0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

5. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

Keyifli okumalar.🤍

5.BÖLÜM

“Sen gerçek bir haydut musun?" diye sordum, gecenin içinde parlayan keskin kılıca bakarken.

"Evet Hare," dedi Victor, kalın sesiyle. "Gerçekten haydutum."

Hımm. Demek öyleydi, hakkında yanılmamıştım. O bir hayduttu, insanlara, en azından insanların bir kısmına zarar veriyordu. Çok öncelerden, ben bir beş yaşındayken cadı annem bana haydutlardan uzak durmam gerektiğini söylemişti. Ehemmiyetimi, sıhhatimi düşünüyorsam onlardan uzak durmalıymışım. Çünkü onlar acımasız olurlarmış, insanların kalplerini kırarlarmış, kimisini de öldürürlermiş. Victor gerçek bir haydut olduğunu, hiç düşünmeden önümde bir adamın elini keserek ispat etmişti.

Tüm bu talihsizliklerin yaşandığı yerden az ileride, bir ağacın dalı altındaydık. Victor geniş, bir elden daha büyük duran yaprağı almış, kılıcındaki kan damlalarını temizliyordu. Yüzünde, bu haltı her gün yiyormuş gibi bir resmiyet, sıradanlık vardı. Ay dede sağ olsun, yüzü biraz parlıyordu da onu görüyordum. Atı hemen onun yanındaydı, mendebur gibi kişneyip duruyordu. Ben de örtümü ellerimde tutuyor, yanımdaki geyiğimle beraber dikiliyordum. Ormanın, doğanın gürültüsü bizi yalnız bırakmıyordu. Yanımdaki ağacın üzerinde sayısız ateş böceği vardı, seslerini duyuyordum. Kendimi bazen büyücü kadının anlattığı bir masalın içinde hissediyordum, sadece... o masallardaki gibi sarı saçlarım, mavi gözlerim yoktu.

"Peki bana zarar verir misin?" diye sordum, yanağıma değen saçımı çekerek.

"Cık."

Kılıcı hafifçe kaldırdı, aya doğru tuttu ki görebilsin. Kan lekelerinin bir kısmı çıkmıştı ama hâlâ kırmızı rengi görüyordum. Saçımı parmağımda çevirirken, "Niye vermiyorsun zarar?" diye sordum.

"Canım istemiyor."

"Yaaa..." demek canı istemiyordu, bence haklı bir sebepti. "Peki ona neden zarar verdin?"

"Canım istedi."

Bu da çok makul bir sebepti.

Ben de her şeyi canım istediği, dilediği şekilde ve zamanda yapardım. Hiç kural, yasak, laf dinlemezdim. Acaba ben de mi bir hayduttum? Lakin kimseye kılıç sallamamıştım. İyi olmuştu o pis herife, bir daha masum olan kimseye el süremeyecekti.

"Benim de canım sana bir daha ok fırlatmak istiyor," dedim. "Fırlatabilir miyim?"

"Bak sen şu işe," diyerek aniden başını kaldırdığında kara kara gözler nefesimi kısa bir an kesti. İri gözleri vardı, bir de onları açtığında korkunç görünüyordu. "Benim de canım aniden sana zarar vermek istedi."

Kaşlarımı çattım ve elimdeki oku sıkarken ona kötü kötü baktım. Benimle böyle konuşmaya hakkı yoktu, kimse benimle konuşurken ileriye gidemez, beni huzursuz eden şeyler söyleyemezdi. Victor'un bakışlarına çöken karanlık, uçuşan saçlarımı izlemeye dalmasıyla beraber hafifledi ve bana bir adım gelerek çenesini dikti. "Senin kimseden korkun yok mu?"

"Ben korunuyorum." Bir anda uzandım, üzerimdeki keten gömleğin bir iki düğmesini açtım ve boynumdaki cevşenimi ona gösterdim. "Bunun beni koruduğuna inanıyorum."

Kara gözlerini yüzümden aşağısına indirdi, boynumdaki siyah ceşvenime bakarak dudağının bir tarafını büktü. "Koca karı şeyleri," diyerek bakışlarını tekrar gözlerime çıkardı. Biraz daha kızmış görünüyordu. "Kimsenin yanında gömleğini böyle açma."

Ayağımı yere vurdum. "Nedenmiş o?"

"Bir el daha kesmemem için!"

"Haydut."

Gözlerinin siyah olduğuna bakmayın, bazen alevleri görüyordum. Yaşadığına da bakmayın, kalpsizmiş gibi bakıyordu.

Asabi bakışlarını çekerek ağaçtan bir yaprak daha aldı, sertçe kılıcında kalan son damlaları sildi. Kılıcı pek bir değerliydi herhalde. Kılıcını tamamen silip pantolonun kenarındaki, daha önce hiç görmediğim yere koydu. Sonra ellerini üzerindeki gömleğe attı, yakalarını düzeltip ellerini de pantolonuna sildi. Ne iri omuzları vardı, utanmaz herif, benim iki katım kadardı. Dudağımı ısırdım ve parmaklarımla gömleğimin düğmelerini kapatarak geyiğime döndüm. "İyi misin?"

Iksırdı.

"Aptal geyik," deyip elimdeki oku kaldırdım, onu hedef aldım. Başını eğdi, beni kaale bile almadı! "Bana cevap ver artık, seni vururum!"

"Şişirme başımı," dedi o sırada Victor ve bir an sonra yanımdan geçti. Başını mı şişiriyordum, daha bir şey bile yapmamıştım! Ağzından da kötü laf düşmüyordu, sürekli bana kızıyordu. Beyaz atının yelesini elinin içiyle okşayıp bir anda yükseldi, kendini atın üzerine attı. Gidiyor muydu? Aptal Hare, gidiyordu işte. Gözlerimi kırpıştırıp saçlarımı başımın arkasına doğru ittiğimde, "Yaklaş," dedi. Atın üzerinde görkemli görünüyordu, hükmedici ve hayduttu. Ama elini bana doğru uzatırken... pek bir kibardı. Yer yer kan lekelerinin olduğu eline baktım. "Yaklaş da yuvana götüreyim seni."

"Cık."

Victor önce gözlerime baktı, sonra sinirli bakışlarıyla yüzümü kuşattı ve bir an sonra atından hızla indi. Vakti bile hesap edemedim, karşımda dikilip beni belimden yakaladığında hayretlere düştüm. Sert, hükmedici elleriyle ayaklarımı yerden kaldırdı ve bedenimi atın üzerine konumlandırdı. Beni atın üzerine koyduğunda ellerim şaşkınlıkla atık üzerine yerleşti ve Victor'da kendisini yukarıya atarak arkama yerleşti. Bir insanın bana yaptığı bu şeye karşı öyle şaşırmıştım ki, Victor elinin birisiyle karnımdan tutup beni sertçe göğsüne yapıştırdığında karşı koyamadım. Okum elimde titriyordu. Elinin ayasını karnıma sertçe bastırıp çenesini saç diplerime koydu. "Nehirde mi yıkanıyorsun sen, yosun kokuyorsun?"

İğrenç.

Sahiden yosun mu kokuyordum?

"Ben..."

"Şşşt," diyerekten elinin ayasını karnımda dolaştırdı ve atın toynağına vurdu, at kişneyerek ileriye koştu. "Çok konuşan insan sevmem!"

"Sevgine ihtiyacım varmış gibi görünüyorsam bir şifacıya görün, gözlerine baksın."

Önce, ona söylediğim bu kelamlara sessiz kaldı, sonra genizden gelen bir kısık gülme sesi çıkardı, nefesi ensemi yaktı.

Ellerimi atın üzerinde kaydırıp elimdeki oku daha sıkı tutmaya çalışırken, adım seslerinin peşimden geldiğini duysam da kendisini görmek için başımı geyiğime çevirmeye yeltendim. Çenesi başıma daha sert sürtündü ve arkama dönmemle beraber eli sıkılaştı. "Yavaş," dedi bana. "Atın üzerinde böyle pervasızca hareket edilmez!"

"Düşersin umarım," deyip gözlerimi arkamızda gelen geyiğime çevirdim. Koşuyordu, benimleydi. Ona gülümsedim ama tabii ki karanlıkta görmedi.

Tekrar önüme dönerken, bir elimi de kaldırıp suratıma çarpan saçlarımı düzelttim. Atı çok hırçın kullanıyordu, sanki ata bir şey olacakmış da bizi üzerinden atacakmış gibi hissediyordum. Sanırım atına böyle hareket etmeyi öğretmişti, hızlı gittiği için hiç sızlanmıyor, şikâyet etmiyordu; hatta ayağıyla daha hızlı gitmesi için vurup duruyordu hayvana. Hayatımda bundan öncesiye kadar hiç ata binmemiştim, yalnızca yakınından geçmiştim. Korku... Bu duygunun insanı bir yere götüremeyeceğini, ancak geriye iteceğini düşünürdüm. Ne zaman da korkuyu hissedecek olsam kendime mani çıkardım. Korku hiç elzem bir duygu değildi. Çünkü sen onu hissetmesen de hissetsen de her şey nihayetinde olacağı yere varacaktı.

Atı obanın sonuna doğru sürdü ve nihayet o köprüye yaklaştı. Haydut, demek bu köprüyü biliyordu. Daha önce geçmişti, nereye gitmişti ki? At bu köprüden geçebilecek miydi? Çok dayanıklı bir köprü değildi. Atın ayakları asma ahşap köprüye çıkınca ister istemez kendimi sıktım. Düşüp bir yerlerimi sakatlamak istemiyordum, şifacıya gidecektim ve o kadında canımı yaka yaka beni iyi edecekti. "Yavaş git," dedim ata, omuzlarım bu haydutun gövdesinin altında kaldığı için pek hareket edemiyordum. "Okumla vururum seni."

"Sen başka tehdit bilmez misin?"

Sesini duyunca dudağımı dişleyip omzumu silktim ama omzum onun omzuna çarpmış bulundu. Eli, atın boynundaki yelesini tutmak için vücudumun iki yanından geçmişti ve kollarının içi belime sürtünüyordu. Vücudu çok sıcaktı, acaba bunun için bir şey mi yapıyordu? "Bir de sana büyü yaparım diyorum," dedim kısık bir sesle.

At birazcık yavaşladı, belki yorulmuştu. Onun da bir canı, hızlanan kalbi vardı nihayetinde. Asma köprünün ortasından yavaşça geçerken, "Hımm," dediğini duydum, daha az aksi bir sesle. "Ne büyüleri yapabiliyorsun?"

Sırtımda onun göğsünü hissediyordum, acaba yarası geçmiş miydi? Eğer yarası geçmediyse böyle hareket etmemeliydi, yine kanardı. Acaba yarasına bakmayı istediğimi söylesem ne derdi, uygun olur muydu? "Cadının öğrettiği büyüleri tabii ki," dedim, aksilik etmeden. Kalbim yine hızlı atmaya başlamıştı, Tanrı bu duruma bir el atmalıydı. İnsanları yaratmıştı, neden birbirleriyle konuşurken kalplerini böyle attırıyordu ki? Bunda bir iş vardı. "Ormanda böyle bir tane eflatun renginde meyve vardı. Ama ne olduysa o ağaç artık meyve vermiyordu. Ben de çok üzülmüştüm, cadıma söyledim. O da bana büyü yapmasını öğretti. Biliyor musun ertesi gün o ağaç meyve vermişti."

"Koca karı işleri," dedi bir daha, hikâyemden pek etkilenmemiş gibiydi. Çenesini saçlarımda kaydırdığını hissettim. "O meyveyi çok mu seviyorsun?"

"Geyiğim seviyor. Onun için yaptım o büyüyü."

"Geyiğini çok seviyorsun herhalde?"

"Çok da değil," dedim. Çok sevdiğimi söylersem haydut geyiğimi bir daha bana karşı kullanmaya kalkışabilirdi.

"Ben bir öldüreyim o zaman bu geyiği, pek elzem değil?"

Haydut!

"Nedenmiş?"

"Canım istiyor."

"Canım çıksın."

"Ağzından yel alsın."

Gözlerimi kırpıştırdım. "O ne demek ki Victor?"

Bir an yaslandığım vücudunun kasıldığını hissettim, kötü bir şey de dememiştim ki? Soğuk rüzgâr kirpiklerimi gözlerimin içine doğru batırarak canımı yakarken, vücudu eski halini aldı. "Buradan uzaklara gitmiştim, bir arkadaşım olmuştu. O bana bu cümleyi kurmuştu, ne anlama geldiğini biliyorum ama sana açıklayamam."

"Tamam, mümkün olduğunda açıklarsın."

Durduk yere cadı olmamın bir lüzmu yoktu, bazen bunak gibi davrandığımı da hissediyordum. Herhangi bir insanla nasıl konuşulur onu da tam bilmiyordum, kendimi kollama iç güdüsüyle sert sınırlar çiziyordum. Sonuçta o hayduttu, belki benim de kalbimi kırardı.

"Hare?"

"Hımm?"

"Bana bir daha Victor de."

Neden böyle bir şeye ihtiyaç duyuyordu, ismini ilk kez duyuyor değildi ya. Elinin birisini atın yelesinden çekip tekrar karnıma koyduğunda düşmemem için yaptığını var sayıp ses etmedim. Lakin garip bir hisle karnımı içime doğru çektim. "Niye, canın mı istiyor?"

At, asma köprüden inip ormanıma, yuvama karıştı. "Çabuk öğrendin."

"Söylemeyeceğim!"

Bir şey demedi, çenesini başıma vurup atı yavaşlattı. Zaten az sonra da kendisini geriye çekti, kafasını çevirip civarına baktı.

"Victor?"

İrkildi, ben ona bakarken o da kafasını tekrar bana çevirdi. Gözleri karaydı ama gökyüzü gibiydi de, etrafında böyle bir sürü bir sürü ışık parıltısı vardı. "Söyle?"

"Şuradan." Elimle ilerideki, iki yaşlı ağacın arasındaki yolu gösterdim. "Gideceğiz."

"Biliyoruz herhalde!"

Ayı.

Sinirle başımı önüme çevirdim, oku parmaklarımın arasında daha sert sıkıp sertçe soludum. Benimle böyle üstten üstten konuşmaya devam ederse onu ikinci kez yaralamaktan hiç çekinmezdim! Çenemi yukarıya diktim, gözlerimle de geyiğimi kontrol ettim. Üzerinde durduğumuz at, onun ayağını vurmasıyla beraber bir daha hızlandı ve hep bildiğim yollara girdi.

Lakin bildiğim yollardan devam etmedi, ormanın daha ağaçsız, topraklı yollarına saptı. Beni evime götüreceğini sanıyordum ama sonra evimi ne bilsin, diye düşündüm. Herhalde bilmiyordu, ben de hiçbir şey dememiştim. Toynağın vuruşlarıyla beraber yerden kalkan kumlar gözlerime girerken, "Beni evime götürmeyecek misin?" diye sordum.

"Bana nerede yaşadığını söyledin mi ki?" diye çemkirdi.

Bu haydut benim bilmediğim bir dilde konuşuyordu. Muhtemelen ayıca.

"Ayılarla daha az arkadaşlık et," dedim ona, duyup duymamasıyla çok da alakadar olmadan.

"Hare... Neden bu kadar çok kelam ediyorsun Hare?"

Omuzlarımı silktim ama omuzlarım bir daha onun vücuduna çarptı ve o da elinin ayasını karnımın içine daha sert bastırıp anlamsız birkaç nara attı. Aslında ona pek de güvenmiyordum, cadının evini gösterirsem kötü olabilirdi; kendi ağzıyla söylemişti bir haydut olduğunu. Üstelik cadı bu haydutu görürse kafama yine vururdu, bir de büyü karıştırabilirdi. Ne yapmam daha doğru olurdu acaba? Beni bir yerde indirmesini isteyip yoluma yalnız gidebilirdim. Tabi, o da atını kendi yoluna sürerdi. "Beni bu civarda indirebilirsin," dedim, okumu sıkı sıkıya tutarak.

"Hayır," dedi bana, çok net bir sesle. "Seninle işim var."

Bu ne demekti şimdi? Ne işinden bahsediyordu? Olamazdı, ben izin vermeden hiçbir iş olamazdı. Çok kızmış hissederek başımı arkama çevirdim, onun da kara hareleri böylelikle beni bulmuş oldu. "Biz birbirimizi tanımıyoruz bile, benimlen hiçbir işin olamaz!"

Burnundan iki derin nefes aldı, gözleri daha bir isyankâr baktı. Ayağıyla atın karnına hafifçe vurdu ve at yavaşlarken, "Doğru diyorsun," dedi. Sesi kaba ama yavaştı. Sanırım kendi ses tonu buydu, bilerek kaba konuşmuyordu benimle. "Birbirimizi tanımıyoruz ama bugün senin hayatını kurtardım, bana borçlandın!"

Aniden kafamı arkaya yatırıp gülmeye başladığımda Victor'un bozguna uğradığını hissettim. Saçlarım belimde salınırken kahkahamın sesi ormanın içinde çınladı. Geyiğim kafasını kaldırıp da bana baktı. Gülmeliydi bence, çünkü duyduklarım oldukça komikti. "Hayatımı sen mi kurtardın? Yanılıyorsun haydut Victor! Sen bu gece yalnızca oradan geçtin, ben canımı Tanrı'ya borçluyum!"

Gülmem sinirlerini bozmuş gibi bir anda kolumdan tuttu ve yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Bu kez ben bozguna uğradım, böyle şeyler yapmaya nasıl cüret ederdi? Nefesini yüzümde hissedince gözlerimi kırpmaya başladım. Onun kara hareleri de bana bir tuhaf baktı ve ardından, "Peki, senin dediğin gibi olsun," dedi. Hırçınca soludu. "Yine de belki bana bir iyilik yapman lazım."

Sesi artık gür değildi, daha kısık sesle konuşuyordu. Bir yandan da beni sıkıca tutuyordu ki atın üzerinden düşmeyelim. Sakin olmaya baktım, yüzümü geriye doğru iterek, "Bana muhtaç mısın?" dedim eğlenerek.

Elinin ayasını karnıma bastırdı ve gözlerinden kıvılcımlar saçıldı. "Hare!"

"De bakalım." Bu yabancı adam karşısında dilimin duracağı yoktu, hiçbir sataşmasını karşılıksız bırakasım da. "Neden sana iyilik etmemi istiyorsun?"

"Benim, görmeyi beklediğim birisi var," dedi daha kısık, anlayabileceğim şekilde. Öküz gibi bağırmayı kesmesine sevinmiştim. "Onun da evden çıkması gerekli görmem için. Sen yardım edersen, bir arkadaşı olduğunu söylersen onun evden çıkmasına yardımcı olursun. O da benimle görüşür."

Elimi bir an yüzüme uzatasım geldi, neredeyse derimdeki nefesi yoklayacaktık. "Kimi peki?"

"Bir kadın," dedi bana. Kara gözler bir başka parladı. "Onu görmem gerek. O kadını görmem gerek."

Yaa.

Rüzgârdan acıyan gözlerimi kırptım. "Niye ki?"

Tek kaşını kaldırdı, sanki söylediklerimi tartıyor gibiydi. "Neden olacak. Bir erkekle bir kadın neden görüşürse o sebepten."

Merakla dudağımı büktüm. "Soyunacak mısınız?"

Herhalde bunun için görüşüyorlardı, ben ne bileyim ne için görüştüklerini! Victor'un kara gözleri hafifçe büyüdü, sanki bu kelimeleri duymaktan yana çok şaşkındı. Dudaklarını kapadı ve sonra tekrar açtı. "Neden hiçbir halt bilmiyormuş gibi konuşuyorsun benimle! Böyle açık seçik konuşmanın uygunsuz olduğunu hiç mi bilmiyorsun!"

"Ayıcaya bağladın, şu an seninle iletişim kuramıyorum," diyerek önüme döndüm.

"Sen beni göğsümden vurdun, bense bu gece senin hayatını kurtardım." Kelamlarında itiraz edecek bir şey yoktu. Esasen haklıydı. Lakin pek umurumda değildi. "Bunun karşılığında ben de senden bir iyilik istedim. Şeref sözü, benim için bu iyiliği yaptıktan sonra seni tekrar ormana getireceğim."

Aksi birisi değil, normal birisiymişim gibi düşünmeye çalıştım. Hakikaten dediği gibi olmuştu, onu yersiz yere vurmuştum, oysa bana hiçbir zarar vermemişti. Haydutum diyordu ama diğerlerinin yapabileceği şeyleri yapmamıştı. Kimseye bir iyilik yapmamıştım, bunun nasıl hissettireceğinden bile habersizdim. Demek bir kadınla görüşmek istiyordu, bir erkekle bir kadının münasebeti hakkında. Böyle şeyleri bilmezdim. Aşk kelimesini bile yeni öğrenmiştim. Acaba... Victor o kadını seviyor muydu? Hasretine mi dayanamamıştı? Ben mi onları görüştürecektim?

"Canım istemiyor," dedim ona, yalan dolan etmeden. "Üstelik yoluna çıkmasam sen zaten gidiyordun. Yine yalnız git. Beni hiç alakadar etmez!"

Arkamda sesli bir soluk aldı. "Lütfen?"

Bak şimdi, neden böyle demişti ki? Uğursuz bir cevap daha verseydi, ben de aksiliğime devam ederdim. Lakin şimdi... Demek o kadın kendisi için çok önemliydi, onu görmek için haydutluğuna kenara bırakmıştı. Elimdeki oka baktım ve at tekrardan ilerlemeye başladığında başımı azıcık öne doğru eğdim. "Bana bir şey yapmayacaksın değil mi?" diye sordum.

"Cık."

O halde gidebilirdik, yardım ederdim. Üstelik eve dönüp ne yapacaktım, belki bir insanla daha tanışabilirdim. Kadın... Kimdi ki acaba? Hakikaten Victor'un karısı olacaktı belki. İyi bari, gömleğini o çitilerdi. Başımı salladığımda Victor atın karnına hafifçe vurdu ve at uzun uzun, geniş yapraklı, büyülü güzellikteki ağaçların arasında hışımla yol aldı.

Ormanın bir tarafında böyle bir oba vardı, diğer tarafındaysa bir köy. Ben hiç o yöne gitmemiştim, cadı gidersem sihhatim için iyi olmayacağını söylemişti. Fakat Victor gitmiş gibiydi, çünkü atı kendinden emin sürüyordu. Ben sabahın körümde uyanıp şafağı bekleyen kızdım, aşkam çöktüğünde hemen uykum geliyordu. Gözlerimin kapanmak üzere olduğunu hissettiğimde yorgun başımı azıcık daha arkaya yasladım, onun geniş omzuna koydum. Madem ben ona bir iyilik ediyordum, o da bana bu iyiliği borçluydu. Omzu kuş tüyünden yastığım kadar rahat değildi ama kafamı havada tutmaktan daha iyiydi. Gözlerimi tamamen kapayıp yanağımı omzuna yerleştirdim ve ona iyilik yapmak için gideceğimiz yere varana kadar uyudum.

Bir vakitten sonra beni daha sıkı tutmaya başlamıştı.

Sonra ne kadar zamanın geçtiğini anlayamadım ama omzumdan aldığım darbelerle gözlerimi açtım. Önce kapkaranlık gökyüzünü gördüm, öyle ki gözlerimin kapalı olmasından bir farkı yoktu. Sonra boynumda ağrı hissedip başımı kaldırdığımda Victor'un yüzü gözlerimin önüne girdi. Gözlerini göremiyordum ama tenime zayıfça vuran nefesini hissediyordum. At hareket halinde değildi, sanırım varmıştık. Başımı kaldırdım ve Victor'un tam anlamıyla göremediğim yüzü çekildi. Ben dengemi sağlarken kendini aşağıya atıp elini bana uzattı. Gözlerimi kırpıştırıp bu karanlığa alışmayı bekledikten sonra elimi ona verdim ve yardım etmesiyle birlikte attan indim.

"Ben... Şimdi ne yapacağım, sana nasıl yardım edeceğim Victor?"

Elinin içi sıcacıktı, benimse tenim epey soğumuştu. Şalım yoktu, okum elimdeydi ama şalım yoktu. Başımı ata çevirdim ama karanlıkta bir şey göremedim, saçlarımı saklamadan kimsenin karşısına geçemezdim. Atımın arkasında nefeslenen geyiğimi görürken, başımda bir sıcaklık hissettim ve tekrar Victor'a döndüm. Gözlerim karanlığa alıştığından şimdi yüzünü görüyordum. Örtüyü başıma örttü. "Uykun da ne derinmiş, atın üzerinden düşsen de yerde uyumaya devam edecektin herhalde."

Hiçbir kelam etmeden elimdeki oku kaldırdım. Tehditi aldı ve görebildiğim tek şey beyaz dişlerinin karanlıkla görünmesi oldu.

Haydutu eğlendiriyordum galiba.

Örtümü örtünce ellerini yavaşça çekti. Kaba sabaydı ama elleri pek yumuşaktı. Başını karanlıkta hafifçe çevirdiğinde ben de aynısını yapıp ileriye baktım, bizim büyülü evden bile daha büyük bir ev gördüm. Civarında başka hiçbir ev yoktu, bizi nereye getirmişti böyle? "Burası neresi?"

"Korktun mu?"

Korktum desem pek bir mesut olacak gibiydi. Geriye çıkıp eteğimi tuttum. "Hiç de bile!"

Önümden geçip atının başını okşadı, sanki anlayacakmış gibi ona birkaç şey dedi. Eğilip geyiğimin boynuzuna vurdum. "Sen de sakın korkma! Korkak bir geyikle yaşayamam."

"Gel." Haydut beni dirseğimden tutunca kalkmak durumunda kaldım. At ve geyiğim arkamızda kalırken ilerideki eve yürümeye başladık. Okum elimde duruyordu, birisi bana bir şey edecek olursa tam kalbinden vururdum. Victor kendinden pek emin adımlarla eve doğru ilerlerken ben de civarımıza baktım. "O kız... burada mı yaşıyor?"

Bana ses vermedi! Kaba herif! Ona iyilik yapıyordum, benimle doğru düzgün konuşmalıydı. Başımı çevirip kötü kötü suratına baktım, kalkık duran burnuna kaş çattım. Yüzü önceki seferde olduğu gibi pürüzsüzdü. Herhalde sakalı sevmiyordu. İnsan bağrını kapatırdı, yakası paçası açık geziyordu. Beni o eve doğru çekiştirip tahta kapısı önünde durunca, "Niye ağzını açmıyorsun?" dedim meraklanarak. "Nereye geldik? Hani kadını çağıracaktım? Bu evde mi yaşıyor? Deli herhalde, seninle buluştuğuna göre..."

"Dedi, sabahtandır omzumda yatan kadın." Başını bana çevirdi, kara gözler bir yere esir olmuş gibi kederliydi. Kaşlarını hızlıca çattı. "Yalan söyledim, kimseyle konuşmayacaksın. Yalnızca ben dönene kadar bu evde kalacaksın."

Yalan mı? Bu kelimeyi duymuştum ama... anlamını bile doğru dürüst hatırlamıyordum. Bana yalan söyleyeceğini neden hiç düşünmemiştim ki acaba? Aklımın ucundan bile geçmemişti böyle olabileceği. Gözlerimi kırpıştırdım, neden yalana başvurup beni kandırmıştı ki? Yüreğime bir şeyin olduğunu hissettim, Victor'da huzursuz olmuş gibi hareket edip başını eğdi ve kocaman eliyle tahta kapıya vurdu.

Kapının ardından sesler geliyordu ama anlamıyordum.

"Bırak," diye öfkeli bir yakarış çıktı dudaklarımın arasından, karşımızdaki kapı açılırken. Dirseğimi onun elinden çekmek için çaba sarf ettim ama çok sıkı tutuyordu. O halde nereye getirmişti beni, ne yaptığını sanıyordu? Birbirimizi tanımıyorduk bile, nasıl böyle utanmaz davranırdı! Başımı öfkeyle kapıya çevirdiğimde, bir kadının bizi süzerek gülümsediğini gördüm. Hayatımda ilk kez böyle bir kadın görüyordum, üzerinde etek değil da omuzlarından başlayıp ayak uçlarına kadar inen bir elbise vardı. Kolları çıplaktı, gerdanı da görünüyordu. Saçları kıvırcıktı, dudakları da olması gerekenden daha parlak ve dolgundu.

"Victor," dedi kadın ona, gülümseyerek. "Bize yeni bir arkadaş mı getirdin?"

"Ağzını topla," dedi Victor ve kadını elinin tersiyle itip benimlen içeriye girdi. Dirseğimi çekmeye çalışırken, "Haydut," diye yakındım bir daha. "Okumla vuracağım seni. Bu kez pansuman da yapmayacağım, iyileşme! Öl!"

Benimle beraber karanlık evin içindeki tahta basamakları çıkarken, kadının arkamızdan güldüğünü duydum. Neye eğleniyordu? Zulmüme mi? Önce Victor'u, sonra da bunu vuracaktım. Bana bir şey yapmaya kalkışırlarsa ikisini de öldürecektim. Oysa ki onu öldürmek istemezdim, yarasına bile bakmaya düşünmüştüm ama o...

Yukarıya çıktığımızda ona hâlâ kötü kötü şeyler söylüyordum ama beni duymuyordu. Dönüp civarımı inceleyecek halim yoktu, buradan gitmek istiyordum. Büyücü annem haklıydı, insanlar zarar ziyandı. Victor az daha ilerleyip bir tahta kapıyı sertçe açtığında, okumu ona vurarak başımı çevirdim.

"Victor!" diye haykırdı bir adam.

Başım, hiddetli adımlarıyla beraber Victor'un omzuna düştüğünde gözlerim irice açılmıştı. İleride, alçak sedirde oturan bir adam ve kucağındaki kadını görmüştüm. Kadın, bizim gelmemizle beraber toparlanıp hızla adamın kucağından kalktı ve yüzünü eğerek yanımızdan hışımla geçti. "Uçkuruna sahip çıkmayı beceremeyecek misin?" Diyerek tahta kapıyı ayağının ucuyla kapattı Victor ve benimle beraber adama doğru yaklaştı.

Adam kollarını sedirin arkasına kaydı ve biraz yaylanarak, "Seni beklemiyordum," dedi. Başını hafifçe eğip bana baktı. "Yeni kadın mı getirdin bize?"

"Ağzını topla!"

Victor aynı gece ikinci kez bu cümleyi söylemişti.

"Sakin ol dostum," diyerek ellerini kaldırdı adam. "Sana aitse bir sözüm yok."

Victor kolumu bıraktı ve eğilip bir şiddetle adamı gömleğinin yakasından kavradı. Adam, onun bu haline alışkınmış gibi bıkkınca gözlerini devirirken, ben kaçmak için arkamı döndüm ama Victor, "Hare," dedi. Adamı kaldırırken bana baktı. "Otur, geliyorum!"

"Siktir gitin oğ..."

Kolumdan tuttu ve beni yerdeki sedire oturttu, diğer yabancı adam bana gülerken, Victor onu kapıdan dışarıya çekti.

Elimde okumla oturduğum yerde nefes nefese ona baktım, gözlerim mi yaşarmıştı? Korku değildi bu, bambaşka bir duyguydu. Bana zarar vereceğini, kalbimi kandıracağını düşünmemiştim, neden böyle yapmıştı ki? Sebebi neydi? Benim ona bir faydam olamazdı ki? Ormanıma, büyücü annemin yanına gitmek istiyordum.

Victor, yabancı herifi kapının kenarına yaslamış, yüzüne doğru eğilmiş, ona bir şeyler söylüyor, adam da kafasını sallıyordu. Tüm bunlar beni zerre alakadar etmiyordu, onu öldürmek istiyordum. Hızla elimdeki oku göz hizama kaldırdım, hazır o adamla konuşurken doğrudan kalbini hedef aldım ama o vakit Victor anlamış gibi başını çevirdi, kafasını iki yana salladı.

"Yalancı," dedim ona.

Victor adamı serbest bırakıp omzunu sıvazladı ve kapıdan içeriye girerken duyabildiğim, "Ona sesini bile yükseltme," dediği oldu. Hıh, sanki ben çok umurundaydım. Yanıma kadar yürüyüp dizlerini kırdı, o adam da tekrar içeriye girip sedire yönelirken, Victor kara gözleriyle gözlerimin içine bakıp başımdaki örtüyü düzeltti. Başımı hızla geriye çevirdim, bir daha bana dokunmasını istemiyordum. Ses etmeden elini geriye çekti ve dizlerinin üzerine doğrulmadan önce, "Şafağı bekle," dedi. Sonra ardına dönüp iri adımlarıyla uzaklaştı.

Gidiyor muydu?

Beni burada, böyle kimsesiz mi bırakıyordu?

Kalbime bir şeyler olduğunu hissedip hızla sedirden fırlarken, "Victor," dedim onun arkasından ama gitmeye fırsatım olmadı. Bu yabancı adam hızla kalktı, beni kollarımdan tutup koşmama mani oldu. Eğleniyormuş gibi bir ses çıkararak beni sedire oturtmaya çalışırken, ayaklarımı yere vurarak bir daha, "Victor," dedim haykırarak. Okumla, ellerimle beni durdurmaya çalışan hayduta vururken, Victor'un hiç durmadan tahta basamaklara yöneldiğini gördüm. Gözlerimde, isminden başka hiçbir haltını bilmediğim bu adam için büyük bir nefret yükü oluşurken, "Korkmuyorum," diye bağırdım. O artık gözden kaybolduğunda, okum da yere düştü ve kırmızı gözlerime gözyaşları tutundu. "Git Victor ama bu gidişin dönüşü de olacak."

BÖLÜM SONU.