0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

43. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

43.❝YÜZLEŞME.❞

 

Nalan beni ikinci kez dövmeyi istiyordu.

 

Gözlerinden okunuyordu.

 

İlk defasında gururum paramparça olsa da buna izin vermiştim. Çünkü benim gibi bir anneydi ve canı yanmıştı. Ben de Karina sözkonusu olduğunda vahşileşmiştim. Fakat bir kez daha bu yaşanamazdı, artık tekrar Sicilya'ya hükmettiğim günlerdeki kadar kibirliydim ve zaten kalbimde bir bıçakla, yeterince acı çekiyordum.

 

O şaşkın şekilde bize bakıyorken yataktan kalkıp kendisine doğru birkaç adım attım. Yürüdüğümü görmek her şeyi daha gerçekçi kılmış olmalıydı ki elindeki hediyeyi düşürdü. "Senin burada... Ne işin var?"

 

Kendimi böyle bir açıklamaya hiç hazır hissetmediğim için ilk birkaç saniye ne diyeceğimi bilemedim. Karşısında durunca da Utku'nun birkaç adım geride, gergince bize baktığını gördüm. Nalan'a kapıyı açan o olmalıydı, kendileri için de beklenmedik bir ziyaretçi gibiydi. "Kızımla sarmaş dolaşsın, berabersin, sen de burada... İtalya olduğunu duyduğumda anlamıştım ama bu kadarını yapıyor olamaz demiştim, bu kadarı olamazdı! İyi ki habersiz gelmişim, şu şahit olduklarıma bak..."

 

"Burada kalmıyorum," dedim. "Nil rahatsızlandı, hemşire olduğum için onu kontrol..."

 

Cümlemi bitirmeme mâni oldu, kolumdan tutup beni sarsmaya başlarken burun delikleri öfkeyle büyüyordu. "Benimle dalga mı geçiyorsun sen? Bunlar bir şaka mı ya! Sen onu kaçırdın, senin onun iyiliğini düşüneceğin nasıl bir aklın hayal ürünü! Nil senin umurunda değil!"

 

Utku, durum kaosa sürüklendiği için bize yaklaşıp araya girmeye çalıştı. "Nalan, bu normal bir kaçırma olayı değil, biliyor..."

 

"Siktir git!" Bir sinirle Utku'nun elini itti. "Bu her şeyiyle kanıtlanmış, planlanmış bir kaçırmaydı! Nil, onu kaçıran kadınla uyuyordu ya, farkında mısınız siz? Kime söyleseniz güler buna!"

 

Utku öfkelenirken, ben Nil'in uyanmaması için hızla odadan çıktım. Nalan, beklendiği gibi peşime düşüp arkamdan gelirken, "Deren’le ilişki yaşamaya devam ediyorsun, öyle mi?" diye bağırıyordu. Ben merdivenden inmeye başlayınca kolumdan tutup çevirmeye çalıştı. "O aptal sana inanıyor, üstelik kızımla görüştürüyor? Ne bekliyorsun, Nil'in senin kızın olacağını mı? Rüyanda bile göremezsin bunu!"

 

"Deren bir aptal değil!"

 

"Zamanında nasıl aptal yerine koydun? Hatırlatayım mı? Utku, sen hatırlatmak ister misin?"

 

Kolumu sertçe çektim ve son basamağı da inip ona dönerken, "Ayrıca benim zaten bir kızım var," dedim, Karina'mı düşünerek.

 

"Evet, ölmüş bir kızın!"

 

Ayaklarım vücudumu bir adım geriye çekti. Biliyor muydu? Demek söylemişti Deren.

 

"Kendi kızını kaybettiğin için Nil'i istiyorsun," dedi, benim hakkımda her şeyi biliyormuş gibi. "Ama o benim kızım, annesi de benim! Küçücük bir kızın aklıyla oynuyorsun, iyi birisiymiş gibi davranıyorsun! Deren sana istediği duyguyu beslesin, bu umurumda değil ama seninle beraberse kızımla olamaz!”

 

"Be... Benim kızım yaşıyor ki," dedim, Karina'mın öldüğünü duymaktan nefret ederek.

 

Utku telaşlı bir şekilde, "Karmen'in artık öyle bir niyeti yok," diye ekledi.

 

Nalan hem benim hem de onun söylediğine şaşırıp sinirle nefes alıp verdi. "Bana kızı olduğunu ve onu kaybettiğini, psikolojisinin bozuk olduğu için bunu yaptığını söylemiştin, Utku?"

 

Ah, arkasından konuşulan deli bir kadın gibi geliyordu kulağa.

 

"Ama yaşadığı ortaya çıktı," dedim buz gibi bakarak. "Nil'e anne olmak değil benim amacım. Onu sevdiğim, iyiliğini merak ettiğim için geldim."

 

"Gelme!" diye bağırdı, tekrar üzerime yürüyerek. "Başka doktor mu yok? Ya da hastane? Sana mı kaldı Nil'in sağlığı? Ama yok, asıl suç Deren'de! Buraya kadar geldi, kızımı da sürükledi! Şimdi bile yok, Allah bilir ki nerede? Kızını, onu kaçıran kadınla bırakıp gitmiş, bir de beni sorumsuzlukla suçlar... Dünyanın en sorumsuz babası!"

 

Utku daha sert bir sesle, "Ben buradayım görüyorsan," dedi. "Nil’i Karmen ile yalnız bırakmıyoruz."

 

"Neden buradasınız?" diye tekrar bağırdı Nalan, sinirden gözleri dolmuştu. "İşim var diyerek Türkiye'den ayrıldı, tahmin ettim ama yakıştıramadım bu kadarını! Bilhassa uzak durması gerekirken İtalya'ya, bu kadının ayağına kadar gelmişsiniz! Babam zor güç de olsa yerinizi buldu, öyle gelebildim. Abine kalsa sürekli erteleyecekti beni, doğum gününde bile göremeyecektim kızımı..."

 

"Abim geçtiğimiz hafta sonu Türkiye'ye getirecekti ama ülkede değildin, hatırlatırım."

 

"Abinin istediği zaman, istediği yerde olamaz..."

 

"Velayeti bizde," dedi Utku.

 

Onları, kendi aralarındaki tartışmayla bırakıp gitmek üzere arkamı döndüm ama daha üçüncü adımda, "Kaçma," diyerek kolumdan yeniden tuttu Nalan. Bu kez kendimi çevirdiğimde ondan daha sinirliydim. "Polisi arayacağım, zaten aranıyorsun, seni hemen tutuklayacak..."

 

"Kolumu bırak," diye ilk kez bağırdım Nalan'a ve sanırım bu yüzden şaşırarak eli kolumdan düştü. "Gidip sıç polise her şeyi, umurumda değil. Çocuk kaçırmak işlediğim en hafif suç. Sicilya'da, hatta artık dünyanın hiçbir yerinde kimse bana bir şey yapamaz. Hele sen..." Onu süzdüm. "Asla!"

 

Beni son gördüğü halden farklı olduğumu idrak ettiğinde gözlerindeki öfke yerini bir afallamaya bıraktı. "Madem yalan söyledin, kızın yaşıyordu, neden benim kızıma göz koydun!"

 

"Kızımın yaşadığını yeni öğrendim," diye yineledim. "Ayrıca neden Nil'i aldım, biliyor musun? Parkta gördüğümde o piç kocanı Nil'in babası sandım, Nil'e öyle kötü davranıyordu ki kızına yardımcı olmayı istedim. Tabii, duyduğuma göre sen buna inanmıyormuşsun ama inansan iyi olur, Nalan. Derya, Deren’le bir araya gelmemen için Nil'i gözünün yaşına bakmadan öldürecek bir adam."

 

"Aynı şeyleri tekrar ediyorsun ama bir kanıtın var mı?"

 

"Nil," dedim. "Kanıtım Nil. Gidip sor kızına, artık Derya ile yaşamadığı için korkmadan anlatacaktır onun kendisine neler yaptığını."

 

Dudaklarını açıp kapattı ama bir şey diyemedi.

 

"Korkuyorsun, değil mi?" diye sordum. "Bu soruyu Nil'e sormaya korkuyorsun. Ben bir saniye olsun beklemeden sorardım."

 

"Diyelim öyle," dedi hızlıca kafa sallayarak. Çok agresif davranıyordu. "O zaman Derya'yı hayatımdan çıkarırım. Peki sen neden hayatımızdan çıkmıyorsun, neden buradasın?"

 

"Onu ben bırakmıyorum," diyen sert sesi duyunca, Nalan’la olan bakışlarımız bölündü ve o omzumun üzerinden arkaya bakarken, ben Deren'in varlığını ensemde hissettim. Nalan'ın eve girerken açık bıraktığı sokak kapısından yeni girmişti. "O hayatımdan çıktı, ben peşinden geldim."

 

Nalan'ın göğsü sertçe inip kalktı, âdeta gümbürdüyordu. Yanıma doğru gelen Deren başını çevirip bana baktığında, elindeki torbayı gördüm. Yakınlardaki bir yere gittiği belliydi. Sanki nasıl olduğumu görmek istiyormuş gibi beni süzüp en sonunda nefes nefese kalmış şekilde gözlerime bakınca ona sarılmakla, suratına bir tane tokat atmak arasında kaldım.

 

Nalan Deren'e yürüyüp bağıra bağıra, "Öyle mi?" dedi. "Bu orospuyla ne yapıyorsan yap ama ben artık buna tahammül edemem, Nil'i alıp gidi..."

 

“Sen kime, ne diyorsun!" Deren elindeki torbayı koltuğa doğru fırlatıp aynı hiddetle Nalan'a yöneldi, dışarıda araba görüp koşarak eve geldiği belliydi. Ceketini de çıkarıp koltuğa fırlatırken, "Böyle destursuz konuşmayı kes!" dedi. "Evime gelip sevgilime hakaret edemezsin!"

 

"Sen... Sen..." Nalan çıldırmanın eşiğindeydi. "Sen neyden bahsediyorsun? Bana söz vermedin mi, Karmen Nil ile görüşmeyecek diye? Bu gördüklerim ne? Bir geldim ki..."

 

"Sen nasıl buldun burayı ya?" dedi Deren, hâlâ olanlara inanamadığı açıktı. "Beni neden hiç aramıyorsun? Baskın mı yapıyorsun sen bana?"

 

"Kızımın doğum günü olduğu için gelmiş olabilir miyim?"

 

"Bak, Karmen Nil ile devamlı olarak görüşmüyor, ben sözümde duruyorum," dedi Deren, ellerini belinin iki tarafına koyup. "Bir kez görüştüler. Dün de hasta olduğu için bakmaya geldi. Karmen’le görüşen benim, Nil'i buna dahil etmiyorum."

 

"Biz Nil'i kaybettik diye velayeti benden aldın ama sen bizzat onu çalan insanla bir araya getiriyorsun kızımızı! Aklım almıyor benim!"

 

Deren'e baktım ve boynundaki damarların gerilip şiştiğini gördüm. Her zorlukta ona el uzatmak, ya da en yakın zamanda sarılıp kollarım arasında tutmak istiyordum. Yaptıklarına rağmen ona üzülebilmek, benim aşkımın sınavıydı. Nalan'a, "Karmen çok kötü şeyler yaşadı," dedi üstü örtülü şekilde. "Ve ben neler yaşadığını, ne kadar acı çektiğini öğrenmek için onun peşinden gelmek zorundaydım. Bırakamazdım onu, öğrenmem gereken bir sürü şey vardı. Nil'i de bırakamazdım, zaten gerekmedikçe görüşmüyor..."

 

"Yani bana diyorsun ki bu kadını kızıma tercih ediyorum, öyle mi?"

 

"Sakın bana böyle söyleme, Nalan. Ben her şeyin farkındayım. Görmemek için çabalayan sensin, kocanı kızına tercih eden sensin. Ben kızıma ihanet etmeden sevdiğim kadının hayatında olmaya çalışıyorum."

 

Deren'in kalbindeki hükmüm, kalpten gelen bir sızıyla gözlerimi yaktı. Nalan, “Onu sevdiğini hiç çekinmeden söylüyorsun," dedi.

 

"Evet," dedi Deren. "İnkâr edilecek bir yanı yok."

 

Nalan yeterince incinmiş görünüyordu. "Kızın için bir utanç kaynağısın.”

 

Deren'in benimle kızı arasındaki mücadelede ne kadar yara aldığını, zorlandığını çok iyi biliyordum. Kendimi tutamadım, önüne geçip Nalan'a, "Öyle olsaydı Nil babasını, annesinden daha çok sevmezdi," dedim.

 

Nalan büyük ölçüde sersemledi. "Sen... Sen bana bunu nasıl söyleyebilirsin?"

 

"Benim haddime değil, biliyorum ama Deren'i böyle yaralayamazsın," dedim. Ben onu yaralarım, o da beni. Ama başkasının yaptığını izlemek canımı yakıyordu.

 

"Merak etme, dünya üzerinde hiç kimse Deren'i senin kadar yaralayamaz!" Beni baştan aşağıya süzdü. "Ayrıca Deren Nil için, sen de kendi kızın için utanç kaynağısın. Biriniz çocuk kaçırıyor, diğeri çocuğunu kaçıran kadınla beraber olmaya devam ediyor. Hayatta aşktan daha önemli şeyler var ama belli ki siz farkında değilsiniz!"

 

Nefes nefese konuşup arkasını döndüğünde Nil'i almaya gideceğini anladım. Deren de panikle hareket etti ama Nalan durunca durmak zorunda kaldı. Bakışlarını takip edince Nil'in zaten orada, basamakta olduğunu gördüm. "Anne... Anne sen ne zaman geldin?"

 

Günler sonra kızını görmenin etkisiyle gözlerinde yaşlar birikti Nalan’ın. "Kızım, anneciğim."

 

Nil, bir rüya görmediğini, annesinin gerçekten burada olmadığını anlamış gibi hızla basamaktan inip Nalan'a doğru koştu. Nalan da ona ilerleyip Nil'i yerde yakaladı. "Anne," diye hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı tırtılım. "Anne! Anneciğim! Seni çok özledim, günleydir seni bekliyoydum! Doğum günüme gelmedin diye çok üzüldüm ben..."

 

"Geldim," dedi Nalan, direkt. Kızının saçlarını okşayıp yanaklarından sırasıyla öptü. "Sürpriz yaptım sana, bu yüzden telefonda söylemedim. Hediyemi aldım, uçup sana geldim. Nasılsın sen? Hasta mısın? Bakayım ateşine..." Nalan dudaklarıyla onun alnını yoklayıp üzerine baktı. "Nasıl hasta oldun anneciğim sen?"

 

Nil yumruğuyla gözyaşını silip annesine daha sıkı sarıldı. "Seni özledim de ondan hasta oldum."

 

Karina da beni özlemekten hasta olmuş mudur?

 

"O zaman ben bir kendime kızayım," dedi Nalan, yumuşayan sesiyle.

 

Nil ağzından gülücük kaçırıp annesine özlemle baktı, küçük elleriyle salık bırakılmış saçlarını okşayıp yanaklarından öperken bizi de tekrar fark etti. İfadesi kararsızlığa düşerken, "Siz kavga mı ediyoydunuz?" diye sordu. Aklına, Nalan'ın beni dövdüğü gelmişti belli ki.

 

Deren yüz hatlarını oldukça yumuşatmaya çalışıp onlara yaklaştı. "Hayır Nil, biz ne zaman kavga ettik babacığım?"

 

"Hey zaman baba," dedi tırtılım.

 

Utku hiç yeri olmasa da güldü ve Nil de bunu fark edince iyi bir şey yaptığını düşünüp amcasıyla gülüştü. "Bugün benim en mutlu günüm! Babam yanımda, annem yanımda, Kaymen yanımda! Bir de Noah olsa keşke..."

 

Canım benim.

 

"Ben yine sayılmıyorum," dedi Utku, oflayarak. "Noah'ı bile saydı ya."

 

Nalan gözlerime sinirle bakıp Nil'e döndü. "Karmen buraya hep geliyor mu, Nil?"

 

Nil annesi ile benim aramdaki tatsızlığı hissettiği için ne demesi gerektiğini bilemiyormuş gibi ikimize baktı. "İki keye geldi. Hatta bana çiçek getiydi. Sonra ben de onlara gittim, Kayina'yı görüp geldim..." Heyecanla Nalan'ın yüzünü kendisine çevirdi. "Kayina çok güzel, anne!"

 

Nalan kendini kızına gülümsemek zorunda hissedip bana dönünce donuk donuk baktı. "Karina kızın mı?"

 

"Evet, kızım. Yaşıyor. Ve ben sadece Karina'nın annesi olmayı istiyorum..." Nil'e doğru bakıp tekrar annesine döndüm. "Baş başa konuşalım."

 

"Bensiz?" dedi Deren.

 

"Öldürürsünüz birbirinizi," dedi Utku

 

Nalan kafasını iki yana sallayıp, "Biz bundan sonra sadece mahkemede konuşuruz," dedi. "Polisleri arayacağım."

 

Deren tane tane, "Karmen'in maaşlı korumasıyım," dedi. "Polisleri ararsan Karmen'i korumak zorunda kalırım."

 

Nalan duyduklarına inanamadı. "Koruma mı? Karmen'in koruması mısın?"

 

"Evet," dedi Deren, ciddi ciddi. "Polisleri ararsan Karmen'i buradan kaçırırım, kaçıramazsam polislerle çatışırım, vurulmaması için vurulurum. O yüzden bunu yapmak istemezsin."

 

"Babam herkesi döver anne! Yumyuk adam!"

 

Nalan o saniye gerçekten diyecek bir şey bulamadı. Açıkçası haklıydı. Biz koruma ve patron olarak bir araya gelecek son iki insandık. Aslında birbirine âşık olacak da son iki insandık ama... Elimde olsa, yine onu seçerdim âşık olmak için. Sonunda, kalbimde bir bıçakla terk edecek olsam da.

 

Nalan'ın şaşkınlığını fırsata çevirip, "Konuşalım," diye yineledim. "İki anne gibi."

 

Benden nefret etse de merak etmeyi engelleyemediği şeyler vardı. Nil'e dönüp onu bir daha öptü ve tırtılım özlemle annesine sarılırken Deren de bana baktı. Bu sabah üzerinde bir tişörtle deri ceketi vardı, altında da siyah eşofmanı. Sabahın ilk saatinde evden ayrılmıştı, kısa saçları hafif dağınıktı ve hâlâ gergin nefes alıyordu. 

 

Gözlerime derin derin bakıp, "Geleceğini bilseydim seni yalnız bırakmazdım," diye fısıldadı. Çaprazımızda duran koltuğa eğilip geldiğinde bıraktığı torbayı aldı. "Size... Uyanınca yemeniz için pastaneden bir şeyler aldım, döndüğümde kahvaltı hazırlayacaktım ama..." Yutkunarak tekrar gözlerime baktı, bakışlarında bir yalnızlık vardı. "Bana... Sanki iştahını kaçırıyormuşum gibi bakıyorsun."

 

O geceden beri Deren'e hissettirdiklerim, bunu duyduğumda canımı yaktı. Kara gözlerine bakarken kendi bakışlarım istemsizce yumuşadı. 

 

Kimsenin duymaması için kulağına yükselip fısıltıyla, "O kadar yakışıklısın ki sana bakınca iştahımın kaçması mümkün değil," diyerek bir küçük jest yaptım.

 

Deren'in gözleri beni takip ederken şüpheyle kısıldı, ardından yüzünde bir rahatlama gördüm. İki gündür ona söylediğim tek güzel şey olduğu için kara gözleri ışıldadı. "Daha yüzünü bile yıkamadın, güneşin tersindesin ama o kadar güzelsin ki," dedi.

 

Bir adamın sözleri en fazla ne ifade edebilirse o kadar ifade ediyordu Deren'in her bir sözcüğü. Gözlerine kabullenmiş bir üzüntüyle bakıyorken, "Ne söyleyeceksen söyle," diyerek bana yaklaştı Nalan. "Artık seninle ne konuşabiliriz, nasıl insanca kalabiliriz bilmiyorum ama..."

 

Deren'den uzaklaştım ve o kararsızca ikimize bakıyorken mutfağa ilerledim. Nil'in yanından geçerken ona gülümsedim fakat o annesinin eteğini tutup, "Kulağına biy şey söyleyeceğim," dedi.

 

Nalan ona sevgi dolu yaklaşıp eğildi ve Nil fısır fısır bir şeyler söyledi. Duyamadım ama doğrulurken Nalan'ın yüz ifadesi huzursuzdu.

 

Mutfağa geçtik ve adanın altındaki bir tabureyi çekip oturduğumda, "Evi de ezberlemişsin," diyerek karşımdaki tabureyi çekip oturdu Nalan. "Hiçbir şey olmamış gibi oturup konuşacak mıyız cidden? Ne söyleyeceksin ki?"

 

Kollarını göğsünde bağlamıştı. Öfkesi, sabırsızlığı vücut dilinden okunuyordu. Omuzlarımı dik tutup ellerimi ada tezgâhın üzerinde birleştirdim ve mutsuzluğum gözlerimden okunurken, "Aslında ne hissettiğini en iyi ben anlıyorum," dedim. "Öğrenmişsin, ben de kızımı kaybettim. Kızım kaybolduğunda, eziyete uğradığında, öldüğünde... Enkaza dönüştüm, ruhumu ve kalbimi kaybettim."

 

"Eziyet?" dedi Nalan, rahatsız bir sesle. 

 

"Kızımı çocuk çetesi kaçırdı," dedim. Cehennemde geçirdiğim yirmi üç gün. "Ona... Bir çocuğun kaldıramayacağı şekillerde eziyet ettiler. Dövdüler, vurdular, ağlatıp kırdılar, ameliyatla böbreğini aldılar..." Gözümden indi bir damla yaş. "Boğdular." 

 

Nalan'ın yüzünün rengi kaçtı ve gözleri yanağımdan kayan gözyaşını takip etti. "Ama... Ölmedi dedin? İçeride, yaşadığını söyledin?"

 

"Evet, her şeye rağmen hayatta kalmış, ben de yeni öğrendim," dedim, detayları anlatmaya gerek görmeden. "Komada, uyuyor. Uyanmasını, bana geri dönmesini bekliyorum. Anlayacağın... Nil'i kendi kızım yapmak gibi bir isteğim yok. İçin rahat olabilir."

 

Bakışlarını kaçırdı, camdan dışarıya doğru bakıp huzursuzca, "Bize ihbar ettiğin çete, değil mi?" diye sordu. "O çete kızını kaçırdı? Sen de o çeteyi bulmamız için Nil'i kaçırdın? Kızımı kullandın?"

 

Bağlantıyı kurmuştu. Fakat başta Nil'i kaçırma amacım bu değildi. "Nil'i alma amacımı söyledim, Derya ona kötü davrandığı için, yaşadığım psikolojide Nil'i kurtardığımı sanıyordum."

 

"Yani," diyerek baştan aldı Nalan. "Kızın kaçırıldıktan, öldükten bir süre sonra Nil'i gördün ve yaşadıklarının etkisinde olduğun için ona yardım etmek istedin. Onu kaçırdıktan sonra niyetin değişti, bize kızının katillerini buldurmaya çalıştın? Ama anlamadığım..." Beni süzdü, bu kez üzerimde onunkilerden daha pahalı kıyafetler ve daha gerçek bir cesaret vardı. "Ailen çok güçlü, bize neden ihtiyacın vardı?"

 

Ona Mark ve Carlos'tan, detaylardan bahsetmek istemediğim için, "O zaman şartlarım farklıydı," dedim.

 

Anlatmayı istemediğimi gözlerime bakıp da fark etti. "Nil'e fiziki olarak zarar vermediğini biliyorum," dedi. "Fakat onu ve bizi çok yıprattın, psikolojisini bozdun. Ne yaşamış olursan ol bunları yapmaya hakkın yoktu."

 

"Bazen kendimize hak olmayan şeyler yapıyoruz. Fakat benim kibrim en azından gözlerimi boyamıyor, hatalarımın farkındayım." Avuçlarımı tezgâha sertçe bastırıp ona eğildim. "Ama senin baban hatasının farkında değil. Kızımın mezarına kurşun sıktığı için eminim hâlâ böbürleniyordur."

 

Nalan'ın mesafeli, suçlayıcı bakışları şoka uğradı. Son günlerin en çok gördüğüm ifadesi... Herkesi şoka sokuyordum. "Kurşun mu?" diye tekrarladı. "Babam n'apmış?"

 

"Baban, beni yakaladığı gece kızımın mezarının yanına götürdü, gözlerimin önünde kızımın mezarına kurşun sıktı. Yapmaması için yalvarmaya başladığımda da silahını bana uzattı, ancak kendimi vurursam duracağını söyledi."

 

Ve saniyeler, Nalan bu konuştuklarımın üstüne hiçbir şey eklemeden geçti. Babasının korkunç bir şey yaptığını inkâr etmemesine sevindim, aynı zamanda gözlerinde bir miktar da olsa sempati duygusu gördüm. "Nasıl yaptı böyle bir şeyi bilmiyorum," dedi. "Bu... Çok kötü bir şey, ne diyeceğimi bilemiyorum."

 

"Sen de az önce Karina için ölmüş bir kız dedin kolaylıkla." İnsanların her şeyden habersiz kızım hakkında konuşup durmasından sıkılmıştım.

 

"Sinirle söyledim, tamam mı? Küçücük kızana karşı bir kinim yok, ya da babamın yaptığını onaylamıyorum."

 

Gözlerine bakıp da samimi olduğunu görünce, "O gece Deren geldi, ben kendimi vurmak üzereyken engel oldu," dedim. Aslında bunu söylemek istememiştim ama Deren'in hayatımı kurtardığını kendim de bir daha fark etmiş gibiydim. "Ben suçsuzum demiyorum Nalan ama yaptığım her şeyin bedelini ödedim. O kurşun, bir tek o kurşun bile ölmekten daha çok yakmıştı canımı. Benden hayatının sonuna kadar nefret edebilirsin, haklısın da. Fakat bir anne olarak sana söz veriyorum ki bir araya gelsek ya da gelmesek de Nil'e asla zarar vermeyeceğim. Bunu seni kendime inandırmak için söylemiyorum. Bir anne olduğun ve Nil'in güvenliğinden endişe duyduğun için söylüyorum. Ve asla Nil'in annesi olmak değil amacım. Onun bir annesi var, sensin. Tıpkı kendi kızımın da bir annesi olduğu gibi."

 

Sırf bunları söyledim diye bana inanacak değildi fakat daha konuşmayı istemiyordum. Sözümde duracaktım. Nalan da samimiyetimi tartıyormuş gibi kararsızlıkla izlerken, kendimi geriye çekerek tabureden kalktım. "Yine de olmaz," dedi. "Deren bir seçim yapmak zorunda. Aynı anda ikinizi hayatında tutamaz. Ben buna izin veremem. Kızımın... Onu kaçıran kadınla benden daha fazla görüşmesine tahammül edemem."

 

"Ben son sözlerimi söyledim, eklediklerin ve duyguların artık önceliğim değil," dedim.

 

Birbirimize baktık ve arkama dönerken saçımı kulağımın arkasına koydum. Salona geçince Deren'in odayı turladığını görmüş oldum. Nil de babası gibi ellerini sırtında bağlamış, ona yetişmeye çalışarak gülüyordu. Utku ise oturduğu koltuktan bacağını uzatmış, onlara çelme takmaya çalışıyordu.

 

"Başım döndü," diyerek koltuğa doğru düştü tırtılım.

 

Ben onun bu sevimliliğine gülümserken, Utku Nil'i alıp havaya doğru atıp tutmaya, âdeta top gibi sektirmeye başlayarak sırıttı. Nil de karşılığında ayağını onun ağzına sokmaya çalıştı.

 

Bakış açısına girerken Deren o ikisini yılgınca izliyordu ve beni görünce hemen yanıma ilerledi. Karşı karşıya geldiğimizde gözlerindeki panik havasını gördüm, ellerini omuzlarıma koyup kollarımda kaydırdı ve beni kendisine çekip yüzüme alçaldı. "Kadına bir şey yaptın mı? Sadece kızımın annesi diye soruyorum."

 

Cidden Nalan'a bir şey yaptığımı mı düşünmüştü? Demek Karmen Russo'yu tanımaya başlamıştı. "Yaklaş," dedim ve Deren gözlerini kısarak yaklaşınca kulağına fısıldadım. "Tencereye koyup pişirmeye bıraktım, yirmi dakika sonra servis edebilirsin."

 

Sırıtarak geri çekildim ve Deren büzdüğüm dudaklarıma bakarak çenemden tuttu. "Ben yalnız seni yemek istiyorum."

 

Onunla yakın olmaya çok alışmıştım, bu yüzden son günlerimi uzağında geçirirken zorlanıyordum. Şimdi gözlerine bakarken, biteceğini hissederken, olmayacağını kabul etmişken, öfke duyarken ve âşıkken... Öyle aklı karışıkken, kalbimde âdeta sarmaşıklar varken... Ona nasıl davranacağımı ben bile bilmiyordum. Bu yüzden dünden farklı şekilde davranıyordum.

 

Kısık sesle, "Bunu en son söylediğin günün sonrasında benimle sevişmiştin," dedim.

 

Bir eliyle çenemi tutarken dudaklarıyla yüzümdeki saça üfleyerek uzaklaştırdı. Huylanıp yüz buruşturdum. "Bu, yarın sevişelim demek mi?" diye sordu.

 

"Bayılıyorsun değil mi, her şeyi anlamak istediğin yere çekmeye?" Doğru, kim bayılmaz ki?

 

"Benim olayım bu bebeğim," dedi yanağımdan makas alırken. 

 

"Beni mi daha çok seviyorsun, kendini övmeyi mi?" diye sordum.

 

Farkında olmadan yanağımı okşadı. "Seni sevmek, övgülerin en büyüğü zaten."

 

Yanağımdaki elini bileğinden tuttum, parmak uçlarımda atan nabzını hissederken, "Ama sen beni isteyerek sevmezsin ki," dedim.

 

Deren kaş çattı bu söylediğime, huzursuz oldu. Ama ne, gerçekti işte? Bir şey diyecek olduysa da arkamızdan Nalan gelince konuşmamızı devam ettiremedik. Bize tersçe bakıp hızla Nil'e ilerledi. "Hadi kızım, yukarıya çıkıp hediyeni açalım."

 

Nil hevesle annesinin kollarına atılırken duraksadı. "Kaymen'e sarılayım, öyle gidelim oluy mu?"

 

Nalan böyle bir yakınlaşmayı hemen reddedip, "Hayır," dedi. "Sarılmıyorsun, Karmen senin hiçbir şeyin değil."

 

Nil'in kafası karıştı, Deren onlara yaklaşırken olaya hangi açıdan gireceğini düşünüyor gibiydi. Tırtılım, "Kaymen benim dadım ya," dedi.

 

Nalan Deren'e kızgınca bakıp Nil ile basamaklara yürüdü. "Öyle bir şey yok, Nil. Kafan karışmış senin, ben sana açıklayacağım."

 

Arkalarından giderek, "Kızımın aklını bulandırmayacaksın," dedi Deren, Nalan'a.

 

"Beni biraz daha zorlarsanız Nil'e her şeyi anlatırım," dedi Nalan, tek solukta. "O kadını alıp git buradan!"

 

Deren hemen, "Sakın," dedi. "Öfkene yenilip Nil'in aklına olur olmadık şeyler sokma."

 

"Ben de buyadayım ya," dedi Nil, gülerek.

 

Deren'in konuşması dağıldı ve ondan tarafa dönünce yüz ifadesini yumuşattı. Nil'e bir kez olsun kötü baktığını, sert olduğunu görmemiştim. Nil'in elini tutup göğsüne götürürken sırıtmaya başlamıştı. "Sen buradasın burada. Ben seni buraya hapsettim, başka yerde olamazsın."

 

"Annem de oyada mı?" dedi Nil, babası ile annesine gülümseyerek.

 

Hiç sanmıyorum, tırtılım. Bunu bir daha demezsen çok mutlu olurum.

 

"Yaa, hem de nasıl," dedi Nalan ve kaldığı yerden basamakları çıkarken, Nil düşünceli şekilde babasına el salladı. Odaya girerken de annesiyle konuşuyordu. "Kaymen dadı değilse neyim ki?"

 

Deren onları baş başa bırakmak konusunda tereddüt yaşarken, Utku tembelce koltuktan kalktı. "Sanırım artık kırmızı bir pelerin takmam gerekecek, sürekli kıçını kurtarıyorum abi."

 

Deren kızmakla mahcup olmak arasında bocalayıp kardeşine yaklaştı. "Söz alacağım kırmızı pelerin."

 

"Yok, ben başka bir şey istiyorum," dedi Utku, abisinin gözlerine âdeta yalvararak bakarken. "Ne istediğimi biliyorsun."

 

Deren başını salladı. Sanırım ben de ne istediğini biliyordum.

 

"Korumam," diye seslendim Deren'e. "Nil'in odasında eşyalarım kaldı, alıp gel."

 

Utku, abisinin lafımı ikiletmeden merdivene doğru yürüdüğünü görünce şok oldu. "Aaa... Ne istersen yapıyor mu?"

 

"Onun da işine geliyorsa."

 

"Şey," dedi kararsızca. "Ne kadar maaş alıyor?"

 

"Yüz bin euro." Öyle konuştuğumuzu hatırlıyordum.

 

Utku yüzünde bir dehşet ifadesiyle bana doğru yürüdü. "Türk parasıyla ayda üç milyon lira yapar. Aa... Başka korumaya ihtiyacın var mı?"

 

Ben ümitsizce bakıyorken, "Yok," diyerek basamaklardan eşyalarımla indi Deren. "Ayrıca yanlış hatırlıyor, elli bin euroya anlaştık."

 

Ben Deren'den eşyalarımı alırken, Utku koltuğa geri oturup arkasına yaslandı. "Yalan söyleme, artık inanmıyorum elli bin aldığına. Sen her işinden bana söylediğinin iki katı para mı alıyordun? O zaman sen bayağı ultra zenginsin?"

 

"Her neyse," diyerek onu geçiştirdi Deren.

 

"Allah'tan zenginsin. Hem çekilmez hem fakir bir abi de olabilirdin," diye kendi kendine söylenip telefonunu aldı Utku.

 

Deren ona köşedeki bir koltuk minderini atarken ben arkamı dönüp kapıdan çıktım. Ilık havada arabama yürürken mutsuz ve üzgündüm. Deren evin kapısından çıkıp köşede, muhtemelen Nalan'a ait olan kiralık arabaya ve içindeki şoföre baktı. Ardından polislere İtalyanca, "Onu sakın içeriye almayın," dedi.

 

Polislerle anlaşmaya vardıktan sonra arabama yürüdü. Ben kemerimi takıp izlemek için Karina'nın odasını açtım, aracı çalıştırırken onun bakışlarının hedefi oldum. Deren silahını, muhtemelen rahatsız olduğu için belinden çıkarıp dizine koyarken, "Bugün mevsim geçişi yaşamışsın," dedi. "Dün böyle fırtınalı bir kış günüydün, bugün tatlı bir ilkbahar günü gibisin."

 

Ruh halimi böyle tasvir etmesini komik buldum ama gülümseyemiyordum. Deren'e gülmek içimden gelmiyordu. "O kadar emin olma," dedim.

 

Huzursuzlandı, dizini sallamaya başladığında anladım. "N'oluyor Karmen sana, konuşmayacak mıyız artık?"

 

"Neden böyle davrandığımla ilgili bir fikrin yok mu?"

 

"O akşam her şey normaldi, sonra ne olduğunu bilmiyorum." Gözlerini benden ayırmıyordu.

 

"O zaman düşünüp bul.”

 

Koltukta ileriye kayıp kızgınlıkla soldu. "Sen söylesen ölür müsün kızım? Derdini anlatsan, derman bulsam? Beni mutsuz ediyorsun ama daha önemsediğim senin de mutsuz olman. Anlat, halledeceğim. Bana anlat, seni kıracak ne yaptım?"

 

Gözlerimi görmemesi için camdan dışarıya baktım. "Sonra," dedim. 

 

"Ama ben sana şimdi sarılmak istiyorum, sen sorunu sonra anlatmak istediğin için barışamadığımızdan sarılamıyorum," dedi kızmakla homurdanmak arası bir sesle. "Beni mağdur ediyorsun." 

 

Duyduğum en mantıklı şeyler değildi. Hatta deliceydi. Ama âşık olmak ve deli olmak... Bir yerde aynı şeylerdi.

 

Çok hızlı giderken durdurdum arabayı ve Deren, kemerini takmadığı için torpidoya tutunmak zorunda kalırken ellerimi direksiyondan çekip kendisine döndüm. "Arabadan mı kovacaksın?" derken düşünceli görünüyordu. Ve dudaklarını yalama şekli, sabah uyuşukluğu, tatlılığı...

 

"Sadece sarılmak mı istiyorsun?" diye sordum. 

 

Onu arabadan atmayacağımdan emin olunca arkasına doğru yaslanıp başını iki yana salladı. "Başka şeyler de yapmak istiyorum."

 

Yüzüne dair akılda kalacak her şeyi izlerken, "Neler?" diye sordum.

 

Beni, saçlarımın uçlarından arabanın altında kalan ayaklarıma kadar izleyip dudağını ısırdı. Isırığın dudaklarında bıraktığı hafif kırmızılığı izlerken nefesim daralıyordu. "Sana sarılmak. Ardından seni öperken saçlarını sevmek ve sonra eve gidene kadar elini tutup parmaklarını okşamak."

 

Saçlarımı okşamayı istemesine aynı bir parantez açmasına gülümsedim[SE1] [ET2] . "Sırasını bile ayarlamışsın," dedim.

 

"Sürekli senin hakkında düşündüğüm için her şeyi ayarlamış oluyorum," dedi. Kibirli görünmüyordu, içinden gelmiş de söylemiş gibiydi.

 

"Mutluluğum hakkımda mı düşünüyorsun?" diye sordum. “Ya da mutsuzluğum hakkında mı?”

 

"Mutlu olduğunu sanıyordum?" dedi.

 

"En mutlu olduğum an hangisi, biliyor musun?" diye sordum.

 

"Sana âşık olduğumu söylediğim an mı?" diye sordu, ciddi ciddi bunun olduğunu düşünüyordu.

 

Gözlerimi devirmeden yapamadım. "Hayır, en mutlu olduğum an Karina'nın yaşadığını öğrendiğim andı. Onu ararken, uçakla onu bulmak için seyahat ederken, o eve ulaşıp kızımı aldığımda..." Gözlerinin içine baktım. "Bunlar en mutlu anlarımdı. Ve sen hepsinde yanımdaydın. Teşekkür ederim."

 

Koltuğumda kaydım ve ona istediğini verirken kollarımı boynuna doladım. Aramızdaki küçük engellere rağmen ellerimi ensesinde birleştirip yüzümü omzuna gömdüm. Onun kollarında tuzağa düşmüş bir kadın gibi hissettim, tırnaklarımı öfkeyle ensesine bastırırken de onun ellerinin sırtıma tutarsızlıkla yerleştiğini hissettim. Bana sarılmadan önce beş saniye kadar beklemişti. Birine ihanet ettikten sonra böyle oluyordu, sarılırken iki kez düşünüyordunuz.

 

Bizim birbirimize yaptığımızı düşmanımız bile bize yapamazdı.

 

Deren'in parmaklarındaki seğirişi kaburgalarımda hissederken, ıslanan gözümü tişörtüne silip yutkundum. Deren de alnını omzuma yaslayıp beni kolayca kaldırdı ve kendi koltuğuna doğru çekti. Dizine oturtup hafifçe uzaklaştığında ona yukarıdan bakmaya başlamıştım. Bir eli sırtımı tutarken, diğer eliyle sarıldığımız sırada bozulan saçlarımı düzeltip yüzümden çekti. "Tabii... Kızını bulduğun an en mutlu anın."

 

Söyle hadi, itiraf et Deren.

 

"Evet, kızımı çok özlüyordum, onu göreceğim için mutluluktan ölecektim," dedim gözlerimi bile kırpmadan. "Hayatımın en en mutlu günüydü."

 

Deren hafifçe dudaklarını kıvırırken başını cama çevirdi ve dışarıya bakarken şakağındaki bir damar atmaya başladı. Yutkunuşundaki paniği görünce daha güçlü şekilde ağlamak geldi içimden. "Mutlu olduğun için mutluyum," dedi.

 

Yalan söyleme, değilsin... Olsan yapmazdın.

 

Birbirimizin mutluluğuyla mutlu olamıyorsak, birlikte olmamızın ne anlamı var ki?

 

Bana hep yaptığı gibi ben onu yüzünün altından tutup kendime çevirdim. Bakışlarında tutku ve ihtiyacı gördüm, derinliklerinde de paniği. Yüzümü yaklaştırdığımda nefesini tutarak dudaklarıma doğru baktı. Onu öpmeden önce alnımı alnına koydum ve gözlerimi kapattım. Hareket etmeme gerek kalmadan Deren dudaklarını dudaklarıma kapatıp elini saçlarıma götürdü, hayalini kurduğu gibi beni öperken saçlarımı okşadı.

 

Ondan nefret ettiğim günler olacaktı ama onu sevmediğim bir gün bile olmayacaktı.

 

Tıpkı onun gibi.[SE3] [ET4] 

 

"Geç kalıyoruz," diyerek koltuğuma yerleştim.

 

"Kime geç kalıyorsun?"

 

"Kızıma."

 

Bunu duyunca bir şey demedi, boştaki elimi dizimden alıp tuttu ve camdan dışarıya bakarken bir an olsun bırakmadım. Şaşırsam da sonra konuşmalarımızı hatırladım, saçlarımı okşayarak beni öptükten sonra yol boyunca elimi tutmayı istediğini.

 

Öyle de oldu. Araziden içeriye girerken bile beni bırakmadı. İkimiz de düşünceli ve gergindik. Arabayı bahçeye bıraktım ve dalgınca kapımı açtım. Elim ancak o zaman Deren'in elinden koptu ve Deren irkilip bana dönerken, ben de dışarıya adımımı attım. Arabamın anahtarını yaklaşan korumaya fırlatıp eve yürürken ilerideki hareketlilik dikkatimi çekti. Enrica ile Yaman'ın kavga ettiğini gördüm, birkaç koruma da onları durdurmaya çalışıyordu. 

 

"Lan," diyen Deren'e baktım ve koltuktan hızla indiğini gördüm. "Bu n’apıyor Yaman'a?"

 

"Asıl Yaman Enrica'ya bir şey yapıyor olabilir," diyerek arkasından gittim.

 

Yaklaştıkça konuşulanlar duyuldu. Korumalarım İtalyanca konuşurken Yaman Türkçe küfürler savuruyordu, birbirlerini anlamıyorlardı. Ben yüksek sesle, "Burada n'oluyor?" diye bağırırken, Deren hızla korumaları dağıtıp onların arasına girdi. Enrica'nın, Yaman'a atmak için kaldırdığı yumruğunu havada yakalayıp yüzüne eğildi. "Ona bir daha vuracak olursan seni öldürürüm."

 

Yaman ve diğerleri Deren'i bir anda aralarında bulmanın şaşkınlığıyla gerilerken, Enrica kafasını sol yana eğip Deren'i süzdü. "Sana vurayım o zaman?"

 

Deren fincan meselesi yüzünden, Enrica ise Deren'in konumu yüzünden rahatsızdı. Bu yüzden kavga etmek için bir an bile beklemeyeceklerini düşündüm. Elbette Deren böyle bir meydan okumayı reddetmedi, Enrica'nın elini indirip gömlek yakasını tuttu. "Bana dokunmaya cüret edersen senin ellerini kırarım."

 

Enrica gözlerini kapatıp soludu ve tam Deren'e karşılık verecekti ki, "Ayrılın," diyerek biraz daha yaklaştım. "Enrica, neden kavga ediyordunuz?"

 

"Anlamadım efendim, bir anda bana saldırdı," dedi Enrica.

 

Konuşmalardan bir şey anlamayan Yaman'a döndüm. Burnu kanamıştı, koluyla tampon yapıyordu. Deren de ona döndü ve avucuna dökülen kana bakarken kaş çattı. "Neden saldırdın korumama?" diye bu kez Yaman'a sordum.

 

Deren bana göz ucuyla baktı. "Enrica bir şey yapmış olmalı ki saldırsın, yabani mi bu adam durduk yere üstüne atlasın?"

 

Yaman kafasını kaldırıp Deren'e emin olamıyor gibi baktı ve ardından bana dönüp rahatsızca, "Elimde çay fincanı vardı, beni itip üzerime döktü," dedi sinirle. Yere baktım, ıslaktı ve fincan kırıkları etraftaydı. "İtalyanca bir şeyler dedi anlamadım, üzerime gelince de savundum."

 

"Yandı mı elin?" dedi Deren, uzanıp onun ellerine dokunurken.

 

Yaman burnundan akan kanı durdurmaya çalışırken, "Hangi dağda kurt öldü?" diye homurdandı.

 

Deren agresif şekilde onun ellerine doğru bakmaya devam etti. "İki Türk'üz şurada, bizi itin donuna sokmalarına asla izin veremem!"

 

Birkaç saniyemi Deren'in tepkilerine şaşırmakla geçirdim ve sonra en yakınımdaki korumaya döndüm. Enrica Türkçe konuştuğu için Yaman'ın dediklerini anlamamış, ters ters bakıyordu. Korumaya, "Kavga nasıl başladı?" diye sordum.

 

"Efendim, Enrica ona çay saatinden önce çay içmemesini, görev yerini terk etmemesini söyledi ama o konuşulanları anlamayıp üstüne yürüdü." Yaman ve Enrica'ya göz atıp bana döndü. "İlk teması o adam yaptı."

 

Duyduklarım üzerine Yaman'a döndüm. "İlk teması sen yapmışsın?"

 

Yaman sıkılmış gibi oflayıp, "Üstüme yürüdü çünkü!" diye bağırdı. Deren de az önce konuştuğum korumaya kızgınca bakıp, "Sallama piç," dedi.

 

Bunca derdimin arasında buna gerçekten vakit ayırmak istemiyordum. Deren ve Yaman istemeden de olsa bu evin korumaları arasında huzursuzluk çıkarıyordu. İlk ve son kez bunun hakkında konuşmak üzere Enrica'ya baktım. "Yaman'a müdahalede bulunma. İtalyanca bilmediği için sizi anlamıyor. Ayrıca o benim korumam değil, kendisine emir vermiyorum, siz de vermeyin. Kendisine de gerekli uyarıları yapacağım."

 

Enrica'dan aldığım karşılık saygılı bir baş sallama olduğunda Yaman'a döndüm. Bu sırada Deren onun boynundaki kravatı çıkarmış, burnundaki kana tampon yapmaya çalışırken Yaman bu vicdan gösterisini hayretler içinde izliyordu. "Acıyor mu?" diye sordu Deren ona.

 

"Aynen acıyor, öp de geçsin," dedi Yaman, poker suratıyla.

 

Deren kafasını kaldırıp Yaman'ın onunla alay ettiğini ve hepimizin kendisinin gösterdiği şefkati izlediğimizi anladığında kızardı. Elindeki kravatı onun göğsüne fırlatıp geri çekildi. "Canın cehenneme.”

 

Yaman gözlerini devirdi.

 

"Sıktınız ama," diyerek ofladım. Çenesinden tutup Yaman'ın yüzüne dikkatlice baktıktan sonra Enrica'nın yüzündeki yumruk izini de izledim. "Birbirinizi eşit miktarda dövmüş gibisiniz. Bu ilk olduğu gibi son olsun. Enrica bir daha sana müdahale olmayacak, sen de saldırgan davranma."

 

Deren, "İlk Enrica üzerine yürümüş, saldırgan davranan o," diyerek altını çizdi. "Kovalım onu."

 

Ona işaretparmağımı sallamaya başladım. "Her şey zaten senin yüzünden, sus."

 

Deren pes der gibi ellerini kaldırdı. "Ben o sırada seni öpüyordum yahu, benimle ne alakası var?"

 

"Yine mi?" diyerek öğürdü Yaman.

 

"Konudan sapıyorsunuz," diyerek sesimi yükselttim. Hayret bir şey, bu adamlara beni daha ciddiye almalarını acilen öğretmem gerekiyordu. "Dediğim gibi Yaman, sen Deren’le meşgul değilken buralarda takıl, arabaları falan yıka, bahçeyi süpür ama korumalarımla kavga etme."

 

Yaman, Enrica ve diğer korumalarıma kötü kötü bakıp bana döndü. "Araba mı yıkayayım? Ya ben adam öldürürüz, iş yaparız, mafya sikeriz falan sanıyorum uğraştığım şeylere bak..." Arkasını dönüp kravatı aldı ve söylene söylene ilerledi.

 

Arkasından seslendim. "Git de Gece pansuman yapsın. Krizi fırsata çevir, bunu da ben mi söyleyeyim?"

 

Önüme döndüm ve korumalarımın her birisine sırasıyla baktım. Neyse ki Salvador görmemişti, Yaman'ı attırabilirdi. Deren Enrica'ya bir adım yaklaşıp diğerlerine de sert sert baktığında, uzanıp kolundan çekmeye çalıştım. "Bir saniye bebeğim," dedi bana ve tekrar diğerleriyle göz teması kurdu. "Yalnız diye bir daha onun üzerine giderseniz sizi kapıya attırmanın yolunu bulurum, bir daha bu eve giremezsiniz. Kimse Yaman’a emir vermezse huzursuzluk çıkmaz."

 

"Hey, onları sadece ben kovabilirim," diye hatırlattım Deren'e. "Ve seni de."

 

Deren, emrine itaat etmeye gönüllü olmayan korumalara pislikçe bakıp bana döndü. "Bu kadar ateşli olmanın yeri değil. Korumalara kızıyorum. Bekle."

 

Gözlerimi kapatıp soluduktan sonra onu bırakıp eve ilerlemeye devam ettim. Deren onlara konuşmaya devam ediyor ama korumaların bir tanesi bile tepki vermiyordu. Çünkü sinirden Türkçe konuşuyordu.

 

Eve girdiğimde abimin tam da basamakları indiğini gördüm. Angel onun elini tutmuş, parmaklarını öperken Salvador abim ona gülümsüyordu. Beni fark eden abim son basamakta durdu ve üzerimi inceledi. "Gece toplantın mı vardı?"

 

Ah...

 

"Nil ateşlenmişti, Dante'ye söylemiştim."

 

Kafasını bir kez salladı ve Angel hızla bu tarafa yürüdü. "Canım benim, şimdi neyi var? O beni pek sevmedi ama ben ona bayıldım. Keşke getirseydin, ona tatlı yapardım.”

 

Angel'ın çocuklara olan sempatik yaklaşımın altındaki nedeni bildiğim için üzüldüm. "Sabah iyiydi, doğrusu tekrar kontrol etme fırsatım olmadı ama annesi yanında," dedim.

 

Salvador abim yengemdeki düşünceli gözlerini bana çevirdi. "Annesi mi? Onlar seni aramıyor mu? Polise gitmesin bu kadın?"

 

"Gidebilir," diye omuz silktim. "Fakat korkan kim?"

 

"Biz yine önlemimizi alalım," dedi abim, cebinden telefonu çıkararak. Avukat Emma'yı arıyor olabilirdi. Bu yüzden Angel hemen abimin peşinden koşup telefon konuşmasına kulağını dayadı.

 

Çatlak...

 

En özlediğim insanın yanına ulaşmak için yukarıya koştum ve kızımın odasına girer girmez gülümsedim. Aşk acımı hafifleten, keskin yerlerimi yumuşatan, günde birkaç huzurlu nefes almamı sağlayan tek yer burasıydı. "Karina'm, sana müjdeli haber vermemiştim. Bir profesör doktor var, senin için görüşmeyi kabul etti." Küçük elini tutup öpücüğe boğdum. "Seni yıpratmaktan, yormaktan çok korkuyorum ama bu kadar savaştıysan bir anlamı vardır diye düşünmeden de yapamıyorum."

 

Kızıma, dolabından çok güzel bir kıyafet seçtim. Deren ile Nil'in getirdiği çiçekli elbiseyi giydirmek isterdim ama vücudunda kablolar varken giyemezdi maalesef. Ona yumuşak pamuktan sarı elbisesini giydirirken, "Acaba kabloları çıkarmadan seni kucağıma alabilir miyim?" dedim hevesle. "Denemeye bile korkuyorum. Birisi yardımcı olsa yapabilirim belki."

 

Narin vücudunu incitmekten korktuğum için elbiseyi ancak beş dakikada giydirdim.

 

Çıplak kaldığında böbreğindeki dikiş izlerine içim parçalanarak baktım.

 

"Sen... Tüm bu acılara rağmen annen için dayandın ya, ben de senin için dayanacağım." Eğilip yara izlerinden öptüm kızımı. 

 

Üstünü örttükten sonra doktorunu aradım, konuştuğumuz gibi Karina'nın değerlerinden bahsettim. Görüşmem sonlanınca da kızıma dönüp, "Noah dayın ile konuşacağım," dedim. "Gelmek ister misin?" Gülümsedim. "Tamam tamam, şaka yapıyorum."

 

Hemen eğilip yanaklarından öptüm, saçlarını düzeltip odasından ayrıldım. Birkaç kat inip Noah'ın odasına girdim ve içerinin boş olduğunu görünce şaşırdım. Neredeydi?

 

Bir alt kata daha inince salondan gelen sesleri duydum. Hemen yaklaşıp bakınca Noah'ın burada olduğunu gördüm. Dante de buradaydı ve çok eğlenerek Noah'a bakıyordu. Çünkü... Yılanım Slenderman abimin üstündeydi ve Noah, ısırılmamak için kıpırdayamıyordu. Yılanı oraya koyanın Dante olduğu gülmesinden belliydi.

 

"Al şunu," dedi Noah, yılanım kafasını kaldırıp ona tısladığında.

 

Dante purosunu içerken omuzlarını silkip sırıttı. "Slenderman dişi bir yılan, biliyorsun. Sürtünüyor hayvan, senin keyfini çıkarıyor."

 

"Hayaller Marianne, hayatlar Slenderman..."

 

"Hey," diyerek kızdı Dante. "Alınıyor."

 

"Almazsan yılanı Sara'nın üzerine atarım," dedi Noah ona.

 

Dante eğlencesine ara verdi. "Onu sakın korkutma." Sırıttı. "Çünkü ben yapacağım."

 

Sertçe oraya ilerledim, yılanımı buna alet ettiklerine inanamıyordum. Noah beni görünce bakışlarında bir kopukluk oluştu. Sanki bana ne hissetmesi gerektiğini bilmiyordu. Marianne'nin gidişinden sonra herkesi biraz suçluyordu. Ben yılanı almak için eğildiğimde sessiz kaldı ve Dante homurdandı. "Keyfimi bozuyorsun."

 

Yılanımı huzursuz etmeden abimin üstünden kaldırdım.

 

"Çok mutlusun, Sara sana lezzetli kurabiyeler mi yaptı?" diyerek yapmacıktan sırıttım Dante’ye.

 

Dante purosunu ağzından çekip kızgınlıkla üstüme yürüdü. "Aklınızdan neler geçtiğini bilmiyorum ama böyle şeyleri yanında söyleyerek sakın Sara'yı huzursuz etmeyin."

 

"Aynen aşk aptalların işi falan," diyerek açıkça dalga geçtim onunla ve Slendarman vücuduma dolanırken abime arkamı döndüm. Aynı zamanda Deren'in şoklar içinde beni izlediğini gördüm. Doğrusu vücuduma sıkıca sarılan yılanıma bakıyordu. Onu ilk kez görüyordu ve bu yaratıkla kurduğum ilişkinin samimiyetinden hoşlanmamış gibiydi.

 

"Süleyman bu mu?"

 

"Slenderman," diye düzelttim.

 

"Çok çirkin gözüküyor."

 

Yılanım kafasını omzumdan kaldırıp gözlerini bana sabitlediğinde, Deren hızla bu tarafa gelmeye başladı. Kızan bir ses tonuyla, "Ne yapacağı belli olmaz, indir şu sürüngeni," derken, ben omzumu silkip Slenderman'in kafasına dokundum. 

 

"Bir şey yapmıyor, huzursuz etme."

 

Slenderman, kıvrak bir hareketle boynuma dolandığında Deren korkuyla ileriye uzandı. Ona, "Sakın dokunma," diyordum ki yılanın dilini çıkardığını görüp fevrice hareket etti. Yılanı, bana bir şey yapacağını sanarak kafasından tuttuğunda, Slenderman huzursuzlanıp kıvrakça ona saldırdı. Deren, hayvanın kafası bir anda suratında belirince nefesini tuttu ve yılanım onun boynuna doğru eğildiğinde, uzanıp vücudunu tutmak zorunda kaldım. Vücudunu Deren'den çekip uzaklaşması için kuvvet uyguladım ve Slenderman'ı yere fırlatıp öfkeyle ona döndüm. "Senin yüzünden canını yakmak zorunda kaldım."

 

"Seni ısıracaktı, gerçekten gördüm."

 

Yılanın yanına eğilip sakinleşmesi için temkinli şekilde kafasına dokundum. Sert yüzeyine temas ettiğimde dilini içeriye soktu. "Seni değil de beni ısırsın mı dedin sen de?" diye homurdandım.

 

"Elbette," dedi.

 

Slenderman elime yaklaştığında hareketsiz kaldım ve koluma doğru çıktığında gülümsedim. Onu irkiltmeden doğrulup Dante'ye ilerledim. "Abi, onu aldığın yere koy."

 

Dante surat assa bile ben çoktan yılanı onun boynuna dolamıştım. Hayvanın huyunu bildiği için sakin kalıp onun istediği şekilde davrandı. "Hayvanı gerdiniz iki dakikada, ne kadar gergin insanlarsınız, gören de bizi mafya falan sanacak..."

 

Slenderman'i bırakmak üzere evin kapısına yürüdüğünde Sara mutfaktan çıktı ve Dante'yi bu şekilde görünce korkuyla sıçradı. "Dante Bey..."

 

Dante Sara'yı baştan aşağıya süzüp, "Bunu bırakıp geleceğim," dedi. "Odama sıcak bir kahve çıkar."

 

Sara hafifçe gülümseyip derhal abime itaat ederken, "Kahve içmeye vaktin yok," diyerek evin açık kapısından içeriye girdi büyük abim. "Portekizlilerle görüşmeye gidiyoruz."

 

“Portekizliler?” diye tekrarladım. “Bana çiçek yollayan o adam mı?”

 

“Evet, Dante vermiş miydi sana çiçeği?”

 

“Evet abi,” derken Deren’in bakışlarını üzerimde hissettim. Ardından aldığı nefesin sesini duydum ve araya girerek, “Biraz konuşalım,” dedi.

 

Ona döndüm. “Neyi?”

 

Bana hiçbir şey demeden sessizlik içinde bakınca abilerime hafifçe gülümseyerek önüme döndüm ve üst kata doğru yürümeye başladım. Asansörü kullanmak yerine ağır ağır basamakları çıktım, biraz ilerleyip ailemden uzaklaştığım zaman da Deren bana yetişip kolumdan tuttu. Beni, önünden geçirdiğim koridor duvarına yaslayarak elinin birisini başımın yanına yasladı.

 

“Kim sana bir çiçek verdi?”

 

Kafamı duvara yaslayıp gözlerine doğru baktım. “Aşağıda duymadın mı? İş için görüştüğümüz bir yabancı. Beni tanıyor, jest yapmak istedi.”

 

Yüzünden bir duygu dahi okunmuyordu. “Adını ve soyadını istiyorum.”

 

“Komik olma, ne yapacaksın?”

 

Gözleri dudaklarıma doğru alçaldı, alay eder gibi duran dudak kıvrımıma baktı. “Neden sana bir çiçek gönderiyor? Neden gideceklerini duyunca o çiçeğin sahibini sordun?”

 

Kaş çattım. “O çiçeğin sahibi benim zaten.”

 

Bir saniye bekledikten sonra gözlerini yumru, burnundan derin bir nefes verdi. “Neden bana böyle davranıyorsun? Anlaşılmazsın, ortaya koymadığın bir sorun var.”

 

“Haklısın,” dedim ve beni dinlemek için gözlerini açınca yutkundum. “Carlos’un evlenme teklifi biraz sinirlerimi bozdu, sanırım onun etkisindeyim.”

 

Bunu ona söylemeyi hiç düşünmemiştim ama iki gündür içimde biriken öfkenin bir şekilde saldırıya geçeceği açıktı. Onun huzursuz olmasını, canının yanmasını istemiştim. Deren’i benden geriye iten bu cümle, nefes alıp verişini de durdurmuştu. Carlos’un bu teklifte bulunmasına şaşkınlık duyduğu gibi bunun bende bıraktığı etkiden de korkmuş göründü. O tepki vermese de gözbebeklerinde açığa çıkan duygular nefretini gösteriyordu.

 

Tekrar bir adım ileri çıktı, kolumu sertçe kavradı. “Seninle evlenmek mi?”

 

Ben bunu onaylayamadan yaklaşan adım sesleri duydum ve kafamı çevirince Sara’yı gördüm. Elinde bir gümüş tepsi tutarak çekingen şekilde bana bakıyordu. “Efendim, babanız Deren Bey’i görmek istiyor.”

 

Deren adı geçmesine, duyduklarına rağmen hareket etmeden kolumu tutmaya devam edince ben kendimi geri çektim. Düşüncelerim doğrudan babama kaymıştı, Deren’i neden görmek istediğini anlamamıştım. “Teşekkürler Sara,” diyerek karşımdaki adama baktım. “Neden çağırdı anlamadım ama sen...”

 

Cümlem sonlanmadan sertçe arkasını dönünce dudaklarım aralık kaldı. Düşen omuzlarımla beraber bir daha arkama yaslandım ve o basamakları çıkarken yalnızca baktım.

 

Babam zaten zor konuşuyordu, bizlerle bile az görüşüyordu. Deren'i neden davet etmişti?

 

Biraz sonra ayaklarım beni yukarıya götürdü. Babamın yaşadığı kata ulaşınca koridoru turlamaya başladım. Babamın Deren’le ne konuşacağını tahmin edemiyordum, bilmediğim bir sorun mu vardı?

 

Kapı sesi duyduğumda yürümeye devam ediyordum. Başımı yerden kaldırdım ve Deren'in kapıyı sessizce örtüp çıktığını gördüm. Beni fark edince duraksadı ve gözlerimin içine sessiz saniyeler boyunca baktı. Ardından hiçbir şey demeden asansöre ilerlemeye başlayınca arkasından üç yavaş adım attım. 

 

"Ne söyledi?" diye sordum.

 

Dönüp bana bakmadan, "Bilmeni isteseydi seni de çağırırdı," dedi.

 

Asansörü çağırdığında sinirden dilimi kıvırıyordum. Arkasından sert adımlar atıp, "Ona saygısızlık yapmadın, değil mi?" diye sordum.

 

Sertçe, "Sanki öyle bir adamım," dedi. 

 

Evet, değildi ama az önce yaşananlardan ve duyduklarından sonra ateş misali yakıcıydı. Tahmin edilemezdi ve kalp kırıcıydı. Deren gelen asansöre binip bana döndü. Gözlerimize bakıyorduk. "Artık bana neden böyle davrandığını biliyorum. Carlos'un evlenme teklifi aklını karıştırdı..." Asansör kapanmadan önce acımasızca mırıldandığını duydum. "Bu akıl karışıklığını ortadan kaldıracağım."

 

Böyle mi sanmıştı? Tabii öyle sanmıştı, söylediklerim böyle hissettirecekti.

 

Asansöre saniyeler boyunca bakıp hızla telefonumu çıkardım, Yaman'ı arayıp telaşla, "Deren'in peşinden ayrılma," dedim. "Carlos'u öldürmeye gidebilir."

 

Yaman ani telefonumu soğukkanlılıkla karşılayıp hızlı bir cevap verdi. "Yardım edeceğiz, mecbur."

 

Gözlerimi devirerek Karina'nın odasına yürüdüm. "Carlos ölmeyecek, Karina için."

 

Anlaşmaya varınca telefonu kapattık. Kızıma yaklaştığımda huzursuzluğumu yansıtmamak için yüzüme gülümseme koydum. Angel ve Gece onunla seve seve ilgilense de bana ihtiyacı olduğunu biliyordum, tabii her anımı onunla geçiremeyeceğimi de. Ama kızımı bir daha gördükten sonra hiçbir şey imkânsız değildi benim için, ölene kadar yanında olmak da.

 

"Uyuyan güzelim, uyan güzelim..." 

 

Ona daha kaç kez böyle söyleyecektim? Kaç kez söylesem uyanırdı?

 

O günümü benden beklendiği gibi Karina'mla beraber geçirdim. Onunla konuştum, daha önce alıp göstermediğim birkaç elbisesini gösterdim. Şu yabancı doktorla mailleştim, Karina'nın raporlarını fotoğraflayıp gönderdim. Ayrıca başka doktorlarla da görüştüm. Deren'i aramadım, inat yapmıştım. Fakat Carlos beni aradı, telefon çaldığında onun ölmek üzere olduğunu düşündüm ama konuştuğumda iyi olduğunu anladım. Yaman Deren'i durdurmuş olmalıydı.

 

Ama muhtemelen kendisi durmuştu.

 

Karina için.

 

Ertesi gün kendimi çok yorgun, öfkeli, âşık, mutsuz hissediyordum. Kızımın yanında uyanmıştım. Kahvaltıda gevrek yemiş, Gece ile konuşmuştum. Bir şeyler konuşmak düşüncelerimi ertelese de dönüp durup hep Deren'i düşündüm. O sabah, genelde geldiği saatte gelmemişti. Öğleden sonra da, akşam olurken de gelmemişti.

 

Sıkkın şekilde Noah'ın kütüphanesine yürüdüm ve kapıyı açıp bu sıralar vaktini geçirdiği yerde gördüm onu. Okuma masasında oturmuş, bir konyak şişesinin yarısını bitirmişti. Üzerinde keten gömleği vardı, saçları uzamıştı. Gözleri masasında duran kitabın üzerindeydi ve bakmadan geldiğimi anlamıştı. 

 

"N'oldu?"

 

"Seni merak ettim," dedim masanın ucuna kadar giderek.

 

Sertçe yutkunup uykusuzluk ve alkolden kızarmış gözünü ovaladı. "İyiyim ben, sorun yok."

 

Noah'ı çok sevdiğim için defalarca iyiyim dese de inanmayacak, gerçekten iyi hissetmesini isteyecektim. "Değilsin abi. Bize öfkelisin, bu yüzden odadan çıkmıyorsun. Kendine de öfkelisin, Marianne'nin gitmesine izin verdiğin için, bu yüzden odandaki aynayı kırmışsın."

 

Gözlerini baktığı şiir kitabından çekip bana kaldırdı. "Aklımla kalbim arasına sıkıştım, Marianne gittiğinden beri tek bir huzurlu nefes alamadım."

 

"Abi, ne hissettiğini anlayabiliyorum." Yanına yaklaşmaya cesaret ettim. "Fakat Marianne iyi, güvende, sağlık..."

 

"Abim hâlâ yerini söylemiyor!" Bağırdığı gibi elindeki kadehi fırlattı ve kadeh üç parçaya bölünüp krem halıya dağıldı. "Haksızlık bu, bana, ona. Angel yapsaydı asla göndermezdi!"

 

Evet, abim gitmesinden korktuğu için Marianne'nin yerini söylemiyordu. Bu da gün geçtikçe Noah'ın kontrolden çıkmasını sağlıyordu. "İnsan kalbi ile aklı arasında kaldığında kalbini seçmek istiyor," dedim. "Ama kalbini seçtiğinde de aklını unutamıyorsun, Noah. Bir kere ikisi arasında kalınca o insanla eskisi gibi olamıyorsun."

 

Bunu duymak her şeyi daha da kötü yapmış gibiydi, gözlerini yaşlar doldurdu. Dirseğini masaya yaslayıp yüzünü önüne eğdiğinde benden saklamak istediğinin ne olduğunu anladım. Omuzlarının hafif titreyişine, parçalanan nefesine bakıp kendimi tutamadan yaklaştım ona. "Lütfen bana kızma abi. Seni çok seviyorum ama Karina çok incindi, bunu deneyen birisine... Evimi açamam."

 

Noah bana sarılmadı, genzini temizleyerek uzaklaştı ve ellerim iki yanıma düşerken kitaplıkların arasında kayboldu. Başımı önüme eğip kötü hissettiği için uzaklaştığını düşündüm, kendimi üzmemeye çalışıp bir süre bekledikten sonra odasından çıktım.

 

Gece ile konuşmaya gidecekken telefonumun titrediğini hissettim. Yaman'dan bir geri dönüş beklediğim için direkt açtım. Ekranımda mesaj görünce de kalp atışlarımdan sendeleyip arkamdaki duvara yaslandım.

 

Gönderen: Deren Ateş.

 

Akşam yemeği yiyelim, bekliyorum.

 

📍

 

Altdudağımı ısırıp ekranıma dokundum. Mesaj çok makuldü, belli ki biraz sakinleşmişti. Akşam yemeğine çağırıyordu, konuşmak, sorunlarımızı çözmek istiyordu. Bu yüzden gelmemiş olabilirdi, sakinleşmiş, ne yapması gerektiğini düşünmüştü.

 

İlk kez Deren'e giderken bu kadar mutsuz hissettim. Odama girip dolabımdan bana aldığı çiçekli elbisemi çıkardım, giyindim. Saçlarımı tarayıp iki taraftan incili toka taktım.

 

Yanağımdan akan gözyaşı, pudraladığım tenimi ıslattı.

 

Birkaç damla gözyaşının durulmasını bekleyip rujumu tazeledim. Çantama gerekli gördüğüm şeyleri koyup yanıma aldım. Gün batıyordu ama hava sıcaktı, üstüme bir şey almadım. Ayrılmadan önce babamın yanına uğradım, bana Deren ile ne konuştuğunu söylememişti ama ben Deren'in yanına gittiğimi ona söylerken yanaklarından öptüm. Fizyoterapisti odadaydı, bize gülümseyerek bakmıştı.

 

Evden klasik kırmızı BMW ile ayrıldım. Camı açtım ve ılık rüzgâr çiçekli elbisemi uçuştururken attığı konuma ilerledim. Ben ulaşana kadar güneş battı, Sicilya'nın ışığı kayboldu ve ay bir ihanetin hançeri gibi parladı.

 

Konum beni nezih bir restoranın önüne getirdi. Burası sahil kenarıydı, deniz az ileride seçiliyordu. Aracımı park edip inince gözden uzaktaki, merdivenlerin başındaki restorana ilerledim. İçerideki hafif ışıltı dışarıya yansımış, etraf oldukça sessizdi ve Deren'in arabası da az ilerideydi.

 

Basamakları çıktım ve restoranın kapısından girdiğimde onu gördüm. Mekânın ilerisinde, masada oturmuş, yerden yükseklikteki camdan dışarıya bakıyordu. Üzerinde takım elbisesi vardı, zaten iş alışkanlığından olsa gerek ki hep giyiyordu. Masaya yaklaşırken içeride kimsenin olmadığını anladım, nezih ve sakin bir yerdi. İtalya'yı gezmek için pek zamanı olmamıştı ama burayı beğenmişti demek ki.

 

Kare şeklindeki, üzerinde beyaz ipek örtü olan masaya yaklaşıp sandalyemi çektim. Deren, ben karşısına otururken bile camdan dışarıya bakıyordu. Araba anahtarıyla cüzdanını masanın kenarına koymuştu, bir elinde boş kadehi tutuyordu. "Merhaba.”

 

Sesimi duyduğunda ifadesiz yüzünde yumuşak bir geçiş oldu. Başını çevirip gözlerime baktığında da her şey çok ağır gelmeye başladı. Onu sevmek de, onu bırakacak olmak da. "Hoş geldin," dedi yüzüme, gözlerime bakarak. 

 

Türkçe konuşmayı seçtiği için ben de Türkçeye geçiş yapıp, "Hoş buldum," dedim.

 

Gözlerinin saçlarıma takıldığını görünce incili tokama baktığını anladım. Çenesiyle de gösterip, "Güzel olmuş," dedi. "Gerçi hep güzelsin ya..."

 

Bunu bir iltifat olarak söylemiyordu. Beni o an gerçekten güzel görüyordu. Parmak uçlarımla incili tokaya dokunup burukça gülümsedim. "Karina ve kendime almıştım bunlardan."

 

Karina'nın ismi geçtiğinde dudağı hafifçe kıvrıldı. Ve hatırlattı kendisini yangın, kalbimden gelen bir harlanma sesiyle.

 

"Nalan gitti mi?" diye sordum, hem acım belli olmasın diye hem de merak ettiğim için.

 

Başını iki yana salladı. "Hayır, bir iki gün kalır. Nil de onu bırakmak istemiyor."

 

"Gece aynı evde mi kaldınız?"

 

Gözlerime, ruhumu -yani kendisini- görüyormuş gibi bakarak, "O Nil’le üst kattaydı," dedi. "Ben alt kattaydım, zaten... Uyanıktım, gecenin gündüzden bir farkı yoktu."

 

"Çok konuşuyor mu seninle? Kızıyor mu? Ya da yumuşuyor mu? Sana gülüyor mu?"

 

Bu konu umurunda değilmiş gibiydi. "Nalan'dan mı konuşacağız gerçekten?"

 

Başımı cama çevirip sessiz kaldım. Doğru, ondan konuşmayı istemiyordum. Bizden konuşmak istiyordum ama söyleyeceklerim, henüz söylemeden bile kalbimi yakıyordu.

 

Sessizliğim üzerine endişeyle sordu. "Bir şeyler yemek ister misin?"

 

Su bile içemeyecek durumdaydım.

 

Boğazımdan nefes bile geçmiyordu.

 

Kafamı iki yana salladığımda onda çok tanıdığım bir his belirdi yüzünde: kızgınlık. "Hiçbir zaman yemiyorsun. Karina'yı da buldun oysaki, iştahın hiç artmadı."

 

"Karina'yı buldum ama o hâlâ hiçbir şey yiyemiyor. O yemeyince ben de yiyemiyorum."

 

Duyduklarından sonra Deren'in bakışlarında hayata karşı bir öfke belirdi. "Keşke onu uyandırabilsem, bunu her şeyden çok isterdim," dedi.

 

Bunu diyen sen, o yangını çıkaran sen... Hangisi gerçek sen?

 

Aşk ile öfke duygusu aynı anda, aynı yerdeyken insan gerçekten hangisine teslim olacağını bilemiyormuş demek.

 

"Sen yiyebilirsin," dedim, boş tabağına bakarak.

 

O da kafasını iki yana salladı. "Sen yemeyince de benim iştahım olmuyor."

 

"En son ne zaman bir şeyler yedin?"

 

Parmakları arasındaki boş kadehi çeviriyorken, "Hatırlamıyorum," dedi. "Fransa'da olabilir. Bu arada... Sabah çayını hangi fincanla içtin?"

 

Kara gözlerine o kadar âşıktım ki bakmaya daldığım için cevap vermem gecikti. "Senin... Senin getirdiğin fincanda."

 

Bu, onunla bu Fransa oyununu oynamamı hafifletirmiş gibi gülümsedi. "Paris'e Nil ile gitmeseydim Enrica'dan önce gelirdim, biliyorsun değil mi? Onunla gidince kızıma vakit ayırdım, gezdirdim onu."

 

Bu beni gülümsetti tabii ki. "Egolusun Deren."

 

"Bunun egoyla alakası yok," dedi dürüstçe. "Senin için en iyisi olmayı kafaya koyduğumdan beri böyle. Sana yetişen, istediğini derhal yapan, olduğun yere herkesten önce gelen tek kişi ben olmak istiyorum. Başına bir şey gelecek olduğunda ilk beni ara, o kadar güven."

 

Evet, sanırım bu düzeltme daha doğruydu.

 

"Ama ben senin için en kötüsü oldum," dedim, yaptıklarımı düşünerek. Gözlerine bakıyordum, çok sevdiğim o adamın. "En kötü tercih, en büyük yalan, en büyük hata..."

 

Parmağını hafifçe dudağına bastırıp bir küçük sus işareti yaparken kafasını iki yana salladı. "Herkes sana bir hata olduğunu söyledi, yeri geldi ben de. Ama... Sen kendine söyleme."

 

Dizinin titreyip masaya çarptığını fark ettim, muhtemelen gerginliktendi. Deren de bunu fark edip masanın altına bir göz attı ve bacağı sallanmayı bıraktı. Bana tekrar bakarken, "Beni neden bir akşam yemeğine çağırdın?" diye sordum.

 

Yüzündeki o renk çekildi, suratı beyazlayana kadar konuşmadı. Sonra, "Ben neden burada olduğumu biliyorum," dedi. "Sen neden buradasın?"

 

Sözcüğü dudaklarımdan çıkarmakta öyle zorlandım ki kendime öleceğimi söylemek bile daha kolay gelirdi eminim.

 

Kalbim ikiye bölünüyormuş gibi hissederken, "Ayrılmak için," dedim. "Ayrılmak için geldim buraya."

 

Hiç şaşırmadı, beklediği bir şey olduğunu anladım. Fakat gözlerinde büyük bir telaş, panik gördüğümde istemesem de içim burkuldu. Kafasından neler geçirdiğini o kadar merak ettim ki birkaç dakika zihninde olmak istedim. Nefes alamıyormuş gibi gömleğinin ilk düğmesini açtı ve kafasını önüne eğip gözlerini yumdu. Masada savurup kıracağı o kadar şey vardı ki... Özellikle kalbim.

 

Başını tekrar kaldırıp gözlerimin içine bakarken, "Onun yüzünden," dedi, sesi yükselmeye başlamıştı. "Benden ayrılıp ona mı gideceksin?"

 

Alev alev yanan, panik yerleşen gözlerini izlerken, "Hayır," dedim. "Carlos'a gitmeyeceğim."

 

Adını duyunca dişlerini sıkıp, "Neden?" dedi. Ellerini o sebebi arıyormuş gibi iki yana açtı. "Neden bana böyle davranıyorsun? Neden benden ayrılıyorsun! Neden yalnızca birkaç gün önceki gibi bakmıyorsun gözlerime? Öyle bak, önceki gibi... Böyle değil."

 

"Çünkü yaktın," dedim, hâlâ içten içe böyle olmamasını, bir yanlışlık olmasını dileyerek. "Ben mutlulukla kızıma gitmişken, sen onu kaybettiğimi düşünmem için o evi yaktın. Ben kanatlanıp uçtum, sen vurup düşürdün..."

 

Deren'in gözlerine bakarken bu duyduklarına şaşırmasını bekledim ama o dehşete düştü. Ve anladım ki gerçekten yapmıştı. Nefessiz kalıp dudaklarını ayırırken, sol gözümden bir damla yaşın kayışına engel olamadım. Ayrılık nedenimizi öğrenmek, onu bambaşka bir ruh haline sürükledi ve kafasını telaşla iki yana sallarken ayağa kalktı. "Sen... Nereden öğrendin?"

 

Gözlerim gözlerini takip ederek yukarıya çıktı. "Yaptın... Sen bana bunu yaptın yani?"

 

Bir adım geriye sendeledi ve gözlerinde bu kez çaresiz duygular açığa çıktı. Beni o kadar yüksekten düşürüp kırmıştı ki sandalyeden onun kadar kolay kalkamadım. Deren bir adım yaklaşıp iki adım geriye çıkarken, "Bir anlık hataydı!" dedi telaş içinde. "Aptalca bir hataydı, öfkeme yenik düştüm ama sonra hemen kendime geldim! İtfaiyeyi... İtfaiyeyi ben aradım, gelmeden söndürsünler diye çabaladım! Çok kızdım kendime, yemin ederim ki hemen pişman oldum!" Hızlıca, yüzünde bir korku ifadesiyle konuşuyordu. "Aklımda böyle bir şey yoktu, sana tuzak kurmadım, eve gelip Karina'nın orada olmadığını gördükten sonra..." Nefes nefese durup gözlerime baktı ve konuştuklarının hiçbir şeyi değiştirmediğini görünce korkuyla nefes aldı. "Yapma, lütfen. Benden ayrılma."

 

Konuştuklarının bir şeyleri değiştirmesini çok isterdim ama kalbim hâlâ çok içten acıyordu. Yaşlar yanaklarımdan süzülürken, "Ben o kadar mutluyken senin aklından nasıl bunlar geçebildi?" diyerek hıçkırdım. "Yalan söyledin, sen benim mutluluğumla mutlu olmuyorsun. Benim için her şeyi yapacağını söyleyen ama benim mutluluğumla mutlu bile olmayan bir adamsın."

 

Gözyaşlarıma dehşet içinde bakarak dengesiz bir adım attı bana. "Oluyorum, Karina'yı bulduğun için çok sevindim ben! Onu görmen için her şeyi yapmaya hazır..."

 

"Gözlerimin içine bakarak yalan söylüyorsun!" dedim, istemsizce bağırarak. "Yaptıklarımın cezasını çekmemi istedin, en mutlu olduğum andan yararlandın, asla yapmam deyip Karina'yı kullandın!"

 

Elini hızla kafasından geçirip histerik bir panikle, "Kullanmadım!" diye bağırdı. "Kullanmadım! Kullanmak istemedim." Kollarını iki yana indirip gözlerime pişmanlıkla baktı. "Onu incitmek istemedim."

 

Gülümsedim. "Beni incittin."

 

Zamanında onun bana dediği gibi.

 

Devam ettim. "Ve zaten beni incitmeyi istedin."

 

Daha da devam ettim. "Artık paramparçayım."

 

Deren, beni kırdığını duymaya tahammülü yokmuş gibi parmağını susmam için dudağıma bastırıp, "Böyle söyleme, seni çok seviyorum," dedi hızlıca.

 

"Ben de seni seviyorum," dedim. "Çok seviyorum." Her şeye rağmen. Çünkü sen de beni her şeye rağmen sevdin."Ama bundan sonra nasıl seveceğim?"

 

Gözlerinde peş peşe karmakarışık duygular oluşurken daha da yaklaşıp, "Ben seni nasıl sevdiysem," dedi bastırarak. "Ben seni hâlâ nasıl seviyorsam!"

 

Sandalyemi itip kalktım ve onunla aramdaki iki adıma bakıp sonra gözlerine döndüm. "Sevmemeliyiz, Deren. Biz birbirimizi sevmemeliyiz."

 

Her şeyi kötüleştiriyormuşum gibi kafasını iki yana sallayıp arkasını döndü, etrafında endişeli bir daire çizip kafasını sertçe kaşıdı ve bana tekrar döndü. "Sizi beklerken... seninle Karina'yı ararken, birlikte Nil'i aradığımız zamanları düşündüm," dedi. Elleri gergince etrafına savruluyordu. "O yangını, senin o yangından çıktıktan sonra bile Nil'i bana getirmeyişini, hiçbir şeyin seni durdurmayışını, ölsem bile devam edeceğini... Bunları düşünürken beni anlamanı istedim, o öfkeyle harekete geçtim ama pişmanlık duydum, itfaiye..."

 

"Ben seni anlamaktan ötedeyim demiştim!" diye bağırdım yumruklarımı sıkıp öfkeyle ona yaklaşırken. "Ben zaten çok fazla acı çektim, sen bana daha neyi anlatmak istedin! Benim kızım işkence çekti, boğuldu, böbreği alındı, vücuduna kemerle defalarca vuruldu! Komaya girdi, gülümsemeyi kesti, sadece ağladı, acı çığlıklar attı..." Öfkeyle çığlık attım ve sağ tarafımda duran masadaki kadehi elimin tersiyle fırlattım. Delirmiş gibiydim. "Kızımla ben daha ne kadar acı çekelim? Ne olsa öfken diner? Yok mu olayım? Senin için yok olmamı mı istiyorsun? Bir de senin ellerinden mi acı çekeyim? Bittim ben Deren, görmüyor musun? Bittim ben! Paramparçayım, mutsuzum, korkuyorum..."

 

Deren, bakışlarında acıyla hızla yaklaşıp beni kolları arasına çekmeye çalıştığında, yumruklarımla ve vücudumla onu itip geriledim. Hızla uzaklaşıp ellerimi ona savururken, "Lütfen lütfen," diyordu ama sinirden kulaklarım uğulduyordu. Onu göğsünden iki elimle birden iterken, "Öfkemi yenemiyordum!" diye bağırdı çaresizce. "Affedemiyordum seni! Yapamıyordum! Çok seviyorum ama unutamıyordum! Canımı bu kadar yakmanı unutamıyorum! Beni sevdiğini söylerken hiç merhamet etmeyişini unutamıyorum! O kadar uzun sürdü ki bana yaptıkların, hiç pişmanlık duymamanı unutamıyorum!" 

 

Hıçkırarak geriledim ve sonumuzun karanlığından başka şey göremeden, "Artık bunları unutmana gerek yok," dedim, onun kadar çaresizce. "Beni unutsan yeter."

 

"Hayır!" dedi hemen, bağırarak. Çok hızlı nefes alıyor, kahrolmuş gibi bakıyordu. "Böyle söyleme, kendi aklını da karıştırma."

 

Kabullenmiş bir çaresizlikle, "Deren, olmuyor," diye fısıldadım. Ellerim acı ve sinirden uyuşmuştu. "Bizden olsun isterdim ama olmuyor."

 

Daha fevrice kafasını iki yana sallayıp arkasını döndü, üç adım uzaklaşıp ellerini yüzünden geçirdi. Tekrar kendini bana çevirdiğinde gözlerinde kırgınlık, sinir vardı. "İlk hatamda bırakıyorsun beni, terk ediyorsun! Ben her şeye rağmen geldim, bırakamadım seni! Affedemedim ama o kadar özledim ki, o kadar özledim ki... Her şeyi göze alıp, gururumu çiğneyip geldim! Sen hep bugünü beklemişsin gibi bırakıyorsun beni!"

 

Yenilmiş şekilde omuzlarımı düşürüp yanağımdaki yaşları sildim, belli ki yenilerine yer açmak için. "Ben seni kendim için değil, ikimiz için de bırakıyorum. Biz birbirimizi kızlarımızla, çocuklarımızla sınadık. O kadar alçaldık ki saygımız kalmadı. Ben senden nefret etmeye, benden nefret etmene dayanamıyorum artık."

 

Sinir ve mutsuzlukla gülüp bana kafa salladı. "Sen zaten hiçbir zaman kendini bu ilişkiye benim kadar ait hissetmedin ki!"

 

"Ait hissetmedim, öyle mi?" Dişlerimi sıkıp ona doğru yürürken yanından geçtiğim masalarda ne varsa alıp üzerine doğru fırlattım. Çatal ile bıçaklar göğsüne vurup düştü ve tam boş kadehi de fırlatıyordum ki kıyamayıp aramızdaki boşlukta kırdım. "Oysa ben seni o kadar seviyorum ki artık kendime ait değilim. Ruhumsun dedim sana ama artık git, bir ruhum olmasın."

 

Her cümlemde daha da yıkılıyormuş, kontrolden çıkıyormuş gibi, "Bir ruhun olmadan nasıl yaşayacaksın?" diye sordu.

 

"Ben bir kalbim bile olmadan yaşadım," dedim, söylediğine ruhsuzca gülerek. "Defalarca ölmeyi denedim, delirdim, aklımdan oldum ama yine de bir şekilde yaşadım. Hem seni bulmadan önce de bir ruhum yoktu ama nefes alıyordum işte."

 

Yaşadığım, söylediğim her şey bakışlarının önünde resmediliyormuş gibi gözlerini sımsıkı yumdu. "Tamam, sen yaşarsın ama ben... Yaşayamam."

 

"Yaşarsın," dedim. "Benden önce bir ben yoktu hayatında ama yaşıyordun işte."

 

Yüz kasları seğiriyordu, tekrar bana bakarken bir şeyleri yapmayı istiyormuş gibi etrafına, bana bakıp yumruklarını sıktı. "Neden yaşayayım? Neden kendime bunu yapayım? Seninle olmak varken neden kendime böylesine eziyet edeyim?"

 

Göğüskafesim, vücudumu parçalıyormuş gibi kalkıp inerken, "Birbirimizden kızlarımızı koruyoruz," dedim fısıltıyla. "Böyle bir ilişki... Nasıl yaşanır Deren? Nil ile bir araya geldiğimde kafandan bir sürü tereddüt geçiyor, geriliyorsun. Ben de seni Karina ile gördüğümde tekrar onu kullanacak, bir şey yapacak..."

 

"Hayır, hayır!" Bana doğru bir adım gelirken kafasını şiddetle iki yana savurdu. "Ben zaten yaptığımdan çok pişmanım, vicdan azabı çekiyorum! Yaptığımdan gurur duymuyorum, yemin ederim ki! Benim Karina ile bir derdim olabilir mi, Karmen? Küçücük bir kız o! Ben öyle bir adam değilim! Yemin ederim, değilim! Sadece... Öfkemi yenmem için yardım et bana! Sen istemeden Karina'yı görmem, beni affetmeni beklerim, ondan da af dilerim!"

 

Bana bir daha dokunmaması için ellerimi kaldırdığımda, dokunmak için kullanacağı ellerini indirip yüzünü buruşturdu. "Sen beni affettin mi?" diye sordum. "Gönül rahatlığıyla beni affettiğini, içindeki tüm her şeyi hallettiğini söyleyebilir misin? Deren, affedebildin mi beni?"

 

Dudaklarını çok çabuk araladı ama kendisinden beklediği cevabı çıkaramadı. Gözlerime bakarak dudaklarını birbirine bastırdığında, tüm duygularımız söylenmemiş o kelimeye hapsoldu. "Affettim deseydin de inanamazdım zaten. Ben bile kendimi affetmiyorum yaptıklarım, suçluluklarım, kızımın ve senin başına getirdiklerim için."

 

Korktuğunun, öfkemden çok kabullenişim olduğunu fark ettim. Karşı çıkmaya devam ederek, "Zamanla affederiz her şeyi, üstesinden geliriz," dedi.

 

Ona çok korktuğum başka şeyi söyledim. "Ya... ya zamanla, bu öfke yüzünden bana olan aşkın biterse? Ben bunu görmeye katlanamam. Bunu göreceğime... Seni hiç görmemeyi tercih ederim."

 

Bu söylediğime, omuzları sarsılarak güldü. Neşesiz, dertli bir gülüştü. "Ben gerçekleri öğrendim, buna rağmen bitmedi aşkım. Bundan sonra mı bitecek? Bitmiyor işte! Neden anlamıyorum ama azalmıyor bile!" Sanki kendisi de buna bir sebep bulamıyormuş gibi yılgınca iç çekti. "Seni sevmemek için çok sebebim var ama sevmek için de çok sebebim var."

 

"Ya ya... Biz birbirimizin mutluluğuyla bile mutlu olmuyoruz!" Aklımdan çıkaramıyordum ilk mutlu olduğum anda bana yaptıklarını. "Artık öğrenmiştin, kızıma neler yapıldığını öğrenmiştin. Buna rağmen sen bir daha bana, onun öldüğünü düşündürdün. Onu kurtarmak için yangına girerim demiştin ama o yangını sen çıkardın!"

 

"Sen de Nil'in öldüğünü düşündürdün bana!" Tamamen kontrolden çıkarak haykırdı. "Ben kızımı teşhis etmek için morga girdim! Morga! Öyle bir acı çektim ki beynim uyuştu benim!"

 

Bir vazgeçişle düştü omuzlarım. "Bak işte, şu halimize bak. Birbirimizi getirdiğimiz hale bak. Hayatının yarısında bana âşık olup diğer yarısında öfke mi kusacaksın!"

 

"Beni çok sev o zaman! Çok sev ki unutayım!"

 

"Çok seviyorum! Ruhumsun dedim, bir adam daha ne kadar sevilebilir!" Gözlerimde yine o yaştan parıltılar vardı.

 

"Unutalım istiyorum," dedi fısıltıyla, kafasını iki yana sallayarak. "Birbirimize yaptığımız her şeyi unutalım istiyorum."

 

"Sen, ben ve kızlarımız bir aile olamayacağız Deren." Parmaklarım son kez gözlerimdeki yaşlara dokundu çekmek için, onu görebilmek için. "Sen kendi ailene, kızına dön. Ben de aileme, kızıma döneyim."

 

"Beni hiç mi ailenden saymadın, Karmen?"

 

Kırıkların kenarlarından geçerek masaya ilerledim, koyduğum çantamı aldım. "Hoşça kal."

 

Daha arkamı dönmeye fırsatım olmadan üstüme yürüdüğünde kafamı iki yana salladım ama durmadı. Karşıma kadar gelip aceleci şekilde kollarımdan tuttu, dolduğunu fark ettiğim gözleriyle bana bakıp, "Gitme," dedi, sesi titreyerek. "Beni terk etme!"

 

Kollarımı çekmeye çalışırken ellerim hareketli göğsüne çarptı ve gözyaşları bir daha aramıza girdi. "Sen o kadar şefkatliydin ki, kalbim buz gibiyken bile senin yanında sıcacık hissediyordum. Orayı yaktığını öğrenince... O kadar hayal kırıklığı hissettim ki. İçim parçalandı sanki, artık beni sevmediğini bile düşündüm..."

 

"Hayır!" Hızlıca reddetti. "Seni her gün seviyorum, her an seviyorum. Her kahrolası hatamıza rağmen seviyorum!"

 

"Sevgi? Aşk? Öyle mi? Evet, öyle Deren. Onlar gerçek ama bu da gerçek: birbirimizle yapamadığımız." 

 

"Lütfen," dedi kara gözlerindeki ıslaklıkla bakarak. "Affet beni. Süründür gerekirse ama affet!" Üstüme, elbisemdeki çiçeklere baktı. "Benim aldığım elbiseyle geldin yanıma, o kadar büyük olsaydı kızgınlığın giyinmezdin bile."

 

"Son kez görmeni istedim," diyerek bir daha itmeyi denedim onu ve birbirimizle nefes nefese mücadele ettik. "Bırak beni Deren, gideceğim."

 

"Peşinden gelirim, her yere!" Söyledikleri üzerine bir de kafasını salladı.

 

"Gel, ben de Enrica'ya vurdurturum seni!" 

 

"Öldürürüm onu, hepsini! Senin tek koruman benim!"

 

Heceleyerek, "Enrica," dedim.

 

Sakin kalabilmek için burnundan nefesler aldı.

 

Soluk soluğa yüzüne, sinirden titreyen dudaklarına, kara gözlerine bakıp son kez üstümden ittim. "Peşimden gelme."

 

Ellerinden kurtuldum ve gözlerimden yaş akarken uzaklaştım. Ondan geriye iki adım attım ve arkamı dönmek istedim. Beni bir duygu tuttu, gözlerine mahkûm etti. Sanki bir daha asla uyuyamayacakmış, nefes alamayacakmış, gülemeyecekmiş gibi bir telaş oluştu içimde. Deren gördü, belki de bu yüzden daha yavaş, çaresizce yaklaştı. Tekrar beni tutacağını sansam da o gözlerimin içine bakarak telaşla önümde eğildi, dizlerinin üstüne çöküp ellerimden tuttu. Kafasını arkaya atıp aşağıdan bana bakarken, "İstediğin olsun," dedi hızlı bir baş sallamayla. Dizleri kırık cam parçalarına battıysa da kalkmadı. "Yalvarıyorum sana, n'olursun bırakma beni! Yalvarırım gitme! Kal! Ben seni mutlu bile edemedim daha, bir kez bile kahkaha attıramadım..." Avuçlarımı sıkarken gözlerinde de yalvarma ifadesi oluştu. "Boyun eğiyorum, diz çöküyorum. Bırakma beni! İstediğin her şey olurum, istediğin her şeyi yaparım! Bir daha affedilmeyecek hiçbir şey yapmayacağıma söz veriyorum!"

 

Sanki istediğimi yapmış, sonunda bana yalvarmış olursa gitmem sanıyordu. Birini bırakmanın ne kadar zor bir şey olduğunu biliyordum ama kızım can çekişirken, önceliğim onun hayatıyken ve Deren beni affedemiyorken, nasıl oldurabilirdim ki?

 

Düşünmeyi bile istemiyorum ama Karina uyansa... Ondan da çıkarır mı mesela öfkesini?

 

Deren böyle bir şeyi asla yapmaz derim ama yangını da asla çıkarmaz derdim.

 

Onun camların üzerindeki dizlerine bakıp geriye çıktım. Deren ellerinden çekilen ellerime ve uzaklaşan bedenime inanamayarak bakarken, "Beni ve Nil'i bir evde beraber yaşatamayacaksın," dedim pişmanlıkla. Yaptıklarımın pişmanlığıyla, yaşattıklarımın pişmanlığıyla. "Bu yüzden, olmaz bizden."

 

Daha güçlü şekilde arkamı döndüm, onun dizleri cam kırıklarının üzerinde ezilirken çıkışa ilerledim. Yüzünü göremediğimde gözyaşlarım daha çok aktı yanaklarıma, hıçkırmaya başladım ve parmaklarım yanaklarımda çaresizce dolaşırken çıkmak için kapıyı açtım.

 

"Gidersen," dedi Deren, soluk soluğa. Histerik şekilde titrediğini sesinin tınısından anladım. "Bir aydır şahit olduğum tüm aile suçlarınızı kanıtlarıyla polislere iletir, abilerini bitiririm."

BÖLÜM SONU.