0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

58. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

"İLK KALP ATIŞLARI"

Onu bir melek olarak dünyaya getirdim ve ilk kalp atışını bile korumak istedim, bu yüzden kollarımdan hiç ayıramadım.

Dünyaya gelmesinin üzerinden bir gün geçmişti, Melek Yakut'un bu dünyadaki ikinci günüydü. Onu yatağımızdan, yanımızdan ayıramıyordum, her saniyemi ona bakmadan geçiremiyordum. Oysa o gözlerini dahi açamıyordu; kıpırdayamıyor, yalnızca ağlıyor ve uyuyordu. Öylesine küçüktü ki herhangi bir hareketi de büyük olamıyordu, nefes alırken dudakları çok tatlı ve çok az aralanıyordu. Uzun uzun onu izlediğim için artık yüzünü ezberlemiştim ama bana mı yoksa Hazer'e mi benzediğini anlayamamıştım.

Saat sabahın altısıydı, günü yatağımda yatarak, Melek'i emzirip dinlenerek geçirmiştim. Henüz anneme haber vermemiştik, sanırım Hazer onun paniklemesini istememişti ama artık söylemezsek de çok ayıp olacaktı. Arkadaşlarımız gitmişti; sadece Gazel, Asaf’la burada kalmıştı. Anneliği yeni deneyimlediği için bana yardımcı olmak istiyordu, bu yüzden Behram onu bırakıp gitmek durumunda kalmıştı. Kerem de muhtemelen birazdan gelirdi, gece dinlenmek için gitmişti ama ihtiyacımız olur diye gün aydınlanır aydınlanmaz geleceğine emindim.

Parmağımı, korkarak Melek'in yanağında dolaştırırken üzerindeki minicik zıbına gülümsedim. Elleriyle ayakları da o sarı zıbının içindeydi ama o kadar ufaktı ki elleri olduğu belli olmuyordu mesela. Yanağının, parmağım altında seğirdiğini fark edince gözlerim duygusallıkla yaşardı ve o sırada, "Artık uyu Mila," dedi Hazer, çok kısık sesle, bebeğimizi rahatsız etmekten korkarak. "Hastaneden geldiğimizden beri uyumadın, gece de gözlerini kapatmadın. Tamam, gözlerini ondan ayıramadığını biliyorum çünkü ben de ayıramıyorum ama doğum yaptın, dinlenmelisin."

Sesi çok dinlendirici gelmişti, neredeyse hemen gözlerimi kapatacaktım. “Sanki sen uyuyorsun.”

Dudağının kenarı kıvrıldı. Bana hak vermeliydi çünkü o da neredeyse hiç uyumamıştı. Gazel’le ikisi bana en ihtiyacım olduğu zamanda merhamet ediyordu. Yeni gün doğmuştu, odamız henüz o kadar aydınlık değildi ama onun gözlerindeki heyecanı görüyordum.

"Seni uyutmadan uyuyamam. Sen bebeğimizi uyut, ben de bebeğimi uyutayım." Bebeğinin, yani benim yanağımı parmak ucuyla okşadı. "Gözlerini kapat, biraz dinlen. Ben buradayım, kızım uyanır uyanmaz onu uyuturum, neye ihtiyacı varsa hallederim."

Elimi yanağımdaki ele götürdüm, ona temas etmenin yolunu bulduğum için heyecanlandım. "Melek'in emzirilmeye ihtiyacı var ve bunu senin yapabileceğini sanmıyorum Hazer."

"Kocanın yeteneklerini küçümsüyorsun."

Güldüm ama sesimi içime hapsetmem gerekti bebeğimi uyandırmamak için. "Melek'i emzirebileceğini mi savunuyorsun?"

"Aşkım, sen beni ne sanıyorsun?" dedi hâlâ bunu yapabileceğini savunarak. Başını eğip dudaklarını Yakut'un başına koydu ve bu gördüğüm en güzel şeymiş gibi kalbim ısındı. "Ben her şeyi hallederim, sen uyu."

Omzumu silkerek, "Çok güzel kokmuyor mu sence de?" diye sordum, dudakları hâlâ kızımızın başına yaslıyken. "Sırtındaki doğum lekesi... Çok manidar ve özel değil mi sence de Hazer? Sen bana abarttığımı söylüyorsun ama bence o doğum lekesi melek kanatları gibi, yani şahsen ben öyle düşünüyorum..."

Gözleri, ateşli savunmamı yapan dudaklarıma kaydı ve gülümsemesi bir miktar çoğaldı. "Evet Mila, biraz abartıyorsun... Fakat bir şey demiyorum, bizim kızımız değil mi, istediğimiz kadar abartırız."

Bir rüyaymış gibi, "Bizim kızımız," diye tekrarladım ve sonra yanağımdaki elini dudaklarıma götürüp avcunun kenarından öptüm. "Bu ellerinle sırtımda hep kanatlarımı aradın ve şimdi onları kızımızın sırtında bulduk."

"Şairane," diye fısıldadı. 

Sesi yorgun çıktığı ve uyumasını dilediğim için sessiz kaldım. Abajuru yakmıştık, Hazer için zaten gece ışık yakmak, ben korktuğumdan alışkanlıktı ama Melek de olduğu için karanlık olmasını özellikle istememiştik. Üstelik kızımız aramızda yatıyordu, ya bir hata yapıp onu incitirsek, göremeyip ezersek... Düşüncesi bile korkunç olduğu için oldukça dikkatli davranıyorduk.

Dudaklarımı Melek'in omzuna koydum ve onun kıpırdayan kirpiklerini görürken kendi gözlerimin kapandığını hissettim. Kokusu rahatlatıcıydı, ellerimin ona güven vermesini istiyordum, kalp atışlarını dahi yaşamanın artık güçleştiği bu dünyadan korumak istiyordum.

Sanırım bir noktada kocamın dilediği oldu, uyuyakaldım ve bunu sıçrayarak gözlerimi açtığımda fark ettim. Önce Melek'i içine koyduğumuz beyaz yünlü battaniyeyi gördüm ama başımı panikle kaldırınca kızımızı göremedim, Hazer'i de. Ani kalktığım için ağrıyla sendeledim ve dönüp komodindeki dijital saate bakınca öğleden sonra olduğunu gördüm. Nasıl bu kadar uzun uyuyabilmiştim? Bir ara mutlaka uyanıp kızıma bakmalıydım. Mutlaka bu zaman diliminde acıkmış olmalıydı, onu emzirmem gerekiyordu. 

Yataktan kalkıp çıplak ayaklarımla odanın çıkışına ilerledim. Üstümde bir saten pijama takımı vardı, dün akşam Hazer giymeme yardımcı olmuştu. Koridorda, Hazer’le kızımın nerede olduğunu düşünerek yürüdüm ve odasının önünden geçerken Leo'ya baktım. Ah tabii ya, okula gitmiş olmalıydı. Basamakları, hafif sızlanarak inerken koltukta annemi gördüm ve sonra da Gazel'in kolunda kızımı. Güvende olduğu için rahatladım, zaten evde bir yerde olduğuna emindim ama benden uzaklaşınca hemen kaygılanmıştım. Bir adım daha inince annem başını kaldırdı ve beni fark edip hızlıca kalktı, koşturarak gelirken, "Kızım," dedi. Ona gülümserken koluma girip endişeyle yüzüme baktı. "Nasılsın anneciğim? İyi misin? Çok dargınım size, bu kadar geç haber verilir mi? Gelseydim, yardım etseydim ya size..."

"Ben yardımcı oldum Bahar Teyze..." Gazel, Melek'i göğsüne bastırıp bana kıkırdadı. "Günaydın yeni anne. Ben de kızınla ilgileniyordum."

"Gracias," diyerek göz kırptım dostuma ve sonra anneme dönüp mahcubiyetle dudağımı ısırdım. "Anne... Ben Hazer'e söyledim seni aramasını ama o aramamış, gerçekten bak..."

"Karıcığım," diyen kızgın sesi duyunca irkilip başımı mutfağa çevirdim, onun tehlikeli baktığını görünce de yutkundum. Çok belliydi suçlamamı duyduğu. Yanaklarım pembeleşirken Hazer elindeki salata dilimini ağzına atarak tezgâh arkasından çıktı. Duş aldığını o saniye anladım, saçlarının duruş şeklinden ve üzerindeki tişörtünün bazı ıslak bölgelerinden. Altında bir eşofman altı vardı. "Bu savaşta beraber olacağımızı sanıyordum, beni saldırı altında bırakacağını değil." Elini, küçük mutfak havlusuna silip havluyu tezgâha bırakırken bu tarafa yürümeye başladı ve yanıma gelince ensemden tutup yüzümü çekti, dudaklarını şakağıma bastırdı. "İyi misin?"

"Biraz ağrım var, halsiz hissediyorum," diyerek itiraf ettim ve bunu duyan annem beni nazikçe koltuğa çekti, oturmama yardımcı olurken sevecen gözlerle yüzüme baktı.

"Ben hemen sana bitki çayı yapayım anneciğimm, kahvaltını yaptıktan sonra içersin. Doktorun ilaç vermiştir mutlaka, onları da kullanırsın." Yanıma oturup ellerimden tuttu, gözlerini vücudumda tedirginlikle dolaştırdı. "Nasıl geçti doğum anneciğim? Keşke yanında olsaydım, haber vermedi ki bu eşeğin sıpası... Kendin kadar güzel bir bebek getirmişsin dünyaya, nasıl güzel, nasıl tatlı bebek o öyle… İçim kıpır oldu görür görmez, dünyalara bedel bir şey maşallah..."

"Ben?" dedi Mustafa Kemal, koltuğun arkasından çıkarak. Annem bir saniyeliğine onun kıskanç bakışlarına odaklanırken ben de elimi kaldırıp diğer yanıma vurdum gelmesi için. Onu özlemiştim, öpmek istiyordum.

Mustafa kafasını tekrar koltuğun arkasına çekip saklanınca Hazer oraya kadar gidip koltuğun üstünden eğildi, onun çıkarıp kaldırırken, "N’apıyon la?" dedi. Mustafa bağırınca kızgın bir ses çıkarıp, "Sakin ol," dedi ve kolları arasına alıp doğruldu, bunun üzerinde Mustafa kollarını onun boynuna doladı. "Melek'i uyandıracaksın. Amca oldun, neden sevinmek yerine böyle yapıyorsun?"

Yüzünü abisinin boynuna saklayınca şefkatle gülümsedim, küçücük çocuğa alınacak değildim, Mustafa Kemal'in hassasiyetlerini anlayabiliyordum. Annemin mahcup bakışlarına üzülüp elini sıktım. "Melek'i kucağına aldın mı anne? Çok hafif değil mi? Doktor her şeyinin normal olduğunu söyledi, gayet sağlıklı olduğunu da... Sen ne diyorsun? İyidir, değil mi?"

"Maşallah, çok iyi görünüyor." Başını çevirip Gazel'in kolları arasında uyuyan kızıma bakarken çok duygusal göründü.

Hazer, "Anne," diyerek Mustafa'yı kucağından indirdi. "Ağlayıp karımı da ağlatma sakın."

"Yok, ağlamıyorum..." Annem çarçabuk gözlerini silip tekrar bana baktı, çok sevinçli ve gururlanmış görünüyordu. "Fakat çok duygulanıyorum yavrum, elimde değil. Baksana ne kadar minik torunum, çok şeker... Ağladı birkaç kez, hemen parçalandı yüreğim..."

Endişeyle yerimden kalktım ve karşı koltuktaki Gazel'in yanına gidip eğildim, Melek Yakut'u kucağıma alıp kızarık yanaklarına endişeyle baktım. "Acıkmıştır da ağlamıştır, keşke uyandırsaydınız..." Sitemle Hazer'e döndüm. "Hazer, niye uyandırmadın?"

"O iyi Safir." Hazer kalkıp yanıma dek geldi, herhalde dağılmış olmalı ki saçlarımı düzeltip göz kırptı. "Sen çık, ben de kahvaltını alıp geleyim. Emzirirsin."

"Tamam," dedim ve Melek'i göğsüme bastırıp Gazel'e döndüm, o da benim kadar uykusuz görünüyordu. "Teşekkür ederim," dedim her şeyi kastederek ve hatırlayıp, "Oğuz nerede?" diye sordum.

Yorgunca gülümsedi. "Melek'in beşiğinde uyuyor."

Hazer sırıtarak kaşlarını kaldırdı. "Kızımın beşiğinde, kızımdan önce?"

"Evet." Gazel tatlı şekilde gülünce Hazer onun omzunu sıktı ve sonra elini belime dolayıp yürümem için teşvik etti.

Adım attığım sırada bacaklarım kasılıyor, derim sanki çekiştiriliyordu. Koridora çıktığımızda Melek Yakut'un gözlerini kırpıştırdığını gördüm ve dudaklarım belirsiz, hasret kaldığım bir duyguyu tatmışım gibi titredi. "Anneciğim, ne bu güzellik?" Keşke şöyle uzun uzun bakabilsem, onun gözlerinin de beni gördüğünü fark edebilsem ama hemen doğru dürüst açıp etrafının farkına varamıyordu bebeğim. "Gözleri ne renk acaba?"

"Annem, on beş, yirmi güne ancak gözlerini açabileceğini, bizi ancak o zaman farkına varabileceğini söyledi..."

"Yaa," dedim üzülerek ama o güne kadar geçen zaman boyunca da yine kızımla olacağım için, ona bakmayı öğreneceğim için hemen geçti üzüntüm. Bebeğimle odamıza geçtik ve ben otururken Hazer arkama bir yastık koydu, bir sonraki hamlemi tahmin etmiş gibi gözümün önüne gelen saçımı çekti.

"Ben kahvaltını getiriyorum. Sen emzir Melek'i. Sormadım, banyo falan yapmak istiyor musun? Hemen ayarlarım, zaten Melek şimdi yine uyur, uyuyana kadar yıkarım seni..."

Esneyip ileriye uzandım, Melek'i çarşafın üzerine bırakıp öpmemeye çabalayarak geri çekildim, mikrop falan kapmasını istemiyordum. "Olabilir aşkım ama önce ellerimi yıkayıp Yakut'un karnını doyurayım."

Ben yataktan kalkarken Hazer de benim yokluğumda kızımıza bakmak için yatağın kenarına oturdu. Dirseklerini dizlerine koyup sırıtarak Melek'i izlemeye başladığında ben de odadaki banyoya geçtim ve ellerimi birkaç kez sabunladım, yüzümü yıkayıp aynalı dolabı açtım. Saçlarımı omzumdan arkaya atıp yüzüme bir nemlendirici sürdüm. Hijyenime, bakımıma ekstra dikkat etmeliydim, aynı şekilde evimizin hijyenine de. Çıktığımda Hazer'in yüzünü bebeğimizin karnına koymuş olduğunu gördüm. Saçlarını onun karnına sürtüp geriye çekildi.

"Baba yapma desene kızım, hiç pas vermiyorsun..."

Gülümseyerek ilerledim ve Melek'i sarsmadan yatağın kenarına oturup Hazer'in kafasına uzandım, saçlarını karıştırdım. "Melek'i atıp tutarak sevmemek için çıldırıyorsun değil mi şu an?"

Bana hınzır bakışını fırlattı. "Sanırım bunu yapmam için aylar geçmesi lazım."

Buna kederlenmesine sessizce kıkırdayıp elimi yüzüne kaydırdım, altdudağını hafifçe okşarken iç çektim. "Evet, henüz ellerini dahi kaldıramıyor. Ben uyuyorken kimse öpmedi onu değil mi? Mikrop kopacak diye korkuyorum Hazer."

"Yok yok, herkesi uzak tutuyorum." Bana göz kırpıp elimi kavradı, başparmağımın kenarına yumuşacık ama uzun öpücük bıraktı. "Kimse yaklaşamaz kızıma." Melek'in benim aksime çok korumacı bir babası olacaktı hayatı boyunca. Her zaman kendinden önce onu düşünen bir babası.

Hazer indiğinde yatağın ortasına çekilip Melek'ime eğildim ve çok seyrek kirpiklerine bakıp, “Seni öyle çok seviyorum ki,” dedim ben de bir şeyi bu kadar hızlı, bu kadar çok sevmeme şaşırarak. "Hayatımda hiç bu kadar güçlü hissetmemiştim Melek. Seni dünyaya getirirken çektiğim acı kendimi fark etmemi sağladı, istersem nelerin üstünden gelebileceğimi... Sen gösterdin bana bunları, annene güçlü olmasını fark etmesinde yardımcı oldun. Anne... Bu kelimeyi bana söyleyeceğin günün gelmesi için ölüyorum âdeta. Seni iyi kalpli, güçlü, merhametli, mutlu bir kız olarak yetiştirmek için elimden geleni yapacağım..." Dudaklarımı yanağına bastırmak için eğildim ama kıyamayıp geri çekildim. "Ve seni koruyamayacağım, sana bakamayacağım bir dünyaya getirmiş olsaydım çok korkardım ama seni herkesten koruyabileceğimi biliyorum. Senin için o güvenli alanı oluşturacağız. Ben annemle hiç gurur duyamadım, umarım senin için bunu sağlarım." 

Hazer tepsiyle odaya girdiğinde ona dönüp, "Bana yardım eder misin?" dedim üstümü göstererek. Tepsiyi komodine koydu ve tembel adımlarla gelip önümde durdu, saten geceliğimin ilk birkaç düğmesini çözerek önümü açtı. Üzerimde zaten sutyen yoktu, göğüslerim sızladığı için giyemiyordum. Hazer göğsüme bakıp dudaklarını yalayınca karnına vurdum ve sonra dönüp bebeğimi kucakladım, göğsüme yaslayıp dudaklarının temas etmesini sağladım. Dudaklarının hamlelerine, yumuk yumuk gözlerine gülümseyip birkaç dakika onu emzirdim ve biraz sonra dudakları çekilince Hazer bir peçeteyle onun dudaklarını sildi.

"Annenin göğsüne hemen uyum sağlıyorsun, babanın göğsünde ne zaman uyuyacaksın? Kıskanıyorum Melek." Melek'in yanağı kalbimin üzerinde seğirdi ve birkaç saniye sonra ağlamaya başlayınca Hazer onu çok hassas şekilde kavrayıp kucağına çekti. Yatağımızın ucuna oturup onu kalbine doğru bastırdı ve sırtını okşarken şefkatle baktı. "Ağlamadan olmayacak Mila, ağlamadan büyümeyecek."

Geceliğimin düğmelerini kapattım ve uzanıp komodindeki tepsiyi kucağıma çektim, portakal suyuna uzanırken, "Sen bir şeyler yedin mi?" diye sordum. 

"Evet," dedi Melek'in ağlaması azalırken. "Atıştırdım. Portakal suyunu Kerem aldı ama gerçek sıkım, istediğin kadar içebilirsin."

Acıktığımı bir şeyler atıştırırken fark ettim. "Kerem ne zamandır burada?"

"Sen uyuyakaldıktan biraz sonra geldi, bir ihtiyacımız olur diye. Zaten gece de ikide gitti, üç ya da dört saat sonra döndü anlayacağın..." İç çekti. "Ne ara uyudu, ne ara dinlenip geldi anlamadım vallahi..."

Kerem için endişelendiğini ilk kez böyle açıkça söylüyordu ve bir tuhaf oldum. "Belki sadece formasını çıkarmak için gitmiştir," diyerek espri yaptım.

Tabii bunu duyar duymaz Hazer'in tepesi attı ve kısık bir homurtuyla, "O konuyu hiç açma," dedi. "Hâlâ Leo'yu nasıl Beşiktaşlı yapacağımı düşünüyorum."

Ekmek dilimine biraz bal sürdüm. "Bildiğim bir muskacı, büyücü var; bir büyüye bakar aşkım..."

"Ne?" dedi hayretle ve omzunun üzerinden bana dönünce güldüğümü görüp kızgın şekilde bakmaya başladı fakat omuzlarımı silkip kıkırdayınca o yalancı kızgınlık tatlı bir dayanılmazlığa, iç çekişe bıraktı yerini.

Karnım doyunca tepsiyi kenara bıraktım ve dişlerimi fırçalamak için kalktım. Hazer, Melek'i yatağın ortasına koyup hijyenik mendillerden bir tane aldı, onun alnını çok hafif dokunuşlarla sildi. "Terledin mi kızım? Üzerindeki zıbın da ince aslında..."

"Babasının kolları çok sıcak, n'apsın," dedim kıkırdayarak ve aynanın önünde durup diş fırçama uzandım. Banyo kapısı açık olduğu için görüyordum onları. Dişlerimi temizlerken Melek’in bir daha ağladığını duydum, ağzımı derhal çalkalayıp içeriye geçtim. Hazer onu kucağına alarak ayağa kalktı, odanın içinde sakince yürümeye başladı. Bana diyordu ama Melek Yakut ağlayınca Hazer olduğu duyguda ve yerde sabit kalamıyor, bir şeyler yapma isteğiyle hareket ediyordu. Yanlarına gittim ve Melek’in sırtını yavaşça okşarken kızarmış yanaklarına baktım.

"Gece uyurken çok korktum yanlış bir şey yaparız, onu ezeriz diye..." Bu korkumu ona söylerken elimle kolundan tutundum. "Çok hassas, kıyafetini giydirirken bile korkuyorum. Beşiğinde tek yatması daha iyi olur."

"Doktor da öyle söyledi." Hazer gözlerini bana kaydırdı, bitkin göründüğümü fark etmiş olmalıydı ki çenesiyle yatağı gösterdi. "Bu gece beşikte yatırırız, hem sana sarılarak uyumayı özledim." Melek'e baktı ve onun tekrar uyuduğunu görüp yavaş adımlarla yatağın kenarına getirdiğimiz beşiğe yürüdü. Eğilip onu yatağına koydu ve dudaklarından, onun uyumaya devam etmesi için, "Pışş," diye bir fısıltı çıktı. "Pış pış, uyu babacığım."

Sarsılmadan sonra tekrar uyumaya devam etmesi için beşiği yavaşça salladı ve yanıma dönüp beni kollarının arasına çekti. Çok halsiz, sancılı hissettiğim için şefkatli kollarına büyük ihtiyaç duyup yanağımı çenesinin altına bastırdım.

"Daha şimdiden onu önceliğin yaptın," diye fısıldadı, bir şeyler düşünüyormuş gibi bir sesle. "Ama sen de hassas dönemdesin, dinlenmelisin, yıprandın."

"Sana sarılmak istiyorum Hazer," dedim, en çok içimden gelen şeyi söyleyerek. Bir eli hamilelikte seyrekleşmiş saçlarıma uzandı, diplerini okşarken gözlerini kapattı. Çenesini başıma sürtüp beni koklamasını, giyinme dolabımızın aynasında gördüm. "Çok mutluyum ama bir o kadar da yorgunum, gülümserken bile halsiz hissediyorum. Annenin yanında da fazla kalamadım, ayıp olmamıştır umarım."

"Yok daha neler." Ses tınısından kızmaya başladığı ne kadar da belliydi. "Annem sana yardımcı olmak için geldi, senden misafirperverlik beklemiyor." Gözlerini tekrar açıp başını eğdi, boyun kenarımdan öpünce nefesim içime doğru çekildi. "Banyo yaptırayım mı sana? Vücudun hafifler."

"Ayakta durmak istemiyorum," diye sızlandım ve sesimdeki huysuzluk Hazer'i güldürdü.

"O zaman ben de karımı yatağımıza götürürüm," diye fısıldadı ve ellerini kaydırıp kalçamdan kavradı, artık daha hafif olan bedenimi kaldırıp yatağa taşıdı.

Kıkırdayıp beni yatağa bırakana kadar yüzünü izledim ve yanağım yastığa değerken, "Kıyafetlerimi değiştirmeme yardım etsene," dedim. Geceliklerimin içinde oturunca hep geceymiş veya sabahmış gibi geliyordu ve daha hastalıklı hissediyordum. "Elbise giymek istiyorum.”

Hazer bu isteğimi kabul edip başını salladı ve dolabımıza ilerledi. Karıştırıp küçük pembe çiçekleri olan, penye kumaştan, rahat ve uzun bir elbise seçti. O elbiseyi seçmesine şaşırmamıştım, bir keresinde dışarıdayken o elbiseyi vitrinde görüp benim için ayırttığını söylemişti. Zaten ertesi gün de elbise evimize gelmişti içinde bir hediye kartıyla.

"Bu elbiseyi üstünde hiç görmedim," dedi doğrulmama yardım ederken. Saten geceliğimin düğmeleriyle uğraşmadı, yukarıya çekip kollarımdan çıkardı. Açıkta kalan göğüslerimde havayı hissettim ve doğumdan önce de sonra da sızlayan göğüslerime bakarken, "Sorun ne?" diye sordu, yüzümü buruşturduğumu görüp.

Başımı kaldırıp omuzlarımı silkerken, "Göğüslerim sürekli ağrıyor," dedim iç çekerek.

"Çektiğin acılar için üzgünüm ve teşekkür ederim," dedi.

Parmağını göğsümün kenarında gezdirirken hınzırlığına dudak büküp bir tane vurdum elinin üzerine. "Göğsüme dokunman bile şu an canımı acıtıyor, aklından geçenleri unut."

Yakalanmış gibi kızarıp bakışlarını çekti ve genzini temizleyip, "Aklımdan neler geçtiğini bilemezsin," dedi.

"Ben mi bilemem? Neredeyse tanıştığımız ilk günden beri aklından geçenleri okuyabiliyorum Hazer."

"Vay vay, karıma bak sen..." Elbisenin düğmelerini açıp başımdan geçirdi, askıları omuzlarıma yerleşince eteklerini aşağı çekti. "Tanıştığımız ilk günden beri aklımdan geçenleri okuyabiliyormuş... Öyle olsaydı arkana bakmadan kaçardın Mila, Mila, Mila..."

Tamam, biraz abarttığımı kabul ediyordum ama ne ima ediyordu? "Bunu duymamış gibi yapacağım," dedim ve yüzümdeki gülümsemeyi sonlandırıp kısık gözlerle ona baktım. "Sağlığın için."

Okkalı şekilde yutkunup başını salladı. "Zaman zaman tehlikeli bir hava yayıyorsun ve normalde çok kibar olduğun için bu direkt göze çarpıyor, biraz ürkütüyor..."

Ayağa kalktım, pijamamı indirip içinden çıktım ve elbise çamaşırımın üzerine, bacaklarıma dökülünce rahatladım. Belimi bir şey sıkmayınca daha iyi hissetmiştim. Yatağa oturmadan önce Hazer elbisemin ucunu karnıma dek kaldırıp çamaşırımı hafifçe çekince utanıp sızlandım ama, "Şişt," diyerek dikiş izlerine baktı. Böyle açık açık bana bakması, niyeti başka olsa da beni hem utandırdı hem de etkiledi. Bu yüzden, "İyiyim," diyerek geri çekildim ve eteğimi örtünce Hazer başını kaldırıp kızgınca baktı. "Bakıyorum Mila, bu kadar da utanma. Acıyor mu diye endişe ediyorum."

"Acımıyor ki aşkım..." Dizinin arasına yaklaştığımda bacaklarını iki yana açtı ve ben kalçamı dizine yaslayınca elini bacağıma koydu. "Elbise giyince rahatladım, göbeğimin bir günde yok olmasına ne diyorsun?" 

Yüzünü boynuma, omzuma, koluma sürttü. "Yeniden yaparız diyorum."

"Aaa! İki yıl asla olmaz!" İkinci bir çocuğu ima ettiğini anlayıp karşı çıkmam sonucunda Hazer sırıtarak omzumu dişledi. "Doğumunun nasıl geçtiğini hatırlıyorum Mila. Bir daha çocuk yapabilmeye cesaret edebileceğimizi sanmıyorum. Öyle bir acı çekmeni istemiyorum, Melek bize yeter."

Alçak sesle gülüp pürüzsüz çenesini okşadım ve aynı esnada koridordan, "Melek?" diyen sesi duydum. Kardeşim okuldan gelmişti. Koridorda bağırarak koşuyordu, belli ki yeğenini görmek için deliriyordu.

Hazer beni kenara bıraktı ve derhal kapıya yöneldi, kapıyı yavaşça açıp, "Bağırma oğlum," dedi. Bununla beraber koridordaki adım sesleri yavaşladı, çok geçmeden Leo göründü ve Hazer eğilip onun kafasını tuttu, sarı saçlarından öptü. Leo'nun meraklı, suçlu bakışları odanın içine yöneldi ve benimle göz göze gelince elini salladı. "Ablacığım, iyi misin?"

"Evet aşkım, bugün daha iyiyim."

Gözlerini yatakta dolaştırıp beşiğe çevirdi ve gözleri heyecanla büyüdü, içeri girmeyi denedi ama Hazer onu içeriye almayınca, "Enişte," dedi dudaklarını bükerek. Yalvaran gözlerle bakmaya başlayınca dayanılmaz göründü. "N'olur gireyim, Melek'imi göreyim! Sabah zorla gönderdin zaten beni, hâlâ sinirliyim sana..." Ellerini çenesinin altında birleştirdi. "Eniştem n'olur gireyim."

Hazer'in onu süründürmesine kızdım ama kocam benim aksime çok eğleniyormuş gibi görünüyordu. Leo'nun omzunu sıkıp, "Önce beni öp," dedi ve bunun üzerine Leo gözlerini devirerek yanağından öptü, sabırsızca çekildi. "Oldu mu? Şimdi görebilir miyim Melek'i?"

"Çok tatlısın la, kıyamıyorum." Hazer onu kucağına aniden alınca Leo surat asıp, "Ben artık büyüğüm," dedi ama kocam bunu kabul etmiyordu. "Olsun, sonuçta benim oğlumsun," dedi.

Hazer, Leo'yu beşiğin yanına kadar götürüp kucağından indirince Leo hevesle beşiğe yapıştı ve başını yana eğip uyuyan kızımızı izlerken yüzünde bir gülümseme oluşmaya başladı. "Gördüğüm en en güzel kız!"

Hazer onun omuzlarını sıkarken sırıttı. "Her hafta gelip, "Hayatımdaki en güzel kızı gördüm,” diyorsun zaten."

"O ayrı enişte!" Leo'nun Melek uyanmasın diye kısık sesle konuşmaya başlaması beni çok fena etkiledi. "Melek tüm kızların önünde, hiç başka kızlarla bir olabilir mi?"

"Aferin la." Hazer eğilip onun yanağından coşkulu şekilde öptü. "Seviyorsun Melek'i, değil mi?"

"Tabii ki enişte! Çok seviyorum yeğenimi! Ama hep uyuyor, ne zaman oynayacak benimle?"

"Leo, bir süre onu sadece uzaktan izleyebileceğiz." Sesimi duyunca bir saniye bana baktı ama sonra hemen Melek'e döndü, ona öpücük atmaya başladı. "Aylar sonra emeklemeye, sesler çıkarmaya başlayacak. O zaman oynarsınız."

Bunun hoşuna gitmediği belliydi. "Ona aldığım tokaları da takacak mı?" diye sordu.

"Elbette. Saçları uzasın."

"Kısacık saçları." Leo gülünce Hazer de onu benim kadar tatlı bulmuş olmalıydı ki eğilip yanaklarından bir daha öptü ve bunun üzerine kardeşim ona gülümsedi. "Bugün herkese Melek'i anlattım. Âşık olduğum kıza da."

Al işte. Bu kez kime âşık olduğunu sormayacaktım, zaten sürekli değişiyordu. Hazer bıkkınlıkla inleyip Leo'yu bir daha kucakladı, onu omuzlarına alınca Leo düşmemek için saçlarına yapıştı. "Bu kez kime âşıksın la?"

Leo çapkınca gülümsedi ve bu benim ağzımı açık bıraktı, Hazer de kafasını arkaya atıp şaşkınlıkla Leo'nun çapkın sırıtışını izledi. "Bu ne sırıtış, bu ne sırıtış oğlum? Serseri olup çıkacaksın başıma, kızların duygularıyla mı oynuyorsun yoksa?"

"Takılıyoruz işte enişte..."

"Ne?" dedim bir karış açık ağzımla, tansiyonum çıkmaya başlamıştı.

Leo omuzlarını silkti ve onu bırakması için eğilip Hazer'in kafasını ısırmaya başladı ama bu kez gülmedim. O daha küçücük bir çocuktu, böyle büyümesi gelecekteki hali için de endişe vericiydi. Annemin oğluydu, annem gibi olmayacağının garantisini kim verebilirdi ki? Sanırım hassas dönemde olduğum için de bunu kafama taktım ve yüz ifademi gören Hazer de gülmeyi sonlandırdı, Leo'yu omzundan indirerek genzini temizledi. Yatağa çıkıp kafasını yastığa bıraktı, Leo onun bacaklarına otururken bana dönüp yüzünü belime sürttü. "Takma bu kadar, ne dediğini bilmiyor."

"Anlamıyorum neden böyle bir çocuk olduğunu, çevresinde hiç böyle erkek de yok..."

"İçinde var demek ki çapkınlık."

"Of Hazer, ciddiye alır mısın lütfen?"

"Cümleye of diyerek başlayıp lütfen şeklinde bitirmen ironik ve komik." Sesi biraz yorgun çıkınca iki gecedir hiç uyumadığı gerçeği beni yakalayıp kıstırdı ve haliyle üzdü. "Ayrıca Leo dokuz yaşına girecek, daha küçük. Neyini ciddiye alayım ki? Oradan buradan duyduğu kelimelerle konuşuyor.”

Hak versem de yine düşünmeye devam etti. Leo, Yakut’a eğilip öpücük attı. Sonra bize göz kırpıp odadan ayrılırken Hazer, "Kapıyı kapat," dedi arkasından ama Leo bilerek kapatmadı, Hazer arkasından koşup onu yakalamasın diye hızlıca odasına gitti. Arkasından kızsam mı gülsem mi bilemeden Han'a döndüm ve o da bana dönüp omuzlarını silkti. "Sana bir serseri yetiştirdiğimizi söylemiştim."

"Katılmıyorum, büyüyünce bir beyefendi olacaktır."

Hazer buna o kadara inanmadı ki gülmeye başladı ve kahkahasının sesinden Melek uyanmasın diye yüzünü yastığa yasladı. Gözlerimi kısıp kafasının arkasındaki saçlara bakarken bir an nefessizlikten boğulacağını sandım, tişörtünden tuttum ve kaldırmaya çalıştım. "Boğulacaksın Hazer..."

"Karıcığım, çok komiksin ama..." Öksüre öksüre gülmesinden belliydi ne kadar komik olduğum.

Ona tam layık olduğu cevabı veriyordum ki Melek ağlamaya başladı ve ben daha hareket etmeden Hazer yatağımızdan fırladı. Beşiğe gidip Melek'i kucaklarken, "Annenle babanın tartışmasını böldün, şimdiden harika bir kız olacağın belli," diye fısıldadı. Melek kucağında olduğu için onu sarsmamaya çalıştı, yatağa gelip eğildi ve onu ortaya bırakıp dudaklarını kapalı gözlerine değdirdi. Öpmekten uzak bir dokunuştu. "Yüzü çok çabuk kızaran bir bebeksin sen, ileride de mi böyle olacaksın acaba? Öyle olursan yalan söyleyemezsin, bu da benim işime gelir tabii." Kafasını onun kafasının yanına koyup ilgili, hâlâ alışamamış gözlerle küçücük burnuna odaklandı. "Babana yalan söylemezsin, değil mi?”

Azıcık yaklaşıp Melek’in küçücük ayaklarını tuttum, hareket dahi ettiremiyordu henüz. “Sence iki günlük kızınla konuşma konun bu mu olmalı Hazer?”

“Söyle o zaman annesi, dünyadaki ikinci gününde kızımla ne konuşayım?” Onun küçücük, hafifçe kırışan burnuna dokunup hemen elini geriye çekti. "Onu dünyalar kadar sevdiğimi söylesem anlayabilir mi? Hiç sanmıyorum." 

"Bir söyle, belki anlar."

"Oyuncak bebek gibi oynama." Hazer halime sırıtıp sonra tekrar Yakut'a döndü ama ne yapayım, ayakları bir oyuncak bebeğinkine benziyordu. Melek'in hafifçe kızarmış yüzüne ciddiyetle bakarak, "Seni seviyorum," dedi kulağına doğru. "Seni çok seviyorum."

Melek burnunu kırıştırdı. Sanırım tenine değen nefesten ürpermişti. Bu cümlenin üzerine bunu yapması beni güldürse de Hazer'i hüzne boğdu. Geri çekilip sitemli şekilde, "Seni sevdiğimi söylüyorum, bana burun mu kırıştırıyorsun?" dedi.

Ayaklarını bırakıp onu rahat ettirmek için uzaklaştım ve o esnada telefonu çalan kocam hızlıca kalktı, Melek'i rahatsız etmemesi için derhal telefonuna gidip sessize aldı. O arayanın kim olduğuyla ilgilenirken ben de Melek'in nefes alıp verişini dinledim. Elimi ağzına yaklaştırdım, cılız nefesi hafifçe dokundu avuçiçime.

"Kimmiş aşkım?" diye fısıldadım Hazer'e ve sustuğu için Melek'i kucakladım, yavaşça beşiğine götürdüm. Sanırım onun yerini sık sık değişmemeliydik, hata ediyorduk. Bunu annemle Gazel'e danışmalıydım.

"Babam," diyen Hazer'i duydum ve koridora çıkınca arkasından bir süre baktım, sonra yatağa oturup saçlarımı düzeltmeye başladım. Parmaklarımı dalgaların arasından geçirdiğim dakikalardan sonra odanın kapısı hafifçe itildi ve dönüp bakınca Oğuz’la Gazel'i gördüm. Yüzüme, benim de hesaplayamadığım bir gülümseme yerleşti ve Gazel, "Gelebilir miyim?" diye sordu.

"Tabii ki!"

Yatağın kenarına vurdum ama Gazel pufa oturmayı tercih etti, beşiğe ve bana bakıp, "İyi misin?" diye sordu. “Ağrın sızın var mı?”

“Yok desem yalan olur.” Ellerimi uzatıp Oğuz Asaf’ı isteyince kararsız kaldı ama ısrarla ellerimi uzatınca kalkıp yanıma geldi, yeğenimi kollarımı arasına koydu. Melek’ten sonra ağır geldi kollarıma, gerçekten büyüdüğünü idrak edip irice açılan gözbebeklerine kıkırdadım. “Kardeşini mi özledin? Gelip görmek mi istedin? Sen de hoşlandın değil mi Melek'ten?"

Elindeki ses çıkaran oyuncağı sallayarak güldü ve Gazel uzanıp elindeki peçeteyle onun çenesinden akan salyasını sildi. "Bu aralar sürekli gülmeye başladı, yüz kasları daha hareketli, mimikleri de oluşuyor."

Her geçen gün bebeğindeki değişiklikleri izlemek onu heyecanlandırıyor olmalıydı, sesinden çok belliydi. Benim için de o günler gelecekti, gözlerimi Melek'ten ayıramayacaktım.

“Yakut’un yüzü dümdüz Gazel, sadece ağlayınca değişiyor. Hiçbir yüz kasını hareket ettiremiyor henüz. Güleceği ve gözlerinin beni farkına varacağı zamanı iple çekiyorum. Sadece biz ona bakıyoruz, o bize bakamıyor ve hiçbir şeyi algılayamıyor."

"Günler, aylar çok çabuk geçecek Mila. O günler için sabırsızlanmak yerine birlikte geçirdiğiniz her anın tadını çıkar." Yanağımdan öpüp geriye çekildi, sonra da çok ses çıkardığı için uzanıp Oğuz'un elindeki oyuncağı aldı. "Yani, ben de yeni anneyim ama bence öyle. Oğuz Asaf yarım yaşını geçti, baksana..." Asaf'ın tekmesini tutup sırıttı. "Baksana, annesini tekmelemeye bile başladı."

Oğuz'u kaldırıp yüzümü göbeğine bastırdım ve bununla eğlendiğini görüp sırıttım. "Oyuncağını aldığın için mi vuruyor?"

"Evet evet, tepki veriyor artık çoğu şeye. Babasının takkesini takmaya çalışıyor, görmen lazım..." Gözlerimde küçük bir imam canlanınca kahkaha atmamak için direnmem gerekti. "Sanırım bir de dilediğiniz gerçek oldu..."

"Ne?" dedim anlamayarak.

Ofladı ama bir yandan da gülüyordu. "Oğuz'un en çok tepki verdiği şarkılar rock şarkılar, televizyonda o tarz bir şarkı çalınca çıldırıyor, değiştirdiğimizde ağlıyor." Buna inanamadım ve Oğuz'un omzuma koyduğu başını, ensesini okşayıp alçak sesle kıkırdadım. "Behram bunu fark edince deliye döndü, Hazer'i arayıp onun suçuymuş gibi fırça çekti bir de. Hazer bununla çok eğlenmişti, sana anlattı sanıyordum."

"Anlatmamıştı," dedim neşeli sesle. "Son haftalarda çok gergindi, aklından çıkmıştır muhtemelen."

"Çok içten dua etmiş ki gerçek oldu sanırım."

Muzip şekilde dudağımı kıvırdım. "Temiz kalplidir kocam."

"Bırak şimdi... Dur, alayım Oğuz'u, hâlâ dinlenmiş değilsin." Asaf'ı benden aldı ve terlemiş ensesini silip doğruldu. "Melek'i görecek misin oğlum? Tabii görmek istersin, sallarsın o başını... Bak, uyuyor arkadaşın. Çok tatlı ve güzel, değil mi? Büyüyünce senin en yakın arkadaşın olacak."

Gazel’le ben gibi... Küçükken onunla başlayan yolculuğumuzun bu kadar uzun süreceğini düşünmezdim. Birbirimizi çok seviyorduk ama bir noktada ayrılmak zorunda kalacağımızı düşünürdüm. Fakat öyle olmadı, gidişatını kestiremediğim o yolculuğun sonunda birbiriyle de arkadaş olacak bebeklerimiz vardı.

"Hey, dokunmak yok Asaf, dokunmadan sev..."

Asaf'ın önce tatsız bir ses çıkardığını, sonra ağlamaya başladığını duyunca şefkatle gülümsedim. İstediği olmadığı için biraz öfkelenmiş görünüyordu. Gazel onu derhal beşikten uzaklaştırıp, "Ağlıyorsan hiç bakmak yok," dedi ve odanın çıkışına ilerlerken bana göz kırptı. "Sen de aşağıya gel, yalnız kalma. Bebek telsizini yanında getir, Melek zaten uyuyor, burada yapacağın bir şey yok."

Kafamı salladım ve Gazel gidince yataktan kalkıp yavaşça aynanın karşısına geçtim. Göğüslerim ufak olduğu için sutyen giymediğim çok fark edilmiyordu, bu yüzden dikkat çekmeyeceğinden rahatlayıp komodine ilerledim. Bebek telsizini yanıma alıp beşiğe eğildim, Gazel battaniyeyi Melek'in göğsüne dek çekmişti. Titrek şekilde gülümseyip minicik dudaklarına baktım, dudakları çok hafif aralıktı ve nefes alıp verişini dikkatli baktığımda fark ediyordum.

"Annen aşağıda; acıkınca ağla, geleceğim."

Odadan çıkmadan önce dönüp dönüp tekrar beşiğe ilerledim, kızıma defalarca bakıp öyle çıktım odadan. Ağrılarım olduğundan yavaşça yürüyüp etrafıma baktım, sanırım Hazer de aşağıya inmişti. Basamakları dinlene dinlene indim ve koltukta oturan Mustafa'yla Leo'yu gördüm, sohbet ediyorlardı. Annemi göremedim, gitmediğini ümit edip başımı mutfağa çevirdim ve annemle kocamı orada gördüm. Annem ocak başında bir şeyler yapıyordu, Hazer de meyve yıkıyordu. Benim için bu kadar çok şey yapan insanın olmasına inanamayarak iç çekerken Leo'nun sesini duydum.

"Abla, Melek'i yalnız mı bıraktın?"

Ben ona dönerken annemle Hazer'in de bana baktığını hissettim. Leo bu yaptığımla dehşete düşmüş gibi görünüyordu. Gülümseyip telsizi gösterdim. "Ağlarsa hemen haberim olacak. Hiç onu düşünmeden adım atar mıyım Leo?"

Emin olamamış gibi gözlerini kısınca yürümeye başladım ve Mustafa Kemal'in yanına oturup izin ister gibi hareket ederek saçlarına dokundum. "Sen Melek'i gördün mü?"

Parmağının köşesini ısırmaya başlayıp çekingen gözlerini Leo'ya çevirdi ve Leo ona göz kırpınca tekrar bana dönüp başını salladı. "Gördüm yenge..." Karnıma baktı, bu konuyla ilgili merak ettiği şeyler var gibiydi. "Annem diyor ki, o bana amca diyecekmiş."

"Evet aşkım." Onu kendime çekip sarılınca çekingen şekilde elleriyle oynamaya başladı. "Sen amcası olacaksın, Leo da dayısı. Onu görmüşsün ama sevmedin sanırım, aşk olsun..."

"Çok küçük... Ve bana da benzemiyor, abim bana benzeyebileceğini söylemişti ama benzemiyor, yalan söyledi." Sanırım Melek'in down sendromlu olma ihtimalinden bahsediyordu, bu yüzden Mustafa'ya benzeyeceğinden. "Yürüyemiyor da."

"İlahi Mustafa, ne yürümesi!" Leo gözlerini devirip kolunu Mustafa'nın omzuna attı ve uzanıp yanağından öptü. "O küçük daha dostum, minicik! İleride yürüyecek! Ben çok seviyorum onu, sen nasıl sevmezsin?"

Mustafa Kemal suçlu bakışlarını kaçırınca ona daha sıkı sarılıp kafasından öptüm. "Seviyorum Leo... ama korkuyorum!"

"Melek küçücük, neyinden korkuyorsun?" Leo komik bularak kahkaha atmaya başlayınca Mustafa dargın şekilde bakıp oynadığı ellerine döndü, duyguları benim gibi çok hassastı. 

"Çok küçük olduğu için korkuyorum zaten..."

Leo gülmeye devam edince ona kızgın bir bakış attım ve silktiği omuzlarına hayret edip Mustafa'ya baktım. Kaşlarını çatmış Leo'yu izliyordu. "Boş ver onu Mustafa, serseri oldu senin bu arkadaşın..." Mustafa bu söylediklerimden sonra bana dönüp bakınca sırıtıp yanağını okşadım. "Sen uslusun ve onun küçüklüğünden korkmakta da haklısın, ben de korkuyorum bir şey olur diye, dokunurken bile çekiniyorum."

Mustafa Kemal neden bahsettiğimi anlamış gibi başını hızlı hızlı sallayınca kıkırdayıp kendimi biraz geriye çektim. Leo gülmeyi kesip bize gözlerini devirdi ve elindeki telefona dönüp oyun oynamaya devam etti. Leo, ben onu yetimhanede görmeye gittiğim zamanlarda daha içine kapanık, sessiz bir çocuktu ama son aylarda gerçekten değişmişti. İçine kapanık olmamasından memnundum ama güzel huylarının değişmesini hiç istemiyordum. Elimi uzatıp onun da saçlarını okşayınca kafasını telefondan kaldırıp baktı ve bana göz kırptı. Ah, çapkın...

"Safir'im, anneciğim, al bunu iç." 

Bahar Anne’min sesiyle başımı çevirdim ve uzattığı bitki çayını alırken, "Zahmet oldu anne," dedim, alıştığım bir mahcubiyet hissiyle. "Ne var içinde?"

"Ya bak Safir sana hiçbir şey için kızmıyorum ama şu gereksiz mahcubiyetlerine alınıyorum haberin olsun." Annem ortadaki sehpayı önüme kadar iterken bunu söyledi ve ben de utanıp güldüm. "Merak etme, çok sağlıklı hepsi. Rahatlatıcı papatya çayı ama ambalajlı ürün değil, kendim yaptım." 

Annem karşımdaki koltuğa oturup sevgiyle bana bakarken çayımdan ufak bir yudum alarak Hazer'e göz attım. Dalgınca yıkadığı meyveleri doğruyordu, benim için hazırladığına emindim. Arayan babasıydı, belki konuşma aklını dağıtmıştı. Kivileri soymaya çalışmasına gülümserken çayımı yarıladım ve Hazer kafasını kaldırıp da onu izlediğimi görünce karısı değilmişim de oturduğu sahne koltuğundan kafasını kaldırıp dans ederken bana bakmış gibi heyecanlandım. Bir taşın kuyuya düşüşünü tamamlayışı gibi gözlerimdeki bakışını tamamlayana kadar geçen vakitte kalbim hızla çarptı.

Meyve tabağını getirip önüme bıraktığında yana kayıp ona yanımda yer açtım ama gülümseyip başımı okşadıktan sonra, "Sigara içeceğim yavrum," dedi ve doğrulup bahçeye yöneldi. Meyve yiyip bitki çayını içerken onu ve solmuş çiçeklerle ilgilenen Kerem'i izledim. Biraz sonra konuşmaya başladılar ve Kerem her ne dediyse Hazer gülmeye başladı, ardından kahkaha attı ve neredeyse sigaranın dumanında boğulacaktı ki bu kez Kerem onun haline güldü.

Çayı içtikten sonra kendimi çok yorgun hissettim. Ne olur ne olmaz diyerek Melek'e bakmak istedim ve ayağa kalktığımı gören annem hemen yardımıma geldi. Yukarıya çıkarken kolumdan tuttu, yatağa uzanmama yardım etti. Üstümü örtüp ihtiyaçlarımı sorduktan sonra odadan çıktı. Melek'in telsizini başımın yanına koydum ve yorgun hissederek gözlerimi kapattım. Doğum yaparken hissettiğim dehşet ve acının izleri sanki hâlâ karnımdaydı, bu yüzden uyuduğum sırada biri karnımdan bir şey çıkarıyormuş gibi irkilip sıçradım.

Bir süre sonra uyandım ama hâlâ uyuyormuşum gibi hissettiğimden kendime gelemedim. Gözlerimi ovuşturup doğrulunca Hazer'in abajuru yaktığını gördüm ve kalkıp yere bastım. Akşam olduğunu, bir parça aralık kalmış perdenin kenarından fark ettim ve eğilip Melek'in beşiğine baktım, kızım uyuyordu. Esneyerek gülümsedim ve üşüdüğümü hissedip dolaba ilerledim, ince bir hırka alıp üzerime geçirdikten sonra koridora çıktım. Ev çok sessizdi, herkes gitmiş miydi? Muhtemelen beni uyandırarak rahatsız etmek istememişlerdi.

Leo'nun odasından içeriye göz atınca sadece kardeşimi değil, kocamı da gördüm. Playstation oynuyorlardı ve henüz geldiğimi fark etmemişlerdi. Leo ayaktaydı, Hazer de oturduğu yerden sırıtarak tuşlara basıyordu. Her ne olduysa Leo öfkeyle oyun kolunu attı ve Hazer sesli gülmeye başlayıp ona baktı.

"Her yenildiğinde böyle davranamazsın Leo."

"Sus enişte!"

"La benimle böyle konuşma demedim mi sana?"

Leo yatağın kenarına oturup başını eğdi. "Özür dilerim enişte."

Hazer sırıtıp ona dirsek atınca Leo omuzlarını silkti ve seslice esneyerek kendimi belli edince ikisi de kafasını kaldırıp bana baktı. Onlara gülümseyerek el salladım ve Leo derhal yanıma gelip ellerimden tuttu. "İyi misin ablacığım? Melek'im nasıl? O da iyi mi?"

"İkimiz de iyiyiz prensim." 

Onları odada bırakıp çıktım ve biraz sonra Hazer'in peşime takıldığını hissederek odamıza ilerledim. Odadan içeriye sızarken kapıyı kapatmama gerek kalmadı, Hazer bunu benim için yaptı. Yatağımıza ilerledim ve üzerimdeki hırkayı çıkarıp yatağa attığım esnada Hazer beni elimden tutup banyoya doğru çekti. Işığı yakarak içeriye girdiğinde kirpiklerimin altından ona baktım. Kapıyı, Melek için aralık bıraktı ve benimle duşkabine yürüyüp üzerindeki tişörtü çıkardı. Pantolonunu indirene kadar her şey güzel gidiyordu ama pantolonunu indirince utanmam onun hoşuna gitti. Suyu açarken hareket eden kol kaslarına baktım ve su başımdan aşağıya dökülünce çığlık atıp kıkırdadım.

Halime güldü. "Suyu açtığımı görüyorsun, neye şaşırıyorsun he karım, he?"

Su ılımaya başlayınca memnuniyet duydum ve ıslanan saçlarımı omzuma alırken, "Karım ne Hazer?" diyerek kıkırdamaya devam ettim. "Gel karım, öp karım, ye karım... İnsanlar genelde karıcığım der, karım demez."

"Böylesi hoşuma gidiyor." Açıklamasını yeterli buluyor olmalıydı ki bu konu hakkında başka şey demeden kollarını uzattı ve ellerini fayansa yaslayıp başını önüne eğdi. Sabah duş aldığını biliyordum, bu kez sanırım sadece suyun altına girmek istemişti. Çok yorgun olduğunu tahmin ediyordum, ben de öyleydim. Yanağımı onun omzuna yaslayıp kirpiklerini izledim. Kolu ona dokunduğum için gerilmeye başlamıştı.

"Aşkım?" dedim.

"Hım?"

"Su israfı yapıyorsun."

"Of Mila," diye inleyince sırıtıp parmak uçlarımda yükseldim ve ensesinin altında kısa şekilde duran saçlarından öptüm. Hazer gözlerini açarak bana dönünce dönüp sırtımı tekrar fayansa yasladım. Hazer karşımda durup beni izlerken ıslanan elbiseme bakıp vücuduma ne kadar yapıştığını gördüm. Sutyenim olmadığı için göğüs uçlarım belli oluyordu ve belki bu, belki de bana baktığında gördüğü herhangi bir şey uzak durması hakkında koyduğu birkaç kuralı zorluyormuş gibiydi. Sertçe yutkunup bakışlarını kaçırdı ve kapı aralığından baktı, bir ses var mı diye dinledi ama yoktu.

Gözlerini etrafta gezdirip tekrar kaçamak şekilde bana bakınca, "Ne düşünüyorsun?" diye sordum.

Konuşmak için zamana ihtiyacı varmış gibi bekledi. "Seni her öpmeden önce düşündüğüm şeyleri."

Bu sadece bir anlama geliyor olmalıydı. "Beni öpecek misin?"

Yüzüme düşen saçlarımı çekerken Hazer'in gözlerini yerden tekrar kaldırıp bana baktığını gördüm. Bu öpücüğü diğerlerinden ayıranın ne olduğunu o an anlamadım ama muhtemelen sonra anlayacaktım. Alnına gelen saçlarını başının arkasına doğru itip aksiyon aldı ve bana yaklaşıp yanımda heyecanla titreyen elimi tuttu. Kalbimi de elimle tutuyormuş gibi bir hassasiyetle parmaklarını parmaklarıma geçirerek alnını alnıma koydu. Vücudum çok yorgundu, kırılgan ve hastaydı. Alnını bastırınca kafam arkadaki fayansa yavaşça yaslandı ve iri vücudunu özellikle vücuduma yaslamadan, beni incitmeden dudaklarıma doğru eğildi.

"Seninle olmadan da seni öpebilirim sanırım," diye fısıldadı ve beni öpmeye altdudağımdan başlayarak gözlerini yumdu. Yumuşak, sessiz iniltilerle beni öptü.

Günleri, neredeyse hiç uyuyamadan geçirmeye başladım. Bu, Melek'in evdeki üçüncü gününde başladı ve günlerce devam etti. Çok sık ağlamaya, uyanmaya, sızlanmaya başlamıştı. Sürekli onu beslememiz gerekiyordu ve bu doğrudan benim yapmam gereken şeydi. Gecenin ikisi, üçü, beşi... Öğlenin on ikisi, akşamın yedisi... Neredeyse her saat başı onu beslemem, altını değiştirmem, uyuması için sallamam gerekiyordu. Bazı şeyleri Hazer de yapıyordu; altını değiştirmek, onu sallamak gibi yapabileceği şeyleri. O olmasa, günlerimi yalnız nasıl geçirirdim bilmiyordum. Bir yandansa kendimi her gün daha güçlü, dayanıklı hissediyordum. Anne olmanın ne olduğunu öğreniyordum. Kızım öğretiyordu.

Annem ve Gazel sürekli geliyor, bana yardımcı oluyordu. Melek'i ilk banyo yaptırdığımız gün... öyle korkmuştum ki ikisi olmasa Hazer’le ne yapardık bilmiyordum. Ufacıktı, onu tutmayı öğrendiğimizden bile emin değilken suyun içinde nasıl davranacağımı nereden bilebilirdim ki? Melek benim için dünyadaki en hassas, en savunmasız kişiydi ve elini, ayağını tuttuğumda bile korkuyordum. Gün geçtikçe küçülmesi gereken korkularım ona bağlandıkça büyüyordu.

Melek Yakut artık biraz daha büyümüştü, geçen birkaç hafta içinde büyüdüğünü gözlerimizle görmüştük. Hazer onun birkaç fotoğrafını çekmişti aralıklarla, o fotoğraflara baktığımızda bile belli oluyordu. Vücudum iyiydi, ilk günlerdeki gibi halsiz değildim ama ruhsal olarak sürekli bir tedirginlik, korku içindeydim. Hazer şu sıralar sadece katılması gereken toplantılara katılmak için gidiyordu şirkete, onun dışında benimle kalıyor, imzalaması gereken evrakları Kerem evimize getiriyordu. Zaman zaman ikimiz de çok geriliyorduk, sanırım bunda hissettiğim korkunun payı büyüktü ama Hazer her defasında alttan alıyor, sanırım sinirlendiğimde söylediğim şeylere kulaklarını kapatıyordu.

Şirkete gitmesi gereken günlerden biriydi, muhtemelen birazdan gelirdi. Melek’i dışarıya çıkarmış, dönmesini bekliyorduk. Artık on dokuz günlüktü, vücudu hareket etmeyi öğreniyordu. Elleri sürekli yumruktu, açamıyordu.

Başı omuzumdaydı, yumrukları göğsümde duruyordu ve güneş kumral saçlarına dokunuyordu. 

"Safirciğim, bu çiçekleri dikeyim mi? Sen seversin."

Başımı Kerem'e çevirip yeni aldığı çiçeklere hayranlıkla baktım. "Lütfen. Çok güzel görünüyorlar Kerem."

Göz kırpıp ellerini tekrar toprakla buluşturdu ve çiçeği dikerken, "Melek'im için dikiyorum bunu da," dedi ve dönüp kucağımdaki miniğe baktı. "Hiç sesin soluğun çıkmıyor kız... Gerçi ne zaman çıkıyor ki?"

"Daha on dokuz günlük Kerem, çocuğum sadece uyuyor, yiyor ve içiyor."

"Benim mottom değil mi bu ya? Leo'ya verdiğim tavsiyelere uyuyor, aferin aferin." Ellerindeki kumları ovaladı ve çamurlaşmasına dudak büküp kalktı, buraya doğru koşmaya başladı. "Süreyim mi Melek'e he, süreyim mi?"

Sürmeyeceğini bilsem de kıkırdayarak geriye çektim ve kızımı sıkıca tuttum. "Zıbını bembeyaz, sakın sürme."

Kıkırdayarak ellerini indirirken sitemli sitemli bakmaya başladı. "Aşk olsun Mila... Sürer miyim hiç, kıyar mıyım ben kızıma? Melek, bir amca desene he? Ya da Kerem de. Ya lütfen ilk kelimen Kerem ya da Fenerbahçe olsun Melek, baban kederden bayılsın..." Göz göze geldik ve sanırım aynı şeyi hayal etmeye başlayarak seslice güldük. "Off harika olmaz mı Mila?"

Kızımı rahat ettirmek için göğsümde iyice yer açtım ve minicik burnuna, burnundaki üç tanesi belirgin olan çile bakıp omzumu silktim. "Olmaz Kerem. Hayatını, kocama komplolar kurarak geçiremezsin. Zaten Melek'in kelimesi de anneolacak."

Telefonum çalmaya başlayınca Kerem ondan rica etmeme gerek kalmadan içeri girdi, ellerini kot pantolonuna sürerek kayboldu. Az sonra telefonumla yanıma gelirken, "Gazel'di," dedi. "Ama yetişemedim, kapattı."

"Aa... Bugün Asaf'ın sünneti vardı, hastaneye götürmüşlerdi onu." Behram’la Gazel bunu, Asaf küçükken halletmek istemişlerdi, sünnet düğünü gibi şeyleri de lüzumsuz bulduklarını için Oğuz büyüyüp bundan korkmadan bir operasyonla halletmek istemişlerdi. "Muhtemelen dönmüşlerdir. Oğuz'un canı acımamıştır umarım…"

"Öperler geçer," diyerek sırıttı Kerem ve ellerini yıkamak için eve geçince telefonumu da kendiyle götürdü.

Bu haline gülüp bebeğime döndüm, yüzüne değen güneşin bir sakıncası olup olmadığını düşündüm. Cildi bana benziyordu, çok saydam görünüyor ve çabuk kızarıyordu. Burnundaki, ilk fark ettiğimde sevinçten delirdiğim çillerine bakıp, "Babanın yollarını gözlüyorsun demek?" dedim neşeli şekilde. "Baban senin onu beklediğini bilse uçarak gelir ama arabayı öyle kullanmasını istemeyiz değil mi meleğim?"

Onu, kusmasından endişe ederek çok sarsmadan göğsüme yaslarken sokağa giren arabanın sesini duydum ve heyecanlandım. Melek'i daha fazla dışarıda tutamazdım zaten; polenden, tozdan zarar görebilirdi. Babası tam zamanında gelmişti. Kapıların açılıp kapanma sesini duydum ve sonra kadrajıma girince onu ölçülü sevmeye çalışmak bir hayale dönüştü; onu hep aşırı seveceğimden emin oldum.

Ayakları, bizi görünce yavaşladı ve güneş gözlüğünü çıkarırken bahçe kapısını yavaşça açtı. Üzerinde beyaz tişörtü, altında koyu gri kotu vardı. Saçları esen rüzgâr yüzünden dalgalanıyordu. Kapıyı kapatırken dudaklarının kıvrıldığını gördüm ve elinde bir torbanın olduğunu. Mağaza torbasıydı, sanırım alıveriş merkezine uğramıştı. Tenine benden daha çok değen tişörtüne bakarken bize kadar yürüdü ve önümüzde durup aramızdaki kızımıza baktı.

"Bir kızım olmuş ve işten eve gelmemi bekliyor... Sanırım hayatımın en iyi haline ışınlandım."

Kızımıza uzanamadı ama bana uzandı, dalgalı saçımı kulağımın arkasına sıkıştırıp güneşte belli olan çillerime gülümsedi. Kızımızı ona uzattım. "Seni özledi bence."

Canı sıkılmış gibi oflayıp, "Ellerimi yıkamalıyım aşkım," dediğinde, "Doğru ya," dedim unuttuğum için kendime kızarak. Hazer, Melek'e eğilip güneşte parlayan yüzüne baktı ve öpememenin çaresizliğiyle geri çekilip elini belime koydu. "Eve geçelim, gel."

Başımı salladığımda çiçeklerin arasından yürümeye başladık ve eve girdiğimizde Kerem'in merdivenlerden indiğini gördüm. Hazer'in geldiğini görünce gülümseyip, "Hoş geldin patron," dedi ve Hazer onun omzuna vurup basamakları çıkarken, "Çocuğumu benden çok görüyorsun," diye sızlandı yapmacık bir kıskançlıkla.

"Şirketi bana ver, ben çalışayım, sen de kızının dibinden ayrılma." 

"Neredeyse imza yetkisini sana vereceğim Kerem, biraz daha devam et..."

Hazer'in sesi ve görüntüsü koridorda kaybolmaya başlayınca, "Olacak bu iş," diyerek bana döndü Kerem ve yanağımdan makas alıp yanımdan geçti. "Ben Leo'yu almaya gidiyorum, sonra Bahar Teyze’me götüreceğim onu, Mustafa Kemal'i çok özlemiş..." Başımı salladım, bunları konuşmuştuk dün Leo’yla. "Sonra da Oğuz'un yanına geçeyim, Behram çeyrek almadan gelme dedi ama..."

Kıkırdadım. "Sünnet olduğu için mi?"

"Evet." Sırıtıp sokak kapısını açtı ve deri ceketini portmantodan alıp bana göz kırptı, ben de ona gülümseyip öpücük attım. "Allah'tan Hazer iki ay önce zam yaptığını unutup maaşıma tekrar zam yapmıştı. Alırız bir çeyrek."

"Hemen bunu kocama yetiştiriyorum," diyerek basamakları çıkmaya başladım ve Kerem gülerek evden ayrılınca Melek'e bakıp sırıttım. "Çok komik bir amcan var, onu anlamaya başladığında bence çok güleceksin."

"Çok gülmesin, babası kıskanır."

Hazer'i duyunca başımı kaldırdım, koridordaki banyodan çıkıyordu. Ellerini uzattığında Melek Yakut'u kucaklamak için sabırsızlandığını fark ettim, Melek'i kucağına bırakırken sarsmamaya özen gösterdim. Fakat Hazer onu kucakladığı an Melek onun göğsüne doğru kusmaya başladı, kusarken bile dudakları zor hareket ediyor ve gözleri açılmıyordu.

Hazer sırıtarak tişörtündeki beyazlığa bakarken, "Üç yudum süt içiyorsun, onu da kusuyorsun kızım," dedi ve Melek'i tekrar bana verdi. "Tükürür gibi kusuyorsun bir de, gözleri de hâlâ kapalı kusarken... Çok komiksin Melek."

Hazer sırıtarak peşimden gelirken odamıza girip Melek'i yatağa koydum ve derhal komodindeki hijyenik mendillerden aldım, dudaklarının kenarını sildim. Odadan çıkarken Hazer'in, "İstediğin kadar kusabilirsin babacığım," diyerek gardıroba yürüdüğünü gördüm. "Aman hasta olma da, kus... Ama henüz Kerem'in kucağına kusmadın babacığım, böyle mi konuşmuştuk?" Sanki Kerem'in Melek'i kucağına almasına izin veriyordu da üstüne kusmasını bekliyordu...

Melek'in odasından, gardırobundan bir bezle zıbın aldım ve odaya dönünce Hazer'in tişörtünü çıkardığını fark ettim. Melek'in yanına oturmuş, hayranlıkla onu izliyordu. Oturup üzerindeki zıbını çıkarırken, "Banyo yaptıralım mı?" diye sordu Hazer. "Havalar sıcak, sürekli altına yapıyor, pişik olmasın."

"Çok korkuyorum ona tek başıma banyo yaptırmaya Hazer."

"Tek değilsin, buradayım ya."

"Orası öyle ama... Sonuçta ikimiz de bilgisiziz, annem yardımcı oluyordu..." Bezini çıkardım ve yeni bez kullanırken Hazer'in uzattığı temizleme mendilini aldım. "Gözleri neredeyse hep kapalı, uyuyor, Allah korusun bir şey olsa anlayamam diye korkuyorum."

Düşünceli gözlerle bana bakıp, "Bugünlerde çok korktuğunu hissediyorum," dedi. Korkularımın yüzeye çıktığını biliyordum, bu yüzden görmesine şaşırmadım ama kendimi bu korkuları konuşurken hayal edemiyordum, daha da daralıyordum. Melek'in bezinden sonra zıbınını da giydirirken Hazer onu omuzlarından tutarak bana yardımcı oldu. "Kaygılısın, gözlerine bakar bakmaz anlıyorum. Çok mutlusun fakat gözlerin hep bir tedirgin aşkım."

Melek’in üstüne ince bir pike örtüp ellerimi yıkamak için banyoya girdim ve odaya dönünce Hazer cevap vermememden hoşlanmayarak beni kucağına çekti. "Karım, cevap ver."

"Şöyle söyleme," dedim kaşlarımı çatarak.

"Karım değil misin Mila?"

"Evet ama kimse karısına karım demiyor, bu nasıl bir sesleniş aşkım?"

"O başka kocaların sorunu. Ben sana karım demeyi seviyorum. Sahiplik eki kullanmayı ve karım olduğunu hem sana hem de kendime hatırlatmayı da seviyorum."

Gözlerimi kısıp, "Despot," diye fısıldadım.

Dudaklarını yalayıp hareket etti ve kalkıp ikimizi de ters çevirdi, sırtımı yatağa yerleştirmeden önce başımın altına yastığı çekti. Saçlarım yatak örtüsünün üzerine dağılırken ellerini başımın iki yanına koyup yüzüme doğru alçaldı. "Uzun zamandır ilk kez tamamen yalnızız ve Melek uyuyor."

Bunun ne anlama geldiğini bilsem de bilmiyormuş gibi davranmayı seçip, "O zaman uyuyabiliriz," dedim masumca. "Günlerdir uykumuzu alamıyorduk."

Kafası karışmış göründü. "Uyumaktan bahsetmiyordum."

Dirseklerimi yatağa, ellerimi de yüzüne koyup parmaklarımı kaşlarına bastırdım ve Hazer bunu fark edince bir anıyı hatırlamış gibi daldı. Neyi hatırladığını anlayıp başımı kaldırdım, kaşının kenarından, şakağına yakın noktadan öptüm.

"Kaşlarını almışsın Hazer, verdiğin şekli beğendim..."

Bir anda ağırlığını vermeden kendisini bana sürttü, yazlık elbisem bacaklarıma dolanarak tenime yapıştı ve yanağımdan ısırıp kulağıma alçaldı. "Beni deli etme Mila. Şu espriye son ver. Seni... gerçekten ısırmaya başlarım, yalvarana kadar da devam ederim."

Nefesinin sıcaklığı ve sesinin vahşiliği, sırtımı açıp elini kalbime uzatması gibi bir etki oluşturdu. Belki de bu yüzden vücudunun altında kıvrandım ve dudakları omuzlarıma inerken elleri de elbisemi sıyırmaya başladı. Eli havayı kesip tenime yapışınca gırtlağımdan yumuşak bir ses çıktı ve Hazer'in eli durup ardından daha sert şekilde bacaklarımın arasına ilerledi. Elinin o noktaya yaklaşması için gözlerine ihtiyaçla baktım ve Hazer dudaklarını, omzumda odaklandığı bir çil üzerinde dolaştırırken karanlık bakışlarıyla bana karşılık verdi.

"Uyuyacak mısın?" diye sordu tizleşen sesiyle.

"Hayır," dedim.

Hızla doğruldu ve ben de ona yardımcı olmak için kalktım. Elbisemi çekip çıkardığında altımdaki ten rengi çamaşır takımımla kaldım. Elini göğsümün ortasına bastırıp beni yatağa geri ittiğinde parmaklarımı, gözlerine bakamadan kemerine uzattım. Hazer seri halde nefes alarak ellerimi takip etti ve beraber kemerini çıkardığımızda ellerinin titrediğini gördüm. Nefes nefese parmağındaki yüzüğüne dokundum ve Hazer pantolonu içinden çıkarak üzerime uzanırken, "Vaktimiz çok kısıtlı," dedim boğuklaşan sesimle.

Hızlı hızlı kafasını sallayarak bir elini başımın yanına koydu ve üzerimden uzanıp komodinin çekmecesini açarken dudaklarını alnıma sertçe bastırdı. Buğulanan gözlerim onu takip edince neyi aldığını anladım ve geriye çekilip tekrardan yüzümle aynı hizaya gelirken paketin ambalajını dişleriyle açtı. Bakışları gerçekten kontrolsüz ve hesapsızdı, üstümü çıkardığım saniyeden sonra bir şeyleri kontrol etmekteki gücünü kaybetmişti.

"Ne kadar oldu Mila?"

"Dört ay mı? Galiba o kadar oldu..."

"O kadar zaman geçti ki hatırlayamıyorum artık Mila."

Beni çırılçıplak bıraktı ve kendini üzerime bastırdı. Başımı yana yatırıp gözlerini görmeye çalıştığımda yüzünü yastıktan kaldırarak kısık gözlerini bana çevirdi. Parmaklarımı ensesindeki saçları okşamakta kullandım ve bacaklarımı onun için açtım. Hazer bunu hissedince omuzları kasıldı ve kalbi âdeta ileriye doğru hareket edip benim bile hissedebileceğim şekilde attı. Bir elini bacağıma götürdü ve kaldırıp beline doğru doladı, o saniye onu bacaklarımın tam arasında, olabilecek en net şekilde hissederek dudaklarımı ısırdım.

"Seni gerçekten çok özlemişim."

Hafifçe gülüp dudaklarını kolumun üstüne bastırdı ve nefesini orada bırakıp başını tekrar kaldırdı, üzerimde hafifçe hareket etti. "Ben de Mila.”

Bu yüz ifadesini çok özlemiştim. Benimle beraber olduğundaki mimiklerini, gözbebeklerinin büyümesini, tatlı şekilde dudaklarını ısırıp genizden gelen bir sesle adımı hecelemesini... Bir defada değil, ancak ikinci defa denediğinde söyleyebiliyordu ismimi ve buna bayılıyordum. Alnını alnıma koyup gözlerini sımsıkı yumdu ve vücudumda hareket ederken çok yavaş, hassas davrandı. Ona, yavaş olmasından daha çok zevk aldığımı bir kez söylemiştim ve o günden beri daha yavaştan alıyordu. Ayrıca hâlâ ağrılarımın olmasından da endişe ediyordu.

"Çok, çok güzel kokuyorsun," diyerek aralıklı, ıslak dudaklarını sıcaklamış yanağıma koydu ve inlememek için kendini sıktığını, boğazından çıkan alçak sesten anladım.

Karnım, karnındaki o kaslara sürtünerek beni terletirken dudaklarımı dudaklarına muhtaç şekilde bastırdım. "Vücudun titriyor," dedim.

Gözlerini yumup başını omzuma yasladı ve duygularım o kadar yükseldi ki artık konuşamadım. Vücutlarımız birbirine hasret giderirken kollarımı boynunda tutup onun gibi gözlerimi kapattım. Ağırlığını, nefesini, alçak seslerini, ellerinin vücudumdaki telaşlı dokunuşlarını… Hepsini aklıma kazıyordum.

Dakikalar sonra onun yanında, gözlerinin içine bakarak uzanırken dudaklarımda gülümseme oluşmuştu. Yanaklarım kızarıyordu. Kollarımı faydasız şekilde kendime doladığımda Hazer başını çevirip gün ışığındaki çıplak vücuduma bakarak iç çekti. "Aklımda bu yoktu," diye fısıldadı, kötü bir şey yapmış gibi.

"Birdenbire oldu," dedim, sesim gittikçe kısılıyordu.

Elini uzattığında tereddütsüzce tuttum ve yüzüklerimiz değince güldüm. Beni ayağa kaldırdı ve banyoya doğru çekmeye başladı, içeriye girdiğimizde dönüp göz kırptı. Saçlarımı göğüslerime döktüm, sevişmiyorken çıplak durmak hâlâ garipti. Duşkabine girdiğimizde suyu açtı ve saçlarım ıslandıktan sonra şampuana uzandı, saçlarımı yıkarken benim kollarımı kaldırmama bile izin vermedi. "Ben yaparım aşkım," dedi ve yaptı. 

Kapı, Melek ağladığında sesini duyabilmemiz için açıktı. Henüz sesini duymadığımız için rahattık ama yemek yerken bile aceleyle yiyorduk, onun yanına dönebilmek için. O yüzden duştan, ikimiz de yıkandıktan sonra çıktık ve odaya geçtik. Çarşafı toplayıp yatağı düzelttim ve dolabımdan, ince kumaşı olan bir mavi elbise çıkarıp giyindim. Hazer saçlarını tararken bana aynadan göz kırptı ve ben gülümserken yanıma gelmeye başladı. Giydiğim elbisenin sırtındaki iplerini, tenimi acıtmadan bağladı.

"Böyle, sutyen giymeni gerektirmeyen elbiselerden giysene, acımaz işte göğüslerin."

"Si. Bu elbiselerin göğüs kısımları sutyen gibi zaten, o yüzden gerek görmüyorum."

"Fark ettim aşkım.”

Keyifli şekilde bir düğüm attı iplere ve eğilip açıkta kalan sırtımdan öptü, sonra geriye çekilip beşiğe ilerledi. Saçlarımı düzelttim, hava sıcak olduğu için kurutmaya gerek görmeden arkamı döndüm, Hazer’e arkasından sarılıp çenemi omzuna koydum.

Birlikte kızımızı izlerken, "Küçükken bir kızın olsa ne ismi vermek istemiştin?" diye sordu bana.

Hiç böyle bir hayal kurmadığımı nasıl söyleyeceğimi düşündüm. "Bir kızım olmasını hiç istemedim, o yüzden isim de düşünmedim."

"Neden istemedin? Öyle hayaller kuracak birisin sen Mila."

"Kız çocukları için iyi bir dünya değil burası." Arkamı dönüp makyaj masasına ilerledim, Hazer'in getirdiği torbayı açıp bakınca iki ayrı kutu olduğunu gördüm. İkisini de çıkarırken, "Bunlar ne?" diye sordum.

Yanıma oturup kutuları elimden aldı ve yanağımdan yumuşakça öpünce neye duygulandığını anlayıp hafifçe gülümsedim. Kalkıp odanın çıkışına ilerlediğinde gülerek peşine takıldım. "Kutularda ne var aşkım? Söylesene…"

"Ne kutusu olduğunu anladın Mila, mütevazılık yapmayı bırak şimdi..."

Basamakları onunla indim ve Hazer kutuları sehpaya bırakıp kendine bir kadeh içki alırken ben de koltuğa çöküp kutulardan kırmızı kadife olanı açtım. Parıl parıl bir kolye gözüme çarptı ve ışıltısı gözlerimi kamaştırdı. Hazer karşımdaki koltuğa oturup şarabını içerken kolyeyi kutusundan çıkarıp, "Bu Melek için mi?" diye fısıldadım. "O daha küçücük, ona nasıl mücevher alırsın?"

"O küpeler yakut," dediğinde kolyenin ucundaki kibar kırmızı parıltıya baktım. "Herhalde şimdi takması için almadım Mila. Gördüm, beğendim ve bu sebepten aldım."

"Nasıl da mütevazısın." İmalı şekilde güldüm ve o bana göz kırpınca kolyeye âşık olduğumu hayran bakışlarımla gösterip onu gülümsettim. Bunu seneler sonra takabilirdi ama Hazer'i, Melek'e bir şeyler almak konusunda durdurmak neredeyse imkânsızdı. Kolyeyi kutusuna geri bırakıp diğer kırmızı mücevher kutusuna uzandım ve onun istekli bakışları altında o kutuyu da açtım. Beni, bu kez kırmızı kırmızı parlayan bir çift küpe karşıladı. Bunun da Yakut olduğunu anladım ve iç geçirerek Hazer'e döndüm. "Hazer..."

"Ne? Doğum hediyesi. Araba almama izin vermiyorsun, o kadar olsun."

"Ben de sana babalık hediyesi alabilir miyim?"

Düşünüyormuş gibi tavana baktı ve kafasını arkaya yaslayıp kadehi elinde çevirdi. "O kadar acıyı ben çekmedim Mila."

"Olsun, sonuçta baba oldun."

Küpeleri çıkarıp yakından bakarken ışıltısının gerçekten gözlerimi aldığını hissettim. Hazer'in aldığı hediyeler karşısında eskisi kadar mahcup olmuyordum, ben de ona bazen gömlekler, parfüm veya kol düğmesi alıyordum. Kerem, Hazer'in giydiği markayı söylediğinden beri böyle ufak hediyeler almak hoşuma gidiyordu. Küpeleri kutusuna geri bırakıp kalktım ve sehpanın yanından dolanıp onun önünde durdum, kucağına yan şekilde oturup dudaklarından öptüm. "Gracias mi amor."

Beni kucağında tuttu ve sehpanın üzerindeki bebek telsizine bakıp ardından bana döndü, saçlarımdaki kurdeleye uzanana kadar gülümsedi. Ve o kurdele çözülüp onun iri avcuna yerleşince, "Melek'in kurdelelerini de alacak mısın?" diye sordum.

"Bu yalnızca sana özel."

Omzuna yaslandım ve Hazer cebine uzanıp cüzdanını çıkarınca düşündüğüm şeyin olup olmayacağını merak ettim. Cüzdanı açıp içinden kimliği çıkarınca da hevesle parmaklarından kaptım. O, halime tebessüm ederken ben de omzuna yaslanarak Melek'in kimliğine uzun uzun baktım. 

Adı: Melek Yakut Dalgakıran. 

Anne adı: Safir Mila Safkan Dalgakıran.

Baba adı: Hazer Han Dalgakıran.

Doğum tarihi: 27 Temmuz 2022

BÖLÜM SONU.