42. BÖLÜM
42. ❝DOĞUM GÜNÜ.❞
Yıkım.
Birisinin kalbinde kalmak, o kalbe girmekten daha zormuş.
O gün başlayan yangın bu gece son bulmuştu. Belki de görmeyi isterdi gözlerimdeki hayal kırıklığını, bakıp aklında tutmak isterdi, canımın yanması onun için bir kazanç olurdu. İstemezdi böyle hissetmeyi ama... Canım yandığında mutlu olur, öfkesi yatışırdı. Canım yandı diye canı yanardı ama bir o kadar da tatmin hissederdi. Seni seviyorum derken gözlerime bakamıyordu da... Bunu yaptıktan sonra nasıl bakmıştı gözlerime?
O gece yangına girmemem için beni sıkıca tutmuştu.
Kendisinin çıkardığı yangına.
Ben kızımı bulma umuduyla o eve giderken Deren bana tuzak kurmuştu.
Ne kadar kalbinden gelerek yapmıştı bunu? Duyduğumdan beri merak ediyordum. Ne düşünmüştü? Ne kadar öfkeliydi?
Yangından korkmasına rağmen benim için bir yangın çıkarmıştı.
Demek, Nil'in içeride olduğunu sanarak girdiği yangını asla unutmamıştı.
Ben bunu nasıl unutacağım, Deren?
Yaman’ı çağırmıştım ama Deren’i ben götürüyordum, Yaman’ı biraz önce kaldığı otelde indirmiştim. Gözden kaybolduğunda arabayı çalıştırıp Deren'in daha önce bir kez ziyaret ettiğim evine sürdüm. Yaklaşmıştık, birazdan evde olurduk. Deren'in telefonu birkaç kez çalmıştı, muhtemelen Utku yokluğunu fark edip onu aramıştı.
Dikiz aynasından arka koltuğa bakıp sokak ışıklarında kaybolan yüzünü izledim. "Ben o kadar mutluyken sen bana tuzak kurdun." Direksiyondaki ellerimi sıkılaştırdım. "Kızımın içeride olduğunu düşüneceğimi bilerek o evi yaktın."
Ona bakmaya dayanamayıp başımı önüme eğdim. Araç pürüzlü yolda ilerleyip varış noktasına ulaştığında dışarıdaki korumalar bir adım yaklaştı, Deren'in aracını gördüklerinde sorun olmadığını anladılar. Dışarıya çıkıp arka kapıyı açtım ve sızan adama bakıp eğildim, uyanması için hiç düşünmeden yüzüne sert bir tokat attım. Başı çevrildi. "Geldik, kalk."
Suratını buruşturup elini yanağına götürdü ama uyanmadı. Bu tarafa bakan korumalardan birisine seslendim ve adam geldiğinde durumu izah ettim. Deren'i araçtan beraber çıkardık. Deren'in cebindeki anahtarla kapıyı açtım ve onu oturma odasına kadar götürdük. Onu koltuğa sertçe bırakıp, "Gidebilirsiniz, teşekkürler," dedim adama.
Adam ayrıldığında tepesinde dikilerek Deren'in yüzüne baktım. Büyük vücudu çok rahatsız görünüyordu, gömleğinin önü hâlâ açıktı. "Uyan da gözlerimdeki hayal kırıklığına, acıya bak," dedim. "Görmeyi istediğin bu."
Artık acı çekmeni istemiyorum demişti.
Yalan mıydı?
"Bir de dalga geçer gibi yeniden olsa o yangına girerim, seni ve Karina'yı kurtarırım demiştin. Ben böyle bir adamım, düşünmem demiştin..." Araçta, dağ evine dönerken söyledikleri dün gibi aklımdaydı. "Hafife almışım seni. Sen benim için sadece yangına girmezmişsin, yangın çıkarırmışsın."
Deren geçmiş günlerin birisinde bana ne öfkeme ne de aşkıma teslim olamıyorum demişti.
Demek ki o an öfkesine teslim olduğu anların birisiydi.
Ben kızıma kavuşacağım için mutluluktan âdeta kanat çırparken o, bir daha kızımı kaybettiğimi düşünmem için plan yapmıştı.
Kalbime yayılan acıyla dizlerim titredi. Geriye sendeledim ve ayaklarım koltuğa değene kadar geriledim. Onun karşısındaki koltuğa oturup yüzünü izlerken gözlerim buğulanmaya başladı. Yanaklarıma birkaç damla yaş düştü.
"Bunu yapmak zorunda mıydın? Bana ne yaptıysan kabul ettim, hepsinde haklı olduğunu söyledim. Aileme, babama hep senin ne kadar haklı olduğunu anlattım. Kırgınlıklarımı içime attım, ağır gelse de sözlerini yuttum..." Gözlerimi yumarken cezaevinde ona attığım tokadı hatırladım. "Sadece kızım sözkonusu olunca sana tepki gösterdim çünkü o benim dokunulmazım. Dokunmaman gereken tek şeyin Karina olduğunu biliyordun ama sen onun acısına, benim acıma, yaşadıklarımıza dokundun."
Kollarımı kendime sardım.
"Mutlu olduğum bir ana bile tahammül edemedin, Deren." Boşluğa konuşuyormuş gibi hissediyordum. "Hani asla Karina'yı kullanmazdın, benim yaptığımı yapmazdın? Nasıl ağırına gitmedi zaten o kadar çok acı çekmiş kızımı kullanmak? Ben sana çok merhametlisin, şefkatlisin diye âşık oldum..."
Önümü göremez olunca ellerimle yanaklarımı, gözlerimi sertçe silip kirpiklerimi temizledim. Kalbimi yaran o bıçağın varlığı yüzünden elimi indirip kalbime götürdüm. "Ben senin sırtına sapladım o bıçağı, sen kalbime."
Her şeyi yapabilirdi bana ama Karina... Onun üzerinden yapamazdı. Bunu biliyordu, yaparsa onu terk edeceğimi biliyordu.
Öfkeyle nefes alıp koltuktan fırladım, soluğu karşısında alıp gömlek yakalarından kavradım. Onu sertçe sarsarak, "Uyan!" diye bağırdım. Kafası, kopacakmış gibi hareket edip savruldu. "Uyanıp bana hesap ver! Neden, nasıl yapabildiğini söyle! Benim çektiğim acı yetmemiş miydi? Daha ne kadar acı çekmemi istedin? Yok mu olayım? Yok mu olayım Deren! Yok olurum, Deren..." Ellerim titreyince gömlek yakaları avuçlarımdan düştü. "Hayatından yok olurum, Deren."
İnleyip koltuğa doğru düşmesini izledim, kafası koltuğun kenarına geldiği için acımıştı. Kinle yüzüne bakıp arkamı döndüm, kalktığım koltuğa geri yürüyüp oturdum. Telefonumu çıkarıp Karina'nın odasını izlemek için kamerayı sehpaya koydum. Gözlerim kızımla Deren arasında dolaşırken dakikaları geçirip dışarıya yansıtmadığım düşüncelerime kafa salladım. Ağlamama öfke duydum, beni mutsuzluktan ağlattığı için ona da.
Yüzündeki huzursuzluğu izlerken kalbimdeki bıçak daha derine indi.
Sırtıma kadar battı.
Beni hem kalbimden hem sırtımdan bıçaklamış oldu.
"Sana gününü göstereceğim. Sen Karmen Russo ile hiç tanışmadın."
Sol yanağımdan akan son yaşı da sildim ve bir ruhum olmadan camdan dışarıya baktım. Gün epey aydınlanmıştı, saat sekize geliyordu. Tüm geceyi kalbim acıyarak geçirmiştim, bu yüzden yorgundum. Elimi saçlarım arasından geçirirken karşımdaki aptala döndüm, ne zaman uyanacaktı acaba?
"Kaymen!"
Kalbimde bir bıçakla sese doğru döndüm ve tırtılımı, merdivenden heyecanla inerken gördüm. Onu görünce saatler sonra ilk boğulmayan nefesimi aldım. Beni görünce parlayan gözlerinin gerçekliğine inanıp kollarımı ona açtığımda, küçücük ayaklarıyla yanıma koştu. "Kaymen, aşkım, hoş geldin."
"Hoş buldum, güzeller güzeli tırtılım." Masum, iyi kalpli tırtılım.
"Ya sen niye geleceğini habey veymiyorsun ben sana yemek falan hazırlardım." Kafasını kalbime koyup küçük ellerini sırtıma dolamaya çalıştı, kucağıma o kadar güzel sığıyordu ki. "Bak, bu sefey Kayina'yı getirdin, değil mi? Eğer getirmediysen..." Düşünüyormuş gibi yapıp bana parmağını salladı. "Ağzına diş macunu sıkayım!"
Karina'yı asla unutmaması o kadar özeldi ki.
"Getirdim," diyerek kucağımda o varken sehpaya uzandım. Ekranı tırtılıma çevirdim. "Bak, odadaki Karina. Ancak... Yatakta yatıyor, uyan... uyanmıyor Nil, bir türlü uyanmıyor."
Nil ekrana heyecanla baktı ama Karina'nın yüzünü pek göremiyordu, yalnız yatağı ve bir kadını, yani Gece'yi görüyordu. "Yaa, hâlâ yorgun mu? Kıyamam."
Babasından öğrendiği lafları öyle yerlerde kullanıyordu ki ağlıyorken gülümsetiyordu beni. "Yorgun. Herkes çok yordu, üzdü onu."
Nil ıslak kirpiğime dokunup boynuma sıkıca sarıldı. "Ben döveyim onlayı, Kaymen! Kimse benim arkadaşımı üzemez!"
Dövmek için hazırladığı yumruğunu öptüm. "Babanı döv o zaman."
Tırtılım şaşkın bir surat ifadesine bürünüp baktığım yöne döndü. Babasını görmüştü ama benimle ilgilendiği için yanına gidememişti. "Ben babamı dövemem, Kaymen," dedi. "Öpeyim öpeyim!"
Dizimden indi ve daha fazla uzak kalmaya dayanamadığı babasına ilerledi. "Babam," diyerek yanağına eğildi ve onu öptükten sonra çarpılmış gibi bir ifadeyle geriye çıktı. Dilini çıkarıp burnunu tuttu. "Ay bu babam kötü kokuyoy, Kaymen!"
Ağır alkol kokusu çocuğu rahatsız etmişti tabii. Buna rağmen eğilip bir daha Deren'i öptü, saçları gün ışığı gibi onun yüzüne düşerken, "Uyansana baba," dedi. "Sabah oldu! Kahvaltımı bile hazırlamamışsın! Kaymen gelmiş, yatıyoysun! Tembel Deyen!"
Gözlerimi kısıp koltuktan doğruldum, güzelimin yanına gidip kendime çevirdim. Üzerinde Barbie pijamalarıyla çok şirin gözüküyordu. "Babanı nasıl uyandıracağımızı biliyorum. Mutfak nerede?"
Elimden sıkıca tutup beni mutfağa götürdüğünde ona aferin öpücüğü verdim. Beyaz, damarlı mermer görünümüyle döşenmiş mutfağa girdim ve adada bulunan sürahiyi ağzına kadar suyla doldurup tırtılıma göz kırptım. "Gel tırtılım, şu babana cezasını verelim."
Neşeyle güldü. "Veyelim, veyelim!"
Salona dönüp yüz buruşturan Deren'in yanına ulaştık. Cam sürahiyi Nil'in küçük avuçlarına bıraktım, sapından tutarak, "Kafasından aşağıya dök, tırtılım," dedim.
Gizli iş yaptığı için heyecanla babasına döndü. Sürahiyi kaldırıp tek seferde Deren'in kafasından aşağıya boşalttığında çok eğleniyordu. Deren suyla temas ettiği an bir küfürle gözlerini araladı ve nefes nefese tavana, sonra etrafına bakıp anlamaya çalıştı. "N'oluyor?”
Nil bir kahkaha attığında Deren'in şaşkın bakışları onu buldu, odaklanamıyordu. "Baba, su döktüm sana! Göydün mü?"
"Gördüm mü? Nil, sırılsıklamım babacığım..." Deren şaşkın şekilde doğrulurken yüzünden akan suları silip üstüne baktı. Gömleği, pantolonu ıslanmıştı. Kafasındaki saçlar da alnına yaslanmıştı. "Neye uğradığımı şaşırdım yavrum, n'apıyorsun sen?"
Nil sürahiyi bir daha ters çevirip Deren'in kafasında tuttu, dibinde kalan birkaç damlayı daha dökmeye çalışarak neşeyle kahkaha attı.
Deren Nil'e bakakalıp ardından kafasını iki yana sallarken gülümsedi, uzanıp sürahiyi elinden aldı. "Yaramaz tırtıl seni, kim verdi sana bu aklı?"
"Sus," dedim Deren'e.
Deren ve Nil aynı anda bana döndü, Deren şöyle bir etrafına baktı ve evde olduğunu anlayınca gözlerinde soru işaretleri göründü. "Ben mi susayım?" dedi anlamayarak.
"Evet, sen."
Nil neşeyle gülmeye devam ederken, Deren bu ani uyanışın ardından gelen tepkimi anlamayarak kaş çattı. "Ciddi ciddi sus mu diyorsun bana şu an?"
"Evet, sesin sinirimi bozuyor," dedim.
Deren yüzündeki suları elinin tersiyle sildi. "Sinirini mi bozuyor? Ne alaka? N'oldu?"
"Ne oldu diye sorman da sinirimi bozuyor. Hatta nefes alman bile. Ölür müsün?"
"Hı?" dedi dehşetle.
Nil bir daha sürahiye uzanacaktı ki Deren ona uslu ol, bakışını attı ve Nil başını önüne eğerken Deren bana döndü. "Solundan mı kalktın? N'oluyor böyle?"
"Solundan kalkınca ne değişiyor, geri zekâlı?"
Deren ne diyeceğini bilemediği birkaç saniye geçirdi. "Nil'in yanındayız, kötü konuşma."
"Sen su dökünce küfyettin ya baba!"
Nil'e göz kırptım ve Deren huzursuzca bana bakarken donuk şekilde gülümsedim. "Aman Deren, şaka yapıyorum işte."
Huzursuzluğu, suyun içinde dağılan mürekkep damlası gibi dağıldı ve biraz rahatlamış göründü. "Nereden esiyor sabah sabah bu şakalar, su dökmeler? Şakadan bile olsa öl denir mi hiç..."
Sen de bana dedin, hem de gerçekten.
Sol koluma doğru bakarak bunu düşündüğümde, Deren de izlerime bakıp belki de aynı şeyi aklından geçirdi.
"Biz komik kızlayız babacığım." Nil, gönlünü almak için babasına gülümsedi.
Deren onun söylediğine tepkisiz kalamadı, gülerek üzerindeki gömleği çıkarmaya başladı. Nil anında kendini Deren'in önüne atıp ellerini tuttu. "Niye soyunuyoysun baba! Kaymen burada, ayıp!"
Nil'in birinin yanında soyunup giyinmeme hassasiyetini biliyordum, muhtemelen annesiyle babası iyi öğretmişti. Fakat ayrıca... Sanki babasını kıskanıyordu. Deren onun tepkisiyle eğlenip bana göz attı. "Karmen'e ayıp olmaz," dedi.
"Niyeymiş?" diye çemkirdi tırtılım.
Deren eğilip onun yanaklarından abartılı şekilde öptü. "Daha önce gördü zaten."
Nil inanamadı ve tepkisi çok tatlıydı. "Niye göydü ki? Ayıp değil mi, Kaymen?"
"Ben de şaşırdım," dedim, ona masumiyetle bakarak. "Baban bir keresinde yanımda böyle gömleğini çıkarmıştı. Ben de ayıp, çabuk giy demiştim. Benim suçum yoktu, Nil."
Deren, Nil'den daha şaşkın şekilde bana bakıyorken, "Teybisiz," diyerek babasının göğsüne vurdu tırtılım. "Çabuk odana git, gözüm göymesin seni!"
Ben sırıtırken Deren, Nil'in çenesinden tutup yüzünü kendisine çevirdi. "Sen bunu nereden duydun? Ben sana asla böyle şeyler söylemem."
Nil babasına neden kızdığını unutmuş şekilde omuz silkti. "Televizyonda göydüm. Bir tane dede oğluna söylüyordu."
Deren onun saçlarını tepeden aşağıya, benim saçlarıma dokunduğu gibi dokunup okşadı. "Bir daha izleme sen öyle şeyler. Ayrıca sen iyi ve kötü sözü ayırabiliyorsun artık bebeğim, böyle laflar etme."
"Tamam babacığım."
Nil çok usluydu gerçekten, babasını her zaman dinliyordu. Bu haline tebessüm ederken, Deren kaldığı yerden gömleğini çıkardı. Nil bir daha ses etmedi ama Deren'e sarılıp onun çıplaklığını saklamaya çalışırken bana düşünceli şekilde baktı.
"Nil, böyle yapışık mı kalacağız babacığım?"
"Hee."
"Kızım," diyerek şefkatle güldü Deren. "Öldüreceksin beni tatlılığınla."
"Ben de Kaymen'e yapışırım!" Koşa koşa yanıma gelip karnıma sarıldı. "Bana bu kez çiçek aldın mı, Kaymen?"
"Gelişim biraz ani oldu, alamadım. Bir sonraki sefere alırım ama."
"Olsun olsun, sen gel yetey."
Dayanamadım, eğilip yanaklarından öpüp saçlarını okşadım. Deren elinde gömlekle kalktı ve ikimize düşünceli şekilde baktı. Burada olduğuma şaşırmasının yanı sıra Nil ile vakit geçirdiğim için gergindi. "Karmen, bir dakika benimle yukarıya gelir misin?"
"Gelemem," dedim ve bu cevabım Nil'i güldürdü.
"Ben de geleyim mi baba?" dedi sevimli sevimli.
Deren ona öpücük atıp bana döndü. "Hakikaten sol tarafından kalkmışsın, güzelim."
"Efendim?" dedi Nil.
Deren irkildi ve hatasının farkında olup kızına göz kırptı. "Güzelim, sabah sabah bu ne güzellik diyorum."
Nil'in kulağına eğilip vermesi gereken cevabı söyledim.
Nil kafa sallayıp, "Hey zamanki halim," dedi.
Deren ittifakımız hakkında ne düşündüğünü bilemez şekilde bakınca, tırtılımı bırakıp doğruldum. Önden yürüdüm, Deren, Nil'i koltukta beklemesi için tembihleyip arkamdan geldi. Üst kata çıkınca, "Soldan ikinci kapı," dedi Deren ve ben de oraya yöneldim. Çok sade, az eşyalı odaya girdim. Siyah ve kahve tonlarında tasarlanmıştı. Deren kapıyı kapatıp elindeki gömleği saten örtülü yatağa attı. "Dün gece n'oldu? Eve nasıl geldiğimi bile hatırlamıyorum. Ayrıca sen n'apıyorsun burada?"
"Gideyim mi?" dedim ters ters.
Deren hiddetle nefes alıp verdi. "Ne alakası var güzelim? Neden yanlış anlıyorsun?"
"Hiç mi bir şey hatırlamıyorsun?" diye sordum.
Şakağını tutup ardından yanağını yokladı. "Tokat yemiş gibiyim."
"Arabadan indirirken de hassas davrandım aslında, bir yere mi çarptın acaba?" İç çektim.
Deren ensesini de ovaladı, geceden beri garip pozisyonlarda uzandığı için her yeri ağrıyordu. "Bilmiyorum ya." Geniş kapaklı dolaba ilerledi. "En son Noah’la içmeye başladığımı hatırlıyorum. İçmeyecektim, onu durduracaktım ama kötü görünüyordu. Eşlik edecektim ama ipin ucunu kaçırdık demek, pek bir şey hatırlamıyorum."
"Abime yalvardın," dedim, ona bir küçük hatırlatma yaparak.
Deren dolabından kıyafet alırken kaskatı kesildi, bir anda bana döndü. "Ne saçmalıyorsun, Karmen?"
"Şaka yaptım."
Deren sırtını dolaba yaslayıp elini kalbine götürdü. Gerçekten yapmış olsaydı kalp krizi geçirebilirdi. "Bu nasıl şaka?" dedi. "Sen bugün beni öldürmeye mi çalışıyorsun?"
Evet.
"Abilerime neden yalvarasın, Deren? Bir sebebin bile yok." Samimiyetsiz bir duyguyla gözlerinin içine baktım. "Ama bana yalvardın."
Az önce rahatlayan Deren yeniden dehşete sürüklendi. Bu daha inandırıcıydı çünkü uzun süredir bunu dilediğimi biliyordu. "Hayır," dedi sinirle. "Sana yalvarmadım."
"Bunun yalanı olur mu, Deren?" Evet, oluyordu. "Dizlerime kapandın, bana yalvarmaya başladın. Dante ile Noah da oradaydı, seni izleyip şu salağa bak dediler. Ben de baktım."
"Sa... salak mı dediler?"
"Evet ama haklılar, ne diyeyim. Çok şapşal görünüyordun."
Bir şeyi yapmak istiyorsam son derece iyi yapardım, yalanımı da iyi söyledim. Deren tereddütsüzlüğüme bakarak, "Yapmadım," dedi bir daha. "Hatırlamıyorum. Neden durduk yere yalvarayım ki? Bir de bana salak diyecekler öyle mi? Öldürürüm onları!"
"Demek içten içe sen de bana yalvarmayı istiyordun, bilincin kapanınca da yaptın. İnsanlar sarhoş olunca içinde tuttuklarını söylerler, yaparlar..." Salla Karmen, piç zaten hiçbir şey hatırlamıyor.
"Eğer öyleyse emin ol başka şeyler söylemişimdir..."
Yangını çıkardığın gibi mi?
Deren... Nasıl dayandın o yangını izlerken? İçin soğudu mu?
"Ne gibi şeyler?" diye sordum.
Bakışlarını kaçırdı, ben tahminim yüzünden olduğunu düşündüm ama Deren farklı bir şey söyledi. "Şey, seninle ilgili bir şeyler düşünüyordum."
Karın olmam gibi mi?
Demek ki bunu yalnız sarhoşken düşünmemişti.
"Ee, söylesene," dedim.
"Böyle... Hazırlıksız olmaz." Kaşlarını çatarak sertçe gözlerime baktı. "Gerçekten abilerinin önünde sana yalvardım mı?"
Başımı yavaşça salladım. "Seni kaldırmaya çalıştım ama engel oldun. Hatta bir şey daha yaptın."
Elini kaldırıp beni durdurdu. "Hayır, söyleme. Daha fazlasını kaldıramam." Gözlerimin içine bakarken sessizce küfretti. "Tamam! Başka n'aptım?"
Dolabına ilerleyip elimi içindeki kıyafetlerde dolaştırdım. Takımlarına, gömleklerine dokundum. Bordo gömleğini daha önce de beğenmiştim, bugün giymesini istiyordum. Gömleği ona uzatıp, "Noah'ı öptün," diye fısıldadım.
Deren'in gözleri seğirdi ve gömlek elinden düştü. "Neresinden?" diye sordu.
Parmağımla dudağıma dokundum. "Maalesef."
Kükreyip yüzüme alçaldı. "Yapmadım tabii ki böyle bir şey!"
"Deren, bu sabah şakadan hiç anlamıyorsun," diyerek parmak uçlarımda yükseldim, yaklaşırken acıyan kalbimi gizleyip yanağından öptüm. "Niye abimi öpesin? Ayrıca ben oradaydım, izin vermezdim."
Şakalarımın şokuyla sersemlemiş şekilde nefes alırken, "Niye böyle şakalar yapıyorsun?" dedi, garipseyen bir ses tonuyla. "Hangisi şaka, hangisi gerçek karıştırdım ben şu an."
Tabanlarıma geri basarken gözlerimdeki ifadeyi gizledim. Deren, onu öperken bozulan saçlarımı düzeltip tutamları hafifçe okşarken neredeyse dikkati dağılmış göründü. İlgisini tamamen saçlarıma, yüzüme vermişti. "Bana yalvardığın gerçek, abimi ise sadece yanağından öptün."
Saçımı okşayan parmakları durdu. "Öptüm yani?"
"Kardeşçe bir öpücüktü." Deren’le ruhum arasına giren o buzdan duvarın arkasından bakıyordum ona. Çok uzun sürmezdi, fark ederdi. "Yaptığın bir şey daha var," dedim.
"Yeni bir şaka ha?" Uzanıp samimi bir harekette bulundu. Burnumu iki parmağıyla kıstırdı. "İnanmıyorum artık."
"Bu şaka değil, Deren," derken gözlerimde bir kırgınlık vardı. "Akşam çok sarhoş olduğun için sana kahve yaptım, ayılmanı istedim. Sen fincanımı kırdın."
Deren, böyle bir konu hakkında şaka yapmamın eğlenceli olmayacağını düşündüğü için inandı. Başını yana eğip elini yanağımda dolaştırırken, "Bana kahve mi yaptın?" diye sordu.
"Evet fakat fincanı düşürüp kırdın." Üzüntüyle içimi çektim.
Dudaklarını suçlulukla birbirine bastırdı. "Onu da hatırlamıyorum. Affedersin, sana yeni bir fincan takımı alırım."
"O babamın annem için Fransa'dan aldığı takımdı," dedim, daha önce Deren’le aramızda böyle bir konuşma geçmişti. "Bir parçası eksildi. Gidip bana yeni bir takım alacaksın."
Deren de o günkü konuşmalarımızı hatırladığı için yalan söylediğime dair bir inanç beslemedi. "Fransa'ya mı gidip alacağım?"
"Evet, o takım benim için çok değerliydi." Bu kısmı gerçekti, o fincanları çok seviyordum ama hiçbirisi kırılmamıştı. "Kırdığın için gidip yeni bir takım al."
Bir fincan için o kadar uzağa gideceğine inanamıyor gibiydi. "Annene alınmış, yani yıllar önce. Aynısından nasıl bulayım, sevgilim?"
"Çok ünlü bir porselen markasına ait, senelerdir üretiyorlar." Yanağıma, saçlarıma dokunmasının yettiğine karar verip ondan uzaklaştım. "Bugün gidip altılı fincan takımını al ve gel."
Odanın içinde ilerlerken komodindeki paketi gördüm, içinden bir sigara çıkarıp dudaklarımın arasına koydum. Yaklaştığını anlayınca o bıçak daha derinime indi. Çaktığı bir çakmakla dudaklarıma yaklaşıp sigaramı tutuştururken gözlerimin içine düşünceli şekilde baktı. "Bugün huzursuzsun. Bir sebebi var mı? Söylesene."
Beni yıktın.
"Fincanlarımı alıp gel," dedim. O saniye bir şey anladıysa da umurumda değildi.
Dudaklarımda yanan sigaraya bakıp, "Senin için gerçekten o kadar önemli mi?" diye sordu.
Sigarayı dudaklarım arasından çekip nefes verirken, "Evet," dedim. "Sen gitmezsen Enrica'yı göndereceğim. Beni asla reddetmez, en sadık korumamdır."
Onun zaaflarını biliyordum, bendim, Nil'di, Utku'ydu. Planlayarak söylediğim kelimeler tahmin ettiğim gibi onun için tetikleyici oldu. Avuçiçiyle yanağımı sertçe kavrayıp başparmağıyla okşadı. "Ben gidip alırım. Hiçbirisi değil, senin koruman benim. İstediklerini ben yaparım."
Kalbimdeki acı yüzünden bu odadan bir an önce çıkmak istedim. Sigaramın külünü odasına silktim. "Önce duşunu al." Kibar olmaya çalıştım ama sesim sertti. "Kötü kokuyorsun."
Biraz incinmiş görününce arkamı dönüp çıktım, Deren'i odasında bıraktım. Elimde sigara olduğu için aşağıya inmeden önce koridorda bekledim, dolan gözlerimi kapatıp kapatıp açtım. Ne varsa o an orada, ben yalnızken akıp gitsin istedim.
Gözyaşlarımın gittiği gibi ben de buradan gitmeyi istiyordum. Kızımın yanına dönmem, onunla vakit geçirmem lazımdı. Hatta tam şu an ihtiyacım olan tek şeydi. Ona, kimsenin kendisini incitemeyeceğini söylemek istiyordum. Ama tabii, inanmaz. Yaşadıklarından sonra nasıl inansın ki?
Gidip Karina'nın fişini o çekecek değildi, ya da zarar verecek. Ama beni incitmek için onu kullanmıştı, bir daha yapmayacağından emin olur muydum?
Sigaramı bitirince aşağıya indim. Yalnız Nil'i değil, Utku'yu da gördüm. Utku yerde şınav çekiyordu, Nil de onun sırtında onunla alçalıp yükselirken amcasına gülüyordu. Ayrıca yaptıklarını çok doğal karşılıyordu, babası ve amcasıyla bunu sık sık yapıyor olmalıydı.
"Amca biyaz havada kalır mısın? Ayağa kalkacağım..."
Nil ayağa kalkıp sırtında yürümeye başladı. "Sol tarafa ilerle Nil, orası ağrıyor biraz."
"Tamam.”
Yaklaştığımda alçalıp yükselen Utku yere çarpan ayakkabılarımı fark etti ve başını kaldırıp beni gördü. "Merhaba," dediğimde, tırtılım da beni görüp amcasının sırtından indi. "Abin dün sarhoştu, onu eve getirmem gerekti."
Utku'nun neden burada olduğumla ilgili soru işaretleri gözlerinden kayboldu. Nil yanıma gelirken yerden kalkıp kollarını esnetti. "Şimdi de gidiyordun sanırım?"
"Yoo," dedi Nil, ona dil çıkarıp.
"Gideceğim ama önce seninle konuşacağız," dedim Utku'ya.
Sesimdeki kararlılıkla duraksadı. Nil’le aramdaki ilişkiyi izleyip kafası karışık şekilde, "Konuşmak istemiyorum," dedi.
"İsteyip istemediğini sormadım. Konuşacağız, dedim."
Utku, daha önceki nazik tavrımın aksine olan bu ısrar karşısında biraz afallamış göründü. "Konuşacak neyimiz var bizim?"
"Konuşacağız çünkü seni seviyorum ve beni anlamamı istiyorum." Ona mutfağı gösterdim.
Sesim sert olsa da sözcüklerim ona dokunmuş gibiydi. Utku benim bir yalancı olduğumu biliyordu ama birisini sevdiğim hakkında yalan söylemeyeceğimi tahmin ediyordu. Birisini sevecek türden bir kadın bile değildim. Nil'e yaklaşıp onu kucakladığı gibi koltuğa bıraktı. "Bebeğim sen çizgi film izle, biz sana kahvaltı hazırlayalım."
"Nesguyik de koyay mısın amca?"
"Hayır, daha dün yedin. Her gün her gün olmaz."
"Babama söyleyeceğim."
Nil mutsuz olup yüzünü âdeta göğsüne kadar eğerken Utku benimle mutfağa girdi. Deren duştan çıkmadan buradan gitmek istiyordum. Bu yüzden üzülerek konuşmayı kısa tutacaktım. Utku buzdolabını açıp kahvaltılıkları adaya dizmeye başladığında, karşısına geçip elindeki tabağı aldım. "Beni seviyor musun, Utku?"
Duraksadı. "Bu bir aşk kavgasına benzemeye başladı, lütfen abim duymasın. Ölmek için çok yakışıklıyım."
"Sen buna bir cevap veremesen de ben seni seviyorum," dedim. Yukarıdaki sahteliğime rağmen şimdi çok gerçektim. "Ben iyi bir insan değilim, Utku ama kötü birisi de değilim. En çok çıkarlarımı, sahip olduklarımı gözetirim. Sevdiklerim için dünyayı yakarım ve zaten bu yüzden, Karina'nın katillerini bulmak için tek bir şey bile görmedi gözlerim. Sizin geç farkınıza vardım, fark ettiğimde de geri dönmedim. Hatalar yaptım, etiksiz davrandım. Ama ben de tuzağa düştüm, hiç beklemezken sizi çok sevdim, kendi sonumu getirdim."
En başında beni dinlemeyi istemese de sözlerimin ona dokunduğunu gözlerindeki duygu yoğunluğundan anladım. "Sen... Nil'in babasının abim olduğunu, onu ne kadar sevdiğimizi fark ettiğinde her şeyi anlatsaydın abim o katilleri seninle bulurdu."
"Bulurdu, evet ama onu görür görmez tanımadım ki. Nasıl emin olabilirdim?" O an beni öldürmeyeceğini nasıl bilebilirdim?
Şimdi bile bilmiyordum. Baksanıza, kalbimde bir bıçak vardı.
"Tamam, bunu da anladım." Başını sallayıp hiç anlamadığı başka şeyi sordu. "Karina kaçırılmışken, canı yanmışken... Aynılarını nasıl bize yaşatabildin? Ben en çok bunu anlamıyorum."
Kısa süreli bir sessizliğin başlangıcı oldu bu kelimeler. "Ben Nil'i kaçırdığımı değil, kurtardığımı düşünüyordum. Nil'i kızıma benzettiğim ve Derya ona kötü davrandığı için... Her şeyi onun için güzel yapmaya çalıştım."
"Ancak bir deli böyle düşünür," diye homurdandı, bana tersçe bakıp.
Benim hakkımda dediği en doğru şeylerden birisiydi. Yine de duyunca irkilip gözlerimi ondan ayırdım. "Ben de deliyim, hem de raporlu."
"Dalga geçme şimdi..."
Sesindeki yumuşamayı fark edince dudaklarımı kıvırdım.
"Ayrıca Nil Karina'ya benzemiyor, bunu nereden çıkarıyorsun?"
Neden herkes böyle söylüyordu? Onların benzerliklerini bir ben mi görüyordum? Gece de, Deren de benzetmiyordu. O zaman benim benzettiğim neydi? Sadece üzüntüleri miydi?
İç çekerek gözlerine baktım. "Şey, sen neler yapıyorsun? Buraya alıştın mı?"
En azından normal konuşmayı denemek istiyordum, belki bir anda değil zamanla affederdi beni. Oflayıp, "Hayır," dedi hemen. "Türkiye'ye dönmek istiyorum, buradan çok sıkıldım!"
"Bunun benim yüzümden olduğunu mu düşünüyorsun?"
Dolaba dönüp kahvaltılıkları dizmeye devam etti. "Kısmen. Fakat abim kendisi sürüklendi buraya, sana. Onu da biliyorum."
Sürüklenmiş... Aşk için. O yaptığı ne içindi? Nefret için mi?
Acımın çok sert şekilde yüzeye çıktığını fark edince burada daha fazla kalamadım. "Sence abinin bana olan hangi duygusu ağır basıyor, Utku? Sevgisi mi, öfkesi mi?"
Düşünmeden, "Sevgisi," dedi.
Neden dün gece öyle hissettirmemişti?
Solan yüzümü toparlamaya çalışıp, "Bence öfkesi," dedim ve bir an önce evden çıkmak üzere ondan uzaklaştım. Ama mutfak girişinde durup baktım. "Peki senin öfken mi ağır basıyor, sevgin mi?"
Bakışlarını önüne düşürüp, "Sanki eşit," dedi.
En azından öfkesi ağır basmıyordu.
Ona yumuşak bir ifadeyle bakıp dönüyordum ki, "Şey," diyerek bu kez o beni durdurdu. Arkasını dönüp dolapla uğraştı. "Karina'yı görmeye gelebilir miyim?"
Yüzüme bakamamasına şaşırmamıştım, iyi bir şey söylüyor ya bakamazdı. Konuşmamızın biraz işe yaradığını anlayıp, "Kapım Nil ile sana her zaman açık," dedim.
"Abime kapalı sanırım."
El sallayarak mutfaktan çıktım. Nil ile vedalaşmadan gidemezdim. İçeriye geçince onun camdan dışarıdaki polislere baktığını gördüm, beni fark edince hızla yanıma koşup sıkıca bacaklarıma sarıldı. "Kaymen, aşkım Noyah napıyor?"
Ben de diyordum ne zaman soracak...
Saçlarını güzelce okşadım. "Biraz üzgün, sevdiği kadın gitti."
Nil kaşlarını çatıp düşünmeye başladı. "Kadın mı? Kimmiş o?"
"Bir ara anlatırım bebeğim." Onu öpmek için eğildim, ipek gibi saçlarını okşayıp pembe yanaklarından öptüm. "Ben şimdi gidiyorum. Bir daha ne zaman görüşürüz bilmiyorum ama selamını arkadaşına ileteceğim."
Gideceğime üzülen yüz ifadesi arkadaşından bahsettiğimde tebessümle yer değişti. "Kayina'ya mı?"
"Evet.”
O an Nil'i bırakmak zor geldi ama yanına gitmeyi daha çok istediğim tek kişi vardı o an. Tırtılımı öpücüklere boğdum, eşyalarımı alıp evden hızla ayrıldım. Arabama gidene kadar gözyaşlarımı tuttum, şoför koltuğunda oturdum. “O yangını ben değil, Derya çıkarmıştı ama sen bedelini bana ödettin."
Sen de kızının kaçırılmasının bedelini ona ödettin.
İç sesimin devreye girişinden nefret edip, "Sus!" diye bağırdım ve arkama yaslanıp direksiyonu tuttum. Arabayı sertçe çalıştırdım ve uzaklaşırken evin kapısının açıldığını gördüm. Deren, üzerine giydiği bordo gömleği ve siyah kumaş pantolonuyla eşikten dışarıya çıkıp aracıma hayretle baktı. Bir anda gitmeme şaşırdığı açıktı. Ama durmadım, gözlerine ruhsuzca bakıp hızla oradan ayrıldım. Alacağı fincanın görselini ve satıldığı yeri mesaj olarak attım, aramasını da cevapsız bıraktım.
Arabayı oldukça hızlı kullandım, marina tarafından gittim. Sicilya, etrafı denizlerle kaplı bir kara parçasıydı ve denizi berrak, güzeldi. Eve yaklaştığımda korumalar arazi kapısını açtı, arabamın etrafında pervane oldular. Bahçeden girince arabamı korumalardan birisine verip köşedeki Enrica'ya baktım. "Yokluğum fark edildi mi?"
"Salvador Bey fark etti, efendim."
Evin hâkimiyetini çok önemsediği için kimin girip çıktığını ilk kendisi fark ederdi. Yanından geçerken Enrica'ya yaklaşıp bir ricada bulundum. "Özellikle senin yapmanı istediğim bir iş var, Enrica. Türkiye'den birisini getirmeni istiyorum. Ben kişisel bilgilerini sana ileteceğim, irtibatı kuracağım. Sen de uçakla günübirlik buraya getireceksin."
"Tabii. Kimdir, efendim?"
"Ece Güzel."
"Tamamdır, efendim."
"Bir şey daha var." Nazikçe gülümsedim. "Benim için Fransa'ya gidip kısa sürede dönmen lazım. Söyleyeceğim yerden bir takım fincan almanı istiyorum. Sana hangi fincanı ve nereden alacağını söyleyeceğim. Helikopteri kullan, birkaç saate dön. Deren'den önce."
Enrica için tuhaf istekler yoktu, başlı başına yaşadığımız hayat zaten tuhaftı. "Birkaç saate dönerim efendim."
Enrica'ya gerekli tüm bilgileri verip eve yürüdüm. İçeriye girdiğimde gitmek istediğim yalnız kızımın yanıydı. Kızaran gözlerimi silerek asansöre yönelirken Sara'nın mutfaktan çıktığına şahit oldum. Elinde bir tepsi vardı, kahvaltı masasını kuruyordu. Beni gördüğünde nazikçe selam verdi. "Günaydın, efendim. Bir isteğiniz var mı?"
"İyiliğin Sara, iyiliğin..."
Asansöre binip doğrudan kata çıktım. Önce bu bitik halimden eser bırakmamak için odama girdim. Kapıyı çarpıp giyinme bölümüne ilerledim, tuttuğum yaşlarla beraber kendime kıyafet seçtim. En sevdiğim parçalardan birisini dolabımdan çıkarıp kenara bıraktım, birkaç takı aldım ve topuklu ayakkabı seçtim.
Banyodan, üzerimde yoğun duş jeli kokusuyla çıktım. Bakışlarım kıpkırmızıydı, sinirden ve gözyaşlarından dolayı. Çıkardığım elbiseyi giydikten sonra saçlarımı kurutup makyaj masama yöneldim. Deren'in geçen gün dokunduğu her şeyi elimin tersiyle itip bir küçük gürültü çıkardıktan sonra sevdiğim koyu kırmızı ruja uzandım, dudak çizgilerimden içeriye sürdüm.
Hazırlığım biter bitmez kızımın yanına geçtim. İçeriye girdiğimde Gece onunla konuşuyordu. Beni görünce önce bir süzüp ıslık çaldı ve akabinde, "Hoş geldin," dedi. "Gece apar topar gittin. Bir sorun mu var?"
Karina'mın yanına geçince baktığım ilk şey cihazlar, sonra yüzü oldu. Elbette uyuyordu. "Deren sarhoştu, eve götürdüm," dedim yutkunarak. "Gecenin yarısında uyandırdım seni, özür dilerim. Yol yorgunuydun, dinlenemedin."
"Yok canım," dedi hemen. "Teyzeciğimle vakit geçirdim, senden bahsettim. Uyumaktan daha iyi geldi. Hep uyuyor ya... İnsan uyanmasını bekliyor, her dakika tepki verecekmiş gibi hissediyor."
"Ama vermiyor." Karina'nın yüzüne, masumiyetine bakarken gece duyduğum kelimeler canımı bir daha yaktı. Karina'nın o yangında olduğunu düşündürmüştü bana, öldüğünü. Sanki onun ölümüyle çektiğim acı yetmemiş gibi. "Uyanmıyor. Ne yapacağımı bilmiyorum. Bir işaret bekliyorum. Ondan ya da Tanrı'dan."
"Şimdi terziye sökük dikmeyi öğretmek gibi olacak fakat ben araştırdım, seneler sonra bile uyanan vakalar oluyormuş, Karmen..."
"Karina'nın öyle bir vakti yok," diye fısıldadım kızımın elini tutarak. "Organları gün geçtikte zarar görüyor. Üstelik onu incitmek isteyen, beni onunla yaralamak isteyen çok insan var. Hep çok masumdu, hep günahlarımın bedelini ödedi. Artık buna dayanamıyorum. Böyle bir anne olmaya dayanamıyorum."
"Sen harika bir annesin," dedi kızarak. "Mark ve diğerlerini buldun. Ona zarar verecek başka kimse yok ki. Ama mafyasınız tabii, başka düşmanlarınız mı var?"
"Keşke düşmanım olsaydı bunu yapan, sevdiğim olmasaydı." Deren'i artık daha iyi anlıyordum. Artık ben de aşkla nefreti karıştırıyordum.
"Sevdiğim derken?" Şüpheyle yaklaştı. "Karmen, bir şey mi oldu canım? İyi de görünmüyorsun. Ağlamışsın, kapıdan girer girmez anladım."
"Karina'nın benim yüzümden kullanılmasına, incitilmesine tahammül edemiyorum, Gece. Deren'in bile saygısı yok ona, çektiği acılara..."
"Deren mi? N'aptı? Karina ile ilgili bir şey mi söyledi?" Bu kez sesi sinirliydi. "Öldürürüm onu bak."
"Ona güveniyordum, gerçekten. O her defasında bana güvenmediğini söylerken ben kızımı bile ona emanet ettim..."
Gece, birbirinden alakasız kurduğum cümleler karşısında, "Sanırım güvenini kırdı?" dedi. "Zaten nasıl güvenirsin, Karmen? Tamam, birbirinize duygularınız var ama... Kızını kaçırdığın bir adama güvenemezsin."
Gece'ye doğru baktım. Aslında... Çok doğru söylüyordu. Ona güvenemezdim, öyle hissettirse bile. Beni yaralamak isteyeceğini tahmin etmeliydim. Öfke doluydu, bunun bir şekilde yansıyacağını düşünmeliydim. Kendi içinde duygularıyla savaşıyor sandım, en fazla acımasızca konuşur sandım ama... O bıçağı hep saklıyormuş, kalbime saplamak için.
Biz birbirimize n'apıyoruz?
Daha ne kadar alçalacağız?
Gece ile daha fazla konuşamadım, Karina'dan başkasını göremedim. Kızımı alıp gitmeyi istiyordum. Her şeyden, Deren'den bile uzağa gitmeliydim. Karina ile yalnız ben kalırdım. Kızımı kimsenin hedefi olmadan yaşatırdım, uyandırırdım. Uyanmasa da... Önce onun fişini, sonra kendi fişimi çekerdim.
Kahvaltıya inmediğimde Gece bana bir tepsi getirdi. Kapuçinomu içip biraz kruvasan yedim. Salvador, Angel iyileştiği için ona erkenden kuruvasan almıştı. Midemin bulantısı geçince doğum kontrol hapımdan bir tane daha aldım. Dün atlamıştım, kendime bunu bir daha tekrarlamamayı tembihledim.
Carlos, bugün öğleden önce eve geldi. Deren hâlâ ortalıkta yoktu. Beni aramıştı ama açıp çekmediğini söyleyerek suratına kapatmıştım. Fransa için yola çıktığını, fincanlarımı alıp getireceğini umdum. Ben Deren'e neler yapacağımı düşünerek Karina'mı izlerken Carlos bir süre onu kontrol edip aşağıya indi. Sara'nın ona yaptığı kahveyi içerken koltukta oturuyordu. Ben de kollarımı göğsümde bağlamış, camdan dışarıdaki havuzu izliyordum.
"Bugün pek iyi değilsin," diye konuştuğunda bile ona bakmadım, öfkeyle nefes alıp omuzlarımı silktim. "Karina'yı gördün, neden hâlâ buradasın?"
Carlos, fincanını dudaklarına götürürken duraksadı. "Kabalaşma. Kızımın yanından gönderemezsin beni."
"Şu an benim yanımdasın," dedim.
Tavrım Carlos için düşündürücü oldu ve fincanını koltuğun içecek bölmesine bıraktı. "Sevgilinle kavga ettin anlaşılan. Zaten ortalıkta da yok, olsaydı dibinden ayrılmazdı..."
Deren'e delicesine öfkeli olsam da onu koruma içgüdüsü bilinçsizce devreye girdi. "Lafı döndürüp dolaştırıp ilişkime, Deren'e getirmenden bıktım Carlos!"
"Sen de kızının babası olduğumu hatırlayarak davran! O piç bile benden çok görüyor kızımı!"
"O da göremeyecek artık," dedim sinirle kafamı sallayarak.
"Bak." Carlos koltukta öne doğru kaydı. "Beraber yaşamayı kabul etmedin, o zaman şöyle yapalım..." Omzumun üstünden ona dönünce Carlos'un gergin bakışlarıyla karşılaştım. "Karina birkaç gün seninle, birkaç gün benimle kalsın. Aralıklı olarak. Onunla daha çok vakit geçirme imkânım olur."
Gözümde kusursuz bir seğirme başladı ve Carlos yutkunarak bana bakarken, ayaklarım beni ona götürdü. "Asla," dedim. "Bu fikri aklından çıkar."
Gözleri yüzümde dolaştı ve arkasına doğru yaslanıp, "Yoksa?" dedi.
"Karina sence kolaylıkla yer değişecek durumda mı, aptal?" Elimi omzuna koydum, göğsünden aşağıya kaydırdım. Carlos'un ilgisi dağıldı ve gerildi. "Hep benimle kalacak. Sana, onu her zaman görebilirsin diyorum. Haddini aşmaya başladın, yeter."
"Karmen, o benim de kızım! Nüfus dairesine başvurdum, resmi olarak kızım olduğu kayıtlara geçecek. Soyadı da Russo olmayacak." Elini yanağıma dökülen saçlarıma uzatıyordu ki, sertçe ittim bileğini ve bu onu kızdırdı. "Karmen, eğer adil olmazsan velayet davası açarım."
Gözlerimi kapattım ve bu çok kısa sürdü. Sertçe onun belindeki silahı çekip kendisinden uzaklaştım ve namluyu göğsüne çevirdiğimde Carlos önce beline, sonra dehşet içinde bana baktı. "Ciddi misin sen?"
"Sen ne kadar ciddiysen o kadar ciddiyim," diye bağırdım ve parmağımı korkusuzca tetiğe dokundurdum. "Russo soyadı o kimlikten kalkmayacak, istersen yanına kendi soyadını da eklersin. Velayet davası ise açmayacaksın. Ama sen..." Koltuğa yaklaşıp silahı terleyen alnına koydum. "Şaka yaptın değil mi? Beni biraz kızdırmak istedin?"
Artık hiçbir şeyden korkmadığımı gözlerime bakıp da görmeyen yoktu. Bunu görebildiği için, "Evet," dedi dişleri arasından. "Şaka yaptım."
"Ben anlamıştım zaten..." Gülümseyerek eğildim, silahını yanına koydum. "Ben de şaka yaptım." Arkamı dönüp tekrardan cama yürüdüm. "Çıkarken kapıyı kapatırsın."
Elbette giderken kapıyı açık bırakıp gitti.
Elimi sinirle saçlarımdan geçirdim. Ne istediğini anlamıyordum. Kızını dilediğinde görüyordu, fazlasını yapamazdım. Belki birkaç gün kendisinde kalması adil olurdu ama Karina yer değişecek durumda değildi ve... Kızım, kalbim benden ayrılamazdı.
"Seni kızdırdı mı?"
Yaman'ın sesini duyunca arkama baktım. Deren gelmemişti fakat o buradaydı. "Sen bizi mi izliyorsun?" diye sordum.
"Evet," dedi utanmadan.[SE1] ”Ama anlamıyorum.”
Sinirle güldüm, neredeyse bir daha ağlayacaktım. "Git de Deren'e yetiştirtir. Artık benden çok onun yanında olduğun çok aşikâr."
Gözlerinde gerilime sebep olan bir kuşku uyandı. "Deren mesaj atmıştı Carlos gelirse haber ver diye ama tabii... İstemiyorsan söylemem."
"Hayır, söyle," dedim hemen. "Hatta baş başa konuştuğumuzu da ekle."
"Emin misin?" diye sordu, anlamsız kalan bu isteğime.
"Evet."
Yaman bir adım yaklaşıp iki adım geriye çıktı. Dün geceden beri kapının önündeki konuşmalarını duyduğumdan şüpheleniyordu. Rahatsızca ensesini kaşıyıp gitmek üzere döndü ve sonra omzu üstünden bakıp, "Gece'nin yanına çıkmak istiyorum, hangi odada kalıyor?" diye sordu.
"Karina'nın yanında," dedim sinirlerimi kontrol altında tutmaya çalışıp. "O seninle konuşacak mı bilmiyorum ama şansını dene."
Yaman ayrıldığında sinirle dışarıya yürüdüm. Kapıyı açıp korumalara baktım. Kendi aralarında sohbet ediyorlardı. En yakınımdaki korumaya seslenip, "Arabayı hazırlayın," dedim. "Orospu çocuklarının yanına gidiyoruz."
"Mark'ın yanına mı efendim?"
"Evet.”
Yukarıya çıktım. Kızımın odasına gelince içeriden Gece ile Yaman'ın kısık konuşmalarını duydum. Kapıyı açıp girdim ve ancak kızımı gördüğümde sinirim uçtu, acıyan yüz kaslarım gevşedi. Onlarla konuşmadan Karina'mla ilgilendim. "Aşkım, seninle vedalaşamadan bir yere gidemiyorum, biliyorsun. Birkaç saate döneceğim." İtalyanca konuştum. "Umarım ben döndüğümde uyanmış olursun."
Kızımı yanaklarından, boynundan, saçlarından öpüp doğruldum. Yüzüm eskisi gibi katılaşırken de Gece ile Yaman'a baktım. "Birbirinizi özlediniz. Kazayla kızımın yanında öpüşüp sevişmeyin."
Gece ayağa kalkıp elini açık kalan ağzına kapatırken, Yaman arkasından yaklaşıp Gece'nin saçlarını omzundan çekti ve yanağına hafifçe dokundu. "Bu evde bir sürü boş oda var."
Gece ona gününü gösterirken odadan ayrıldım. Ceketimi alarak gitmeden önce bir kat aşağıya indim. Yengemi görmek istiyordum, Salvador hâlâ onunla ilgileniyordu. Noah odasındaydı, onunla konuşacaktım ama öfkesinin biraz dinmesini bekliyordum. Dante ise sabahın ilk ışıklarında evden ayrılmıştı, Portekiz'den gelen misafirlerini ağırlıyordu.
Kapıyı tıklattım ve ses gelmeyince tereddütle içeriye girdim. Abimle yengemin sesi giyinme bölümünden geliyordu. Büyük odalarında ilerleyip onlara yaklaştığımda yengemin pufun üstünde oturduğunu, abimin ona kıyafet seçtiğini gördüm. Yengemin üzerinde askılı geceliği vardı. Abim seçtiği bir beyaz elbiseyle ona yürüyüp karşısında durdu ve yengemin kızıl saçlarını sırtına doğru attı. "Sen hiç yorulma, ben çıkarıp giydireceğim."
Yengem iyi görünüyordu, ellerini abimin göğsüne koyarken gözleri başka hiçbir şeyi görmüyordu. "Çıkardıktan sonra giydirmeyebilirsin," dedi abime.
"Yaralısın," dedi abim. "Ve izleniyorsun."
Angel'ın kaşları çatılırken ben yüz buruşturarak onlara yürüdüm. Yengem ancak o zaman beni fark edip neşeyle gülümsedi. Yaralarını gülümsemesiyle kapatmasına ben de gülümsedim ve eğilip yanağından yumuşakça öptüm. "İyi misin, bebeğim?"
"İyiyim ama hâlâ dikişlerime alışamadım..." Bir çocuk gibi ofladı. Bence bu evde Karina'dan sonraki en tatlı kişiydi.
"Az kaldı, kısa süre sonra dikişlerini aldıracağız." Geriye çekilince beyaz tenine, birkaç çiline, doğal renkli saçlarına hayranlıkla baktım. "Hiç yara almamış, yorulmamış gibi, o kadar güzelsin ki."
"Karina gibi yani?" dedi yüzünü abimin karnına yaslayıp kollarını beline dolarken.
"Şu işveye cilveye bak," dedim hayretle. Eğilip bir daha öptüm yengemi. "Abimin senin karşında gerçekten hiç şansı yoktu."
"Benim de onun karşısında şansım yoktu," dedi Angel, abimin çıplak karnını öperek. Her hücresinden abime duyduğu hayranlık akıyordu. Yüz buruşturarak güldüm. "Ona bir baksana, hayatımdaki en yakışıklı, en seksi, en iyi adam."
Abim yengemin çıplak kolunu okşayarak geceliğin uçlarından tuttu ve yukarıya çekip çıkarırken, "Çık," dedi bana, uygunsuz bir sesle.
Cidden çıkmam gerekiyordu.
Arkamı döndüğüm gibi koşarak çıktım. Koridordan, onlar bir gürültü çıkarmadan ayrıldım. Aşağıya indiğimde aracım hazırdı. Birinin şoförlük yapmasını istemedim. Siyah Bugatti'yi kendim kullandım ve korumalar beni takip ederken Mark'ın olduğu yere ulaştım.
Sigaramı içerek yukarıya çıktım, Mark ve diğerlerinin olduğu odanın kapısını korumam açtı. Aromalı sigaramı içerek girdiğimde karşılaştığım manzara rezaletti. Bir kere içerisi çok kötü kokuyordu, etrafta kan ve deri parçaları vardı. Benden sonra Carlos gelmiş, hepsine eziyet etmişti. Köşedeki ceset de... Andrei'ye aitti.
Carlos, Karina için onu öldürmüştü.
Mark ve Valeri yerde kendinden geçmiş vaziyettelerdi, korumalar onları ara ara dövüyordu. İlk hedefim Mark oldu ve yanına ilerleyince tek dizimin üzerinde alçaldım. Suratı şiş ve kanlıydı, gözü morarmıştı. Dudaklarını okuyunca su istediğini anlayıp, "Bizim korumaların kabalığına aldırma canım," dedim. Mark'ın şiş gözleri birkaç saniye sonra güçlükle aralandı. "Sana su vereyim." Sigaramı çıkardım ve o henüz gözlerini odaklayamamışken külünü dudaklarına sertçe bastırdım.
"Ah!"
Çığlığını büyük bir keyifle dinledim ve küller derisine yapışana kadar sigarayı çekmedim. Sonra kaldırıp yanağına doğru gezdirdim külleri, elmacıkkemiğine sertçe bastırdım. Çığlık atarken sesi titriyordu ve gözleri korkunç şekilde büyümüştü. "Sana çok yakıştı," dedim dudağındaki ize bakarak. "Fotoğraflarını çekeyim, Rusya'ya gönderirim. Ahbapların seni merak ediyordur."
Acıyla inlerken söylediklerimi duydu ve korumalarımdan birisi yaklaşıp yakından onu fotoğraflamaya başladığında, "Yapma!" dedi. Gözlerindeki ifade korku ile nefretti. "Beni... İtibarımı..."
"Yapma," diye tekrarladım ve çantamdan yeni bir sigara çıkarırken gözlerine baktım. Korumam direkt çakmağıyla uzanıp sigaramı tutuşturunca bir iki nefes aldım. "Senden duymayı en çok beklediğim şey, bana yalvarman.”
Vücudunun bazı yerleri kırıktı, bu yüzden hareket edemiyor, karşı koyamıyor, yalnız gözleriyle ifade ediyordu duygusunu. İnlemeyi hiç kesmeden, "Öldür," dedi, sesi çok cılızdı. "Artık... Bitir."
Korumama dönüp, "Ses kaydı aç," dedim. "Yalvarmasını kaydedelim, öldükten sonra açıp dinlerim.”
Mark'ın ağzından acı bir gülüş çıktı. "Ben öleceğim ama sen... Kızını asla bulamayacaksın."
"Off, geri zekâlı," dedim korumam dilediğimi yaparken. Sigaramdan biraz daha içtim. "Karina'yı günler önce buldum, evimde, benimle."
Mark'ın tamamıyla kaybettiğini anlatan yüzüne karşı kahkaha attım ve onun başı iki yana sallanırken, "Hayır," çıktı dudaklarından. "Bulmadın, söylemem için..." Dudağındaki acı yüzünden konuşmaya devam edemedi, gözlerini kapatarak inledi.
Üstündeki yırtık, kanlı gömleğine bakarak sigaramı çıkardım ve onun gözleri kapalıyken sıcacık külü pantolonun üzerinden sertçe penisine bastırdım. Köz birkaç saniye sonra kumaşı yaktı ve derisine ulaştı. Mark'ın kasılan bedenini hissettim ve can havliyle bağırıp elini kaldırdığında, korumam ayağıyla eline tekme atıp bana dokunmasına engel oldu. "Mersi," dedim korumama göz kırpıp ve sigarayı daha sert bastırdım. Ne kadar acı çektiğini attığı çığlıklardan dinledim.
"Tahminen yedi sekiz kırığı var efendim," dedi koruma. "Carlos Bey sandalyeleri üzerlerinde parçalamıştı."
"Ölmeden önce tüm kemiklerini kıralım," diyerek sigarayı çektim. Mark'ın çığlıkları yüzünden yüksek sesle konuşmak zorunda kalmıştım. "Fotoğrafları Rusya'daki ahbaplarına gönderin, basına da. Her yere yayılsın, dostu düşmanı görsün. Kulaktan kulağa da benim yaptığımı iletin, Karmen Russo yapmış deyin."
"Tabii efendim."
Çocukluğuma dair hatırladığım bir anım vardı. İşaret ile ortaparmağımın arasını kesmiştim, o kadar acımıştı ki odama koşup ağlamıştım. Oradaki deri öyle zayıf ve hassastı ki parmaklarımı kullanmaya çalıştığımda gerilip acıyordu. Bu acıyı tattırmak istediğim için korumamdan bıçak istedim, inleyen Mark'ın sağ elini tuttum. Kendini geriye çekmeye çalışsa da kırık kemikleri ve ezik vücudu izin vermiyordu. Gözlerinin içine bakarken bıçağı sertçe parmaklarının arasına sürttüm. Deri kesildi ve kan sızarken Mark küfretti. İki elinin tüm parmak aralarına aynısını yaptım, avuçlarına kan birikirken gülümsedim. Attığı her çığlığı kaydettim, o öldüğünde bile hâlâ çığlık atıyor olması için.
Parmak aralarını kestikten sonra acıdan bayıldı. Ben de bu sırada Valeri ile ilgilendim, aynı muameleyi ona da yaptım. Carlos çok şiddet uygulamıştı, yüzleri tanınmaz haldeydi. Andrei'nin cesedi çürümeye başlıyordu ama insan gibi gömülmesini istemiyordum. Mark uyanana kadar Andrei'ye vakit ayırdım, cesedini parçalamaya başladım. Ellerini kollarından, kollarını omuzlarından söktüm. İçeriye yayılan kokuda boğuldum, kanda ıslandım. O akşam Mark'a ziyarete gidip her şeyi başlatan bu adam olmuştu.
Andrei olmasaydı Karina'm kırılmayacaktı.
Mark'ın inlemesini duyduğumda yorulmuş ve kana, tere batmış şekilde yeni bir sigara yakarak ulaştım yanına. Beni gören gözleri, bir şeytanı görmüş gibi olduğunda güldüm. Ellerini zorlukla hareket ettirip ayakkabıma tutundu. "Yap... Yapma. Öldür beni... Bırak."
"Karina'yı nasıl boğduğunu gülerek anlatmıştın, hatırlıyor musun? Nasıl nefessiz kaldığını, ellerinin çırpındığını anlatıyordun. Bebekti o, minicik, masum... Sen cani orospu çocuğu. Öleceksin ve arkandan ağlayan bir annen olmayacak, kızımdan bile yalnız öleceksin."
Topuklu ayakkabımla kafasına çıktım ve sivri topuğumu gözüne sertçe bastırdım. Duyduğum en büyük çığlığı attı. Korumalar hızla kapıyı açıp içeriye baktılar. Ne yaptığımı gördüklerinde de sessizce kapıyı kapattılar. Hep beraber onun çığlıklarını dinledik ve son sigaramın izmaritini de üzerine fırlatıp geriye çıktım. Gözünün altındaki bir kırmızılık yüzeye çıkmış ve irisi kaybolmuştu. Kör kalmıştı, çok üzücü…
Korumanın yanına yürüyüp çantamı aldım. "Sonraki gelişimde... Mark'ı öldüreceğim. Bu, onun nefes almasına tahammül ettiğim son seferdi."
Oradan korumalarımla ayrıldım ve aracıma ilerlerken bugünün beşinci sigarasını yaktım. Toplamda bir ayda bile bu kadar sigara içmemiştim. Sahil kenarına gidip ellerimi direksiyondan çektim ve denizi izlerken hıçkırarak ağlamaya başladım. Öfke böyle çıkarılır, sinip gider, azalır belki. Ama kırgınlığım nasıl geçer, neye dönüşürdü?
En mutlu anımda bana tuzak kurdu.
Bir daha kızımın öldüğünü düşündüm çünkü o bunu düşünmemi istedi.
Aşk mı? Olsa n'olur ki? Aşk olsa n'olur, o ve ben birbirimizi en adi biçimlerde parçaladıktan sonra?
Aracımı hareket ettirip gözyaşlarımı sile sile evime ulaştım. Evin kapısını açan Sara'ya teşekkürümü ilettim ve o hayretle üzerime bakarken, "Banyomu hazırlayabilir misin?" diye ricada bulundum.
"Siz iyi misiniz, efendim?"
Ona kötü davranmanın mahcubiyetini hâlâ taşıdığım için gözlerine bakamadım. "İyiyim, temizlenmem lazım."
O hızla uzaklaşırken içeriye yürüdüm. Enrica'yı da o sırada gördüm, salon sehpasına bir kutu bıraktı ve doğrulduğunda beni fark etti. "Efendim..." Kanlı, vahşi halimi görünce bekledi. "Fincanlarınızı aldım. Özel yapım altılı porselen."
Kızarık gözlerimle ve kirli ellerimle oraya ilerledim. Sehpadaki kutuya bakarken an an dudaklarım kıvrıldı. Deren'den önce dönmüştü, Deren de Enrica'nın, kendisinden önce bana fincan alıp geldiğini öğrenecekti. "Çok teşekkür ederim, canım. Ücretini sana havale edeceğim.”
Göz kırpıp çıkması için elimle bir hareket yaptığımda evden ayrıldı. Fincanlarımı kutusundan çıkarıp orada bıraktım ve yukarıya çıktım. Sara'nın hazırladığı banyoya girip küvete yerleştim, sol kolumdaki izlere bakarak köpüklerin içinde kayboldum.
"Benden bir isteğiniz var mı, efendim?"
"Dante'ye âşık mısın?" diye sordum, izlerime, yaralarıma dokunarak.
Sara'nın nefesi sertçe kesildi, onu göremesem de yaydığı panik havasının farkındaydım. Ancak birkaç saniye sonra, "Haddime değil, efendim," diye fısıldadı, küçülen sesiyle.
Ona döndüm ve aşağıya eğdiği yüzüne bakarak, "Sen de hadsizlik yap o zaman," dedim.
Sara kafasını kaldırıp aynı panikle bana bakınca bu konuşmanın onu utandırdığını anladım. Dudağımı kıvırdım, gözlerime yaşlar batarken de histerik bir nefes alıp, "Çıkabilirsin canım," dedim.
Sara hemen koşarak çıktı, ortadan yok oldu. Yanaklarımı bir daha ıslattım ve dudaklarımı parçalarcasına ısırdım. Ağlamamalıydım, hissettiğim bu olsa da. Buradan çıktıktan sonra dünyada en sevdiğim insanın yanına gidecektim, sırf bu yüzden ağlamamalıydım.
Kızımın yanında olmadığım her saniye kalpsiz bir robot gibi hareket ediyordum.
Küvetin içinde geçirdiğim vakitte çok şey düşündüm, Hatta bunu hak ettiğimi bile. Ben, Deren tarafından bana yapılan her şeyi hak ettim, doğru. Ama... Ben ona şefkati, merhameti yüzünden âşık oldum. Ben hak etsem de onun Karina'yı kullanmayacağını derinlerimde hissettiğimden âşık oldum.
Aramızda aşk vardı.
Fakat güven yoktu.
Küvetten çıkıp banyodan ayrıldığımda güneşin battığını gördüm. Beyaz bornozumla kıyafet bölümüne geçerken de yatağımın üzerindeki çiçek buketimi görüp duraksadım. Odaya ilk girdiğimde orada değildi, kim getirmişti?
Yoksa... Deren mi?
Gelmiş miydi?
Bayağı süslenmiş bir buketti. Bir kartı olup olmadığına baktım, yoktu. Ben kırmızı, beyaz ve mor çiçekleri severdim ama bu da güzel bir buketti. Pek umursamadan üstümü giyinmeye başladım. Askılı bir bluz ile yüksek bel pantolon giyip ayrıldım odamdan.
Karina'nın odasına yürürken asansörden Dante'nin çıktığını gördüm. Ceketini omzuna atmış, bana doğru yürüyordu. Aramızdaki ufak gerginliği unutmuş olmalı ki gülümsüyordu. Karşımda durunca eğilip alnımdan kibarca öptü. Bir katil ne kadar kibar olursa işte...
"Çiçeklerini beğendin mi?"
Ah, Deren almamıştı demek.
Neden öyle ummuştum?
"Sen mi aldın?"
Dante nemli saçlarımı avuçiçleriyle okşayıp, "Hayır," dedi huzursuzca. Söyleyeceği şeylerden memnuniyet duymadığını gözlerinden okudum. "Görüştüğüm Portekizli adamın oğlu bu görüşmede senin de olacağını sanıyormuş, çiçekleri getirmiş. Kibarca verdiği için aldım, bir sonraki görüşmeye seni de bekliyormuş..." Kafasını iki yana salladı. "Daha çok bekler."
🎠
Geceyi kalbim kızımla ve hain düşüncelerimle geçirdim. Yıldızları da gördüm, ayışığını da. Gökyüzü aydınlandığında güneşi de. Ertesi gün olduğunda telefonumda Deren'den on bir tane cevapsız arama ve mesaj vardı. Eğer İtalya'da olsaydı cevapsız aramalar için evime kadar gelirdi ama Fransa'daydı. Muhtemelen birazdan dönmüş olurdu.
"Ona bunları öğrendiğimi ne zaman söyleyeyim, Karina? Bence bir süre daha oyun oynamalıyım..."
Üzerimde dünden kalma kıyafetlerimle odadan çıktım. Kendi odama geçince dolaptan bir süre kıyafet bakındım, sonra da en sevdiğim elbiselerden birisine uzandım. Elbisemi giyindikten sonra saçlarımın kenarlarına gümüş iki toka taktım. Hazır olunca odadan çıkıp kızımın yanına döndüm. Asla açamadığı gözlerine bakıp boğazımdaki yumruyla etrafımda döndüm. "Nasıl olmuş Karina? Güzel miyim?"
Evet anneciğim.
"Teşekkür ederim anneciğim, sen de çok güzelsin."
Topuklu ayakkabılarımla koşarak yanına gittim. Sabahki bakımını yapmış, tertemiz kıyafetlerini giydirmiştim. Omzundan, yanağından, kokusunu çok az aldığım boynundan öpüp doğruldum. "Şimdi birilerine gününü göstermeye gideceğim, bebeğim."
Kapısını kilitleyip aşağıya indim, ailem kahvaltıdaydı ama Noah yoktu. Ne yanımıza geliyor ne de bizim gitmemize izin veriyordu. Fakat böyle olmazdı, konuşmam lazımdı. Gece de kahvaltıya inmişti, Angel da. Salvador, yengeme yemeğini yedirirken Gece onlara gülümseyerek bakıyordu. Dante'nin nerede olduğunu düşünürken bahçeden gelen araç sesini duyup duraksadım.
Deren... Gelmişti.
Sara arkasında Dante ile mutfaktan çıktığında onu durdurup kapıya ilerledim. Yüzümde bir ifadesizlikle ve içimde hınçla kapıyı açtığım anda bir ses duydum. Bakışlarımı göz hizamdan aşağıya kaydırınca şaşırdım. Nil, elindeki kutuyu bana uzatırken, "İyi ki doğdum Kaymen, iyi ki doğdum Kaymen," diye neşeyle şakıyordu.
Mavi gözlerinin ışığı eve bir aydınlık getirmiş gibi hissettim. Deren'in onu malikâneye getireceğini asla düşünmezdim ama... Deren'in bana o kötülüğü yapacağını da düşünmezdim, ya da beni affedeceğini de. Somurtkan dudaklarım kıvrılırken, "Bugün benim doğum günüm değil," dedim anladığım kadarıyla.
"Kaymen hayır, benim doğum günüm!" Nil yanlış anlamamı komik buldu, çocuksu neşesiyle güldü. "Ben de doğum günü hediyesi olayak Kayina'yı görmeyi istedim."
Onun kafasındaki prenses tacına, yüzündeki heyecana bakarken, "Yaa," diye fısıldadım, kalbimdeki bıçakla. Ve tekrar kafamı yukarıya kaldırdım, kızının arkasında duran Deren'e baktım. Üzerinde beyaz gömlek ve siyah kravatı vardı, bir elinde ceketini tutuyordu, diğer eli ise Nil'in küçük elindeydi. Gözleri beni süzmekle o kadar meşguldü ki gözlerimle buluşması zaman aldı. Kısa saçlı ve sakalsızdı, yüzünde bir özlem vardı. "Nil'in yaş günü," diye doğruladı. "Ve benden hediye olarak Karina'yı görmeyi istedi."
Nil'in Karina'yı bir hediye olarak görmesi, doğum gününde en çok bunu dilemesi...
Nil bir çocuktan fazlası, bir umut.
Tırtılımın yüzüne içten bir sıcaklıkla bakıp, "Çok isterim onu görmeni," dedim hemen. "İyi ki geldin Nil, çok çok mutlu ettin beni!"
"Eee, Noyah nerede?" Başını yana eğip evin içine bakmaya çalıştı.
Deren'in sabırla soluduğunu duyup eğildim, tırtılımı sevinçle kucakladım. "Acaba Karina'yı değil de Noah'ı mı görmeye geldin?"
Bakışlarını kaçırıp babasına utangaç bir bakış attı, gelmeden önce bu meselenin konuşulduğuna emindim. "Kayina'yı göydükten sonra Noyah'ı da görebilirim belki," dedi masum masum.
Elindeki kutuyu aldım ve arkamı dönüp fincanları kenara koyarken görünmeden sırıttım.
"Noyah yok, ölmüş," dedi Deren.
Nil dehşete kapıldı ve babasına hayal kırıklığıyla bakarken, ben bir daha onu yanağından öptüm. "Baban şaka yapıyor, tabii ki Noah'ı da görebilirsin." Tacına dokundum. "Tacına bayıldım, moda ikonusun."
"Benim modam çok güzeldir," dedi biraz geri çıkıp üzerindeki yeşil, askılı elbisesini gösterirken.
Tırtılımın tatlılığıyla hislerim dibe çöktü ama gerçekliğe dönmeye ihtiyacım vardı. Nil çekingen şekilde içeriye girerken, Deren eşikten geçip bana yaklaştı. Tertemiz ve kahretsin, çok çekici görünüyordu. Gözleri yüzümde dolaştı ve elini belime yerleştirip beni kendisine çekti. Avuçiçi çıplak sırtımla bütünleştiğinde, bakışları beni yutmaya başlamıştı. Parmak uçlarını dolaştırıp sırt dekoltemin genişliğini kontrol ederken, "Çok güzel bir elbise," dedi. "Sana güzel bir hediye almak mümkün mü acaba? Her şeye sahipsin."
"Sana değilim," dedim.
Şaşırdı bunu duyduğuna. "En çok bana sahipsin."
Güvenine sahip değilim.
O ruh halimi, söylediğimi tartıyormuş gibi beni süzerken, "Neden Nil'in doğum günü olduğunu bana söylemedin?" dedim. "Hediye alırdım ona, sevinirdi."
"Telefonlarımı açsaydın söylerdim," dedi avuçiçini sırtıma daha sert bastırarak. Yüzüme alçalınca gelenin ne olduğunu tahmin ettim ve dudakları beni yaktığında gözlerimi kapatarak acıyla yutkundum. Yanağımdan dudakları titreyerek, beni koklayarak öptü. "Neden açmadın hiçbirini? Bir sorun olduğunu düşünüp Yaman'ı aradım. Carlos ile tartıştığını söyledi. Sinirini mi bozdu o piç?"
"Sanırım Yaman yanlış anlamış," dedim, kravatını istemsizce okşayarak. "Carlos’la konuşmamız gayet iyi geçti." Dudak bükerek uzaklaştım. "Sanırım çoğu zaman aramızda gerginliğe sebep olan sen oluyordun, dün sen yokken aramız daha iyiydi."
Deren'in eli sırtımdan düşerken dudakları gergin bir hal aldı, karşımda ansızın bir buz kütlesine dönüştüğünü görsem de ilgilenmeden arkamı döndüm. İçeriye yürüdüğümde Nil'in salona girip aileme şaşkınlıkla baktığını gördüm. Russolar ise Nil'e anlamsızca bakıyordu. Gece'nin sandalyesini korkarak ittiğini, bize doğru yaklaşırken gözlerinin dolduğunu gördüm. Abilerime ve yengeme, "Nil Ateş," diye tanıttım onu. "Deren'in kızı."
Dante bu durumu komik bulmuş olmalı ki güldü ve Salvador abim tek kaşını kaldırırken, Angel Nil'e el salladı. "Ne kadar tatlı bir kız, Deren'e hiç benzemiyor."
Deren''in sert adım sesleri arkamdan gelirken, Gece yanımıza ulaşıp Nil'in hizasında eğildi. Nil doğrudan abilerime baktığı için arkadaşımı görmedi. Gece'nin ise gözleri doluydu. "Nil, güzelim, merhaba."
Nil, Gece'nin sesiyle irkildi ve ona dönünce gözleri büyüdü. Çocuğun şok yaşadığı belliydi. Gece'ye bakarken, "Sen buyada napıyorsun?" dedi şaşkınca. "Gece!" Beklemediğim şekilde ona sarılınca, gülümsedim ikisinin bir arada olmasına. Nil'in Gece'den pek hoşlanmadığını sanıyordum ama onu sevmişti demek ki. "Ya ben çok şaşıydım!"
"Nil, inanamıyorum burada olduğuna..." Gece onun saçlarını öpüp kolları arasında sıkıca tuttu. "Seni bir daha göremem sandım. Sen... Çok iyi görünüyor..."
"Yeter." Deren'in sert sesinden hemen sonra gövdesi görüş alanıma girdi. Hemen eğilip Nil'i Gece'nin kollarından aldığında arkadaşım dizleri üstünde kalakaldı, Nil ise babasına şaşkınca bakarak kaş çattı. "Baba, Gece benim aykadaşım. Yaman'ı elimden aldı demiştim ya, o kız işte..."
Gece derhal dizleri üzerinde doğrulup gerilerken Deren ona olan öfkeli bakışlarını Nil'e çevirerek yumuşatmaya çalıştı. "Buraya sadece Karina'yı görmeye geldik, babacığım.”
Gece heyecanla, "Karina'yı hiç gördün mü?" diye sordu ona. "Çok güzel değil mi, Nil?"
Nil heyecanlı bir cevap veriyordu ki Deren Gece'ye aynı acımasızlıkla bakıp, "Nil'i, çok istediği için buraya getirdim," dedi. "Gidene kadar onunla konuşma."
Gece, belki de vereceği bir karşılık olmadığı için başını salladı ve ardından bana bakıp, "Kaldığım odaya çıkayım," dedi.
"İsabet olur," dedi Deren.
Ona zaten öfkeliydim, Gece'yi incitmeye devam ettikçe de bu öfke çoğalıyordu. Gece bir şey eklemeden asansöre yürüyünce Nil'in kızgınca Deren'i süzdüğünü gördüm. Çocuk aklıyla da olsa davranışındaki gerginliği görüyor ve bu da onu düşündürüyordu. O sırada Salvador buraya yaklaştı. Nil'in önünde dikilince tırtılım önündeki devi fark edip başını kaldırdı. "Sen Dante misin?"
Dante, adı geçince bu tarafa bakıp, "Selam," dedi İtalyanca. "Ben Dante bebeğim, senin adın ne?" Göz kırptı.
Nil anlamadan gülümsedi ve başını önüne eğip tekrar kaldırırken bakışları hayranlıkla Salvador'da durdu. Abim, tek dizinin üstüne eğilirken Deren'in bir daha araya girmeyi istediğini fark ettim. Salvador Nil'in küçük elini kaldırıp dudağına götürdü, elinin üstüne öpücük koydu. "Ben Salvador, Karmen'in abisi. Çok memnun oldum."
Hemen Nil'e çevirdim. "Bu Salvador abim, seninle tanıştığına çok memnun olduğunu söylüyor."
Nil, "Yaa," diye iç geçirdi ve Salvador'a bakarken başını yanına eğdi. Utangaçlıkla kıkırdadı. "Ben de memnun oldum."
Abime, "O da seninle tanıştığına memnun olmuş," diye çevirdim.
Salvador, bir küçük kız olduğu için Nil'e çok nazik, âdeta beyefendi gibi davranıyordu. Göz kırpıp, "Çok güzelmişsin," dediğinde bunu hemen tırtılıma çevirdim ve karşılığında Deren'in öfkesinin sebebi oldum. Nil ise bunu duyduğuna sevinip Salvador'a hayranlıkla baktı. "Sen de çok yakışıklısın."
Abime ne dediğini söylediğimde karizmatik şekilde gülüp Nil'in yanağından makas aldı.
"Yaa," dedi Nil, utanıp Deren'e dönerek. Yüzünü onun bacağına yaslayıp gizlendi.
Salvador, gözlerinin derinliklerindeki bir özlemle onun kafasını okşayıp doğrulduğunda Deren elini Nil'in omuzlarına koyup ifadesizce abime baktı. Salvador çok hızlı şekilde gözlerindeki duyguyu örtüp, "Kızını arada getirebilirsin," dedi. "Ona... Zarar vermeyiz."
"Kalsın," dedi Deren, kabaca. "Çok istiyorsan kendine bir çocuk yap."
Bakışlarım sertçe yukarıya kalktı ve masada oturmuş, bu tarafa bakan yengemle kesişti. Gözlerindeki kırgınlığı gördüm ve buna rağmen Nil'e gülümseyişini. Salvador abim ellerini ceplerine koyup Deren'e bir adım yaklaştı. "Yapacağımdan değil ama istersem Nil bu evden asla gidemez. Korumam olmak için köpek gibi yalvardın bana, şimdi de bir köpek gibi itaat edeceksin."
Deren henüz bunları sindirememişken abim eğilip her şeyden habersiz olan Nil'in yanağına hafifçe dokundu, sonra da yanımızdan geçip sertçe uzaklaştı. Deren seğiren gözlerini kızına odakladı ve ona güçlükle gülümsedi. "Hadi bebeğim, arkadaşının yanına gidelim."
"Dante ile de tanışayım baba," dedi Nil ve hızla ileriye koştu, yemek masasına yaklaştı. Angel ve Dante ona ilgiyle bakarken Nil, Dante'nin sandalyesine ulaştı. Abim, marmelat sürdüğü ekmek dilimini ona uzattığında, tırtılım utangaçlıkla alıp, "Ben Nil," dedi. Sonra hafifçe öksürdü.
Dante onun adını söylediğini anladı. Uzanıp sarı saçlarına dokunurken sandalyeden kalktı ve onun önünde, Salvador abim gibi alçaldı. "Pamuk Prenses misin sen? Bu saçlar, bu gözler..."
Deren yanaklarını şişirip Nil'in isteklerine tahammül etmeye çalışırken, "Sana ne kadar güzel olduğunu söylüyor," diye açıkladım tırtılıma. Nil ikinci kez bunu duyunca Dante'ye gülüp parmak uçlarında yükseldi. "Kutu kutu pense oynayalım mı? Noyah ve Salvadoy da oynasın."
Dante, anlamadığı için çevirmemi bekleyerek bana dönünce, ben de anlamadığım için Deren'e döndüm. İçinde bulunduğu duruma inanamıyormuş gibi iç çekti. "Oyun, bir oyundan bahsediyor."
Dante'ye çevirdim.
Nil tatlılıkla bizi dinlerken, Dante bu teklife sırıtarak Nil'in tacına dokundu. "Ne tatlı bir çocuksun, asla inanmıyorum Deren'in kızı olduğuna..."
"Baba senin adını söyledi," dedi Nil, kıkırdayıp.
Deren kaderine teslim olmuş şekilde ellerini yüzüne kapatıp ofladı.
"Benimle de tanış ya," dedi Angel o sırada ve Nil, kendisiyle göz teması kurduğu için ona baktı. Gözleriyle uzun uzun inceledi. "Sen kimsin?"
"Salvador'un karısı," diye açıkladım tırtılıma.
"Kocam," dedi yengem, sahiplenici bir tavırla.
Nil, beni duyunca yüzündeki gülümsemeyi kaybetti ve yengeme hayranlıkla bakmayı bırakıp, "Hımm," dedi hoşuna gitmemiş gibi. Sonra Dante'ye geri döndü, üzgünce sordu. "Senin kayın var mı?"
Nil'in sorusunu çevirdim ve Dante bu soruya tepkisiz kalamadı, başını geriye atıp bir kahkaha patlattı. Nil ona eşlik ederek gülerken yengem de Nil'in söyledikleri yüzünden şoka girmişti. Deren ise... Hayatının en korkunç manzaralarından birisini izliyor olmalıydı.
Bu yüzden, "Yeter!" diye bağırdığı gibi Dante ile Nil'in yanına ilerledi. Kızını nazikçe kavradı ve kucağına alıp gözlerine uyarıyla baktı. "Karina'yı görüp gidiyoruz, hemen."
Nil, Dante'ye el sallıyordu. Ve açıkçası o an babası, ilgisi dışındaki bir insandı.
Dante sandalyesine geri otururken Nil'e öpücük attı.
"Baba, bak," diyerek heyecanla güldü Nil.
"Allah'ım sen sabır ver," diyerek yanıma geri döndü Deren, bana da sinirle bakıyordu. Bana olan öfkesinin sebebi az önce kapıda söylediklerimdi. Doğrusu, bu öfkeden ziyade kırgınlıktı, görebiliyordum.
"Kucağıma gelmek ister misin, Nil?"
"Hemen," dedi tırtılım.
Onu kucağıma alıp asansöre yöneldim, içeriye üç kişi bindik ve Deren doğrudan karşısına bakıp hissizce dikilirken ben Nil'in saçlarını okşadım. Deren'in yaydığı güzel parfüm kokusunu duyumsuyordum, kalbim hızlanıyordu. Nil bana baktı. "Kalbin hızlı atıyoy!"
Deren'in bana dönen gözlerini görünce yakalanmış gibi hissedip dudaklarımı ısırdım. "Birini düşünüyordum, kalbim hızlandı," dedim.
"Kimi?"
Omzumu silkip, "Söyleyemem," deyince Nil bana güldü ama Deren tek bir an bile bırakmadan beni izlemeye devam etti. Ruhuna, kalbine sızan huzursuzluk ikimizi kaçınılmaz bir uçuruma sürüklüyordu.
Karina'nın odası önüne geldiğimizde hislerim Nil ile Karina etrafında odaklıydı. Deren'e olan öfkemi dışarıda bırakıp kapıyı açtım ve Karina'yı gördüğümde gözlerime yaşlar battı. Karina ile Nil'in bir araya geleceğini yalnız hayal edebilmişken, şimdi gerçeğe dönüşmesi duygusal bir hız treninin tepesindeymiş gibi hissettiriyordu. Nil, ben ve Karina. Üçümüz. Ya da dördümüz... Unutabilir miyim bu anı? Nasıl hissettiğimi... Bir trajedinin geldiği bu yeri... Tırtılım ve kelebeğim bir aradaydı, biz de buradaydık.
"Karina," diye fısıldadım kızıma.
"Kayina," dedi Nil, sesi coşkuluydu, mutluydu. O, hâlâ burada olmanın, Karina ile beraber olmanın ne kadar büyük bir şey olduğunu bilmiyordu. "Kayina, arkadaşım burada gerçekten. Beni yere indiysene."
Onu aşağıya bıraktım. Tırtılım heyecanla kızıma koştu ve Karina'ya bakmaya başlarken gülümsedi. Elimi kalbime götürdüm, üşüyerek kızlarıma yaklaştım. Nil birkaç saniyesini sessizce onu izleyerek geçirdi, sonra küçük elini yanağına götürüp onunla ilk temasını kurdu. "Kayina ben geldim, iyi ki gelmiş miyim?"
Deren'in bakışları benimle kızlar arasında ağır ağır gezinirken, Karina'nın verdiği tek cevap sessizliği oldu. Nil onun yüzüne, etrafındaki kablolara, cihazlara bakarak kızımın yüzüne biraz daha eğildi. "Hasta mı oldun sen? Annen öyle dedi, yoygunmuşsun! Çok üzüldüm ben... Biyaz dinlen ama sonra uyan, olur mu? Seninle oyun oynayacağız diye bekliyorum ben, Kayina."
Bu anı bölmek istemedim, yalnız ikisini izlemek istiyordum. Deren çok sessizce ilerleyip Nil'in yanında alçaldı ve Nil tekrar öksürürken onunla Karina'ya baktı. "Çok güzel, değil mi?" diye sordu.
Bu soruyu her zaman ben sorardım.
O Karina'ya baktığında bir güzellik mi yoksa intikam aracı mı görüyordu?
Bunu düşünmek bile gözlerimden iki damla yaşı akıttı. Hayır, bu kadarını düşünmezdi. Ben bu adama âşık olduysam... O bunu düşünecek bir adam değildi.
"Çok güzel," diyordu Nil, o sırada. "Benden bile güzel." Kıkırdadı, söylediğinin ne kadar masum ve içten geldiği açıktı.
Deren kızının başını şefkatle okşayıp dudaklarını yanağına bastırdı. "İkiniz de çok güzelsiniz, gözbebeğim."
Karina da gerçekten güzel mi, Deren? Onu kullanmak istemedin, değil mi? Bir hataydı.
Nil dikkatini bir daha Karina'ya verdi, yüzünde heyecan ve tanışma arzusu vardı. Sanki Karina'nın sessizliği onu üzüyordu, böyle bir tanışmadan fazlasını istiyordu.
Nil bana dönerek bir umutla baktığında, ruh halimi ona yansıtmamaya çalıştım. Çekingen şekilde, "Kayina'yı öpebilir miyim?" diye sordu.
Hemen, "Tabii," dedim. "Sen onun ilk arkadaşısın, belki öpücüğün onu uyandırır."
Nil bunun olmasını istediği için hızla Karina'ya dönerken, Deren de onun saçlarını okşayarak bana baktı. İstemeyi istemedim ama kaderime teslim oldum[SE2] [ET3] . Kara gözlerinde ayışığını gördüm, o bana yansımam olduğunu söylemişti. Işığını benden aldığını söylüyor, oysa ben karanlığım.
"Ay! O da bana öpücük attı, Kaymen!"
Nil'in mutlu sesi aramıza girdiğinde bakışlarımız bölündü. Tırtılıma dönerken irkilmiş ve dediğini anlamamış durumdaydım. Bana parlak gözleriyle bakıp zıpladı. "Kayina'nın dudakları hareket etti..." Dudaklarını büzdü. "Öpücük attı bana."
"Hı," diye fısıldadım ve hızla ileriye çıktım, yatağa yaklaşıp kızıma yakından bakarken gerçeği bilen ama umudu hayal eden birisi gibi hissettim. Heyecanla kızımın kıpırtısız, masum yüzüne baktım ama dudaklarında yalnız onu hayatta tutmaya çalışan incecik kablolar vardı. Onu kablolar hayatta tutuyordu, beni ise o.
Deren de doğrulmuş benim gibi Karina'ya bakmıştı. Fakat kızımın cansızlığı onu da ümitsiz gerçekliğe itti ve Nil'e dönüp saçını okşadı. "Uyanınca öper," dedi yumuşayan sesiyle.
"Böyle yaptı," diye gülerek bir daha dudaklarını büzüştürdü Nil.
Kalp ağrımla beraber Nil'e döndüm, gözlerime yaşlar batarken güldüm. "İyi ki geldin, Nil. Onun yalnızlığı beni çok üzüyor çünkü," dedim.
Nil bana kızmış gibi bakıp, "Ben onu yalnız bırakmam, uyanmasını beklerim," derken, Deren söylediğim son kelimelerden sonra dayanamamış gibi yanağımı okşadı. Parmakları çok kibar hareket ediyordu. "Ben de bırakmam."
"Sana ihtiyacım yok," dedim ve Deren'in parmakları önce duraksadı, sonra sertçe yanağımdan indi. Bir adım geriye çıkıp gözlerindeki garip bir panikle baktıktan sonra hışımla arkasını döndü, ensesini sertçe kaşıyarak cama yürüdü. Bana bir karşılık vermemesi için onu durduranın Nil olduğunu hemen anladım. Onu boğan kravatını gevşetirken kızına döndüm. "Nil, doğum günün olduğunu bilseydim sana hediyeler alırdım," dedim utançla. "Hediyesiz oldu doğum günün ama sana harika bir hediye alacağım, tamam mı? Hatta, şimdi sana çok güzel bir pasta..."
Nil yerinde heyecanla zıpladı. "Biz kutladık ki, Kaymen! Hatta babam bana Payis'ten pasta aldı, mum üfledim..."
Ah, Fransa'ya Nil ile gitmişti demek ki. Onu gezdirmiş, bana fincan almış, sonra da Nil'e doğum günü hediyesi vermişti. Gece duyduklarım olmasa bu olanlara öyle mutlu olurdum ki... Deren'i defalarca öperdim dudaklarından ve çok sıkı sarılırdım ona.
Duygularım, karanlık bir denizdeymişim gibi hissettirirken, "Dört yaşına girdin," diye fısıldadım Nil'e. Eğilip yanaklarından, saçlarından öptüm. "İyi ki doğdun Nil, iyi ki varsın. Bir gün büyüyüp bir şeylerin farkında olacaksın. O zaman hayatında olur muyum, bilmiyorum..." Sanmıyordum, sanmayı isterdim. "Sen bu dört küçük yaşınla bana çok büyük dersler verdin, umut oldun. Yaptığım en büyük ve en güzel hatasın. Özür dilerim, seni seviyorum."
Nil güzel bir duygu yaşıyormuş gibi beni izlerken, gözlerimdeki yaşlardan kurtulmak için doğrulup birkaç saniyeliğine arkamı döndüm. Nil sevgisini göstermek için hemen sarıldı bana. "Biz Kayina'ya hediye aldık."
Bu kız bugün beni epey şaşırtıyordu. "Senin doğum günün, Karina'ya hediye almana gerek yoktu ki."
"Biz babamla daha önce almıştık ki..."
Nil koşarak Deren'in yanına gitti, Deren'in elinde bir torba vardı. Nil gülümseyerek onu alırken Deren gözlerinin ucuyla onu takip etti. Tırtılım koşarak yanımıza döndü, torbanın içinden, beyaz paketlenmiş, pembe kurdele ile düğüm atılmış paketi çıkardı. "Biz süsledik, Kaymen," dedi paketi kastederek ve hediyesini Karina'nın yanına koydu.
"Bakabilir miyim?"
"Bak bak ama geri koy, tamam mı?"
Kurdelesini çıkarıp paketi açtım ve Deren ile Nil beni izlerken avuçlarıma yumuşak bir kumaş değdi. Çiçekleri olan bir çocuk elbisesiydi. Renkli çiçekleri gördüğüm an nefesim kesildi ve Nil neşeyle zıplarken, "Atmıştın?" dedim başımı kaldırıp Deren'e bakarken. "Bu... O çiçekli elbise."
"Evet, babam Kayina'nın elbisesini atmış," dedi Nil, üzgünce bana bakıp. "Biz de aynısından yaptıydık, babam dedi ki biraz farklılıklay var ama bana aynı geldi, Kaymen." Elbiseye inceleyici, mutlu gözlerle baktı.
Peş peşe titreyen soluklar alıp elbiseye bir daha baktım. Evet, farklılıkları vardı ama benziyordu. Belli ki akıllarında kaldığı kadarıyla yeni bir elbise diktirmişlerdi. Parmaklarım çiçeklerin üzerinde dolaşırken yeniden Deren'e baktım. Ruhunun ağırlığını taşıyan kara gözleriyle beni izliyordu. "Ne zaman?" diye sordum. "Bu elbiseyi ne zaman yaptırdın?"
"Ooo, çok oldu," dedi Nil.
Hislerim zaten benim elimde değildi ama bu kez ne düşüneceğimi de bilmiyordum. Yangından önce mi yoksa sonra mı yapmıştı? Belki de elbiseyi attığına çok pişman olduğu için yaptırmak istemişti. Yani... Önemsemiş miydi Karina'yı?
Dudaklarıma kadar gelen teşekkürü iletemedim, Deren'in gözlerinde kayboldum. O da bir cevap beklemiyormuş gibi bakışlarını Nil'e çevirdi ve yanımıza doğru yürüyerek, "Hediyeni de verdin, gidelim kızım," dedi, boğuk bir sesle.
Nil babasına dönerken hayret içindeydi. "Baba daha yeni geldik!" Hapşırıp burnunu çekti, acaba rahatsız mıydı?
Ben hâlâ çiçekli elbiseyi okşayarak Karina'ya bakarken, Deren de, "Görüp ayrılacaktık," dedi kızına. "Öyle konuşmuştuk, söz vermiştin."
"Ama daha biy dakika bile olmadı ki baba!" Nil ayağını yere vurdu.
Elbiseyi paketine geri koymaya başladım ve Karina'nın yatağına bırakıp onlara döndüm. "Utku evde, yalnız. Özler seni, babacığım."
"Offf..." Nil çaresizce bana baktı. "Utku bensiz yapamıyoy ya."
Tırtılım yine gülümsetti beni. "Çok haklılar, sensiz nasıl yapılır?"
Karina'ya döndü ve yanına koşup yüzüne eğildi. Deren o ikisine bakarken saçlarımı hızla kulaklarımın arkasına koyup onu izlememeye çalıştım. Nasıl hissettiğini biliyordum ve zaten böyle hissetmesini istemiştim. Pişman olmayacaktım.
"Kayina, ben şimdi gidiyoyum, sonra geleceğim." Karina'nın saçlarına yavaşça dokundu, eğilip yanağından öperken de kıkırdadı. "Geldiğimde uyan bak!"
Keşke bebeğim, keşke.
Nil bize döndü ve hızla üstüme koşup kollarını bana doladı. Sıkı sarıldı. "Yine gelebiliy miyim, Kaymen?"
Nasıl olacak bilmiyorum ama keşke...
"Tabii ki," dedim, pürüzlü bir sesle. "Sen bana her zaman gelebilirsin."
"Güzel Kaymen'im." Beni sevme şekline dudaklarımı kıvırdım. "Eğilsene seni öpeyim..." O istediği için hemen eğildim, yanağımdan öptüğünde gülümsedim. Ondan gelen her şey umutlu hissettiriyordu. "Kayina uyanırsa beni hemen aya, tamam mı?"
"İlk seni arayacağım," dedim kirpiğimden bir damla yaş düşerken. Artık her damlada yok olduğumu daha çok hissediyordum.
Nil babasına dönünce, bizi izleyen Deren hemen bakışlarını kaçırdı. Omuzları çökmüştü, eve ilk geldiğindeki gibi parlamıyordu gözleri. Elini kızına uzattı. "Gidebilir miyiz artık tırtılım?"
"Tamam baba, tamam!" Yüzünü astı.
Deren onun elini kavrayıp kapıya yürürken yalnız omzunun üstünden bir kez dönüp Karina'ya baktı. Onu izlediğinde gözleri soğuk değildi. Yana doğru kayıp Karina ile arasına girdim ve artık onu göremez olduğunda, ne yaptığımı anlamıyormuş gibi baktı.
"Sizi geçireyim," diyerek eşlik ettim.
Karina'nın odasından onlarla çıktığımda Nil koridora, etrafına inceleyici gözlerle bakıp babasına döndü. Heyecanla gözleri parladı. "Noyah'ı da görüp öyle gidelim, baba."
Ben, Nil Deren'i fazlasıyla gıcık ettiği için memnuniyet duyarken, Deren kıskançlıkla kızına bakıp, "Unut şu adamı," diye isyan etti. "Evde yokmuş, sonra görürsün."
"Aslında evde," dedim sadece Nil'e bakarak.
Deren'in gözlerini üzerimde hissetsem de duyarsız kaldım. Nil'in gözleri parladı ve olduğu yerde zıplamaya başladı. "Hadi hadi Noyah'ı görelim baba, hem sizi tanıştıyıyım! Çok yakışıklı, biliyor musun?"
Tanıyor bebeğim, parasını bile çaldı.
"Ben daha yakışıklıyım," dedi Deren.
"Hıhı," dedi Nil, gözlerini kaçırıp.
Deren durup ona bakınca, Nil hemen gülümsedi. "Hadi, Noyah da beni özlemiştir.”
Deren, "Olmaz," diyerek asansöre yürümeye devam etti.
"Oluy!" Nil babasının elini bıraktığı gibi yere oturdu ve kollarını göğsünde bağlayıp aşağıdan, dev gibi görünen babasına baktı. "Noyah'ı görmeden gitmeyeceğim!"
Deren tek kaşını kaldırarak oturma grevi yapan kızına baktı. Bana bakmayı istediğini, yana kayan ama sonra hemen önüne dönen gözlerinden anlıyordum. Nil oldukça kararlı görünüyordu. Burun kemerini sıkıp, "Babanın sözünü dinle," diye uyardı onu. "Karina'yı görmeyi istedin, ben de getirdim. Bu evde senin yakının olan kimse yok, o yüzden gidiyoruz."
"Baba ya niye böyle yapıyoysun! Gece'ye de kızdın!" İleriye doğru uzattığı ayaklarını yere vurmaya başladı, olduğu gibi çocukça davranıyordu. "Onlar benim aykadaşlarım, üzülüyorlar!"
"Nil," dedi Deren, göğsünden içeriye sığ bir nefes alarak. "Seni buraya getirmek benim için oldukça zordu zaten. Fakat Karina'yı görmeyi diledin, doğum günü hediyesi olarak bunu istedin. Ben de senin için gerçekleştirdim. Benden daha fazlasını isteme, istememelisin."
Onun ne demek istediğini ben anlıyordum ama Nil anlamıyordu çünkü onu kaçırdığımı bilmiyordu.
"O zaman sen neden buyadasın?" diye sordu babasına. "Utku buyada çalışıyor dedi. Sen de gelme o zaman!"
Doğru söylüyordu. Nil'i ailemden uzak tutarken benim hayatımda var olmaya çalışıyordu.
Bu imkânsızdı, görmüyor muydu?
"Kızım," dedi Deren, gerçekleri görmezden gelerek. "Hasta olacaksın, kalk yerden. Ayrıca beni üzüyorsun, ben senin neyine yetmiyorum da başkalarını görmek istiyorsun?"
"Noyah’la oyun oynayacağız."
"Ne dediklerini bile anlamıyorsun, Nil," dedi Deren, ona eğilerek.
"Kaymen bana söylüyor," diye hemen cevabını verdi akıllı tırtılım.
Deren, Nil'i yerden alıp doğruldu ve Nil onu itmeye çalışarak çığlık attığında, araya girmekten vazgeçtim. Deren'e, Karina için öfke duyarken baba kız arasına girmek çok saçma olurdu. Deren onun kafasını okşayıp yanağından öptü, sakinleştirmeye çalıştı. "Tamam, bir dahakine sırf Noah için getireceğim seni. Ya da o gelir bize, ister misin?"
Nil omuzlarını silkip gözlerindeki yaşları silerken, "Şimdi niye göyemiyorum?" diye sordu.
"Şimdi aşk acısı çekiyor," dedi Deren.
Nil bu kelimeyi biliyor, kullanıyor olsa da anlamını bilmediği için, "Aşk ne ya?" diye sordu.
Beni öldüren bir şey.
Deren bir sır verir gibi ona eğildi. "Özel bir şey. Sen de benim aşkımsın mesela.”
Nil'in ağlayan gözlerinde gülücükler göründü. "Yaaa senin aşkın ben miyim?"
"Sensin," dedi Deren, gözlerinin ucuyla bana bakarak.
Asansör geldiğinde Nil'i uğurlamak için onlarla indim. Kızımın odasının anahtarı elimdeydi. Asansörden çıktığımızda salona göz attım ve herkesin yemek masasından kalktığını gördüm. Sara yavaşça masayı topluyordu. Durup oraya bakmaya başladığımda Deren de istemsizce bakışlarımı takip etti. Yaklaşıp Sara'ya yardım etmeye başladım ve Deren, Nil'i ayakları üzerine bırakarak bu tarafa yürürken, "Fincanları ne ara açtınız?" diye sordu. Gözleri, masada tam takım duran porselen fincanlardaydı. Kafası karışmış göründü. "Ben, daha yeni getirmiştim..." Kafasını çevirip, Nil eve girdiğinde verdiği fincanları koyduğum yere baktı. Fincanlar kutularıyla beraber hâlâ oradaydı. O yüzden Deren bana tekrar dönerken âdeta şaşkındı. "Fincanlar kırılmamış mıydı? Burada tamlar, nasıl oluyor?"
"Ah ya..." Uzanıp, en yakınımdaki fincanı aldım ve etraflıca bakıp gülümsedikten sonra Deren'e döndüm. "Enrica'yı gönderdim, o senden çok önce alıp gelmişti. Harika bir koruma, işinde bir numara olduğunu kanıtladı."
Nil evin içinde dolaşıp eşyalara, tablolara bakarken Deren'in bakışları gözlerimin içinde donup kaldı. Burun delikleri hızla açılıyor, an an yanakları kızarıyordu. "Nasıl... Ben zaten almaya gitmiştim, beni göndermiştin. O neden gitti?"
Fincanı nazikçe masaya geri bırakıp karşısına yürüdüm. "Onun daha hızlı döneceğini biliyordum. Sabah kahvaltısına fincanların yetişmesini istedim."
Gözlerimde neyi okuduğunu bilmiyordum ama ona oyun oynadığımı anlamıştı. Eğlendiğimi, yalan söylediğimi, kandırdığımı... Daha önce de yapmıştım zaten, çok şaşırmış değildi bence. Yine de yutkunurken dudağını acımasızca ısırarak başını salladı. "Nil, dışarıya çıkıp beni hemen kapının önünde bekler misin babacığım?"
Tırtılım, sehpadaki vazoya bakarken babasına döndü. "Buyada bekleyeyim," dedi.
"Kızım, dışarıda bekle," dedi Deren, itirazsız bir sesle.
Nil usluca aramızdan geçerken bana el salladı ve sokak kapısından çıktı. Kapıyı açık bırakmıştı, buradan görünüyordu. Deren, o bizi duyamaz ve göremez bir mesafede olduğu an sertçe buraya yürüdü. Yanımdan geçtiği gibi yemek masasına ilerledi, ben tepkisizce izlerken de sert bir küfür eşliğinde masanın örtüsünü tutup çekti. Fincan ve tabaklar, beyaz örtüyle kayıp peş peşe yere düştü, hızla birlikte kırılıp gürültü çıkardı. Sara'nın korkuyla mutfaktan çıktığını gördüm ve Deren, elinde kalan örtüyü kırılan fincanların üzerine atıp bana döndü. "Bir sonraki çayını benim getirdiğim fincanda iç." Kırık parçaların üzerine basarak yanıma yürüdü, çenemden tutup yüzümü çektiği gibi dudaklarımdan sert ve ani şekilde öpüp çekildikten sonra gözlerime baktı. "Ve bana bir daha oyun oynama."
Beni bırakıp sertçe yanımdan geçtiğinde titreyen kalbim beni bir adım geri götürdü. Parmaklarımın dudaklarımı okşayışına engel olamadım ve Deren sertçe kapıya ulaşırken, benim için imkânsız dedikleri birisine verdim kalbimi. "Sen hiç oyun oynamadın mı?"
Aralık kapıdan çıkmak üzereyken durdu. Sırtının daha da kasıldığını gördüm. Acaba aklına geldi mi? Anladı mı? İtiraf etmek istedi mi? Eğer öyle istediyse de yapmadı, açık kapıdan çıktı ve kapının önünde dans eden Nil'i alıp kucakladı. Gözlerimin önünden kayboldu. Belli ki hayatımdan da kaybolacaktı, tıpkı böyle.
"Efendim, buralar..."
"Sen toplama," diyen ses yukarıdan gelince aynı anda baktık. Evden çıkmak için hazırlıklı görünen Dante, Sara ile bana baktı. "Korumaları göndereceğim, süpürsün."
Midemdeki kusma isteğiyle beraber kendimi asansöre attım, çıkarken başımın dönmemesi için gözlerimi kapattım. Kendimi, kızımla aynı odaya tıktım ve yanında otururken yaşanacak olan sonumuzu düşündüm. Ama kızımdan sonra. Kızımı her şeyden çok düşündüm. Her şeyden çok özledim.
Geciktiremezdim, buna son vermeliydim.
Zaten olmazdı, en başından hatalıydı. Onun kızımı görmesini bile istemiyordum, o da kızını görmemi istemiyordu. Tam anlamıyla bir arada olamıyorduk, âşıktık ama güvenmiyorduk. Birisi nasıl tanıştığımızı sorsa anlatamazdık bile.
Kimseye anlatamayacağımız türden bir tanışma hikâyemiz vardı.
"Hâlâ aklıma geldikçe deliyorum, Karina. O an, Deren'in de beni en mutlu gördüğü andı. Uçağa binip oraya gitmeden önce sesimden bile anlamıştı ne kadar sevinçli olduğumu. Nasıl mutluluğumdan rahatsız oldu, tuzak kurdu, ateşten korkarken benim için bir yangın çıkardı..." Düşündüklerim beni ürpertti, yoksa Dante'nin söylediği gibi her şey bir oyundan mı ibaretti? "Neden beraberiz ki? Çok saçma bir kere, çok mantıksız. Olmaz, ne o unutur ne ben. O hâlâ acı çekmemi istiyor ama ben artık acı çekmiyorum, yok oluyorum. Madem öyle, yok olacağım, Karina. Çünkü ben, sözkonusu sen olduğunda affetmem."
Gözlerimdeki yaşları son kez olduğunu umut ederek sildim.
Akşam yemeğine, Deren'e yapacaklarımı düşünerek katıldım. Onu hayatımdan nasıl çıkaracağımı düşündüm, nasıl birbirimizin olamayacağımızı... Ona hâlâ âşıkken, karşımda görüp dokunmak isterken, en hassas duygularıma hâlâ dokunuyorken, kalbimi bir taş gibi yerinden oynatıyorken...
Yemek masasından kalkıp odama giderken telefonum çalarak beni irkiltti. Arayanın Deren olduğunu görmek de düşündürdü. Koridor ortasında durup gözlerimi tavana kaydırdım. Kafamı iki yana sallayıp aramayı reddettim.
Gönderen: Deren Ateş.
Bana neden böyle soğuk davrandığını bilmiyorum ama konu ben değilim, Nil. Biraz rahatsız, buraya gelmen gerekiyor.
Sabah iyiydi, bir şey mi olmuştu? Panikle odama girdim, Enrica'yı arayıp arabayı hazırlamasını söyledikten sonra ceketim ve çantamla odamdan çıktım. Karina'mı kontrol edip aşağıya indim. Dante maç izlemek için koltuğa yerleşmişken durumu kısaca izah edip evden ayrıldım.
"Benim yerine öp Nil'i."
Gittiğimde aynen öyle yapardım. Aracıma binip Deren'in kaldığı eve giderken Karina'nın odasını da izledim. Yanında olmadığım her an açıp mutlaka bakıyordum ona. Angel iyileşmişti, ben evde olmadığımda onunla ilgileniyordu ama insanların vaktini sürekli alamazdım.
Gözlerden uzak, yol ayrımından içerideki dağ evine ulaştığımda ışıkların yandığını gördüm. Polisler daha hareket etmeden evin kapısı açıldı, Deren göründü. Aracımı kilitleyip çantamla beraber ona yürürken gözlerinden, yüzünden okunan paniği seçtim. Son saatlerde hiç yakın değildik, bu yüzden onu görünce aşırı bir sarılma isteği bastırdı bana. Bu duyguyla yanından geçerken yer açtı ve ben içeriye girdiğimde, kapıyı kapatıp peşimden geldi.
"Nil nerede?"
Deren onunla hiç irtibat kurmadığım için huzursuz oldu, karşıma geçip bana bakıyorken bir yumruğunu sıktı. Alnı hafif terliydi, gözleri saldırgan bir panikle bakıyordu. O sırada maç sesi duydum ve sola bakınca Utku'nun abimle aynı maçı izlediğini gördüm. Benimle göz göze gelince, "Hoş geldin ex yenge," dedi.
Ona bakarken yüz kaslarım yumuşadı. Deren'e tekrar döndüğümde de daha fazla kara gözlerine bakamadım, yalnız da kalmak istemedim. Derhal yukarıya çıkmaya başladım, Deren de hemen peşime düştü. Basamaklarda beni tuttu, sabrı kalmamış gibi hızla kendisine çevirdi. Elim göğsüne çarptı ve Deren yüzüme alçalıp panikle, "Neden böyle davranıyorsun?" diye sordu. Evde onu kırmış olmama rağmen öfkeliden çok telaşlıydı. "Dünden beri çok soğuksun, konuşmuyor, doğru dürüst yüzüme bakmıyorsun. Fransa'ya yolladın, gittim, yine giderim! Döndüğümde karşılaştıklarım, söylediklerin, bakışlarındaki o hiçlik... Ben bilmeden bir şey mi yaptım, Karmen?"
Kaygılanmıştı, korkmuştu, öfkelenmişti, kırılmıştı. Hepsi, hepsi... Birbirimize yaptığımız bunlardı işte.
Kolumu sertçe çekip bir şey demeden arkamı döndüm, sertçe basamakları çıktım. Geçen sefer öğrendiğim Nil'in odasına sessizce girdim, akşamdı ama gece lambası yanıyordu. Direkt yanına yürüdüm, ilkyardım çantasını kenara bırakıp elimi yüzüne koydum. Terlemişti, yanakları kızarıktı. Ateşi olduğunu hemen anladım ve tam ölçecektim ki, "Otuz yedi buçuk," dedi Deren, kapının önünde.
Sesi, sırtımda bir ürperti oluşturdu. Üzerindeki ince örtüyü çekip kollarına, vücuduna baktım. Sonra üzerindeki elbisesini çıkarıp atlet ve çamaşırıyla bıraktım onu. Atleti terlemişti, bu yüzden, "Çamaşır getir," dedim Deren'e. "Banyo yaptırdın mı?"
"Evet, yarım saat önce ılık su ile yıkadım, kıyafetlerini de o zaman giydirmiştim..." Konuşarak içeriye girdi, dolabından Nil için kıyafet seçti. Onları yanıma bırakırken gözleri ikimiz arasında geziniyordu. Atleti de çıkarıp yenisini giydirdim, o sırada tırtılımın gözleri açılınca da gülümsedim. "Sürpriz bebeğim, ben geldim."
Gözünü ovalayıp ağlamaklı bir sesle, "Üşüyorum," dedi.
"Babacığım," diyerek ona alçaldı Deren, içgüdüsel hareket edip üstünü örtmeye çalıştığında elini sertçe kavradım ve birkaç saniye tutup ittim. Neden tuttum bilmiyordum, özlediğimdendi herhalde. "Cahil misin, Deren? Ateşi olan insanın üstü örtülmez."
"Biliyorum ama..." Sessizce iç çekip Nil'in saçlarını yüzünden aldı. "Üşüdüm deyince..."
Nil'in üşümesine katlanamıyordu. Ya da ateşlenmesine. Ama... Karina'nın o ateşte yandığını bana düşündüren oydu.
İlacı çıkarırken ellerim titredi. Şurubu içirmek için Nil’i biraz doğrulttum ve karanlıkta bir damla gözyaşı yanağımdan kaydı. Yutkunup şurubu geri koydum, Nil'i yatırdım. Aynı anda Deren'in eli yanağıma temas etti, nefes almayı kesmişti. "Karmen... Bebeğim, sana n'oluyor?"
Ayrılacağız ve bunu şimdilik yalnızca ben biliyorum.
Deren'in elini tuttum ve yanağımdan iterken, "Çık," dedim boğularak. "Nil'in yanında kalırım ben, sen çık."
Olanlar karşısında duyguları sabit kalamadı, tekrar dişleri arasından, "Kantarın topuzunu kaçırıyorsun," dedi. Hırslı nefeslerimiz birbirine çarpıyordu. "Beni cevapsız, böyle huzursuz bırakamazsın."
"Düşünüp cevabı bul, ahmak." Onu omzundan sertçe ittiğimde Deren gözlerini kapatıp soludu ve bir şey diyecekti ki Nil'e döndü. Kafası karışmış, hiçbir şey anlamamış şekilde yutkundu. Nil olduğu için bağırmadı ve onun alnına bir daha dokunarak doğruldu. Arkasını dönüp sinirle odadan çıkarken ağzının içinde söylendi ama sesini yükseltmedi, onu tutan kızıydı. Bağıramazdı, üstelik o hastayken.
Tırtılımla yalnız kalınca ellerimi bir süre yüzüme kapattım. Sinirlerim çok bozuktu, anlayamadığı için onun da. Ama biraz akıllıysa çok yakında anlardı, anlamazsa da ben anlatacaktım.
Nil'in yanına uzandım ve onun ateşini, durumunu yoklayarak yanağımı yatağın arkasına koydum. Telefonum açıktı, Gece Karina'nın odasına gelmişti. Yolda mesaj atmıştım, ara ara bakıyordu. Canım benim, onunla da yeterince ilgilenememiştim.
Nil'in sayıklamalarını dinleyip ateşini düşürmek için serin su ile alnına, boynuna ferahlık sağladım. Üstünü örtmeye her yeltendiğinde tuttum, avuçlarından öptüm. Bu ateşe sebep olan şeyi düşündüm. Dışarıdaki sesleri dinledim. Deren koridorda sert adımlarla yürüyordu, kapının önüne kadar gelip geri gidiyordu.
Keşke yapmasaydın Deren, keşke...
Nil ile sabah ışıklarını gördüm ve onun ateşi ağır ağır düşerken gözlerim kapandı. Mayıştım ve bir elimde telefon, bir elimde Nil'in eliyle huzursuz uykuya daldım. Fakat çok sürmedi, bir kâbustan sıçradım ve Nil yüzünü bana dönüp uyurken, öfkeli bir ses duydum. Gözlerimi açınca ilk önce aydınlığı gördüm, adım sesleri duydum. Bir esneme ve Nil'i kontrol etme telaşıyla doğrulurken de o tarafa baktım. Kapıdan giren kadının öfkeli gözleriyle karşılaştım.
"Sen…" diye fısıldadı.
Nalan, elinde bir doğum günü hediyesiyle Nil ve bana bakıyordu.
BÖLÜM SONU.
Yorumlar yükleniyor...