56. BÖLÜM
“ÇİÇEK BÜYÜYOR”
Günler ve Haftalar Geçmeye Devam Ederken
"Artık seni eskisi kadar sevmiyorum, içimde bir şeyler değişti."
"Oysa her zaman... beni ne kadar da sevdiğinden bahsederdin."
"İnsan aşk hakkında bu kadar büyük konuşmamalıymış, bir gün bitebileceğini de düşünmeliymiş."
"Bunları söylediğine inanamıyorum."
"Ben de," dedi televizyona hayretle bakan Leo ve krakerini yemeye devam ederken birkaç hayret nidası çıkardı.
Kerem yan dönüp onun bu haline gülümserken ben de ağlamamak için yumruklarımı gözlerime bastırdım. Kadın ne kadar gaddar konuşuyordu, madem aşkı hemen bitecekti daha geçen bölüm adama olan aşkından ölüp bitiyordu. Belki onun da bir suçu yoktu. O zaman öyle, şimdi böyle hissediyordu. Ya da hayır... Suç tamamen senaristindi.
"Senin yazacağın bölüme," dedi Kerem, ekrandaki sahneye boş boş bakarak. "Böyle bölüm mü yazılır kardeşim? Ayırdı resmen adamla kadını."
"Nasıl vicdansız bir yazar, senaristmiş!" diyerek onlara katıldı Leyla.
Hazer kafasını çevirip hepimize dik dik baktı. "Reyting için yapmıştır, aldırmayın.”
Kirpiklerimden damlayan gözyaşlarını silerken başımı salladım ama ağlamayı bitiremiyordum. Adam, ondan uzaklaşan kadının arkasından çok masum ve acıyla bakıyordu. Hay aksi ya, nereden başlamıştık bu diziye. Akşam yemeğinden sonra Leyla açmıştı bize, güzel bir dizi olduğunu söylemişti. Si, güzel bir diziydi ama bu bölüm duygusal olarak beni yıpratmıştı. Kadın ve adam, yok yere ayrılmıştı. Neyse ki ışıkları kapatmıştık da kimse henüz ağladığımı görmemişti.
"Ağlıyor musun sen?" Hazer dışında kimse.
Başımı çevirdim ve koltuğun ucunda oturan Hazer'e baktım. Uzanmamı istemişti çünkü öyleyken daha rahat olduğumu biliyordu. O da bacaklarımdan tutmuş, diziyi izlediğimiz süre boyunca çorabımın üzerinden okşamıştı. Kerem’le Leyla diğer koltukta, Leo da sehpanın önünde, yerdeydi. Alelacele gözyaşlarımı kurularken, "Ağlamayacaktım ama ağladım," dedim.
"Abla," diyerek omzunun üzerinden bana döndü Leo. Gözlerinde kınama vardı. "Buna mı ağlıyorsun? Çok saçma! Adamın tipe bak, çok komik bir kere!"
"Ya ben bile Ankaralı halimle üzüldüm," diyerek Leo'nun kafasına leblebi attı Hazer. "Az üzülsene."
"Hıh! Çok saçma enişte! Yapma bunlar yapma, rol yapıyorlar..."
"Bak ya, gerçekten mi?" dedi Kerem, koltuktan doğrulurken. Eğilip yerdeki Leo'nun kafasını okşadı.
"Evet, Kerem Enişte. Ay, Kerem Abi. Off, hanginizin enişte hanginizin abi olduğunu karıştırıyorum."
Hazer gözlerini yüzümde dolaştırmaya devam etti. "Tek enişten benim, diğerleri abi."
"Taaamam."
Leo'nun Hazer'den sevgi görüp de şımarması yeni bir şey değildi, Hazer ona ilgi gösterince, oğlum deyince Leo sanırım sahiplenmiş ve ait hissediyordu. Yine öyle oldu, gülümseyerek televizyona döndü. Kerem yanımızdan geçip mutfağa yöneldi, kendisine meyve suyu koyarken, "Artık gidelim mi Leyla'm?" diye de sordu.
"Bölüm bitmeden olmaz."
"Dizi bağımlılığını ne yapacağız senin ya..."
Kalan son birkaç gözyaşımı da silerken Leyla'nın omuzlarını silkmesine güldüm. Kitaplara, film ve dizilere tav oluyordu. Zaten onunla seçmeden sonra karşılaştığımız yer çalıştığım sahaf olmuştu, bir kitabın ilk baskısını arıyordu.
Hazer kaşları çatılmış bir şekilde diziyi biraz daha izledi ve bacaklarımı nazikçe tutup koltuktan kalktı. Bacaklarımı tekrar koltuğa koyup üzerime doğru eğildi, dün gece sayısız kez öptüğü yanağımdan öperek, "Ağlama aşkım benim," dedi.
Burnumu çektim ve yanağını okşadım. Saçlarımı düzeltip kurdelemi aldığı gibi mutfağa yöneldi, biz diziyi izlerken Kerem’le alçak sesle konuşmaya başladı. Başımı çevirip koltuğun üstünden baktım, bu kez iş konuşuyor gibi değillerdi. Çünkü ikisi de sırıtıyordu, bir şeyin muhabbetinin döndüğü pekâlâ belliydi. İş ilişkisinden ziyade onların dostluğunu da sevdiğim için beraber gülmeleri bana keyif verdi, az önce ağlayan da ben değilmişim gibi gülüverdim. Hazer eğilip Kerem'in kulağına bir şey söyleyince de önüme döndüm.
Kerem ve Leyla gittiğinde dizinin bölümü de bitmişti. Hazer, Leo'nun getirdiği defterindeki soruları çözmek için sehpanın önüne oturunca bana ders çalıştırdığı günleri anımsadım. Matematik öğretiyordu ama pek anlamıyordum. Leo da benim gibi Han'a matematik sorusu sormuştu ve kocam kurşunkalemi elinde çeviriyor, soruyu çözmeye çalışıyordu. Bir yandan da ensesini kaşıması o kadar tatlıydı ki karnımı okşarken gözlerimi ondan alamadım.
"Sen çarpım tablosunu ezberledin mi oğlum?"
Leo, Hazer'in kendisine yine oğlum demesiyle mutlu olup, "Ezberledim eniştem," dedi.
Hazer pek emin olamayarak gözlerini kıstı. "Üç kere sekiz kaç?"
"O ne enişte? Ben ancak birleri ve ikileri ezberledim!"
Hazer gözlerini devirdi. "O zaman iki kere yedi kaç?"
Leo parmaklarıyla bir şeyler saydı ve sonra, "On dört," dedi coşkuyla.
"Aferin be! Aslanım benim!"
"Aslan deme, kartal de. Mustafa'ya öyle diyorsun..."
Hazer onun başına sever gibi vurup, "Aferin Kara Kartal," diye düzeltti. "Şimdi bu soruları çöz."
"Eniştem," dedi kardeşim elleri çenesi altında birleştirip Hazer'e masum masum bakmaya başlayarak. "N'olur bugünlük ödevlerimi sen yap, n'olursun eniştem!"
Hazer kalemi çenesine vurmaya başlayıp başını arkaya yatırdı, koltukta oturan bana bakıp tek gözünü kırptı. "Bu çocuk okumaz, verelim sanayiye çalışsın."
Ben kıkırdarken Leo, Hazer'in üstüne atlayıp, "Yuh enişte!" diye isyan etti. "Şirketlerin var, beni sanayiye veriyorsun! Hani büyücünce şirketin başına ben geçecektim?"
Hazer onu kucağından indirip yerine geri koydu. "Oğlum dört işlemi bile bilmiyorsun, nasıl şirketin başına geçeceksin? İflas mı ettireceksin la sen beni?"
Leo gülmeye başlayıp kıkırdama sesleri çıkarınca içim hoşnutlukla doldu. Sonra Hazer'in uzattığı kalemi almaktan başka çaresi kalmayınca oflayıp soruyu çözmeye çalıştı, okuldan gerçekten nefret ediyordu. Hazer kalçası üstünde kayıp sırtını koltuğun önüne, bacaklarımın arasına yaslayıp dirseğini dizine koyunca ellerimi omuzlarına yerleştirdim.
"Elif'i gördün mü bugün? Nasıldı?" diye sordum Leo'ya. Leo soruları hırçınca çözerken bir anda gülümsemeye başlayıp kitabı utanan yüzüne örtünce sesli şekilde gülmeye başladım. O sırada Hazer, "O kim?" diye sordu.
"Leo'nun yeni âşık olduğu kız."
Kapalı olmasa Hazer'in gözlerini devireceğine emindim, dudakları arasından bezgince ofladı. "Yine mi?"
"Si mi amor. Fakat bu kez son olduğunu söylüyor."
Hazer buna sırıtıp alnına düşmüş saçlarını, parmak uçlarıyla başının arkasına attı. "Ben en fazla yedi gün veriyorum."
"Ben de... sekiz."
"Ben de sonsuz diyorum!" Leo ikimize dik dik baktı.
Keşke öyle olsaydı ama Leo'nun kalbi bir kıza öyle kolayca kapılıyordu ki hayret etmemek imkânsızdı. Güzelliğe aldanıyordu ama aslında duyguları yorumlamak için küçük olduğundan aşkla beğeniyi karıştırıyordu. Her hafta başka bir kızın hikâyesini dinliyorduk.
Akşamın ilerleyen vakitlerinde Hazer, Leo'yu omzuna alıp yukarıya çıkardı, ben de odamıza gidip üzerimdeki etekle okula giderken giydiğim kazağı çıkardım. Onların yerine dolabımda olan saten gecelik takımımı giyinip kuşağını bağladım. Cildimde yalnızca nemlendirici vardı, banyoya gidip Hazer'in İsveç'ten getirttiği bakım eşyalarına baktım ve yüz yıkama jeliyle yüzümü yıkayıp parfümsüz bir nemlendirici sürdüm. Aynaya yaklaşıp burnum ve yanaklarımdaki çillere baktım. Hazer'in tılsımlarıymış onlar, bana öyle demişti.
Banyodan çıktığımda Hazer'in hâlâ odamıza dönmediğini gördüm ve parmak uçlarımda dans ederek koridora çıktım. Leo'nun kapısı kapalıydı, kocam aşağıya inmiş olmalıydı. Saçlarımın dalgaları omuzlarımda salınırken ahşap basamakları indim, Han'ın bu basamaklarda bana point uzattığını hatırladım. Kendisinin diktiği pointimi.
"Aşkım neredesin?" diyerek kafamı etrafıma çevirdim ama onu göremeyip sokak kapısına yöneldim. Beni okuldan alıp geldikten sonra bu sıralar heykel yapmayı özlediğinden bahsetmişti, atölyesine gitmiş olabilirdi.
Anahtarı alıp çıktım, taşlı yolda yavaşça yürüdüm. Atölyenin kapısını tıklattım ve beklediğim üzere kapıyı Hazer açınca da üşüdüğüm için hemen içeriye girdim. Hazer kapıyı kapatırken, "Uyuyacağını sanıyordum bebeğim," dedi. Hızla atölyeye koyduğu koltuğa ilerledi, her zaman o koltukta olan battaniyeyi alıp yanıma geldi. Onu omuzlarıma bırakırken de beni baştan aşağıya süzdü. Beyaz geceliğim vücudumda süzülüyordu. "Bir süredir yapmıyordum, bu gece heykellerimle ilgilenmek istiyorum."
"Ben de koltuğa oturup seni izleyeyim sevgilim."
"Yavrum, gidip sıcak yatağında uyusana." Ellerini tezgâha yaslayıp eğildi, yarım bıraktığı heykeline bakarken ciddi göründü. Üzerinde siyah eşofmanla fermuarlı bir kapüşonlu vardı. "Kendini, bebeğimizi ne diye soruyorsun? Ben birkaç saate gelirim. İstersen Leo’yla yat, ben alırım seni."
Battaniyeyi düşmemesi için tuttum. "Hayır, hamileyim diye şuracıkta uzanamayacak değilim ya aşkım. İyiyiz biz, burası da evimiz kadar sıcak üstelik. Seni izlerim."
"Git dedim kadın!"
Sırtımı arkaya yaslayıp bir tutam saçımı parmağıma doladım, başımı da yana yatırıp omuzlarını izledim. Hazer ensesini kaşıyıp yarım bıraktığı heykelini tamamlamak için keskin usturaya uzandı, heykelini yontmaya başladı. "Heykele olan ilgini ne zaman fark ettin?" diye sordum.
Hafifçe eğilirken, "İlkokulda resim dersinde kil yapmasını öğreniyorduk," dedi yumuşak bir sesle. "O an kille uğraşmanın, şekilde vermenin hoşuma gittiğini fark ettim."
"Ellerin çok yıpranmış geçen yıllar içinde, sertleşmiş," dedim üzülerek.
Hazer, başını oturduğu tabureden arkaya çevirdi ve bana bakarak kaş çattı. "Farkındayım ama senin canını yakıyor mu?"
"Ne gibi?"
"Sana dokunurken."
Kendi ellerini değil beni düşünmesiyle dalıp gittim gözlerine. "Hayır, acıtmıyor."
Rahatlayıp ufak bir gülümsemeyle önüne dönünce saçımı parmağıma doladım ve kocama, "Şimdi ne heykeli yapıyorsun?" diye sordum.
"Minimal çalışıyorum." Elini bir beze sildi.
"Çok güzel şeyler yapıyorsun."
"Ben yapmıyorum, onlar orada duruyor, ben sadece yontuyorum." Sesinin bu tınısını seviyordum, yorgun ama sıcak bir rengi vardı, beni rahatlatıyordu. "Heykeltıraşlar için heykel hep oradadır Mila, biz onu yapmayız, usturayı kullanmamız gerektiği kadar kullanırız ve heykelin kendisi ortaya çıkar."
Parmağımı çeneme vurmaya başladım. "Niyeyse buna benzer bir söz duyduğumu hatırlıyorum aşkım."
"Gel bana sarıl da biraz ilham gelsin..."
Yerimden neşeyle kalktım ve yanına gidip sırtından sarıldım, yanağımı da ensesine koyup omzunun üstünden ne yaptığına baktım. Henüz heykelin şekli ortaya çıkmaya başlamamıştı ama saatler sonra sevgilimin onu harika bir şeye dönüştüreceğine emindim.
"Sarılınca ilham geliyorsa biz sevişince ne oluyor?" diye sordum.
"Gelen başka bir şey oluyor," diye mırıldanıp heykeli kaldırdığında utanıp ensesini ısırdım ve bana yumuşakça gülünce sırtında esnedim. Herhalde orada uyuyakalmış olmalıydım ki gözlerimi tekrar açtığımda daha sıcak bir yerdeydim. Kocamın göğsündeydim, hafifçe hareket ediyordum. Beni odamıza taşıdığını anlayınca uykuya devam ederek kollarımı karnıma sardım.
"Bebeğimi o kadar seviyorum ki Hazer, doğacağı günü hasretle bekliyorum..."
"Ben de Mila.”
"Benim yaşayamadığım çocukluğu yaşayacak," diye mırıldandım ve devamında birkaç şey daha dedim ama ne dediğimi ben bile anlamadım. Vücudum yumuşak yüzeye yerleşti, üstümü sıcaklık kapladı. O vakitten sonra gözlerimi açamadım, çok güzel rüyalar gördüğüm bir uykuya daldım.
O günden sonra her şey aynı güzellikte devam etti. Hazer başladığı o heykelini dört gün sonra tamamlayınca gözyaşlarına boğuldum çünkü duygusaldım ve o da bir point yapmıştı. Tamamen kurumasını sabırsızlıkla bekledim ve onu da sergideki diğer heykellerin yanına koyduk.
Günler, haftalar geçerken herkes, ailem dediğim herkes bebeğimin doğmasını bekliyordu. Annem Melek'e ördüğü patiği verdiğinde bembeyaz bir patik olduğunu gördüm. Bana yakıştığı gibi torununa da yakışacak en güzel rengin bu olduğunu söylemişti.
Oğuz her geçen gün biraz daha büyüyordu. Doğduğunda minicik olan bedeni kendini toplamış, kafasında seyrek saçlar çıkmıştı. Geçen geldikleri gün elini karnıma koymuştum, onun Melek Yakut'a ilk dokunuşu da böyle gerçekleşmişti. Karnımdaki melek hissetmiş gibi tekme de atmıştı.
Ertesi gün ben Gazel’le Behram'ın evine gittiğimde Oğuz'u dün görmemişim gibi sevgiye boğdum, öğlen uykusuna onunla sarılarak yattım. Uyandığımda gözlerini açmış, bana bakıyor, elleriyle de karnıma dokunuyordu. Öyle tatlıydı ki ağladım. Şaka değildi, abartmıyordum da. Cidden ağladım. Bu kadar güzel bir bebek doğurmama çok az kalmıştı.
O akşam eve döndüğümde Hazer başıma dikilip bin tane şey söyledi, ben Leo için çikolatalı süt hazırlarken dibimden ayrılmadı. Yalnız gittiğim için huzursuzlandığını, hamileliğim ilerlediği için başıma buyruk davranmamam gerektiğini söyledi. Hassasiyetini anlıyordum ama ben bebeğimi düşünemezmişim gibi konuşmaya başlayınca ben de onunla tartıştım, üst kata çıkarken sinirle bağırdım. Leo kafasını odasından çıkarıp bize baktıktan sonra hemen içeriye kaçtı.
Hazer arkamdan odamıza gelirken, "Bağırma, ses tellerin acıyacak," diyerek benimle dalga geçti.
Hamilelik hormonları beklendiği gibi duygularımı karmakarışık etmiş, normalde daha sakin karşılayacağım her şeye sinirlenmeye başlamıştım. Bu da o sinir dolu anlarımdan birine denk gelince odanın içinde volta atıp kollarımı göğsümün üzerinde kavuşturdum. Hazer de ellerini belinin iki yanına yaslamış, doğrudan yüzüme bakıyordu.
Onun önünde iki adım öne üç adım geriye yürüyüp, "Hamileyim ben, hasta değilim. Yani dışarıya çıkıp yürüyebilirim," dedim, sinirle ayağımı yere vurarak. Hazer bir an gözlerini yere çarptığım ayağıma, sonra tekrar gözlerime çevirdi. "Her yere Kerem’le gidemem ya, tuvalete de onunla gideyim istersen!"
İşi abartmama göz devirip üstündeki beyaz gömleğin düğmelerini çözmeye başladı. "Hamileliğin ilerledi Mila.” Kafasını kaldırıp gözlerime bakarken ne yaptığını unutup açtığı düğmeleri kapatmaya başladı. "Aklım sende kalıyor, engel olamıyorum. Senin için kaygılanınca hiçbir başka şeye odaklanamıyorum."
Kollarımı göğsümün üzerinden indirip sakinleşmek adına soluklandım ve onun yanına yürüyüp karşısında dururken parmaklarımı gömleğine götürdüm. Hazer bir anda kendisiyle temasta bulunmama şaşırıp kavgasına devam etmeden susunca, "Belli başka şeye odaklanamadığın," dedim, düğmelerini açmaya başlayarak. "Çözdüğün düğmeleri tekrar kapatıyorsun, şaşkın."
Hazer yüzündeki o çok tatlı şaşkın ifadeyle yaptığı şeye baktı, sonra kafasını kaşıyıp, "İnsan da akıl mı bırakıyorsun?" diye isyan etti. Düğmelerini çözen ellerimden, kalbini tutuyormuşçasına bir özenle tuttu. "Seninleyken güzel yüzüne öyle odaklanıyorum ki ellerim o sıra ne yapıyor onu bile bilmiyorum."
Başımı kaldırınca dalgalı saçlarım omuzlarımdan döküldü ve bunu gören Hazer saçlarımın dalgasını izledi. "Kızgınlığın geçti mi?"
Alnını yaklaşıp alnıma bastırırken, "Kızmıyorum, kaygılanıyorum," dedi. Dudaklarını ileriye uzatıp dudaklarımdan öptü. "Her neyse, meleğim nasıl bugün?" Elini indirip şişkin karnımın üstüne koydu, parmaklarını gezdirdi. "Yakut? Babacığım?"
"Sesini tanıyor bence. Geçtiğimiz günkü randevumuzda doktora sormuştum, o da sesler duyabildiğini söylemişti hatırlıyorsan. Babasının geldiğini hissedip tekme atacak bence birazdan."
Hayalperestliğime gülümseyip dudaklarını bir daha dudaklarıma bastırdı. "Sesleri duyuyordur ama ayırt edebildiğini sanmıyorum aşkım."
"Hıh." Homurdanıp kollarının arasından çıktım, üzerimdeki etekle bluzumu çıkarmak için arkamı döndüm.
Hazer dolaba ilerledi ve kendinden önce bana pijama çıkardı. Yaklaşırken, "Duş almak ister misin?" diye de sordu.
"Aslında... Dünden beri yapmak istiyordum ama sana söylemeye utanıyordum."
"Mila," dedi kızgınlık ve sitemle, sonra eğilip ense açığımdan öperken kokumu da içine çekti. "Ne utanması? Kocanım ben senin. Evlilik cüzdanımızı getireyim mi?"
Ben kızarık yanaklarımla ona dönünce Hazer bluzumu çıkarmama yardım etti ve iç çamaşırlarımla kaldığımda gözlerini çevirip karnıma baktı. Güzel, şefkatli bir gülümseme dudaklarına misafir oldu ve elimden tutarken, "Parmakların daha tombullaştı," dedi.
"Her yerim şiş," dedim, gerçeği kabul edip karnımı okşayarak.
Banyoya girdiğimizde kocam kapıyı kapattı, beni duşkabine götürdü. Son zamanlarda hiç yalnız banyo yapmıyordum, Hazer Han hep yanımda oluyordu. Kayıp düşmemden, bebeğimize bir şey olmasından ikimiz de endişeleniyorduk. Eğilip kalkarken ters bir harekette bulunursam diye düşünüp ona söylemiştim, o da söylediğim günden beri banyo yapmama yardımcı oluyordu.
Banyodan, beni yumuşacık bir havluya sararak çıkardı ve odaya geçtiğimizde yatağa bıraktı. Nazik hamlelerle kurulayıp saçlarımı öptü, yanaklarımı okşadı. Göğüslerim hamileliğim sırasında neredeyse iki kat olmuştu, bu yüzden Hazer gördüğü her defasında bir süre bakıyordu. O bakışma yine yaşanınca elimi gözlerine kapattım. "Beni utandırıyorsun."
"Özür dilerim," dedi mahcup ama gülümseyen bir ses tınısıyla ve altlı üstlü saten pijama takımımı giydirip saçlarımı kuruttu. Fön makinesinin sesinden şikâyet edip sızlandım, normalde yapmayacağım bir şey daha… Saçlarımı taradıktan sonra ördü ve ucunu kurdelemle bağlayıp beni yatırdı, başımı yastığa koyup avuçlarını karnıma yasladı. "Şimdi... Melek gözlerini kapatsın, babanın biraz işi var."
Yüzüme doğru alçalıp gülümsemeye başlayan dudaklarımdan öptü ama daha ileriye gidemedi, yapabilirdi ama ikimiz de endişe ediyorduk ve risk almak istemiyorduk. O gece biraz karnım kasıldığı için uyuyamadım, Hazer de gözlerini kapatamadı. Karnımı okşadı, ellerimden tuttu, bana güzel bir masal anlattı. O geceden biraz korktum ama ertesi gün hastaneye gittiğimde bebeğimin çok sağlıklı olduğunu görüp mutlu oldum.
*
Nihayet Hazer'in sergisinin açıldığı güne gelmiştik. Akşam vaktiydi, güneş batmıştı. Aynanın önündeki yansımama dalmış, Leo'nun saçıma kurdeleyi bağlamasını bekliyordum. Eniştesini kıskandığı için bunu yaptığına emindim ama itiraf etmiyordu. Elbiseme uyumlu bir kurdele bağlıyordu saçlarıma ve içim güneş kadar parlakken çöken karanlık artık beni hiç korkutmuyordu.
"Acıtıyor muyum abla?"
"Hayır kuzum."
"Abla, bana böyle söyleme," dediğinde dudaklarımı kıvırdım ve ellerini saçlarımdan çekince işinin bittiğini anladım. Hafifçe dönüp aynadan kurdelenin duruşuna baktım, istediğim gibi duruyordu.
"Çok güzel oldun Safir," dediğinde eniştesiyle aldığı papyonunu düzelttim ve aynaya dönüp bir daha süzdüm kendimi.
Havalar hâlâ çok ısınmadığı için çok ince bir elbise giymemiştim, üstelik giydiğim elbisenin esnek olması göbeğim açısından daha iyiydi. Omuz kısımlarını düzettim, elbisenin dekoltesini daha münasip bir hale sokarak makyaj masama yöneldim. Hazer’le aldığımız parfümü omuzlarıma doğru sıkıp yerine koydum. Leo havaya yayılan kokuyu algılayıp bana döndü.
"Bu parfümü sen sıkıyorsun ama eniştem böyle kokuyor."
Muhtemelen bana çok sarılmaktan.
Leo'ya bunu söylemeyeceğim için eğilip poposuna vurdum. "Gidip montunu al, çıkalım."
Odasına gittiğinde beyaz paltomu alıp giydim ve kalın taban çizmelerimi, oturarak ayaklarıma geçirdim. Aşağıya indiğimde Kerem'in arabayı ısıttığını gördüm, Hazer sergiye doğruca işyerinden gelecekti. Sabah giderken çok heyecanlıydı, bu akşam tüm sevdiklerini sergiye davet etmişti. Muhtemelen ben ondan önce varıp kocamı beklerdim.
Arabaya binerken Leo düşmemem, dikkatli olmam için elimden nazikçe tuttu. Kerem bir ıslık çalıp onun ensesine vurdu. "Lan Leo sen çok garip bir çocuksun. Hem eniştene benziyorsun hem tövbe tövbe diye dolanmandan anladığım kadarıyla Behram'a benziyorsun hem de benim gibi gülüyorsun... Bir karar ver bence hangimiz gibi olacağına." Leo kıkırdadı. Kerem onu arabaya oturtup bana döndü ve kendi etrafımda şöyle bir döndürüp, "Hamilelik bir kadını bu kadar mı güzelleştirir," dedi. Eğilip yanağımdan öptü. "Adın gibi kızsın vallahi."
"Gracias, gracias."
Kerem oturmama yardım ettikten sonra şoför koltuğuna geçti, çok sevdiği bir türkü açıp eşlik etmeye başladı. Leo'nun saçlarını düzeltirken, "Neden taramadın saçlarını?" diye sordum.
"Seninkileri taradım ya ablacığım." Omzuma yaslanıp ellerini karnıma koydu. "Mustafa da gelecek, değil mi?"
"Tabii ki, abisinin sergisi sonuçta."
"Onu o kadar özledim ki..." İç çekip sabırsızca ayaklarını sallamaya başladı.
"Aranızda dört yaş olmasına rağmen iyi anlaşıyorsunuz," dedim, saçlarını düzeltme işlemi bittiği için ellerimi başından çektim.
"Mustafa benimle aynı yaşta gibi."
"Demiştim ya, Mustafa'nın bakış açıcı bizlerden biraz farklı ama kendisi değil."
Başını sallayıp cama yaklaştı, çalışan sileceklere bakarken, "Aa," dedi coşkuyla ve kendi kendine konuştu. "Mustafa'ya Arya'dan bahsedeyim... Ah Arya ah, sen niye herkesten farklısın..." Gözlerimi abartılı şekilde devirdim. Arya, anlaşıldığı üzere yeni tutulduğu kızdı.
Serginin olduğu binaya geldiğimizde saati kontrol ettim ve ev sahibi olarak herkesten önce geldiğim için kendimi tebrik edip aşağıya indim. Leo'yla yukarıya çıkarken Kerem de karısını almak için ana yoldan ilerledi. Binanın üst katına çıkıp kapıyı açtım ve içeriye girdiğimde bu akşam servis için Hazer'in ayarladığı çalışanları gördüm. Çantamı ve paltomu yanıma yaklaşan hanımefendiye verip Leo'yla içeriye geçince her yerin harika olduğunu görüp neşeyle el çırptım.
"Hani, Mustafa yok?"
Heykellerin bazısı cam bir vitrinin ardında, bazısı duvardaki bölmelerin içindeydi. Ellerimi karnımda gezdirip az daha ilerledim, yukarıdaki camın arkasına bakarken hayranlıkla iç çektim. Hazer bu akşam çok mutlu olacaktı, onu mutlu eden her şey de dönüp dolaşıp beni bulduğu için ben de mutlu olacaktım.
"Abla bu heykelleri satıp para kazanalım bence..."
Kardeşimin ticari zekâsına gülümseyip doğruldum ve ilk konuklar geldiğinde biraz heyecanlandım, sonraysa sakin kalıp misafiri ağırladım. Tanımıyordum ama bir evli çifti, şirkette çalıştıklarını söylemişlerdi. Onlarla ayaküstü konuşurken Leo’nun sevinç çığlığını duydum. "Aaa, Mustafa!"
Leo'nun sesini duyunca kadına mahcubiyetle bakıp, "Annem geldi, izninizle," dedim.
"Tabii tabii," dedi kadın ve kocasının yanına ilerleyince ben de başımı çevirip sergi salonuna giren anneme baktım.
Mustafa çoktan Leo'ya doğru koşmaya başlamıştı bile. Onlar her zaman olduğu gibi yine kucaklaşıp en çok ben özledim yarışına girerken ben de yaklaşıp annemi yanaklarından öptüm. Üzerinde gümüş renginde bir elbise vardı. Saçlarını düz fön yapmıştı. O da beni yanaklarımdan öperken, "Neden ayakta dikiliyorsun canım? Otursana bir yere," dedi.
"Hazer'in heykellerine bakıyordum anneciğim, siz de bakın. Hepsi o kadar güzel ki ne kadar emek verdiği belli oluyor."
Annem bir kısmını daha önceden de gördüğü heykelleri izlerken ben de Leo’yla Mustafa'ya göz attım. Duvara yaslanmış, hararetle bir şeylerden bahsediyorlardı. Ne konuştuklarını merak ederek onlara ilerlerken Mustafa Kemal'in gülerek, "İyi de en son Elif diye bir kız âşıktın," dediğini duydum.
Leo bu duyduğuna sinir olup, "Sen de ablam gibi başlama," diye homurdandı. "Bu kez gerçekten âşığım diyorum Mustafa."
"Ya tabii tabii!"
Leo, Mustafa'nın ayağına basınca Mustafa ağlamaya başladı ve yeni gelen konuklara ilerlediğim için onlarla ilgilenemedim. Neyse ki Bahar Anne duruma el atıp onları idare ederken gelenlerin Behram’la Gazel olduğunu görüp sevindim. Behram boğazlı bir kazakla kumaş pantolon giymişti, Gazel'se bir elbise. Onlara yaklaşıp paltosunu çıkarması için Gazel'in kucağından Oğuz Asaf'ı aldım. "Yanakların kıpkırmızı olmuş teyzeciğim," dedim, onu öpücüklere başlarken. "Amcanın sergisini nasıl buldun peki? Büyücünce sen de heykeltıraş olmak ister misin? Kocam da idolün olur."
"Müezzin yapacağım ben onu," dedi Behram.
Onun esprisine güldüm ve Gazel eğilip yanağımı öpünce dönüp onu süzdüm. Beyaz bir elbise giymişti. Sade ve zarif görünüyordu, elbise hamilelikten sonra zayıflayan belini güzelce sarmıştı. "Ağırlaştı artık, taşıma sen," diyerek Asaf'ı kucağımdan aldıklarında iç çekip ofladım. Ellerinde olsa ekmek sepeti bile taşıtmayacaklardı bana.
"Abla Mustafa'ya bir şey de," diyerek yanıma yaklaştı Leo ve önündeki papyonu çekiştirdi. "Bana ayran gönüllüsün diyor!"
"Doğru diyor çocuk."
Bana alıngan alıngan bakıp arkasını döndü, Behram'ın yanına gidip onunla büyük bir adam gibi el sıkışırken, "Nasılsın Behram Abi?" dedi, sesini Behram gibi kalınlaştırarak.
Behram, Leo'nun küçük elini sıkarken gülmemeye çalışıp, "Sağlığına duacıyım Leo," dedi.
"Âmin Behram abi."
Behram bana bu çocuğa ne yiyip içiriyorsunuz der gibi bakıp tekrar Leo'ya döndü. "Eyvallah koçum da niye âmin dedin şimdi?"
"Hep diyorum sevap kazanayım diye." Omuz silkip Behram'ın elini iki eliyle bir daha sıktı ve uzaklaşıp Behram’ı Mustafa Kemal'e bıraktı. Behram, Mustafa Kemal'i severken Leo, Asaf'a ilerledi. Zıplayıp onun yanaklarına dokundu. "Oğuz, abi desene. A-bi. Hiç demiyorsun…"
"Daha anne demiyor, hem de küçücük o Leo."
Leo ile Mustafa ortadan kaybolduğunda Gazel’le Behram sergiyi gezmeye başladı. Bu esnada Kerem’le Leyla'nın içeri girdiğini gördüm, Leyla kırmızı beresini elinde tutarak bana el salladığında aynı şekilde karşılık verip bir bir gelenleri ağırlamaya devam ettim. Bir müddet sonra sergi kalabalıklaşmış, konuklar gelmişti. Her konukla ilgilenmeye çalışırken gözlerim kapıdaydı ve telefonum ellerimdeydi. İnsanların birbirlerine heykelleri beğendiklerini söylediğini duyduğumda çok gururlanıp heyecanlandım, kocamın da bunları duymasını istedim.
Birinin, "Hazer Bey," diye seslendiğini duyunca başımı heyecanla arkama çevirdim. Hazer, etrafını çerçeveleyen birkaç insanla el sıkışıyor, geciktiği için özür diliyordu. Ellerimi karnımdaki çıkıntıya koyup muhtemelen gelirken arabada düzelttiği saçlarına, temiz beyaz gömleğine, bileğindeki siyah beyaz bilekliklere baktım. İş yorgunu olmasına rağmen gözlerinin içi parlıyor, tebrikleri kabul ederken heyecanlanıyordu. İnsanların onu rahatça tebrik etmesini, ardından annemin ve Mustafa'nın ona sarılmasını izleyip saçlarımı düzelttim. Hazer yanaklarını öptüğü kardeşini yere indirirken, "Özlemişim seni la, şerefsizin kardeşi," dedi. "Bu gece bize götüreyim mi seni?"
Mustafa cevap vermeden Leo onun elinden tutup eniştesinin bir heykelini göstermek için uzaklaşınca Hazer başını bir daha etrafta dolaştırdı ve baharı görmüşçesine bir sıcaklıkla kaplanan gözleri benim gözlerimle denk geldi. Telaşsız adımlarla yanıma yürüyüp beni baştan aşağıya süzerken ben de gülümseyip pembeleşen yanağımı kaşıdım. Tam karşımda durdu kocam ve sarılmamızı zorlaştıran karnımdaki şişliğe bakıp gülerken, "Merhaba Gece Yarısı Güneşi," dedi ve elini karnıma koydu. "Merhaba Kış Güneşi."
Hevesle, "Nasıl buldun burayı?" diye sordum.
Hazer bir daha heyecanlı şekilde sergisine bakıp, "Hâlâ inanamıyorum," dedi ve gözlerindeki teşekkürle bana baktı. "Sen yapmasaydın ben buna asla cesaret edemezdim."
"Herkes seni takdir ediyor. İnsanların birbirine ‘Ne kadar güzel bir heykel,’ diye fısıldamasını duyunca mutlu oluyorum."
Elini karnımdan çekti ve girmem için kolunu uzattı, bunu yaparken gözlerindeki heyecanı bir gülümsemeyle büyüttü. "Heykellerim bence de övgüyü hak ediyor."
"İkramlık bir şeyler yemek ister misin? Ya da içmek?"
Hazer etrafta servis yapan çalışanlara baktıktan sonra bana döndü, karnıma baktı. "Sen ister misin? Ilık bir süt belki."
"Soğuk içecek servisi yapıyorlar mi vida, süt değil." Kıkırdadım.
"Sen iste, ben bulurum."
"İstemiyorum. Gracias."
Eğilip omzumdan öptü, bir şekilde çillerime dokunmanın yolunu böyle buldu. Gıdıklanıp elimi öpücüğünün izine götürdüğümde bana kaş çatıp aynı yerden bir öpücük daha çaldı. "Silme öpücüğümü." Uzanıp bir daha siliyordum ki elimi havada tuttu ve yavaşça indirip, "Alınıyorum, silme," dedi.
Gülüp, "Bunun neyine alındın şimdi?" dedim.
Omuzlarını silktiğinde uzanıp yanağından öptüm ve geri çekilirken sevimli bakışlar attım. Önüme dönünce Behram'ın bu tarafa yürüdüğünü gördüm, Oğuz Asaf kollarındaydı ve gövdesine yaslanmıştı. Hazer elini uzatıyordu ama sıkışamayacağını fark edip geri indirdi, Behram'a gülümsedi.
"Bu çocuğun ileride bana benzeyip sana çektirmesini o kadar istiyorum ki Behram..."
Behram, Oğuz'a doğru uzanan Hazer'e dik dik bakınca kocam ellerini geri çekti. "Tövbe de çabuk!"
Hazer alındı. "Neyim var la benim?"
"Bir eve bir Hazer yeter," dedi Behram ve sonra Hazer'in Asaf'a olan bakışlarına acıyıp çocuğu onun kollarına verdi.
Hazer yeğenini oldukça nazik şekilde tutup yanağını bebek saçlarının üstüne yaslarken, "Sen bu çocuğu sevmeden nasıl bir dakika durabiliyorsun?" dedi Behram'a. "Buna sarılmadan bir dakika duramaz insan."
"Duramıyorum zaten. Bak, bir dakika da geçti. Ver şimdi çocuğumu."
Hazer istemeyerek çocuğu babasına verince Behram bana göz kırptı, ben de ona. Bunu gören Hazer bize doğru yaklaşan Gazel'e uzandı ve onu omzunun altına doğru çekerek, "Karımla kocan benimle dalga geçiyor," dedi.
"Hemen onlara destek çıkayım," dedi Gazel ve gözlerini deviren Hazer bize sırt çevirip ilerlediğinde arkasından kıkır kıkır güldüm. Neyse ki az sonra bir beyefendi Hazer'in önünü kesip heykellerinden birini gösterince Hazer'in omuzları tekrardan gururla kabardı ve adamla muhabbet etti. Fakat birazdan Mustafa abisinin paçasına yapışınca Han'ın dikkati dağıldı, bu yüzden oraya ilerledim ve Mustafa'yı çektiğimde Hazer'in minnettar bakışlarını gördüm.
"Abime sarılıyordum," dedi Mustafa huzursuzlanarak. Sanırım kalabalık onu rahatsız etmişti, bu yüzden de abisine sarılmak istemişti.
"Bana da sarılabilirsin," diyerek onu sakinleştirmeye çalıştım.
Papyonunu çekiştirerek kafasını dizlerime koyunca saçlarını okşadım ve ona en beğendiği heykeli sordum. "Se… senin için yaptığı heykel güzel."
"Bence de çok güzel."
Serginin ilerleyen dakikalarında Hazer gelen tebrikleri kabul edip insanların ilgisini gururla karşıladı. Heykellerine hayranlıkla bakanları görünce neşeleniyordu, fark ediyordum. İnsanların beni dans ettikten sonra tebrik ettiğini düşününce hissettiği o neşeyi anlayabiliyordum.
İnsanlar bir süre sonra heykelleri gezmeyi tamamlayıp kendi aralarında sohbet etmeye başladığında Hazer de yanımıza yürüdü ve annesinin omzunu sıktıktan sonra bir anda elimden tutup benimle ortaya geçti. Beni, bizi insanların odağı yapmasına şaşırdım ve konuklar ellerindeki içeceklerini tutarken, "Bir dakikanızı alabilir miyim?" diye seslendi Hazer misafirlere.
"Tabii Hazer Bey, bugün sizin gününüz," dedi konuklardan biri.
Hazer parmaklarını benimkilere geçirip gözlerime bakmaya başlayınca söyleyeceklerinin benimle alakalı olduğunu anlayıp sakince dudaklarımı kıvırdım. Elini yine sırtımda, kanatlarımı arıyormuş gibi dolaştırmaya başladığındaysa duygusallık kalbimi hızlı atmaya zorladı.
"Karıma, beni eşi olarak seçtiği için sık sık teşekkür ediyorum ama bu akşam bir de sizlerin huzurunda teşekkür etmek istedim, onun varlığının değeri daha iyi anlaşılsın diye." Böyle şeyler söylemesine pek de hazır değildim, konukların gülümsemesi gözlerime çarparken parmaklarımı dolan gözlerime götürdüm. "Karım, hayatıma, bana, kavgalarıma elinde bir sihirli değnek varmış gibi dokundu. Eve ne zaman dönsem nazik gülümsemesiyle, sıcak bir kelimesiyle, metaneti ve sabrıyla, tatlılıkları ve masum neşesiyle kalbimi sardı. Şimdi tüm bu içimden geçenleri, onu ne kadar sevdiğimi ondan başka birilerinin daha duymasını arzu ettiğim için söylüyorum belki de. Özür dilerim, duygularımı dizginleyemiyorum." Bir elini sırtımda gezdirmeye devam ederken diğer eliyle elimi tuttu ve kaldırıp dudaklarına kadar götürdü. "O öyle olmadığını söylüyor ama ben biliyorum ve inanıyorum ki karım kanatsız bir melek."
✨
Birkaç Hafta Sonra
"Beşiğin rengine karar verdin mi?"
Hazer'in sesine doğru dönüp başımı iki yana salladım, sonra tekrar beşiklere baktım. Bir bebek mağazasındaydık, bebeğimizin ihtiyaçlarını tamamlıyorduk ama mağazaya girdiğimden beri gördüğüm her şey beni kendine çektiği için karar veremiyordum. Pazar günü olduğundan Han şirkete gitmemiş, bebeğimizin alışverişine gelmişti. Leo, Kerem’le balık tutmaya gitmişti, denizi çok seviyordu.
Ellerimi, kararsızlığım yüzünden sıkılan yanaklarıma götürüp iç çektiğimde Hazer, "Gerilme," dedi.
Dönüp mahcup halde gözlerine baktım. "Bizden sonra gelenler seçip gitti, biz hâlâ buradayız."
"İnsanların birçoğu cinsiyetine göre seçim yapıyor, sense bunu umursamayıp her rengi değerlendiriyorsun." Elini, tombul yanağıma koyup gülümsedi.
Başımı sallayıp bir daha mağazaya baktım ve özellikle ikisi arasında kaldığım beyaz beşiklere ilerledim. Güzel olmasından çok bebeğimin rahatlığı önemliydi ve satış danışmanı rahatlık konusunda iki beşiğin de çok güvenilir olduğunu söylemişti. İkisine de bakıp kalbimin biraz daha fazla çarptığı beşiğe ilerledim ve üzerindeki oyuncaklara dokunurken, "Tamam, bu olsun," dedim nihayetinde.
"Harika bir seçim," dedi satış danışmanı ve Hazer dönüp adama dik dik baktı. Beşik o kadar pahalıydı ki adamın sattığı için duyduğu memnuniyete gıcık olmuştu sanırım.
Yanına yürüyüp elimi ona uzatırken, "Sen de beğendin mi?" diye sordum.
"Bayıldım." Bir tutam saçımı parmağına doladı.
Satış danışmanına dönerek, "Ne zaman adrese ulaşır?" diye sordu.
"Siz ne zaman isterseniz Hazer Bey."
"Bugün istiyorum o zaman."
Elimi tutup mağazanın diğer tarafına ilerlerken gözünü ovuşturdu, biraz uykusuzdu. Gece ikimiz de pek uyuyamamıştık, karnımın şişkinliği bazı geceler istediğim pozisyonda yatmama engel oluyor ve bu da uykumu kaçırıyordu.
"Gardırobunu seçelim," dedi kocam ve dolaplara bakmaya başlarken bile elimi bırakmadı. Elim artık şişmişti, daha tombuldu ve o elimi tutunca nedense garip geliyordu. Hamileliği aşırı kiloyla geçirmiyordum, eskiden zaten zayıftım ama artık belli bölgelerim toparlanmış, genişlemiş görünüyordu.
"Bence dolap daha renkli olsun, beyazlığın içinde boğmayalım kızımı," dedi Han ve açık ahşap rengindeki dolaba ilerledi. Bu dolabın beşiğiyle uyumlu olacağına emimdim. Hevesle başımı salladığımda Hazer seçiminden daha da mutlu olup etrafına baktı. Gözleri ilerideki bir noktaya odaklanarak kısıldı ve gülümseyerek ilerledi. Onun peşine düştüm ve aldığı bir kar küresini bana göstermek için arkasını döndüğünde, "Çok tatlı görünüyor," dedim.
"Bakalım şarkılı mı?" Kar küresinin altına baktı, düğmeyi çevirince çok yumuşak bir melodi kulaklarımı doldurdu. Sakin bir sesti, huzursuz edici değildi. Derhal elinden kapıp, "Bunu da alıyoruz," dedim.
Kimse görmeden elini indirip kalçamın yanına vurdu. "Hadi bakalım."
"İnsanların arasındayız," diye azarladım onu ve arkamı döndüm.
Ödeme kısmını onunla paylaşmayı teklif ettiğimde, "Müzikalden kazandığın para nasıl hâlâ bitmedi?" diye sordu. Kartını hanımefendiye uzatmıştı bile.
Dişlerimi göstererek güldüm. "Paramı altına çevirmiştim, iki katına çıktığını söyleyebilirim.”
Bu yaptığıma pek inanamıyormuş gibi gülüp hanımefendiye döndü, benim de bildiğim şifresini girip ödemeyi tamamladı. Bu fikri, daha müzikali ilk kazandığım zamanlarda Gazel bana vermişti, paramı artırırsam işime yarayacağını söyleyerek. Dediği gibi olmuştu da hakikaten.
Diğer aldığımız torbaya konmuş şeyleri aldık ve mağazadan çıktık. Hazer bir kilosunu bile taşımama izin vermiyordu ama diyecek bir şeyim yoktu; bu dönem sakıncalıydı ve dikkat ediyordu. İçinde oyuncak, kıyafet, bebek odası için küçük eşyalar olan torbaları bagajın arkasına koyup kapımı açtığında yerleştim ve Hazer de şoför koltuğuna geçip bir daha gözünü ovalayınca bebeğimi rahatsız etmeden koltuğumda dönüp ona yakından baktım.
"Ne oldu gözüne Han? Sabahtan beri ovalayıp duruyorsun?"
"Kaşınıyor," dedi elini gözünden indirerek. Yüzünü tuttum ve sol gözüne bakınca kızarmış olduğunu gördüm çünkü gözünde, alt kirpiklerinin dibinde bir arpacık çıkmıştı.
"Canım benim, arpacık çıkmış," dedim endişe ederek. "Dokunma, mikrop kapmasın."
Dikiz aynasını indirip yüzüne yakından baktı, gözünün için durmadan sulanıyordu. "Ama kaşınıyor," dedi ve elini bir daha götürüyordu ki tutup önledim.
"Kaşıyıp durursan geçmez, eczaneye soralım ne yapılır diye."
"Pazar bugün."
Doğru ya, kapalıydı eczaneler. Yapılacak başka şey düşünerek ellerimi indirirken Hazer direksiyonu kavrayıp arabayı çıkardı. Telefonumu çıkarıp arama motoruna bu durumu yazıp ne yapabileceğimizi arattım ama pek de yapılacak şey yoktu. Muhtemelen kendiliğinden geçecekti. Çantamdan ıslak mendil çıkardım ve Hazer'in elini silmeye başladığımda, "N’apıyorsun?" dedi trafiğe karışırken.
"Elini gözüne götürürsün yine, mikrop kapmasın diye siliyorum."
"Annelik hassasiyeti geldi sana, farkında mısın?"
Ellerimi geriye çektim. "Daha önce de ilgili biriydim ben."
Yanağımdan makas alıp trafiğe döndü, kırmızının yanmasıyla durmak zorunda kaldı. Bizden biraz sonra beşiğimiz de gelirdi, oda da tamamlanmış olurdu. Neşeyle el çırptım ve Hazer, "Bu ne içindi?" diye sordu.
"Bebek odasını neredeyse tamamladık aşkım."
"Evet, doğuma henüz olsa da."
Bebeğimizle ilgilenmek, ona alınacak bir eşyayla ilgilenmek Han'ın çok hoşuna gidiyordu. Mesela on gün önce bebek odasını açık griye kendisi boyamıştı, üstelik bundan çok keyif almıştı. Bebeğimiz, Leo ve bizim kaldığımız kattaki başka bir misafir odasında kalacaktı. Haftalardır geçen sürede hiç kullanılmamış olan odayı epey güzelleştirmiştik.
Eve geldiğimizde yine benim elimden tuttu, düşerim diye aklı çıkıyordu. Bahçemizde yürürken salıncağa baktım, Hazer hâlâ biraz korksa da o salıncakta Melek'i sallamak için âdeta çıldırıyordum. O gün de mutlaka gelecekti, mutlaka.
Eve girdiğimizde Hazer'in elinden tutup onu yukarıya çıkardım, odaya çıkarken hızıma gülüp, "Hazır Leo da evde yokken diyorsun yani?" dedi.
Omzumun üstünden ona gülüp Yakut'un odasının önünde durdum, kapıyı açıp içeriye onunla girdim ve ebeveyn koltuğu üstündeki güneşlikle tülü ona verdim. "Bunları takmalısın."
Kucağına yığdığım beyazlıklara, sonra da cama baktı. "Perde mi takacağım Mila?"
Derin bir nefes verdiğimde, "Tamam tamam," dedi Han hızlıca. Yutkunup gülümsemeye çalıştı. "Takacağım, sen sinirlenme."
"Gracias mi amor. Yapacağını biliyordum."
Perdeleri koltuğa bırakırken, "Başka şansım var mı ki?" diye ağzının içinde mırıldandı ve doğrulurken karnımı okşadı. "Ardiyeden merdiven alıp geliyorum."
O aşağıya inince ben de eşyalarımı alıp yatak odamıza gittim, çantalarımı çantaların yanına koyup trençkotumu astım. Saç diplerimi ovuşturarak Yakut'un odasına döndüğümde Han'ın merdiveni getirdiğini gördüm.
Merdivene çıkarken, "Stor perde mi yaptırsaydık?" dedi.
"Hayır aşkım, böyle daha güzel. Güneşi iyi alır."
Kafasını sallayıp güneşliği takmaya başlayınca ben de hazırladığımız odaya bir daha baktım. Doğduğu ilk anda onu yalnız bırakamazdık, o yüzden odamıza yeni doğan beşiği de almıştık, yatağın yanına koyacaktık. Güneşliği takıp işi bittiğinde aşağıya indi ve her fırsatta bana dokunma gibi bir hastalıktan mustarip olduğundan tutup yanağımdan sert bir öpücük aldı. Ona teşekkür edecektim ki sokak kapısı çaldı.
Kapıyı açmak için uzaklaştığında pencereye yaklaşıp dışarıya baktım, kaldırım yanında bir kamyon gördüm. Onun ne olduğunu, birkaç saniye sonra hemen anladım. Mağazadan gelmişti, bebeğimizin beşiğiydi. Neşeyle ellerimi çırptım ve Hazer'in kapıyı açıp biriyle konuştuğunu duydum. Başımı eğip karnıma baktım. "Sen bu beşikte büyüyeceksin, sabahları odana girdiğimde bu beşikten uzatacaksın ellerini bana..."
"Mila?" diye seslenen kocamı duydum ve kapının eşiğinde duran ona baktım. Beni çağırdı. "Sen çık sevgilim, beyefendiler kursun."
Merdivenlerin başına yürüyüp baktığımda iki adamın beşiğin ahşap parçalarını çıkardığını gördüm. Hazer beni nazikçe çekip, "Merdivenden uzak dur, ayakların kayar Allah korusun," dedi.
Bebeğimin odasının önüne dikildim ve kocam da beyefendilere yardım ederken beşiğin kurulumunu izledim. Güneşi alan bir yere yerleştiriyorduk ama doğunca rahatsız olursa hemen değiştirirdik. Yanına yürüyüp Hazer'in gömlek kollarını, daha rahat çalışması için kıvırdığımda alnımdan öptü.
"Şu kibarlığa, güzelliğe bak, sen benim canımı mı alacaksın?"
"Hazer," diyerek utanarak azarladım onu ve o dönüp beşiği kurmaya devam edince omzumu kapının kenarına yasladım. Üç kişi oldukları için düşündüğümden çok kısa sürdü, az bir iş kalınca da, "Beyler, gerisini ben hallederim," dedi kocam çalışanlara ve onları kapıdan dışarıya buyur etti. "Eyvallah, çok sağ olun."
"Ne demek, bir arıza çıkarsa ararsınız."
Beyefendileri geçirmek için aşağıya inerken cüzdanını çıkardığını gördüm. Odaya girdim ve beşiğin kalan son iki parçasına baktım, ben tamamlamayı düşündüm ama karnımdaki ağırlık yüzünden eğilmeyi denemedim. Araba gazının sesini duydum ve sonra Hazer ıslık çalarak ahşap basamaklardan çıkınca başımı çevirip ona baktım. Dişlerini göstererek gülümsüyordu.
"Çıkar artık şu bebeği, beşiğine koyalım."
Odaya gelip eğildi, yerdeki iki ayrı parçayı alıp beşiğe yaklaştı. Kalan o iki parçayı da yerleştirip tamamladığında derince nefeslenip beşiğin kenarından tuttu. "İyi de ben onu bu odada yalnız bırakamam ki Mila. Kızım, Melek'im doğacak ve burada, yalnız mı uyuyacak? Onu nasıl bırakabilirim Allah aşkına? Diğer odada kafayı yerim burada ne yapıyor, korkuyor mu, nasıl hissediyor diye..."
Arkasından gidip omzuna eğildim ve omzundan öperek kollarımı beline doladım. "Doğduğu ilk aylarda onu yanımızdan hiç ayırmayız. Melek de bunu ister bence; anne ve babasının yanında olmasını."
"Her şeyi minicik olacak, tıpkı Oğuz Asaf gibi. Suratı kaşık kadar, gözleri boncuk gibi, kafasında üç tane saçı, elleri oyuncak bir bebeğinki gibi olacak..." Başını omuz hizasından bana çevirip yüzüme baktı. "Belki senin gibi çilleri olacak."
Çok isterdim kızımızın çilleri olmasını, ona baktıkça Hazer'in yüzünü hatırlamayı. "Ona karşı oluşan hassasiyetimi, daha şimdiden ortaya çıkan korucuyu annelik hissini fark ettikçe bu dünyaya onu getireceğim için korkuyorum."
Kolunu omzuma attı ve benimle odadan çıkarken kapıyı arkamızdan kapattı. Odamıza girdik ve Han kapıyı arkamızdan kapatıp benimle yatağa yürüdü, yan yana oturduğumuzda derin bir nefes verip ellerimizi izledi.
"Dünyadaki insanlar çok kötü, saldırgan, kırıcı... Belki de, dünyanın en kötü dönemini yaşıyoruz, insanlar artık hassasiyetleri olan canlılardan çok ruhsuz, hissiz, bencil yaratıklara dönüşüyor. Bu dünyada bir bebeğin babası olmaya karar vermek çok zor, çok endişe verici ama ben sana güvendim Mila. Senin annesi olacağın bir bebek bu dünyada ne hassasiyetlerini ne de senin ona öğreteceğin doğrular sayesinde yolunu kaybeder."
Yirmi birinci yüzyılda, şu günlerde dünyaya bebek getirmek cidden çılgınlık gibi geliyordu ama Hazer hislerimi açıklamıştı çünkü ben de ona çok güvenmiştim. "Hassasiyetleri olsun ama benim kadar olmasın Hazer yoksa her şeye ağlar."
"Ah..." Duygu yüklü bir iç çekişle uzanıp gözümün kenarındaki ıslaklığı sildi. "Böyle mi? Hemen ıslanmış kirpiklerin."
"Si, işte hemen her şeye ağlıyorum. Melek bu kadar hassas olmasın."
"Bence de olmasın, vallahi oturup onunla ağlarım Mila." Sahiden de ağlardı. Kendime diyordum ama Hazer de çok hassastı, dert diye kafasına çok şeyi takıyordu. Melek cidden canı yanarak ağlasa Han çok etkilenirdi.
"Acaba gözleri ne renk olur?" dedim heyecanla. "Benimkiler gri, çok açık mavi. Senin gözlerin de amber rengi. Onunki nasıl olur?"
"Nasıl olursa olsun, yeter ki birikmesin o gözlerinde acıdan yaş."
Ellerini ıslak kirpiklerimden, ıslanan yüzümden çektiğinde bebeğimi tutarak doğruldum. Hazer hareketlendi. "Ne istiyorsun? Ben getireyim."
"İki adım yürüyebilirim Han, endişe etme." Dolaba ilerledim ve kapakları açıp eğildim, kıyafetlerimiz arasına koyduğum bir çift patiği alarak Han'a döndüm. "Annemin ördüğü patikleri gördün mü?"
"Geçen hafta telefonda bir şeyler diyordu..." Elimdeki beyaz patiklere sırıttı. Gözleri parlıyordu. "Annemi hiçbir şeyler örerken görmemiştim. Çok minik değil mi ama bu?"
"Yedi doğan patiği, herhalde küçük olacak. Oğuz'u hatırlasana, bir buçuk kilo doğmuştu." Yanına gidip patiği avcuna koydum, avuçiçinde küçücük kalmasına tebessüm ettim. "Ama muhtemelen Melek vaktinde doğacak, doktor iki buçuk ile üç kilo arasında olacağını tahmin ediyor."
"İki buçuk mu? Yalnızca iki buçuk mu? Ben onu tek elimle kaldırırım Safir."
"Bebekler hafif olabilir ama vücutları çok hassastır Hazer, geçen okuduğun dergide de yazıyordu hatırlarsan..." Baba olmak hakkında birkaç dergiyi gizli gizli okuduğunu görmüştüm ama Hazer gördüğümü bilmediği için şaşırmıştı. Yanakları kızardı. "Kaldırırken, kucaklarken çok dikkat etmemiz gerekecek. Hatırlasana, Behram ilk günlerde Asaf'ı kucağına alamıyordu."
"Doğru, dergide öyle bir şeyler yazıyordu," dedi ve patiği kenara koyup ellerini yatağa yasladı, başını arkaya atıp dudaklarını yaladı. "Babalık dergileri okuduğumu Kerem'e söyleme, benimle dalga geçer."
Ne kadar ağır olduğumu unutup onun dizine oturdum ama Hazer çok etkilenmeden kolunu etrafıma doladı. "Bunun dalga geçilecek bir yanını görmüyorum. Aksine çok normal bir şey. Kerem bununla dalga geçerse ayıp eder."
"Herif düz yolda yürümemle bile bir şey bulup alay ediyor. Tabii ki bununla da eğlenir."
Düşünüyormuş gibi parmağımı çeneme vurdum. "Kerem acılarını saklamak için neşeliymiş gibi davranıyor sanki, ben bazen öyle hissediyorum," dedim. "Sen de öyle hissediyor musun?"
"Psikolojik çıkarımlarını yerim senin."
Kıkırdadım. "Psikoloji dersi de görüyorum ben."
Hazer tam da bana laf yetiştiriyordu ki kapı sesi duyduk ve aynı anda sessiz kaldık. Anahtar sesini Kerem'in gülme sesi takip edince de Leo’yla döndüklerini anladım. Hazer, "Başımın belaları geldi," diyerek beni indirdi. "Bir tane bile balık tutamadı..."
"Abla! Abla! Kocaman balık tuttum abla!"
Leo'nun merdivenlerden çıkarken bağırdığını duydum ve Hazer söylemek üzere olduğu şeyi yutmak zorunda kalınca yüzünün aldığı şekle güldüm. Saçlarımı düzeltirken Leo'nun adım seslerinin yavaşladığını fark ettim. Hazer arkasını dönüp odadan ayrılırken onu takip ettim ve koridora çıkınca Leo'nun, bebek odasının önünde dikildiğini gördüm. Yeni gelen beşiği fark etmişti demek. Leo içeriye girince Hazer’le odaya yöneldik. Leo bize dönüp bakınca, "Beğendin mi?" diye sordum.
Yaklaşıp beşiğin içine baktıktan sonra, "Hani Melek benimle uyuyacaktı?" diye sordu.
"La oğlum, hep seninle uyuyamaz ya bu kız." Hazer yanına kadar yürüyüp Leo'yu kucakladı, onu omuzlarının altından yukarıya kaldırdı. "Arada bir uyur seninle ama onun da yatağı olmalı."
"Niye ya? Hep uyusun. Dayısıyım ben onun!"
"La utanmasan kızımı benden daha çok seveceksin," dedim ve Hazer’le Leo başlarını aynı anda çevirip bana bakınca, "Hımm," dedim ama ikisi de bir şey demeden gülünce oflayıp, "Hamileyim ben," dedim.
"Yani?" dedi çok bilmiş erkek kardeşim.
"Karıma nasıl yani dersin lan?"
"Ya enişte," diyerek ayaklarını boşlukta salladı Leo ve Hazer onu beşiğe bırakınca kahkaha atmaya başladım. Beşik için çok büyüktü ve komik görünüyordu. Leo oradan çıkmaya çalışırken Hazer de kafasını geriye yatırıp kahkaha atmaya başladı. "Ben bebek değilim! Çıkar beni enişte! Ne gülüyorsunuz?"
"Melek doğana kadar uyu işte." Hazer onun kafasını okşadı ama Leo çıkmayı deneyince omuzlarından bastırıp onu yatırdı. "Emzik de veririm ağzına..."
"Enişte..." Leo ağlamaya başlayınca Hazer bir de buna kahkaha attı ve Leo beşikten kalkmayı denerken kapı zilinin sesini duydum. Kerem aşağıda olduğu için bakar, diye düşünerek beşiğe doğru ilerledim ve kardeşime yardım etmek için kollarından tutunca Hazer alıngan şekilde bana baktı.
"Kocanın safında olmalısın."
"Senden önce Leo vardı," dedim.
Hazer oflarken Leo'yla bakışıp gülüştük ve onu tam kollarından kaldırıp tekrar beşiğe bıraktığımda bana bakıp bağırdı. Hazer bu yaptığım karşısında bir daha gülüp yanağımdan öperken, "Hazer," diyen Kerem'in sesini duyduk. Hazer’le ona dönünce kapının önünde dikildiğini gördük. Doğrudan Hazer'e bakıyordu. "Bir gelir misin?"
İşle ilgili bir şey olduğunu düşündüm, yalnız iş sözkonusu olduğunda ciddileşiyorlardı. Hazer gömlek kollarını indirerek Kerem'in yanına yürüdü ve beraber ahşap merdivenleri inerken, "N'oldu abla?" dedi Leo.
"Bilmiyorum," dedim ve odadan çıkarak merdiven basamaklarına yürüdüm, başımı eğip bakmaya çalıştım ama sonra ayağım takılır diye korkup geri çıktım. Leo'ya göz atınca beşiğe uzandığını, çıkmayı denemeyi bıraktığını gördüm. Haline gülüp odamıza doğru ilerledim ve perdeleri çekip yatağımıza yürüdüm, abajuru yakıp sevdiğim loşluğa bakarken Melek'in tokasına uzandım. Bu Leo'nun Melek Yakut için aldığı tokaydı. Kıkırdayarak o tokayı dalgalı saçlarımın kenarına takarken odamızın kapısı açıldı. Dönüp gülümseyerek bakınca Hazer'in kapıyı kapatıp sırtını kapıya yasladığını gördüm. Başını kaldırıp bana doğru bakma gereği duydu, gözleri endişeli ruh halini ortaya koyuyordu.
O soru dudaklarımdan çıkmak üzereydi ki, "Leo'nun babası," dedi Hazer Han. Kalbim o kadar kasıldı ki sırtım dimdik oldu. "Geldi."
BÖLÜM SONU.
Yorumlar yükleniyor...