54. BÖLÜM
“BEYAZ POİNTLER”
On Beş Gün Sonra
Bir kadın kocama kur yapıyordu.
Bunu, neredeyse geçtiğimiz bir dakika boyunca izlemiştim ve hâlâ elimde, içinde su olan bir şarap kadehiyle ileriye bakıyordum. Hazer'in az önce masadan kalkması gerekmişti, bir tanıdığıyla el sıkışmış, ayakta sohbet etmeye başlamıştı ve bir kadın da onlara yaklaşmış, yakın mesafeden sohbet ediyordu.
Hazer'in sekreterinin düğünündeydik. Hazer, çalışanlarına kıymet veren bir iş insanıydı ve sekreterinin davetini de severek kabul etmişti. Bugün okuldan geldikten sonra özenle hazırlanmış, karısı olduğum için de Hazer'e eşlik etmiştim. Şık bir otelin davet salonunda, kalabalık içindeydim. Nikâh yarım saat kadar önce kıyılmıştı, gelin ve damat masaları geziyor, davetlilerle kibarca selamlaşıyordu. Ben de, Hazer'in birkaç çalışanının olduğu masada oturuyor, gergince kadehimdeki suyu içiyordum. Kadın Hazer’le alışık olmadığım bir samimiyetle konuşuyor, gözlerinin içine bakarak kıkırdıyordu.
Parmağında yüzüğü olduğunu da mı görmüyordu? Bu kadarı da terbiyesizlikti. Kocamdı o benim.
Uzanıp kadehi masaya bıraktım. Düğünden çok Hazer'e güzel görünmek gibi bir arzunun pençesine düştüğüm için özenle hazırlanmıştım. Yanıma aldığım siyah paltomun altına giydiğim elbise kırmızı renkliydi. İnce askılı, göğüs dekolteliydi. Üstelik kısaydı da ama kendimi her konuda olduğu gibi giyim konusunda da eskiye göre çok daha rahat hissettiğim için giyerken o kadar çekinmemiştim.
Saçlarımı omuzuma alırken bakışlarımı tekrar o yöne çevirdim ve sandalyemde huzursuzca kıpırdandım. Kadın neden böyle davranıyordu? Hazer onu görmezden gelmesine ve evli olduğunu bilmesine rağmen ona yaklaşmayı deniyordu.
"Abla o kadın kim ya? Eniştemin koluna dokunuyor! Hayırdır?"
Leo'ya döndüm ve tatlı papyonuna bakarak gülümseye zorladım dudaklarımı. "Aşkım burada kal, hemen dönüyorum."
Ağzının içinde söylendi. "Git çek şu kadının elini eniştemden abla, tövbe tövbe..."
Sandalyeden kalkıp gümüş renkli topuklu ayakkabılarım üzerinde kocamın yanına ilerledim ve kendimi, onun omzuna dokunarak belli ettim. Gözlerini karşısındaki adamdan alıp bana döndü ve elini belime doladı. "Uzun süre yalnız bıraktım seni, kusura bakma."
Onu kendime çektim. "Önemli değil aşkım."
Karşımızdaki adam gülümseyerek, "Eşiniz değil mi?" diye sordu.
"Evet, karım," dedi Hazer ve ben karşımdaki adama hafifçe tebessüm ederken çaprazımızdaki kadının genzini temizlediğini duydum. Hazer bana biraz daha yaklaşarak kadından tamamen uzaklaşınca bu kez kadınla göz göze geldim.
"Eşim baya komik herhalde. Az önceden beri gül gül öldünüz kendisiyle konuşurken de..."
Hazer elini kumaş pantolonunun cebine sokarken kadının yanakları kızardı. "Eşinizin sohbeti sarıyor," dedi.
Seni sarmasın lütfen.
Hazer, ortasında olduğu durumdan rahatsızlık duymuş gibi yalnız benim fark edebileceğim bir şekilde kıpırdandı ve karşımızdaki adam elini Hazer'in omzuna koydu. "Ben masama geçeyim, seni gördüğüme çok sevindim."
"Ben de öyle."
"Siz de benim masama geçebilirsiniz Hazer Bey," dedi kadın, sonra genzini temizledi. "Biraz iş muhabbeti yaparız."
Aaaaa.
"Düğünde de iş konuşmayayım," diye teklifi reddetti Hazer ve bir şey söylemek için kulağıma eğildi. "Yemin ederim hiçbir suçum yok."
Zaten bundan şüphe de duymuş değildim. Hazer'e gülümseyip karşımdaki kadına döndüm. Haset bakışlarını, onunla göz göze geldiğim an temizledi ve kadehinden bir yudum aldı. "Evlilik nasıl gidiyor?"
"Bizimki iyi gidiyor. Üçüncü kişilere rağmen." Tatlı şekilde gülümsedim.
Ağzı kapanıp açıldı ve Hazer gergince kravatını gevşetirken kadın başını salladı. "Ben... masama döneyim, siz de yalnız kalın."
"Tam isabet," dedim en nazik sesimle.
Kadın daha da rahatsız oldu ve Hazer'e başını salladı. "Karşılaştığımıza mutlu oldum Han, hoşça kal."
"Hı hı," dedi Hazer sadece.
Arkasını dönüp uzaklaştı, az ilerideki bir masaya yerleşti. Yaşı Hazer'e daha yakın gibiydi, alımlı da bir kadındı. İnsanların bence ahlak, etik kuralları olmalıydı. Evli bir adama bu şekilde yaklaşmanın nesi hoştu?
"Sana ikinci adınla sesleniyor," diyerek Hazer'e döndüm.
Bir eli belimdeyken diğerini omzuma koydu ve okşarken yukarıdan bana baktı. Gözleri ışıklandırmalara rağmen kopkoyu görünüyordu. “Kocanı ateşli biçimde sahiplenmen karşısında elimde olmadan etkilendim," dedi.
Ceketinin yakasını çekiştirdim. "Böyle şeyler söyleme, kalabalık içindeyiz.”
"Kulağına fısıldıyorum. Bunları söyleyebileceğim tek kadının, karımın kulağına."
Gülmeye devam edip şakağımdan öptü ve ellerini belimde dolaştırarak masamıza göz attı. Leo'nun dik dik bize baktığını görünce iç çekti. "Bence Leo artık beni sevmiyor."
"Seni çok seviyor. Az önce kadının elini kolunda görünce benden çok kıskandı." O kadına duyduğum rahatsızlıkla başımı Hazer'in omzuna yasladım.
"Özür dilerim, rahatsızlığımı belli ettim ama kadın..."
"Sadece... Aklım almıyor insanların sınırlarını bu kadar bilmemesini.”
Beraber masaya yürürken Hazer de bana katıldığını gösteren bir ses çıkardı ve masaya ulaştığımızda diğerlerine selam verip sandalyemi çekti. Otururken, "Eteğine dikkat et," dedi.
"Enişte bir daha kadınlarla o kadar yaklaşma, evlisin sen... Behram Enişte olsa kadına dönüp, 'N’apıyorsunuz kadın!’ derdi, sen ancak gülüyorsun..."
Hazer de yanımdaki sandalyesini çekip oturdu, kolunu benim sandalyemin arkasına attı. "Git Behram'a kayınbiraderlik yap o zaman, hırt."
"Zaten Behram'ı daha çok seviyorum."
Hazer, Leo'ya alınmış gibi bakınca Leo'nun pişman olduğunu gördüm. Başını önüne eğdi, sonra geri kaldırıp sandalyesinde, aramızda oturan Hazer'e doğru kaydı. "Şaka yaptım enişte, hem ben seni babam olarak görüyorum, ayrısın bir kere."
Hazer onun başını omzuna doğru yaslayıp elini altın sarısı saçlarına koydu. "Keşke senin kadar güzel bir oğlum olabilse."
"Hem bana Iphone aldın sen enişte, seni daha çok seviyorum tabii ki."
Gülümseyip Hazer'in masanın altındaki elini tutum, o da parmaklarımı okşadı ve elini dizimin üstüne koyarak başparmağıyla bacağımı okşadı. Başını az çevirip gözlerimizi birleştirdi, olmazsa yaşayamam dediğim gözlere bakınca yüreğimin işgalini anımsadım. Ona âşık olduğum ilk anı. Ona çarpıldığım ilk anı. Bana, “Kimsesiz olmak suç değil, ayıp değil,” dediği ve bunları derken bir mendille yanağımı sildiği anı.
"Kırmızı sana çok yakışıyor, tıpkı kızarmak gibi." Parmaklarını omuzumdaki çillerde dolaştırdı. "Bu geceden keyif aldın mı?"
"Sen ve Leo yanımda olunca her şeyden keyif alıyorum mi vida."
"Abla, uykum geldi."
Leo'nun sesiyle başımı çevirdim. "Erken uyandın tabii."
Hazer başını arkaya çevirdi ve birine selam verdikten sonra, "Kalkalım," dedi, nadiren kullandığı otoriter sesiyle. Bu ses tonunu, hiçbir itiraz istemiyorum demek yerine kullanıyordu sanki. "Bana bir dakika ver sevgilim," dedi Hazer ve Leo'yu koltuğuna bırakıp doğruldu.
Uzanıp Leo'nun yakasına taktığımız siyah papyonunu düzeltirken göz ucuyla Hazer'e baktım. Ceketini düzelterek ilerledi, eşinin yanında duran sekreterinin yanına. Ona ayrılacağımızı söyleyecekti sanırım. Sekreterinin elini kibarca sıkıp mutluluklar diledikten sonra tekrar yanımıza döndü.
Leo yorgun olduğu için onun yürümesine gönlü el vermedi, kucağına alınca Leo da başını onun boynuna yasladı. Paltolarımızı aldım ve eşimle kardeşimin arkasından koşuşturdum, salondan çıkıp otel koridorlarında ilerlerken, "Sergi açılışına çok az kaldı," dedim Hazer'e. "Heyecanlı mısın?"
Heykelle ilgili şeylerin onu çok mutlu ettiğini, heyecanlandırdığını biliyordum. Açık havaya çıktığımızda karlar üstümüze uçuştu. "Sen müzikal günü dans etmeye çıkarken ne kadar heyecanlıydın, hatırlıyor musun? Ben de insanlara heykellerimi gösterirken o kadar heyecanlanıyorum."
"Ama hâlâ babana inat şirkette çalışmaya devam ediyorsun, kendini tamamen heykellerine adamak varken…"
Hazer valeye bir işaret yaptı, adam arabamızı almak için yanımızdan ayrılırken paltomu üzerime geçirdim. "Mila, bunları konuşmuştuk," dedi gergince.
Evet, konuşmuştuk. "Konuşmadık, sen beni geçiştirdin."
"Seni bir daha geçiştiriyorum o zaman Mila."
Yanaklarımı şişirip ofladım, kollarımı göğsümde kavuşturup ona yaslandım; çok soğuktu. "Sen heykel yaparken mutlusun."
"Sen de dans ederken. Fakat sırf çocuklara yardımcı olmak için Sosyal Hizmetler okuyorsun. Sen neden hiçbir şeyi umursamadan kendini tamamen dansa emanet etmedin?"
Si, bu konuda biraz haklıydı. Dans etmeyi daha çok sevsem de konservatuvar okumamıştım, çocuklara yardım etmek istemiştim. "Ama ben iyilik yapmayı da seviyorum, hem dans etmeye de devam ediyorum. Ama sen her sabah istemediğin halde şirkete gidiyorsun Han."
"Her şeyi babama mı bırakayım? Asla olmaz! Hepsini ben kazandım."
Çenesiyle arabayı işaret ettiğinde arka kapıyı açtım ve Hazer, Leo'yu bırakıp doğrulurken, "Enişte Iphone‘um nerede?" diye mırıldandı Leo, uykulu sesle. "İçeride unutmadık değil mi?"
"Aşkım, cebinde," dedim.
O arka koltukta boylu boyunca uzanırken Hazer şoför koltuğunun yanındaki kapıyı açtı, ben girince de kapattı. Koltuğa yerleştim ve ısıtıcıyı açarken Hazer de arabaya binip derhal kravatını çıkardı, kucağıma fırlattı. Gömleğinin, onu sıkan birkaç düğmesini açtığında, "Şimdiden soyunmaya mı başladın?" diye şaka yaptım.
Hafifçe gülüp ceketini de çıkardı, içeride çok bunalmıştı. Dikiz aynasına bakarak saçlarını dağıttı, arkaya doğru taradı. Arabayı çalıştırırken elimi dizine koyup, "Sergiye eklemek istediğin başka bir heykel var mı?" diye sordum.
"Seni eklemek istiyorum. Heykel gibisin, taş gibi yani. Sanatsal bir güzelliğin var, sergi bitimine kadar kıpırdamadan durabilir misin?"
Kıkırdadım. "Kıpırdamadan duracağım ve sergiye gelenler de beni heykellerinden biri mi sanacak? İlahi Hazer."
"Bu heykeli satın alıp alamayacağını soracak herkes, ben de bu sanatsal heykelin yalnız bana ait olduğunu söyleyeceğim."
Kendime, onun bana baktığı yerden bakmayı çok isterdim. Nasıl görünüyordum acaba onun gözlerinden? Gerçekten sanat görüyormuş gibi mi hissediyordu? Ceketini tutarken dikiz aynasından Leo'ya baktığını gördüm. "Uyudu."
"Çok bunaldın değil mi içeride?" diye sordum.
"Kalabalık sarmıyor."
"Güzel bir düğündü," dedim başımı ön cama çevirerek. Silecekler hızla çalışıyordu, şehrin ışıkları caddeyi aydınlatıyordu. Katıldığım son düğün kendi düğünüm olmuştu ama o evet kelimesini asla istediğim gibi söyleyememiştim. O zaman olanları hatırlamak beni kedere sürükleyince, gözlerimi kapatıp başka şeyler düşünmeyi diledim.
"Hüzünlendin," dedi Hazer.
"Sana evet dediğim zamanı düşünüyordum," dedim gözlerimi açmadan.
Bir şey demedi, yalnız parmaklarını elimin üzerinde aşkla gezdirdi. Tenimdeki her canlılığı, nabzımın yokuş yukarı tırmanışını hissedip tebessüm ettim. Eve varmamız tahmin ettiğimden uzun sürdü, yanağımdaki bir öpücükle uyandım ve eve geldiğimizi gördüm. "Leo'yu alayım aşkım, arabayı sen kilitle," diyerek anahtarı avcuma bıraktı.
Hazer, Leo'yu kucaklayıp eve ilerlerken, ben de araba kapılarını kilitleyip arkasından bahçeye girdim. Salıncakta karlar oturuyordu, zaten oraya hiç biz oturmuyorduk. Anahtarı cebimden çıkarıp evin kapısını açtım ve kabanımı çıkararak salona geçtim.
"La!"
Gördüğüm şeyle ve Hazer'in bağrışını duymamla sıçrayıp gözlerimi kocaman açtım. Kerem ve Leyla'yı evimizin salonunda, koltukta bastığımıza inanamıyordum.
Hazer'in sesini Kerem de duydu ve Leyla'nın üzerinden kalkıp geriye kaçarken bacağını sehpaya vurup kalçasının üzerinde yere düştü. Leyla da koltuktan doğruldu ve önce bize, sonra Kerem'e bakarken, "Basıldık," diye fısıldadı.
Kerem kalçasını ovuşturarak koltuktan kalkarken gülmemek için yanağımın içini ısırıp onları utandırmaktan kaçındım. Elbette çıplak falan değillerdi, biraz gülüşmüş, öpüşmüş gibi rahatça yerleşmişlerdi koltuğa. Hazer öne çıktı ve yerden kalkan Kerem'e öfkeyle baktı. "Lan ben bile bu koltukta..." Susup Kerem'e tekme atmaya çalıştı. "Benim koltuğumda... Ulan Kerem, ulan başımın belası..."
"Aşk yapıyoruz patron, ne kızdın şimdi?"
Kerem onun tekmelerinden kaçarken Leyla da saçlarını düzeltip koltuktan kalktı. Oldukça utanmış görünerek yanıma ilerledi, arkama saklandı. Hazer, Kerem'in pişkinliğine inanamayarak, "Kendi evin ne güne duruyor oğlum?" dedi.
Kerem hayretle Han'a baktı. "Senin evin benim evim mi var patron ya... Zaten verdiğin üç kuruş maaş, bir de ezip duruyorsun." Üste çıkmaya devam ederek koltuktaki ceketini aldı, giyindi. "Gerçekten iğrenç bir hayat."
Hazer'in sol gözü seğirmeye başladı. "Üç kuruş mu?"
"Bırak ya bırak," diyerek koltuğun arkasından, Hazer'e en uzak yerden yürüyerek bize doğru ilerledi Kerem. Leyla'yı yanağından öptü ve portmantodaki paltolarını aldılar. "Hadi Leyla'm gidelim."
Uzanıp Leyla'yı yanaklarından öptüm. "Olur öyle şeyler, utanma lütfen."
"Şey... Kerem sizin musluğu tamir ediyordu, bozulmuş. Ben de o yüzden işten çıkınca buraya geldim, yani özellikle sizin evde şey falan yapmıyorduk."
"Leyla'm onların evi, bizim evimiz."
Kerem'e gülen gözlerle baktım ama Hazer'in, "Sen şuraya yat oğlum, ben bir Kerem'i döveyim," dediğini duyunca gülüşüm soldu. Kerem tehlikenin farkında olarak sokak kapısını açtı ve Leyla'yı çekiştirerek, "Kocanı öp bir şey yap, çok gergin," dedi.
Hazer'in öfkeli adımlarla buraya yürüdüğünü görünce önüne geçtim. "Abartıyorsun aşkım," dedim.
Hazer beni itip Kerem'in üzerine atlayamadı, başımın üzerinden ona parmağını salladı. "Evimde bir daha benden başka kimse öpüşmeyecek," diye bağırdı. Başım göğsündeyken güldüm ve Kerem ayakkabılarını giyip doğrulurken Hazer'e sitem dolu gözlerle baktı. "Al ya, sen öpüş, her yerde sen öpüş! Kerem kim ki zaten? Kerem öpüşemez, değil mi? Öpüşürüm lan, gel Leyla'm..."
Leyla, Kerem'in kendisini öpmek için hareket ettiğini görünce onu kendinden uzaklaştırdı. "Saçmalama Kerem, hadi gidelim artık."
"Arabayı alıyorum patron, sabah getiririm."
"Ya bir kere de yüzün kızarsın lan, bir kere de haklısın patron deyip bir utan ya!"
Kerem onu hiç duymamış gibi anahtarı vermesi için Han'a bakınca Hazer anahtarı onun kafasına fırlattı. İlişkilerine gülmemek elimde değildi. Kerem söylene söylene Leyla’yla arabaya yerleşirken ben de sokak kapısını örterek kocama döndüm.
"Kovacağım bir gün bunu Mila..."
"Hazer, Kerem’le öpüştüm desen bile daha inandırıcı olur, kovmayacaksın işte, artık bunu söyleme."
Sinirle bakarak arkasını döndü, koltuğa koyduğu Leo'yu alarak üst kata çıkmaya başladı. Hâlâ topuklu ayakkabılarımla durduğumu fark ederek onları çıkardım, portmantoya koydum ve tabanlarımda acıyı hissederek üst kata çıktım. Uykulu şekilde esnerken başımı Leo'nun odasından içeriye uzattım. Han, Leo'nun üzerini değiştiriyordu.
"Sen sünnet oldun mu la?"
"Herhalde enişte! Ben bebekken beni sünnet etmişler!"
"Tamam oğlum ya, ne kızıyorsun?"
Son günlerde ilişkileri oldukça dengesizdi ama birbirlerini çok seviyorlardı. Leo'nun sünnet olup olmadığı hiç aklıma gelmemişti ama görünen o ki yetimhanede bununla ilgilenilmişti. Bakımlarıyla ilgilenildiği gibi. Hiçbir şeyi hak ettiğimiz gibi yaşayamamanın verdiği hüzünle içimi çekerken Hazer Leo'yu yatağa yatırdı. Arkama döndüm ve odamıza ilerledim.
Yorucu bir gün olmuştu, okulda Peri’yle saatlerce dans etmemişiz gibi bir de düğüne katılmıştım. Komodin üzerindeki abajuru yaktım ve kırmızı elbisemin askılarını omuzlarımdan indirdim. Kırmızı iç çamaşırlarımla banyoya yürüdüm, okuldan gelince duş aldığım için bir daha duşa girmeyi istemiyordum. Makyajımı cildimden nazikçe çıkarıp yüzümü temizlenene dek yıkadım, sonra havluyla sildim. Çillerim ortaya çıkınca gülümsedim, kapatıcı sürdüğümden onlar da kapanmıştı.
"Mila, duş mu alıyorsun?"
Hazer'in odaya girdiğini fark ettim ve banyodan çıkarken, "Hayır ama sen gireceksen suyu ayarlayabilirim," dedim.
Ceketini yatağın üzerine atarken başını kaldırıp benimle göz göze geldi. Gömleğinin kalan düğmelerini de çözerken baştan aşağıya, neredeyse çıplak olan vücudumu süzdü ve kararlı ama sakin adımlarla üzerime gelmeye başladı. Beni dolaba giderken yakaladı ve kollarını belimin etrafı boyunca sararak kendisine çekti.
"Hiç kırmızı çamaşır giydiğini görmemiştim."
"Yani?" dedim kıkırdayarak.
Yüzünü enseme yaslayınca sakallarını tenimde hissettim. "Sana kırmızının ne kadar çok yakıştığını söylemek için ilk fırsatım olmuş oldu," dedi.
"Oda neredeyse karanlık Hazer, beni çok fazla göremiyorsun."
"Hissediyorum," dedi ellerini karnımdan kaydırarak.
Gülmemek için çabaladım ama dayanamadım. "Bence sen romantik olmaya çalışarak benimle birlikte olmayı amaçlıyorsun."
Dirseklerimi sert karnına vurarak ondan uzaklaştığımda kalçama bir tane vurdu. Ayrılıp dolaba ilerledim, pijama takımı çıkardım. Yatağa dönüp onları giyerken Hazer de gömleğini çıkarıp başıma fırlattı. Yüzümü kapatan gömlek yüzünden sırıttım.
"Aşkım..."
"Gömleğimi giysene, senin üzerinde durması hoşuma gidiyor."
Onun çıplak vücuduna, sıcak gözlerine bakarak üzerinden çıkardığı gömleği giymeye başladım. Kollarımdan geçirip birkaç düğmesini ilikledim ve ayağa fırlayıp parmak uçlarımda yükselip kendi etrafımda döndüm.
"Kahretsin ya," dedi Hazer, kısık gözlerle beni izlerken. "Çok güzelsin."
Bana fırsat kalmadan Hazer yanıma yürüyüp yüzümü avuçladığında gün boyu arzuladığım öpücüğün çok yakınımda olduğunu hissettim. Gözlerimi indirip onun ıslak dudaklarına bakarken içimde bir sızı baş gösterdi. Hazer elmacıkkemiklerimin üstünü okşayarak sızımı geçirmek adına dudaklarıma yaklaştı.
"Hadi yatağa gidelim," dedim.
"Gömleği yeni giydin, hemen üzerinden çıkaramayız," dedi.
Yaa, demek öyleydi. Dudaklarının aksini söyleyen gözbebeklerine baktım ve parmak uçlarımı ensesine götürüp geceleri okşadığım nabzı aradım. Nabız atışını bir dakika dinledim, hissettim ve dudaklarımı az ileriye itip altdudağını ısırdım.
"Şimdi de mi çıkaramayız?"
Dudağı acıdığı için yüzünü buruşturdu, avuçları yüzümü sıcacık şekilde kaplarken, "Ama gömleğini kaldırabiliriz," diye fısıldadı. Ardından bir saniye geçmişti ki elleri yüzümü terk etti, bana birkaç beden büyük gelen gömleğin altına girip kalçamı tuttu. Parmaklarının nazik kavrayışını hissettim ve beni kucaklayacağını anladığımda kollarımı derhal boynuna doladım. Ayaklarımı yerden kesip yatağa ilerledi ve sırtımı siyah çarşafın üzerine bırakıp ellerini başımın iki yanına yasladı. "Bence üzerinde gömlek varken de birlikte olabiliriz."
Saçlarımı yüzümden çekişimi, çillerimden öpüşünü algılayıp dudaklarımı yaladım. Boynuma kaydı dudakları, sonra gerdanıma. Gömlek üzerimde olmasına rağmen bir şekilde her yerime uzandığını, dokunduğunu hissettim. Sanki bir şeye yakalanmıştım, bir fırtınaya ya da heyelana; bunun karşı konulmaz oluşu tıpkı böyleydi.
Kaça kadar sürdüğünü hatırlamadım ama gözlerimi kapatmadan önce dudaklarını kulağımda hissettim. Bana beni ne kadar çok sevdiğini söyledi.
Sabah olduğunu hissettim ama uyumaya devam ettim, onun kollarına teslim olup üzerinde uzandım. Tekrar uyanışım alarm yüzünden oldu, komodin üzerindeki saat çaldı. Aydınlık tavanı görüp etrafıma baktım, Hazer yoktu ama yatağın diğer tarafı hâlâ sıcaktı. Üzerimdeki gömleği koklayıp yataktan kalktığımda Leo’nun koridorda, "Leyla'nın bebeği mi olacak?" diye bağırdığını duyup gözlerimi kocaman açtım.
N... Ne?
Şaşkına dönüp yataktan fırladım ama bu şekilde dışarıya çıkamayacağım için derhal duşa girdim. Kerem mi gelmiş, söylemişti? Yoksa Leo bir şeyleri mi karıştırıyordu? Hazer'in uyanınca girdiğini anladığım duşkabine girip hızlı hızlı yıkandım. Öyle heyecanlanmış, meraklanmıştım ki hızlı çıkacağım diye düştüm.
Kendime kızarak odaya döndüm, üzerime kazak elbise geçirip koyu kahverengi çorap giyindim. Saçlarımın dalgalarını düzeltip yatağı, etrafı düzelttim ve odadan koşarak çıktım. Leo'nun sesi odasından geliyordu, kapıyı açtım ve Leo'ya heyecanla baktım. "Az önce ne dedin?"
Kitaplarını çarparak çantasına koyarken başını çevirip baktı. "İşe yaramış. Kalkman için söylemiştim abla."
Küçük uyanığa hayretle baktım. "Gerçek sanmıştım Leo."
"Artık bence sizin çocuğunuz olsun,” dedi.
"Umarım,” dedim.
"Yapınca olmuyor mu abla ya?" Kafası karışmış şekilde bakmaya başlayınca bunu ona açıklayamayacağım için kaçarak arkamı döndüm. Ona çocuk yapmayı anlatamazdım, bunu nasıl doğru anlatacağımı henüz bilmiyordum. "Abla, söylesene," diyerek arkamdan bağırdı.
Son günlerde ona çok fazla taviz gösterdiğimi hissedip basamakları inerken kararlı bir sesle, "Bu konuyu kapatalım ve montunu alıp in Leo," dedim.
Ses çıkarmadı, demek bazen kararlılığımı belli etmeliydim. Son basamağı da inip salonda, mutfakta kocamı aradım ama ne yazık ki bulamadım. Fakat konuşma sesleri duyuyordum, sanırım müştemilattan geliyordu. Kerem gelmiş olabilirdi, konuşacak şeyleri vardı demek. Mutfağa dönüp çay koydum, kahvaltı hazırladım ama onları bir türlü mutfağa gelmedi. Onları çağırmak için alt kata indim, Hazer’in çalışma masasına ilerlerken, "Bundan emin olmalıydım," diyen sesini işittim. Neden emin olmak istediğini sormak istiyordum.
Ben kapıya doğru yürürken, "Emin olduk işte," dedi Kerem ciddi bir sesle. "O videodan bir tane daha yok." Onların böyle gizemli konuşmalarını yakaladığım her defasında geriliyordum.
"Tamam, Mila öğrenmeden bu konu sonsuza kadar kapandı."
Mila öğrenmesi gereken bir şeyi mi öğrenemedi? Kendime bu soruyu sorduğumda cevabın belirsizliği midemi bulandırdı. Kerem'in, "Herkes zaten hak ettiğine kavuştu, artık bunları düşünüp canını sıkma," dediğini işitirken kapıyı açtım. Hazer odanın içinde volta atarken durdu ve başını kaldırınca yüzünde bir panik duygusu oluştu.
Kerem, Hazer'den daha iyi bir oyuncuydu, anında hiçbir şey yokmuş gibi gülümseyip, "Günaydın," dedi.
Birkaç adım atıp, "Ne videosu?" diye sordum.
Hazer bana arkasını dönüp çalışma masasına ilerlerken, "İşle alakalı," diye geçiştirdi.
"Patron video kısmını duyduysa, Mila öğrenmesin dediğimiz kısmı da duymuştur. Hani yani biraz akıllıca mı konuşsan?" Kerem iç çekerek Hazer'e baktı.
"Si," dedim.
Hazer'in gerginliği âdeta odayı doldurdu, eğilip ellerini çalışma masasına yaslarken kafasını iki yana kütletti. Kerem koltuktan kalkarak yanına ilerledi, omzunu sıkıp, "Aşabilirsiniz, ona söyle," dedi ve yanımdan geçip odadan çıkmadan önce saçlarımı okşadı. Kapıyı kapatıp uzaklaştığında bir adım daha attım, elimi onun gömlekle sarılı sırtına dokundurdum. Duymamı hiç istemediği bir şeydi, bu çok belliydi.
"Bebeğim?"
Nefesini gürültüyle bırakıp bana bakmadan, "Bunu söylemenin yolunu bilmiyorum," dedi. Sesinde gerçekten bir çatışma vardı. "Bir yanım en başından beri bunu öğrenmeye hakkın olduğunu düşünüyor, diğer yanımsa öğrendiğinde yaşayacağın mutsuzluk için kahroluyor."
Öğrenmesem daha mutlu kalacaktım ama bunu öğrenmemek... Aklım hep burada kalacaktı. "Benimle her şeyi paylaşabilirsin.”
O bana bakmıyordu ama ben yüzünün nasıl gerildiğini, çenesinin seğirdiğini görüyordum. Kirpikleri, gözüne bir şey kaçmış gibi sürekli hareket halindeydi. Ensesini sıkıp doğruldu ve bana dönüp ellerimden tuttu. Hüznünün kaybolması için ona gülümsemeye çalıştım ama Hazer, "Otur," diyerek beni koltuğa yönlendirdi.
Deri koltuğa oturduğumda Hazer de önümde alçalıp tedirgince sıktığım ellerimi buldu, sanki ellerimi ilk kez görüyormuşçasına bir hayranlıkla baktı. "Bazen, karşındaki insanı üzmemek için ondan bir şeyler saklamak istersin," dedi.
"Sen de beni üzmemek için bir şeyler sakladın?" Gözlerime bakamıyordu, yüzümdeki herhangi bir noktaya da. Karnımda ağrı oluşmaya başlayana kadar beni bekletti, sonraysa yüzündeki kaslar seğirdi. "Hazer Han, sevgilim… Ne olduysa söyleyebilirsin."
"O gün... Gelen kutuda bazı videolar vardı. Aslında bir video ama... yan yana getirilmiş birkaç videodan oluşuyordu." Parmaklarımı stresle sıkmaya, okşamaya başladığında kalbim işgal ediliyormuş gibi hissettim. "İçinde senin küçüklüğüne ait görüntüler vardı... Anla işte Mila. Ben o videoyu yok ettim ama herhangi bir yerde, o pislik herhangi bir yerde saklıyordur diye kontrol ettirdim."
Videolarda ben vardım. Küçük ben. Taciz görüntülerim. Hepsi. Ya da birkaçı veya birçoğu. Ama ben vardım. Hazer küçüklüğümü izlemişti ama bunu masum yapmayan şey, taciz edilen küçüklüğümü izlemişti.
Güçlü bir duygu beni âdeta yakamdan tutup sarstı, kalkıp bir yerlere vurmamı istedi. Başka bir duyguysa ruhumu oradan oraya savurdu. O hırçın, hep yüzeyin altında tutmaya çalıştığım bir duyguydu. O pislik, çektiği videoları izleyip de ne yapmıştı? Benim masumiyetimden kaç kez daha faydalanmıştı?
"Mila, bebeğim... Bir şey söyle."
"Ka... Kalkmama izin ver," diyerek doğruldum.
Hazer de dizleri üzerinden doğruldu ama yüzüne bakamadan yanından geçmeyi tercih ettim, yumruklarımı yanımda gevşetip açarak odanın çıkışına ilerledim. Nereye gideceğimi bilemiyormuş gibi etrafıma bakındım, sonra merdivenleri görüp yavaşça çıkmaya başladım. Midem inanılmaz bulanıyordu, avuçlarımı ve ensemi ter basmaya başlamıştı.
"Mila, hepsini yok ettim! Üzülme diye söylemedim, kahrolacağını biliyordum..."
Üst kata çıkıp tekrar etrafıma baktım, nereye gideceğimi bilemiyormuş gibi davranıyordum. Bulanan midemi tutup koltuğa ilerlemeyi denedim ama bu his yüzünden nefes alamadığımı fark ettim. "Camı açar mısın Kerem?" diye seslendim.
Kerem mutfaktan çıkıp bana temkinli bir bakış attı. "Açarım tabii, otursana."
Kerem camı açınca içeriye soğuk hava girdi. Yaklaşıp o soğuğu içime çektim ama bu da bana yetmeyince dışarıya çıktım, çıplak ayaklarla olmayı umursamadan bahçede yürüdüm. Evet, bu serinliğin suratıma çarpması iyi gelmişti, artık gözyaşlarım tenimi yakamazdı. Öyleyse... neden hâlâ sıcak akıyordu?
Bahçe kapısını sertçe açtım, sokağa çıkıp yolun ortasında yürürken kazağımın yakasını çekiştirip durdum. Birkaç adımdan sonra eğildim, yerdeki karları yüzüme bastırıp soğuğun beni düşüncelerimden uzaklaştırmasını diledim. Böyle böyle azalacaktı, hiçbir acı sonsuza kadar sürmezdi.
Karları yüzüme bastırırken, "Mila," diyen kocamın sesini bir daha duydum ve kollarını vücudumda hissettim. O beni dizlerimin üzerinden kaldırmaya çalışırken hâlâ histerik şekilde yerdeki karları avuçlayıp ateşin sönmesi için yüzüme sürmeye çalışıyordum. Fakat beni daha kuvvetli şekilde kaldırıp kendine bastırınca avuçlarımda kalan kar taneleriyle beraber onun kollarından tuttum ve soğumuş yüzümü göğsüne gömerek hıçkırıklara boğuldum. Kendimin bir çeşit hayal kırıklığı olarak tekrar o adam yüzünden ağladım.
"Güzel Mila'm, karım Mila'm, aşkım Mila'm... Ağlama, bunların hepsi çok eskide kaldı."
Yüzüm buz gibi olmasına rağmen sıcacık şekilde akan gözyaşlarım onun gömleğini ıslatırken, "Farkında olmadan... Kaç kez daha, kaç kere tacize uğradım?" diye fısıldadım. "Kaç kez bu pisliğin bir parçası oldum, küçük yaştaki bedenimle?"
Aştığımı sandığım her şeyin bu güçle karşıma çıkmasını sindiremedim, çok gücüme gitti. Güçlü oluşum yalnızca benim hayalim miydi? Hazer'in acı bir soluk aldığını duydum ve sonra ayaklarımı yerden kestiğini fark ettim. Vücudumu kucakladı ve ben kollarımı boynuna sararken yuvamıza doğru yürümeye başladı.
"Şimdi ne kadar acı çekip gözlerimin döndüğünü anlayabiliyor musun Mila? Bu yüzden kaybettim kendimi, kendimin ummadığım bir halini aldım. Ama geçti, yine geçecek bebeğim."
Ellerimi ensesinde kenetleyip bahçemize girdiğimizde, "İçeri girmek istemiyorum," diye fısıldadım. "Beni salıncağa bırak."
Hem salıncaklardan korkuyordu hem de üşümemden. Fakat buna rağmen beni ikiletmedi, eve girmek yerine oraya ilerledi. Beni, aylardır üzerine oturmadığımız salıncağa oturtup önümde dizleri üzerine çöktü. Elleriyle etrafımdaki karı temizleyip kollarımdan tuttu. "Üşüyeceksin," dedi.
"Üşümek istiyorum zaten," dedim.
Soğuğun bana sıcaktan daha yardımcı olacağını anlayıp elimden tuttu, avuçiçimden yumuşakça öpüp, "İyi misin diye soracağım ama dalga geçer gibi olacak," dedi.
Soğuk rüzgârı içime çektikçe ateş hafifliyordu. "İy... İyiyim."
"Bunu öğrenmenden nefret ediyorum ama sanki saklamak... Saklamak da hâlâ seni saf yerine koymak gibi hissettiriyordu. Demek istediğim... Onları öğrenmedikçe, videodan haberin olmadıkça hâlâ ta... taciz ediliyormuşsun gibi olacaktı. Kahretsin, bir taraftan da hiç öğrenmemeni istedim."
Neyi kastettiğini anladım. "Telefonundaki videolarımı bu yüzden mi sildin?"
"Efendim?"
"Geçen telefonuna bakıyordum," dedim, omuzlarımıza karlar düşerken. "Beni çektiğin videoları göremedim. Öpüştüğümüz, senin için dans ettiğim birkaç video vardı.”
Gözlerimin içine bakarken donup kaldı, bir süre ne kirpikleri ne de gözbebekleri hareket etti. Sonra yüzünü, bir utanç yaşıyormuş gibi önüne eğdi. "Kendimi... kötü hissettim. Yani, videolarının durması çok yanlış geldi."
"Hazer, sen benim kocamsın. Bu ikisi çok ayrı şeyler. O bir tacizci. Bense o videoları çekmen için sana izin vermiştim." Yüzümdeki yaşları daha hızla sildim. "Sildiğin için kızacak değilim ama sakın öyle bir adam gibi hissetme."
"Mila," dedi sitemli ama bir yandan da aşk dolu bir sesle. "Böyle bir durumda bile benim kötü hissetmememi mi istiyorsun?"
Omuzlarımı silktiğimde uzanıp yüzümde titreyen ellerimi aldı, az önceki gibi bir sürü öpücük koydu. "Bir daha bunları yaşamaktan korkuyorum," dedim. "Taciz edilmekten korkuyorum."
"Hayır," dedi hemen, bu imkânsız bir şeymiş gibi. "Bu korkunu atlattın sen, yenilendin. Daha rahatsın... Hatırlıyor musun, ilk zamanlar benimle el bile sıkışamıyordun. Şimdi erkeklerle kolayca tanışabiliyorsun, Kerem’le şakalaşıyorsun, arkadaş ediniyorsun. Sen benim kıskançlığıma bakma, bunları başarmanla gurur duyuyorum. Şimdi bu gerçeği öğrendin diye geldiğin noktadan geriye gitmeyeceksin, benim dahi korumama ihtiyaç duymadan ve kimseden korkmadan yaşayacaksın."
Si, bu korkularımın geri gelmesine müsaade etmeyecektim. "Gracias," diye fısıldadım.
"Ama korkarsan da yedi yirmi dört seninle olurum," dedi, en kibar ve dokunaklı sesiyle. "İş falan umurumda değil, ömrümüzün sonuna kadar ailemize yetecek paramız var aşkım. Her yere seninle gelirim, sana yaklaşan her tehlikeyi kovarım."
"Sen... Sen çok çok iyisin Hazer, tüm iyilikler de seni bulsun."
"Bizi bulsun balerinim."
O ve ben, kendi hikâyemizin kahramanı olmakla beraber çok kırgın, hassas kişilerdik. Kırgınlığımızı gözyaşlarına dönüştürenlerdik, erken yorulup, canı kolay acıyanlardık. Bu da kolay olmayacaktı, etrafımızdaki insanlar iyi olsa da yolumuz bir yerde kötü insanlarla kesişecekti. Ama o ve ben bu hayatın sonuna dek, kendimizin en iyi hali olup her şeye rağmen o nadir ruhlarımızla kalacaktık.
"Bu ne ilk ağlayışım ne de son," dedim, birleşmiş ellerimize kar taneleri düşerken. Sevgilim eritir, sevgilim eritmezse de sevgim. Onun omzundaki karı da eritmedi mi? "Tıpkı ilk gülüşümün son gülüşüm olmadığı gibi. Hayat neşeden ibaret olmadığı gibi gözyaşından da ibaret değil. Biliyorum sevgilim ama duyduklarımdan sonra üzülüyorum, elimde değil. Fakat geçecek, değil mi? Ben şimdi kendime geçeceğini söylüyorum ama sen dersen daha çok inanırım."
Bir saniye bile bekletmeden, "Geçecek," dedi, gözlerindeki bu saf aşkı seviyordum. "Geçireceğim."
"Sana inanıyorum."
Eğildiğimde ne istediğimi anlayıp bana sarıldı, kollarını vücuduma dolayarak yüzünü soğuğun kapladığı boynuma yasladı. Orada öyle içli, teslimiyet dolu bir nefes aldı ki kendimi biraz iyi hissettim. "Salıncağa... Yanıma gelir misin?" dedim.
"Ah," dedi bunu istediğim için biraz şaşırarak ama öyle kırgın, üzgün haldeydim ki diğer seferler gibi beni reddedemedi. Yutkunup doğruldu, salıncaktaki boş yere oturup zincirden sımsıkı tuttu. Onu çocukluk travmalarından kurtarmak için yanağımı omzuna yaslayıp, "Bak, hiçbir şey olmuyor," dedim.
"Hızlı sallanınca korkuyorum."
"Benimleyken de mi korkarsın?"
Başını az eğdiğinde göz göze geldik ve bana teslim olduğu anı gözlerinin en içinde gördüm. Hafifçe yutkunup alnımdan öptü ve salıncağı ağır ağır sallamaya başladı. Salıncak ileriye sallanıp geriye dönerken Hazer'in gömleğinin yakasından tutup, "Sayende daha iyiyim," dedim. "Ama sen... Titriyorsun."
Saçlarımın üzerinden öptü. "Adem'i düşünüyorum. Yaşasaydı her şeyin nasıl farklı olabileceğini. Leo'nun ona benzerliği, bu tesadüf... ilk başlarda canımı yakıyordu Mila ama artık iyi hissettiriyor. Kızma ama Leo'ya biraz da bu yüzden düşkünüm, onu sürekli mutlu etmek istiyorum. Mantıklı olmasa da Adem de mutlu oluyormuş gibi hissediyorum."
"Aşkım... Adem yaşasaydı senden biraz küçük bir yetişkin olurdu, sanırım ben de yengesi olacaktım, değil mi?"
"İşte onu bilemem," dedi.
"O ne demek?"
"Şöyle ki kelebek etkisi denen bir şey var. Adem ölmeseydi ben evden kovulmayacaktım, liseyi ve üniversiteyi şehir dışında okumayacaktım. Muhtemelen babama bu şekilde öfke de beslemeyecektim, bunun sonucunda muhtemelen işletme değil de konservatuvar falan okurdum. Eee, şirkette çalışmadığım için o gün seni izlemeye de gelemezdim. Bir kelebek kanat çırpar ve tüm dünyayı değiştirebilir."
Söyledikleri yanlış değildi aslında. "Tamam, sen konservatuvardan mezun olurdun, heykeller yapardın ve ben de kocamla senin açtığın sergiye gelirdim. Seni görünce âşık olurdum, kocamı bırakır sana gelirdim. Yani her türlü birlikte olurduk aşkım."
Gergin vücudu içten gelen, boğuk bir gülüşle gevşedi. Gülerken yanağımı yasladığım omzu sallandı. "Ah Mila, sen ve şakaların."
"Bu kez güldün, bak."
Gözlerime bakarak soğuk eliyle yanağımın içini kavradı, başını az eğince ikimizin de buz gibi dudakları bizim bir şey yapmamıza gerek olmadan birleşti. Dudaklarının üstü soğuktu ama beni öpse sıcaklığını hissedebilirdim. Bu yumuşak, dinlendirici, masum bir temastı.
"Abla, orada ne yapıyorsunuz? Hava çok soğuk."
Hazer benden ayrıldığında dudaklarıma dokunup başımı ileriye çevirdim, Leo açık camdan bize doğru bakıyordu. Ona yaşadığım buhranı belli etmemek için gülümsedim. "Geliyoruz Leo."
"Hazır mısın?" dedi Hazer. "Giderken seni de okula bırakayım mı?"
"Kerem bana beslenme çantası hazırlıyor, sonra hazır olacağım."
"Git bir tane vur Kerem'in kıçına."
"Tamam enişte." Leo içeri girerek gözden kayboldu.
"İlahi Han," dedim ve o elimden tuttuğunda salıncaktan kalkıp onunla evimize yürüdüm. "Okula gitmek yerine bugün dinlenmeye ne dersin?" dedi, ellerini ısınması için vücudumda dolaştırarak.
"Oğuz'un yanına gitsem, onun bebek kokusu bana iyi gelecek."
Hazer anlayışla başını sallarken, "Ne vuruyorsun lan kıçıma?" diye bağıran Kerem'i duydum.
Başımızı mutfağa çevirdik, o esnada Leo mutfaktan koşarak çıktı ve bacaklarımın arkasına saklanırken kıkır kıkır güldü. "Nereye dönersen dön kıçın hep arkanda kalır Kerem Abi."
"Sen." Başımı arkaya çevirip bacaklarımın arkasında duran Leo'ya baktım. "Bunu nereden öğrendin?"
"Sınıftaki bir çocuk demişti."
Kerem onun beslenme çantasıyla yanımıza gelip, "İki tane yumurta koydum, ikisini de ye, tamam mı?" dedi.
"Kayısı kıvamında değil mi Kerem?" dedi Hazer, uzanıp onun yüzünü tutarken. "Leo öyle seviyor."
Kerem, Hazer'in sesindeki tehditkâr tınıyı sezip başını salladı. "Tabii, kayısı kıvamında haşladım yumurtaları."
"Aferin," dedi Hazer ve uzanıp Kerem'in alnından öpüp onu serbest bıraktı.
Sonra uzaklaşıp merdivenleri çıkmaya başladı. Kerem şaşkınca alnını tutup fısıldayarak sordu. "Az önce beni mi öptü?"
"İçinden geldi demek ki," dedim.
Kerem, “Hayret bir şey…” diye mırıldanıp bana yaklaştı ve gözlerimin içine bakınca ağladığımı anladı. Elleri nazikçe omuzlarımı kavradı ve dudaklarında kendinden emin olmayan bir gülümseme göründü. "Çok mu üzgünsün? Merak etme, o videoların bir kopyası daha yok, aslı da yandı. Hazer’le, senin üzülmemen için her tehlikeyi ortadan kaldırırız."
Bu kez de ona sarılmak istedim ve kollarımı etrafına dolayıp, "Teşekkür ederim," dedim. "Teşekkür ederim abi."
"Abi mi? Bil diye söylüyorum, senden sadece üç yaş büyüğüm."
Kerem'e sarılmayı seviyordum, hatta zaman zaman Behram'a sarılmayı da istiyordum. Bence yengesi olarak sarılabilirdim, buna bir şey demezdi. Onlara sarılınca benden büyük bir abime sarılmış gibi oluyordum ve hiç abim olmadığı için bu hissi seviyordum.
Kerem’den ayrıldım ve Hazer'in inmesini beklerken Leo'ya sarıldım. "Leo," dedim onun kulağına doğru yaklaşıp. "Sen... bir yeğen ister miydin?"
Leo başını kaldırıp gözlerimin içine baktı ve duyduğu hoşuna gitmemiş göründü. Belki de zamanlaması yanlıştı, beni de kaybetmekten korkuyordu. "Hayır," diyerek yüzünü önüne çevirdi. Eee, kalktığımızda aksini söylemişti.
Biraz sonra Han, elinde benim paltomu da tutarak indi. Leo montunu giyerken sevgilim de ellerimden tutup, "Daha iyi misin?" diye sordu.
"Evet, atlatacağım. Sıcak bir çikolataya ve Oğuz'a ihtiyacım var."
Leo'yu kontrol etti ve onun Kerem’le çıkışa ilerlediğini görünce boynumu kavrayarak yüzümü kendisine yaklaştırdı, öpüp bıraktı. "Ve gün sonunda da bana ihtiyacın olacak. Ben de seni kollarıma alıp yatağımıza götüreceğim."
"Hemen yapsan ya."
"Yapabilirim?"
"Hayır, gidelim."
Onunla dışarıya, bizi bekleyen Kerem’le Leo'nun yanına çıktık. Kerem şoförlük yaparken biz arkada oturduk. Şirkete geçmeden önce beni bıraktılar, bacaklarıma geçirdiğim çizmelerin içinde Gazel’le Behram'ın evine yürüdüm ve kapıyı çaldığımda kucağında bebeğimizle açtı kapıyı Gazel.
"Teyzen gelmiş," dedi Asaf'a dönüp.
Sarıldık ve Oğuz'u kucaklamak istediğimde bana verdi. Onunla salona geçtim ve Gazel bize sıcak içecekler hazırlarken koltuğa oturup Oğuz'u boynuma bastırdım. "Ne zaman huzursuz olsam seni koklamak istiyorum, bana çok iyi geliyorsun."
Boynumda sesler çıkarınca güldüm. "Keşke sana benzeyen bir bebeğim olsa, o da salyalarını akıtsa."
Kapının çaldığını duyduğumda Behram'ın geldiğini düşünerek koltuktan kalktım. Gazel mutfaktaydı. Oğuz’la koridoru yürüyüp kapıyı açtığımda eğilmiş ayakkabılarını çıkaran Muazzez'i gördüm, haliyle bocaladım. O da doğrularken beni fark edip bariz şekilde gerildi.
"Aa, Mila."
"Merhaba," dedim nazikçe. Onu görmemin üzerinden epey zaman geçmişti, hakkındaki düşüncelerimse sabitti.
"Nasılsın?" diyerek içeriye girdi.
"Oğuz kucağımda, nasıl kötü olabilirim ki?"
Kapıyı kapattı ve arkamdan içeri yürürken, "Evet, açıkçası bu eve artık Asaf için geliyorum," dedi.
"Gazel'e söyleme ama ben de."
Oturma odasına girdik ve karşılıklı koltuklara oturduğumuzda Oğuz'u omzuma sabitleyip elimle de belinden tuttum. Muazzez kırmızı kabanını çıkarınca altına boğazlı bir kazak giydiği tulumuyla kaldı. Tedirgin şekilde ellerini ovarken, "Hayat nasıl gidiyor?" diye sordum, bir yerden konuşmaya başlamamız gerektiği için.
Başını kaldırıp mahcup gözlerle bana baktı. "Daha iyi. Senin?"
"Mutlu," dedim.
Hazer’le mutlu olmamdan rahatsızlık duyuyormuş gibi bir işaret vermedi, aksine gülümsedi. "Bebek eline çok yakışıyor."
Şaşırıp Oğuz'un masumiyetle kaplı yüzüne baktım. "Şaka yapıyorsun?"
"Yoo, çok ciddiyim. Hep bebek tutuyormuşsun gibi tutuyorsun Oğuz'u, zaten anaç birisin de sen."
"Yaa," dedim az alçalıp Oğuz'un kafasını öptüm. "Aslında ben istiyorum, anne olma duygusunu merak ediyorum. Yalnızca Hazer erken olduğunu düşünüyor. Hem yaşım küçükmüş hem okul varmış falan... O yüzden beklememizi istiyor ama sanırım ben beklemeye..." Bir anda, çok geç kalmış olsam da sustum. Bile isteye onun kalbini kırıyormuş gibi hissedip başımı mahcubiyetle kaldırdım ama Muazzez'in beni aynı gülümseyen ifadeyle izlediğini görünce şaşırdım. "Öyle işte," diyerek geçiştirdim.
Aynı gülümsemeyi sürdürünce hayret edip tepkimi sakladım. Onunla yer değiştirseydik, Han'a karşılıksız bir şekilde âşık olsaydım bunları duyunca mahvolurdum. Duygularını ya iyi saklıyordu ya da bu aşkı aşmıştı.
"Bence bekleme," dedi kalkıp yanıma gelirken. Uzanıp Asaf'ı aldı, yanaklarından öptü. "Sonuçta bir çocuk değilsin, yetişkinsin. Tabii bana düşmez ama anne olmak için hazır hissediyorsan ikna et kocanı."
Bunları ondan duymak hem şaşırtıcı hem de rahatlatıcıydı. Yine de onun yanında bunu daha fazla konuşmanın doğru olmayacağını düşünüp, "Kısmet," dedim.
Gazel elinde tepsiyle içeri girdiğinde uzanıp sıcak çikolatamı aldım, Muazzez için de içecek getirmişti. Muazzez kendi içeceğini alırken, "Kışın sürekli grip oluyorum. Gazel, Oğuz'a bulaştırmamdan korktuğu için buraya geldiğimde bana hep ıhlamur yapıyor," dedi gözlerini devirerek. Ayrıca ekledi. "Grip olmasam bile."
"Tedbirini al, takdiri Allah'a bırak, der kocam."
Muazzez’le göz göze geldik ve Gazel'in savunmasına tebessüm ettik. Gazel, Oğuz’la beraber koltuğa oturup onun poposunu kokladı. "Henüz altına yapmamış."
Bacaklarımı kalçamın altına alıp koltukta arkama yaslanırken, "Abim nerede?" diye sordu Muazzez.
"Camiye hırsız girmiş," dedi Gazel, buna şaşırmış gibi. Oğuz'u göğsüne bastırdı. "Ve ne çalmış biliyor musunuz?"
"Camiden ne çalabilir?"
"Tespih," dedi Gazel inanamayarak.
Muazzez, "Daha önce de birkaç sarhoş girmişti," dedi. "Onlar almış olabilir."
Gazel kafasını salladı ve Oğuz'un küçük burnundan öperek, "Evimiz camiyle aynı bahçede, bizim eve girerlerse diye de korktum," dedi. "Oğuz'u alırlarsa diye... Hemen bu düşünceler üşüştü kafama."
Yerimden kalktım ve bir yudum aldığım içeceğimi sehpaya bırakıp Gazel'in yanına oturdum. "Hâlâ lohusa döneminde olduğun için hassassın," dedim. "Korkularını yatıştır, tamam mı? Muhtemelen hırsızlık değildi zaten amaçları, ne yaptığını bilmeden girmişlerdir."
Kafasını bana çevirdi ve yüzüme bakarken bir anda duraksadı, az daha yaklaşıp gözlerimin içine dikkat kesildi. "Ağladın mı sen?"
Bir an reddetmek geçti içimden ama reddetmedim. Anlatmak, rahatlatmak istedim. Koltukta dertop olurken sabah duyduklarımı hatırladım, gözlerim yine yaşlarla parlayınca sakince nefes aldım.
"Safir, n'oluyor?" dedi Gazel, sesini kaplayan korkuyla.
Gözyaşlarımı sakince kurularken Muazzez'in de endişeyle baktığını gördüm. O benim taciz edildiğimi biliyordu ama detaylarını öğrenemediğine emindim. Nereden başlayacağımı bilemeyerek bocaladım, ardından ağzıma geleni söylemeye başladım. Gözyaşlarımı tutamadım, belki de tutmamalıydım. Anlattıklarımla üzüldüklerini gördüm, hatta neredeyse ağlayacak olduklarını da. Niyetim bu değildi, sadece acımı paylaşmak istemiştim. Dakikalar sonra gözyaşlarımı silmeye devam ederken Muazzez'in bir peçeteyle yanıma geldiğini gördüm ve ona teşekkür edip yanaklarımı sildim.
"Böyle bir adamın kızı olmaktan büyük utanç duyuyorum," dedi Gazel. Benim için asla o adamın kızı değildi, bunları anlatırken babası olduğunu bile unutmuştum.
"Kimse seni o adamın kızı olarak görmüyor," dedi Muazzez, Oğuz'u kucağına alırken.
"Si," dedim.
"Keşke o gün bıçağı daha sert saplasaydım," dedi kin dolu bir sesle, yumruklarını iki yanında sıkarak. Kollarımı ona doladım, neredeyse benim için katil olacağını hatırlayınca ürpermiştim.
"Yaşadıklarınıza rağmen çok güçlüsünüz, size imreniyorum açıkçası." Muazzez her ikimizin de elinden tutunca bana sergilediği yakınlığa gözyaşlarımın arkasından gülümsedim. Onunla dost olamazdım ama iyi geçinen iki arkadaş olabilirdik belki. Uzanıp önce Gazel'e, sonra bana sarıldı. "Geçmişe kök salıp yaşayamazsınız. Bunları olabildiğince az düşünüp mutlu olmaya bakın. Sağlıklı, stressiz bir yaşam için benden size bir doktor tavsiyesi."
Gazel gülerek, "Sen hemşiresin," dedi.
"Karıştırma şimdi onu."
Bunlar iyi hayat tavsiyeleriydi, kim acısını unutmayı istemezdi sanki? Fakat düşünmeyi engelleyemiyordu insan, elinde olmuyordu. Düşünceler bir sinek gibi kafasında vızıldıyordu insanın. Beynine düşünme demek, kalbine atma demek gibi bir şeydi.
Kerem, Leo'yu okuldan alacağını söylediği için Gazel'in evinde biraz daha kaldım. Biraz sonra kapı açıldığında Behram'ın geldiğini anladım. "Karıcığım," diye seslenerek içeriye girdi ama salon kapısını açıp da bizi görünce duraksadı. Kızardı ve bakışlarını kaçırdı. "Hoş geldiniz kızlar."
"Gidebiliriz karını bu kadar özlediysen," dedim.
Gazel dirseğini karnıma geçirdi ve Muazzez bana katılarak gülerken Behram kızarıp genzini temizledi. "Kocanın bahsettiği kadar şakacısın canım," dedi bana.
Demek kocam şakacılığımdan herkese bahsediyordu. Bunun bedelini ödetmek için ona kötü bir şaka yapmalıydım.
Gazel yanımdan kalkıp Oğuz'u bana verince onu seve seve tuttum. Gazel, Behram'ın yanına yürüyünce Behram onun belinden tutup yanımızdan uzaklaştırdı. Muazzez kıkırdayarak bu tarafa döndü. "Abimin gözü Gazel'den başkasını görmüyor, ne zaman eve dönse koşa koşa karısını arıyor etrafta."
"Âşık," dedim sadece.
Biraz sonra annesi arayınca Muazzez gitmesi gerektiğini söyledi, abisi ve yengesiyle vedalaşıp çıktı. Gazel’le Behram kısa süreliğine odaya kapandığı için fırsattan istifade Oğuz'u öpücüklere boğdum. Artık ele geliyordu, oysaki ilk günlerde onu kucaklamaya bile korkuyorduk. Bir müddet sonra kapı tekrardan çaldığında koridora çıktım ve Gazel’le Behram'ın gülüşme sesini duyarken kapıyı açtım. Karşımda, elinde bir tane pembe gülle Han'ı görünce çok şaşırdım. İşten erken çıkmıştı demek. Onu görmenin şaşkınlığı geçince gülümseyerek kapıyı ardına kadar açtım.
"Aşkım! Aramadın gelmeden önce."
"Karıma sürpriz yapmak istedim," diyerek eşikten içeriye bir adım attı ve elindeki gülü bana uzattı ama bebek olduğu için alamadım, o da gülü indirip yanağıma uzandı. Soğuk dudakları sıcak tenimde kaydı. "Ama bir kez daha karşımda dünyanın en güzel kadınını görünce sarsıldım."
Bunları öyle bir ciddiyetle söylüyordu ki kahkaha atamadım. Hafifçe gülümseyip, "Böyle şeyler söylersen bebeği kucağımdan düşürebilirim," dedim.
Kendisini geriye çekip yüzüme, ardından kollarımdaki yeğenime baktı ve eğilip dudaklarını seyrek saçlarına yasladı. "N’aber la yeğenim? Ne olacak tabii, ya altına işliyorsun ya da gazını çıkarıyorsundur..."
"Tertemiz o," dedim.
Hazer yeğenimi savunmaya geçmeme gülüp ona biraz daha sataştı. "Çok da çirkin bir bebeksin sen..."
"Kızmaya başlıyorum Hazer, alınacak çocuk."
"Alınacak olsa babasına alınır amcasını hiç aramadığı için..."
"Evet, ben de Behram'a olan hasretinden ne zaman bahsedeceksin diye düşünüyordum."
Yüzünü boyun açığıma sokup gülmeyle karışık bir şekilde öptü, çenesini omzuma sürttü ve koridora göz atıp, "Nerede onlar?" diye sordu.
Mızmızlanmaya başlayan Oğuz'u pışpışlayarak, "Odalarındalar," dedim.
"Hep bu fırsatı bekliyordum," dedi Hazer Han ve etrafı kontrol edip tekrar, dikkatle gözlerime baktı. "Hadi, Asaf'ı alıp kaçıralım. Bir gün bizimle kalsın, yarın getiririz. Hadi bak, bir daha bundan başka fırsat geçmez elimize."
İlk saniyelerde şaka yaptığını varsayarak kıkırdadım ama gülmeme rağmen onun ciddiyeti sarsılmayınca ciddi olduğunu fark ettim. Ağzım yarım karış açık kaldı. "Hazer, içeriye girip sev istiyorsan, çocuğu kaçıracak değiliz."
Omuzlarını silkti. "Bana ne ya!"
"Ay, çocuk gibi tutturma..."
Homurdanıp çenemi tuttu, kararlı gözlerle bana baktı. "Bir gece bakamaz mıyız ona sanki?"
Pekâlâ, onu nasıl yola getireceğimi biliyordum. "Tamam, alalım. Bir gece biz de kalsın. Ama... şöyle bir şey var aşkım, bebek bizimle olursa bu gece ikimiz için planladığımız hiçbir şeyi gerçeğe dönüştüremeyiz."
Ona göz kırptığımda neden bahsettiğimi anladı ve bunun farkındalığıyla derin bir kararsızlığa düştü. Elindeki gülü yavaşça sallayarak düşünceli şekilde yere bakmaya başlayınca gülmemek için dudaklarımın içini ısırıp durdum.
"Ee, o zaman kendi bebeğimiz olursa da mı sevişemeyeceğiz?" diye sordu, olayı çok yanlış anlayarak.
Elimde olmadan güldüm ama Hazer henüz bir seçim yapamadan Behram’la Gazel odalarından çıktı. Behram'ın saçlarını düzelttiğini gören Hazer sırıtarak bana göz kırptı. Gözlerimi devirdim. "Kocana karşı daha nazik ol," diye azarladı beni.
"Hoş geldin Hazer, içeriye girsene," diyerek onu davet etti Gazel, yanıma gelip bebeğine uzanırken. "Anneciğim, görmemen gereken şeyler görmedin, değil mi?"
Behram, Gazel'in imasıyla kızarırken Hazer söylene söylene az önce kapattığı kapıyı açtı. "İçeriye girmeyeceğiz, karımı almaya geldim."
"Yemeğe kalsaydınız," dedi Behram, Gazel’le benim aramdan uzanarak Hazer'in omuzlarını kavradı, şakacı bir şekilde saçlarını karıştırdı. "Bak bak, karısına gül de almış..."
Gazel bir an duraksadı. "Sen... Sen bana hiç gül almadın."
Behram gözlerini kırpıştırıp Gazel'e döndü, gülümsedi. "Alırım canım, gül dediğin ne? Hem gülleri koparmak günah Gazel, ne gereği var romantik olacağız diye... Yazık değil mi?"
Hazer'in yan yan sırıttığını gördüm ve uzanıp portmantodan eşyalarımı aldım. Dikkat çekmemeye çalışarak Gazel'in arkasından yürüyüp dışarıya çıktım. Ayakkabılarımı hızlıca giyerken, "Bana gül almadın, bunlar da bahaneleri," dedi Gazel sitemle. Tanrım, hormonları iş başındaydı.
"Çabuk," diye fısıldadı Hazer, elimden tutarak. "Kavga başlamadan gidelim."
"Si si," dedim hemencecik.
"Yardım edin," dedi Behram, dönüp Gazel'in gazabından onu kurtarmamız için bize bakarak.
"Hanımını dinle," dedi Hazer ve benimle bahçe kapısından çıkarken Behram'ın haline güldü. Araba koltuğuna yerleşirken onlar da evlerinin kapısını kapatıp gözden kayboldu.
Hızlı hareket ettiğim için bulanan midemi tuttum ve Hazer'e döndüm. "Ama bence Behram bir yerde haklı, çiçekler dalında güzel."
"Aşkım ama ben bir yerden kopup getirmedim ki," diyerek hemen kendini savunmaya geçti Han, konuştuğumuz için arabayı hâlâ çalıştırmamıştı. "Çiçekçiden aldım, zaten dalından çoktan kopmuş bir çiçekti." Bana sevgi dolu bir bakış attı. "Sana aldığım o saksıdaki çiçek de her geçen gün büyüyor, kontrol ettim de bu sabah. Aldığım çiçekler de hâlâ vazoda."
"Bence artık çiçek alma. Biraz ideal olmayan bir koca olur musun? Böyle olunca sana kızacak sebep bulamıyorum."
"Allah başka dert vermesin, ne diyeyim Mila."
Şefkatli şekilde gülümseyip ellerimin tersini kemikli yüz hatlarında özenle, ihtiyaç ve aşkla dolaştırdım. Gözlerine ne zaman baksam soğuk bakışlarının depderin bir aşkla ısındığını görüyordum. Hiç zorlamadan, üstüme gelmeden ama yanımdan da ayrılmadan, en nazik şekilde sevgime sahip olmuştu. Sevgisi o kadar iyileştirici ve anlayış doluydu ki kendimi onun en değerlisiymiş gibi hissediyordum.
"Mila? Gözlerin doldu?"
"İlk tanıştığımız zamanları, bana gösterdiğin anlayışı, sabrı hatırladım da duygulandım."
"Bu aralar her şeye duygulanıyorsun sevgili karım, hayırdır inşallah."
Gerçekten gözyaşlarına boğulduğuma ben de inanamadım ama yoğun bir gün olmuştu, belki de öğrendiklerimin acısıyla ağlıyor ama bunu bu bahaneyle perdeliyordum. Biraz sonra eli sırtımda dolaştı, alışkanlık haliyle kanatlarımı arıyordu.
"Ellerin sırtımda dolaştıktan bir süre sonra hep kalbimin tam arkasında duruyor," diye fısıldadım ellerinin sırtımda durduğu yeri hissederek.
Elini yatıştırıcı bir şekilde o noktaya bastırdı. "Karımın kalbini ellerimde tutuyorum, hiç zarar gelmesin diye."
O kalbimi hiç zarar gelmesin diye elleriyle tutarken ben de göğsünde yatıp gözyaşlarım dinene kadar bekledim. O da muhtemelen neden bu kadar duygusal olduğumu anladı, bugünün ne kadar acı verdiğini de. Bu yüzden vücudumu yatıştırıp bana güzel şeyler fısıldadı: aşkım, meleğim, bebeğim, karım.
"Balerinimi unuttun," dedim.
"Affedersin çilli."
Çillerime ima yapmasına güldüm ve bir elini boynundan çekip karnıma doladım. Regl olduğumda bir iki haftadır ümit ettiğim şeyin hayal kırıklığına dönüştüğünü fark etmiştim. Hazer'e belli etmemiştim, ona söylememiştim ama üzülmüştüm. Bebeğimiz olsun istiyordum, aylardır ne ilaç kullanıyordum ne de başka bir korunma yöntemi ama buna rağmen hamile değildim.
Bebeğimiz olsun istiyordum, gözlerini Hazer'den alan bir bebeğimiz.
⚖️
On Gün Sonra
"Kuzey sınıfının kapısında seni gözetliyor, neden yanına gitmiyorsun?" diye sordum, Peri'nin sırasının yanında dikilirken. Elindeki kalemi bırakıp başını eğdi ve kapı aralığına baktı, ben de aynısını yaptım. Kuzey kollarını göğsünde bağlamış, doğrudan Peri'ye bakıyordu.
"Aklımı karıştırıyor, ona yakın mesafede olmak istemiyorum," dedi gergin bir şekilde.
"Ona onu istemediğini söylersin, o da buna saygı göstermek zorunda."
"Sorun orada," dedi Peri kısık bir sesle. "Ona yaklaşınca ve gözlerine bakınca kolay bir şekilde bunu söyleyemiyorum."
"Hımm." İçimi çektim. "O zaman onunla sevgili ol."
"Ama o da beraber olmayı istediğim erkeğin özelliklerini taşımıyor."
"Mesela?"
"Kaba," dedi.
Kuzey kaba bir çocuktu, bunu reddetmeye gerek yoktu. Dönüp baktığımda hâlâ Peri'yi izlediğini fark ettim. Peri'ye bakış şekilde kaba değildi ama ona davranış şekli kesinlikle doğru değildi. Uzanıp Peri'nin elinden tuttum. "Bence konuşup orta yol bulmayı deneyin. Sana bakış şekli... Seni dinlermiş, söylediklerini önemsermiş gibi."
Peri kararsız bir şekilde o tarafa baktı ve aynı anda arka sırasında oturan genç adam elini onun omzuna koyarak, "Seninki yine gelmiş," dedi.
"Elini çek, bir kavga çıkmasını istemiyorum," dedi Peri ve başını kapıya çevirdi. Onunla bakınca Kuzey'in buraya doğru yürüdüğünü gördüm. Peri bu tavrına alışkınmış gibi yılgınca içini çekmişti.
Kuzey yaklaştı ve Peri'nin yanındaki boşluğa oturup elini omzuna koydu. Böylelikle arkasındaki çocuğun eli geriye çekilmiş oldu ve aralarında bir bakışma yaşandıktan sonra Kuzey, Peri'ye döndü. "İki saattir seni bekliyorum, neden gelmiyorsun?"
"Bak, sen geldin işte," dedi Peri dişlerinin arasından. "Arkadaşlarımı benden uzaklaştırmaktan vazgeç."
"Sevgilim ol, böylece ikimizin arkadaşı olurlar. Ben de bu huyumdan vazgeçebilirim."
Kafamı bir Peri'ye bir de Kuzey'e çeviriyor, ilgiyle onlara kulak kabartıyordum. Dersim zaten bitmişti, eve dönmeliydim ama sonlarının ne olacağı ilgimi çekiyordu.
"Çok kabasın! Ne zaman kolumdan tutup beni çekiştireceğin belli olmuyor. Ben böyle bir ilişki istemiyorum."
"Tamam." Kuzey bir şeyler deniyor gibiydi, ona dönüp gözlerine daha yakından baktı. "Annem yok, biliyorsun. Babamla yaşıyorum ben. Bana güzel davranmayı öğret, kadınlara karşı nazik olmayı. Başarılı bir öğrenci olursam da benimle sevgili ol."
"Seni iyi birine dönüştürmek zorunda değilim," dedi Peri, yine de bir şeylerini kaybetmenin eşiğindeymiş gibi gözlerini ondan kaçırdı.
Kuzey başımı kaşıdı, kafası karışmış gibi görünüyordu. "Tamam, zorunda değilsin. Ama bunu... hoşlandığın çocukla birlikte olmak için yapmaz mısın?"
Kısık sesle konuştukları için etraftan pek duyulmuyordu ama ben kafamı eğmiş, âdeta onları daha yakından dinlemeye çalışıyordum.
"Senden hoşlandığımı nereden çıkardın?" dedi Peri telaşla.
Kuzey sesini biraz daha kıstı. "Seni ne zaman öpsem karşılık veriyorsun."
Peri endişeyle başını kaldırıp onunla göz göze geldi, yanakları kızardı. Genzimi temizleyip doğruldum, bundan sonrasını dinlemek doğru olmazdı sanırım. Fakat, "Peki," dediğini duydum Peri'nin ve Kuzey'e baktığımda gözlerini yumup rahat bir nefes verdiğini gördüm. "Kibarlık dersi bir, yanıma otururken izin iste."
"Peki," dedi Kuzey ve oflayıp elini onun omzundan çekti, doğrulup sıradan çıktı. Arkasını dönüp birkaç adım uzaklaştı, sonra bu tarafa tekrar yürüyüp, "Oturabilir miyim?" diye sordu gözlerini devirerek.
Peri gülümsedi. "Hayır."
"Bana kibarlık öğretmekten bahsedip soruma hayır demek mi? Ee şimdi bunun neresi kibarlık Peri?"
Kuzey'in hayal kırıklığı ve gerginlikle ona baktığını görünce sessizce gülüp Peri'ye göz kırptım ve yanağından öpüp sınıfından çıktım. Koridorda gülümseyerek ilerlerken kabanımın önünü kapattım, ellerimi karnıma sararak aşağı kata indim. Hazer'in bana aldığı kazağı ve kendi aldığım eteğimi, altına bir külotlu çorapla giymiştim. Hava çok soğuk olduğu için de beyaz paltomu yanıma almıştım. Yalnızca önünü kapatmanın yetmeyeceğini düşünüp paltomu düğmelerini de kapattım. Üşütmeyi hiç istemiyordum.
Ellerimi karnıma bastırıp Gazel'in bu sabah telefon konuşmamızda dediklerini düşündüm. Hamilelik sırasında da bazen kan akıntısı olabilir, regl olduğunu düşünüp ümidi kesme. Bence test yap.
Sonuçta o yakın zamanda hamile kalmış, çocuk doğurmuştu. Böyle bir tavsiyesi varsa dinlemeliydim değil mi? Sonuçta test olmanın ne zararı olurdu? Hamile olup olmadığımı öğrenecektim. Sonuçta aylardır evliydik ve Hazer korunduğumu sansa da ben o ilaçları almıyordum.
Dışarıya çıkıp kar yağışında etrafımda dönerek yürüdüm ve bir taksi çevirip bindim. Ondan habersiz yapıyordum bunu, oysa onun da yanımda olmasını dilerdim. Fakat o hamile olduğuma ihtimal bile vermiyordu.
Evimizin yakınlarındaki özel hastaneye geldiğimde keşke Leyla'nın çalıştığı hastaneye gitseydim diye düşünmedim değil. Fakat nedense, kalpten bir hisle hamileysem herkesten önce Hazer’le paylaşmak istiyordum.
Taksiden inip heyecanlı adımlarla hastaneye girdim, elimi karnıma bastırırken şapşal şapşal gülümsediğimi fark ettim. En yakındaki resepsiyona yürüyüp kan testi yaptırmak istediğimi söylediğimde beni yönlendirdiler, üst kata çıkıp bir odanın kapısında beklemem gerekti. İçerideki beyefendi çıkınca ben girdim, kan alırlarken gözlerimi kapatıp lütfen lütfen diye tekrarladım içimden.
"Sonuçlar ne zaman çıkar?"
"Yarım saate kadar."
"Yaa nasıl bekleyeceğim."
Odadan çıktım, hanımefendi kan testi sonuçlarımı nereden alacağımı söylediği için oraya ilerledim. Koridor sonuna ilerlemem yetmişti. Çantamı koltuğa bıraktım, koridorda volta atarken saniyeleri saydım. Yalnızca birkaç kere midem bulandığı için hamile olduğumu düşünmem manasızdı ama ümit ediyordum.
Gözlerimi çevirip bileğimdeki saate baktığımda henüz on beş dakikanın geçtiğini görüp derin nefesler almaya çalıştım. Hayatımda ilk kez böyle bir beklentinin içindeydim, geçen seneye kadar aklımın ucundan geçmeyen bir durumun içindeydim. Yirmi iki yaşındaydım, genç bir yaştı ama mutlu bir hayatım vardı; çocuk için erken değildi. Zaten biz de olması için efor sarf etmiyorduk, olmaması durumunda hayal kırıklığı yaşamamıştım ama... Olsa güzel olmaz mıydı?
Yarım saatin dolmasına iki dakika kalınca duramadım, ellerimi kalbimin üstüne bastırıp arkamı döndüm ve çantamı alıp odanın kapısını tıklattım. İçeriden gelen sesle kapıyı açıp kafamı ileriye uzattım. Ayaktaki hanımefendi elindeki şırıngayı çöpe atıp bana döndü. "Buyurun?"
"Kan... testi yaptırdım, sonuçlarımın yarım saate çıkacağı söylenmişti."
"İçeriye girin."
Kadının yerleştiği masasına doğru ilerledim. Koltuğa otururken, "Sonuçları alıp gelmem gerekiyor mu?" diye sordum.
"Bilgisayarıma yansıyor," dedi tebessüm ederek.
Başımı hızlı hızlı salladım ve kadın bilgisayar ekranından kan değerlerime bakarken ben de seri şekilde nefes almaya başladım. Ellerimi yüzüme kapatıp sakinleşmeye çalıştım, içimde bir canlının var olup olmadığını düşünürken, "Değerleriniz gayet normal görünüyor," dedi kadın.
Göz göze geldik. Baktım ki ellerim tekrardan kalbimi tutuyor, canlı bir his vücudumda dolaşıyor. "Peki... Acaba hamile miyim?"
"Aaa, testi bunun için mi yaptırmıştınız? Bakayım." Kadın ekrana bir daha dönünce nefesimi tuttum. "Hayır, hamilelik görünmüyor."
"Yaaa..."
Dudaklarımdan cılız şekilde bu kelime döküldü ve ellerim kalbimin üzerinden düştü. Hamilelik görünmüyor cümlesini kafamda birkaç kereden fazla döndürüp durdum, dudaklarımdan aynını tekrarladım. Hâkim olamadığım, tatsız bir duygu dudaklarımı bükmeme sebep oldu.
"Hamilelik belirtileri mi gösteriyordunuz? Bir hayal kırıklığı oldu sanırım sizin için."
Dudaklarımı az daha büküp gözlerimi yukarıya kaldırdım. "Bir daha bakar mısınız? Belki yanlış bakmışsınızdır."
Tereddütle başını sallayıp ekrandaki sonuçlara bir daha baktı ve başını iki yana salladı. Omuzlarım düştü, başımı sallayıp ellerimle çantamı sıkı şekilde kavradım. Zaten doğru dürüst hamilelik belirtileri bile taşımıyordum, neden buraya gelmiştim ki? Tekrar doktora bakıp, "Teşekkür ederim," dedim.
"Ne demek."
Koltuktan kalkıp çantamla odanın çıkışına ilerledim, bu odaya girerken yaşadığım heyecan yerini belirsizliğe yakın, insani bir duyguya bırakmıştı. Merdivenlere ilerlerken gözümün önüne düşen saçımı kulağımın arkasına koydum ve sabahtan beri sıcak tuttuğum, okşadığım karnıma bakıp burukça gülümsedim.
"Demek ki daha zamanı var, doğru zamanı..."
Birkaç basamak indim ve boğazımdaki yumruyu iterken arkamdan birinin, "Hanımefendi," diye seslendiğini duydum. İlk an bana seslendiğini düşünmedim ama ikinci kez seslenilmesiyle arkamı döndüm. Kan verdiğim odadaki kadın hızlıca yanıma yürümüş, elinde bir kâğıtla bana bakıyordu.
"Doktor Hanım sanırım yanlış sonuçlara baktı, sizinki daha yeni çıktı." Elindeki kan testini bana uzattı.
✨
Birkaç Saat Sonra
"Abla bak, ben bu Mustafa'yı döverim, Pubg oynuyoruz, sürekli beni yeniyor!"
"O ne?" dedim başımı çevirip ahşap basamaklardan inen kardeşime bakarken.
"Oyun abla, oyun."
Uzanıp plak koyduğum pikabı çalıştırdım ve kısık sesli müzik oturma odasının içini doldururken gülümseyerek yanıt verdim. "Bu kez o seni yener, başka zaman da sen onu. İyi bir oyun arkadaşı ol."
Elindeki matematik kitabıyla koltuğa oturup omuzlarını silkti. "Neyse. Ödevim var, yardım eder misin?"
Doğrulup yanına ilerledim, sarı saçlarını okşadım. "Matematik mi? Anlamam, özür dilerim."
"Birinci sınıf matematiğinden de anlamıyorsan bu zamana karar nasıl hayatta kaldın ablacığım?"
Kıkırdadım. "Haklısın."
Kitabı açıp bir sayfa aradı ve sonra, "Bak bu," diyerek soruyu işaret etti bana.
Soruyu okudum, aslında çok basit bir soruydu ama Leo ders dinlemekten de ödev yapmaktan da hiç hoşlanmıyordu. "Ne yapacağız seninle böyle? Hiç sevmiyorsun okulu…"
"Kızları seviyorum abla."
"Ah Tanrım, hayır. Çapkın bir genç olacaksın diye çok korkuyorum."
Tatlı tatlı gülmeye başladı. "Herkes saçların çok güzel diyor bana."
Altın renkli dümdüz ve ışıltılı saçlarına baktım. "Saçların Leonardo DiCaprio'nun gençliğini andırıyor."
"O kim?"
Telefonumu çıkarıp ona bu adamın kim olduğunu gösterdiğimde memnuniyetle gülümsedi, güzel bir surata benzetilmekten yana memnun kalmıştı.
"Hem onun da adı Leo abla!"
"Evet aşkım."
Tekrar kitabı açtım, soruyu çözmeyi ona öğretirken ilgisizce beni dinledi. Aksiliği geçmiş olsa da hâlâ canı sıkkındı. Evin kapısı çaldığındaysa aniden yerimden fırladım, gülümsemeye başlayıp üzerimi düzelttim. Leo bu heyecanıma anlamsızca bakarken koşarak kapıya gittim. Evimizin kapısını kocama açarken yüreğime ziyaretçi bir sevinç duygusu uğradı. Kapıyı ardına kadar açtığımda kapının kenarına yaslanmış Hazer’le ve onun ardından kafasını uzatan Kerem’le göz göze geldim. Hazer'in gözleri aşkla kilitlenirken Kerem'in gözleri haylazlıkla parladı.
"Güzelliğe bak, tü tü tü," diyerek tükürüklerini havaya saçarak içeriye girdi Kerem.
Hazer sakince içeriye girdi ve ben ışıltılı gözlerle onun yüzüne bakarken kapıyı kapatıp bana yaklaştı. Siyah paltosunu üzerinden çıkarırken, "Seni özledim," dedi.
Yüzümü hafifçe kaldırıp çenesiyle boynu arasındaki yerden öptüm. "Hoş geldin."
Yüzünü boynuma sürtüp uzaklaştı ve çıkardığı paltoyu portmantoya asarken göz ucuyla beni süzdü. Heyecandan ellerimi kapatıp açıyor, dudaklarımı kemiriyordum. Sırıtmaktan çenem ağrımıştı. "Poğaça mı yaptın? Kokusunu alıyorum."
"Hem de zeytinli," dedim ellerimi çırparak. "Bir de mantar çorbasıyla makarna yaptım, yersin değil mi?"
"Si si." Elini omzuma attı ve benimle oturma odasına geçerken yüzüme bakıp gülümsedi. "Direkt odaya mı çıksak?"
"Hayır! Olmaz!"
Sert reddedişime ne oluyor der gibi gülümsediğinde başımı önüme eğdim ve Kerem’le Leo'nun sarılışına baktım. Kerem ondan ayrılıp Leo'yu koltuğa geri bırakırken, "Sen ve Mustafa beni oyundan niye atıyorsunuz la?" diyerek ona kızdı. "Alçak mısınız olum siz? Duygularımla niye oynuyorsunuz?"
"İlahi Kerem Abi." Leo gün boyu hiç gülmediği kadar gülmeye başladı. "Seni attık, Mustafa'yla konuşup öyle plan yaptık çünkü!"
"Aynı eniştene benziyorsun," dedi Kerem, onun kulağını çekerek.
"Höst lan!"
Kerem sırıtıp Leo'yu öptü ve doğruluğunda kardeşim onun bacaklarına sarılıp yürümesine engel oldu. Onların haline gülerek hazırladığım yemek masasına ilerlerken, "Sen neye gülüyorsun?" dedi Hazer, ceketini de çıkararak.
"Ellerini yıka da yemeğe gel," dedim, yemek masasına koyduğum mumları yakarken.
Hazer gömlek kollarını kıvırarak, ağır ağır üst kata çıktığında Kerem nihayet kendini Leo'dan kurtarabildi ve masaya ilerleyip yaptığım sıcak poğaçalardan birine uzandı. "Ee kavga falan yok mu? Böyle mutlu huzurlu çok sıkıcısınız."
"Ağzından yel ağzın Kerem."
Poğaçayı iki lokmada yiyip bitirdi ve gülerek uzandı, yanağımdan makas aldı. "Bugün Hazer'i akşama kadar fitne ve fesatla doldurdum kavga edin diye, işe yaramadı demek."
Bu şakasına bile kıkırdayınca Kerem kaş çattı. "Neye gülüp duruyorsun kız sen?"
"Otursana," dedim cevap vermek yerine.
"Yok yok," diyerek geriye kaçtı. "Leyla'm yalnız yemesin, gidip ona katılayım."
Başımı sallarken, "Ama koltukları rahat bırakın," dedim.
Kerem bana arsız bir bakış atıp arkasını döndü, Leo'yla bir daha sarılıp sokak kapısına yürüdü. Arkasından koşturarak onu uğurladım, masaya dönüp Leo'yu da bar taburesine oturttum. Leo çorbasını içmeye başlarken ben de sabırsızca Hazer'i bekledim. Sürekli gülüyor, elimi kolumu koyacak yer bulamıyordum. Birkaç tıkırtı sesi duyunca hevesle merdivenlere baktım, Han üzerine siyah tişörtle gri eşofman geçirmiş, ıslık çalarak basamakları iniyordu. Elimi çeneme yaslayarak aşkla onu izledim ve yanımdaki tabureye oturmadan önce saçlarıma koyduğu öpücüğü hissettim.
"Abla, neden gülüp duruyorsun?" dedi Leo, çorbasına ekmek doğrarken.
Hazer de kâsesine biraz pul biber dökerken bana baktı. "Sınavından falan yüksek not mu aldın?"
"Hı hı," dedim iç çekişle.
İkisi bakışıp önlerine döndüklerinde ben de çorbamı içmeye başladım. Heyecanım yüzünden lokmalar boğazımda büyüyordu ama kendimi beslemem için yemem gerektiğini biliyordum. Gülerek çorbamı kaşıklarken, "Beşiktaş'ın maçına beni ne zaman götüreceksin enişte?" diyen Leo'nun sesini duydum.
"Keyfim istediği zaman."
Hazer'e bakıp güldüm ama ciddiyetle çorbasını içiyordu. Leo buna bozulup, "Miras ne demek?" diye sordu, başka bir konu açarak.
Sanırım bu yeni duyduğu kelimelerden biriydi, anlamını merak ediyordu. Hazer ona bakarak, "Ben öldükten sonra sana ve çocuklarıma kalacak olan paraya miras deniyor," dedi.
Ölüm kelimesi beni ürpertse de o kelebekler başımda hiç durmadan dönmeye devam etti. Leo düşünceli şekilde eniştesine bakarak, "Ne zaman ölürsün?" dediğinde Hazer, "Tövbe tövbe…” diye mırıldandı.
"Leo," dedim söylediğine üzülerek.
Yüzünde oyunbozan bir ifade oluştu. "Ablacığım şaka yaptım, şaka."
Hazer onun sarı kafasını karıştırınca Leo uysal bir şekilde gülümseyip eniştesine öpücük attı. Tabaklarına baktım ve bittiğini görüp ikisine de makarna koydum, yüzümdeki sırıtmayla tekrar yerime oturup çenemi ellerim arasına aldım.
"Sırıtışın sinir bozucu olmaya başladı," dedi Hazer, çatalını bırakıp ağzını bir peçeteyle silerken. Taburesinde dönüp başını salladı. "N'oluyor, dökül."
Sırıtmaya devam edip başımı salladım. Hazer kaşlarını çattı, sinirleri cidden bozulmaya başlamış gibiydi. "Bebeğim?"
"Evet evet!"
Hazer tepkimle şaşkına dönüp Leo'ya baktı. "Sen neler olduğunu anlıyor musun kayınço?"
Leo başını iki yana sallayarak yemeğine döndü. "Ben ilgilenmiyorum enişte, kafam yeterince dolu." Muhtemelen kızlarla…
Hazer kafa karışıklığıyla tekrar bana dönüp yüzümü süzdü, dirseğini tezgâhın kenarına yaslayıp dudaklarını yaladı. Ellerimle saçlarımı kıvırıyor, gülümseyerek yüzüne bakıyordum. "Sende bir haller var," diye mırıldanıp tekrar önüne döndü. "Biri senin saflığını falan fark edip hap map mı verdi anasını satayım..." Tekrar şüpheyle baktı. "Kimseden bir şey almadın değil mi?"
Kahkaha attım. Hazer pes artık dercesine omuzlarını düşürüp önüne döndü, homurdanıp makarnasını kaşıkladı. Leo da bitkin bir iç çekip, "Sabahtan beri böyle enişte," dedi.
Çorbamı bitirmeye koyuldum ve silip süpürüp kendime makarna aldım. Pikaba koyduğum plaktaki şarkı evin içinde canlı biriymiş gibi dolanıp bana güzel duygular hissettirirken Leo yemek hazırladığım için teşekkür ederek masadan kalktı. Oturma odasına geçip çizgi film açtı, Hazer de tabağını bitirip kalktı, dolaptan kendisi için şarap indirip kadehine koydu. "İster misin?"
"İçemem, yani önce bir araştırmam lazım."
"İyi değilsin aşkım," diye mırıldanıp kadehiyle yanıma yürüdü ve saçlarımın üstünden öpüp uzaklaştı, oturma odasına geçip koltuğa yerleşti. Makarnamın son lokmasını da ağzıma tıkıp kalktım, masayı toplarken neşeli bir şarkı söyledim. Hazer ve Leo başını çevirip fazla olan neşeme garip garip baktı. Onlara öpücük attım.
"Leo, sanırım uzun bir süre daha çizgi film izlemeye devam edeceksin."
"Sanmıyorum abla, büyüyorum ben artık."
Dönüp tezgâhta kalan birkaç şeyi de toparladım ve ellerimi karnıma sararak üst kata çıkmaya başladım. Yatak odamıza girip eve gelirken aldığım hediyeleri kucakladım ve paketlemelerine bakarak odamızdan çıktım. Havada yürüyormuş gibi bir heyecanla basamakları inerken kurdelemden kurtulan bir tutam saçın önüme düştüğünü hissettim. Evin içinde çalan o şarkıyla kalbimin sesini de şiddetli biçimde duyuyordum.
Son basamakta durarak hayatımdaki erkekleri izledim. Leo başını Hazer'in göğsüne koymuştu, kocam da onun altın rengindeki saçlarını okşayarak kadehini yudumluyordu. Çizgi filmdeki neşeli sesleri duyarak son basamağı da indim, heyecandan titrer halde ilerledim. Onların çaprazındaki koltuğa oturup dizlerimi birbirine bastırdım, başımı sol tarafıma eğip onlara baktım. İkisi de gözlerini bu tarafa çevirdi, ilgiyle baktı. Dolu gözlerimi fark ettiğinden olsa gerek Hazer kalçası üzerinde kaykılıp öne eğildi ve elini dizime koydu.
"Bebeğim, sen bugün hiç değilsin."
"Artık daha sık bebeğim diyeceksin, biliyor musun?"
Gülümsedi. "İstersen tabii ki derim."
Gözyaşları içinde gülümseyip yanağına uzandım. "Harika bir adamsın."
"N'oluyor bugün sana?" dedi Han merakla.
O sırada, "Bu hediyeler ne?" dedi Leo.
Sol yanağımdan bir mutluluk gözyaşı akarken ikisinin de gözlerine bakıp özenle paketlediğim hediyeleri onlara uzattım. Aynı ölçüdeki, aynı paketlemeye sahip hediyeleri alıp birbirlerine baktıklarında ellerimi geriye çekip karnıma koydum. "Açın," dedim.
Leo heyecanla paketi yırtarken Hazer başını kaldırıp bir daha benimle göz göze geldi. Kirpikleri olduğundan hızlı kırpışmaya başlamıştı. Bir şeyler hissetmiş, anlamış gibi hızlı nefesler alıp önüne düşen saçlarını arkaya itti ve ellerimin kuvvetli bir şekilde dokunduğu karnıma bakarak paketi açtı. Paketi yırttıklarında onları bir kutu karşıladı, Hazer bir anda heyecanlanıp kutuyu daha hızlı açtı ve beyaz pointi görünce duraksadı, paketi kucağına bırakıp ellerini geriye çekti. Leo da Hazer'in elindeki pointin tekini kendi hediye kutusundan çıkarıp, "Bu bana olmaz ki," diye mırıldandı.
Hatırlıyor musun Hazer, senin bana aldığın o pointler de beyazdı. İyi balerinler iyi pointleri hak eder.
Heyecanlı soluğum dudaklarım arasından dökülürken gözlerimi çevirip bir daha Hazer Han'a baktım. Şok olmuş bir surat ifadesiyle bana bakıyordu. Bakmasını çok sevdiğim gözlerinde saf bir mutluluğun yanı sıra derin bir korkunun olduğunu gördüm. Boğazına bir şey takılmış gibi yutkunamadı, iki kelimesinden biri olan ismim bile o an dudaklarından dökülemedi.
Uzanıp heyecandan titreyen elimle onun buz kesmiş elini kavradım ve götürüp karnımın üzerine koyarken, "Merhaba de," diye fısıldadım. Hazer'in boğazından güçlü bir ses çıktı ve inip dizlerinin üzerinde parkeye inerken elini karnıma yumuşacık şekilde bastırdı. "Bebeğimize merhaba de."
BÖLÜM SONU.
Yorumlar yükleniyor...