0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

6. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

Keyifli okumalar.🤍

6.BÖLÜM

Neden hiç kimse bana gerçekte nerede olmayı istediğimi sormuyordu?

Her şeyin bir miktarı olurdu, bizzat benim duygularımın öyleydi. Bir miktar üzülürdüm, geçip giderdi. Bir miktar ağlardım, sonra dinerdi. Bir miktar uyurdum, bir bakmışım gün doğmuş. Her şeyin bir miktarı vardı ama... hayatla savaşımınsa miktarı yoktu, sonu hiç gelmiyordu. Doğduğumu hatırlamıyordum, kimse doğduğu o ilk günü, nefes aldığı ilk anı anımsayamazdı herhalde. Ben de o vakti hatırlayamıyordum ama zaman zaman yaşamımdan kesitler gözümün önüne geliyordu. Hepsinde kendi yaşamım için çabalıyordum, savaş veriyordum. Zannımca ben hayata, bu hayat için savaşmak için gelmiştim.

Şu anda da hayatım için savaşıyordum, üstelik hiç bilmediğim bir yerde, bilmediğim insanlara. Victor gittiğinden beri sedirde oturuyor, dört köşeli tahta kenarlı camdan dışarıya bakıyordum. Başımda örtüm vardı, elimde de okum. Victor atını sürüp gitmişti, alageyiğimse ağacın yanında duruyor, kafasını arada bir çeviriyordu; beni arıyordu, zaten beni seven iki kişiden birisiydi. Kelebeklerimle ateş böceklerimde vardı ama onları nehre attığım için beni pek sevdiklerini düşünmüyordum.

Acaba onları nehre attığım için mi bunlar başıma gelmişti?

"Şerbet içer misin?"

Diğer bir haydutun sesini duyunca sabır çekip eteğimle ayak bileklerimi örttüm. Mendebur herif, bunu üçüncü kez soruyordu ve yine sesinde eğlenceli bir hâl vardı. Acaba neyle eğleniyordu? Ona cevap vermeden aşağıdan gelen seslere kulak verdim, eğlence seslerine benziyordu. "Aşağıda neler oluyor?" diye sordum, çok sert bir sesle.

"Aşağıda mı..." diğer sedirde oturuyordu, az önce güzel gülen işveli bir kız ona içtiği şerbetini getirmişti. "N'olacak, kadınlar erkekleri eğlendiriyor."

Kadınların bunu yapmakla alakalı görevleri mi vardı? Sanki her gün yapılan bir işmiş gibi bahsediyordu? Sanırım burada uygunsuz şeyler yaşanıyordu. "Neden bunu yapıyorlar?" diye sordum.

Şerbetinden içtiğini anladım, iştahlı şekilde yutkundu. "Dünya, kadınlar için henüz iyi bir yer değil çünkü."

Yaa. Neden öyle diyordu? Büyücü kadın da zamanın da erkeklerin kadınlara zulm ettiğini söylemişti, belki bununla alakalı bir şeydi. Hödük Victor'da zaten konuşurken oldukça kabaydı. "Victor yüzünden," dedim.

Adam kah kah güldü. "Bizim Victor mu? Haklısın haklısın, pek bir mendeburdur lakin eziyet etmez o kadına çocuğa."

"Beni buraya hapsedip gitti."

"Bir bildiği olmasa yapmazdı."

"Bildiği batasıca..."

Biraz daha eğlenmiş olmalı ki yine aynı şekilde güldü. "Ne asisin sen? Adın ne?"

"Biliyor musun, seni hiç alakadar etmiyor!"

"Victor söylemişti sanki, neydi..." düşünceli şekilde adımı hatırlamaya çalıştığında iç çektim ve sedirde biraz daha kayarak ondan olabildiğince uzaklaştım. Aynı anda, "Hey hey," dedi, sesinde bir savunmayla. "Korkma. Burada kimse sana bir şey yapmaz."

Buz gibi bir sesle, "Yapmayı istese de yapamaz," dedim. Sesimden de söylediklerimden de emindim.

"Ooo Victor'un seninle çok işi var."

Onun adını duyunca bile tüylerim ürperiyordu, ismini içimden geçirince de kalbim. Bana yaptığı bu şeyin hiçbir izahı olamazdı, affı da. Geldiğinde görecekti, beni ait hissetmediğim bir yere mecbur bırakmanın ne olduğunu görecekti. Eteğimin uçlarını daha çok sıkarken, "O nereye gitti?" diye sordum.

"Söylemedi," dedi.

"Ondan nefret ediyorum," dedim bu kez.

Keh keh güldü. "Ara sıra ben de."

Öyleyse... Başımı hızla ona çevirdim. Uzun saçları vardı, omuzlarına dek iniyordu. Üzerine kahverengi bir keten gömlekle askı giyinmişti. Elindeki bardağı bana kaldırıp göz kırptığında, "Onu beraber öldürelim mi?" diye sordum.

Hızla sedirden doğruldu. "Nerede, ne vakit?"

Ah. Bu da nasıl arkadaştı, hemen kabul etmişti! Victor'a söylemem lazımdı, bu hayduta dikkat etmesi iyi olurdu. Bu haydut yüzüme bakıp güldü ve tekrar yerine otururken, "Onu öldürmeyi senden öncekilerde denedi," dedi. "Ama henüz kimse öldüremedi."

Ters ters bakıp başımı tekrar önüme çevirdim.

"Bana yalan söyledi," dedim kendi kendime. "İnsanların hepsi... yalancı mıdır?"

"Tabii ki," dedi sesimi duyan adam. "Bak Hareciğim, bu dünyada herkes erdemli olmaktan övünür ama hepsi çok iyi yalan söyler."

"Ben de yalan söyleyebilir miyim?" dedim alacağım intikamı düşünerek.

Adam daha bir keyiflendi. Her şeye de gülüyordu mendebur. "Karşındakini inandırabilirsen tabi söyle."

"Sence... Victor yalan söylesem inanır mı?"

"Sana inanabilir," dedi, düşünceli bir sesle. "Ne yalan söyleyeceksin?"

"Öylesine sordum," diye yalan attım.

Madem Victor iti bana yalan söylemiş, iyi duygularımla oynamıştı, ben de ona bir yalan söyleyebilirdim. Hakikaten ona yardımcı olmak için buraya geldiğimizi sanmıştım, aklımdan bir kötülük geçmemişti. Bana zarar vermeyeceğini söylemişti, sözlerini de mi tutmuyordu bu adam.

"Burası nasıl bir yer?" diye sordum, aşağıdaki erkeklerin kahkaha seslerini duyarken.

Adam bu kez, "İğrenç bir yer," dedi daha ciddi bir sesle.

Victor beni bu iğrenç yere mi layık görmüştü.

"Sen Victor'un nesisin?" diye sordum.

"Dostuyum," dedi ama Victor onunla konuşurken kötü kötü konuşmuştu. Herifte huydu herhalde, ağzımdan kötü lafı eksik olmuyordu.

Benim gibi yalnız olan geyiğimi izlerken, "Ben de mi erkekleri eğlendireceğim?" diye sordum sert bir sesle. "Haberin olsun ben kimse..."

"Hayır Hare. Victor beni gebertir. Bu yüzden sen aşağıya inmeyeceksin."

Bir de kendisi çok masummuş gibi benim sıhhatimle alakadar oluyordu. Artık onun duygularının samimiyetine asla inanmayacaktım. "Peki diğer kadınlar... Onlar neden erkekleri eğlendiriyorlar."

Adam derin bir iç çekti. "Kaç yaşındasın sen?"

"Bir dokuz," dedim yaşımı söylememin bir sakıncası olmadığı kanatına vararak.

"Bir dokuz mu?" Yine gülmeye başladı. Bu soytarı da fazla oluyordu artık! "On dokuz demek istedin herhalde. Çok da küçük değilsin ama belli, pek bir masumsun, sana nasıl anlatayım şimdi ben bunu..." bacaklarını sedirin dışına, ileriye uzattığını göz ucuyla gördüm. "Buradaki kadınlar savaştan kaçan kadınlar. Hayat bir şekilde onları buraya sürüklemiş tamam mı? Gerisini pek kurcalama, henüz aklın da çok basmaz zaten. Sihhatine bir zarar gelmeyecek, bundan emin ol, kâfi."

Herkes halinden memnunsa diyecek bir şeyim yoktu, zaten ben de kimsenin umurunda değildim! Hele Victor'un hiç değildim. Beni bir şeyleri açıklama layığında bulmamış, kalbimi aldatmıştı. "O halde beni buraya neden bıraktı?" diye sordum.

Bana bir cevap vermeye vakti olmadı, kapı tuhaf bir gıcırtı sesiyle beraber açıldı. Victor'un gelmediğini biliyordum, çünkü dışarıyı izliyordum. Yine de dönüp kin dolu gözlerle gelene baktım, tekrardan şu ay yüzlü, siyah saçlı kadın gelmişti. O kadını, bu odaya girdiğim ilk anda bu herifin kucağında görmüştüm. Şimdi ne diye gelmişti. Önce bana baktı, bakışlarında bir mahcubiyet, merak vardı ama hakkımda kelam etmedi. Tekrar başını adama çevirince, Victor'un arkadaşı sedirden kalktı ve kapıya kadar yürüdü. Kadının elini tutup dışarıya çıkarken, "Sakın aşağıya inme," diye uyardı beni.

Kapıyı yavaşça kapatıp kadınla birlikte ortadan kaybolduklarında bir müddet adım seslerinin uzaklaşmasını bekledim. Sonra yerimden hızla doğruldum, herhalde bu fırsatı kaçırtmayacaktım! Hakikaten masum birisiydim ama ne anasının gözüydüm, görürlerdi. Okumu alıp göğsüme yasladım, telaşlı işe şeytan karışır diye parmak uçlarımda yürüyüp sessiz davrandım. Tahta kapıyı çok yavaşça açıp dışarıya adımımı attım ve etrafı kolaçan ettim; şükür kimse görünmüyordu. Aşağıdan da daha çok kahkaha sesi gelmeye başlamıştı. Birkaç adım ileriye çıktım ama sonra bir ses duyunca başımı çevirdim. Yanlış mı duyuyordum yoksa birisi inliyor muydu?

Sanki... acı dolu bir inlemeydi.

Burada benden başka bir kızı daha tutuyor olabilirler miydi?

İlerideki tahta kapı hafifçe açıktı, mum ışığının gölgesi dışarıya sızıyordu. İnleyen de hakikaten bir kadın sesine benziyordu. Buradan giderken belki o kadını da alır, bir derdine deva olabilirdim. Kapıya yaklaşıp başımı hafifçe ileriye uzattım ve mum ışığının bir parça aydınlattığı odaya baktım.

Gözbebeklerim yerinden fırlayacak gibi oldu.

O kadın ve Victor'un arkadaşı çok çok... yakınlardı ve yarı çıplaklardı. Adam kadını duvara yaslamış, bacaklarını okşuyorken kadın da kollarını onun boynuna dolamış, inleme sesleri çıkarıyordu. Tamam, bu gördüklerimin son derece müstehcen şeyler olduğunu anlamıştım. Fakan hayatım boyunca ilk kez böyle bir şeye, bir kadınla erkeğin böylesine yakınlığına şahit oluyordum. Ağzımı açıp bir ses çıkarmamak için elimi dudaklarımın üzerine kapatım. Adamın, bedeniyle kadını duvara doğru bastırıp, "Sen benim aşkımsın," dediğini duydum. Aşk... O gün cadımın söylediği kelimeydi. "Sakın bir daha aşağıya inme."

Kız da ona, "Aşkım," diyerek yüzünün bir yerinden öptü, ardından bir inleme sesi daha çıkardı. Yakınlıklarından ötürü beni farkına varmamışlardı, birbirinin bedenleriyle alakadarlardı. "Benim de istediğim tek erkek sensin."

Adamın, elini uzatıp kadının saçlarını aşağıya doğru çektiğini, daha sonra da yüzünü boynuna gömdüğünü gördüm. Kadının elbisesi, adamın da pantolonu biraz aşağıdaydı. Onların siluetlerini, biraz da yüzlerini görüyordum. "Bana bundan başka bir şey söyleme," dedi erkek, ıslak sesler geliyordu. "Eğer birisinin gözü sana değerse onları öldürürüm. Sen aşağıda çalışmıyorsun, unutma!"

"Çok kızmışsın," diyordu kadın ona, inlemeye devam ederek.

Zorla yutkundum. Ne bir adım ileriye ne de bir adım geriye çıkabiliyordum.

"Kızarım! Ve hepsini öldürmem tek kılıç darbeme bakar..." aynı inleme sesi adamdan da çıktı, kızın saçlarını çekip kendisini vücuduna biraz daha sertçe bastırdı. "Canını yakıyorsam söyle."

"Hayır, buraya gel." Dudaktan öpüştüler. Bildiğin, dudak dudağa öpüştüler. "Daha hızlı ol."

"Arkanı dön."

Adam kadını kucağından indirip onu hızla çevirdiğinde, gözlerimi birkaç kez kırpıp ayağımı geriye attım ve hiçbir ses yapmadan arkamı döndüm. Gözlerim kocaman olmuştu, hissedebiliyordum. Çenem neredeyse yere düşecekti, ağzımı kapatamıyordum. Onların ne yaptıklarını anlayabiliyordum ama ilk kez buna göz tanığı olmuştum. Parmak uçlarımla aynı şekilde ilerleyip kafamı iki yana salladım. Hazır onlar yokken bir az önce ortadan kaybolmalıydım.

"Çıplaklardı..."

Hayretle fısıldayarak okumu daha sıkı tuttum ve tahta merdivenlerin oraya gelince inecek oldum. Fakat tahta basamaklara tırmanan birini gördüğümde geriye adımladım. Adam da kafasını kaldırıp beni gördü,  baştan aşağıya süzüp, "Merhaba," dedi.

"Siktir gitin oğlu," dedim, aklıma gelen ilk bu olduğu için.

Adam basamakları çıkmaya başlayınca ben de gerileyip sırtımı betona yasladım. Hışımla okumu göz hizama kaldırıp onu hedef aldım. Adam gülerek ellerini askılı gömleğinin beline koydu, önünde lezzetli bir yemek varmış gibi dudaklarını yaladı. "Ne? Sen burada çalışmıyor musun?"

"Seni eğlendireceğime geyiğim gibi dört ayak üzerinde yürürüm daha iyi, it!"

Bir an düşünmedim, yukarıya kaldırıp gözlerime hizaladığım yayın ucundaki oku serbest bıraktım ve ok havada uçup adamın omzuna çarptı. Bağıran adam geriye doğru gidip elini okun üzerine atarken, odanın kapısı da hışımla açıldı. Ah! Kahrolsun, hepsi kahrolsun! Al işte, bu aptal adam yüzünden kaçamamıştım, nereden çıkmıştı başıma.

Oku aşağıya indirip ayağımı sertçe yere vururken, kin dolu gözlerimi de ilerideki odadan çıkan adama çevirdim. Victor'un arkadaşı pantolonunun önünü kapatarak yanımıza yürürken, az önce acısı varmış gibi inleyen kız da elbisesini düzelterek dışarıya çıktı. Onlara yüzümü buruşturarak bakarken, "Sana ters bir harekette mi bulundu?" diyerek adamın üzerine yürüdü, Victor'un arkadaşı.

"Burası nasıl yer lan, kıza eğlenelim diyorum, bana ok atıy.."

"Lan puşt!" Adamın, omzundan çıkardığı oku aldı ve bir kez daha omzuna sertçe geçirince adam çığlık attı. Bir vahşetti ama ben bir kurtun kuzuyu yemesini izlemiş birisiydim. "Üst kata çıkabileceğini kim söyledi!" Oku çıkarıp bir daha omzuna sapladı. "Keyfimin içine sıçtın, puşt!"

Adam, okun keskin darbelerine karşı koyamadı, dizlerinin üzerine düşüp sızlanmaya başladı. Elini yarasına götürürken, daha az yabancı adam korkuluklara ilerleyip elini tahtaya vurdu. "Buraya bakın!"

Bir vakit geçti, birazcık vakit. İki adam az önceki herifin çıktığı tahta basamakları tırmanıp adamı kollarından kavradı, merdivenlerden sürükledi. Victor'un arkadaşı elini tahtaya vurup kafasını iki yana salladı, arkasını dönüp önce beni süzdü, sonra ilerideki kadına doğru ilerledi. Nefretle soluyup sırtımı duvardan kaldırdım. Adam gidip elleriyle kadının yüzünü kavradı, saçlarını, yakasını düzeltip bir şeyler söyledikten sonra bir daha dudaklarından öptü.

Aaaa!

Sonra kızın kalçasına bir tane vurdu ve kız hızla ilerleyip merdivenlerden giderken, adam da bana dönüp bıkkın bakışlar attı. "Gel bakalım Hare'cik."

"Yoluma çıktı, puşt!" dedim ve ayaklarımı yere vura vura az önce çıktığım odaya girdim. Beni bırakmayacaktı, biliyordum.

Yine gülmeye başlamıştı, bu adamın da ağzı ne gevşekti; her halta gülüyordu. Odadan içeriye girdikten sonra az önce oturduğum yere oturup camdan tarafa döndüm. O da tahta kapıyı kapatıp odadaki diğer bir sedire yerleşti. Az önce hiç de birisini yaralamış gibi görünmüyordu, aksine bu işiymiş gibi davranıyordu. Zekâmı kullandım. Böyle davranması çok normaldi. Eğer Victor'un dostuysa bu adam da bir hayduttu.

İkisini de kalbinden vurmak vardı.

Geyiğimin önüne atardım, ikisinin ölüsünü de yerdi.

"Çok kötüsünüz," dedim dişlerimin arasından, kin dolu bir sesle.

"Bizimkisi meslek," dedi.

Kesinlikle bu adam da bir haydut olmalıydı ki mesleği kötülüktü.

"O Tanrı'nın cezası herif... Ne zaman gelecek!"

Tatsız bir ses çıkarıp, "Dostum hakkında artık doğru konuş," dedi daha ciddi bir sesle.

"Puştlar!" Dedim, ilk kez ondan duyduğum kelimeyi kullanarak. O şerefsiz adama söylediyse çok kötü bir kelime olmalıydı.

Bir daha o tatsız, sinirlerimi bozan sesi çıkardı ama bir şey demedi. Kesin okumdan korkmuştu, onu da yaralayabileceğimi fark etmişti.

"Böyle kılıç kullanmayı nereden öğrendin?" Diye sordu, dönüp baktığımda gömlek düğmelerini iliklediğini gördüm.

"Cehennemde! Şeytanla!"

"O uğursuzu çağırma şimdi," dedi şeytanı kastederek ve bana göz kırpıp geriye yaslanarak.

Başımı aynı hışımla tekrar önüme çevirip yanağımı dizlerimin üzerine koydum ve kollarımı bacaklarımın etrafına doladım. Tanrı bilir büyücü annem beni ne kadar da merak etmiştir. Kesin beni aramaya da çıkmıştır. O bunak epey yaşlanmıştı, başına bir iş gelirse yemin ederim Victor'u kendi ellerimle öldürürdüm. Umuyorum ki uyanmamış, yokluğumu fark etmemiştir. Bu vakte kadar uyanmadıysa gün ağarırken uyanırdı, odama gelirdi. Beni göremezse ne kahrolurdu ama!

Şafağı gözle demişti.

Ben doğduğumdan beri bir başıma, yalnızca bunu yapıyordum zaten.

Uzun uzun vakitlerce şafağın yolunu gözledim. Çünkü söylediğine göre şafağın gelişi onun gelişiydi, Victor'un gelişiyse benim buradan kurtuluşumdu. Haydut, hem beni kendi elleriyle buraya mahkum etmişti, hem de yalnızca onun sayesinde kurtulabilecektim.

Tanrım, haksızlıktı!

Geyiğime bakarken ve şafağı beklerken göz kapaklarımın iyiden iyiye aşağıya düştüğünü hissettim. Sonra öylece kaldılar, onları açamadım. Günün ilk ışıklarımı gözlerimin üzerinde hissettim, kahrolası bir kapı sesi bekledim. Şafak geldi ama o...

Tak tak tak!

Bu büyük, gizemli evin tahta kapısına sertçe vurulduğunda yarı uykulu gözlerim kocaman olarak açıldı. Saatlerdir, tam anlamıyla uyumasam bile kapalı olan gözlerim, şafağın ışığıyla buluşunca acıdı ve omuzlarım gevşedi. Diğer sedirde oturan haydutun doğrulduğunu görürken, sakince soludum ve başımı arkaya çevirdim.

"Kapıya vuruşunu bile tanırım ben bu piçin. Geldi senin ki."

Arkadaşı olacak adam üstünü başını düzeltip odadan çıktı; gün ağarana kadar, beni gözden kaybetmemek için uyumamıştı. Tahta kapıyı açık bırakarak dışarıya çıktığında, ben de, gün ışında saçlarımın rengi belli olmasın diye örtümü iyice kapatıp sedirden doğruldum. Gün ışığı sayesinde, sabahladığım bu oda daha aydınlıktı ama kafamı çevirip bakmak bile istemiyordum. Ev şimdi sükut içindeydi, gece vakti olan gürültüden eser yoktu.

Eteklerimi tutup tahta kapıya kadar yürüdüm. Arkadaşı az ileride, ellerini beline yaslamış, Victor'un basamakları çıkmasını bekliyordu. "Hoş geldin dostum."

"Hare nerede?"

Victor'u henüz görmesem de sesini duydum, ismimi anan dudaklarını düşünüp yumruklarımı sıktım. Yüzümde büyük bir kibir ve nefretle onun görünmesini bekledim. Arkadaşı, "Seninkini amma sevdim," dedi. Hahahah. Sanki sevmese umurumda olurdu. "Çok dişli. Bu kıza da haydutluğu öğretsene, yanında falan götürürsün; çok iyi ok da atıyor."

Victor nihayet göründü, basamakların tümünü çıktı ve bir anda arkadaşının keten gömleğinden tutup yakasını sıktı. "Ne yaptın da sana ok attı?"

Arkadaşı, ben suçsuzum, dercesine ellerini havaya kaldırdı. Dişlerini görüyordum, şu anki durumdan pek eğleniyor gibiydi. Eğlencen batsın, puşt! "Ben bir şey yapmadım," diyerek kendini savundu.

Victor onu bıraktı ve bozduğu gömleğinin yakasını düzeltirken, arkadaşı ona göz kırptı. "Bana yanlama lan," dedi Victor ve başını kaldırıp bu tarafa doğru çevirdi.

Aklına gelebilmiştim demek. Gözlerimiz kesişince, sırtımdaki o ihanetin daha da keskinleştiğini, bununla kalmayıp bir de sızladığını hissettim. Hiçbir duygu belirtisi göstermeyerek gözlerimi gözlerinden düşürüp yorgun, kirli yüzünde gezdirdim. Saçları epey dağılmış görünüyordu, bir kavgadan çıkıp gelmiş gibi görünüyordu. Yüzünün etrafı da kirliydi, sanki is sinmişti. "Aşağıya in Elvis."

Demek ki diğer haydutumuzun adı buydu. Elvis, başını ileriye uzatıp Victor'un kulağına bir şeyler fısıldadı ve ardından basamakları inmeye başladı O gözden kaybolunca da Victor ağır adımlarla bana yürüdü. Yakası yine açıktı, herhalde düğme iliklemekten haberdar değildi. Gerdanı parlıyordu, çenesi sertleşmiş vaziyette üzerime yürüyordu. Gömleğinin bir tarafı pantolonunun içinden çıkmıştı, hak ettiği gibi paspal görünüyordu.

Yanıma varınca ve karşımda durunca, "Hare," dedi.

Elimi kaldırdım ve suratına sert bir tokat patlattım.

Tenin tene çarpma sesi civarda yankılandı, Victor'un solgun yüzü diğer tarafa doğru döndü. Uyuşmuş, buz kesmiş elimi geriye çekip kalbimin üzerine koyarken, Victor kaşlarını kaldırıp indirdi ve soğuk şekilde dudaklarını kıvırdı. Bir anda sonra bana döndü ama gördüğüm son şey bu oldu. Victor uzanıp beni kollarımdan tuttu ve sırtımı sertçe kapının kenarına yaslayıp kendi erkeksi vücudunu da bana bastırdı. Onunla kapının arasında kaldığımda, üzerimde sıcaklığını hissettim. Kendisini göğüslerime ve bacaklarımın arasına yasladığı için göz bebeklerim irileşmişti. "Bana bir daha vurma," diyerek elini kaldırdı ve benim suratıma ineceğini beklediğim elinin tersiyle yanağımı okşadı.

"Neden?" Aramızda kalan ellerim, öfkeyle onun gömleğinin yakasını kavradığında, Victor başını az daha eğdi. "Sen de bana mı vurursun?"

"Cık." Kendisini bana biraz daha sert yaslayıp yüzümün bölgelerine ayrı ayrı bakmaya başladı. Yüzünü de gözlerini de ilk kez bu kadar yakından görüyordum, tanıştığımız o gün beni ters çevirip yere yasladığında bile yüzüme bu kadar yaklaşma cüreti göstermemişti. "Lakin sen yine de bana vurma."

Gömleğinin yakasını yumruğumun içinde sıktım. "Bana yalan söyledin! Kandırdın! Utanmazsın sen ve kötüsün!"

"Sıhhatin için, obadan uzak durman elzemdi."

"Bu vakte kadar sıhhatimi sen mi düşündün?"

"Bundan sonra düşünürüm ben de."

Dudaklarımdan süzülen nefesin onun isli yüzüyle temas ettiğini gördüm ve bu kadar yakın durmak sanki hep yaptığımız bir şeymiş gibi, bir rahatsızlık hissetmeden yüzünün etrafında yara aradım. "Yaralandın mı sen?"

Heybetli omuzları aceleci şekilde inip kalkarken, "Biraz," dedi, bir elini tokat attığım yanağına götürerek.

Ona verdiğim zararı kastettiğini anladım ve ite başka hiçbir şey olmadığını fark edip nefeslendim. "Zorbalık yaptın bana, kötü kötü davrandın, hakkın olmadığı halde itip kaktın!"

Gözlerini devirdi. "Zincirlere vurup atımla arkamdan sürükledim hatta değil mi?"

"Hakikaten, onu da yapsaydın, eksik kalmasaydı!"

Gömleğini sıkıp başımı kapının kenarından kaldırdığımda yüzümüz yakınlaşmış bulundu. Kalın, kara kaşlarını çatıp çenemin altından sertçe tuttu. "Yalnızca, kendi rızanla gelmeyeceğini bildiğim için yapmak zorunda kaldım!"

"Ben konuşmasını biliyorum tamam mı? Şu an seninle konuşabiliyorum! Sıhhatim tehlikedeyse ne olduğunu anlatırdın, ben de kendim için karar verirdim!" Bağırarak, ağzımı kocaman açarak konuşuyordum. "Beni hiçbir şeye zorlamaya hakkın yok! Ben arzu edersem yaparım, arzu etmezsem yapmam!"

"Ben de, kendi arzularını gerçekleştiren bir kadın olmandan gurur duyarım ama bu kez işler pek yolunda gitmedi." Çenemi hafifçe öne çıkarıp bir elini belimden aşağıya, çok sıradan bir şey yapıyormuş gibi kaydırıp belime oturttu. Ona öfkeli ve kinliydim. Bu yüzden sırtımı geriye yaslayıp elinin kapıyla benim sırtım arasında sıkışmasını sağladım. Hafifçe güldü. "Dün gece obaya, seni bulmak için gelmiştim."

"Sebebi neydi?"

"Seni güvenli bir yere bırakmaktı." Kırmızı gözlerimin içine, böyle bir rengin varlığından yeni haberdar oluyormuş gibi dikkatle bakıyordu. "Dün gece haydutlar obayı yakıp yıkmaya geldiler. İçlerinden birisiyim, geleceklerini biliyordum. Sen de obada olabilirdin, dahası ziyan olabilirdin. Bu sebepten gelip seni, daha güvenli olduğunu bildiğim bu yere getirdim."

Doğru söylüyorsa eğer, gerçekten sıhhatimi düşünerek davranmıştı. Bir daha yalan söylüyorda olabilirdi ama bunun için ne sebebi olacaktı, onu bulamıyordum. Hakikaten beni düşünmüş, haydutlar bir ihtimal bana da zarar verirse diye buraya getirmişti. Kaşlarımı çatmaya devam edip, "Bunu neden insan gibi söylemedin?" diye sual ettim, sesimi düşürerek.

"Bir şeyleri açıklamak için vaktim yoktu. Onların arasına dönüp, onlar gibi davranmalıydım."

Yani o da mı birilerinin evini, klanını yakıp yıkmıştı? Bu bana böyle hissettirmemeliydi. Ne de olsa haydut olduğunu kendi ağzıyla söylemişti, ahlaklı davranmasını beklemem ne manasız olurdu. "Sende mi insanların... Masum insanların evini, ocağını yakıp yıktın?"

Bir kelam etmedi.

"Büyücü kadın," dedim ve korkuyla omzuna vurdum. "Haydutlar ormana geçti mi? Bir... Bir eve girdiler mi!"

Korkumu anlamlandırmaya çalışaraktan, "Hayır," dedi. "Ormandan yiyecek bulamazlar. Yiyecek, aş bulmak için evlere giriyorlar. Kendi rızasıyla verene bir şey yapmıyorlar, karşı dururlarsa..."

Bunağa bir şey olmadığını düşünerek rahatlarken, omzuna bir tane daha indirdim. "Karşı dururlarsa da evlerini başlarına yıkıyorsunuz öyle mi? Çok erdemliymişsiniz, hayranlık duydum."

"Sana kendimi ve yaptıklarımı savunmayacağım."

Ben de ondan bir savunma beklemiyordum. Bana kim olduğunu zaten söylemişti, onu hayatından def etmesi gereken bendim. Yine de onun masum olan birilerine zarar vermeyi istemesi her nedense gücüme gitmişti. Ben de masumdum ve zarar görmüştüm, iblis ilan edilmiştim; belki de bu yüzdendi insanlara öfkem.

"Gitmek istiyorum," dedim, yumruğumun arasındaki gömlek yakasını serbest bırakarak.

"Seni götürmeye geldim," dedikten sonra çenemi bıraktı ve iri, nasırlı eliyle uzanıp başımdaki siyah örtüyü düzeltti. Yanağıma düşmüş olan bir iki tutam saçımı örtünün içine kattı. "Tadını kaçıran bir şey oldu mu?"

"Sen!"

"Onurlandırdın. Teşekkür ederim."

Yüzüme etraflıca bir daha baktı ve elini sırtımla kapının arasından yavaşça çekti. Vücudunu da, benim vücuduma sürterek kaldırdı ve bir adım geriye çıktı. Bedenimi kaplayan o sıcaklığın eksilmesiyle beraber başımı eğip garip davranan vücudumu çevirdim. Dönüp odaya baktım, biraz yürüyüp sedirin üzerindeki okumu aldım ve kapıdan çıkmak için tekrar yürüdüm. Ben giderken bir daha kolumdan tuttu, beni yanına çekip, "Kim sana ne yaptı da okunu kullanmak zorunda kaldın?" Diye sertçe sordu.

"Beynin kuş kadar herhalde Victor! Beni, anladığım üzere pek de ahlaklı bir yere getirmemişsin! Burada başıma ne gibi şeylerin geleceğini benden iyi bilirsin!"

Kolumu hışımla çektim ve koşarak basamakları inmeye başladım.

Ben, zaten açık olan bu evin kapısından çıktığımda onun da ardımdan geldiğini duymuştum. Bahçede koşup geyiğime kavuştum ve ona sarılıp kafasını, sırtını öpmeye başladım. "Alageyiğim, al geyiğim özledin mi beni?"

O da bana yanaştı, boynuzlarını kafama çarptı. Bu kez ona hiç kızmadım. Boynuzunu okşayıp al gözlerine baktım. "Gece seni gördüm, hiç korkak davranmadın! Gurur duydum seninle geyiğim."

Iksırdı.

"Cevap ver ama vururum bak!"

Victor'un, "Başladı yine," diye homurdandığını duysam da dönüp bakmadım. Beyaz atı hemen yanı başımızda, soluklanıyordu. Victor atının başını okşayıp benden tarafa döndü. "Atın üzerine çık. Benim içeride bir işim var, sonra geleceğim."

Bir yandan onunla tekrar yolculuğa çıkmayı hiç istemiyordum. Diğer yandan da buradan nasıl ayrılacağımı bilmiyordum, gece uyuduğum için buraya ormanın hangi tarafından geldiğimizden haberim yoktu. Hışımla başımı kaldırdım. "Bu kez evine götürüyorum diye yine ipsiz sapsız bir yere götürmezsin umuyorum ki beni!"

"Cık."

"Cıkın batsın!"

Yorgun bir şekilde iç çekip kara saçlarını başının arkasına doğru ittiğinde başımı tekrar önüme çevirdim. Gözlerimin sıhhati pek hoş değildi, uykusuz bir gece geçirdiğim için acıyordu. Aslında eve yalnız başına gitmek istiyordum, ona muhtaç olmadığımı öğrenmesi gerekiyordu. Üstelik, beni düşündüğü için bunu yapmış olsa da ona tekrar güvenmesi zordu. Fakat bir an önce evimize de gitmem gerekiyordu, bunak beni bulamazsa kendi başına çıkıp aramaya kalkışırdı.

Victor, "Haydi Hare," diyerek atını gösterdi ve sonra atın eyerine koyduğu kılıcını alıp arkasını döndü, eve ilerledi. Arkasından pek suratsız şekilde bakıp doğruldum ve ata yaklaştım. Gözleri çok güzel olan bir attı, keşke benim olsaydı. At sürmeyi bilsem Victor'u ardımızda bırakıp giderdim. Binmeye çalıştım ama beceremedim, at epey yüksekti ve çıkabileğim yeri yoktu. Sıkkınlıkla oflayıp puştu bekledim.

Bu ne demekti acaba?

Victor döndüğünde kılıncında kan lekeleri vardı.

Bir şey sormadım, zaten cevap verecek gibi de değildi. Atına binmediğimi görünce dişlerinin arasından soludu ama ona ata binemediğimi söylemedim. Kılıcını yerine koyup ellerini belime yerleştirdi, beni kaldırıp atın üzerine koydu. Vücudum ve ellerim atla uyum sağlayıp yerleşti ve Victor'da kendisini hemen ardıma yerleştirip bana yaslandı. Elinin birisini karnımın üzerine bastırırken, diğer eliyle de atın boynuna bağladığı ipi tutuverdi. Başını ensemin açığına yaslayıp ileriye baktı, arkadaşı tahta kapının önünde ona el sallıyordu.

"Yarın dön Elvis."

Elvis elleri belinde vaziyette ona baktı ve Victor atın karnına doğru hafifçe vurduğunda, atı hareket etti. Victor atını yönlendirip ormanın içine karıştırdığında, geyiğim de bizi arkamızdan takip etti. Bu kez çok hızlı gitmedi, atı sakince sürdü. Hayvancağıza üzülüyordum, bu haydutun eziyetlerine katlanıyordu. Daha önce hiç görmediğim diyarlardan geçtik, renkli çiçeklerin olduğu yollardan. Atın nalları yere çarptıkça yerdeki toprak havaya saçılıyordu, bazen hayvan sesleri duyuyordum ama civarımızda değillerdi. Bir nehrin önünden geçtiğimizde Victor atı durdurup indi, dizlerinin üzerinde nehrin önünde alçalıp yüzüne su çarptı. Ensesini, gerdanını, saçlarını ıslattı. Sonra cebinden bir mendil çıkarıp kurulandı.

Ata geri dönünce beni yine aynı şekilde tuttu, rüzgârda dağılan örtümü, etrafta kimse olmadığı için boynuma indirip saçlarımı açığa çıkardı.

"Bana da bir sorsaydın," diye homurdanıp kafamı ileriye ittim, yorgun şekilde güldü.

At biraz daha yol alıp bir geçitten geçti, sonra benim ormanıma girdi. O an evime dönmüş hissettim, gülümseyip geyiğime baktım. O da yuvasını tanıdı ve ormanın içinde dört nala koşmaya başladı. At az daha ilerleyince kelebeklerin kanat çırpışını duydum, ateş böceklerini görmek için ağaçların etrafına baktım.

"Evin nerede Hare?"

"Cehennem de Victor. Gel de bir yan."

Derin bir nefes aldığını duydum ama ses etmedi. At ormanın içine biraz daha karışıp eve yaklaştığında, buradan gerisini kendim gidebileceğim için, "Dur," dedim ona. "Burada ineceğim."

"Evine götüreceğim," dedi keskin bir sesle.

"Hayır," dedim ve uzanıp karnımın üzerinde duran iri, nasırlı elini tuttum; çekmek için. "Beni burada indir."

Bir daha sıkıntıyla soludu, sonraysa atı durdurdu. Onu henüz bağışlamadığımı ve kin dolu olduğumu herhalde anlamıştı. Önce kendisi attan indi, sonra belimden tutup beni indirdi. Onun elleri arasında yere doğru alçalırken yanık tenine dik dik baktım. Gözleri hakikaten karaydı, bakışları ak olsa ne yazardı. Beni yere indirince belimi okşayıp bıraktı, omuzlarımdaki örtüyü alıp saçlarıma iyice örttü. "Sağ salim eve varacak mısın?"

"Seni ne alakadar eder," dedim, terleyen avuç içlerimi eteğime sürterek.

Gözlerimin içine manalı manalı baktı ve beni bırakıp geriye çıktı. Derhal onunla at arasından, nefes nefese çıktım ve ellerimi sıkarak geyiğime ilerledim. Nehre girmek istiyordum ama önce öğle vakti güneşinde nehrin suyunun ısınması lazımdı. Kollarımı kendime etraflıca sardım ve eteğimin uçları yerdeki çalıları süpürürken, "Hare," dedi Victor arkamdan. Dönüp de o lüzumsuza bakmadım, ateş böcekleriyle beraber evime koşmaya başladım. "Gece vakti seni asmalı köprüde bekleyeceğim."

BÖLÜM SONU.