0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

48. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

"KUZEY IŞIKLARI."

Mila, aynanın önüne geç ve şöyle de; artık yıldızları aramana gerek yok, yıldız sensin ve ay hep peşinde.

Ben kaç kez düştüğümü hiç saymadım, eğer saymışsam da kaç kez kalkacağımı öğrenmek için saymışımdır. Hiç vazgeçmediğimi söyleyemem, vazgeçtim; çünkü hayatımızda duraklar vardı ve durduğum o durağın adı vazgeçiş olmuştu. Ama devam etmek de bir duraktı ve ben oradan da geçmiştim. Bazen o durakların önünden, ciğerlerim patlayan kadar koştuğum da oldu ve durup kafamı kaldırdığımda o durağın tabelasında parladın yazdığını gördüm. Sonra bir durak daha koştum, yoruldum ama değdi çünkü son durağın adı aşk oldu.

Aşkın adı Hazer.

Hazer, Hazer, Hazer...

Adını üçlememi azımsama, yere düşsem dizime bile üç kere üflemem ben.

Ama senin yaralarına... son nefesime kadar üflerim.

"Mila, iki gündür benimle konuşmuyorsun, üzülüyorum ama..."

Hazer'in sesini duyunca irkildim ve dışarıdaki kar yağışını izlerken derin bir iç çektim.

"Keremle Leyla'yı evden kovduğum için mi kızdın? Yani kovmak demek istemedim, başka bir yere gitmelerini rica ettim. Kerem, karımla baş başa kalabilir miyim diye sordum, daha nazik olamazdım..."

Hayır, kovmakla tehdit etmişti.

Sırtım ona dönük olduğu için gülüşümü herhangi bir şekilde saklamama gerek kalmadı. Dediği gibi, Keremle Leyla'ya lüks bir otelde balayı suiti tutmuş, kibarca kovmuştu. Kerem bozulmuş gibi davransa da sevindiği belliydi, kral dairesinde balayı süitiydi sonuçta.

"Mila, bir tek beni gördüğünde sarıldın bana, ondan beridir yüzüme bakmıyorsun."

"Beni kandırdın," demek için birbirinden ayrıldı dudaklarım ve bu kelimelerden sonra hüzünle aşağıya büküldü. 

Beni kandırmıştı, benim iyiliğim için olduğunu söylese de ben kahrolurken arkamdan işler çevirmişti. Eksik söylemişti, üstelik ben haricindeki herkesin haberi vardı. Bu eve, ardından odaya girip yatağa uzandıktan sonra onun sesini duyduğum o an... Mutluluk ve sevinçten deliye dönüp kendimi onun kucağına atmam, sonra ona tokat atıp ağlamaya başlamam... Resmen trajikomikti.

"Yalvarırım kandırma deme, ben seni kandırmam." Sesindeki mahcubiyet dolu tını başımın arkaya doğru çevrilmesine sebep oldu. Çaprazımdaki koltukta, üstüne hiçbir şey giymeden oturmuştu. Kalbimin çarpmadığını söylemek tutkulu bir yalan olurdu, gözlerini görür görmez nasıl da attı. "Geçtiğimiz iki gün de sana sebeplerimi açıkladım. Canın yanıyordu, senin mahkeme odalarında sürünmeni istemedim. Her şey hallolmuş şekilde karşına çıkmak istedim."

"Neden çıplak geziyorsun?" Diye soruverdim gözlerimi göğsünden aşağıya indirerek.

"Karımla çıplak münasebetler yaşama ümidi yüzünden…"

Başımı iki yana salladım ve gülüşümü görmemesi için önüme döndüm. Ofladı ve edepsizliği muhakkak ki yanaklarını kızarttı. Edepsizlik diyemem aslında, sonuçta ben onun eşiydim. Eşi... Evliliğimizin tadını çıkarmak mümkün olmamıştı ama artık karı kocaydık.

Meğer beni zaten burada bekliyormuş, bir gündür.

"Mila, beni görmeye geldiğin o gün davanın olduğu gündü, sana söylemiştim." Dün anlattığı şeyleri şimdi bir kez daha açıklıyordu. "Ama sana söylemek istemedim, o mahkeme odasında duruşmayı izlemeni istemedim."

Devam edecek olabilirdi ama araya girerek, "Neden?" Diye sordum, sesim olabildiğince nazikti. "Baş edemeyeceğimi mi düşündün? Ya da dayanıksız olduğumu mu? İnan ki dayanıklıyım, hassasım ama bir şeyle savaşırsam muhtemelen hep kazanırım."

"Dayanıksız olduğunu düşündüğüm için mi olduğunu sanıyorsun?" Dedi, onunla konuştuğum için sevinmiş gibiydi. Koltukta kıpırdandığını seslerden anladım. "Elbette dayanıklısın ama o gün davayı kazanmama şansım da vardı Mila, sen oradayken kazanamamak, gözyaşlarını izlemek... Bunları birbirimize yaşatmayı istemedim. Gözünün önünden, bileklerime takılan bir kelepçeyle ayrılma ihtimalim... Korkunç Mila, korkunç geldi! Kandırmadım, ikimizin iyiliği için bazı şeyleri eksik anlattım."

Onu görmeye gittiğim gün aslında davası vardı ve kazanmış, ertesi gün Norveç'e uçmuştu. İyi niyetinden şüphe ettiğim yoktu, yalnızca tüm bu süreçte onun yanında olamadığım için eksik ve mutsuz hissetmiştim. Düğün öncesinde benden duygularını, düğün günü olanları, düğünden sonra davayı hep gizlemişti. Burada, yanımda olduğu için dünyanın en mutlu insanıydım ama tüm bunları yalnız atlattığı için kızgındım.

"Seni o duvarların arasında yalnız başıma bıraktığımı düşünüp hayallerimin şehrine mutsuz ve üzgün geldim," dedim, kendince kızgınlığımın gerekçelerini açıklayarak. "Buraya gelirken o kadar kötü oldum ki, neredeyse aşkımızı aldatıyormuş gibi hissettim. Sen oradaydın, dudağın patlaktı, gözlerinin içi kıpkırmızıydı ve ben sanki hiçbirini umursamıyormuş gibi buraya uçuyordum. Her şeyi beraber atlatıp, başımı omzuna koymak, öyle uçmak isterdim bu ülkeye."

"Mila... Yine olsa yine aynısını yapardım."

Hâlâ, beni duymamış gibi neler diyordu.

"Safir, ikimiz de kendimizce haklıyız. Senin kızmak için sebeplerin vardı, benim de bunları yapmak için. Hadi, öpüşüp barışalım artık... Seni çok özledim."

Ben de onu çok özlemiştim. Başımı tekrardan ona çevirdiğimde koltuktan kalkıp şömineye doğru yürüdüğünü gördüm. Bacaklarında gri eşofmanı vardı, ayakları da çıplaktı ve üşüdüğünden endişe etmiştim. Omzundaki dövmeye bakarken, eğilip yanda duran kütüklerden bir tane aldı ve şömine içine yavaşça koydu.

"Pekâlâ," dedim, vücudumu da ona doğru döndürerek. Üzerimde ince askılı beyaz bir elbise vardı, üzerine de ince bir hırka atmıştım. Bağdaş kurarak saçlarımla oynamaya devam ettim. "Dinlemeye hazırım, davada neler olduğunu anlatır mısın?"                    

Doğruldu ve bana dönüp ellerini gri eşofmanın ceplerine koydu. Şömine şimdi arkasında kalmıştı ve omuzları dik şekilde, gergince bana bakıyordu. Saç tellerimden ayak parmaklarıma kadar beni süzerek dudaklarını yaladığında, yanaklarımın altındaki sıcak baskıyı hissettim. "Dava gününe kadar avukatım ve babam kanıt toplamaya başlamışlardı. Senin ve bizim de tahmin ettiğimiz gibi o piçi öldüren, yeğeninin ta kendisi."

Kamerada gördüğümüz o adam... Yeğeni.

Düşünceler rahatsız edici bir karın ağrısı gibi beynimin içinde yer almaya başladığında, "Bana gönderdiği kutudan bahsetmiştim sana," dedi. Ya tabi, bir de içinde henüz ne olduğunu öğrenemediğim bir kutu vardı. "O kutuyu gördükten sonra delireceğimi biliyorlardı, yeğeni de biliyordu. Amcasını hastanede ziyaret edeceğimden emindi, emin olmasa bile bir şans, kendisi için fırsattı. Amcası olacak piçten kurtulmak istiyordu, bu yüzden fişi çekti ama cinayetin benim üzerime kalması için bunu ben odaya girmeden biraz önce yaptı."

Olanlar, tahmin ettiğim gibiydi. Ne yazık ki diyemiyordum, ölümüne sevinmeden yapamıyordum. Yeğeni... Demek ki amcasından o da bıkmıştı, Gazelle olduğu gibi mecburi bir bağdı. O katil, Gazel'in de kuzeniydi. Fırsat yakalamıştı, bunu kullanıp amcasını öldürmüştü.

Ben düşüncelerimle bir masaya otururken, "Kamera kaydı vardı, emniyet güçleri adamın peşine düşmüştü ama bulmaları vakit almıştı," diye konuşmasını sürdürdü. Anlatırken stresliydi, çünkü Hazer'in zihni berrak, temiz bir zihindi ve tüm bunların içinde olmak kendisini de yormuştu. "Adam bulunduğunda itiraf etmişti ama mahkeme gününde cinayetten yargılanmasam da adam öldürmeye teşebbüsten yargılanabilirdim. Mahkeme gününde ne olacağını ne avukat ne de ben kestiremedik Mila, bu yüzden seni o gün orada görmek istemedim."

Doğru, cinayetten olmasa bile adam öldürmeye teşebbüsten yargılanabilirdi. Bu kelimeler... Ona ve bana ne kadar da uzaktı.

"Ama serbest kaldım, çünkü fiilen yaptığım hiçbir şey yoktu ortada. Zaten ölmüş bir adamı öldüremezdim, bu da katil olmakla ilgili tüm varsayımlarımı çürütüyordu."

Ölmüş bir adamı öldüremezdi, bu da adam öldürmeye teşebbüsle ilgili tüm yargıları çürütürdü. Olayların bu şekilde gelişmesi, yeğeninin tüm suçu Hazer'in üzerine bırakmaya çalışması, Hazer'in orada geçirdiği günler, korkuları, kaçışı... Bir felaketin eşiğinden dönmüştük ve açıp baktığımda göremesem de avuçlarımda ince ince sızlayan kesikler vardı. 

"Düşüncelere de kelepçe inemeyeceği için... Serbest kaldım ve Norveç'e uçtum, sana sürpriz yaptım."

Düşüncelere kelepçe inmez mi...

Başımı önüme eğip ellerimle oynamaya başlarken gözlerimi kapatıp şükrettim. O buradaydı, hiçbir cinayetle ilgisi yoktu, yarın gitmek zorunda değildi, kaçmak zorunda hiç değildi.

"Baban sana neden yardım etti?" Diye sordum, mahcup şekilde. Babası tarafından ne kadar az sevildiğini yüzüne vurmak istememiştim ama başka türlü nasıl sorabilirdim ki. 

"İtibarı içindir," dedi düşünceli şekilde.

"İstanbul'a ne zaman döneceğiz peki?" Diye sorma gereği duydum ve gri gözlerimi yavaşça kaldırıp onun güzel gözleriyle birleştirdim.

Bir an dargın göründü, dudaklarının kenarları aşağıya doğru büküldü. "Dönmek mi istiyorsun Mila?"

Hayır.

"Okulum var," dedim, şiş dudaklarımı yalayarak. Uyandığımda genelde dudaklarım şiş oluyordu.

"Bana ne!" Omzunu silkti, kaşlarını haylaz bir çocuk gibi çattı. "Okulun daha yeni başladı, ilk hafta gitmesen bir şey olmaz. Eksiklerini beraber kapatırız. Götürmüyorum, karım değil misin, burada kalmanı istiyorum işte!"

Bir de bayıl istersen Hazer.

"Despot," dedim, gülüşüm dudaklarımı yukarıya doğru çekerken. 

Ellerini cebinden çıkararak bana doğru bir adım attı. "Kocanım ben, bana öyle diyemezsin."

"Bal gibi de derim," dedim, tatlı şekilde gülerek. Geniş omuzları ve çıplak gövdesiyle bana doğru bir adım daha atmasını izledim. "Despot!"

Tam önümde durduğunda başım karnıyla aynı hizada yer aldı ve elini uzatıp yumuşak şekilde çenemin altından tuttu. Önce elinin tenime uzanmasını izledim, sonra çenemden tuttuğunda gözbebeklerim istemsiz şekilde büyüdü. İşaret parmağını bastırarak başımı hafifçe arkaya itti ve boğazımdaki çıkıntıyı izlerken, "Bal gibisin zaten," diye fısıldadı.

Teşekkür eder gibi dudağımın kenarını kıvırdığımda, çenemdeki parmağını arkaya doğru itip boğazıma taşımaya başladı. "Yüzüne bakınca sana sürekli şiirler okumak istiyorum," dedi, beni görmek için gözlerini yukarıya hareket ettirdi. "Bu huydan nasıl vazgeçeceğim?"

İltifatı karşısında kızardı yanaklarım. "Ben yaşlanınca geçer sanırım bu huyun, yüzüm buruşunca şiir söylemekten ziyade seninle nereden evlendim ben diyebilirsin."

"Şimdi demediğim ne malum?"

"Ne?"

Abartılı tepkime gülümsedi ve boğazımdaki çıkıntıyı okşarken, "Çok tatlı bir nine olursun," dedi. Sanırım gözünün önüne gelen hayalim onu gülümsetmiş olmalı ki, kahkaha atmamak için genzini temizledi. "Sen yaşlılara çirkin mi demek istedin az önce?”

"Öyle demek istemedim tabii ki."

Parmaklarını boğazımdan kaydırıp omzuma taşımaya başladığında ne yapacağını görmek için ona izin verdim. Kalp atışlarımın hızlanmaya başladığını anladı ve arkasından gelen şömine sesleri duyuldu. Kazağımı omzumdan aşağıya itmeye çalıştı. "Çıkarsana şunu."

"Soğuk," diye fısıldadım. 

"Tamam işte." Amber renkli gözleri omzumdan kayıp tekrar gözlerime çevrildi. "Isınırız."

"Şu an avına sinsice yaklaşıp omu yemeye çalışan bir avcı gibisin." Hırkamın yakasını omzuma çektiğimde dudakları huysuzca büküldü. 

Nabzımdaki atışın hızını fark edince koltuktan doğruldum ve Hazer bir adım gerileyip geçmeme izin verdiğinde, hırkamın kollarını avuçlarıma çekip ona arkamı döndüm. Elini kaldırdığını gördüm, refleks haliyle kalçama vuracaktı ama yapmadı. Yürürken gülümseyip mutfağın yolunu tuttum ve mutfaktan içeriye girerek etrafta atıştıracak bir şeyler aradım. Kahvaltı yapmıştık ama canım bir şeyler istiyordu. Küçük, ahşap malzemenin ağırlıkta olduğu mutfakta bakınıp dolap kapağını açtım ve içeride bulduğum çikolatayı alıp ambalajını açtım. Birkaç ısırık alıp kendime sürahideki suyu doldurdum ve içeriye döndüğümde, Hazer'i şömine karıştırırken buldum. Başı bana döndü. "Acıktın mı bebeğim?"

Beyaz elbisemin içinde onun yanına ilerleyip fıstıklı çikolatamı ona verdim. "Yemek ister misin, çok lezzetli. Fıstık seversin sen."

Uzattığım çikolataya bakarken yüzünde birkaç haylaz mimik oluştu. "Fıstık'ı özledim."

Ah.

"Fıstıkla Fındık'ı Behramla Gazel'e bıraktık, biz dönene kadar."

Çikolataya uzandı. "Biliyorum mi vida."

Çikolatayı hışımla geri çekip, "Tabi biliyorsun," diye homurdandım ve arkamı dönüp pencereye ilerledim. Her şeyden haberi vardı. 

"Ama çikolata yiyecektim..."

"Zıkkım var, alır mısın aşkım," dedim, camın önünde durup dışarıyı izlerken.

"Benim karım çok değişti," dedi, sesinde gerçekten bir korku ve dehşet vardı.

Yanağımı camın pervazına yaslayıp etrafın güzelliğine baktım. İki gecedir dışarıya çıkmış ama kuzey ışıklarını görememiştik, insanlar gece olduğunda buraya geliyordu ama henüz görememişlerdi. Bu gece de çıkacaktık, artık görmeyi umuyordum. En yakındaki ev neredeyse üç yüz metre ilerideydi. Etraf gündüzken tenhaydı ve beyaz örtüyle kaplanmış görünüyordu.

Çikolatamdan bir ısırık daha alıp ardından bir yudum su aldım, fıstıkları ezerken gözlerimle bir kar tanesini takip ettim. Aslında kızgınlığım bu iki günde hafiflemişti ama onunla eğlenmek hoşuma gidiyordu. Suyumu kenara bırakıp çikolatamı kemirmeye devam ederken, uzatıp sisli camın üzerinde parmağımı kaydırdım.

Hazer ♡ Mila.

Yaklaşan adımlarının sesini duyduğumda nefesimi o yazıya örterek kapattım ve çocukluğumu görmemesini umdum. Bana sokulduğunu hissettim ve elleri yumuşak, kibar şekilde iki yandan belime yerleşti.  "Bana ilk okul gününü anlatmadın, arkadaş edindin mi?"

Dudağımın köşesini ısırdım ve sırtımı gönlümce onun göğsüne yaslayıp elimin birisini belimdeki eline götürdüm. Dışarıdan nasıl göründüğümüzü merak ettim, çünkü içeriden çok aşık hissediyordum. "Nasıl geçtiğini anlamadım, hep seni düşündüm. Yalnızca... Peri diye bir kızla tanıştık, dans konusunda birbirimize yardımcı olacağız."

"Senin dans konusunda yardıma ihtiyacın yok," diye iltifatta bulundu bana, sesi gerçekten samimiydi. "Başka arkadaşların oldu mu? Hani böyle cinsiyeti kız olmayan falan... Yani, öylesine soruyum."

Tabi, tabi...

Herhangi bir erkek arkadaş edinip edinmediğimi sorabildiği en nazik ve tatlı şekilde sormaya çalıştığını anladım. "Henüz değil," dedim. "Birileriyle tanışmadım, zaten tanışsam da arkadaş olacak kadar güvenmem zaman alır. Benim, yanında güvende hissettiğim tek erkek sensin, bu muhtemelen ölene kadar böyle kalacak."

"Hayır," diye fısıldadı ansızın. Nefesi ense açıklığımdan içeriye girip omuzlarımda salındı. "Oğlumuzun yanında da güvende hissedeceksin."

"Yaa, Hazer..."

"Yaa, Mila."

Gülümsedim.

Belimin yanlarını nazik şekilde okşayıp dudaklarını da ensemde usul usul gezdirirken, "Barıştık mı?" Diye sordu, sesi sıcacıktı. Güçlü kollarını, kaslarını çok net hissediyordum. İki gündür neredeyse hiç temasa girmemiştik, ondan önce de zaten günlerce görüşememiştik. Kendimi ona yasladığımı fark etti ve ensemden daha sert bir öpücük aldı. "Barışmışız."

"Sen de olsan sana küs kalamazsın."

"Yanılıyorsun, ben kendimle, sana âşık olunca barıştım."

Güzel sözleri, güzel ruhlar söylerdi. Başımı eğip belimi okşayan eline baktım ve boştaki elini kavrayıp kemikli parmaklarını okşarken bu eldeki eksikliği fark ettim. Bir anda Han'ın kollarından çıktığımda irkildi ve ben sırtımı dönüp odaya koşarken arkamdan baktı. Hole çıktım ve iki gecedir kaldığımız odaya geçtim. İçeriye girdiğimde o geceki gibi beyaz, temiz ve güzel oda beni karşıladı. Kıyafet dolabına yürüdüm ve yanımda getirdiğim çantayı açarak içinden Hazer'in alyansını çıkardım; parmağındaki eksikliğini görmeye dayanamıyordum. Doğrulup odadan çıkmadan önce beyaz komodin üzerindeki merhemi de yanıma aldım.

Salona geri döndüğümde Hazer'i aynı yerde buldum. Ellerini tekrardan ceplerine koymuş, camdan kar yağışını izliyordu. Temiz görünen, parlak tenini izleyerek ona yaklaştım ve elimi bileğine doğru indirip cebinden çıkardım. Kafasını ağır şekilde bana çevirdi ve ben alyansını parmağına takarken, "Yanında mı getirmiştin?" Diye sordu sevgi dolu sesiyle.

"Seni getiremeyince... Seninle ilgili her şeyi getirdim."

Alyansını parmağına yerleştirdikten sonra elini yumuşakça yanına bıraktım ve getirdiğim merhemin kapağını açtım. Dudağının ve gözünün altındaki morluklar beni endişelendiriyordu, iki gündür merhem sürmemize rağmen henüz geçmemişti.

"Ah.”

Elimi bir an geri çektim. "Hâlâ mı acıyor?"

"Şerefsiz nasıl çaktıysa, ağzımın kenarı yarıldı resmen..." gözleri öfke ve kinle genişledi.

Bana ne olduğunu tam söylememişti ama bu olayı hapishanede yaşadığı su götürmez bir gerçekti. İncinmiş olmasına karşı verdiğim tepkileri ruhumun içinde yaşarken, merhemi daha nazik şekilde yaralarına sürdüm. "Hani erkekler canları acısa da acımaz derlerdi?" Diye sordum ona, bana söylediği bu cümleyi anımsayarak.

İncinmiş olmasının verdiği acı, gözlerinin merhametiyle azalıp ruhumu serbest bıraktı. "Erkekler bir kadını çok sevip ona canlarını emanet edecek kadar güveniyorlarsa her şeylerini söylerler Mila. Bir tek de o kadının yanında ağlarlar, acıdan veya başka şeylerden."

İçimi kaplayan mutluluk karşısında parmaklarım yanağında dolaşmaya başladı. "Yani herkese hır sana miyav diyorsun?"

Elini tekrardan belime yerleştirip aşağıya doğru okşadı. "Sana da hır."

"Aşıların geldi senin," dedim, içimden yakıcı gözlerine doğru gidenlerle.

İşim bitmiş olsa da elimi yanağından çekmedim, o da bunu arzu etmiyordu zaten. Parmaklarının hassas dokunuşları asabileşmeden hemen önce yüzünü çarpıcı bir yakınlıkla yüzüme eğdi ve çilli burnumun ucunu ısırdı. "Odamıza gidelim mi?"

Bakışmamızı yarıda kesmedim, cesaretle gözlerinin içine bakarken, elimi kaldırıp ısırdığı burnumu kaşıdım. "Bugün bence dışarıya çıkıp Norveç'i gezmeliyiz."

Yanaklarını şişirdi ve elini kaldırıp camdan dışarıyı gösterdi. "Al işte, Norveç. Daha neyini görebilirsin, ben sana daha güzel bir şeyler gösterebilirim aşkım..."

"Ne gibi şeyler olduğunu sormaya korkuyorum," diyerek bir adım geriye çıktığımda Hazer kafasını arkaya attı ve ellerini tekrardan cebine koydu. 

Seksi olmakla alakalı pek bir şey bilmiyordum, onu tanıyana kadar. Bir insanın bir insanı seksi bulması bu şekilde oluyordu demek ki. Gri eşofmanını, çıplak vücudunu süzerken ellerimi arkamda bağlayıp gerilemeye devam ettim. "Ben üstüme kalın bir şeyler giyeyim, öğle yemeğimizi dışarıda yiyelim o zaman."                    

Odaya geçtikten sonra bir süre dolabımı karıştırdım. Birkaç dakika ne giyeceğimi karar verip dolaptan çıkardım. Seçtiğim beyaz bluzla pantolonu üzerime geçirdikten sonra köşedeki makyaj masasına geçip sandalyeye yerleştim. Göğüs dekoltemi hafifçe düzelttim, bu şekilde daha kibardı. Boynumda ilham perisi, kolyem vardı. Saçlarımı fırçayla tararken kapının açıldığını duydum, Hazer yavaşça içeriye süzüldü. Sabah bu odanın da şöminesini yakmıştı, bu yüzden üşümüyorduk. Gün içinde burada uyuduğum için yakma gereği duymuştu. Beni süzmeyi ihmal etmeden dolaba yürüdü ve kapakları açıp kendine kıyafet baktı. Saçlarımı güzelce fırçaladıktan sonra yanımdaki tek beyaz kurdeleyi aldım ve hep yaptığım gibi saçlarımın yarısını at kuyruğu yaptım. Aynadan Hazer'i görebiliyordum, önce altına bir basketbolcu atleti geçirdi ve üstüne gri kazak giydi. Omzuna attığı kot pantolonuna baktım ve eşofmanını indirirken de onu izledim. "Kazağın ince," dedim, pantolonu için kemer seçmesini izlerken. "Daha kalın giy."

Omzunun üzerinden bir anlığına bana döndüğünde kırmızı bir ruja uzanıyordum. "Yüzüne bir şey sürme, çillerin kapanınca hiç hoşuma gitmiyor."

Rujumu silerken masadaki kapatıcıya bakıp sürmemeye karar verdim, çillerimi ben de seviyordum. Hazer kazağını çıkarıp daha kalın bir kazak seçtiğinde memnuniyet duyarak gülümsedim ve ruju sürmeyi bırakıp saçlarımı omuzlarıma attım. Hazer kemerini takıp bana döndü ve oturduğum sandalyenin yanına kadar gelerek ellerini omuzlarıma koydu. Aynadan gözlerimiz kesişti ve bakışlarında hâlâ alevlerin olduğunu görmeme yetti. "Senin güzelliğin göreceli olamayacak kadar aşikâr," diye fısıldadı ve eğilip saçlarımın üzerinden sertçe öperken gözlerini yumdu. "Mila, Mila, Mila..."

Saçlarımı o kadar yoğun ve ihtiyacı varmış gibi öptü ki, saçlarımı bile böyle öpen dudakların tenime neler yapabileceğini düşünürken titredim.

"Rujumu beğendin mi?" Diye sordum.

Gözlerini açtı ve aynada görmek yetmemiş gibi çenemden tutup başımı kendisine çevirdi. Saçlarım havada süzüldü ve baş parmağı dudağımın kenarını okşadı. "Bayıldım bebeğim."

"Ben yirmi bir..." bir saniye, yarın yirmi iki yaşıma giriyordum. 22 Ekim’di.

Hazer, cümlem yarıda kaldığı için hımm dercesine bir ses çıkardığında, "Yarın," diye fısıldadım yanağımda kalan elinden tutarak. Parmağına bulaşan rujuma baktım. "Aramızda sekiz değil, yedi yaş kalacak."

"Niye la, küçülüyor muyum?"

Kendimi sıktım ama düşünmeden verdiği tepkiye kıkırdamadan edemedim. La, demesi kadar tatlı olan çok az şey vardı. Sandalyeden kalkıp beyaz montuma doğru ilerlerken Hazer de beyninden bir şeylerin hesabını yapıyordu. Yüzüne bakmamıştım ama anladığı bariz belliydi, ya da zaten bir şekilde biliyor olabilirdi. Beyaz montumu üzerime geçirdiğimde yanıma kadar geldi ve beni montumun yakasından sertçe kendine doğru çekip hırladı. Uzanıp fermuarımı boğazıma kadar çekti. "Sana dünyanın en güzel karısı olduğunu söyleyen oldu mu?"

"Tabi tabi," dedim, tombul parmaklarımla saçlarını sol tarafa yatırarak. "Senden önce on beş kişiyle evlendiğim için dediler."

"İmamımı arayıp, eşinin kocasıyla dalga geçmesi caiz mi diye soracağım Mila."

Kahkaham gülüşümü dudaklarıyla kesene kadar devam etti.

Odamızdan çıkmadan önce Hazer eldiven aldı ve kendi ellerine değil, benim ellerime giydirdi. Kırmızı eldivenli ellerime bakarak onunla odadan çıktım ve sokak kapısına yürüdük. Buraya gelirken yanımda getirdiğim siyah botlarımı kapının yanından alırken, Hazer de kendi ayakkabılarını alıp giyindi. Çantama uzandım ve alıp omzuma astığımda Han kapıyı açtı. Kar taneleri rüzgârda uçuşup yüzümüze kondu. "Atkına iyi sarın."

Kapıyı arkamızdan kapattık ve Hazer elimden tuttu. Parmaklarım parmaklarının arasına girerken, birkaç santimetrelik karların üzerine basarak ilerlemeye başladık. "Nereye kadar yürüyeceğiz?"

"Taksi aradım, yoldan alacak bizi."

Başımı salladım ve kardaki ayak izlerimize bakarak onunla ilerledim. Etraf tenhaydı, taksi ancak o yolun başına kadar gelebilirdi. Tuttuğum ele baktım ve parmaklarının soğuk havada üşümesinden endişe duyarak birleşen ellerimizi montumun cebine sokmaya çalıştım. Hazer bana döndü ve sıcak nefesi havada süzüldü. "İki dakikadır yerden kar alıp yüzüme fırlatmanı bekliyorum, kendimi bunun için hazırlıyordum."

"Çocukça bulursun sandığımdan yapasım gelmiyor," diye itirafta bulundum ve yüzüme gelen saçı çektim.

"Mila, neredeyse benimle barış diye çocuk gibi zıplayacaktım. İnan bendeki çocukluklar senden fazla."

Kıkırdadım. "Zıplasana."

"Allah'tan Ankaralı'yım da yapmam."

Birkaç santimetre olan karların üzerinde yürüyüp yol ağzına vardığımızda, bir taksinin beklediğini gördük. Hazer benim için arka kapıyı açtı ve ben oturduktan sonra kendisi de arka koltuğa yerleşti. Atkımı ağzımdan çekip nefes alacak alan açtım ve Hazer taksiciyle İngilizce bir şeyler konuştu; yarısını anladım, yarısını anlamadım. Taksi hareket ettiğindeyse bana doğru dönüp eldivenlerimi elimden çıkardı ve birleştirip nefesini parmaklarıma üfledi. "Sıcak bir çorba içelim önce. Sonra burada bir nehir varmış, onu görmeye gidelim."

"Işıklı caddelerden de geçer miyiz?" Dedim ellerim nefesiyle ısınırken.

Yüz hatları yumuşadı ve parlayan gözlerime bakarak, "Mum alalım mı?" Diye sordu, dudaklarıma bakmaya başladı. "Gece yakarız, madem ışığı seviyorsun?"

"Romantizmin gözlerimi yaşartıyor."

"Ne sandın kızım, ben bile bazen kendime şaşırıyorum."

Başımı cama çevirdim ve geçtiğimiz yollara baktım, gelirken keyifsiz olduğum için pek izleyememiştim. Hazer'in gözlerini üzerimde hissediyordum, tenimi adeta didik didik inceliyordu. Hapishanede geçirdiği günleri sormamıştım yalnızca, orada beklerken ne kadar acı çektiğini de. Göz altındaki morluğun ve dudağındaki patlağın nasıl olduğunu söylememişti. Karşısındaki kişi ben değilsem, muhtemelen genelde asabi olurdu. O anki yaşanmışlıkları da düşününce...

Taksiden indiğimizde eldivenlerimi ceplerime sokarak başımı durduğumuz kaldırımda sağa ve sola çevirerek sokağa bakındım. Çok tatlı, ışıl ışıl bir sokaktı. Sokak boyu karşılıklı olarak dizilmiş kafeler, restoranlar vardı ve yerde çok az kar görünüyordu. Kar, evin olduğu yerdeki kadar çok ve birikmiş değildi. Başımı çevirip, camlarından içerisi görünen kafeye baktım. İçeride birkaç masanın dolu olduğunu görüyordum ve sarı ışıkların yandığını.

Restorana girdiğimiz an sıcaklık vücutlarımıza tesir etti ve Hazer beni gözüne kestirdiği ahşap, kare şeklindeki masaya doğru ilerletti. Karşılıklı olarak oturduk ve kırmızı beremle atkımı çıkarırken, Hazer de telefonunu masaya koyup montunu çıkardı. İçeride bir müzik çalıyordu ama rahatsız ettiğini söyleyemezdim. Hazer nemlenen saçlarını yana doğru tararken masaya koyduğu telefon titredi ve bakışlarım oraya kaydı.

Gönderen: İmamım.

Bana zırt pırt mesaj atma Hazer, vallahi artık Gazel başka birisi var sanacak.

İkimiz de gelen mesajı aynı anda okuduk ve tek kaşımı kaldırarak Hazer'e döndüğümde sırıttı. "Kerem senin baş belan, sen de Behram'ın," dedim.

"Abartıyor, hayırlı sabahlar diye mesaj atmıştım," dedi, bana göz kırpmadan önce.

Ekranına bir daha bakarak saçımı kulağımın arkasına iterken neredeyse gülümsüyordum. "İmamım yazısının yanındaki kalbi kaldırmışsın."

"Evliyim artık, bir tek senin isminin yanında kalp var, namusluyum kızım ben..."

Gülmemek için dudaklarımı kemirirken, Hazer ayağını masanın altından ayağıma vurdu ve gülme isteğim katlanıp dudaklarımda çağladı. Ayağımı iki ayağının arasında kıstırıp yoğun şekilde gülüşümü izlerken bir beyefendi yanımıza gelip siparişlerimizi aldı. Çorba seçeneklerine bakıp damak zevkimize en hitap edeni seçtik ve çorbanın yanında garip bir salata geldi; lezzetli görünüyordu ama buna benzer hiçbir şey yememiştim. Hafifçe eğilip çorbanın kokusuna bakarken, "Biraz daha yana çeksene sandalyeni," dedi Hazer, stabil bir sesle. Başımı kaldırıp ona döndüm ve yüzünde herhangi bir şey bulamadım, tam karşısına oturmamı istediğini düşünerek sandalyemi hafifçe kenara çektiğimde kibar şekilde gülümsedi. "Hadi, ye."

Garipsesem de üstünde durmadım, gülüşündeki nezaket dediği her şeyi yapma isteği uyandırıyordu. Kaşığı beyaz kâsenin içine daldırıp çorbadan bir kaşık aldım ve tadına bakarken içimin sıcaklıkla dolduğunu hissettim. Sıcak, lezzetli bir kâse çorba içmeyi gerçekten özlemiştim.

"Ellerin hâlâ kırmızı," dedi, yüzüğümün olduğu parmağımı okşayarak. "Keşke eve yemek söyleseydik. Bu kadar üşümez olurdun, hem seni içimden geldiği an öpebilirim."

Geldiği o gün sarıldığımızda öpmüştü ama sonrasında dargın olduğum için hiç öpmemişti. "Dudağının yarısı yarık, beni öpebileceğini sanmam," diyerek takıldım ona, gülümsemesi için. Çünkü her nedense bana geçen gerginliğini fark etmiştim.

Hazer omzunu silkip kadehini parmaklarının arasına aldı ve yüzük parmağımı çevirerek, "Bardağı dudaklarıma yasladığımda bile canımı acıtıyor, doğru," dedi ama sızlanır gibi söylemiyordu. "Ama seni, çok acısa da öperim."

Az yediği için yemeye devam etsin diye bir dilim ekmeği önüne iterek, "Eczaneden daha güçlü bir merhem alalım," dedim sıcacık bir sesle. "Gece de sanırım gözün ağrıdı, bir ara uyanıp salona geçtin. Ağrı kesici de alalım."

"Uyku tutmadı, son günlerde olanları düşünüp durdum." Dudaklarını birbirine bastırdı ve dudağındaki yarık can yakıcı şekilde belirginleşti. "Öyle tadım kaçtı, uyanıp bir süre evin içinde gezdim."

"Ağrıların olduğunu sanmıştım," diye mırıldandım.

Omzunu silkti ve elimi kaldırıp öptü, buna şaşırmadım. Temas bağımlısıydı, hem de ileri derecede. "Bazı insanlar mutlu olsa bile en derininde, içlerinde hep huzursuz bir ses olur ya Mila, seninle ben o tür insanlarız. Ruhlarımız da var bu, çok mutlu olsak da beynimizi, ruhumuzu didikleyen melankoliler oluyor. O yüzden kahkaha atmak yerine genel de gülümsüyoruz."

"Hissettiklerimi böyle açıklayan başka kimse olmamıştı."

Ellerimizi indirip bahsettiği tatlılıkta gülümsedi. "Ruhlarımız bir."

Elini sıkarken, kafamı kaldırıp etrafıma ve camdan dışarıya bakındım. Norveç insanları açık tenli ve soğuk görünümlüydü. Pek sıcak görünmüyorlardı ama zaten herkesin de böyle olmasını bekleyemezdim. Ben de pek sıcak değildim.

"Tatlı yiyelim," dedi Hazer, elimi hâlâ tutmakta çok ısrarcıydı. 

Garsona tatlı söyledik ve çikolatalı tatlılarımız geldiğinde keyfini çıkararak yedim. Çikolata sosunu eksik etmemişlerdi.

"Ağzındaki çikolata sosunu sil," dedi Hazer, kadehinin son yudumlarını alırken.

Omzumu silkerken gözlerimle dudağımın kenarına bakmaya çalıştım. "Yoo."

Ayağının ucunu ayak bileğimde gezdirmeye başladı. 

Hemen peçete alıp dudağımın kenarını temizlerken yanaklarım belli belirsiz kızardı. Peçetemi tabağın kenarına bırakıp birkaç yudum su içerken, "Evet," dedi ayağını geriye çekerek. "Bazen despot olmak işe yarıyor."

Bardağı bırakıp onu duymamış gibi elimi çeneme koydum ve kadehini bitirene kadar sessizce izledim. Bittiğinde hesabı istedik, Hazer bir kart kullandı; sanırım yurt dışında kullanılabilir özellikleri olan bir karttı. İmrenilesi zenginliğine, her şeyin kontrol altında olmasına iç çekerken Hazer doğruldu ve kalktığımda montumu nazikçe omuzlarıma bıraktı. "Eldivenlerini tak bebeğim."

Gösteriş yapar gibi saçlarımın üzerinden öptü.

Kafeden el ele ayrıldık ve kaldırımda omuzlarımız birbirine sürterken ilerledik. Bir yere gitmek için konuşmadık, yalnızca uçuşan kar tanelerinin altında sakince yürüdük. Yerde karlar birikmediği için ayak izlerimizi takip etmedim ama Hazer elimi okşarken bunu yapmak zaten kolay değildi. Parmaklarımı o kadar kuvvetli ve güzel bir hisle sıkıyordu ki... Hazer dönüp suratıma karşı sen benimsin Mila, dememişti ama ellerimi öyle nazik bir kuvvetle sahipleniyordu ki, demesine zaten gerek kalmıyordu.

"Bu dükkânda mum vardır bence," dediğinde ellerimizi izlemeye ara verip başımı ilerideki dükkâna çevirdim. Tatlı, ışıltılı, hediyelik eşyaların satıldığı bir dükkâna benziyordu. El ele dükkâna girdiğimizde bir hanımefendi bize ne aradığımızı sordu ve yardımcı oldu. Hazer'e bakışları gözümden kaçmadı ama umursamamaya çalıştım. Daha önce onu sayısız kere kıskanıp belli etmemiştim, yine başarırdım. Mumlara bakarken kokularını dikkate aldım, en güzel kokanları almadan yapamadım.

"Bu da güzel," diye bir şeyler mırıldanıyordu hanımefendi, Hazer'e mum seçeneklerini gösterirken. İngilizceyi çok iyi bilmediğim için tam olarak neler dediğini anlamamıştım.

Hazer'in, "Seçimi eşime bırakıyorum," gibisinden şeyler dediğini yarı buçuk anladım.

"What a pity," dedi kadın yanımızdan giderken.

Kafamı çevirip arkasından ağzım açık bakarken, Hazer de omuzlarını ne yapabilirim dercesine silkti. Gözlerimi devirdim ve sinirimi içimde yaşayıp seçtiğim mumları kucakladım. "Sorun yok Mila," dedi sakince.

"Lütfen hayatım, beni beğenen erkeklere karşı da bu kadar nazik ol." Yapmacık şekilde gülümsedim.

"Ağızlarını kıra... Yani, ağzımla konuşurum onlarla."

Bir torbayla beraber dükkândan çıktığımızda, Hazer uzanıp elimden bir daha tuttu ve parmaklarımı sımsıkı kavrayıp, "Ben seninim," dedi. Bunu duymaya ihtiyacım olduğunu sanıyorsa yanılıyordu, ben onun ruhen ve bedenen bana ait olduğunu biliyordum. Ben kadının hadsizliğine kızmıştım. Saçlarımı düzelttim ve zarifçe yürürken, elinin içini okşadım.

"Tiyatro izleyelim mi?"

Hazer, birkaç dakika sonra önünden geçtiğimiz binanın önünde durarak bana dönüp bu soruyu sorduğunda başımı hevesle salladım ve kabul ettim. Binadan içeriye girdik ve tiyatro salonuna yaklaşırken biletleri sormak için ona baktım ama elinde iki bilet olduğunu görünce şaşkına döndüm. Biletleri daha önce almıştı, bir de dışarıya çıkmamak için numaralar çeviriyordu; dışarıya çıkmak için önceden hevesli olduğu zaten belliydi. Gülümsedim ve biletin üzerinde yazılı olan saate bakarken zaten her şeyi ayarladığını gördüm. 

Girdiğimiz oyun Romeo ve Juliet'di.

Ona okuması için önerdiğim ilk kitabın oyunu.

Kalbim sıcacık oldu ve onun yumuşak bakışlarıyla tıka basa doldu. Tiyatro salonundaki numaralı koltuklarımıza otururken hayranlıkla onu izledim. Sanata dair her şeye büyük ilgi duyuyordum, tabi Hazer'de duyuyordu. Bu yüzden bunu ayarlaması, düşünmesi çok hoşuma gitmişti. Yerlerimiz yerleşip montlarımızı çıkarken, diğer koltukların da dolduğunu gördüm. Önce ışıklar kapandı, sonra perdeler açılmaya başlandı. Tiyatro salonunu derin bir sessizlik kaplamadan hemen önce Hazer'e döndüm. Sanattan bir farkı olmayan merhametli gözlerine bakarak ellerinizi dizimin üzerine koydum. "Sen Hazer, hayatında olmadığın herkes için çok büyük bir eksikliksin."

Benden sık sık iltifat almasına rağmen alışamamış gibi tatlı bir kırmızıya büründü yanakları ve elimin üzerinden öperek bir şey demeden sahneye döndü. Ben de başımı sahneye çevirdim ve sessizliğin ardından bir kısık müziğin yankılandığını duydum. Bu dileğimi hayallerimin şehrinde gerçekleştirmek kalbimi sarıp sarmalamıştı, duygu yüklü hissediyordum. Ruhum da vücudumda birlikte kendini bu koltuğa bırakmıştı sanki. Müziğin sesi azalarak bitti ve sahnede oyuncular görünmeye başladı. Nefesimi tuttum ve tiyatro salonundaki kalabalıkla beraber oyunu izlemeye başladım. 

"Mila, seni mutlu etmek bu kadar kolay mı? Kolay olan şeyler nasıl bu kadar güzel olabilir."

Boğuk sesindeki aşkın, karanlık salonda dalgalar halinde süzülüp kulaklarımdan içeriye aktığını hissettim ve kibarca gülümseyip gözlerimi sahnede dolaştırdım. Hazer anını beni izlemekle oyunu izlemek arasında değerlendirdi ve ilerleyen dakikalar boyunca sessiz kaldı. Bu oyunu izlemek için çok sabırsız, istekli olduğum için nefesimi tutup izledim. Oyunculuklar çok iyiydi, yüzlerindeki herhangi bir mimik bile kalbime dokunuyordu.

Tiyatro boyunca duygudan duyguya geçiş yaptım, izleyiciler de öyle. Romeo ve Juliet sevilir ya da sevilmez fark etmezdi, en nihayetinde bir efsaneydi. Hayallerimin şehrinde izlemek bana çok iyi hissettirmişti. Uzun dakikalar sonra oyun bittiğindeyse ayağa fırlayıp tıpkı diğer seyirciler gibi oyuncuları kuvvetle alkışladım. 

Montlarımızı giyindik ve kalabalıkla beraber tiyatro salonundan ayrıldık. El ele dışarıya çıktığımızda havadan birkaç ton koyulaştığını, koyu gri bulutların gökyüzünü kapattığını gördüm. Atkıma sarınırken dönüp Hazer'e baktım ve elinden sıkıca tutarken parmak uçlarıma yükseldim. Dudaklarım soğuk havanın içinden geçip onun yanaklarına kavuştu. "Çok iyisin sevgilim, tüm iyilikler seni bulsun."

Ellerini belimin iki yanına koyup beni ansızın havaya kaldırdı ve ayaklarım yerden kesildi. Beni etrafında döndürüp önüne koydu ve ayaklarım bir daha yere basarken, dudağımın altından küçücük öptü. "Çok iyiyim madem, sadece yanağımdan öpmek olmaz."

Kıkırdadım. "Daha önce hiç tiyatroya gitmemiştim, harikaydı! Sen biletleri ne ara aldın?"

"Almasını Kerem'e söylemiştim," dedi mahcup bir tavırla.

Hava karardığı için eve dönmekte karar kıldık ve giderken içecek aldık. Taksiye atladığımızda telefonum çaldı.

Montumun cebinden çıkarıp arayanın kim olduğuna baktım ve Gazel'in ismini görünce aramayı heyecanla yanıtladım. Bu birkaç gün içinde konuşmuştuk, onların da Hazer'in geleceğinden haberi varmış ama hamile olduğu için Gazel'e kızamamıştım. "Gazel!"

"Ablacığım, benim." Leo'nun tatlı sesini duyunca gözlerim parladı, Hazer başını çevirip telefon konuşmamı izledi. "Seni çok özlediğimi söyleyince Gazel ablam arayalım dedi. Seni çoook özledim, neler yapıyorsun?"

"Bebeğim," dedim başımı cama yaslayıp gülümserken. "Şu an bir taksinin içinde, eniştenle kaldığımız eve dönüyoruz. Ben de seni çok özledim, dün konuşacaktım ama Gazel uyuduğunu söyledi."

"Yaa evet," diye sızlandığını duydum. "Okulda çok yoruluyorum, artık gitmeme kararı verdim."

Bunun, kendi kararı olduğunu düşünmesine kıkırdadım. "Hani sen büyük adam olacaktın?"

Duraksadığını hissettim, arkadan Behramla Gazel'in gülüştüklerini duyuyordum. "Evet, olacağım," dedi Leo ve acı gerçeği fark etmiş gibi iç çekti. "Büyük adam olmak için okula gitmem gerekiyor değil mi?"

"Birazcık öyle tatlım," dedim. "Kendimi yetiştirmen çok önemli."

"Hımm," dedi, son harfi çekip uzatarak. Esnedi, uykusunun gelmiş olabileceğini düşündüm. "Şirinler izliyorum ben, geliştiriyorum kendimi, merak etme."

Taksinin koltuğunda kahkahaya boğulmamak için elimi dudaklarıma bastırdım ve Hazer dikkatle beni izlerken, "Harika," dedim yumuşakça. "Sen çok uslu bir çocuksun, bunu sorduğum için bana kızma ama Gazel ablanı yormuyorsun değil mi?"

"Hiiiç yormuyorum abla," dedİ. Gazel hamileydi, hastaydı, endişelenmeden edemiyordum. "Ona yardım ediyorum, ağır şeyler kaldırmasına da izin vermiyorum. Biliyor musun..." kıkırdadı, neşeliydi. "Gazel'in karnına yatıyorum, bebekte kafama tekme atıyor."

Hazer konuşmalarımızın bir kısmını duymuş olmalı ki, dudağının kenarını kıvırdı.

Leo ile bir süre daha konuştuk, sonra telefon Gazel'e geçince ona nasıl olduğunu, hissettiğini sordum. Yalan söylemedi, mutlu olduğundan bahsetti; zaten sesinden de anladım.

Biz eve varana kadar Norveç biraz daha kararmış, saat yediyi bulmuştu. Kar hâlâ yağıyordu ama tutacak kadar değil. Taksi iyice kaldırım kenarına yaklaştığında Hazer benim için kapıyı açtı ve benden sonra binerek kapattı. "Keşke araba kiralasaydım," diye mırıldandı, parfümünün kokusu burnuma çarparken.

"Zengin olunca böyle olunca böyle oluyor demek ki," dedim hâlâ bu yaşadığım lüksü garipseyerek. 

Uzanıp soğuk parmaklarıyla yanağımdan makas aldı. "Senin kocan milyarder kızım, kendine gel," dedi.

"Tabi tabi, vergi rekortmenisin," dedim, şüpheyle ona bakarak. Milyarder olamazdı değil mi, o kadar lüks yaşamıyordu bile. 

Lüksten çok anlarsın zaten, dedi iç sesim alayla.

"Evet," dedi Hazer, kaşlarını çatarak. Saçlarımı kulağımın arkasına koydu. "Vergi rekortmenlerinin içindeyim ben, gir bak inanmıyorsan."

Ona şüpheyle baktım ama Han gayet ciddi görünüyordu. Telefonumu cebimden çıkarıp ekranı açtım ve interneti mi de açarak arama motoruna yazdım. Önüme çıkan birkaç sayfayı kontrol ettim ve gerçekten babasıyla onun adını listenin içinde görünce gözlerime inanamadım. Varlıklıydı tabi ama bu kadarını tahmin etmemiştim. Doğru, adamın çiftliği, yazlığı, arabası, motoru vardı. Üstelik yıllardır ihraç ettikleri bir markanın sahipleriydiler. Telefonumu kucağıma bıraktım ve onun gömlek yakalarını tutarak, "Bana uçak al," dedim, sarsarak. "İstediğim zaman Norveç'e uçar, ışıkları görürüm."

Hazer bir saniye kadar yüzüme baktı ve sonra kahkahalara boğuldu.

"Uçak senin köpeğin olsun kızım."

Gülümseyerek ellerimi kazağından çektim ve düzelterek ona göz kırptım. Elbette şakasını ediyordum, böyle bir şey istemiyordum. Eğilip yanağımdan sertçe öptüğünde soğuk nefesi beni ürpertti ve dudaklarım ihtiyaçla sızladı. Gülüşü azalana kadar dudaklarıyla tenimde bir yol çizdi ve uzaklaşıp ellerimden tuttu.

Kuzey Işıklarını görebilmek için konakladığımız bu evin iki yüz metre kadar ilerisine yürümemiz gerekiyordu. Kaç gecedir göremiyorduk, artık bugün görmeyi umut ediyordum. Hazer elini paltomun üzerinden belime yerleştirdi ve uzun çizmelerime bakarak yürümem için hafifçe itti.

Çoğu gece olduğu gibi insanlar bu gece de birikmiş, kuzey ışıklarını görme umuduyla gökyüzüne bakıyordu. Karların üzerinde yürüyerek başımı gökyüzüne kaldırdım ve kendi etrafımda dönerek sabırsızca iç çektim. "Gökyüzü bugün daha açık, bence bugün görebileceğiz."

Birkaç metre ilerimizde de bir çift vardı, neşeyle bir şeylerden bahsediyorlardı. Kuzey Işıkları birçok farklı yerden görünüyordu ve bu çevrede yaşayan insanlarda Kuzey Işıklarının görülebileceği aralıklarda evlerinden çıkıp buraya kadar yürüyordu. Ellerimi çenemin altında birleştirip yıldızlara bakarken, Hazer kollarını vücuduma doladı. "Neden Kuzey Işıkları?"

Omzumu silktim, öptü. "İlk okulda öğrenmiştim dünyanın bir yerinde böyle renkli ışıkların olduğunu. O zamanlar, yaşamak için bir şeylere tutunma ihtiyacı hissettiğim zamanlardı. Ben de imkansıza yakın bir şey istedim ki, kolayca gerçekleşmesin. Sanki hemen gerçekleşebilecek bir hayal olsaydı, gerçekleştikten sonra başka tutunacak bir şeyim kalmayacaktı. En uzağımdaki, imkansıza yakın olanı istedim ki, yoluma devam etmek için hep bir amacım olsun."

"Mila... Bunun ardında böyle bir hikâyenin yattığını bilmiyordum."

Anlayışla başımı sallayıp, "İmkansıza yakın olanı gerçekleştirdim neredeyse," dedim, gözlerimi yumdum. "Belki senin sayende, yalnız başına değil ama..."

Sözümü keserek, "Ben yalnızca biraz daha erken yapmana vesile oldum," dedi, samimiydi. "Sen, tüm ideallerini gerçekleştirebilecek birisin, idealistsin."

"Si," dedim, süzülen kar tanelerini görmek için gözlerimi yeniden açtım.

Elleri belimi iki yandan aşağıya doğru okşadı ve sonra etrafımda dönüp karşıma geçti. Uzanıp paltosunun yakalarını düzelttiğimde, ellerimi yakalayıp avuçlarında sıktı. Kar taneleri teğet geçiyordu, rüzgârın dudaklarımı delicesine sızlattığını hissediyordum. İçimden geçirdiklerimi anlamış gibi bakışlarını dudaklarıma indirdi ve elimi tutan eli titredi. "Dans edelim mi?"

"Burada mı?" Dedim ve içimden geçirdim: alev alev yanan gözlerinde mi?

"Burada," derken, elimi kalbine bastırdı.

Onunla dans etmemizin üzerinden epey zaman geçmişti, bu yüzden hevesle bu teklifini kabul edip ona doğru bir adım daha ilerledim. Hazer dudaklarını ağzının içine çekerek ayağımızın altındaki karları hafifçe iteledi. İnsanlarının gözleri önünde dans etmeye alışkın olduğum için sorun etmedim, birleşen ellerimizin yukarıya kalkmasını izledim.

Hazer belimdeki elini sırtımın tam ortasına indirerek beni kendisine çekti ve vücutlarımız temas etti. Paltosunun üzerinden bile sıcaklığını neredeyse hissettim. Bir elim, onun eliyle birlikte havada dururken diğer elim ensesine yerleşti. Yüzlerimiz arasında böylelikle çok az mesafe kaldı ve Hazer sola doğru bir adım attı. Müzik yoktu ama ritmi yakalamıştık, kalplerimizin ritmini.

"Ayağına basmamak çok zor," dedi ben de sol tarafa doğru bir adım atıp onun ritmini yakalarken.

"Dikkatini mi dağıtıyorum?”

Bu kez sağ tarafa doğru adım attığında, ben de onun kollarının arasında bir adım geri çıkıp sağ tarafa doğru adım attım. Karların etrafa dağılışını, bacaklarımızın birbirine sürtünüşünü hissetmiştim. "Bugün çok güzeldin."

Havadaki ellerimiz sayesinde beni kendi etrafında yavaşça döndürdü ve tekrardan kendisine döndüğümde, vücutlarımızı birleştirip alnını alnıma koydu. "Yemek için özendim."

Arkaya doğru bir adım attığında, benim de vücudum onunla ilerledi ve saçlarım arkadan vuran rüzgârla beraber yüzüne uçuştu. Topuklu ayakkabılarımın üzerinde sol tarafa doğru kaydım ve Hazer de beni takip ederek sola kaydı. Ayağımı yarım bir daire çizerek onun ayağının etrafında dolaştırdım ve ayağımı arka taraftan iki ayağının arasına itmiş oldum. Hazer bu hareketimle beraber dizini ileriye doğru kırdı ve kumaş pantolonunu bacaklarımın içine sürtüp bir ateş çıkardı. 

"Etmeyi istediğin... Bir dans var mı?" Bunu sorarken yüzüme eğilmiş, sızlayan dudaklarıma bakıyordu.

"Yalnız yapılabilecek tüm dansları yaptım neredeyse. Partner dansı soruyorsan... Tango, tango yapmak isterim."

"Partnerine iletirim," dedi, dudaklarını yanağıma sürtmekte sakınca görmeyerek. Dudaklarının soğuktan kuruduğunu hissedip iyileştirmek istedim. 

Beni bir daha, bu kez gözleriyle işaret vermeden geriye itip kendi etrafımda döndürdüğünde yüzüme dökülen kar taneleri arasında tebessüm ettim. Tekrar ona döndüğümde ve vücutlarımız birleştiğinde, ensesinden tutup alnımı alnına koydum. "Mila," diye fısıldadı, esrarengiz bir sesle. Dudaklarımız arasında santimetreler vardı ve cennete kavuşmama da işte saniyeler kalmıştı.

"Hımm," dedim kafamı yana yatırıp hayranlıkla onu izlerken.

Başını kaldırıp gökyüzüne baktı.

Yüzümdeki saç tellerimi çektim ve tıpkı onun gibi başımı arkaya yatırıp gökyüzüne baktım. Yıldızlardan ve beyaz benekli aydan önce dikkatimi, belli belirsiz ışıklar çekti ve ellerim Hazer'in vücudundan aşağıya düştü. Bir adım geriye çıkıp bir sevinç çığlığı attım ve hemen sonra elimi ağzıma kapatıp yerimde zıpladım. "Işıklar..."

"Evet bebeğim."

Ve bu gece, yeni yaşıma dakikalar kala, sonsuz aşkımın kollarında bir hayalimi daha gerçekleştirdim.

Gözlerim mutluluk gözyaşlarıyla ışıldarken, Hazer de benimle her an beliren Kuzey Işıklarını izledi. Etrafımızdaki birkaç insan da coşkuyla ışıkları izlerken, hayalini kurduğum her şeyi gerçekleştirmenin sevinciyle bir damla gözyaşı yanağımdan aktı. Bugün o ışıkları görmek yalnızca ışıkları görmek değildi, hayallerimi gerçekleştirecek kadar güçlü olduğumu görmekti. Eskiden kalbim, bir kuşun yüreğinde uçamayacak kadar ağırdı acıdan ama şimdi öyle hafiflemişti ki, kanadında bile uçabilirdi. 

"Muy hermoso," diyerek, sanki uzanabilirmişim gibi ışıklara ellerimi uzattım ve onların gökyüzünde yaptığı o dalgalara kapılır gibi ben de kendi etrafımda döndüm. Birden fazla renkteki ışıklar her an çoğalarak gökyüzünde belirginleşti ve adeta gökyüzünün rengini değiştirdi. Sihirli gibiydi, etrafı aydınlatmakla kalmamış, bir büyü denizinin içine doğru çekmişti sanki.                    

"Çok güzel, çok güzel," diye sayıklayarak Hazer'in kollarının arasına koştum ve o beni kaldırıp ayaklarımı yerden kestiğinde başımı arkaya yatırıp bu büyülü anı izledim. Çok mutluydum, ışıkların tılsımı kalbimi sevince boğmuştu. Mor ve yeşil renk ağırlığındaydı, geniş bir alanı kaplıyordu. Muhtemelen evimizin camlarından da görebilirdik, uyumadan önce izleyebilirdik. 

"Evet, çok güzel," dedi Han, beni bıraktı ve ayaklarım yere kavuştu. 

Ellerimi tekrar çenemin altında birleştirirken, Hazer'in telefonunu çıkardığını gördüm ve bu anı da diğer özel anlarımız gibi fotoğraflayacağını anladım. Önce gökyüzünü fotoğrafladı, görmeyi beklediğim bu manzarayı. Sonra telefon eliyle birlikte bana doğru hareket ettiğinde kadraja beni aldığını anladım. Başımı hafifçe yana eğdim, Kuzey Işıkları arkamda kalırken telefonun kamerasına gülümsedim. Hazer fotoğrafladı ve telefonu indirip cebine koyduktan sonra ellerini ovuşturdu. Yanına koştum ve ellerini ellerimin arasına alıp ısıtırken, ona gülümsedim. "Güzel çıktım mı? Karanlık, çok güzel çıkmamışımdır doğrusu."

Ellerini ellerimin arasında tutarak gözlerini gözlerime sabitledi. "Evet, güzel çıkmadın. Beraber çekilelim, daha güzel çıkarsın."

Bir elini, iki elimin arasından çekip çıkardı ve kabanına uzatıp tekrardan telefonunu çıkardı. Ekrana birkaç kar tanesi düştü ve Hazer kamerayı açıp telefonu bize doğrulttu. Başımı onun omzuna yasladım ve Hazer bizi fotoğraflarken tebessüm ettim. Elimle paltosunun yakasını tuttum ve Hazer kameradan çıktığında, gözlerim saate takıldı. Tam gece yarısıydı.

Hazer de bunu gördüğünden olsa gerek telefon ekranına birkaç saniye baktı ve ardından telefonu cebine atıp bana döndü. Yirmi ikinci yaşıma, yirmi birinci yaşıma olduğu gibi karanlık bir sokakta yalnız girmediğim için çok şanslı olduğumu düşündüm. Hazer çenemden tutarak yüzümü kendisine doğru eğdi ve gözlerime, yüzüme, dudaklarıma bakarak derin derin iç çekti. Bakışlarının, gözlerinin ruhuma bir müjde almış gibi iyi gelmesini bir türlü aşamıyordum.

"İyi ki doğdun sevgilim." Ellerini belimde birleştirdi, usul usul yaklaştı, insan ya yaşama bu kadar hevesle yaklaşır ya da öleceğini bildirse bile delicesine arzu duyduğu şeye. Önce diliyle baktı dudaklarımın tadına, sonra sert bir öpücük koydu. "Ben otuz yaşıma girmeden bir yaş daha büyüdüğün için nasıl mutluyum anlatamam..."

Kar taneleri yüzümü süpürüp geçerken, ellerimle ensesini sıkıca kavradım. Boğazındaki o kavis bir çıkıntı oluşturmuş, dudaklarımı hafifçe sızlatmıştı. Sert biçimde yutkunarak parmak uçlarımda yükseldim ve kırmızı rujlu dudaklarımı ileriye uzatıp gırtlağındaki kavise bastırdım. 

"N’apıyorsun?" Dedi Hazer, başını önüne eğdi ve böylelikle dudaklarım geriye çekilmiş oldu.

Boynuna sürtünen kırmızı rujuna bakarken omzumu silktim. "Öpüyorum."

Elini boynuna götürdü ve ruju dağıttı. Alt dudağımı ısırıp ensesini okşarken, Hazer gözlerini tekrar gözlerime çevirdi ve belimdeki elini aşağıya doğru kaydırarak dudaklarını dudaklarıma doğru eğdi. Dişlerini çıkarıp alt dudağıma geçirdi ve böylelikle dudaklarımı dişlerimin arasından kurtarmış oldu. Nefesimi kesti ve yakıcı gözlerime bakarken, dişleriyle ısırdığı yere yumuşacık bir öpücük bıraktı. 

"Hadi, odamıza... Yani, evimize gidelim."

Sersemce başımı salladım ve başımı çevirip bir daha ışıklara baktım. Bir gülüş suratıma oturup dişlerimin görünmesine sebep olurken bu anı hafızama kaydettim. Gökyüzüne bakıp da yıldız ve aydan önce başka şeyi aradığım ilk andı bu an. Işıklar hep büyüleyici olmuştu benim için, parlama isteğini bana veren de bu gökyüzü olmuştu, kimse olmasa da beni takip eden bir yıldızım olmuştu.

Hemen ayrılamadım, yıllarca görmeyi beklediğim bu Kuzey Işıklarını bir süre daha izledim. Bir süreden sonra üşüyüp titremeye başladığımdaysa Hazer elimden tutup evimize doğru çekiştirdi. Beyaz ahşap kapıyı açtığında beraber içeriye girdik ve ayakkabılarımızı çıkarıp kenara koyduk. Hazer ışıkları yakmadı, doğrulduğumda elimden tutup gözlerimin içine bakarak beni direkt odamıza doğru yavaşça çekti. Holü yürüdük ve odamızdan içeriye el ele girdik.

"Ev... soğuk," dedim, sırf konuşmak için. Aramızda gerilim veren bir sessizlik vardı.

"Şömineyi yakayım," dedi, odamızın kapısını kapatırken.

Başımı hızlıca salladım ve Hazer elimi bırakıp şömineye doğru yürürken, ben de odadaki pufa doğru ilerledim. Yürürken dizlerim ileriye doğru aksıyordu ve yüzüme çoktan bir sıcaklık basmıştı. Üşüdüğüm resmen bir yalandı. Çantamı ve çıkarıp paltomu pufun üzerine koyduktan sonra dün geceden kalkma mumlar baktım, hâlâ aynı yerdelerdi. Başımı omzumun üzerinden arkaya çevirdiğimde Hazer'in de paltosunu çıkarıp yatağın kenarına bıraktığını gördüm. Onu boğuyormuş gibi parmaklarını beyaz gömleğinin yakasına götürdü ve birkaç düğmeyi çözerken gözlerini bana çevirdi. 

Aramızda, kalbimin bu aşktan asla gidemeyeceğini kanıtlayan bir bakışma geçti.

Kalbimin onu hiç sevmediği bir zamana dönmektense ölmeyi yeğleyeceğimi düşündüm.

Genzini temizleyip önüne döndü ve bir düğmesini daha açarak arkasına baktı. Yavaşça şömineye yürüdü ve tek dizinin üzerinde eğilip şömine önündeki çıraları aldı. Pantolonu cebindeki çakmağı çıkarıp çırayı tutuşturdu ve ben boynum tutulana kadar onu izlerken, kütükleri yavaşça şöminenin içine bıraktı. 

Yutkundum ve önüme dönüp ilerideki mumlara doğru ilerledim. Dün yaktığı için burada bir kibrit vardı, kibriti çakıp mumu yaktım ve parlaklığa gülümseyip diğer mumların yanına ilerledim. Diğer dördünü de yakıp doğrulduğumda Hazer'in de kalktığını görüp zorla gülümsedim. Ellerine baktı ve sonra kafasını kaldırıp sertçe soluklandı. "Ben... Bir duşa gireyim."

"Ol... Olur," dedim neredeyse fısıldayarak.

"Sen de gelmek ister misin?" Diye sordu, benim kadar kısık sesle. Hem utangaç hem çok istekli görünüyordu.

"Yok," dedim, ellerimi arkamda bağlayıp hülyalı şekilde yüzünü izlerken.

Kafasını salladı ve bir daha genzini temizleyip ahşap dolaba yürüdü. Loş ışıktaki omuzlarını izleyerek dudaklarımı yaladım. Dolabın kapaklarını açıp havlu alırken, "Yine de bana katılmak istersen gelirsin," dedi, umutsuzluğa kapılmış görünüyordu. Gülmemek için dudaklarımı yerken, Hazer dönüp son kez umutlu gözlerle bana baktı ve sonra odadan çıktı.

Kapıyı örtüp gözden kaybolduğunda ellerimi yüzüme kapatıp birkaç saniye kendime izin verdim. Sonra dolabıma yürüdüm, kapakları açıp hâlâ çantanın içinde olan geceliğe uzandım. Yanıma elbette böyle bir gecelik almamıştım, benim için yine Leyla çantasına benim yeni aldığım bu geceliği koymuştu. İpek geceliği ellerimin arasına alıp doğruldum ve yatağımıza dönüp kıyafetlerimi çıkarmaya başladım.                    

Birkaç dakika içinde pudra pembe rengindeki geceliği giydim. Şömine yandığı için içerisi ısınmıştı, bacaklarım veya kollarım üşümüyordu. Geceliğim transparan olduğu için çamaşırlarım belli belirsiz görünüyordu ama sorun etmedim, ellerimi ovuşturarak yatağa ilerledim. Yatağın ucuna, beyaz çarşafın üzerine oturarak odaya dönmesini bekledim.

Karnın düğüm düğüm, kalbin güm güm. Bu geceye kadar sana yaşadığını hissettiren her şey bu gece oldu ölümün.

Gelecekten gelen bir sesin kulağıma fısıldadığını duydum ve aşkın ölümle de bir ilgisi olduğunu kalbime gösterdim. Ürpertiyle üşüyen kollarımı aşağıya yukarıya okşayarak banyodan taşan suyun sesini dinledim.

Çok zaman geçmedi ki, bir kapı örtülme sesi geldi; ondan önce de suyun kesildiğini anlamıştım. Ellerimi indirip altımdaki saten yumruklarımın içine aldım ve adım seslerine kulak verdim. Onu kapının arkasında hissettikten iki saniye sonra kapı yavaşça açıldı. Gözlerimi kapıdan giren kocama odakladım ve Hazer içeriye doğru bir adım atıp başını kaldırdığında benimle göz göze geldi.

"Ha... Siktir."

Avuçlarımın arasındaki çarşafı daha sıkı kavrarken, Hazer sayısız kere gözlerini kırptı ve kapıyı aniden kapatıp dışarıya çıktı. Ağzım açık kaldı ve kaşlarım bu durumu garipseyerek çatıldı. Hazer bir kez daha kapıyı daha sert açıp bana baktı ve kafasını iki yana sallayıp içeriye doğru bir adım attı. "Ne yapacağımı karıştırdım, bir saniye..."

"Kapıyı kapat hayatım," diye fısıldadım.

Hazer sakince kapıyı kapatıp içeriye doğru bir adım atarken gözlerini de ikinci kez bedenime çevirdi. Vücudumun büyük kısmı çıplaktı ve odayı aydınlatan mumlar sayesinde bu gayet açıktı. Üzeri çıplaktı, altında da bir gri eşofmanı vardı ve elinde, saçlarını kurulamak için el havlusu tutuyordu. Saçları ıslakken hep alnına düşüyordu, şimdi de öyle olmuştu ve göğsünden su damlaları sicimle iniyordu. Gözleri tüm vücudumu ağırca, istekli şekilde süzdü; öyle ki ayak bileklerime bile vakit ayırdı. 

"Çok güzelsin," dedi Hazer ama bunu öyle bir söyledi ki, ilk kez söylediği zamanki kadar etki yaptı. 

"Gracias. Sen de çok yakışıklısın."

Gri eşofmanını ve çıplak göğsünü gösterdi. "Bu halde mi?"

"Özellikle bu halde," dedim, cesaret edebildiğimde. 

Harelerinin ortasındaki alevler, suya damlatılan mürekkep gibi dağılıp tüm gözlerini kapladı.

Dudaklarını aheste bir tavırla yalayıp sol tarafına döndü ve ilerlerken saçlarını el havlusuyla kuruladı. Bir iki dakika kadar saçlarını kurulayıp camdan dışarıya, görünen Kuzey Işıklarına baktı. Gün doğumuna kadar ışıkların orada olmasını umut ettim. Biraz sonra havluyu pufa, elbisemin üzerine bırakırken kıyafetimi okşamayı da unutmadı.

Arkasını dönüp üzerime doğru yürümeye başladığında, terleyen ellerimi çarşafın üzerinden çektim ve dizlerimin arasına koyup başımı kaldırdım. Yatağımıza kadar yürüdü ve ayakları ayaklarıma değene kadar yaklaştı. Başını yavaşça sol tarafa eğip elini bana uzatmasını izledim ve bu gece sayısız kere çenemden tuttuğunda, kalbimin boğazıma fırladığını hissettim. "Benim için mi hazırlandın?"

Onun için değil, bizim için hazırlanmıştım. Çenemi hafif hafif okşadıktan sonra uzanıp dişlerimin arasındaki parmağıma uzandı. Parmağımı dişlerim arasından çekip aldı ve kendi ağzına kaldırıp ıslak parmağımı dudaklarının arasına aldı. Öpücük koydu.

"Hazer..."

"Senin."

Tek dizinin üzerinde eğildiğinde, yüzü dizlerimin hizasına gelmişti. Geceliğimin mini eteğini sıkarken, Hazer ellerini bacağımın iki yanına yerleştirip başını ileriye uzattı. Dudaklarını önce sol, sonra sağ dizime bastırıp tatlı şekilde öptü. Kalbim çarptı, göğsüm delicesine attı, sanki benden bir adım önde koşmaya başladı. "Han," dedim, kesik kesik.

Geceliğimin zaten dantel olan etekleri biraz daha yukarıya sıyrıldı ve Hazer başını aşağıya eğip bacaklarımın arasına baktı. Gözlerindeki o bakış aniden değişti, hırçınlaşıp koyulaştı. İşaret parmağını bacağımın kenarından üzerine doğru kaydırıp aşağıya ve yukarıya doğru nefes nefese okşadı. "Dokunduğum yer hemen kızarıyor."

Kızaran yüzüne baktım. "Sen, daha ben dokunmadan kızardın."

"Kocanı bozma."

Dilimi çıkarıp yüzüne doğru salladım.

"Bilerek yapıyorsun?" Dedi, bacağıma çimdik atıp beni irkiltirken.

Kafamı, oyuncu bir şekilde iki yana salladım.

Gülümseyip dizimin üzerinden yumuşacık öptü. Öpücükleri dizimden başlayıp bacağımın üzeri boyunca devam etti ve kafasını karnıma yaslayıp bir süre orada durdu. Nefesi ve yüzü bacaklarımın arasına çok yakındı. Terleyen ellerime baktım ve sonra götürüp onun henüz nemli olan saçlarını okşayarak ayaklarımı çıplak beline koydum. "Ayakların buz kesmiş," dedi, hissederek.

"Heyecandan," diyebildim. 

Karnımın üzerine bir öpücük koyup başını tekrar kaldırdı ve şöminedeki sesler kulaklarıma taşındı. Hazer dizinin üzerinden yavaşça kalkıp ellerini belimin iki yanına koydu ve ben kuvvetli kollarından tutarken, vücudumu nazikçe yatakta itti. Başım, iki yastığın arasına düşerken, Hazer de dizlerinin üzerinde yatağa çıkıp ellerini başımın iki yanına koydu. Adeta sarmaş dolaştık.

"Üşüyor musun peki?" Diye sordu, yutkunup saten çarşafı yumruklarının içine alırken.

Ellerimi sırtına götürüp aşağıya doğru okşarken, "Hazer, içinden geleni söyleyebilirsin ya da ne yapmak istiyorsan yapabilirsin," diye fısıldadım açık yüreklilikle. Konuşurken soluk soluğa kalmıştım. "Bu da aşkımız gibi kendiliğinden olacak, hiçbir şey beni korkutmuyor ya da germiyor. Sürekli iyi hissettiğimi ya da iyi olduğumu kontrol etme ihtiyacı duyma."

Bana dokunurken hep iki kez düşünmesini istemiyordum. Biliyordum, yaşadıklarım yüzünden öyle hissediyordu ama ben artık bedenime baktığımda tacize uğradığımı değil de dans edebildiğimi, tenimi, çillerimi, göğüslerimi, bacaklarımı görüyordum. "Artık temizlenmediğimi hissetmiyorum, temiz olduğumu hissediyorum," dedim. "Bana dokunurken iki kez düşünme ve bu konu, bu gece sonsuza kadar kapansın."

Gözlerimin içine bakarken, vücudunun sertleştiğini hissettim. Elinin birini çarşaftan çekip bacaklarımın arasına götürdü ve çamaşırımın üzerinden bana dokunduğunda, başım yastıkların arkasına düştü. "Mila?"

"Han..."

Tarifi olmayan şeyleri cümleler haline kim getirebilirdi ki? Çılgınca olduğundan başka ne diyebilirdim? Yüzünün yaklaştığını hissettim ve dudakları şakağımdan öptüğünde, inleyerek tırnaklarımı sırtına geçirdim. "Vücudumun sana karışma isteğiyle başa çıkamıyorum," dedim muhtaçlıkla.

"Daha yeni başlıyoruz bebeğim."

Dudakları yüzümde bir hat çizip beni kuşatırken, bir eliyle saçımdaki incili tokaya uzandığını hissettim. Onu alıp kenara bıraktı. Başım arkadaydı ve gözlerim mum ışıklarının gölgelerini görüyordu. Kokusuna karşı duyarlılığım hat safhadaydı. Kalçalarım yataktan kalkarken, Hazer'in dudakları çeneme kadar indi. "Her anın tadını çıkarmak istiyorum Mila, her anın. Bunun bir anda bitmesini istemiyorum, usul usul, tüm gece devam etmesini istiyorum."

Heyecanlı bir tebessüm dudaklarımı yukarıya çekti ve vücudum bunu korkuyla değil, mutlulukla karşıladı. Hazer gözlerimin içine bakarak elini bacaklarımın arasından çekti ve hafifçe doğrulmaya çalıştı. Kafamı iki yana sallayıp onu ensesinden kendime çektiğimde dudaklarımın üzerine sert bir öpücük bırakıp, "Gitmiyorum," dedi ve tamamen doğrulup dizlerinin üzerine oturdu. Elimden tutup beni de yavaşça kaldırdı, onun gibi dizlerimin üzerine oturduğumda baştan aşağıya süzdü. "Bir şeyi ters yapacağım, seni inciteceğim diye ödüm kopuyor."

"Bana bir daha dokun," dedim kafamı ona eğip, sanki başka biri duyabilirmiş gibi fısıldayarak. "Az önce dokunduğun gibi."

Gözlerinde yırtıcı bir duygu açığa çıktı ve bakışları aşağıya inip bacaklarımın arasına odaklandı. Elini çarşaftan çekip bana uzattığında, dizlerimin üzerinde ona kaydım. İnleyip dudaklarını bekledim ve dudakları göğüs ucuma kavuştuğunda kafamı arkaya yatırıp kendimi kollarına bıraktım. Vücudum hem ağırlaşıyor hem de hafifliyordu. Saçlarımı sertçe eline sararken, dudakları yumuşak başlayıp sertleşti. "Mila, keşke... saatlerce bunu yapabilsem bebeğim."

Parmaklarım güçsüzleşip ensesinden yavaşça kaymaya başladı. Gözlerim tavandaydı ve şömine ateşinin seslerini henüz duyabiliyordum. "Han..."

"O da senin Mila."

Elini saçlarımdan çekti ve boğazından hırıltılı bir ses çıktığı sırada uzanıp geceliğimin diğer askılarını indirdi. Göğüslerim tamamen çıplak kaldı ve gecelik karnımda birikti. Gövdem tamamen çıplaktı, loş ışıkta vücudum parlıyordu.

"Çok güzel görünüyorsun," dedim hayranlıkla yüzünü, vücudunu süzerek. Bir elim saçlarına karıştı ve Han, kafasını tekrar öne yatırarak ellerini belimden aşağıya kaydırdı. Nefes alışverişi çok hızlanmıştı, çenesi hafifçe titriyordu. "Kalk," dedi çatlayan sesiyle. "Ve sen de çok güzel görünüyorsun."

Titrek şekilde gülüp titreyen dizlerimin üzerinden kalktığımda, gecelik karnımdan aşağıya düştü ve beni bir çamaşırla bıraktı. Ellerimle omuzlarını kavrayıp geceliğin içinden çıktığımda, Hazer geceliği aldı ve nazikçe kenara bıraktı. Başı karnıma hizalıydı. "Neredeyse her yerinde çiller var. Hepsini öpmek mümkün olsa keşke.”

Başımı yumuşak şekilde sallarken, bacaklarımı birbirine bastırarak onun omuzlarını okşadım. Hazer gözlerime, yüzüme, bacaklarıma bakarak neye ihtiyacım olduğunu fark etti ve ellerini kalçalarıma sabitleyip başını ileriye uzattı. Gözlerimin içine bakarak dudaklarını tenime üzerine bastırdı. "Öpülmek mi istiyorsun, dokunulmak?"

Kafamı salladım. "Sadece senin dokunmanı."

Onu öpme isteğiyle savaşmadım, başımı boynuna eğip boğazından öpmeye başladım. "Lütfen Mila, daha çok öp."

Elimi göğsüne koydum ve onu yatağa ittim.

Sırtı yatakta bütünleştiğinde, bacaklarımı iki yanına attım ve nazikçe karnına oturdum. Bacaklarımın arasında karın kaslarını hissetmek dizlerimin güçsüzleşmesini sağladı. Hazer'in elleri tekrardan tenimi bulurken dudaklarımı köprücük kemiğine koydum ve aşağıya kaydırmaya başladım. Hazer'in yanakları kızarmıştı, alnından ter damlası iniyordu.

Dudaklarım göğsü üzerinde kıvrıldı ve o sırada kalbinin atışına ne kadar Başımı hafifçe aşağıya eğip kulağımı kalbine yasladım ve saçlarım göğsünde sürünürken birkaç saniye dinledim. İlk kez bu kadar yakından duyuyordum, sanki kilometreleri koşmuştu. Gülümseyip dudaklarımı daha aşağıya, karnına kadar kaydırdığımda, Hazer'in kontrolsüzce titrediğini fark ettim.

Parmak uçlarımı vücudunda dolaştırırken, "Her şeyi unutabiliyorum," diye fısıldadım. Konuşurken dudaklarım titriyordu, göğsümün içindeki kalbim bir değil bin kere atıyordu. Eğildim, dudaklarımı dudaklarıma yasladığımda ikimiz de inledik. "Dün yediğim yemeği, sabah kahvaltıda ne içtiğimi, en son okuduğum kitabı... Ama senin hiçbir heceni, suratındaki hiçbir mimiği nedense unutamıyorum."

Alnı acı ve tutkuyla kırışırken, ellerini belime kaydırarak sırtını kaldırdı ve dudaklarımdan öpmeye devam ederken beni üzerine oturttu. Bacaklarım belinin iki yanından arkaya uzandı ve saçlarım çıplak sırtımda dalgalandı. "İddia ederim ki Mila, hafızanı kaybetsen, beni unutsan bile... Yine, tekrardan bana âşık olursun sen. Senin kalbin Hazer diye titriyor, Han diye atıyor."

Ellerim yüzüne yerleşti ve bir an soluk soluğa bakıştıktan sonra dudaklarımız sert, yoğun bir öpüşmeye tanık oldu. Yer ayaklarımın altından çekildi, zeminle gök değişti; ruhlarımız süzülüp karıştı.

Hazer dizlerinin üzerinde hafifçe yükselip ellerini eşofmanının iki yanına koydu ve gözlerimin içine bakarak yavaşça indirdi. Yüzüne bakıyordum, gözlerine, kırmızı dudaklarına. Eşofmanı paçalarından sıyırıp attı ve yalnızca çamaşırıyla kaldığında, "Uzan," diye fısıldadı bana nazikçe.

Büyülenmiş gibi ona bakarak vücudumu arkaya, yumuşak yatağa bıraktığımda Hazer gözlerini kapatıp bir küfür savurdu ve gözlerini tekrar açtı. Çırılçıplak şekilde, kokularımızın karıştığı yatakta uzanırken, Hazer gözlerini yavaşça aşağıya indirip bacaklarımın arasına baktı. Utanıp yüzümü diğer tarafa çevirdim ve camdan dışarıdaki ışıklara bakarken, Hazer'in sızlandığını duydum. 

Güçlü vücudu zarifçe vücuduma doğru süzüldü ve ellerini başımın iki yanına yaslayıp bacaklarımın arasına girdi. Ellerim çarşafı sıkarken, mumum kokusunu burnumda hissettim. Hazer de benim gibi kafasını eğip gözlerimizi birleştirdi ve kendini yavaşça üzerime yasladı. Birbirimizin gözlerine bakarken nefessiz kaldık ve aynı anda, aynı ölçüde yutkunduk. Burnunu burnuma sürtüp, "Ölüyorum senin için," dedi duygulu, tutkulu bir sesle.

Aşkla titreyen ellerimi yüzüne götürüp dudaklarından öptüm

Gülüşü gözlerine kadar ulaştı ve arzudan, mutluluktan parladı. Uzanıp yüzümün bölgelerini, çilli burnumu, yanaklarımı öptü. Bir an ağlayabilecek kadar duygusal olduğunu hissettim, bir an sonra arzudan bayılacak kadar tutkulu olduğunu. Gözleri yoğunlukla bakarken tekrar dizlerinin üzerinde doğruldu ve ben onu izlerken ellerini siyah çamaşırının iki yanına koydu.

Kalbi bir adım önden gidiyordu, öyle çılgınca atıyordu. Göğsünden ter damlaları akarken, omuzları hiddetle titriyordu. Bakışlarım vücudundaki tüm girinti çıkıntıları izleyerek tekrar kasıklarına kaydı ve Hazer çamaşırını aşağıya çektiğinde, gözlerimi kırpıştırıp ona elimi uzattım. "Por favor..."

Ona uzanan ellerimden tuttu, başımın iki yanına koyup nazikçe bacaklarımın arasına süzüldü. Mahrem bölgelerimizin temasıyla birlikte ikimiz de gözlerimizi açıp birbirimize baktık, bitmesini hiç istemediğimiz bir anın içine yavaşça hapsolduk.

"Mila, Mila, Mila..."

"Yüzüklerimizin sesini duydun mu?" Diye fısıldadım aklım başımdan giderken.

Dudaklarını dudaklarımın tam ortasına bastırıp öptükten sonra birleşen ellerimize heyecanla baktı. "Duydum bebeğim."

Ellerimiz öyle sıkı kenetlendi ki, kemiğimden ses geldi.

Sıcak, alev alev yanan çarşafların içinde, etrafımızı saran ışıkların büyüsünde vücudunu bir daha vücuduma sürttü. Ona alışmamı beklediğini anladım, titreyen bacaklarımla daha fazla yer açtığımda Hazer sert biçimde yutkundu. Gözlerimin içine bakarken, dans ediyormuşuz gibi birbirine uyum sağladı vücutlarımız.

Bu gece kadar aşk hakkında bildiğim her şey işte bu andan sonra çoğaldı.

"Seni seviyorum," diye fısıldadık aynı anda, kulağımda patlamalar oluyordu sanki, sesler bombalar... Gözlerimin önündeyse ışık huzmeleri... Ruhumda hıçkırıklar, kalbimde dize dize şiirler... Hiçlik, yokluk... Nefes almak ve yaşamak. Nefes almak ve yaşamak arasındaki fark. Sen o farksın sevgilim.

Hazer, vücudum ona alıştığında, gözlerimin içine izin ister gibi baktı ve sonra alnını alnıma yaslayarak bu kez daha sert şekilde kendini içime itti. Boğuk bir ses çıkardım ve Hazer özür dileyip dudaklarımdan öptü. Varlığı, tüm bedenimi, kalbimi ve ruhumu uyuşturarak içime girdi. Hafif bir acıyı, vücudumdaki doluluk hissi takip etti. Dudakları dudaklarımdayken, aldığım her soluğa sonsuz aşkımın adı, nefesi karıştı.

"Ha... Hazer.."

"Lütfen bunu her gün yapalım," dedi kocaman olmuş gözlerle gözlerime bakarak.

Kalbimin kaldırabileceğinden daha fazlasını hissederek kocaman gözlerimle ona bakarken, her şeyin ağır bir çekimde ilerlediğini hissediyordum. Kalbim bile şaşkındı, dengesi bozulmuştu, nasıl atacağını şaşırmıştı. Müzik çalmıyorsa ritmine kapıldığım bu şey neydi?

Aşk mıydı?

"Hazer," dedim nefes alabildiğimde.

"Bana mı sesleniyorsun? Çünkü şu an adımı bile unuttum..."

Dudaklarımı ileriye uzatıp dudaklarına bastırdığımda, Hazer inledi. Hareket etmiyordu ama içgüdüsel olarak hareket etmesi gerektiğini hissediyordum. Alt dudağımı alıp yavaşça öptüğünde, kalçalarımı hafifçe kaldırdım ve bu onun vücudumda daha da derinleşmesini sağladı. “Neyi ne kadar yapmam konusunda kaygı duyuyorum, rahatsız hissetmiyorsun değil mi Mila?"

Mila... Acaba ismimi, hangi dildeki anlamıyla söylüyordu?

Bulgarca'da sevgili, İspanyolca'da harika, Slavca'da aşk, demekti.

"Kaygılanma, içimizden geldiği gibi davranalım," dedim ve baş dönmesi yaşayarak gözlerimi kapattım. Erkeksi kokusunu içime çekiyordum, yüzümdeki ışık gölgelerini hissediyordum. Etrafımda bir büyü var gibiydi, ellerim güzel vücudunda hesapsızca dolanıyordu. Parmaklarını sımsıkı kavrayıp başımı arkaya ittiğimde, Hazer nazik biçimde hareketlendi.

"Nasıl tatlısın," dedi, alnını yanağıma yaslayıp ağırca üzerimde hareket etti.

Dişlerimi dudaklarımdan çekip gözlerimi açtım ve onun alev alev gözlerinin içine bakarak yüksek sesle inledim. Bundan duyduğu memnuniyeti saklamadan dudağının kenarını kıvırdı. "Sevişmek kelimesini söyleyebilir misin?"

Bu durumda bile benimle alay etmesine kızmakla gülmek arasında kalıp bir elimi yüzüne götürdüm ve dudak kenarlarını okşadım. "Sevişmek bir küfür değil, TDK kelimelerinden birisi hayatım; elbette söylerim."

"Hımm," dedi bir inlemeyle.

Vücudu o kadar hızlanmıştı ki, yatak başındaki demiri tuttuğu için yatağın gıcırdadığını duymaya başlamıştım. Başım yastıktan kaymış, saçlarım etrafa dağılmıştı. Kalçalarım ve bacaklarım onu karşılamak için sürekli kavis halindeydi ve vücudumdaki o nemi, isteği, damarlarımdaki heyecanı hissediyordum. Vücutlarımızın uyumu, karşı koyulamaz ateşi, onun arzudan dönen gözleri... hepsi beni bitiriyordu.

Kulaklarım onun, "Beraber," diye fısıldadığını duydu ve gözleri açılıp beni bir daha ateşle el ele bıraktı. Bacaklarımdaki titreyişi hissettim, Hazer uzanıp yüzümdeki saçı nazikçe kenara çekti ve gözlerini kapatmamaya çalışarak daha ağır şekilde, neredeyse gücü bitmiş halde içimde hareket etti. Vücudum bu son hamlesiyle kontrolsüzce titremeye başladı ve kalçalarımda onu karşılayacak bir güç kalmazken, Hazer gözlerimin içine bakarak adımı haykırdı. Bacaklarımın arasında sıcaklık hissettim ve ellerim onun yüzünden yatağa doğru düşerken, Hazer'in de gevşeyip rahatladığını hissettim.

"Rüya gibi..." 

Gözlerimin önünde buğu vardı, görüşümü kazanamamıştım. Onun elini yatak başlığından çektiğini, vücudunu geri aldığını ve bacaklarımın arasından çıktığını hissettim. Nefes sessizlerimiz çok gürültülüydü, yaşadığımız rüyanın farkındalığına varmak çok zordu. Etrafımdaki her şey tekrardan belli olmaya, dünya yerine oturmaya başlamıştı.

"Rüya gibi, " diye onayladım onu.

Hazer'in başı yastığın üzerinde bana doğru döndü ve kızarmış, ıslak yüzü bakış açıma girmiş bulundu. Çilleri, kızarık yanaklarının altında kalmıştı. Elleri benim gibi çarşafı tutuyor, omuzları hiddetli şekilde yükselip kalkıyordu. Omzundaki dövmeyi öpmeyi aklıma kazıyıp hafifçe gülümsediğimde, Han da yanağını yastığa sürterek dudaklarını kıvırdı.

"İyi misin?"

"İyi misin?"

Aynı anda birbirimizin iyiliğini sorguladık ve yine aynı anda başımızı salladık. Bir dakika kadar bekledik, birileri kovalıyormuş gibi çarpan kalplerimizin sakinleşmesini umut ettik. Nefeslerimizin telaşı, gürültüsü dindiğinde Hazer çarşafı sıkmayı bırakıp elini yüzüme uzattı ve birkaç tutam saçımı çekip, "İyi ki seni beklemişim," dedi yalnızca.

Tebessüm ettim ve bir elimle üzerimi örtmek için çarşafa uzandım. Hazer bunu anlayışla karşıladı ve kendisi de karnından aşağısını örttü. Vücudumu da ona döndürüp çarşafı göğsümün altında tutarken, "Böyle olacağını biliyordum," dedim parlayan gözlerimle. "Hiç korkmadım, yalnızca doğru olduğunu ve güzel hissettireceğini biliyordum."

"Çok güzel diyecektin herhalde?" Tek kaşını kaldırdı.

Başımı sallayıp bir elimi ona uzattım ve terli göğsünü okşayıp yatakta kaydım. Hazer benim için göğsünü açtı ve başım göğsüne yerleştiğinde, elini saçlarıma koyup kibarca okşadı.

Bir müddet hiç konuşmadan uzandık, sarılıp gülümsedik. Mumlar yavaşça eriyordu, şöminenin birkaç oduna daha ihtiyacı vardı. Odanın içinde ışık gölgeleri ve huzur vardı. Elimi uzatarak kendi gölgelerimize dokundum. Vücudum hafiflemiş, mayışmış olsa da uykum yoktu; tüm geceyi onunla uyanık geçirmek istiyordum.

"Su ister misin, kendime bir bardak alacağım."

Hazer'in kulağıma fısıldadığını duydum ve kafamı iki yana sallayıp başımı göğsümden kaldırdım. Kendimi kenara bırakırken Hazer de doğruldu ve yerdeki çamaşırına uzandı. Onu giyerken arkasından baktım ve Hazer ellerinin üzerinde yatağa eğilip göğüslerimin arasından öptü. "Duş almak ister misin?"

"Devam etmeyecek miyiz?" Diye soruverdim.

Hazer'in dudakları göğsümün üzerinde kıvrıldı ve herhangi bir şey demeden doğruldu. Elimi, öptüğü yere götürüp okşarken Hazer de ensesini kaşıyarak odanın çıkışına ilerledi. O koridorda kaybolurken başımı çevirip kuzey ışıklarına baktım. Çarşafı vücudumdan kaldırıp doğrularak ayaklarım üzerine bastım ve çırılçıplak vücuduma bakarak bir adım attım. Bacaklarımın arasında hafif bir sızı, ağrı hissediyordum ama tatlı bir ağrıydı. Hazer'in yerde duran beyaz gömleğine eğildim ve alıp onu vücuduma geçirdim. Beyaz gömlek kalçalarıma kadar uzanmıştı, bir iki düğmesini kapatıp cama yürüdüm ve kollarımı göğsümün üzerinde kavuşturdum.

"Her şeyin bu kadar huzurlu olması inanılmaz," diye fısıldadım, başımı eğip gömleğini koklarken.

Camlar içeriden dışarıyı görse de dışarıdan içeriyi göremiyordu, camın önünde böyle rahat durmam da bu yüzdendi. Işıkları izlerken oda kapısı tekrardan açıldı ve dönüp bakmasam da Han'ın içeriye süzüldüğünü anladım. Başımı arkama çevirdiğimde elinde bir bardakla beni süzdüğünü gördüm. "Yataktan niye kalktın?" Diye sordu mızmız bir çocuk gibi.

Elimle camdan dışarıyı gösterdim. "Işıkları görmek için."

Hazer'in erkeksi kıkırtısını duydum. Onu gülümsetebilmekten mutlu olarak arkamı döndüm ve onun şömine önüne eğildiğini gördüm, odanın soğumaması için bir kütük daha atıyordu. Parmak uçlarımda dans ederek yanına süzüldüğümde, yere oturdu ve elimi tutup beni kucağına yerleştirdi. Başımı omzuna yasladım ve onunla şömineyi izlerken, "Çok mutluyum," dedim duygusal bir sesle. 

Saçlarımın üzerinden öperek omzumu okşadı. "Ben de Mila, ben de."

Yanağımı çilli omzunda hissetmek bana güzel bir şey hatırlattı ve ona dönüp, "Arkanı döner misin aşkım?" Diye rica ettim. Yanaklarım kızarıyordu, aklım ve kalbim yatağımızdaydı. Hazer yüzüme, dalgalı saçlarıma, dudaklarıma bakarak merakla tek kaşını kaldırdı ve yavaşça arkasını döndü. Önümde beliren sırtına bakarak ellerimi güçlü omuzlarına koydum ve dizlerimin üzerinde yükselip dudaklarımı dövmenin olduğu omzuna bastırdım.

Artık üzemezler bebeğimi...

Hazer dövmenin üzerinden öptüğümü anlayıp başını sol tarafa eğdi ve yanan ateşe bakarken yüzündeki ifadeden bu anın tadını çıkardığını anladım. Yanağımı ensesine koyup dudaklarımı omzunda tuttum ve kollarımı etrafına sararak ellerimi karnında birleştirdim. Hazer dopdolu bir iç çekti, hayattaki en önemli şeyini kollarının arasına almış gibi. Bu akşam daha diyecek hiçbir şey kalmamıştı, ruhlarımız gibi bedenlerimiz de ışıkların altında sonsuza dek kenetlenmişti. Son bir şey vardı. Dudaklarımı aralayıp onun için yazdığım şiiri fısıldadım.

"Acı, bir çocuğu kestirdi gözlerine,
Tanrı olmaz dese de uzandı küçük kalbine. 
Önce ince bir sızıydı,
Çocuk, her canı acıdığında kalbini tutmaya başladı.
Çilleri, gecelerin yıldız haritası oldu,
Ayı peşine takıp koştu.
Önce acıyla tanıştı,
Hiç geçmez sandı,
Aşksa bir karın ağrısı olarak başladı.
Ne şanslıydı, kader ondan yanaydı.
Kızın da yüzü, çillerle yamalıydı.
Tanrı zamanında acıya,
Acıysa kendisinden daha büyük olduğu için aşka kızdı.
Oğlan o gece ayın peşine düştü,
Melek sıfatına bürünen bir faniyi aradı.
Acı kibrinde boğulurken, 
Gördün mü dedi Tanrı'sı,
Seni de ben var ettim,
Onun acıyan kalbini de,
Seni gönderdim ki aşkın değerini anlasın,
Güneşi gönderdim ki, ay hiç yalnız kalmasın."

 

BÖLÜM SONU.