ben. Hem... Sen beni yalnız bıraksan bile ben geceleri yanına geliyorum, üstünü örtüyorum, saçlarını da okşuyorum." 

"Tatlım..." yanağından öptüm. "Hissettim geçen gece." 

"Eheheh." 

Gülüşü çok şirindi, bir nebze olsun iyi hissettirmişti. Dudaklarımı yanağından çekip elimin tersiyle yüzümü kuruladım ve onu koltukaltlarından tutup yatağın başına dek çektim. Sevimli bir yüz ifadesiyle bana bakıyordu. Sevilmek için hiç yaramazlık yapmayan bir çocuktu. Battaniyeyi üstüne doğru çekip ben de onun yanına uzandım ve başımı onunla aynı yastığa koydum. "Bugün Gazel ablamın çocuğuyla konuştum, elime tekme at..." 

"Yaa," dedim dudaklarım kıvrılırken. Gazel hamileydi ve ben... ona destek olmak için ne yapıyordum. Koca bir hiç. Utanıp bakışlarımı önüme çevirdim. "Kardeşin sayılır o." 

"İnşallah kız olur, Rüya kadar da güzel olur belki..." 

Cinsiyeti... Sahi cinsiyetini hâlâ öğrenmemiş miydi? Sormamıştım bile, yeterince ilgilenememiştim. "Kız ya da erkek... Çok güzel olacağına eminim." 

Kollarını battaniyenin içinden bana sarıp esnedi ve gözlerini yavaşça kapattı. Keşke birisi de bana Hazer'in geleceğini söylese ve ben de huzurla gözlerimi yumabilseydim. 

Dudaklarım onun alnında kalırken, gözlerimi pencereye diktim ve güneşin doğmasını bekledim. Ya da bu yalandı, ben doğrudan Hazer'i bekliyordum. Bir türlü gelmiyordu, kaç sabah daha beklemeliydim, bilmiyordum. Haklılardı, buna bir son vermeli, hayatımın iplerini daha sıkı tutmalıydım. Tamam, bu gece sondu, bu geceden sonra onun sabaha karşı geleceğine dair umutlarımı bir kenara bırakmalıydım. 

"Mutluluk çok yakınında Safir, uzağında olduğunu düşünürsen uzağa gider, çok yakınında..." 

Gecenin devamında gözlerimi yummadım, sabahı kovaladım. Kulağım hep telefonda, kapıdaydı ama her ikisi de çalmamıştı. Bu sabahta gelmeyeceğini içten içe biliyordum ama kabullenmek zor oldu. Bir şeyleri kabullenmek... Belki de ben bunu yapmıyordum, kaçıyordum, oysaki yeterince cesur olduğumu düşünmüştüm... 

Sabah ışıklarının görünmeye başladığı sırada battaniyeyi üzerimden kaldırdım ve bacaklarımı yataktan aşağıya bıraktım. Kirli ayaklarımı görünce utandım ve parmaklarımı yere değdirip bir süre oturdum. Gözlerimi ceketine diktim ve elimi uzatıp okşadıktan sonra oturduğum yerden kalktım. 

"Tanrım, bacaklarım..." 

Bacaklarım inanılmaz kasılmıştı, bir an beni taşımayacaklarını düşündüm ama ikinci adımdan sonra kan akışım başladı. Çıplak ayaklarımla odanın içerisinde ilerledim ve ne yapacağımı, nereye gideceğimi bilemeyerek etrafıma bakındım. Önüme düşen dalgalı saçlarımı kulağımın arkasına koydum ve ellerimi etrafıma sarıp odanın çıkışına yöneldim. 

Günler sonra ilk kez odamızdan dışarıya adım atıyordum. 

Gelinliğimin kuyruğu da beni takip ederken koridorda usulca yürüdüm. Ev büyük bir sessizliğin içinde kaybolmuştu adeta. Attığım adımlar yeterince yere basmıyor gibiydi, boşluktaydı. Kendime gelebilmek için omuzlarımı dikleştirdim ve koridor bitimine gelince ahşap merdivenleri indim. 

Evimizi seviyorum. 

Çıplak ayaklarım basamaklarda ufak sesler çıkarıyordu, ev ölü gibiydi. Bu evin kahkahalarımızla dolmasını seviyordum. Birkaç basamak daha indiğimde bakış açıma önce salon, sonra Gazelle Behram girdi. Behram namaz kılıyordu, sabah ezanının sesini duymuştum. Gazel'se koltuğun üzerinde, eliyle karnını okşayarak Behram'ı izliyordu. 

Her nedense içimizdeki tek ümidin, umudun o olduğunu hissettim. 

Gazel'in ellerini çözdüğünü gördüğümde bakışlarını takip ettim ve Behram'ın seccadesini katladığını gördüm. Seccadeyi koltuğun kenarına koydu ve dizlerinin üzerinden kalkmadan uzanıp Gazel'in karnından öptü. Gazel onun yanaklarını tuttuğundaysa hafifçe yükselip dudağının kenarından öptü. 

"Abdestini bozdum," diyerek gülümsedi Gazel. 

"Hayır," derken eğilip bir daha Gazel'in karnından öptü Behram. Sesi bile yorgundu, bakışı, oturup kalkması, nefes alışı bile yorgundu sanki. "Namazımı kılarken beni dik dik izleme demedim mi ben sana? Dikkatimi dağıtacaksın bak, günah kızım..." 

Gazel esnedi ve yorgun yüzünü ovuştururken Behram'ın saçlarını düzeltti. Uykusuzlardı, yanımdan ayrılıp evlerine gidemiyorlardı. "Seni izlemek hoşuma gidiyor, çok huzurlu görünüyorsun." 

"İbadet ederken öyle hissediyorum çünkü." 

Gazel onun gözlerinin kenarlarını okşadı. "Çok yorgunsun." 

"Hazer'i çok merak ediyorum Gazel, gözüme uyku girmiyor ki..." 

Gazel'in tişörtünün üzerinden karnını bir daha öpüp dizlerinin üzerinden doğruldu ve kendini Gazel'in yanına atarken, bakışları tesadüfi şekilde benimle birleşti. Utanıp bakışlarını kaçırmasını izlerken Gazel de gözlerini kırpıştırıp onun bakışlarını takip etti. Beni gördüğünde ağzı açıldı ve oturduğu yerden fırlayıp yanıma doğru koştu. "Gelinliği," dedim ve tamamlamak için yutkundum. "Çıkarmama yardım edebilir misin?" 

Gazel rahatlamış görünerek elimden tuttu. "Hi, buz gibisin... Gel, gel sıcak bir duş alalım." 

"Benim de yapabileceğim bir şey var mı?" Diye sordu Behram, derhal. 

Gözlerimi çevirip teşekkür eder gibi baktım. "Bilmiyorum, bundan daha fazla ne yapabilirsiniz, gerçekten bilmiyorum." 

Behram ellerini önünde birleştirip başını önüne eğdi. Bitkin, fersizdi. "Hiçbir şey yapabildiğimiz yok." 

Yanımda olmaları bile yetiyordu, bu konu hepimizi aşıyordu çünkü. Benim kaprislerimi, kırık kalbimin sebep olduğu dengesizliğimi gönüllü çekiyorlardı. “Öyle deme Behram," dedim, artık benim de bir şeyleri ele almamın zamanı gelmişti. "En başta, durmadan onun için dua ettiğine eminim." 

Mahcupmuş gibi başını biraz daha eğdi. "Tek yapabildiğim bu işte." 

Gazel Behram'a şefkatli şekilde gülümseyerek bana döndü. "Gel canım, hazır sen biraz kendine gelmişken banyoda yardımcı olayım sana." 

Başımı salladım ve onunla az önce indiğim basamakları çıkıp koridoru yürüdüm. Kerem evde yoktu, çıkıp gittiği o günden beri neredeyse hiç gelmemişti. Bir şeylerin peşindeydi, bazen Behram'ın da onunla gittiğini duymuştum. Gazel odanın kapısını yavaşça açtığında, odaya girdim ve Leo'ya baktım. Uyuyordu. 

"Beyaz olsun," dedim yalnızca. 

"Sana en çok yakışan renk!" 

Seçtiği kıyafetleri yatağın üzerine bırakıp bana döndü ve gözlerimin içine bakıp onayı aldıktan sonra yavaşça arkama geçti. Gözlerimi kapattım ve Gazel inci düğmeleri çözerken, dudağımın aşağıya doğru sarkmasına mâni olamadım. Böyle hayal etmemiştim. Bu gelinlik üzerimden çıkarken heyecanlanacağımı, utanacağımı, Hazer'in omuzlarımdan başlayarak beni öpeceğini düşünmüştüm... 

Birbirimize teslim olacağımız bir gece olacağını düşünmüştüm. 

"Gel canım..." 

Gazel'in sesiyle beraber irkilip başımı salladım ve kollarımı göğsümden çekip gelinliğin üzerinden kaymasına izin verdim. Çok sevdiğim gelinlik yere yumuşakça düştüğünde içinden çıktım ve eğilip gelinliği aldım. Özenle yatağın ucuna bıraktım ve bornozumu aldıktan sonra utandığım için kollarımı kendime sarıp hızla banyonun yolunu tuttum. 

"Yardım edeyim mi canım?" 

Banyonun kapısını açıp içeriye girmeden önce bir an duraksadım. "Teşekkür ederim Gazel. Lütfen... asıl sen kendine ve... bebeğine dikkat et." 

Kapıyı kapatıp sırtımı soğuk zemine yasladım. Elimi duvara götürüp düğmeyi aradım ve etraf aydınlandığında banyonun içine doğru, beyaz çamaşırlarımla ilerledim. Aynanın önünden geçerken kafamı kaldırıp kendime baktım. 

Ürkütücü görünüyordum. 

Dudaklarım, hissettiğim hayretle aralandı. Yüzüm bembeyaz ama göz altlarım adeta mordu. Elimi yüzüme götürdüm ve çillerimin üzerinden, kurumuş, çatlak dudaklarımın üzerinden geçtim. Sanki çirkinleşmiş, ölüye dönmüştüm. Saçlarım darmadağınık, kirliydi. Yanağımda yastık izi duruyordu. Elimi saçlarıma götürdüm ve okşayarak bu halime hayretle bakmaya devam ettim. 

"Güzelleşmem lazım, Hazer birkaç güne döner..." 

Kendi kendime başımı salladım ve titreyerek duşa kabine ilerledim. İçeriye girip suyu ayarladım ve kendimi sıcak suyun içine bırakıp gözlerimi yumdum. Su, neredeyse donmuş bedenimi, tutulmuş kaslarımı çözerek vücudumdan aktı. Gözlerimi açıp kafamı sola çevirdim ve hep kullandığım şampuanı alıp saçlarıma döktüm. Yoğun şekilde, adeta diplerini acıtarak saçlarımı yıkadım. Bunu ikinci, ardından üçüncü kez tekrarlayıp vücudumu sabunladım. Hazer'in dediği gibi saçlarım çok uzamıştı, neredeyse belimi geçiyordu. Durulandıktan sonra sıcak suyun altında bir süre dikildim. Artık yaralarımı görmüyorum zaten, Hazer hepsini kaybetti. 

Acıların üstünü çizikler çekti, bir şekilde silip yok etti. 

Sırtımı fayansa yaslayıp suyun altında, vücudum mayışıp, kaslarım adeta eriyene dek kaldım. Hücrelerimin yenilendiğini hissediyorum ama hâlâ kötüydüm. Yüzümü, temizlenmesini için o kadar yıkamıştım ki, kıpkırmızı olduğuna emindim. Bir süreden sonra parmaklarım buruş buruş olduğunda, suyu kapattım ve kabinden çıkıp dolabın üstüne koyduğum havluya ilerledim. 

Bornozu geçirip başımı kaldırdım ve bir de şimdi aynadaki yansımama baktım. Yüzümden damlalar akıyordu, köprücük kemiğimde de su birikintisi vardı. Cildim o soluk beyaz haline geri dönmüştü, ek olarak kızarıktı. Bornozun kuşağını bağladım ve çillerime parmak uçlarımla dokunup zamanın bıraktığı hatıraları okşadım.

"Kendine gel Safir, kendine gel. Bu kadar insan bunu diyorsa... doğrudur." 

Silkelendim ve saçlarımı küçük bir el havlusuyla kurulayıp fırçayla düğümlerini açtım. Yavaşça taradım, saçlarıma özen göstermeyi severdim. Gözlerimin içleri kıpkırmızıydı, geçmeleri için bir şey yapmak bile istemiyordum. Saçlarımı taramayı bitirdikten sonra bornozumla banyoyu terk ettim. 

Odaya geçtiğimde Leo'yu yatakta bulamadım, üstelik içerisi daha da aydınlıktı şimdi. Yavaşça giyinip Gazel'in benim için seçtiği beyaz tişörtle, düz siyah pantolonu bacaklarıma geçirdim. Kendime dair bir özenme isteğim yoktu, yalnızca... kurdele takmak istiyordum. 

Belki gelip saçımdan alırdı. 

Makyaj masama ilerledim, artık bu eve gönül rahatlığıyla kendi evim diyebiliyordum. Rafı açıp sayısız kurdelemden birini çektim ve saçlarımın yarısını toplayıp kurdeleyi özenle bağladım. 

Güvende, diye teselli ettim kendimi. O senin kalbinde ve orada güvende. 

Aynanın önünden çekilip yatağa geçtim ve beyaz örtüsünü düzenleyip ceketini kibarca kenara koydum. Leo aşağıya inmiş olmalıydı, çocuğum da huzursuzdu. Telefonumu aldım ve bir ümit ekrana baktım, onun fotoğrafının olduğu ekranda herhangi bir mesaj, arama yoktu. "Kötü bir şey olsa... mutlaka duyardın Mila, böyle düşün." 

Böyle düşünmekte fayda etmiyordu, gözyaşlarım uzun süredir göz pınarlarımda bekliyordu. Telefonu avucumda sıkıp yatağa sırt çevirdim ve odadan çıktım. Ayaklarım üşüyordu ama bu his ona daha yakın hissetmemi sağlıyordu. Merdivenleri indiğimde Behram'ın camın önünde telefon konuşması yaptığını, Gazel'in de Leo'ya bir şeyler yedirdiğini gördüm. Son basamaktan da inmemle beraber başlarını bana çevirdiler ve Leyla tezgâhın önünden bana doğru yöneldi. "Aa, kalkmışsın." 

"Banyo bile yaptı," dedi Gazel.

Leyla'ya gülümsedim ve salondaki yenilenmiş koltuklarımıza yöneldim. Geçip koltuğa otururken, "Ablacığım," dedi Leo, ağzı dolu dolu. Tezgâhın etrafındalardı, yalnızca Leo yiyordu. "Gel, sana ballı ekmek süreyim." 

Leo dünyanın en tatlı çocuğu olabilirdi. 

"Sen benim yerime de ye." 

Yüzü düştü ama gülümsemeye çalıştı. Önüne dönüp tezgâhın altındaki ayaklarını sallarken, Gazel de elindeki ekmek dilimini onun ağzına uzattı. Leo hiç şikâyet etmeden yiyor, Leyla ve Gazel de endişeli gözlerle bana bakıyordu. Onlara özür diler gibi bakarken, "Tamam Kerem," dediğini duydum Behram'ın ve hızla başımı ona çevirdim. Gözlerim umutla kocaman oldu. "Geliyorum dostum." 

Nereye gidiyordu? 

Behram telefonunu kapatıp arkasını döndü ve yüzünde daha canlı bir ifadeyle bana gülümsedi. Ayağa fırladım ve yanına doğru yürüdüm. "Ne... Ne dedi Kerem?" 

Behram sanki beni umutlandırmaktan korkar gibi sakin, yumuşak bir şekilde konuştu. "Heyecan yapma, dur bir. Kerem kamera kayıtlarının peşindeydi, hastane yönetimi polislere verdik, size veremeyiz, diyerek uğraştırıyordu. Avukatta izin falan almaya çalışıyordu. Kerem günlerdir ikna etmek için hastanenin açığını falan arıyordu işte... Şimdi de bulmuş, gidip adamlara ya kayıtları gösterirsiniz ya da bunları polise veririm demiş." Kulaklarım her kelimeyi şaşkınca dinliyordu, soluklandı. "Beni de çağırıyor, gel beraber izleyelim, benim gözümden bir şey kaçar, belki sen görürsün diyor." 

Bu... güzel bir haber olmalıydı, çünkü neyin ne olduğunu tam anlayamadığım için gelişmelerin ne kadar iyi olduğunu çözemiyordum. Gazel ve Leyla'nın sevinçle yerlerinden doğrulduğunu gördüm, demek ki onlar da bu gelişmeleri yakından takip ediyorlardı. Dudaklarımı büzerken, Behram konuşmaya devam etti. "Odanın kamera kaydı yok, yalnızca koridorun var. Dolayısıyla odanın kapısı da görünüyor, bu şekilde odaya kimin girip çıktığını kayıttan görebiliriz. Belki polislerin ihtimal vermediği birisi yapmıştır, Hazer kaçtığı için polisler doğrudan ona yoğunlaştı ama belki başka iş vardır." Bana güç verir gibi gülümsedi. "Belki de Hazer'in kaçmasını açıklar." 

Hararetle başımı sallayıp parmaklarımı kıvrılan dudaklarıma yaslarken, "Tamam, harika," dedi Gazel. "Diyelim birinden şüphelendik, kanıtladık... Hazer neden bunu kanıtlamak yerine ortadan kayboldu?" 

"Korkmuştur," deyiverdim. 

"Çocuk mu bu adam Safir?" Dedi Leyla. 

Yüzümü asıp omuzlarımı silktim. Hazer eli ayağına karışan birisiydi, duygularını söylemek, birine karşı savunmaya geçmek için cesurdu ama katil damgası yemek... onun en büyük korkularından birisiydi. Gazelle Leyla belki bu korkudan, Âdem olayını bilmedikleri için haberdar değillerdi ama ben biliyordum o damgayı yemekten ne kadar utandığını. Belki tekrar katil damgası yemekten korktuğu, utandığı için kaçmış, suçsuzluğunu ispat edebileceğine güvendiğinde dönecekti. 

Beni de alacaktı belki ama... o gece polisler evin etrafındaydı. 

"Korkmuştur," dedi o sırada Behram, sesi düşünceliydi. O da biliyordu Adem'i, bu damganın Hazer'i ne kadar üzdüğünü. Bir ortama girdiğinde bunun kendisini ne kadar rencide ettiğini, davetlere bu sebepten az katıldığını... Bana anlayışlı gözlerle baktı. "Evet, Hazer dışarıdan çok cesur, korkusuz görünüyor, öyledir de tabi ama... hepimizin gibi onun da zaafları, kaçtıkları, korktukları var. Ama benim için rahat, kalbim ferah. Bir şekilde hissediyorum Hazer'in suçsuz olduğunu." 

"Ben de," dedim derhal. "Düşünmeyeceğim, onun suçlu olduğunu düşünmeyeceğim." 

"Ne suçu abla?" 

Kimse Leo'ya bir cevap veremeyeceği için bir an derin sessizlik oluştu ve akabinde Behram yanımdan çekilip koltuğun kenarındaki ceketine uzandı. Bakışlarımla onu takip ederken, "Ben de geleyim," dedim derhal. Hatta portmantoya gidip ayakkabılarımı giymek için harekete geçiriyordum ki, "Hayır," dedi Behram direkt. "Sen kalıp dinlen, betin benzin atmış. Biz izleyelim, sana da gelip anlatı..." 

"Hayır," dedim sözünü keserek. Omuzlarımı dikleştirip kararlı şekilde portmantonun kapaklarını açtım. "Geleceğim. İzin verirsen eşim hakkında ne yapacağıma kendim karar vereyim." 

İç çekişler duydum ve akabinde, "Hadi gidelim Memati," diye bana takıldı Behram. 

"Ağağağağa." Leo'nun gülüşü... 

Leyla'nın Leo'ya güldüğünü gördüm. "Kocam gibi gülüyor, duydunuz mu?" 

Portmantodan kot ceketimi aldım ve üzerime geçirip ayakkabılarımı giymek için eğildim. Hızlı hızlı bağcıklarımı bağlayıp doğrulduğumda, hepsinin bana baktığını gördüm. Önüme gelen saçımı hızla arkama atıp ellerimi sıkıp gevşetirken, Behram da yanına dönüp eğildi ve Gazel'in yanağından öptü. "Bebeğimiz iyi mi?" 

"Evet, bugün çok uslu." 

Behram Gazel'in karnını okşayıp ondan ayrıldı ve yanıma yürürken Gazel de onu takip etti. Behram ayakkabılarını giyerken, Gazel de beni kollarının arasına alıp saçlarımdan öptü.

"Çekil Gazel, ben de sarılayım." Leo Gazel'i geri çekip bacaklarıma yapıştı. Onunla aynı hizaya geldim ve tüm bitkinliğime rağmen bir gülümseme armağan edip yanağını, saçlarını okşadım. İlgi görmek onu çok mutlu ediyordu, gülümsemesi kızarık yanaklarının altında küçük küçük görünüyordu. 

"Memati," dedi o sırada Fıstık.

"Görüşürüz Memati," dedi Leo da, ben ondan ayrılırken. 

Ona ve diğerlerine gülümseyip Behram'ın arkasından evden çıktığımda, gün ışığı acıyan gözlerimi yakmaya başladı. Kot ceketimin bilek kısımlarını avucumun içine alıp Behram'ın arkasından bahçeden çıktım ve kapının önünde duran arabasına yöneldim. Koltuğa, Behram'ın yanına oturup ellerimi önümde birleştirdim ve çok çabuk oraya varmayı diledim. 

Hazer'i gördüğümde ona onu ne kadar çok sevdiğimden daha çok bahsedecektim. 

Araba yola atıldığında avuçlarımı kendim bile farkında olmadan açıp dua etmeye başladım. Yapabildiğim tek şeyin bu olması hüzne boğuyordu. Araba bir hastanenin bahçesine girdiğinde gerildim ve aynı zamanda çok heyecanlandım. Bu yüzden neredeyse araba durmadan kendimi koltuktan dışarıya attım ve etrafıma bakınıp Kerem'i aradım. "Yukarıda," dedi Behram, arabasının kapısını kapatıp. 

Yaramazlık yapmış bir çocuk gibi utanıp Behram'ın peşine düştüm. Ellerimi, adeta kırar gibi, sertçe ovuşturuyordum. Gerginlikten terlemeye başlamıştım. Hazer'in suçsuzluğunu kanıtlayacak o şeye sahipsek korkularım yarı yarıya azalacaktı. 

"Buradan yenge." 

Behram'ın sesine kulak verip sol taraftan döndüm ve nereye girdiğimize bile bakamadan onu takip ettim. Behram da etrafını inceliyor, sanki bir yer arıyordu. Sonunda bir kapının önünde durduğunda onunla beraber durdum ve Behram kapıyı açtığında, kocaman aralanan gözlerimi içeriye doğrulttum. İçerisi bir kamera gözlem odasıydı, birçok bilgisayar ekranı vardı ve Kerem bir güvenlik görevlisinin yanında oturuyor, ekrana bakıyordu. 

"Kerem?" 

Kerem ve güvenlik görevlisi bu tarafa döndüğünde, tırnaklarımı avuçlarıma batırıp içeriye doğru bir adım attım. Kerem Behram'ın yanında beni görmenin şaşkınlığıyla ağzını kapatıp açtı ve sonra iç çekip koltuğundan kalktı. "Hiç şaşırmadım aslında," dedi, yanımıza doğru gelip. Gözleri benimkilerden bile kırmızıydı, hiç uyumadığı belliydi. Göz altları şişmiş, sanki birkaç günde zayıflamıştı. "Ne işin var senin burada?" 

"Ben de bir şeyler yapmak istiyorum." 

Kafasını sallayıp Behram'a döndü ve onunla selamlaştıktan sonra bilgisayarların olduğu tarafa döndü. Biz de Behramla beraber birkaç adımda bilgisayarlara yaklaştığımızda, Kerem güvenlik görevlisinin omzundan sıkarak, "Hadi, sen bir çık, beş dakika sonra gelirsin,” dedi.

"Kızarlar abi, burada kalayım..." 

"Çık lan çık," dedi Kerem, hiç tahammülü kalmamış gibi. Onun bağırdığını ilk kez duymuştum galiba. 

Koltuk çekilme sesi geldi ve az sonra kapı açılıp kapandı. Kerem bize dönüp yanına çağırdı ve hevesle bilgisayar ekranına yaklaştığımızda, masaya eğilip bilgisayarları karıştırdı. Şu an tüm bilgisayarlar hastanenin başka bölgelerini gösteriyordu, koridorlar, yemekhane, bahçe... 

"Şu bilgisayara yönlendireceğim görüntüyü." Kerem işaret parmağıyla sol taraftaki bilgisayarı işaret ettiğinde Behramla aynı anda başlarımızı o tarafa çevirip ekrana odaklandık. Ellerimi o kadar sıkı tutuyordum ki, canım acıyordu.

Kerem'in heyecanlı ekrana odaklandık. Nefesimi tutup elimi bilinçsizce ekrana uzattım. Ekranda koridor ve iki odanın kapısı görünüyordu. Kerem, "Sol taraftaki oda," diyerek bizi bilgilendirdiğinde tamamen o odanın kapısına odaklandık. 

Koridordan insanlar geçiyordu, doktorlar, hemşireler... Kimse o kapıya yaklaşmıyordu. İlk birkaç dakika nefes nefese o görüntüleri izledik ama az sonra Kerem görüntüleri hızlandırdığında, hiçbir ayrıntıyı kaçırmamaya çalıştım. Odanın kapısını açan ilk kişi bir hemşire oldu ve kısa sürede çıktı. Hemşire veya doktorlardan başka birini... 

Tam bunu düşünüyordum ki, koridora birinin girdiğini görerek onu takip ettim ve o canavarın odasının önünde durduğunda, hepimiz şaşkınlığımızı belirttik. Kerem kısık sesli bir küfretti ve Behram kafasını ileriye uzatıp ekrana daha yakından baktı. Adamın yüzü görünmüyordu, başında bir şapkası vardı ama genç, dinç birisi olduğu belliydi. Endişeli görünmüyordu, rahat bir şekilde kapıyı açıp içeriye girmişti. 

"Kim bu sikik," dedi Kerem, kendini tutamayarak. 

Sanki onlar görmemiş gibi, parmağımı ekrana doğru sallayıp hararet içinde konuştum. "Hazer'den önce birisi girmiş işte! Ne... Ne belli fişi onun çekmediği! Kötü birisi o, düşmanları vardır!" 

"Bu adamı bulmalıyız," dedi Behram. Kerem kamera kaydını durdurup bize döndü ve hızlıca kafasını salladı. "Bulacağım her kimse, bulacağım." 

"Devamını da oynatsana," dedim ekrana dönerek. Az sonra kayıt kaldığı yerden oynamaya devam etti ve o adam on dakika kadar sonra başı eğik şekilde odadan ayrıldı. Yalnızca çenesinin çevresi görünüyordu, kimseye benzetememiştim. O adam kaybolduktan sonra da izlemeyi sürdürdük ve o adamdan yaklaşık on dakika sonra... koridorda Hazer göründü. 

Hazer, Hazer, Hazer'im... 

Koridora adeta koşar gibi, nefes nefese girmişti. Bunu gördüğüm an yaşlar gözlerimden boşandı ve ellerim hızla yüzüme kapandı. Hayır, bu görüntüleri izlemeye yüreğim dayanmazdı. Koridorda onu görür görmez kalbim nasıl da çarpmıştı.

"Safir, kurban olayım böyle yapma..." Behram'ın sesini duydum ve elini çekimser, belli belirsiz şekilde omzumda hissettim. "Ağlama artık, vallahi yüreğim dayanmıyor." 

"Günlerdir görmüyorum, bir an görünce..." ellerimi yavaşça yüzümden indirip yumruk yaptım ve dönüp onlara bakarak haklısınız der gibi başımı salladım. "Devam et." 

Kerem önüne dönüp bir tuşa bastığında kaçamak bakışlarıma cesaret yerleştirmeye çalışıp ekrana döndüm. Başımı çevirmemle Hazer'in oda kapısını açıp girmesi bir olmuştu, adeta fırtına gibiydi. Üzerinde damatlığı varken, hangi sebep onu düğün günümüzde buraya getirmişti ki? 

"Hüseyin denen şerefsiz sizin evleneceğinizi biliyordu, eğer düğün gününüzü de biliyorsa... Bir şey yapmış olabilir." 

Behram ağzının içinde bir şeyler mırıldanırken, "Ondan her şeyi beklerim," dedim tiksinti duygusuyla. "Ne de olsa canavar!" 

Kerem kaydı tekrar açtığında gözlerimi yine ekrana diktim ve Hazer'in o odadan çıkmasını bekledim. Kerem kaydı ileriye sardı biraz sonra kocam o kapıdan, nefes nefese çıktı. Kafasını kaldırıp etrafına, gözlerini eğip ellerine baktı. Korkmuş, kaygılı görünüyordu. Takımı dağılmış, kravatı çözülmüştü. Elini uzatıp gömleğinin yakasını çekiştirdi ve sonra sanki koridorda görünen hemşireye doğru atakta bulundu. Ama vazgeçti ve kafasını iki yana sallayıp, ellerine bakarak hızla koridoru yürüdü. Panik halindeydi, ellerini pantolonuna sürtüyordu. 

Canım benim. 

"Ve arabasına binip doğrudan düğün yerine geliyor," dedi Kerem, o videonun devamındakileri. 

Kamera kaydı, Hazer'in kayıttan çıkmak üzere olduğu o son anda durdu ve bakışlarım onun yüzüne odaklandı. Ağlama güdüsü dudaklarımı titretti ve gözyaşlarıma baskı uyguladı. Keremle Behram o adamı bulmaktan bahsederken, parmaklarım uzanıp ekrandaki yüzüne dokundu. Kalbimde güvendeydi ama ya dışarıda ona neler oluyordu, hâlâ üşüyor ve korkuyor muydu? Tanrım, onun göğsünün içine sığmayacak kadar büyük bir kalbi var, sırf bunun için bile merhameti hak ediyor. 

15 Ekim. 

Onun avuç kadar kalbine sığan ben, şimdi hiçbir yere sığamıyordum. 

Bedenlerimiz nerede olursa olsun kalplerimiz, beyinlerimiz olduğumuzu hayal ettiğimiz yerdeydi. Aslında hiçbir yerde olmamak bile Hazer'in yanında olamamaktan daha iyiydi. Dünyanın her yerinde olayım, herkese uzak düşeyim, gerekirse hiçliğin içinde kaybolayım ama Hazer'in uzağında kalmayayım. 

Kendi hayatımın iyiliği için duyduğum sabır, aşkım için duyduğum sabırdan daha fazlaymış. Kendi hayatımın mutsuzluğunu kabul edebilirmişim ama bu aşkın mutsuzluğunu kabul edemiyordum. Yatıyorum, uzanıyorum, dönüyorum, kalkıyorum, aynaya bakıyorum; paramparça hissetmeme rağmen tek parça olduğumu görüp hayrete düşüyorum. 

Gece ile gündüzü ayırt edemiyorum artık, o solgun ayın güneşten farkını göremiyorum. O kadar uzun süredir yatıyordum ki, yastığımda başım ağırlığında bir göçük oluşmuştu. Çarşaflar buz gibi, tıpkı kâbuslar gibi.

On gün daha geçmişti, takvim yaprakları bunu gösteriyordu. O günden sonra Behramla Kerem sürekli koşuşturmaca halindeydi, sık sık gidip geliyorlardı, her defasında bir haber bekliyordum ama elle tutulur bir şey bulamadıklarını söylüyorlardı. Vaktimin çoğunu odamızda geçiriyordum, çünkü karanlık olsa bile onun yokluğunda en aydınlık burasıydı. 

Bu sabah kaçta kalktığımı hatırlamıyordum ama az önce telefonuma bir mesaj düştüğünde neredeyse kalp krizi geçirecek kadar heyecanlanmıştım. Fakat mesajın Hazer'den değil de bugün başlayan üniversitemden geldiğini görünce hayal kırıklığına uğramıştım. 

Bugün üniversiteye gitmem gereken ilk gündü. İstikbalim için hayalini kurduğum o gün... 

Odamın kapısı açıldığında gözlerimi kırptım ve yastığımı yumruğumun içine sıktım. Kapı yavaşça kapandığında gözlerimi camdan çevirdim ve Gazel'e döndüm. Üzerinde tişört, düğmelerini kapamadığı bir gömlek ve pantolon vardı. Karnına baktım ve göbeğinin belirginleştiğini görünce dudaklarım titredi. 

"Hazırlandığını umut etmiştim," dedi, yanaklarını şişirerek. Sesindeki o sabır, yumuşaklık yerine bu kez kızgınlık ve gerginlik vardı. "Bugün kampüse gidecektin?" 

Doğru, Gazel benim hakkımdaki çok şeyi bildiği için bunu da biliyordu. Belli ki benim yerime de sevinmişti ama ben... kendimde bugün, o başlangıca dair umut göremiyordum. "Gerçekten bugün gidebileceğimi düşünüyor musun?" Dedim, kendimden umutsuzca. "Benim kendime karşı pek inancım yok da..." 

"Benim, senin yapamayacağını düşündüğüm hiçbir şey yok." 

Ben de kendim hakkında bunu düşünürdüm, kendim için cesurca adımlar atmayı severdim ama... bugün değil. 

"Kalk ve giyin Safir, seni okula bizzat ben götüreceğim." 

Gözlerimi kırpıştırarak dudaklarımı araladım. Sesi çok ciddi, kararlıydı. Ona karşı koymak için bir şeyler demek istedim ama ansızın yatağa yaklaşıp yorganı üzerimden çektiğinde yalnızca bakakaldım. Üzerimde beyaz bir elbise vardı, dün gece duş almıştım. Eğilip dirseğimden tuttu ve sırtımı yataktan kaldırırken, "Üzerine bir ceket alman yeterli," dedi benim hakkımda karar vererek. "Hadi hadi, doğrul!" 

"Gazel..." 

"Kusura bakma ama yaşadığın ruhsal buhranın ileride sana keşkeler dedirtmesini istemiyorum. Bugün üniversitenin ilk günü, sen de gideceksin." 

Kalkmadığımı gördüğünde bana kızgın bir bakış atarak dirseğimden tuttu ve zaten halsiz olduğum için doğrulmuş bulundum. Ayaklarım üzerinde durduğumda, bana kızgınca bakarak aynanın önüne doğru sürükledi. Ağzımı açtım ama yine müdahalede bulundu. "Başlayacağım aşkının ıstırabına demek istiyorum, şu haline bak." 

Bakışları aynanın üzerinden benimle kesiştiğinde, kendimi aynadan çok onun gözlerinde gördüm. Bitkinliğim, mutsuzluğum... Sevgi bazen, ölmez, seni ve beni öldürür. 

"Hazer için hepimiz çok üzülüyoruz ama senin burada yatman maalesef ki Hazer'in olduğu bu meçhul duruma fayda sağlamıyor. O yüzden ilk okul gününe git, kendini bundan mahrum etme." 

"Okula gitsem, derse girsem ne olacak ki Gazel, sanki bir şey anlayabilirim. Bugünü hiç böyle hayal etmemiştim." 

“Biliyorum, çok talihsiz şeyler yaşadın ama... kendisi için bu kadar mücadele etmiş bir kızın yarı yolda vazgeçmesi beni çok üzüyor. Hissettiğin keder, kendin için çabalamaktan vazgeçirmesin seni, lütfen." 

"Sence Hazer, kendine yaptığın bu haksızlıktan memnuniyet duyar mı? Bence üzülür ve suçluluk hisseder." 

Hazer... Sevgilim, eşim... Elbette bundan memnuniyet duymaz, kendini pekâlâ da suçlu hissederdi. Gazel çok haklıydı ama... hayata ve mücadelelere duyduğum sevgi ölmüştü, anlamadığı buydu. "Elbette suçlu hisseder, üzülür," dedim. 

"Hatta Hazer'i de bir kenara bırak," dedi Gazel, kafasını iki yana sallayarak. "İnsan her şeyden önce kendisi içindir, demez misin sen, insan kendi hayatının kahramanıdır. Âşık olabilirsin, üzgün ve kederli de olabilirsin ama sen en başta kendi hayatının insanısın. Hazer için yine üzgün ol, uyu, ağla ama gerektiğinde ben güçlüyüm, yaparım deyip gerekeni de yap. Çünkü güçlüsün." 

"Kendimi Hazer olmadan... anlamsız, açıklığa kavuşturulmamış, eksik hissediyorum." 

"Yani ağlamak, o canavarı bir şekilde mutlu etmek istiyorsun? Bir şekilde, dolaylı yoldan da olsa seni karanlığa itmesine göz yumuyorsun?" Tek kaşını kaldırmış, sen bu musun, der gibi bakıyordu. "Sen, yalnızca kendin istersen karanlığa düşecek bir insansın. Kendin için o kadar çabalıyorsun ki, seni karanlığa iten şey sadece kendi vazgeçişlerin olur. Sana bunları söylüyorum, çünkü aynaya dönüp kendime hiç söylemedim." Omuzlarımı daha sıkı tuttu. "Sen yapabilirsin Gazel diyemedim ama sen yapabilirsin Safir. Kaderini kimsenin vicdanına bırakmadın, işte bu yüzden sen yapabilirsin!" 

Yapabilirim ama Hazer olmadan neye yarar ki? 

"Sen Hazer'den önce de bir insansın, kadınsın, adeta savaşçısın Safir. O yüzden yorganın altına saklanmaktan vazgeç ve meydana çık." 

Elime kılıç almadan çıktım ben her savaşa, kalbimle. Kaybettiğim her savaş için de kalbimden biraz verdim, gerektiğinde kalbimden bile vazgeçtiğim bu mücadeleyi yarım bırakamazdım. En savunmasız olduğum zamanlarda bile güçlüydüm. Şimdi Hazer ve aşkım gibi savunmalarım, siperlerim vardı, daha da güçlüydüm. 

Gazel'e bakarken başımı aşağıya yukarıya salladım. 

Gülücükler saçtı. "Sen çok özel bir kadınsın." 

Dudağımı büktüm ve dönüp ona sarıldım. Birine sarılmaya çok ihtiyacım vardı, kalbimdeki anlamsızlıklar yığını yüzünden bitap düşmüştüm. Gazel de bana sarılıp saçlarımdan öptü. "Los quiero mucho Gazel." 

"Ben de seni canımın köşesi." 

Benim için dolabımdan bir ceket seçmesini izlerken aynanın önüne geçip kendime beyaz bir kurdele seçtim. Kurdeleyi özenle bağlayıp saçlarımı düzeltirken, Gazel de yanıma gelip yüzüme allık sürdü. Engel olmak istesem de çok solgun gözüktüğümü savunarak buna devam etti ve ceketi giymeme yardımcı oldu. Beyaz elbisemin üzerine kot ceketimi giydiğimde, "Yağmur yağıyor, şemsiye alalım," dedi Gazel. 

Suçu aylara atmayalım bayım. Bulutlar ağlamak istiyorsa, bırakın ağlasınlar. 

Başımı çevirip yağmurlu havaya bakarken onu öpen dudaklarımı okşayarak güçlü şekilde yutkundum. Odadan çıkmadan önce omuzlarımı dikleştirip kararlı şekilde başımı salladım ve Gazel'in ardından koridoru yürüdüm. 

"Ablam!" 

Leo o kadar içten bir şekilde ablam dedi ki, gözlerim direkt onu buldu ve yüreğim biraz olsun ferahladı. Alevlerin üzerinde bir soğuk hava esti sanki. Gazel'in ardından son basamağı da indim ve bana doğru koşan Leo ile aynı hizaya gelip sevgiyle yanaklarından öptüm. "Bir yere mi gidiyorsun ablacığım?" 

Leo geçtiğimiz hafta okula başlamıştı, sağ olsun benim haricimdeki herkes onunla ilgilenmişti ama ben... bir kez daha abla olmayı becerememiştim.. "Senin gibi okula gidiyorum!" 

"Ya!" Leo heyecanla gözlerini açıp bir sevinç nidası çıkardı. "Leyla ablam da birazdan beni götürecek!" 

"Biliyorum,” diyerek onunla doğruldum ve ileriye yürüdüm. Henüz formasını giymemişti, okula giderken oldukça istekli ve heyecanlıydı. İlk gün ürktüğünü ama ikinci günden sonra alıştığını söylemişti Gazel. "Bugün derste işlediğiniz her şeyi bana anlatırsın." 

"Sen yeter ki iste canım ablam." 

Sanırım kendi çekirdek ailemde sahip olduğum tek iyi şey, oğlan kardeşim, Leo'ydu. 

"Taksi geldi Safir." Gazel portmantodan ceketini alırken, Leo'yu bir daha öpüp doğruldum ve tezgâhın ardından çıkan Leyla'ya el salladım. O da bana el sallayıp Leo'nun yanına yürüdü. Bazı telefon konuşmalarına kulak misafiri olmuştum, sanırım ailesiyle arasını bir nebze olsun düzeltmişti. 

Gazelle birlikte taksinin arka koltuğuna yerleştiğimizde beyaz spor ayakkabılarımı birbirine bastırarak dakikalarca camdan dışarısını izledim. Behramla Kerem yine bir şeylerin peşindeydi. Ne onlar ne de emniyet Hazer'den haber alamamıştı henüz. Bunu iyiye yormak istiyordum, Hazer bir şeyleri halledip geri dönecek, sorunlarımızı kökünden çözecekti. 

Evlilik yüzüğümü çevirdim. 

Hazer'e diyerek kendime aldığım yüzüğü... 

Dudaklarım buruk bir şekilde kıvrıldı ve aynı saniyelerde taksi durdu. İrkilip gözlerimi kırpıştırdım ve Gazel'e döndüm. O da önce önünde durduğumuz binaya, sonra bana baktı ve genişçe gülümseyip ellerimden tuttu. "Seninle gelmemi ister misin?" 

Onu, iyi olduğumu gösteren bir gülümsemeyle ikna ederek, "Eve dön," dedim ve uzanıp karnını okşadım. "Bebeğimiz yorulmasın." 

Karnını okşarken bir an mutlu göründü. "Çok hareketli bugünlerde." 

Gazel'i öpüp taksiden indim ve giderken ona el salladım. Taksi gözden kaybolduğundaysa çantamın zincirini tutarak tamamen okula döndüm. Yanımdan iki genç kız geçti ve okulun bahçesine giriş yaptı. Büyük, gösterişli üniversitenin büyük de bir bahçesi vardı. Bahçede birçok öğrenci yürüyordu ve her ne kadar üniversite okumak hayallerimden birisi olsa da şu an bu kalabalığa, yabancı insanların arasına karışma düşüncesi beni kaygılandırmıştı. 

Koç Üniversite'ni kazanmıştım. Hazer'in okuduğu üniversite olduğu için özellikle tercihime burayı yazmıştım. 

Uzun duvarları olan, geniş koridorlara açılan, ferah ve iç açıcı bir binaydı. Estetik görünen şeyleri, güzel duvarları severdim. Etrafıma bakarak, birçok öğrenciyle beraber koridoru yürüdüm. Dersim saat onda başlayacaktı, dersliğimi bulmam gerekiyordu. Ders seçimimi yapmıştım ama ilk günde hangi derslerin olduğunu hatırlamıyordum. Nereden öğrenmeliydim, nereye gitmeliydim? 

Aklıma gelen en iyi yardımcı öğrenci işleri olduğu için öğrenci işlerini aradım. Neyse ki umduğumdan kısa sürede buldum ve kapının önünde biraz beklesem de istediğim cevaplara ulaştım. Dersliğimi hanımefendiden öğrendim ve tarif ettiği yere yürüdüm.

Bir kat çıktım ve dersliğimi bulduğumda zaten aralık kapıdan içeriye yavaşça girdim. Başımı önüme eğme içgüdüsünü zorla engelleyerek etrafa bakındım. Büyük bir sınıftı, o hep hayalini kurduğum öğrenci dersliği ve öğretmen kürsüsü vardı. Çantamın askısını sıkan elimi çektim ve terleyen avucumu elbiseme silip kendime boş bir sıra bakındım. 

Hep yaptığım gibi, kalabalığa en uzak sırayı seçtim. 

Dersliğin içinde biraz yürüyüp göze kestirdiğim sıraya oturdum ve çantama koyduğum bir not defteriyle kalemi çıkarıp çantamı kenara bıraktım. Sınıfta on beş kişi kadar vardı, herkes dağınık yerlere oturmuştu ve birkaçı dışında konuşan yoktu. Elbisemi düzeltip ellerimi dizlerimin arasına koydum ve öğretmenin girmesini bekledim. 

İlk dersim Sosyal Hizmetler Tarihi'ydi. 

Öğretmen derse girdi ve bunun daha çok bir tanışma, alanımızdan bahsedeceğimiz bir ders olduğunu söyledi. Çok kulak veremedim, Han'ı düşündüm. Camdan dışarıya baktım, şemsiyemi izlerken onun başıma şemsiye uzattığı anı hatırladım. Yüzüğümü okşadım, kolyemi tuttum, bir derste yapılmaması gereken çok şeyi yaptım. 

İkinci derste birinci ders gibi hızla aktı ve hemen hemen aynı şeyler konuşuldu, aralarda dışarıya çıkmadım, yerimden kalkmadım. Bazen üzerimde bakış hissedip gerildim ama ona rağmen başımı kaldırmadım. Üçüncü dersin genç erkek öğretmeni de derse girdi ve dersimiz bittiğinde, sorunsuz bir ilk üniversite günü geçirdiğimi düşünerek saatler sonra sıramdan kalktım. 

Herkesle beraber derslikten çıktığımda çoktan bazı kızların kaynaştığını fark ettim, toplum içinde insanlara nazik davransam da ilk aşamada yabani gibi görünüyordum. Alt kata indim ve Hazer'in geçtiği, büyüdüğü, öğrendiği koridorları, etrafıma bakarak yürürken kendimi bir odanın önünde buldum. 

Dans ve gösteri odası. 

Ayaklarım, beynimden aldığı bir komutla beraber yavaşladı. Tesadüfen buradan geçiyordum ama dansla ilgili herhangi bir şey bile kalbimi adeta çarpıyordu. Alt dudağımı ısırarak şemsiyemi daha sıkı tuttum ve hafifçe yaklaşıp kafamı aralık kapıdan içeriye uzatıverdim. 

Direkt sahne görünüyordu ve sahtede bir grup vardı. Bir kısmının sırtı, bir kısmının yüzü görünüyordu. Sahneye bakarken dans etmeyi ne kadar özlediğimi fark ettim ve Hazer'in karşısında dans ettiğim, nefes kestiğim, nefesimin kesildiği günleri anımsadım. Sahnede yüksek sesle konuşan, dans hocası olduğunu düşündüğüm bir beyefendi vardı. 

"Bu böyle olmuyor Peri," diyordu dans hocası, sanırım karşısındaki kıza. Karşısında, taytı ve beyaz tişörtünün içinde, başını önüne eğmiş bir genç kız vardı. "Sana defalarca şans verdim ama olmuyor, koreografide bizim gerimizde kalıyorsun, alt gruba geçmen daha iyi olacaktır." 

Peri olduğunu öğrendiğim kız başını kaldırdı ve ellerini çenesinin altında birleştirip hızlıca konuştu. "Son bir şans daha, lütfen. Alt gruba geçersem çok vakit kaybederim, bu grupta daha hızlı yol alırım." 

Arkasındaki birkaç kızın ona gülüştüğünü duydum. 

Ve Peri'nin buna bozulduğunu yüz ifadesinden anladım. 

Kızlar, dans eğitmeninin uyarısından sonra sustu ve Peri adındaki genç kız istekli, içten gözlerle karşısındaki eğitmene bakmaya devam etti. Zayıf bir yüzü, koyu renkli gözleri vardı. Dans eğitmeni iç çekerek, "Bilmiyorum Peri," dedi, ses tonu sıcak değildi. "Aramıza geç katıldığın için zorlanıyorsun, anlıyorum ama bizi de yavaşlatıyorsun. Üzgünüm, alt gruba geçsen daha iyi..." 

"Ben yardımcı olabilirim," deyiverdim. 

Sen önce kendine yardım et, dedi iç sesim. 

Neden dediğimi bilmiyordum, konuşmalarına dahil olmam saygısızcaydı ama dansı bu kadar severken, kızın çırpındığını görürken yardımcı olma içgüdüme yenilmiştim. Dans eğitmeni, "Sen bizi mi dinliyorsun?" Diye çıkıştı. 

"Affedersiniz," dedim derhal. Bugünlerde o kadar hassastım ki, birisi sesini yükseltse kalbim kırılıyordu. Kendimi açıklama ihtiyacıyla hızlı hızlı konuştum. "Kulak misafiri oldum, yanlış anlamayın. Ben... danstan çok iyi anlarım, dilerse Peri'ye yardımcı olurum." 

Sahnedekilerin birbirine baktıklarına, Peri'nin hayret ve sevinç dolu bir yüz ifadesiyle beni karşıladığını gördüm. Kaçıp gitme, ağlama isteğimi bastırırken, "Henüz ne dansı yaptığımızı bile bilmiyorsun," dedi eğitmen, haklı olarak. "Peri'ye, bilmediğin şey hakkında nasıl yardımcı olursun." 

"Ben... çok yetenekliyim, vücudum her dansa yatkın, bir kere izlediğimde kaparım hangi dans olursa olsun..." kibirli görünmediğimi umdum. "En azından vücudunu kullanması, daha esnek olması konusunda yardımcı olurum." 

"Ben yetenekliyim diyen çok kişi gördüm ben," dedi eğitmen, o benden daha kibirli görünüyordu. Yalan söylemiyordum, ben gerçekten yetenekliydim. "Hünerlerini göster, Peri de kabul ederse birebir yardımcı olursun. O kısmı zaten beni bağlamaz." 

Arkadaki kızların gülüşmeye devam ettiğini gördüm, Peri'nin de iyimser şekilde bana baktığını. Hünerlerimi göstermemi mi istiyordu? Ona daha iyi bir şey gösterecektim. Sahneye kadar dik bir şekilde yürüdüm ve basamakları zarifçe çıkıp eğitmene yaklaştım. "Bir saniye," diyerek saçlarımı omzuma savurdum ve telefonumu çıkarıp Gazel'e çekip gönderdiğim o fotoğrafı açtım. Eğitmene gösterdim. 

Kuğu Gölü Bale Müzikali Davetiyem. 

Sanırım bu daha iyi ikna ederdi. 

İçten içe çektiğim acıları yüzüme yansıtmadan, cansız gözlerle eğitmene bakmaya devam ettim ve onun ağzının açılmasını, yüzündeki kibrin hayretle yer değişmesini izledim. Diğerleri de göz ucuyla telefona bakmaya çalışırken, "Peki," diyerek takdir eder gibi bana baktı eğitmen. Genç, en fazla otuz beş yaşında bir adamdı. "Peri kabul ederse yardımcı ol ama bu son şansı, ben söyleyeyim." 

Herhangi bir şey demedim ve eğitmen sırt dönüp merdivenleri sertçe inerken başımı Peri'ye çevirdim. Ansızın elimi tutup telefonu kendine doğru kaldırdığında irkildim ve onun yüzüne hayranlık dolu bir ifade yerleştiğinde mahcup olup telefonu indirdim. Amacım bu değildi. Diğerleri de birbirlerine kaş göz yaparken, Peri renginin kahve olduğunu gördüğüm gözlerini gözlerimle birleştirip kocaman gülümsedi. 

"Ben Peri, hocam," dedi neşeli bir sesle. Egosuzdu, hareketim ve ona yardımcı olmak istemem çok şükür ki gururunu yaralamamıştı. Diğerleri homurdanırken, Peri uzun kirpiklerini kırpıştırdı. "Senin adın ne kahramanım?" 

"Safir Mila." 

"Ne hoş, derslerimize ne zaman başlıyoruz?" 

Ve az önce hayatımda gördüğüm en pozitif insanla tanıştım. 

Bunu nasıl yaptığımı, nasıl bir şeyin altına girdiğimi bilmeden ona dürüst bir şekilde şu an iyi hissetmediğimi, iyi hissettiğim ilk anda ona yardımcı olacağımı söyledim. Ben zaten dans etmeyi çok özlemiştim, dans ederken ona da yardımcı olacaktım. Diğerleri bizden uzaklaşarak söylenirken, Peri de onu çok bekletmememi rica edip sevinç gösterileri yaptı. Sol yanağında ufacık gamzesi vardı, mutluluktan deliye dönmüş gibi davranıyordu. 

Ona cevaplar verirken özlemle, acıyla sahneye baktım. 

Lütfen dön Hazer, dön de mutlu, musmutlu danslar edelim. 

Kızlardan birinin elime, yüzüğüme baktığını görünce konunun evliliğime, kocama gelmesinden ve ağlamaktan korktum. Peri'nin numarasını alıp oradan ayrıldım ve açık havaya çıktığımda şemsiyemi açıp yavaşça yürüdüm. 

Yağmur damlaları hafif, zayıftı. Şeffaf şemsiyemin üzerinde bıraktığı sesleri işitiyordum. Bahçe boyu yürürken yalnızca ayaklarıma baktım ve okuldan çıktıktan sonra kaldırım kenarından yürümeye devam ettim. Telefonumun titrediğini hissettiğimde derhal elimi cebine attım ama umduğum gibi bir şey göremedim. Bahar annem arıyordu. 

Omuzlarım çöktü, annemin de halini hatırını arayıp sormamıştım hiç. Aramayı yanıtlayıp telefonu kulağıma yasladım. Yere düşen damlalara bakarken, "Safir," dedi annem, karşı taraftan. Sesi yorgundu. "Nasılsın çocuğum? Çocuklar sürekli uyuduğunu söylediği için aramak istemedim ama bugün ilk okul günün olduğu için nasıl olduğunu öğrenmek istedim. Gittin mi kızım okuluna?" 

"Evet anne, az önce çıktım," dedim, sesimi iyi tutmaya çalışarak. “Asıl sen... sen nasılsın? Arayıp hiç halini hatırını sormadım, ne desen haklısın." 

Bir an adımı söyledi ama sonra kararsız kalmış gibi devam etmeyip, "İyiyim anneciğim," dedi yumuşak bir sesle. "Sakın okulunu ihmal etme, darılırım. Merak etme, çok kısa zamanda her şey yoluna girecek." Bir an duraksadı. "Hazer'i... Çok mu özledin?" 

"Çok," dedim tek nefeste. Kelime, hıçkırık gibi çıkmıştı dudaklarımdan. "Ama onu özlemekten daha çok... güvenliğinden, sağlığından endişeliyim anne. Daha önce de ayrı kaldık, iş gezilerine gidiyordu, biliyorsun. Özlemden ayrı bir şey bu... Acı çekiyor olmasından yana derin endişe duyuyorum." 

"Sen merak etme kızım," dedi, sesi güven ve teminat veriyordu. "Görüştüreceğim sizi." 

Ben daha, bunun ne anlama geldiğini soramadan hoşça kal diyerek kapattı. Telefonu kulağımdan çekmek vakit aldı ve şaşkınca cebime koyarken, nasıl görüştüreceğini anlamaya çalıştım. Bir şeyler... Biliyor olabilir miydi? Ama bilse bana neden söylemesin ki? Sanırım Hazer'i bulmak için elinden geleni yapacağını kastediyordu. 

Gözlerimi kurulayıp önüme döndüm ve etrafıma bakınıp yürümeye devam ettim. Bahar Annem güçlü bir kadındı, Hazer'e ulaşmak için her şeyi denediğine emindim. Şemsiyemi başımın üzerinde tutarken, halsiz bir şekilde kaldırımı indim. Sol köşeden döndüm ve her ne kadar sokaklara bakmayı sevsem de yalnızca kaldırımın taşlarını izledim. 

Yüzümü havaya kaldırdım ve yağmur dolu bulutların arkasında görünen güneşin yüzümden öptüğünü hissettim. Gözlerim sulandı ve kirpiklerime bir damla daha düştü. Hemen hemen bu saniyelerde telefonumun bir daha titrediğini hissettim ve bir ümitle telefonumu çıkardım. 

Kerem arıyor. 

Ben daha konuşmadan Kerem, "Çabuk eve gel Safir," diyerek telefonu kapattı. Sesi aceleciydi. 

Elimde telefonla öylece kaldım. Muhakkak beni böyle acele şekilde eve çağırmasının bir sebebi olmalıdır. Ümit edip hayal kırıklığına uğramaktan korksam da bunun Hazerle ilgili olduğunu düşünüp heyecanlandım ve koşarak taksiye bindim. 

"Hazer'den başka bir şeyse neden böyle acele çağırsın ki eve, Hazerle ilgili bir şey olmalı..." 

Taksi sokağa girdiğinde para çıkarıp borcumu ödedim ve direkt kendimi arabadan attım. Hızla, açık olan bahçe kapısından içeriye doğru fırladım ve sokak kapısına kadar koştum. Elimi hızlı hızlı kapıya vurdum ve içeriden adım sesleri duyuldu. Gazel kapıyı açıp kaygılı şekilde bana baktı. "N'oldu? Aklım çıktı, nasıl vurdun öyle?" 

"Lo siento," diyerek hızla içeriye ilerledim ve salona kadar koşup etrafıma baktım. "Kerem nerede?"

"Gelmediler ki," dedi Gazel, arkamdan gelerek. 

Omuzlarım çöktü ve kurumuş dudaklarımı yalayıp çantamı yere bıraktım. Yolda olmalıydı, birazdan gelirdi. Nemli saçlarımı omzuma atıp halsizce koltuğa yürüdüm ve kendimi bırakıp yüzümü avuçlarımın içine aldım. Leyla'nın o kim diyerek aşağıya indiğini duyarken, yanımı bir ağırlık doldurdu. "Ne oldu Safir?" 

Kurumuş boğazımı zorladım. "Kerem eve gelmemi istedi." 

"Acaba yeni haber mi var?" Dedi Leyla coşkuyla. 

Ümit etmeli miydim, bilmiyordum. Leyla'nın önüme bıraktığı suya uzanıp küçük yudumlarla içtim, suyu bile kusma içgüdüsü vardı. Bardağı geri bırakıp elimi kalbime götürdüm, onunla ilgili ne olsa kalbimi acıtıyordu. 

Araba freninin sesini duyduğumda koltuktan fırladım ve sokak kapısına koştum. Kapıyı açtığım gibi dışarıya çıktığımda, Keremle Behram'ın da önlü arkalı bahçe kapısından içeriye girdiğini gördüm. Adımlarım heyecanla yavaşladı ve Kerem tedbirli bir gülümsemeyle yanıma ilerledi. Gazelle Leyla'nın da hemen sokak kapısında, arkamda dikildiğini hissettim. 

"Hazer?" Dedim.

Behram da hemen onun yanında durarak derince iç çektiğinde, Gazel'in elini kolumda hissettim. Yağmur damlaları, bana güzel bir şeyleri hatırlatır gibi alnıma, kirpiklerime düşerken Kerem ağır ağır soluklanıp başını salladı. "Onu bulduk." 

Acıdan sonra gelen mutluluğun, fırtınadan sonra görünen güneşten ne farkı vardı ki? Gazel ve Leyla'nın sevinç çığlığını duyana kadar bunun, kulaklarımın duymak isteyeceği bir yanılsama olabileceğini bile düşündüm ama gerçekti. Vücudumdan güçlü bir sarsıntı geçti ve mutlulukla gülümseyip elimi ağzıma kapattım. "Nerede?" Diye sorarak gözyaşlarımı serbest bıraktım. "Hadi... Durmayalım, daha fazla... Gidelim." 

Kızlar da sabırsız şekilde söylenirken, Kerem dönüp temkinli şekilde Behram'a baktı. Behram da mutlu görünüyordu ama yüzünde kaygılarının olduğu da su götürmez bir gerçekti. Kerem bana dönüp hevesli yüzüme bakarken, "Onu hemen göremeyiz," dedi ve bakışlarını yavaşça uzaklaştırdı. "Hazer... hapiste." 

"O suçsuz," dedim beynim bir şeyleri kabul etmeyi reddediyordu ama dudaklarımdan bundan dökülmüştü. 

Behram bir adım öne çıkarak, "Biz de bunu kanıtlamakla uğraşıyoruz," dedi derhal. "İstedik ki... Her şeyi halledip sana öyle söyleyelim ama..." 

Gazel'in sesini duydum. "Daha önce biliyor muydunuz?" 

Keremle Behram gözlerini kaçırdı. 

Olan bitene inanamayarak elimi Kerem'in avucundan çektim ve sersemleyerek geriye doğru bir adım attım. Elimi alnıma götürüp baş dönmemi durdurmak için gözlerimi kapatırken, "Onu bulalı bir hafta oldu," dedi Kerem, sesinde suçluluk vardı. "Gidip teslim olmuş, hapse koymuşlar işte! Bilmiyorum... kendisi gizli tutmuş bunu, geçen haftaya kadar biz de bilmiyorduk. Ne kadar süredir hapiste bilmiyorum, neler oldu, neden teslim oldu onu da tam bilmiyorum. Günlerdir görüşme ayarlamak için uğraşıyorduk, bu işleri halledip sana öyle söylemek istedik, çünkü yeterince kahrolmuştun..." kelimeler beynime çivi gibi çakılıyordu sanki. "Avukat bir kere konuşmuş, benle Behram da gidip görüşecek, Hazer'den her şeyi öğrenecektik. Ama bugün gidip öğrendik ki... Hazer yalnızca seninle görüşmek istiyormuş." 

Hapisteydi ama ben onun suçlu olduğuna inanmıyordum ki. Ama iyi ve sağlıklıydı, en azından güvende olmalıydı. Artık belirsizliklerin sonuna gelmiştik. Gazel'in kızgınca bir şeyler söyleyip yüzümden tuttuğunu hissederken, "Ne zaman?" Dedim Kerem'e dönerek. Aşk, eli bıçaksız bir katilken bile serbest, Hazer neden tutuklu olsun ki? "Ne zaman görebilirim?" 

"Yarın," dedi Kerem, o an yarın en uzun zaman dilimi oluverdi. Gözlerim hasretle kapanmadan önce gözyaşlarım son kez kirpiklerimden süzüldü. "Yarın göreceksin." 

✨✨

Yarın olmasını beklerken hasretten yarım kaldım. 

Yatağımın içinde dönüp durdum, sabahı beklerken odamın içinde hüzünle dans ettim, saatler boyunca ona onu ne kadar özlediğimi hangi kelimelerle anlatabileceğimi düşündüm. Daha fazla ağlamadım, gözlerim yeterince şişmişti. Hazer görür bir de buna üzülür diye ağlayamadım, içimde birikti gözyaşları, bırakamadım.

Sabah olduğundaysa... erkenden yatağımın ucunda kalktım, Hazer için hazırlanmaya başladım. 

Banyoya girdim, uzun uzun duş aldım. Saçlarımı, vücudumu özenle yıkayıp çilekli duş jelimden sürdüm. Bornozuma sarılıp çıktım ve makyaj masamın önüne geçip saçlarımı kuruttum, özenle taradım. Bugün hangi kurdeleyi takacağımı düşünürken mutlulukla dans hareketleri yaptım. Saçlarımı yaptıktan sonra dolabımızın önüne geçtim, en güzel kıyafetimi seçmeye çalışırken gelinliğime de sıcak gözlerle baktım. 

Hazerle beraber çıktığımız alışverişten aldığım mor, kareli eteğimi aldım ve bacaklarıma geçirdim. Hava serindi, bu yüzden altınca ince bir çorap geçirdim. Askılı bluzu kapıp giydikten sonra da eteğimle hemen hemen uyumlu bir renkte hırka aldım; hava serindi, Hazer üstüme bir şey almadığımı görse kızardı. Kıyafetlerimi giyip aynanın önüne geçtim ve beyaz bir kurdele seçip saçlarımı yarım at kuyruğu yaptım. Doğal dalgalar omuzlarıma düşüyordu, yanaklarımda heyecandan bir kızarıklık vardı.                     

O öperse diye dudaklarıma hiçbir şey sürmedim. 

Siyah çantamı aldım ve aynada son kez kendime bakıp odadan çıktım. Koridoru uçar gibi yürüyüp merdivenleri indiğimde, diğerlerinin salonda olduğunu, çoktan hazırlandığını gördüm. Başlarını bana çevirdiler ve Gazel koltuktan kalkıp yanıma kadar geldi. "Sen bir şeyler yemeden gitmeyeceğiz." 

Ben henüz itiraz etmeden hepsi hiddetli şekilde başını salladı. 

Onlarla mücadele etmek vakit kaybetmemize sebep olacağı için indim ve orta sehpada duran tepsiyi kucağıma çekip boğulurcasına yedim. Bir sandviçle sıcak çaydı. Tadını bile almayı önemsemeden, sırf gidebilmek için iki dakika içinde sandviçi yedim ve nefes nefese başımı kaldırıp onlara baktım. "Hadi, gidelim." 

"Hamile olduğunda seni düşünemiyorum," dedi Leyla, şişkin yanaklarıma bakarak. 

Tepsiyi sehpaya bıraktım ve hemen kalkıp portmantoya koştum. Leo da benim peşi sıra gelip, "Ben de gelebilir miyim?" Diye sorduğunda, ayakkabılarımı indirip ona döndüm. "Okuluna git, döndüğünde sana güzel şeyler anlatacağım." 

Esnedi ve uslu şekilde başını salladı. "Enişteme selam söyle, ev Leo'ya emanet de." 

Behram onun başını okşadı. "Bana Behram, ona enişte. Daralıyorum, haberin olsun." 

Leo ona dil çıkararak bacaklarıma sarıldı. 

Behram ayıp bir şey görmüş gibi hayrete düştü ve yanındaki Gazel'e dönerek karnına baktı. "Ya çocuğum bana dil çıkarırsa?" 

Kerem arkadan gelerek Behram'ın ensesine bir tane vurdu ve yanımdan geçerek sokak kapısını açtı. "Dil çıkarmayan çocuk mu olur kardeşim ne diyorsun ya... Bizzat ben öğreteceğim hatta dil çıkarmasını Abdullah Han'ıma." 

Abdullah Han mı? 

Behram ensesini sıvazladı ve benim ardımdan dışarıya çıktı. Gazel ve Leyla evde kalacaklardı, zaten isteseler de Hazer'i göremezlerdi. Arkamızda bıraktıklarımıza sıkıca sarıldık ve Hazer'e gitmek için arabaya bindik. 

"Çok güzel olmuşsun," dedi Kerem, dikiz aynasının üzerinden sıcak bir bakışla bana bakarak. 

Sessiz kalıp başımı cama çevirdim, o ikisine çok dargındım. Hazer'den bir hafta önce haber aldıklarını söylememişlerdi, ben kahrımdan ölürken. Evet, her şeyi halledip, beni tüm bu üzücü şeylerden uzak tutmak istemişlerdi ama Hazer'in sağlığından bile endişe duyarak kendimi kaybetmiştim. 

"Safir," dedi Behram, onun da sesinde mahcubiyet ve yumuşaklık vardı. "Hazer'in hapiste olduğunu söylemedik, çünkü seni daha da kahretmekten başka işe yaramayacaktı. Görüşme iznini alamıyorduk, ne olduğunu bilmiyorduk. Gidelim, konuşalım, ne olduğunu öğrenip sana temiz bilgilerle gelelim istedik ama... kocan bey seni istiyor." 

"En azından... güvende olduğuyla alakalı bir şeyler diyebilirdiniz," diyerek kollarımı göğsümde kavuşturdum. "Rica ederim konuşmayın benimle." 

"Boşver hayatım, üzgün o şu an," dedi Kerem, Behram'a. 

"Ne diyon la hayatımı," diyerek tövbe çekip koltuğunda geriledi Behram. 

Kerem gözlerini kırpıştırdı ve öyle mi dedim der gibi bakarak Behram'a döndü. "Yok la... Leyla'ya dediğim için, ağız alışkanlığı." 

Ben kendi kendime başımı sallayıp cama dönerken, Behram da ceketinin önünü kendine siper etti. "Benden sana yar olmaz," dedi Kerem'e. 

Dudağımın kenarını kıvırdım ve ellerimi dizlerimin arasına koyup sabırsız şekilde yolu takip ettim. Kısa sürede E-5'e çıktık ve hiç görmediğim yollara saptık. Başka ilçelere geçtik, epey yol aldık. Behram'ın da Kerem'in de ara ara beni kontrol ettiğini hissettim ama onlara bakmadım. Ne kadar biliniyordu bilmiyorum ama Hazer benim zaafımdı ve bu konuda benden bir şeyler gizledikleri için sitemliydim. 

Nihayet araba, uzun bir süre sonra dar bir sokağa girerek tenha boyunca ilerledi ve etrafı geniş, uzun duvarlarla çerçevelenmiş cezaevinin önünde durdu. 

Kerem daha elini el freninden çekmeden kapıyı açıp kendimi dışarıya attım. 

"Allah'ım sen hayırlara çıkar," dediğini duydum Behram'ın. 

Kendimi yağmurlu havaya attığım an kalbim göğsümün içinde delirmiş şekilde hopladı. Onların da arkamdan geldiğini hissederken, neredeyse koşar adımlarla cezaevinin kapısına doğru ilerledim. Hazer bu duvarların arkasında, içeride, beni bekliyordu. 

"Dur canım, dur..." Kerem bana yetişerek eliyle omzumu tuttuğunda, üniformalı bir güvenlik görevlisinin kabinden çıktığını göz ucuyla gördüm. Behram adama yaklaştı ve kısaca konuştuktan sonra bir belge çıkardı, tam da o esnada bir araba freni duyuldu. Kerem bana gülümsedi. "Avukatta geldi." 

"Hazerle ben görüşeceğim, vaktimi almayın sakın," dedim itirazla. 

"Kız, bizim de görüşmemiz lazım," dedi Kerem, omzumu sıkarak. 

Avukatın yanımıza geldiğini görürken sabırsız şekilde geniş, demir kapıların açılmasını bekledim. Az sonra Behram yanımıza döndü ve avukat birkaç şeyden bahsederken, demir kapı arkaya doğru açıldı. 

Buraya hapsolduğuna inanamıyordum. 

Kapıdan içeriye girdiğimde, önümde büyük, eski bir bina göründü. Hazer'in bu kocaman binanın neresinde olduğunu düşünürken ağzımı kanla doldurmuşum gibi hissettim.

"Buradan," dedi avukat, cezaevinin kapısını göstererek. 

"Yarım saatlik bir görüşme izni ayarlayabildim," dedi, hemen yanımda. 

"Yarım saat çok az," dedim hayal kırıklığı ve acıyla onun yüzüne dönerek. 

"İnanın üzgünüm." Yüzünde gerçek bir mahcubiyet vardı. 

Başımı önüme çevirdim ve dolanan ayaklarımla yürüyüp cezaevinin kapısından içeriye onlarla girdim. Duvarlar üzerime yürümeye başlamıştı, heyecandan kalbimin sesini kulaklarımda duyuyordum. Ellerimin içine ve yüzüme ateş basmıştı. 

Onunla tanıştığımdan beri ilk kez bu kadar uzun süre ayrı kalmıştık. 

Elimin içini kalbime bastırdım ve onların adımlarını takip ederek merdiven basamaklarını çıktım. Hiç sakin değildim, Hazer'i gördüğümde nasıl tepki vereceğimi kendim de bilmiyordum. Dudaklarım kıpırdıyordu ama kendi söylediklerimi duyamıyordum. Dizlerim titremekten birbirine çarpıyordu, onu görünce bayılabilirdim. 

Az kaldı aşkım, çok az. 

Bir kat daha çıktık ve beni uzun, kasvetli, karanlık koridor karşıladı. Hazer'in bu duvarlar arasında, bu kadar bet bir yerde kalıyor olmasının verdiği o derin acı gözlerimden damlalar halinde süzüldü.

"Hazer Bey'i müdürün odasına almışlar, daha rahat görüşmeniz için..." 

Başımı salladım, öylesine. Duyduklarımdan emin bile değildim. Gözlerim kararıyordu, Hazer'i görene kadar bu his tükenmeyecekti. Aşk duygusunun göğsümü aç bir şekilde eşelediğini, özleminden etrafa saldırışa geçtiğini hissettim. Ben onu öldürmedim ama sevginin beni neredeyse öldürmek üzere olduğunu hissettim. 

Bir kapının önünde durduk. Hazer... Şimdi bu kapının arkasında mıydı? Beni mi bekliyordu? Aman Tanrım... 

Avukat kapıyı tıklatmak üzere elini kaldırmıştı ama ben bir saniye daha duramadım. Bir anda kulpa yüklenip kapıyı hızla açtım ve titreyen dizlerimle adeta içeriye hücum ettim. Süratimle birlikte kapı arkaya gidip duvara çarparken, beynim ve vücudumun büyük sarsıntıda olduğunu hissettim. Yaşlı gözlerimi sol tarafa çevirdim ve... 

Onu gördüm. 

O an dünyanın en tarifsiz duygularından birini yaşadım ve Hazer oturduğu koltuktan başını hızla kaldırdığında amber gözlerini gördüm. Gözlerini görünce... Günlerce çektiğim susuzluk, açlık ehlileşti ve iyileştirilebilir hale gelip göğsümde yatıştı. Sol tarafını uyuşturan acı yerini bir dünya mutluluğa bıraktı.

Gözlerimize tutulduk ve hareket edemeden birbirimize baktık. 

Her şeyin ağır çekimde gerçekleştiğini hissederken avukatın sesini yanımdan duydum ve içeriye doğru sersem bir adım attım. Hazer'in yüzü... Özlediğim gibiydi ama fazlası vardı, gözü mordu ve dudağının kenarı patlamıştı. Yüzünde ölümün tortusu toplanmıştı ama gözleri beni gördüğü an yaşam diye bağırmıştı. 

"Haz... Han..." 

Önümden bir gölgenin geçtiğini gördüm ve bunun müdür olduğunu anladım. Hazer'e dönüp bir şeyler söyledikten sonra takım elbisesiyle arzı endam ederek yanımdan geçti ve çıkarken kapıyı kapattı. Onun ve diğer hepsinin kapının arkasında kaldığını anladığımda bir adım daha attım. 

Hazer yerinden fırlayıp bana doğru koştu. 

Çantam elimden düştü ve aynı anda ben de ona doğru bir adım attım. Ama ikinci adımımı atmadan Hazer önümde bitti ve bir saniye içinde kendimi kollarında buldum. Ayaklarım yerden kesildi, beni belimden ve başımın arkasından tutup hızla kendine çekti ve yüzünü boynuma gömüp adeta her yerimden kucakladı. Ellerim büyük bir coşkuyla onun boynuna dolandı ve ayaklarım, dizlerinin altına çarparken, Hazer'in omuzları sarsılmaya başladı. 

Bana, hayatında ilk kez bu kadar sıkı sarılıyordu. 

"Seni..." boynumu öptü. "... o kadar..." hızlıca yanağımı, çenemin altını, kulağımın arkasını toplamda bir saniye içinde öptü. "Özledim ki!" Kokladı, kendi etrafında döndürdü, gözlerime bakmaya vakit bulamadan diğer yanağımdan, saçlarımın üstünden, alnımın köşesinden hızlı hızlı öptü. "Bebeğim, bebeğim..." 

"Hazer!" Onun kollarında olduğumu yeni kavrıyormuş gibi irkildim ve öpücüklerinin altında kendimden geçtim. Kollarımı sımsıkı, ölesiyle dolayıp tıpkı onun gibi yanağından, alnından, bulabildiğim her boşluğundan öptüm. Tanrım, günler sonra bu kokuyu içime çekebiliyordum. "Aşkım, aşkım... Canım benim, ben de seni çok özledim! Ölecektim neredeyse!" 

"Mila, Mila, Mila..." vücutlarımız birbirine yaslanmış, kollarımız kıvrakça dolanmıştı. Üzerinde bir gri tişört olduğunu fark ettim ve o tişörtü avuçlarımda sıkarken, gözlerini görme ihtiyacıyla kafamı arkaya çekmeye çalıştım. Hazer yanağıma sokularak, "Hayır hayır, biraz daha sarılayım," dedi muhtaçça. 

"Yüzünü bile göremedim, bir yüzünü göreyim bebeğim, n'olur..." yüzümü geriye çekerken sakalları, dudakları yanaklarıma değdi ve tenime dünyanın en güzel hissini bıraktı. Kollarım boynuna sarılırken ve ayaklarım yerden kesilmiş sallanırken, başımı geriye çektim ve hasretle gözlerine, yüzüne baktım. "Gözün... Neden mor senin?" 

Sakalına sürtünen saçlarımı çekip o da uzun uzun, özlemle yüzüme baktı. Gözlerinin içleri kıpkırmızıydı, sol gözüyse açık şekilde darbe aldığını gösteriyordu. Alt dudağım titrerken, Hazer'in kederli gözlerinin içinde apaçık bir mutluluk göründü. "Gelmezsen... Bana kızarsın diye çok korktum." 

Mümkün müydü? Titreyen ellerimi yüzüne götürüp parmak uçlarımla gözünün altını, elmacık kemiklerini okşadım. Nefes nefese birbirimizin yüzünü izlerken, "Nasıl gelmem, saniyeleri saydım," dedim içimden dualar ederken. "Ama gözün, dudağın..." 

"Bir şey yok bebeğim, sakın üzülme," dedi hemen. Alnını alnıma yasladı ve gerçekten burada olduğuma inanamıyormuş gibi gözlerini açıp açıp kapattı. Dudağının kenarını, uzayan saçlarını ve sakallarını okşarken, Hazer son kez gözlerini kapatıp açtı. "Etin, kemiğin, sıcaklığın, çılgınca atan o kalbin olmasa... Hâlâ hayal olduğunu düşüneceğim." 

"Gö... gözüne n'oldu, neden söylemiyorsun?" 

"Şimdiden dırdırcı bir eş olmuşsun sen, aynı şeyi sorup duruyorsun." 

Hıçkırıp başımı boynuna gömdüğümde Hazer aynı şekilde yanaklarımı, saçlarımı, ensemi, boynumu öpüp odanın içerisinde ilerledi. Birkaç adımdan sonra kalçamın bir yere yerleştiğini, Hazer'in uzaklaştığını hissettim. Onu tutmak istedim ama çoktan beni oturttuğu koltuğun önünde, tek dizinin üzerine eğilip ellerimden tuttu. Koltuğa yerleşirken Hazer ilk kez bakışlarını yüzümden indirip vücuduma, kıyafetlerime, ayakkabılarıma baktı. "Çok güzelsin." 

"Seni göreceğim için... Güzel olayım istedim." 

Yüzündeki yığınla kederin yanında dudaklarının kenarı kıvrıldı ve aşağıdan bana bakmaya devam etti. Üzerinde bir kot pantolon vardı, düğün gününde yanımdan ayrılırken giydiği kıyafetleri değildi. Baştan aşağıya, dolu gözlerimle ona bakmaya devam ettim. Sanki biraz kilo vermişti, çok bitkin ve yorgundu. "Sensiz ölecektim Mila... Gerçekten böyle hissettim." 

Her ne kadar ona yakın olmak istesem de dizinin üzerinde görmeyi istemediğim için, "Koltuğa otur," dedim yumuşak bir sesle. "Ne yapıyorsun böyle, dizin acıyacak." 

"Sorun değil bebeğim, seni çok özledim." Sakallarını sürterek diz kapağımdan öptü. 

"Lütfen," dedim. 

İç çekip yanağımı son kez okşadı ve doğrulup önümde duran orta sehpaya oturdu. Dizlerimiz birbirine değerken, yüzlerimiz hemen hemen aynı hizaya gelmişti. Ellerimi iri avuçlarının içine alıp hasretini dindirememiş gibi tüm yüzümü dolaştı. "Nasılsın? Her şey yolunda mı?" 

Bunu sorması bir anda tepemi attırdı. Sitem ettim. "Tabii ki değil Hazer! Hepimiz senin için endişe duyduk, ölesiye merak ettim seni. Geleceğim dedim, gelme... din... Sürekli sabahı, güneşin doğumunu karşıladım." 

"Özür dilerim, özür dilerim!" Fısıldayarak alnını alnıma yasladı ve sıcak, özlem duyduğum nefesi yüzümdeki hasretini biraz olsun dindirdi. "Gelemedim, doğru şeyi seçmeye çalışırken çok bocaladım! Seni... bilinmeze sürüklemek korkunç olurdu, yapamazdım. Mantıklı olmak için birkaç gün kafamı dinledim, eşime... hak ettiği hayatı vermek için durumu toparlamalıydım." 

"Sana bir şey oldu sandım," derken dudaklarım dudaklarına çarptı. 

"Bana olan tek şey sensizlik, bu bana olabilecek en kötü şey." 

Sana bensizlik olmaz, ben sana bensizlik yapmam.

Acıyan kalbini tutarken Hazer'in kirpikleri ıslandı ve gözlerini benden kaçırdı. "Hazer... Ağlama lütfen, bak buradayım ben."

Bahane uydurdu. "Gözüm acıyor... ona ağlıyorum."

Kalbinin üstündeki eline baktım. "Gözüm acıyor diyorsun ama kalbini tutuyorsun Hazer."

Gözlerini kaldırıp bir an bana bakakaldı ve sertçe yutkunup ellerini ihtiyaç haliyle vücuduma doladı. Ona daha fazla sarılmak, öpüp okşamak, aşkımı haykırmak istiyordum ama vaktimiz azdı; sormam gereken şeyler vardı. Dudakları yanağımdan kayıp kısık bir inilti ve muhtaçlıkla dudaklarıma yaslandığında, alnının kırıştığını ve üstümdeki hırkayı avuçladığını hissettim. "Hazer..." 

"Senin."

Sahiplenilme isteğinin naifliği...

"Çok üşüdüm Mila, sen yokken çok üşüdüm. Lütfen, biraz ısınayım..." 

Ellerimle çenesinin altından tutup nazikçe kaldırdım. Gözlerindeki bu ihtiyaç ve aşkı tanıyordum, aynaya her baktığımda kendimde görüyordum. "Bana bir şeyler anlat. Günlerdir yüreğim alev alev, söyle de ferahlat." 

Ellerini hırkamdan içeriye sokup askılımın üzerinden sırtımı okşamaya başladı. Bunu, sıcaklığımı daha çok hissetmek için yaptığını anlayıp şefkatle gülümsedim. Hazer biraz daha rahatlamış göründü ve kafasını sallayıp, "Kendimi ana karşı açıklayamayacağım bir duruma düşürmekten, beni dinlememenden çok korkmuştum," diye itiraf etti.

"İyi günde, kötü günde," dedim ona, evlilik yeminimizi hatırlatarak. 

Çok derin bir nefes verip kalbimi arkasını, sırtımı okşadı. "İyi günde, kötü günde." 

"Anlat bebeğim." 

Gözlerini kaçırdı ama suçlu gibi davranmasından mutsuzluk duyup çenesini yukarıya ittim. Tekrar gözlerimle birleşti ve sesi daha kısık olmaya başladı. "Ben... Onu ben öldürmedim Mila." 

Bunu zaten hissediyordum ama ondan duymak... büyük bir rahatlamayla gözlerimi yumdum. 

"Evliliğimiz için çok heyecanlıydım Mila, senden bile daha heyecanlıydım, itiraz etme." İtiraz etmedim, o benden daha çok istemişti evliliği. Bir çocuk gibi sızlanmasına tebessüm ettim. "O gün benim için çok özeldi, çok heyecan doluydu ama... beklemediğim şeyler oldu. Eve kargo geldi." 

Bakışlarını yine kaçırdı. 

"Ne kargosu?" Dedim anlam veremeyerek. 

Rahatsız olmuş gibi boynunu iki yana kütletip sırtımı okşamayı bıraktı. "Hazer?" 

"Hazır olana kadar bunu söyleyemem... Yalnızca, beni çok kahreden bir kargoydu, gözümü döndürdü, önünü ardını düşünmeden kendimi o hastanenin önünde buldum." Sesinde, o canavara duyduğu nefreti ve öfkeyi seçtim. "Hastanede olduğunu zaten biliyordum, o kargoyu da onun gönderttiğini... Odasına girince onu hastane yatağında gözleri kapalı yatar halde buldum, kablolara falan bağlıydı. Mila, ben onu ilk andan beri öldürmek istedim ama o an... gerçekten bir anda ellerimin onu boğmaya başladığını hissettim, gözlerim ne yaptığımı görmüyordu sanki." 

Uzanıp sırtımdaki elini tuttum. "Ellerim boğazına yapışmış sıkıyordu ki... Bir gariplik olduğunu hissettim, hiç refleks göstermiyordu. Sanki... O zaten nefes almıyordu." 

Ağzım açık kaldı ama dehşetimi hissedip daha kötü olmaması için yanağını okşadım. Kaşlarını sertçe çatmış, dizlerime bakıyordu. Kokusunu çok özlemiştim, burnumu yanağına yaslayıp içime çektim. "Ölmüştü Mila, ben öldürmedim onu. Ölmemiş olsaydı onu boğmaya devam eder miydim, ne yaptığımı fark edip onu bırakır mıydım, bilmiyorum ama... o an onu öldürmediğime eminim." 

Öyle diyorsa tabii ki öyledir. Yanağından öperek konuşmasının devamını bekledim. "Elimi çekince bile hâlâ bir tepki vermemesi garibime gitti, üstelik onu boğmaya çalışmama rağmen cihazlardan bir ses gelmiyordu." Huzursuzca kıpırdandı. "Gözüm ister istemez bağlı olduğu cihazlara kaydı, fark ettim ki... Çalışmıyorlardı, fişi zaten çekilmişti, Hüseyin... Ben odaya girmeden ölmüştü Mila." 

Kerem fişin çekildiğinden zaten bahsetmişti. Bu kez onu kimin öldürdüğü sorusu kafamın içinde irileşti ve hafızam cevap olarak önüme bir görüntü sundu; Hazer'den önce odaya giren o genç adam. 

"Ben onun zaten ölmüş olduğunu görünce... Dehşete düştüm, ne yapacağımı bilemeyip yine de nabzını yokladım. Öldüğüne emin olunca duramadım, kendimi dışarıya attım..." nefes nefese, beklemeden, sanki hepsi gözünün önünde şu an canlanıyormuş gibi anlatıyordu. "Koridorda hemşire vardı, ona söylemek istedim ama... onu boğmaya yeltenmiştim, benim yaptığımı düşünecekler diye korktum." 

"Anlıyorum canım benim." 

Duraksadı ve başını hafifçe yukarıya kaldırıp gözlerimin içine baktı. Onu felaket özlemiştim, doyabilmiş değildim. O bakışları içime kadar işledi ve bir an sonra kendimi, onun dudaklarından öperken buldum. Dudaklarım dudaklarına özlemle yaslandı ve Hazer ürperdi. "Gece Yarısı Güneş'im, eşim." 

"Peki sonra n'oldu hayatım?" 

"Senin yanına geldim," dedi derhal, başını sallayarak. "Ama biliyordum, fark edileceğini ve benden şüpheleneceklerini." 

O anlar gözlerimi yakarak zihnimden geçti ve kalbimi, zehirle tatlının beraber yaşandığı günün anıları doldurdu. "Ama aşkım suçsuzken neden kaçtın?" 

"Çünkü suçun üzerime kalmasından korktum!" Adem de öyle olmuştu, suçsuz olmasına rağmen suç üstüne kalmıştı. Belki psikolojisindeki o derin hasar olmasa bunu daha soğukkanlı ve mantıklı karşılayabilirdi. "Kaçmayı düşündüm, sabahına seni yanıma almayı. O yüzden bok ettim her şeyi, zaaflarım yüzünden senin en mutlu gününü de batırdım." Kafasını iki yana salladı. "Arabaya atlayıp oradan uzaklaştım ve doğrudan çiftliğe sürdüm." 

"Sonrasında ne yaptın hayatım?" 

"Seni almaya gelmeyi düşündüm ama... böyle şuursuzca davranamazdım. Aramak istedim, telefonlarının dinlenmesinden korktum." Elini enseme götürüp beni kafamın arkasından ağzına doğru bastırdı. "Fişi kimin çektiğini düşündüm, ne yapabileceğimi, asıl öldüreni nasıl bulabileceğimi... Bir arkadaşımı aradım, onun telefonu dinlenmiyordur diye. Birebir anlattım, o da kamera kayıtlarında görünebileceğini söyledi ve benim için... hastane sahibini biraz zora soktu. Görüntüleri izledikten sonra beni aradı, bir tane adamdan bahsetti..." 

O solunmak için sustuğunda anlattıkları parçaları bir araya getirdim. "Biz de izledik o görüntüleri," dedim hızlıca. 

Kafası karışmış gibi gözlerini kırpıştırdı. "O adamı gördünüz mü? O adamı bulmamız lazım Mila. Arkadaş o adamdan bahsedince kendimi güvence altına aldığımı hissedip şehre döndüm, doğrudan emniyete teslim oldum. Fakat... hâkime ne dersem diyeyim, kaçtığım ve onu boğmaya yeltendiğim için, bu herif yakalanana kadar hapiste kalmama karar verildi." 

İşte şimdi her şey gerçekten açıklığa kavuşmuştu. "Peki tüm bunlar olurken neden beni arayıp bir iyiyim demedin, neden şehre dönünce yanıma gelmedin..." başımı boynuna gömdüm. "Kalbim buz gibi oldu Hazer, uyuştu, sanki kalbimin de bir aklı vardı ama yitirdi... Hiçbir şey için değil, en çok bunun için kırıldım sana." 

"Mila, balerinim benim, en son istediğim şeydi seni üzmek. Yalvarırım anla korkularımı." Yüzümü daha sıkı tutup burnunu bebek saçlarıma sürttü. Eli... Bir şey eksikti, yüzüğü yoktu. O metalin soğukluğunu hissetmeyince irkildim. "Cesaret edemedim, sen ne yaptın Hazer, demenden korktum. Seni görmeye hazır hissedemedim kendimi, tepkilerinden korktum. Ölürdüm ben Mila, sen bana sırt çevirirsen! Çünkü öyle oldu, Adem öldüğünde tanıdığım herkes benden bildi, parmağıyla gösterdi..." 

"Benim kalbim sen diye atıyor, nasıl vazgeçerim senden?" 

Bakışları yumuşadı, sevgiye büründü. "Yoksa, biliyorsun Mila... Ben bir günümü bile geçiremiyorum sensiz, sen olduğunda çocuk gibiyim." 

"Çok tatlı bir çocuk," dedim yüzümü avucuna yaslarken. "Ve çok aşık bir adam." 

"Çok," dedi derhal. Elimi tuttu, avucumun üstünden öptü. "Şu kapıdan girdiğin, seni gördüğüm an... dünyalar benim oldu Mila." 

Şefkatle gülümsedim. "O duyguyu biliyorum bebeğim." 

"Bir haftadır falan buradayım, ben teslim olduğum günün ertesi sabahında nöbetçi mahkemeye çıkardılar." Dudakları durmuyor, susuzluğunu gidermek ister gibi yumuşacık, tatlı öpücüklerle yüzümün hatlarında geziniyordu. "Avukat Keremle Behram'a söylemişti, onlarla görüşmem için izinde ayarlayacağını söyleyince... seni görmek istediğimi söyledim. Seni beklerken günler eziyet gibi geçti, gözüme uyku girmedi." 

"Annen de biliyordu," dedim, bir tek ben eksik kalmıştım beni tamamlayanımdan. 

"Mila, dayanabilsem çıkana kadar söylemeyeceklerdi sana. Ben sana... her şey bitsin, öyle geleyim istedim ama dayanamadım." Alt dudağım büzüldü ve Hazer yumuşacık bir şekilde alt dudağımdan da öperek affet der gibi bana baktı. "Özür dilerim, tüm yaşattıklarım için." 

"Ben seninle bir hayatı kabul ettim, iyisi ve kötüsüyle. Elbet mutsuz günlerimiz de olacaktı, çok normal aşkım." Onu sevgiye boğmak istiyordum. "Çabuk özgür kal, başka bir şey istemiyorum." 

"Polisler de avukatta, anladığım üzere Keremle Behram da o adamı arıyor," dedi yüzünü buruşturarak. "Avukat Hüseyin'in bir yeğeni olduğunu söyledi, onun yapmış olabileceğini düşünüyorlar. Adam ortada yok ama... ortaya çıkıp konuştuğunda ben de özgür kalabilirim." 

Kafam karışmıştı, ensesini okşadım. "Yeğeni neden öldürsün ki?" 

"Kızının öldürmeyi istediği adamı yeğeni de öldürmek ister Mila." 

Duyduğum en haklı cümlelerden birisiydi. 

"Peki ne zaman bulunacak aşkım?" 

"Önümüzdeki hafta duruşma var," dedi ve nefesi ciğerlerinden taşıyormuş gibi hızlı hızlı soludu. "O zamana kadar bulunursa haftaya özgür kalacağım." 

Bir sevinç çığlığı atıp kocaman gülümsediğimde, Hazer de belli belirsiz gülümseyip sarılmak için beni bir daha göğsüne çekti. Başımı boynuna gömdüm ve tişörtünü avuçlayıp sıcaklığını hissetmeye çalıştım. Şimdi gözlerimden düşen mutluluk gözyaşlarıydı, her şey hallolacaktı. "Çok sevindim Hazer, yıllarca olsa da beklerim seni ama yüreğim dayanmaz burada durmana. Çok mutluyum şimdi, çok!" 

"Güzel karım benim." Elini saçlarımda hissettim ve bir saniye sonra... artık kurdelem onun avuçlarındaydı. Bu ikimizi de kıkırdamaya itti. 

Aklımı kurcalayan tek şey kalmıştı. O kutuda ne vardı? 

Ama sormamamı söylemişti, kalan vaktimizi buna harcamalı mıydım? Belki de bunu konuşmak için daha derin bir zamana ihtiyacımız vardı. "Yüzüğün nerede?" 

Hazer nefesini sertçe vererek, "Girerken aldılar," dedi huzursuzca. 

"Ah, ne hakları vardı buna!" 

O da benim elime, yüzüğüme bakarken, "Zayıflamışsın," dedi, vücudumu süzdü. Suçlu gibi koltukta büzülüp omuzlarımı silktim. 

Kaşlarını çattı ve bana despot bakışlarını attı. "Yemek ye." 

"Peki kocacığım mı dememi bekliyorsun?" 

"Cığım, ciğim ekleri bir tek seninle güzel," dedi çenemi okşayarak. 

"Niye, ben herkese söylerim. Hoşuma gidiyor sevdiklerime güzel kelimeler kurmak." 

"Meleksin çünkü sen," diyerek çenemden kendisine doğru çekti ve dudağımın ortasından minik bir öpücük alırken gözlerini yumdu. "Meleğimsin." 

Dudaklarım, onun sıcacık dudaklarının altında adeta erirken, ellerimi tekrardan yüzüne koymak için hareket ettim ama kapı ses geldiğinde irkildim. Hazer de başını kaldırıp kapıya baktıktan sonra duvar saatine döndü ve yüzünde yıkılmış bir ifade oluştu. "Vakit dolmuş." 

"Ah..." 

"Mila, sana diyeceğim son bir şey var." 

Onunla ayrılıyor olmamızın acısını atlatamadan gözlerimi tekrar gözleriyle buluşturdum ve sözlerine kulak verdim. "Öncelikle isteyeceğim şeye itiraz etme," dedi.

"Etmem," diye güvence verdim. İstediği her şeyi yapardım. 

"Mila?" 

"Hazer?" 

"Norveç'e, Kuzey ışıklarına git." 

Başımı geriye çekip şaşkınca gözlerine baktım. "Tamam aşkım, sen çık, beraber gideceğiz iş..." 

Elinin içini saçlarımdan aşağıya kaydırırken, "Seni oraya götüreceğimin sözünü verdim ama götüremedim," dedi, büyük bir suçluluk vardı sesinde. "Mahkeme günüme kadar Kerem ve Leyla ile oraya git, ışıkları gör, hayalini yaşa." 

Yüzümün ifadesi ne kadar değişti bilmiyorum ama söylediklerinde mantıklı hiçbir şey görmüyordum. "Ne gereği var Hazer, sen serbest kaldıktan sonra gideceğiz." 

"Sonra yine beraber gideriz," dedi hemen, parmak uçlarıyla çillerimin üzerinden geçti. "Ama... hevesini kursağında bıraktığım için çok üzülüyorum. Git, davadan önce dönersin güzelim. Bizim için ışıkları gör, belki bize uğur getirir." 

"Ama Hazer... Ben beraber gidelim istiyorum." 

"Sen bu hayali benimle kurmadın Mila." Yaklaşıp nefis dudaklarını çillerimin üzerine koydu. "Bu senin hep hayalindi, ben olmasam da görmek için çabalayacaktın. Şimdi git, o ışıkları bizim için gör ve döndüğünde davama gülen gözlerinle gel. Sen hâlâ anlamadın mı Mila? Ben senin gözlerinin ışığıyla mutlu oluyorum." 

Bana duyduğu aşktan ağlayabilirdim. 

O tanıdık kelebeklerin günler, haftalar sonra içimde kanat çırptığını hissettim. "Çok iyisin Hazer ama sen buradayken ben nasıl gider, orada olmaktan mutluluk duyarım ki. Üstelik okulum başla..." 

"Doğru," dedi dudaklarını hafifçe geriye çekip gözlerime hem gurur hem üzüntüyle baktı. "Nasıldı okulun?" 

"Sadece seni düşündüm," dedim omuz silkerek. 

"Mila..." kapı bir daha tıkladığında Hazer'in omuzları düştü ve yüzümü tekrar avuçlarının içine alıp ayın güneşe tutulduğu gibi tutuldu gözlerime. "Git, ışıkları gör. Çünkü eğer çıkamazsam... dava bizim için kötü sonuçlanırsa... oraya gitmeyi hiç istemezsin. Git ve hayalini yaşayıp bana geri dön." 

"Hazer..." 

"Benim için o ışıkların altında dans da et." 

"Seninle dans edecektim ben o ışıkların altında." 

Başını çevirip saate baktı ve biraz daha yıkılmış gibi bana döndü. Yakışıklı yüzüne karışan acıdan nefret ettim. Burnunu alnıma yaslayıp çok derinden saçlarımı kokladı ve ellerimden tutarak, "Beraber de edeceğiz," dedi yumuşak sesiyle. "Eğer olur da ben çıkamazsam daha sonra hiç gitmeyeceksin, beni bekleyeceksin. O sebepten şimdi Kuzey Işıklarına git, hayalini gerçekleştir, dans et ve dönüp beni buradan al." 

Oturduğu yerden kalktığında ben de hızlıca doğruldum ve ayrılacağımız için kendimi inanılmaz mutsuz hissederek boynuna sarıldım. Hazer de ayaklarımı yerden kesecek kuvvet ve şiddette beni kendine sarıp saçlarıma, yanaklarıma öpücükler dizdi. Onu bırakmak istemiyordum, yanımda götürmek için ölüyordum. Ağladığımı görmemesi için gözyaşlarımı tişörtüne sildiğimde, "Seni çok seviyorum," diye fısıldadı kulağıma. Saçlarımı avuçladı. "Teşekkür ederim benimle evlendiğin için.”

"Lütfen kendine iyi bak, lütfen..." 

"Kendimi sende bırakıyorum, sen iyi bak." 

Beni serbest bıraktığı an başımı önüme eğip yüzümdeki yaşları sildim ve uzanıp koltuktan çantamı aldım. Hazer de ellerini belinin iki yanına yaslayıp beni izlerken, çantamı omzuma takıp saçlarımı düzelttim. Eteğimi, hırkamın yakasını düzeltip kapıya doğru birkaç geri adım attım. Gözlerimi kaldırıp son kez alev alev olan gözlerine baktım. "Görüşürüz." 

Kafasını hızlı hızlı salladığında bunu devam ettiremeyeceğimi, bir an önce vedalaşmanın ikimiz içinde daha iyi olacağını anladım. İçimdeki aşık kız boynunu bükerken, gözlerimi o inanılmaz derin, aşık bakan gözlerinden zorlukla çekerek önüme döndüm. 

Elimi kapıya uzattım ama bir güçle beraber geriye çekilmem bir saniye sürdü. 

Başımın arkaya dönmesiyle beraber saçlarım yüzüme savruldu ve dudaklarım baskın bir gücün altında kaldı. Ensemden tutup beni kendine hapsetti ve başını bana doğru eğip sertçe dudaklarımdan öpmeye başladı. Kafamın arkasından beni ağzına doğru bastırıp aceleci, tutkulu şekilde öptü. Altını, üstünü, kenarlarını, dudaklarımın kalp şeklini... 

"Bana bir daha bakmadan çıkıp git, yoksa bırakamam seni..." 

Dudakları dudaklarımdan koptuğu an başımı salladım ve buna son vermem gerektiği için bir daha yüzüne bakmadan kendimi odadan dışarıya attım. Kapıyı kapatıp çıktım ve başımı kaldırmadan kapıdan uzaklaştım. Benim çıkmamla beraber kapıda bekleyen Keremle Behram'ın içeriye girmesi bir oldu ve avukat omzumu sıvazlayarak bana gülümsedi. 

"Benim... Hava almaya ihtiyacım var." 

"Tabi Safir Hanım, biz de ineceğiz şimdi." 

Behramla Kerem'in girdiği kapıya baktım ve avukata başımı sallayıp orayı terk ettim. Göz yaşlarımı silerek koridoru yürüdüm ve merdivenleri inerek kendimi serin havaya bıraktım. Cezaevinin kapısı önünde durup kollarımı kendime sardım ve onların gelmesini beklerken, gözyaşlarımı durdurmaya çalıştım. 

Kapısının önünde, içeriye giremeden koridorda duramazdım. O kadar yakınındayken uzağında olmak... 

Burada olmak daha iyiydi. 

Rüzgârda savrulan saçlarımı omzumdan arkaya itip yanaklarımdan aşağıya akan damlaları sildim. Elbette yetmemişti, yarım saat nasıl yeterdi ki? Sağlığı yerindeydi, şükürler olsun iyiydi, suçsuzdu, bir hafta sonra serbest kalacaktı. Her şey yoluna girecekti, o ve ben mutlu olacaktık, birbirimizi kaybetmeyecektik. 

Tüm bunlar mutluluk sebebiydi ama yine de onu burada bırakıp gitmek... 

"Bir de Kuzey Işıklarına git diyor, benim onsuz elim ayağım tutuyor sanki." 

Benim hayallerimi çok önemsediğini biliyordum, kendi hayalleri gibi sahiplendiğini de. Bu yüzden çok müteşekkirdim ama onu bırakıp nasıl gidecektim ki?

"Burada kalmamı istemiyor. Onu beklememi, kötü hissetmemi, yolunu gözlememi istemiyor. Bu ona daha da suçlu hissettiriyor. Her şeyin göz açıp kapayıncaya kadar bitmesini, buradan uzaklaşmamı istiyor. Ah Hazer, ah..." 

Onu memnun etmek için her şeyi yapabilecek olsam da bunu yapmak zordu. Bu hayali yaşarken mutlu olacağımı hayal etmiştim, böyle değil. Bacaklarımı birbirine sürterek başımı arkaya çevirdim ve yukarıya, camlara baktım. Ummadık anda Hazer'i camda gördüm, odanın camından aşağıya, bana bakıyordu. Sanırım Kerem ve Behramla görüşmesi bitmişti. 

Tam o esnada kapıdan dışarıya Kerem, Behram ve avukatın çıktığını gördüm. Yanıma geldiler ve Kerem elini omzuma koyarken, Behram da diğer tarafıma geçti. Onlarla ilerlerken gözlerimi camdan, onun yüzünden bir an olsun ayırmadım. Gülümseyemedim, zaten o da mutlu görünmüyordu. Kaldırıp bana el salladığında, ona başımı salladım. 

Kapıdan dışarıya çıktığımızda artık aramızda duvarlar vardı. 

Arabaya binmeden önce avukatın Kerem ve Behramla konuştuğunu gördüm. Koltuğuma yerleştim ve yanağımı cama yaslayıp gözlerimi yumdum. Daha iyiydim ama onu geride, o soğuk ve kasvetli duvarların arasında yalnız bıraktığım için kötü hissediyordum. 

Bir hafta, bir hafta sonra her şey yoluna girmiş olacaktı. 

Değil mi? 

Avukat kendi arabasına bindiğinde ve Keremle Behram da gelip arabaya yerleştiğinde yola çıktık. Bana bir şey sormadılar, sanırım duygusallığımın farkındalardı. Fakat üçümüz de daha iyi hissediyorduk, Hazer'i görmek ve konuşmak, sarılmak çok iyi gelmişti. 

Gözüne ve dudağına ne olduğunu da bir türlü söylememişti? Kavga mı etmişti acaba? 

Cesurdur, kavgadan kaçmaz, iyi huyludur ama gerçekten sinirlendiğinde nahoş durumların içinde bulunabiliyordu. Onun sağlığı, iyiliği için yol boyunca dua ettim ve araba uzun dakikalar sonrasında evin önünde durduğunda ilk inen ben oldum. Keremle Behram kısık sesle konuşarak arkamdan gelirken bahçe boyu yürüdüm ve kapıyı çaldığımda, açan Leyla oldu. 

"Hoş geldiniz," diyerek sevinç ve merakla bizi karşıladığında bir parça gülümseyip içeriye girdim. Ayakkabılarımı ve çantamı portmantoya bırakırken, "Hoş bulduk Leyla'm," diyerek içeriye girdi Kerem. Onu, yanaklarından sulu sulu öptü. 

Behram da ağır başlı şekilde içeriye girip Leyla'nın selamını alırken, doğruldum ve Leyla ile Kerem'i sokak kapısının önünde bırakıp içeriye yöneldim. Behram salonda durmuş, etrafına ve mutfağa bakınıyordu. Leo okuldaydı, gözlerim Gazel'i ararken, "Gazel nerede?" Diye sordu Behram. 

Leyla ve Kerem peş peşe salona girdi. "Yukarıda, dışarıdan geldiğinden beri inmedi daha." 

Behram kaşlarını hafifçe çattı ve hastalığından dolayı endişelenmiş olmalı ki, doğrudan basamaklara yöneldi. Ben de onunla aynı endişeyi paylaşıp onun ardından basamakları çıktım. Behram Leo'nun odasının yolunu tuttu ve kapıyı yavaşça açıp kafasını içeriye doğru uzattı. "Gazel, yavrum?" 

"Be... Behram?" 

Behram hızla içeriye girdiğinde ben de Gazel'in sesindeki titreyişten korkup hemen içeriye girdim. Gazel artık Leo'ya ait olan yatağın üzerinde oturmuş, yüzünü siliyordu. Saçları yüzünü örttüğü için ağlayıp ağlayamadığıma emin olamadım ama Behram direkt geçip onun yanına oturduğunda, bir şeylerin yolunda gitmediğini anladım. "Ağlıyor musun, n'oldu sana?" 

Gazel kafasını kaldırıp önce bana, ardından Behram'a baktı ve utanmış görünerek ellerini ovuşturdu. Yatağın kenarına dolanıp diğer tarafına da ben oturdum ve kızarık ellerinden tutup sıcak gözlerle ona baktım. "Bir sorun mu var?" 

Gazel beklemediğim şekilde güldü. "Sorun denmez." 

Ben de ona eşlik edip gülümsediğimde, Gazel saçlarını düzeltip önce bana ardından Behram'a baktı. "Doktor randevum vardı." 

"Ah." Behram sıkıntıyla inleyip gözlerini yumduğunda, Gazel'i yalnız bırakmaktan duyduğu üzüntüyü hissettim. Özür diler gibi ona bakıp yanağını okşadı. "Neden bana hatırlatmadın?" 

Gazel sorun değil gibi omzunu silkti. "Arkadaşını görmeni istedim." 

Tatlı. 

"Çok anlayışlısın, bir daha olmasın," dedi Behram, onun yanağını sıktı. 

Sevdiğim insanların mutluluğunu izlemek benim için bir hobiydi galiba. 

Gülümsediğimden habersizce onları izlerken, "Peki ağlamana sebep olan ne?" Diye sordum, ellerini okşayarak. 

Gazel bir daha güldü ama bu kez sesli şekilde. Onun kötü bir sebepten değil, aksine mutlu eden bir sebepten ağladığını anlayıp rahatladım. Bana ve Behram'a bakıp başını önüne eğdi ve elleriyle karnını okşayıp, "Bugün bebeğimizin cinsiyetini öğrendim," dedi. Gülümsemesi güneşi yerinden kaydırıp evimizden içeriye buyur etti sanki. "Oğlanmış." 

✨✨✨

"Chek-inlerimizi yaptım, doğrudan kapıya gideriz." 

Maalesef o gün gelmişti. Hazer’in isteği üzerine Norveç’e, kuzey ışıklarını görmeye gidiyorum. Oraya Hazerle gideceğimi düşündüğüm için şimdi hiç keyif almıyordum. Üstelik Hazer böyle müşkil bir durumdayken benim oraya gitmem hâlâ manasız geliyordu.

Derin düşüncelere boğulmuşken arabadan indik ve büyük havaalanında kalabalığa karışıp güvenlikten geçtik. Leyla koluma girmiş, sürekli Hazer'in iyi olacağından, hayalimi yaşayacağım için mutlu olmam gerektiğinden bahsediyordu. Güvenlikten geçtik ve bir kat inip kapımıza yürüdük. Kapıların açılmasına az vardı, Kerem bana ve Leyla'ya sıcak çikolata alıp döndü. Tatsız bir şey içiyormuş gibi sıcak çikolatamdan birkaç yudum alırken bir mucize olur ümidiyle sürekli etrafımda Hazer'i aradım. 

Elbette yoktu. 

Muhtemelen şu an yalnız başına düşünüp duruyordu. 

İç savaşımı yaşarken kapının açıldığını gördüm ve Leyla ile doğrulduk. Biletlerimizi gösterip barkodları telefondan okuttuk ve uçağa giden koridoru yürüdük. Koridor sonunda uçağa bindiğimizde koltuk numarama baktım ve Leyla ile yan yana oturduğumuzu anladım. Kibarlık edip bana cam kenarını almışlardı. 

Yerleştik ve kemerlerimizi takıp uçağın kalkmasını bekledik. Kerem diğer tarafta ama bizimle aynı sıradaydı. İlk kez uçağa bindiğimde Hazerle İspanya'ya gitmiştim, ikincisinin böyle olacağını hayal bile edemezdim. Zaten böyle bir şeyi hayal etmezdim. 

"Şimdi yanımda olman vardı, beraber uçmak vardı." 

"Bana mı dedin güzelim?" 

Uyarıları dikkate alarak telefonumu kapatırken, "Hayır," dedim Leyla'ya. 

Pilotun sesini duyduğumda kalkışa geçeceğimizi anlayarak gözlerimi bir daha yumdum. Son hazırlıklar tamamlandı ve birkaç dakika içinde uçak kalkışa geçti. Uçağın kalkışı sırasında gerçekleşen mide bulantım ve baş dönmem hissedildi. Kalkışı tamamlaması uzun sürdü ama o dakikalardan sonra uçak gökyüzünün semalarında uçmaya başladığında, gözlerimi açıp bulutlara baktım. 

Maceramın böyle devam edeceğini düşünmemiştim. 

Aşk maceram... Güzel başladı, güzel devam etti ama sonu gerçekten meçhuldü. Bu meçhul sona karşı elim kolum bağlı durmaktan mutsuzdum. Önümü göremiyordum, günler sonra ne olacağını bilmiyordum, yalnızca bekliyordum.

Yol boyunca gökyüzünü izledim. Bir ara Leyla uyumuş, başı omzuma düşmüştü. Kerem'se şarkı dinliyor, arada bize göz atıyordu. Gitmekle o kadar ilgilenmemiştim ki, çıkmadan önce yolun kaç saat süreceğine bakmamıştım. Uçağımız akşam altıda kalkmıştı ve aydınlıktan, karanlıktan geçip dört saat sonra Norveç havaalanına inmişti. 

Uçağın yere değmesiyle beraber Hazer'den o kadar uzaklaşmış hissettim ki, ağlayasım geldi. Uçağın içinde bir kargaşa oldu ve Kerem koltuğundan kalkıp bizim yanımıza geldi. Leyla ile doğrulduk ve valizlerimizi yukarıdan aldık. Kerem valizlerimizi taşımak istedi ve yanımıza aldığımız montları giymemizi söyledi. 

Norveç soğuktu. 

Bir yığın insanın ardından uçaktan indik ve ayaklarım yere bastığında, şehrin soğuğunda ürperdim. Karanlıktı, burada saat akşamın sekiziydi. Kerem bize yol gösterdi ve havaalanının içine girdiğimizde etrafa ürkek bakışlar attım. İnsanlar farklı dil konuşuyor, bana yabancı geliyorlardı. 

"Taksi bulalım," dedi Kerem, dönüp bize bakarken. Leyla'nın yanağından öptü ve havaalanının diğer kapısından dışarıya çıktık. Havaalanı önü de kalabalıktı, Kerem bir güvenlik görevlisiyle İngilizce konuşup taksi sordu ve beyefendi bize yardımcı olup ilerideki taksilerden birini çevirdi. 

"Eyvallah hocam," dedi Kerem, güvenlik görevlisine. "Baba adamsın." 

Güvenlik görevlisi anlamsız gözlerle ona baktı. 

Leyla ile arka koltuğa yerleştiğimizde Kerem de ön tarafa yerleşip şoföre gideceğimiz yeri tarif etti. Muhtemelen Kuzey ışıklarına yakın bir otelde kalacaktık, yine uyuyabileceğimi sanmıyordum. 

Taksi durduğunda o ışıltılı sokakların tümünden geçmiş, köhne bir yere varmıştık. İrkildim ve çantamı elime alıp taksinin kapısını açtım. Ayaklarım yere bastığında soğuk hava içeriye hücum etti. Kapıyı kapatırken Leyla ile Kerem'in de inip yanıma geldiğini gördüm. Burası araziye benzeyen, boş bir alandı ve etrafta dağınık duran evler vardı. Dağ evi gibi bir yerdi ve hiç de böyle bir yere geleceğimizi ummamıştım. 

"Otelde kalacağımızı sanıyordum," dedim etrafın büyüleyiciliğine bakarken.

"Bu evler özellikle Kuzey Işıkları civarına yapılmış, kiralayıp konaklayabiliyorsun. Kuzey Işıkları gökyüzünde göründüğünde, sen de evin arka tarafındaki camından görebileceksin muhtemelen. Tabi ben seni bizzat ışıkların altına da götüreceğim..." 

Çok... güzeldi ama eksikti. Hazer olsaydı tamam olurdu. Başımı salladım ve düşen kar tanelerine hayranlıkla baktım. Kristal görünümlü kar taneleri hızlanmaya başlayarak yüzüme düştüler ve eriyip kayboldular. Kendi etrafımda dönerek aylar sonra gördüğüm karlara bakarken, Keremle Leyla ilerideki şirin eve ilerlediler. 

"Hadi Safir, gel de ısınalım. Belki bu gece vardır, Kuzey Işıklarını da görebilirsin gökyüzünde..." 

Leyla'ya dönüp hafifçe tebessüm ettim ve elimi açıp kar tanelerini toplarken onların ardından eve yürüdüm. Eve vardığımızda Kerem kapının kenarındaki posta kutusunu açıp içinden anahtarı aldı, kiraladığı adam söylemiş olmalıydı. Kapıyı açtığında bizi bir karanlık karşıladı ve Leyla önümden içeriye girdi. Onların peşinden girdim ve Kerem birkaç adım ilerleyip bir ışık yaktığında etrafımı görebildim. Kapı, doğrudan bir oturma odasına açılıyordu. Leyla bir ıslık çalıp içeriye ilerlerken, ben de ayakkabımı çıkarıp kenara bıraktım. 

"Burası çok tatlı," dedi Leyla, heyecanla el çırparak. Doğrulup montumun fermuarını çözerken etrafıma ilgiyle baktım. Aslında küçük, kutu kadar bir oturma odasıydı ama sıcak, tatlı görünüyordu. Her şey kahverengi ve beyaz rengindeydi, kenarda bir şömine vardı, yanıyordu. Işık sarıydı, bu yüzden etraf loş görünüyordu. Çok kalabalık bir salon değildi, az ve işe yarar eşyalar vardı. Yerden tavana kadar uzanan pencereler dışarıda yağan kar manzarasını net şekilde görüyordu. 

"Beğendin mi Safirciğim?" Diyerek sol taraftan hole girdi Kerem ve gözden kayboldu. Valizi sürüklüyordu, Leyla da onun ardından koştururken ellerinin üşüdüğünden sızlandı. Çıkardığım montumu elimde tutarak salondan görünen mutfağa baktım, hemen hemen her şeyin ahşap olduğu, tatlı ve küçük bir mutfaktı. 

Keremle Leyla'nın gülüşerek bir odaya girdiğini gördüğümde başımı arkaya çevirdim ve dudaklarımı bükerek hole baktım. Holde kaybolmuş, kalacakları odaya girmişlerdi. Parmak uçlarımda, başımı hüzünle yana eğerek o hole girdim ve burada birden fazla kapı gördüm. Banyo, tuvalet de buradaydı. Kerem ve Leyla'nın sesinin geldiği odanın kapısına bakarak karşı taraftaki kapılara ilerledim. Açtığım ilk kapı banyoydu, beyaz ve sade bir banyoydu. O kapıyı kapattım ve yanındakinin de tuvalet olduğunu düşünerek diğer kapıya ilerledim. 

Belki de bu gece gidip görmeliyim Kuzey Işıklarını, Hazer'in istediği gibi.

Ahşap kapıyı açtığımda beni bir karanlık karşıladı. Kapıyı arkamdan kapatıp içeriye süzüldüm ve doğrudan cama ilerledim. Beyaz bir tül vardı, onu kenara çekip ıslak camdan dışarıya baktım. Cam genişti, üzerinde damlalar akıyordu. İlerisi alabildiğine uzundu, etrafta dağınık şekilde bu tarz evler vardı ama en yakındaki bile bir hayli uzaktı. Gökyüzüyse çok açıktı, yıldızlar parlaktı.

"Kuzey Işıklarını bu gece görebilir miyim acaba," diyerek tülü serbest bıraktım ve yatağıma kadar gerileyip kendimi ahşap ayaklı yatağın üzerine bıraktım. Kalçam yumuşak yüzeyle buluştu ve yorgun vücudum adeta o köşeye yığıldı. Ellerimi arkaya koyup başımı yana eğdim ve bana göz kırpan yıldızlara hayranlıkla baktım. 

"Ah Hazer, şimdi burada olmadığın için o kadar üzgünüm ki." Yorgun vücudumu, üzerinde beyaz bir çarşaf olan yatağa doğru bırakarak gözlerimi yumdum. Vücudum hafifledi ama kalbim hâlâ çok ağırdı. Gözkapaklarımda ışığın gölgelerini hissederken, elimi yanağımın altına koyup Hazer'in yanımda olduğunu düşledim. Şimdi değildi belki, ileride bir gün burada beraber olacaktık ama hayal kurmak serbestti. Yanıma yürüdüğünü, önümdeki ışığı gölgesiyle kestiğini, saçlarımı okşadığını, kulağıma eğilerek güzel şeyler fısıldadığını hayal ettim. Kendimi burada değil de, kanatlanmış o hayale uçarken buldum ve sırtımda o kanatları taşımanın ağırlığıyla uykunun kollarına çekiliyordum ki, bir gıcırtı sesi duydum. Odanın içinde, benden başka birinin nefesi gezindi ve o yumuşak, kibar ses odanın içini doldurdu.

"Üzülmek mi? Ben demedim mi sana, artık üzemezler bebeğimi."

 

BÖLÜM SONU.